İnançların insan hayatı üzerindeki belirleyici etkisi, başka hiçbir şeyle kıyas kabul etmeyecek derecede önemlidir.
İnançların insan hayatı üzerindeki belirleyici etkisi, başka hiçbir şeyle kıyas kabul etmeyecek derecede önemlidir.
Kendi elinde olmayan bir şekilde ve yine kendi iradesi dışında belirlenen bir zaman ve mekanda hayata gözlerini açan insanoğlu hep bir inançla yaşamıştır. En inkarcı bir halde bulunduğu zamanda bile inkarını iman haline getirmiş ve varlığını varlıklarına bağladığı birilerini ya da bir şeyleri elinde, dilinde, zihninde; yanında, yöresinde, meydanında, mabedinde, çarşısında, pazarında; sözünde, kitabesinde; taşında; dileğinde, duasında; yaşında, başında, yönetiminde hep yaşatır olmuştur. Zaman, zaman birlediği, bazen de ihtiyacına göre çeşitlendirdiği ve çoğalttığı tanrıları ile birlikte olmaktan haz duymuş ve hayatı kendince böyle anlamlandırmıştır.
Tanrı ya da tanrılara o kadar ihtiyaç duymuştur ki, Batılı bir düşünürün; "Eğer tanrı yoksa onu biz yaratmalıyız" sözü bunun ne derece kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunun ifadesi olması bakımından oldukça anlamlıdır. Öyle ki, insanoğlu için bir Tanrıya inanmak ve bağlanmak hayatın gayesidir’ demek hiç de yadırganacak bir hüküm olmaz.
Esasen, İslam bunu açık ve kesin bir biçimde ortaya koymuştur.
Ayette:
"Ben cinleri de, insanı da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım," buyuruluyor. (Zariyat: 51/56.)
"İbadet kavramı ise, Allah'ın arzu ettiği, gizli ve açık söz ve davranışların bütününü içine alır.
Bu geniş anlamı ile ibadetin yerine getirilmesi, insanın kendi hayatını, çeşitli davranış ve sözlerini, tasarruflarını, diğer insanlarla olan ilişkilerini İslam'ın gösterdiği şekilde ayarlamasını gerekli kılar.
Bu ise insan psikolojisini temelden etkileyen, yeniden Kur’an ve hayatı baştan sona yönlendiren esaslı bir olgudur. Burada konunun nirengi noktasını teşkil edecek temel soru şudur: "İnsanın duygu, düşünce ve davranışları üzerinde bu derece önemli rol oynayan, hayatı belli bir düzene sokan inançların esası nedir?" Yine bundan hareketle; "İman ve ilah edinmek kavramları ile insan ihtiyaçları arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır?
İnsanın varlığını sürdürmesi bakımından; 'Hüküm ve hikmet sahibi', her şeyi bilen bir ilah olan Allah'a iman, esasen neyin kabul ve tasdik edilmesidir? Bu inançtan sapmanın anlamı, insan psikolojisi açısından neleri ifade eder? Bunun anlaşılması için öncelikle 'iman' kavramı yerli yerince ve yeterince doğru olarak kavranmak.
İslam alimi Ömer Nesefı, imanı 'mutlak tasdik' olarak tarif ediyor, "Habercinin haberine veya hüküm verenin hükmüne, yani herhangi bir şeye hiç tereddüt etmeden inanmak, onun doğru olduğunu kabul etmektir" diyor.
İslam'da istenen İman; Allah Resulü'nün getirdiği haberi tereddütsüz kabul ve tasdik etme anlamında olup, kabul ve tasdik edilmesi istenen haberin esası ise ilah'ın "tek" oluşu üzerine kuruludur.
Doğruluğu peşinen kabul edilmiş inançların test edilmesinin kolay olmayacağı açıktır.
İnsanın hayata gelişinin, hayatla ve yaratılışla ilgili temel sorularının izahı ve tüm davranışlarının şekillenmesi bu noktadaki kabuller, yani inançlar üzerinde gelişir. Dolayısı ile insan davranışlarını anlamak bakımından bu inançların teşekkülü irdelenmeli ve bu noktadaki sağlam kaynaklara dayalı ilahiyat bilgileri ve konu ile ilgili sosyal bilimlerin ışığında çarpıklıklar ortaya konmalıdır. Bu hususta bize öncelikle yardımcı olacak bilim dalları şüphesiz ki Psikoloji, Psikiyatri ve Sosyolojidir. Biz burada daha çok Psikiyatri ve Psikolojiden istifade yoluna gideceğiz.
