İSLÂMİYYETDE FÂİZ, BANKA VE VAKF
İslâmiyyetde, banka kurmak, banka ile iş yapmak câiz midir? Önce şunu bildirelim. İslâmiyyetde fâiz harâmdır. Fâiz, yalnız islâmiyyetde değil, semâvî dinlerin, ya’nî hak olan, doğru olan dinlerin hepsinde harâmdır. Fâizin azı da, çoğu da harâmdır. En büyük günâhlardandır. Fâizin ve bankanın ne demek olduğunu iyi anlamak lâzımdır. Dînimiz ticârete ve büyük sınâ’î teşekküllerin meydâna gelmesine ve ferdin istihsâl kapasitesinin genişlemesine yarıyan ve fâiz ile alışveriş yapmıyan şirketlerin, bankaların kurulmasına izn, hattâ emr vermekdedir.
Dînini iyi öğrenen bir müslimân, harâm işlemeden ve fâiz felâketine düşmeden her çeşid ticâreti yaparak halâl mal kazanır. Halâl ve bereketli kazancı ile millete ve memlekete çok fâideli olur. (Hadîka)da diyor ki, (İmâm-ı Muhammed Şeybânîye, mütehassıs olduğu tesavvuf bilgisinde niçin bir kitâb yazmadığını sorduklarında, zühd ve takvâ, ancak, bütün işlerde ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla, bâtıl, fâsid ve mekrûh sözleşmelerden sakınmakla elde edilebilir. Bunlar da, fıkh kitâblarından öğrenilir. Alışveriş ve başka sözleşmeleri yapacak kimsenin bunların sahîh ve halâl olması şartlarını öğrenmesi lâzımdır. Bunun için, bu işlerin ilmihâlini öğrenmek her mükellefe farz-ı ayndır. Bu farzın yerine getirilmesi için, bey’ ve şirâ kitâbını yazdım buyurdu).
FÂİZ NEDİR?: Bütün fıkh kitâbları diyor ki, fâiz, ödünc vermekde, rehnde ve alışverişde, alıcıdan veyâ vericiden birinin ötekine karşılıksız olarak vermesi şart edilen fazla mala denir. Başkasına verilmesi şart edilirse, fâiz olmaz. Fekat bey’ fâsid olur denildi. Bey’de, şart edilmeden verilen hediyye, fâiz olmaz. Hediyyenin ayrı bir mal olması ve ayrıca teslîm edilmesi îcâb eder. Meselâ bir kimse, bir altın lira verip dört çeyrek altın satın alsa ve ayrıca bir mikdâr para hediyye etse fâiz olmaz. Bey’ de fâsid olmaz. Çünki, satarken hediyye vermek şart edilmemişdir. Hediyye vermekde şart edilen fazla birşey de, fâiz olmaz. Bir ay bana hizmet etmek şartı ile, şu malı, meselâ evimi sana hediyye etdim dese, o da kabûl edip alsa, fâiz olmaz. Fekat, şart fâsid olup, hizmet etmesi lâzım gelmez. Hizmet ederse de, zararı olmaz. (Hediyye) veyâ (Hibe), mevcûd ve ma’lûm bir aynı birine karşılıksız temlîk etmekdir. Belli bir karşılık istiyerek vermek de câizdir. Deyni ya’nî alacağını borclusuna veyâ borclusundan başkasına hediyye câizdir. Fekat, başkasına hediyye ederken, kabz eylemesini de emr eylemesi ve onun kabz etmesi lâzımdır. Kabz edince, deyn ayn olmakdadır. Ya’nî yukarıdaki ta’rîfde bulunan (Ayn) kelimesi, (Sözleşmede veyâ sonradan ayn olan) demekdir. [Bey’ ve şirâda da, görülmiyen nakd, kabz edilince ayn olmakda, sözleşme yerinde lâzım olan ta’yîn hâsıl olmakdadır.] Hediyyeyi kabûl etmek sünnetdir. Mükellef olmak ve kendi mülkünü hediyye etmek şartdır. Hediyye, söz veyâ hâl ile olan (Îcâb) ve (Kabûl) ile hâsıl ve sözleşme yerinde kabz edilmekle temâm olur. Lüzûmsuz şartla bâtıl olmaz. Şartı yapsa da olur, yapmasa da olur. Hediyye verirken, belli birşeyi, karşılık istemek, birisine olan borcunu ödemesini şart etmek câizdir. Hediyyenin ve karşılığının, ayrılmadan önce verilmeleri lâzımdır. Ta’âm