Bizim hizmet-i İmaniyeye nazaran cam parçaları hükmündeki siyasetle alâkamız yoktur. Diyanet Riyaseti ehl-i vukuf raporunda: "Risale-i Nur kitablarında siyaseti alâkadar eden mevzular yoktur." demiştir. Hatta o zaman, yine Afyon savcısı da iddianâmesinde: "Bediüzzaman ve talebelerinin faaliyeti siyasî değildir" diye hükmetmiştir. Evet, Risale-i Nur Şakirdlerinin meşgul olduğu vazife, en muazzam olan mesail-i dünyeviyeden daha büyüktür. Siyasetle uğraşmıya vaktimiz yoktur. Yüz elimiz de olsa, ancak Nur'a kâfi gelir. Amerika, İngiliz kadar servetimiz de olsa, yine îmanı kurtarmak dâvasına hasredeceğiz. Hem bir takım siyasî işlerle veya bir takım bâtıl cereyanlarla ve fikirlerle uğraşmaya zamanımız yoktur. Ömrümüz kısadır. Vaktimiz dardır. Üstadımızın dediği gibi, "Fena şeylerle meşguliyet fena tesir eder. Fena iz bırakır." Hususan böyle bir asırda "Bâtılı, iyice tasvir etmek, safî zihinleri idlâldir." Evet menfilikleri öğrenerek mücadele edeceğim gibi saf bir niyetle başlayıp menfî şeylerle meşgul ola ola dînî bağları ve dînî salâbet ve sadakatı eski haline nazaran gevşemiş olanlar olmuştur.
Risale-i Nur, nuru yerleştirerek zulmeti izale ediyor; yok ediyor. İyiyi öğreterek, fenayı fark ve tefrik ettiriyor ve vazgeçiriyor. Hakikatı ders vermekle, bâtıldan kurtarıyor ve bâtıldan mahfuz kılıyor.
Hülâsa-i kelâm: Biz, ancak Nurlarla meşgulüz.. biz mücevherat-ı Kur'aniye ile iştigal ediyoruz.. bizler, Kur'anın kâinat vüs'atindeki elmas gibi hakikatlarına çalışıyoruz.. bizler, ancak bâkiye hizmet ediyoruz.. bizler, fâni şeylere emek sarf etmeyiz.. bizim, Risale-i Nur'la olan hizmet-i îmaniyemiz, başka şeylerle iştigalimize ihtiyaç bırakmıyor.. her şeye kâfi geliyor...
Elhasıl: Üstadımız Bediüzzamanla ve Risale-i Nur'la mücadele eden insafsız gizli din düşmanları, acz-i mutlakla ebede kadar mağlubiyettedirler. Bediüzzaman ve Risale-i Nur ise, ebediyen muzaffer ve muvaffaktır. Şahsı çürütmeye çalışmakla Risale-i Nur çürütülemez. Zira, Risale-i Nur, bizatihî hüccet ve bürhandır. O'nu ve Onun müellifini çürütmeye çalışanlar, çürümeye mahkûm olmuşlardır. Nümunesi, tarih müvacehesinde meydandadır; ve hem de çürüyeceklerdir. Risale-i Nur'daki yüksek hakikat, Risale-i Nur'u ebede kadar payidar kılacaktır...
Evet, Nur Talebeleri ağır ceza mahkemelerinde demişler ki: "Bizi Üstadımız Bediüzzamandan ve Risale-i Nur'dan ve bizi bizden ayıracak hiçbir beşeri kuvvet yoktur." Evet, o münafıkların atomları dahi, bu hususta âcizdir. Farz-ı muhal yapabilseler, hatti cesedimizi öldürseler de, ruhumuz selâmet ve saadetle ebediyete gidecektir. Hem Üstadımızın Mektubat Mecmuasında dediği gibi deriz: "Birimiz dünyada birimiz Âhirette, birimiz Şarkta birimiz Garbda, birimiz Şimâl'de birimiz Cenubda olsak; biz yine birbirimizle beraberiz."
Üstadımız hiçbir mânevî makam iddia etmiyor. Başkaları tarafından kendine verilen büyük ve müstesna payeleri reddediyor. Fakat O'nun hal ve ahvali, fiiliyat ve harekâtı, O'nun kim olduğunu anlamaya ve isbata kâfidir. Evet Bediüzzaman'ın ve Risale-i Nur'un Kur'an, îman ve İslâmiyet hizmetine mani olabilmek için, dünyayı elinde tutup çevirecek bir kuvvet lâzımdır.