İlah Edinme İhtiyacı
'İlah edinme', kaçınılması mümkün olmayan bir psikolojik ihtiyaç olarak görülüyor.
"İnsanların ilk tarihi günlerden itibaren inandıkları çeşitli putlar bir köklü ihtiyacın ifadesidir. İnsanlar karşılaştıkları büyük tehlikeler ve yoksunluklar karşısında; ihtiyaçlarının doyurulması, tehlikelerin azaltılması veya yok edilmesi için; kendisini yaşatacak, ona zor anlarında yardım edecek, onu mutlu kılacak bir güce ihtiyaç duymuş ve inanmıştır. İnsanın 'put'da toplanan, kutsal ve insanüstü güçten beklediği, bir üstün gerçeklik ve enerjidir. Zamanda ve zamanı yaşayan insan, asırlar boyunca dağınık hayatını toplamak ve bir şeye dayanmak zorunda kalmıştır. İşte, bu toplama gücünün kurtarıcı enerjisi (şirk içindeki toplumlar tarafından) putlarda bulunmuştur." Bu zan sonucu oluşan etkileşimle kutsallaştırma sürecine girilmiştir.
Bir şeyleri kutsallaştırma, ilahlaştırma ve onlara tapma eğilimi, hemen her devirde var olagelmiştir.
Konu ihtiyaç açısından ele alındığında putlaştırılan nesne ve objeler üç grupta toplanabilmektedir:
1. Günlük zevk, heyecan ve ihtiyaçları doyuran, kompleksli ruhlara hitabeden geçici putlar (putlaştırmalar):
Birçok sanatçılar, sporcular, şu veya bu devrin halkta coşku uyandıran hatipleri, büyüleyici mistikler, büyük şarlatanlar bu grupta toplanabilir. Bunun ekstrem örneklerini pek çok milletin hayatında görmek mümkün.
Hayatı ve birkaç yıl Rus devletinin yönetiminde oynadığı menfî rolü ile Rasputin gibilerden, gençlik yıllarında 'Sarışın Bomba' ismini alan artistin, filmlerinin gösterildiği sinema kapılarının önünde halkın kuyruklar halinde toplanmasına bir yerde göründüğü zaman; binlerce insanın üstüne üşüştüğünü, fotoğrafçıların birbirleriyle yarışırcasına resimlerini çektiği sanatçılar, gençlerin büyük bir coşkuyla resimlerini yanlarında taşıdıkları, önlerinde kendilerini jiletleyerek kendilerinden geçtikleri örnekler bugün bile sayılamayacak kadar çoktur.
2. İnsanın estetik zevkine, sanat merakına, bilim ve moral ihtiyacına cevap veren ve insanlığı bugünkü medeni basamağına çıkardığı düşünülen putlar galerisinde objektif eserleri ile ve her zaman ünleriyle anılan bilim, düşünce ve edebiyat yıldızları veya putları. Rafael'den Van Gogh'a, Hipokrat'tan Freud'e, Aristo'dan Newton'a, Einstein'e, Dante'ye, Goethe'ye.. kadar olmak üzere birçok uluslara mensup (erişilmez görülen) kişiler.
3. Şu veya bu memleketi büyük bir felaketten kurtarmak, esirlikten özgürlüğe ulaştırmak, bir savaşta zaferler kazanmak, bir ideolojiyi kitleler için gerçekleştirmek., gibi milyonlarca insan tarafından takdir edilmiş ve benimsenmiş tarihi kişiler galerisinde, herkesin görüşüne göre birçok simalar yer alır. Ancak farklı uluslara mensup insanların ortak takdirine ulaşanlar, objektif başarıları ile olduğu kadar, kitlelerin psikolojisine de ustalıkla girebilen ve halkı eserleri ile büyüleyici telkinlerine katabilen ve zamanında tanrılaştırılmış olan faniler.. Şüphesiz ki bunların başında Buda'dan İsa'ya ve bazı büyük azizlere, imamlara kadar din adamları da var. Bunların dışında Sezar, Cromvel, Napolyon, Washington, Marks, Lenin, Gandi ve Atatürk gibi güçlü kumandanlar, devrimciler ve devlet adamları tipindeki seçkin kişiler de yer alır. Bunlara daha birçok isimler de eklenebilir.