bulunan çantayı, eşyâ bulunan evi, yük bulunan hayvânı hediyye sahîh olmaz. Bunları boş iken veyâ yalnız yüklerini hediyye etmek sahîh olur. Ya’nî (Meşgûl) değil, (Şâgil) hediyye edilir. Koyundaki yün, dikili ağac, ağacdaki meyve, memedeki süt hediyye edilemez. Ayırması zarar verecek parça, ayrılarak hediyye edilemez. Bir liralık altını, dört çeyrek altın ile değişdirirken, iki karşılıkdan birinin ağırlığı fazla olur, bunu halâl ederse câiz olur. Çünki, ayırması zarar verecek şeyi ayırmadan hediyye etmiş olur. Eti, dahâ ağır ete satarak fazlasını hibe etmek ise, câiz olmaz. Çünki, fazlasını ayırmak zarar vermez. Alacağını borcluya hibe eden, artık bunu geri istiyemez. Yedi şeyden biri varsa, ayn olan hediyye de teslîmden sonra geri alınamaz. Bunlar bulunmazsa, hâkim karârı ile geri almak sahîh olur ise de, mekrûhdur. Yedi mâni’: Verilen aynda kıymetini artdıran ziyâdelik hâsıl olmak, ikisinden birinin ölmesi, hediyyenin karşılığı olduğu bildirilerek bir hediyye vermek [bunu başkasının da vermesi rücû’a mâni’ olur], hediyye edilen malın alanın mülkünden çıkması, ikisi arasında nikâh bulunmak, aralarında nikâhı ebedî harâm eden akrabâlık bulunmak, hediyye edilen malın helâk olması, geri almağa mâni’ olurlar. Sadaka, fakîre verilen hediyyedir. Deyn olan hediyyeyi ve sadakayı geri almak hiç câiz değildir. Birinin borcunu ondan iznsiz ödeyerek, onu kendine borclu yapmak câiz değildir.
Şâfi’î ve Mâlikî mezheblerinde, fâiz, yalnız gıdâ maddelerinde ve parada olur.
1 — Ödünc alıp vermekde fâiz: İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî “kuddise sirruh” birinci cildin, yüzikinci mektûbunda buyuruyor ki: (Dahâ fazlasını ödemesi şartı ile ödünc vermek fâizdir. Ya’nî böyle olan sözleşme harâmdır. Harâm anlaşma ile ele geçen malın hepsi harâm olur. Meselâ, oniki kile ödemesi şartı ile, on kile buğday ödünc verilse, alınan oniki kilenin hepsi harâm olur. [Fazla olan iki kilesi kul hakkı olduğu için geri vermesi vâcib olur. On kilesi harâm olduğu için sadaka vermesi lâzımdır.] Fâiz ile ödünc vermek ve almak harâm olduğu, Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilmişdir. İhtiyâcı olanın da, olmıyanın da, fâizle ödünc alması harâmdır. İhtiyâcı olana fâiz harâm olmaz demek, Kur’ân-ı kerîmin emrini değişdirmek olur. (Kınye) kitâbı, Kur’ân-ı kerîmin emrini değişdiremez. Lâhor şehrinin büyük âlimlerinden olan mevlânâ Cemâl, (Kınye)nin birçok haberleri, kıymetli kitâblara uymamakdadır, böyle haberlerine güvenilmez buyururdu. [İbni Âbidîn de, (Kınye)nin birçok haberi za’îfdir, güvenilemez buyurmakdadır. Bu kitâbı, Zâhidî “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmışdır.] (Kınye)nin bu yazısını doğru kabûl etsek bile, buradaki ihtiyâc kelimesine, zarûret ve ölüm tehlükesi ma’nâsını vermek lâzımdır. Böylece, Mâide sûresinin, (Ölüme sebeb olan sıkışık hâle düşen) meâlindeki dördüncü âyetinin izninden istifâde edilmiş olur. Çünki, bu âyet-i kerîme harâmdan afv olunabilecek özrü beyân buyurmakdadır. Fâiz ile ödünc almak için her ihtiyâc özr olsaydı, fâizin harâm edilmesine sebeb kalmazdı. Çünki, fâiz ödemeği ancak ihtiyâcı olan kabûl eder. İhtiyâcı olmıyan kimse, açıkdan para vermek istemez. Allahü teâlânın