En çok özlenen kimdir bu dünyada? Yüzü görülmeden aşık olunup, ayak izine yüzler sürülen? Adı anılınca, göğüsteki titreyişten kalbin yeri bilinen?
Mirası beden elbisesinin içindekini hissettirip; İşte ruhum, dedirten!
O'dur elbet! O, o hüzünlü veda gününde, Allah'ı şahit tutarak;
"Size öyle bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça hiç şaşırmazsınız." diyendir.
O'dur, Yunus Emre'ye
"Yedi kat gökleri seyrân eyleyen
Kûrsûn üstünde cevlân eyleyen
Mi'râc'da ümmetin Hak'dan dileyen
Adı güzel, kendi güzel Muhammed",
Yaman Dede'ye
"Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında can vermek
nasip olmaz mı sultânım haremgâhında can vermek
sönerken gözlerim âsân olur âhında can vermek
cemâlinle ferah-nâk et ki yandım ya rasûlullah.",
Mehmet Âkif Ersoy'a
"Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyet..
Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.",
İbni Arabi'ye
"Anam babam" feda olsun onun yoluna
kurban olayım Allah'tan gelen en güzel ceylana
-ki şu an gezinmekte göğüs kafesimin derinliklerinde
güven ve huzur içinde..",
Ali Ulvi Kurucu'ya
"Rûhum sana aşık sana hayrandır efendim
bir ben değil âlem sana kurbandır efendim" dedirtip,
Necip Fazıl Kısakürek'e
"Düşünüyorum: O'ndan evvel zaman var mıydı?
Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıydı? diye sordurtan.
O'ndan evvelki zaman nasıl bir özleyişle hep ileriye atıldı ise,
O'ndan sonra ki zaman da aynı özleyişle hep geriye akmaz mı?
Vaktin durduğu yerde bir kendimize, bir o kutlu zamana bakmak gerekmez mi?
Bu yüzden değil midir Sezai Karakoç'un
"Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim", dileyişi,
Arif Nihat Asya'nın
"Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi ey Nebî, Adına alışkın dudaklarımız!
Artık yolunu bilmiyor! Artık yolunu unuttu / Ayaklarımız!
Kâbe'ne siyahlar Yakışmamıştır, ya Muhammed, Bu güne kadar!" deyişi?
Eksilenin peşinden
Unutulmaması gerekeni unutmanın, rehberin izini kaybetmenin bedeli değil midir 'kalb' aynasına, o kara 'küp'ün rengini yansıtan? Bu yitiriş değil midir alınlardan secde izini, avuçlardan istemenin ısrarını eksilten?
"Ben size oğlunuzdan, babanızdan ve diğer insanlardan daha sevgili olmadıkça gerçekten iman etmiş olmazsınız" deyişinin neresindeyiz şimdi biz?
Sahabenin "Anam babam sana feda olsun Ya Rasulullah!" hitabının neresindeyiz?
Neresindeyiz ki, gözlerimizden o neş'eli serinlik, omuzlarımızdan melek dokunuşları siliniyor? Biz nasıl bir zamandayız?
Ashabına "Siz öyle bir çağda yaşıyorsunuz ki, kanunun onda birine uymazsanız mahkum olursunuz. Fakat öyle bir çağ gelecek ki, o zaman kanunun onda birine uyan kurtulacak" dediği zamanlarda mıyız? Peki ya, o onda birin neresindeyiz?
İsmet Özel'in
"Kimseden bir işaret gelmeyecek bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa
söylemez kimse size dünyadaki ömrü boyunca hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi
kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile öğretmek için cephe nedir
kıyam etti torunu kucağında / dönünce bütün gövdesiyle döndü
bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda bir bilinebilseydi nedir veçhe." dediğindeyiz.
Bizler, bir zor zamanda, salatın şefkatinden başka sığınacak yeri olmayanlarız.
Bir ayet, bir müjde
Ahzab suresinin 56. ayetinin; -"Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber'e salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin"- inmesinden kısa bir süre sonra Peygamber şunu haber verdi:
"Bana bir melek geldi ve şöyle dedi: 'Sana bir kere salat eden kimse yoktur ki, Allah ona on kez salat etmesin."
alıntıdır