Hazret-i Üstadımızın idam plânlarıyla sevk edildiği mahkemedeki müdafaatlarından, Büyük Müdafaat kitabından bazı cümleler:
"Risale-i Nur Talebeleri başkalarına benzemez; onlarla uğraşılmaz; onlar mağlûb olmazlar. Risale-i Nur, Kur'an'ın malıdır. Kur'an-ı Hakîmden süzülmüştür. Kur'an ise, Arşı Ferşle bağlayan bir zincir-i nûranidir... Kimin haddi var ki buna el uzatsın. Risale-i Nur, bu Anadolunun sinesine yerleşmiştir; hiçbir kuvvet onu söküp atamıyacaktır."
Meşhur ve harikulâde bir eser olan "Âyet-ül Kübra Risalesi"nden:
"Risale-i Nur, yalnız cüz'î bir tahribatı ve bir küçük hâneyi tamir etmiyor; belki külli bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm eden müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumiyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avâm-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kısmen kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umumiyeyi, Kur'anın i'cazıyla; ve geniş yaralarını, Kur'anın ve îmanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde dağlar kuvvetinde hüccetler cihazlar ve binler tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir. İşte bu zamanda, Kur'an-ı Mûciz-ül Beyanın i'caz-ı mânevisinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber; îmanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medar olmuştur ve olmaktadır!.."
Aziz kardeşlerimiz, yüzlerce ülemânın susturulduğu ve dînî neşriyatın yaptırılmadığı ve Kur'anın hakikatlarını beyan ve tebliğ etmeye dinen muvazzaf oldukları halde cebren yaptırılmadığı ve din adamlarının imha edilmesi gibi dehşetli ve tarihin görmediği bir hengâmda, Kur'an ve îman ve İslâmiyeti yıkmak plânlarının tatbik edildiği en müdhiş bir devirde ve küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin en azgın bir zamanında Bediüzzaman Said Nursî, Kur'an ve îman ve İslâmiyetin fedakâr ve pervasız bir müdafii ve muhafızı olarak cihad-ı diniye meydanında yegâne şahıs olarak görülmüştür. Evet, Bediüzzaman; devletlere, milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor. Ve Kur'an hakikatlarını eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içerisinde neşrediyor..
"Vazifemiz çalışmaktır. Bizi galib etmek, mağlûb etmek, muvaffak etmek ve Nurları kabul ettirmek Cenab-ı Hakka aittir. Biz, vazife-i İlâhiyeye karışmayız." demiş ve tarihte misline rastlanmıyan zulüm ve işkenceler içerisinde çok zâlimâne muameleler görmüş ve kapısında jandarma ve polis bekletilmek suretiyle Cuma Namazına dahi gitmekten men' edilmiş ve bütün bu tarihi faciaları kapatmak ve kimseye işittirmemek için de sıkı bir takyidat altına alınmıştır.
İşte böyle ağır şartlar içerisinde Risale-i Nuru Hazret-i Üstadımız inayet-i İlâhiye ile te'lif edip, ekserisini Kur'an harfleriyle ve el yazısıyla neşretmiştir. Böylelikle -aynı zamanda- Kur'an hattını da muhafaza etmiş ve yüzbinlerle Müslüman Türk Gençleri Risale-i Nuru okuyabilmek için mukaddes kitabımız olan Kur'anın yazısını öğrenmek nimet ve şerefine nail olmuşlardır. Üstadımız, malik olduğu kuvvet-i îman ve ihlâs-ı tamme ile hakaik-i Kur'aniye ve îmaniyeyi avam ve havas talebelerinin umumunun istifade edebileceği ve asrın anlayışına uygun yepyeni bir tarz-ı beyanla ifade ve izhar etmiştir. Böylece Risale-i Nur gibi taptaze ve parlak ve yüksek bir tefsir-i Kur'aniyi inayet-i Hakla meydana getirmiştir.