bu yasak emri, yersiz, lüzûmsuz olurdu. Allahü teâlânın kitâbına, böyle iftirâ edilemez. Abes, yersiz birşey bulunması düşünülemez. Her ihtiyâcı olanın fâiz ile para alması câiz diye bir ân düşünsek, ihtiyâc da, bir nev’ zarûretdir. Zarûretin dereceleri vardır. Ziyâfet vermek için, fâiz ile para almak ihtiyâc değildir. Meyyitin bırakdığı malda meyyitin ihtiyâcı, kefen ve cenâze masrafı olduğu, kitâblarda bildiriliyor. Onun rûhu için ziyâfet vermeğe ihtiyâc denilmemişdir. Meyyit, sadakanın sevâbına, herkesden çok muhtâc olduğu hâlde, onun rûhu için yemek [helva] dağıtılmasını islâmiyyet emr etmemişdir. O hâlde, bunları yapmak, fâizle para almak için ihtiyâc, özr olur mu? Ölünün ihtiyâcı kabûl edilse bile, fâizle alınan para ile pişen yemekleri yimek halâl olur mu? Çoluk çocuğun çok olması, erkeğin askerde bulunması, özr, ihtiyâc sanılarak, fâizle para almak câiz ve halâl olur demek, bir müslimâna yakışmaz. Böyle belâya yakalanmış olanlara, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak, doğru yolu göstermek lâzımdır. Bir müslimân, nasıl olur da, böyle harâm işi yapabilir? İhtiyâcları halâlden te’mîn edecek yol çokdur. [Bu yolları aramak lâzımdır. Arayıp bulamazsa, ancak nafaka ihtiyâcı, ya’nî gıda, elbise ve mesken ihtiyâcı, zarûret hâlini alır. Bu da, ancak mesken için vâkı’ olmakdadır.]
Bu zemânda, şübheli olmıyan kazanc kalmadı diyorsunuz. Evet öyledir. Fekat, elden geldiği kadar, şübhelilerden kaçınmak lâzımdır. Tarlayı abdestsiz sürmek, tohumunu abdestsiz ekmek, rızkın bereketini, tayyib [güzel] olmasını giderir demişlerdir. Hindistânda, böyle çalışan, hemen yok gibidir. Fekat, Allahü teâlâ, kulundan, elinden geldiği kadar yapmasını istemekdedir. Fâiz ile para alıp ziyâfet vermekden sakınmak, herkes için çok kolaydır. Halâle harâm, harâma halâl diyen kâfir olur. Fekat bu, kat’î, meydânda olan halâl ve harâmlar içindir. [Halâl, harâm oldukları, Nass ile açık bildirilmiş olan yâhud açık Nass yok ise de, dört mezhebde de sözbirliği ile bildirilenler içindir.] Zan olunanlar için değildir. Hanefî mezhebinde mubâh olan çok şey vardır ki, Şâfi’î mezhebinde mubâh değildir. Bunun aksi de vardır. Muhtâc olduğu şübheli olan birinin, fâizle para alması halâl olur demiyene, açık bildirilen harâma halâl diyemiyene dil uzatılmaz. Sapık, gerici denilmez. Halâl demesi için zorlanamaz. Onun haklı olması dahâ kuvvetlidir. Hattâ, haklı olduğu meydândadır. Ona dil uzatanlar haksızdır ve tehlükelidir. Mevlânâ Abdülfettâh, fâizsiz borc almak iyidir. Niçin fâiz ile alıyorlar demiş. Siz de, böyle söyleme, Halâli inkâr mı ediyorsun? diyerek onu tekdîr etmişsiniz. Yavrum, bu sözünüz, kat’î olan halâl için doğrudur. İhtiyâcı olanın, fâiz ile borc almasına halâl deseniz bile, bunu yapmamak, yine dahâ iyi olur. Vera’ sâhibleri, ruhsat, izn verilen şeyleri yapmamış, herkese, azîmet yolunu göstermişlerdir. Lâhor şehrindeki müftîler, ihtiyâcı olana câiz olur demiş ise de, ihtiyâcdan ihtiyâca fark vardır. Her ihtiyâc, özr sayılırsa, fâizin harâm olacağı yer kalmaz. Fâizin harâm edilmesi abes, lüzûmsuz bir emr olur. Oruc, yemîn keffâreti niyyeti ile de, fakîrleri doyurmak için, fâiz ile borc almak câiz değildir. Fakîr doyuramıyan, oruc tutar).