Herhalde 20. asır toplumlarında üstünkörü bir bakışla tapmanın ilkel şekillerinin (devam etmekte) gelişmekte olduğu görülür. İkinci Dünya Savaşı'nın meydana getirdiği şiddetli sarsıntılar, Atom bombasının büyük ölçüde maddi ve manevi yıkıntıları, 'Kumsalda Bir Gün' filminde olduğu gibi nükleer silahların gelecekteki trajik ve kollektif ölümlerin tasarlamaları yanında, bugün bile dünyanın belirli yerlerinde bir üçüncü dünya savaşı körüklemek tehlikesini gösteren kanlı savaşlar ve çatışmalar, iki üç düşman cephesine ayrılan gençlik grupları yeni bir insan şuuru ve ruhu oluşturmakta ve bunlar büyük bir hızla gelişmektedir. Kaldırımlardan, LSD'li ve esrarlı seks alemlerine kadar, düşürülen moral inanışlar yeniden birçok ihtiyaçlar ve tepkiler yaratmakta, birçok bireysel ve kollektif manevi sapıklıklar görülmekte ve bu ideolojilere ve mentalitelere uygun olmak üzere yeni yeryüzü putları doğmaktadır."
Birbirinden farklı veya benzer şartlar altında "İnsan, kendi gücünün çok üstünde olup da ümitlerini gerçekleştirmede bel bağladığı yahut şu veya bu şekilde yararlandığı değişik tabiat güçlerini; lider, kahraman, sporcu, şarkıcı, artist, seks yönünden çekici pek çok kuvvet ve objeyi kutsallaştırır, hatta tanrılaştırır.. Bu, insanın kendini adamaya karar verdiği, mutlak gönül bağlılığı içinde olduğu gücü "tanrısal kudret'i temsil eder.. İnsanın günlük denemelerini ilgilendiren her şey kutsallaştırılmıştır. Kozmik fenomenler ve tabii güçler (Güneş, ay, yıldızlar, pınarlar, ırmaklar, dağlar), hayati ve psikobiyolojik güçler, hayvanlar, ağaçlar, cinsel enerji, (özellikle erkek cinsel organı ve döllenmenin bütün güçleri).. Irk, vatan, sınıf, parti, savaşlar, altın, para., boş inançların birçok şekilleri... Umdurucu ve korumak gücünde görülen her şey, insanın merakını ve mistik yönünü kamçılar" ve bir şekilde putlaştırılır.
Rahatlıkla denilebilir ki; "İnsanın zihninde, onu ilah edinmeye iten etkenin asıl kaynağı muhtaç ve varlıksız oluşudur. İnsanın, kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı yardım eden, gerektiği her an onu koruyan, ıstırap ve korku halinde korkusundan onu emniyete çıkaran bir varlığa ihtiyacı vardır.
Yine kişinin ihtiyaçlarını gideren, dualarına icabet eden, isteklere cevap veren bir varlığın, mevki bakımından da şüphesiz kendinden daha yüce ve derece bakımından da daha üstün olması gerekir.
Nihayet kaçınılması imkansız tabii hallerden biri de, insanın aşkla ve şevkle yöneleceği kudretin (ilahın), insanın, anında ihtiyacını gidermeye, sıkıntıya düştüğü zaman sıkıntısından kurtarmaya, ıstıraplı anlarında sükunet bahşetmeye gücü yetmelidir. (Ya da öyle inanılmalıdır.)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki,
"ilah" kelimesinin mabud hakkında kullanılmasına sebep olan faktörler: İhtiyaçları gidermesi, amelin karşılığını verme, sükunet bahşetme, yüceliği ve hükmü altına alıp koruma, musibet anında onu korumaya gücünün yeter olması.." gibi düşünce ve kanaatlerdir. Kişinin bütün bu sayılanları kendisine verebilecek bir büyük Kudreti kabul etmesi, bu özelliklerin onda var olduğuna ve bununla birlikte kendisine yardım edecek olduğuna inanması.. İşte ilah edinme ihtiyacının esası!
İlah İle Sözleşme
İslam'a göre tek ilah olarak kabul edilen Allah, 'her şeye gücü yeten'dir.
