“Süleyman Efendi, işâret buyurulan zattır"...
Bediüzzaman Said Nursi’yle ilgili olarak Yeni Asya Gazetesi’nde 3 Mayıs 1976 tarihinde Av. Abdurrahman Şeref Laç’la yapılan mülâkattan iktibas edilmiştir.
“Bizim bugün başlıca vazifemiz; îman’ı muhafazaya çalışmaktır. Bunu yapıyoruz. Biz tedrîsat yapmıyoruz. İslâm’ın esâsı maddi ve mânevi kurtuluşun kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in okutulup öğretilmesi ve yalnız Türkiye’ye değil, bu yolla bütün dünyaya yayılması işini birâderim Süleyman Efendi ve O’nun tesis eylediği Kur’an Kursları yapıyor. Hem de çok kısa zamanda yapıyorlar. Eskiden 0-5 senede öğrenilen İslâmi ilimleri şimdi Kur’an Kursları -2 sene içinde öğretiyorlar. Âlim yetiştiriyorlar. Fakih (Fıkıh âlimi) yetiştiriyorlar. Müfessir yetiştiriyorlar. Bu hâl bir mûcize-i kur’âniyyedir.
Bugünkü bu şaşılacak hal hakkında ben küçük yaşlarda iken; benim gözlerime doğru bir ışık çakmış ve beni ikaz eylemek istemişti. O zaman her halde tekâmül etmemiş olduğum için anlayamamışım. Şimdi anlıyorum, îzah edeyim. Ben 6 yaşında iken Şirvan’dan Siirt’e gittim. Bir çok İslâmi ilimleri, Kur’an-ı Kerim’in mûcizesi olarak çok kısa zamanda ve sür’atle tahsil eylemiş bulunuyordum Siirt’teki büyük Müslüman âlimlerle münâzaraya girdim. Hepsini mağlup ettim. O büyük âlimler hayret içinde kaldılar ve beni takdir eylediler. Ben bu hâlime çocukluk sâikası (hevesiyle) ile mağrur oldum.
İşin esâsını o zaman anlayamamışım. Halbuki bu hâl bana bir işâretmiş. Sanki Rabbim bana demek istemiş ki: “Ey Said, ileride bir zaman gelecek İslâmiyet sıkışacak neşr-i Kur’an, neşr-i İslâm için uzun seneler bulunmayacak. Bunları bir senede, iki senede öğrenmek ve öğretmek ihtiyacı hâsıl olacak. İşte o zaman nasıl ki, şimdi sen; kısa bir zamanda büyük âlimlerle münâzaraya tutuşacak kadar ilim kudreti iktisap ettin. Seninkinden çok daha kısa zamanlarda, İslâm âlimleri yetişecek ve ehl-i küfür ile mücâdele edecek sevgili kullarım ortaya çıkacak.” Ben o zaman bu işareti anlayamamışım. Ama şimdi hakikat tezahür etmiş bulunuyor. Biraderim “Süleyman Efendi” işâret buyurulan zâttır. Büyük tedris işi ile meşgul oluyor. O’nun Kur’an Kursları; Neşri Kur’an ve Neşri İslâm’ı bütün dünyâyı hayretlere gark edecek çok kısa zamanda başarıyor.”
İşte o zamanın din mazlumlarından birisi olan Said-i Nursî, Süleyman Efendi Hazretleri hakkında bu sözleri söylemiştir.
Süleyman Efendi, tarikatı sadece “hoş sohbet vâsıtası” hâline getiren son devrin tembelliğini yıkmış onu, kitleleri harekete getiren, şeriat için çalışan insanların hareket ve heyecan vâsıtası kılmıştır. Bu yüzden kerâmete itibar etmemiş kendisi kerâmet izharından müstağni davrandığı gibi talebelerine de aynı yolu tâlim etmiş. “En büyük kerâmet ümmeti Muhammed’e Hakk yolu telkin etmektir.” Buyurmuştur. Kendisine mânevi selâhiyet verildiği andan itibaren hem Kâdirî hem de Nakşî tarikatıyla vazife tarif etmiş, zamanında şeyh olarak tanınanlara haberler göndererek onları kendisinin varlığından ve selâhiyetinden haberdâr etmiştir. Said-i Nursi, Abdülhakim Arvâsi,ve Adana’lı Sâmi Efendi de dâhil bir çok zâtlarla muhâbere etmiştir. Süleyman Efendi cemiyetten uzakta yaşamak yerine, cemiyetin içinde Müslümanlığı yaşatmayı tercih etmiş ve “dışımız halk ile, içimiz Hak ile” buyurmuşlardır.