2 — Rehnde fâiz: Rehn vermek, ya’nî ipotek (hypotéque) etmek demek, bir sebebden dolayı, birşeyi habs etmek, alıkoymak demekdir. İslâmiyyetde ise, ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veyâ başka âdil bir kimsede, emânet bırakmak demekdir. Rehn ancak, mal borcu için verilir. Öldürmek, yemîn hakları, işçinin iyi çalışması, müsâfirin hırsızlık etmemesi için rehn istenmez. Rehn zor ile alınmaz. Rehn, akd ile, ya’nî îcâb ve kabûl ile, ya’nî sözleşme veyâ mektûblaşma ile yapılır. Rehni verip, almaları, ya’nî malın teslîm olunması da lâzımdır. Teslîm olunmadan önce, borclu rehni vermekden vazgeçebilir. Rehn bırakılan malın, satılmağa elverişli olması şartdır. Dartı ile, hacm ile ölçülen herşey, altın, gümüş eşyâ, para, rehn verilebilir. Ortak olan birşeydeki kendi payını rehn vermek câiz değildir. Ağacdaki meyveyi ağacsız olarak, tarladaki ekini tarlasız olarak rehn vermek ve meyveli ağacı meyvesiz olarak, ekinli tarlayı ekinsiz rehn vermek câiz değildir. Evi, eşyâsı ile de rehn vermek câizdir. Hayvân, üzüm şırası rehn verilir. Alacaklı, rehnden vazgeçebilir. Borclu vazgeçemez. Rehn, borc ödeninceye kadar habs olunur. Önce, borc ödenir. Sonra, rehn geri verilir. Borclu ölürse, bunun vârisi, rehni satarak, parası ile borcu öder. Sonra, rehni alıp, müşterîye teslîm eder. Geri kalan parası, başka alacaklılara verilir. Satış semeninin ödeme zemânı gelince borclu, rehni satmak için, alacaklıyı veyâ başka bir âdil kimseyi vekîl edip satdırır veyâ kendi satar. Semenden borcu ödeyip, sonra rehn kurtarılır. Borclu, rehndeki malını, alacaklının izni olmadan satamaz. Satmak için, istiyemez. Alacaklı, rehni alırken, bunu ileride satmağa kendisinin vekîl edilmesini şart edebilir. Borclu bunu kabûl edince, sonra azl edemez. Borclu ölürse de, azl olmaz. Rehn helâk olursa, kıymeti az ise, aradaki farkı borcludan ister. Rehn, alacaklının borcu istemesine mâni’ olamaz. Malı olup da ödünc aldığını ödemezse, onu habs etdirmesine de mâni’ olamaz.
Alacaklı, rehnin, borclunun mülkünden çıkmasına sebeb olamaz. Satamaz, kirâya veremez. Rehni, ancak borclunun izni ile kullanabilir. İkisinden biri, ötekinin izni ile, rehni başkasına âriyet verebilir. Sonra herbiri, onu yine rehn yapabilir. Alacaklı, kendisindeki rehni, rehni veren borclusuna da âriyet verebilir. Saklamıyarak veyâ kullanarak rehn helâk olursa, kıymetini öder. Bir kimsenin, rehnde bulunan malı satın alması sahîhdir. Alacaklı, elindeki rehn malı müşterîye vermiyebilir. Müşterî, borcun ödenerek, rehnin kurtarılmasına kadar bekler. Yâhud, bey’i, mahkeme ile fesh etdirir.
Ödünc verirken, alacaklının rehnden istifâde etmesi için, izn verilmesi şart edilirse, fâiz olur. Meselâ, hayvânı veyâ tarlayı, elbiseyi kullanması, sütünü içmesi şart edilirse fâiz olur. Sonradan verilen izn ile, alacaklının rehni kullanması câiz olur.
3 — Bey’ ve şirâda fâiz: Hanefî ve Hanbelî mezheblerine göre, bir satışda fâiz bulunması demek, aşağıda bildirilen iki şeyin veyâ birinin mebî’ ile semende ortak olarak bulunması demekdir. Şâfi’î ve Mâlikî mezheblerinde, bu iki şart ile berâber, altın veyâ gümüş yâhud gıdâ maddeleri olmaları da lâzımdır.
1 — Kadr, ya’nî vezn veyâ hacm ile ölçülmeleri,
2 — Bir cinsden olmaları.