O; kuvvetli, kudretli, izzetli ve Kahhar olan bir ilahtır. Müslüman O'na yöneldiğinde, şu varlıklar aleminde Hakk'ın kendisi olan biricik kuvvete yönelmiş olur. Her türlü sahte kuvvetlerden kurtulup sükunete ulaşır, gönül huzuruna kavuşur ve rahat eder. Artık mü'min hiç kimseden, hiç bir şeyden korkmaz.. O, şunun bunun vergi ve mahrumiyetine de tamah etmez." Çünkü o, ruhlar aleminde Rabb'ine söz vermiş, Rab ve ilah olarak O'nu kabul etmiş; O'nunla ahitleşmiştir.
Müslüman, "Allah'ın ahdini te'kid ettikten sonra bozanlar.." dan olmak istemez.
Müslüman'ın hayatı bu ahitleşme üzerine şekillenir. Bunun için o, Allah'tan başkasını ilah ve Rab olarak kabul edemez. Esasen ezelde yapılan bu ahitleşmenin Allah'la tüm insanlar arasında olduğuna inanılır.
"Allah’u Teala ile beşer arasındaki ahdin bir çok çeşitleri var. Bunlardan biri insanoğlunun Halik'ını (yaratıcısını) bilmesi ve O'na yönelip ibadet etmesi için yaratılışında sahip olduğu fıtri ahittir. Allah'ın mevcudiyetine inanmak ihtiyacı, insan fıtratında daimidir. Şu kadar var ki bu fıtrat, bazen şaşırıp yolunu sapıtır ve Allah'a ortak aramaya koyulur."
Bir olan ilah ile yapılan bu sözleşmeye riayet ise 'takva' ile ifade edilir.
"Muttakiler için... Bu kitaptan (Kur'an'dan) kalbe faydalanma ehliyeti veren, takvadır. Kalbin kilitlerini açan takva, o nurun kalbe girerek vazifelerini yapmasını sağlar.
Faydası olan her şeyi tutup kaldırabilmeğe, karşılayıp hüsnü kabul göstermeye ve hayra çağrıldığında icabet etmeye kalbi hazırlayan takvadır.
Kur'an'da hidayeti bulmak isteyen kimsenin, ona selim kalple ve hulüs-u niyyetle teveccüh etmesi zaruridir. Daha sonra buna (Kur'an'a) korkan, korunan, delalete düşmekten yahut herhangi bir sapıklık tarafından avlanmaktan çekinen bir kalple yanaşması lazım gelir. İşte o vakit Kur'an esrar ve envarını açar."
Böylece kul ile ilah arasında uyum yolu da açılmış olur.
İlah Kavramı İle "Allah" Kelimesinin İlintisi
İlah kelimesinin İslam literatüründe özel bir yeri var.
Allah kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen ve sayısının otuza yaklaştığı kaydedilen, birbirinden farklı bütün görüş ve iddialar değerlendirildiği takdirde, bu kelimenin Arapça asıllı ve zengin manalı "ilah" lafzından türediği görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Bir görüşe göre bu kelime, "gizlenmek, perdelenmek ve duyu idrakinin ötesinde olmak" anlamındaki "lah" kelimesinden türemiştir. "Duyuların idrakinin fevkinde olan" manasında "lah" kelimesinden lam harfleri birleştirilerek "Allah" lafzı elde edilmiştir.
Daha çok üzerinde durulan bir görüşe göre de; Allah lafzı, "kulluk etmek" veya "hayret ve şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak" anlamında bir mastar olan "ilah" kelimesinden türemiş ve bazı dil işlemlerinden geçmiş. "Tapınılan, yüceliğinin karşısında hayrete düşülen, gönülden bağlanılan ve sığınılan" anlamına gelen bu kelimenin başına önce bir harf-i ta'rif getirilerek "el-ilah" şekline dönüşmesi sağlanmış, daha sonra dilde kullanım kolaylığı sağlamak amacıyla, "lam" harfleri birleştirilmiş ve kelime azamet ifade eden tok bir sesle "Allah" şeklinde okunmuştur". Bu bilgiler, Allah'ın 99 ismi üzerinde çalışma yapan Prof. Metin Yurdagür'ün 'Esma ül Hüsna' isimli kitabından
Şirkin Psikolojik Mahiyeti Ve Önemi
Hangi psikolojik mekanizmalar sonucu İnsanlar, 'Bir' olan Allah'ı bırakır da, birden çok ilah edinme ihtiyacı duyarlar ve de Allah'a has olan ilahlık kudretini başka şeylere yakıştırırlar? Bu soruya sağlıklı bir cevap bulabilmek için şirkin psikolojik mahiyetini iyi irdelemek gerekir.