Bu hârikulâde eserlerdir ki, bu vatan ve milleti dinsizlik ve komünistlikten muhafaza etmiştir. Hem şeair-i İslâmiyenin cebren kaldırıldığı ceberut devrinde, dünya hatırı için kendini mecbur zannederek o kudsi şeairden fedakârlık yapanların ve din zararına hareket edenlerin ve İslâmiyete muhalif fetvalara ve bid'alara mecbur edilenlerin çokluğu zamanında Bediüzzaman, ne lisan-ı halinde, ne lisan-ı kalinde ve ne de fiiliyatında o kadar zulümler çektiği ve idamlarla tehdid edildiği halde en küçük bir değişiklik bile yapmamıştır. Bilâkis, "Ecel birdir, tegayyür etmez... Ölüm, bu âlem-i fenadan âlem-i bekaya ve âlem-i nura gitmek için bir terhistir." deyip mücadeleye atılmış; bid'aları tanıtan ve durduran ve şeair-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve Sünnet-i Seniyeyi ihya eden eserleri perde altında otuz seneden beri neşretmiş ve muhitinde, âdeta Devr-i Saadet'in bir cilvesini yaşatmıştır. Bir Sünnet-i Seniyeye muhalif hareket etmemek için işkenceli bir inzivayı ihtiyar etmiştir. Otuz seneden beri milyonlara hükmeden dinsiz ve emsalsiz bir istibdad-ı mutlak, Bediüzza
manı hiçbir cihetten hiçbir vakit hükmü altına alamamış, bilâkis zâlim müstebidler O'na mağlûb olmuşlardır.
Risale-i Nur, taklidî îmanı tahkiki îmana çevirip -îmanı kuvvetlendirip- iki cihanın saadetini kazandırıp, hüsn-ü hâtimeyi netice verir. En büyük dinsiz feylesofları da ilzam etmiştir. Risale-i Nurun bir hususiyeti de şudur ki: Diğer Mütekellimîne muhalif olarak ehl-i dalâletin menfiliklerini zikretmeden, yalnız müsbeti ders vererek, yara yapmaksızın tedavi etmesidir. Bu itibarla bu zamanda Risale-i Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla gelen sualleri, istifhamları; nefsi ilzam, kalbi ikna ederek cevablandırıyor. Risale-i Nur; hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi müsahhar eder. Bunun içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mekteb ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb ve felsefe anlıyorlar ki, hakiki münevverlik; akıl ve kalb nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor. İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur'ânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenaheyn olabilelim (Hâşiye-1). İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki; eski zamanda medrese usulü ile onbeş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice bu zamanda, Risale-i Nur'la onbeş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: "Bir sene Risale-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatlı bir âlimi olabilir."
Risale-i Nur, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin nûranî meşrebini ve Sahabe-i Kiramın âlî seciyesini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. İşte bu mezkûr vaziyet, bugünkü dünyaya taptaze, nûranî bir hayat ve yepyeni bir veçhe vererek şu hakikati gösteriyor ki; çoktandır birbirine muarız zannedilen ehl-i mekteble ehl-i medreseyi ve ehl-i tekyeyi, Risale-i Nur tevhid ve te'lif ediyor. Hem de, muaraza halinde olan Şarkla Garbı barıştırıyor. İttihad-ı İslâmı meydana getirmek için çalışan ehl-i İslâma yegâne çarenin Risale-i Nur olduğu, mütehassıs zatlar tarafından kabul ve tasdik edilmektedir. Hem, bugünkü dünyadaki ihtilâfları halledecek olan; aklen, fikren terakki etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakikatı anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyatı ve bir teceddüdü Amerika'da, Avrupa'da hususan Almanyada, taharri eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risale-i Nur Külliyatı... Nitekim bu hakikatın idrak edilmeye başlandığını gösteren emareler bahtiyar Alman Milleti içinde görülmektedir. (Hâşiye-2)
Eski zaman Garb feylesoflarının çözemedikleri ve yeni zaman feylesoflarının da: "Felsefe henüz bunu halledememiştir" dedikleri düğümler, Risale-i Nur'da, Kur'ânın feyziyle keşf ve halledilerek aklen ve mantıkan isbat edilmiştir. Şarkın dâhî hükemalarının kırk sahifede anlatmaya çalıştıkları müşküller, Risale-i Nur'un bir sahifesinde veciz bir şekilde ifade edilmiştir.
Bediüzzaman'ın 1935 senesinde idam edilmek üzere verildiği Ağırceza Mahkemesindeki müdafaatından bir iki cümle: "Risale-i Nur, sönmez, söndürülemez. Risale-i Nur, söndürülmek için üflendikçe parlayan bir nurdur. Risale-i Nur, tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır."
Hem, haşr-i cismanî meselesinde, hükemadan İbn-i Sina gibi meşhur bir dâhînin, "Haşir naklîdir, iman ederiz; akıl bu yolda gidemez" dediği bir hakikat, Risale-i Nur'da, hem umumun istifade edebileceği emsalsiz bir tarzda Kur'ânın feyziyle aklen isbat edilmiştir.