Fâiz bulunan satış veresiye yapılamaz. Dâimâ peşin olması lâzımdır. Satışın peşin olması için, mebî’in de, semenin de te’ayyün etmeleri lâzımdır.
Buğday, arpa, hurma ve tuzun, her zemân ve heryerde, hacm ile ölçülmeleri, altın ve gümüşün de dartı ile ölçülmesi emr olundu. Bu altı maddeden başka şeylerin, nasıl ölçüldükleri, âdete göre anlaşılır. 4. cü maddeye bakınız!
Bir satışda, fâiz şartının ikisi de bulunmazsa, bu satışda fâiz bulunmaz. Ya’nî birinin peşin fazla olması veyâ veresiye olması, fâiz olmaz. Meselâ, on metre pazeni, onbeş metre basmaya peşin ve veresiye satmak câizdir.
Bu şartların ikisi de bulunursa, yalnız eşid mikdârda peşin satmak câiz olup, farklı mikdârda peşin ve aynı mikdârda olsa bile, birisini veresiye olarak satmak fâiz olur. Zâten, fazlası peşin harâm olan satışlar, veresiye, eşid mikdârda olsa bile, dâimâ harâm olur. Veresiye başkadır. Peşin pazarlık edip, semeni sonra te’cîl etmek başkadır. Bir teneke buğdayı bir teneke buğdaya peşin satışda, söz keserken ölçmek lâzımdır. Sonradan ölçülürse, eşid bulunsa bile câiz olmaz. Bir kile buğdayı, bir kile buğdaya veresiye veyâ bir kileden az veyâ fazla buğdaya peşin satmak fâiz olur. Ya’nî câiz değildir, harâmdır. Kadr ve cinsleri ortak bulunan iki malın eşid mikdârda peşin satışının câiz olması için, sıfatlarının başka olması lâzımdır. Para bozdurmak, bunun için, câiz olmakdadır. Sıfatları da aynı olursa, satışdan fâide olmıyacağı için bey’ sahîh olmaz.
İki şartdan birisi bulunup, birisi bulunmazsa, farklı mikdârda peşin câiz olup, eşid mikdârda olsalar da, veresiye satmak yine fâiz olur. Bir kile buğdayı, iki kile arpaya veyâ beş yumurtayı altı yumurtaya peşin satmak [ve peşin kâğıd para bozmak] câiz olur. Fekat beş metre basmayı, beş metre basmaya ve bir kamyonu, başka bir kamyona veresiye satmak fâiz olur. Burada, yalnız, altın veyâ gümüş karşılığında dartarak ölçülen başka cinsleri veresiye satın almağa izn verilmişdir. Bunun için, para ile yapılan mal satışlarında fâiz yokdur. Kâğıd para karşılığında yapılan mal satışlarında da, hiç fâiz yokdur.
Ağırlık ile ölçülen şeylerin her ikisi de bir habbe, ya’nî bir arpa ağırlığından az ise, hacm ile ölçülenlerin her ikisi de yarım sâ’dan az ise, bunlar ölçüye gelmez, ya’nî birinci şart yok kabûl edilmişdir. Bunun için, bir avuc buğdayı, iki avuc buğdaya ve bir felsi iki veyâ dahâ çok felse, peşin satmak câiz olur. Çünki, iki avuç içi, yarım sâ’dan azdır ve üç felsin ağırlığı, bir habbeden azdır. İki santigram altını, dört santigram altına peşin satmak fâiz olmaz. Bunları veresiye satmak fâiz olur. Bir kırât-ı şer’î, beş arpa olduğundan, bir habbe, beş santigramdır.
Altını, gümüşü yarıdan fazla olan alaşımlar, sâf altın ve sâf gümüş gibidirler. Satışda ve ödünc vermekde bunların ağırlıklarına bakılır. Altını, gümüşü, yarıdan az olan alaşımlar, urûz gibidir. İçindeki hâlisin ağırlığından fazla hâlis ile ve kendi cinsinden, fazlası ile peşin satılabilirler. Çünki altının fazlası, karşılık maldaki başka ma’denin karşılığı olur. Böyle paralar ve fülûs denilen metal paralar, âdete göre, ağırlıkla da, aded ile de ölçülmekdedir. Fekat, altının ve gümüşün, dâimâ, ya’nî karışımdaki mikdârı az olsa da, kabz edilmeleri lâzımdır. Semen, ya’nî geçer akça olmadıkları zemân, ta’yîn edilince, te’ayyün ederler.