Dalâlet-alûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih Âyât-ı Kerîme ve Ehadîs-i Şerifenin zâhirî mânalarını anlamayarak yaptıkları kasıdlı itirazlara, Risale-i Nur'da aklen, mantıkan cevablar verilerek, o Âyetlerin ve o Hadîslerin birer mucize oldukları isbat edilmiştir. Böylelikle de, bu zamanda fen ve felsefeden gelen dalâlet ve şübheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir usûl takib etmiştir.
Risale-i Nur, fevkalâde müstesna bir edebî üstünlüğe maliktir. En meşhur eserlerle bile kabil-i kıyas olmayan ve başlıbaşına bir hususiyeti haiz olan üslûbunda yüksek bir belâgat, fesahat ve selâset ve i'caz vardır. Hattâ Bediüzzaman'ın eserlerini Âlem-i İslâmın ısrarla arzu etmesiyle Arapçaya tercüme ettirmek için büyük İslâm âlimlerine "Asâ-yı Mûsa Mecmuası" götürüldüğü vakit, okumuşlar ve demişlerdir ki: "Bediüzzaman'ın eserlerini ancak kendisi tercüme edebilir; Risale-i Nur'daki yüksek belâgatı ve misilsiz olan fesahat ve i'cazı tercümede muhafaza etmekten ve Onun ilmini ihata etmekten âciziz!" Bu suretle o yüksek âlimler, Üstadımızın faziletini ve Risale-i Nur'un kemalâtını göstermişlerdir.
Bediüzzaman, eserlerinde, hemen bütün büyük müellif ve ediblerden farklı olarak lâfızdan ziyade mânaya ehemmiyet vermiştir. Mânayı, lâfza feda etmemiş; lâfzı mânaya feda etmiştir. Üslûbda okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış, hakikatı ve mânayı esas tutmuştur. Vücuda elbiseyi yaparken vücuddan kesmemiş, elbiseden kesmiştir. Risale-i Nur'daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celbeden ve hakikata râmeden o İlâhî cazibedendir ki; çoluğu-çocuğu, genci-ihtiyarı, âvamı-havassı o Nur'a koşuyorlar ve o câzibedar Nur'un pervanesi oluyorlar. Bu hakikatın parlak bir misali olarak geniş bir talebe kitlesi, az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.
Risale-i Nur'un her cihetten olduğu gibi edebî cihetten de kıymet ve ehemmiyetini ifade etmek, ediblerin hususan bizlerin bin derece haddinden uzaktır. Bu husustaki karınca kararınca olan sönük, fakat samimî ve hakikatlı ifadelerimiz, Risale-i Nur'dan gördüğümüz azîm istifadeye mukabil sonsuz bir minnet ve şükranımızın ifadesinden ibarettir. Yoksa bu mevzularda sahib-i salâhiyet ve sahib-i ihtisas, ancak ve ancak Risale-i Nur'un kendi müellifi olabilir.
Risale-i Nur, bu asrın ihtiyacına tam cevab veren yegâne tefsir-i Kur'ânî olduğu, enaniyetini Hakka feda eden faziletperver İslâm üleması tarafından tasdik ve fevkalâde bir şekilde takdir ve tahsin edilmiş ve edilmektedir. Elli sene evvel Bediüzzaman Said Nursî'nin te'lifatındaki hususiyetler ve bir bahr-i umman gibi Onun ilmî dehasıdır ki; Mısır matbuatında "Bediüzzaman, Fatîn-ül asr'dır" diye yüksek ehl-i ilme hüküm verdirmiştir.
________________________
(Hâşiye-1) Yetmiş-seksen senelik bir seyr-i sülûkla kutbiyete ve gavsiyete erişen pek ender zâtların bir noktaya kadar gidip "Burası müntehadır, ilerisine gidilmez." dedikleri mertebeleri, Bediüzzaman, Kur'andan bulduğu bir yolla, ilimle daha ilerisine gittiğini, Arabî Mesnevî-i Nuriye mecmuasını mütâlâa eden zâtlar söylüyorlar. Büyük bir şaheser olan bu Arabî eseri mütalâa eden o müdakkik ehl-i ilim, "Bu eserdeki çok derin ve pek ince ve gayet derecede yüksek hakikatlardan ne kadar istifade edebilsek bize kârdır." diyorlar.
______________________________ __
(Hâşiye-2) Avrupada hristiyanlar içinde bir tek kasabada altmışbeş aded sarıklı genç Nur Talebesinin çıkması, bunun bir nümunesidir.
sefeden gelen dalâlet ve şübheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir usûl takib etmiştir.