"La ilahe illallah" demeden; yani "tanrı olduğu zannedilenler yada tutum, davranış, söz, yönetim ve yöntemleri ile kendilerini ilahlık mevkiinde görenler ilah değildir" demeden ve öylece inanmadan kimsenin imanı sahih olmayacağına göre konu hadsiz derecede önemli. Kul ile tanrısı arasında ruhi bir bağ olan İman, bu ilah kavramı üzerine kurulu.
Allah Resülünün; "Sizin için endişem, tekrar küfre döneceğiniz ihtimalinden değil, size karanlıkta karıncanın ayak sesleri gibi gizli ve sinsi gelecek olan şirktendir" anlamındaki sözleri, şirki, mahiyeti ile tanımanın ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İşte ancak o zaman, karıncanın ayak sesleri kadar sinsi gelen düşmana karşı korunmak mümkün olabilir.
Şirk olayını hayatın her alanında görmek mümkün: Günlük işleri düzgün gitsin diye yanında taşıdığı uğur simgesi (soteria) bir boncuk, bir tutam saç, içinde ne yazdığı pek de önemli olmayan ve merak da edilmeyen bir muskadan uğurlu kelime ve sayılara; hayatı üzerlerinde yetki sahibi olarak kabul ettiği dini ve idari otoriteleri olağan üstü görerek putlaştırmaya kadar her alanda!
"İnsanlar kendilerine egemenlik eden, onları büyüleyen liderleri veya şefleri ölür ölmez kısa bir süre içinde yenilerine dönerler. Bu süreli olarak iktidarı doldurmak ve boş bırakmamak, esasen daima ona bağlı olduğumuz ve kendisini saydığımız kutsal bir varlığı tutmanın ihtiyacıdır. Kişiler gider; lakin insan gönüllerinde kutsal olan ve putlaştıran güçler ve değerler kalır.
Bu putlaştırılan güçler zamana, tarihî dönem ve gereğe göre bir kurt-tanrı, bir çakal-tanrı, bir öküz-tanrı, savaşan bakire, her şeyi yutan bir ejder, bir doğurucu karınlı ana, yıldırımlar saçan Zevfe, Sezar gibi bir imparator, Hitler gibi bir lider, bir Prima Donna yani çok yönlü bir tiyatro veya sinema artisti, çılgınca dans eden ve striptiz yapan bir dansöz, bir seks vampiri, sesiyle gençleri çıldırtan ve yerlerde tepindiren Elvis Presley gibi bir şarkıcı, bir karlı tepeden öbür karlı tepeye uçan bir kayakçı veya Arjantin'de yapılmış olan futbol şampiyonasında takımını golleri ile şampiyon yapan bir Kempes gibi sporcu da olabilir.
Kutsallaştırılan (obje ve) hayallerin çeşidinin çok oluşu, değişik insan gruplarından ve kültürlerinden kaynak aldıklarını gösterir. (En ilkel kabilelerden, en yeni örgütlü topluluklara kadar).Bunlardan bazılarının süreklilikleri ya da evrensel tarihin değişkenlikleri arasında yeniden canlanmaları, daima ve her yerde, insanların durmadan yeni putlar ve yeryüzü tanrıları yarattıklarını gösterir.
Lakin bütün bunlar putlara tapmaya olan insancıl ihtiyacı derinliğine anlamamız için yeterli aydınlatmalar sayılmaz. Putlara tapmanın ve her alanda suni putlar yaratmanın dünya üstünde evrensel olması, bu durumun tarih boyunca sürmesi ve özellikle müspet bilimlerin her çeşit teknik başarıları ile egemen oldukları toplumlarda bile itibar görmesinin mantıksızlığı (ve anlaşılmazlığı) bunun insan ruhunda çok derin kökleri olduğunu gösterir. Bundan ötürü bunun aydınlanmasını en iyi şekilde bize psikanalitik metotlar sağlar.
Bütün insancıl eğilimler, zorlayıcı hevesler, zevke dönük dürtüler, saplantılar, alışkanlıklar ve daha genel bir terimle bilinç dışı komplekslerin aydınlanması için kullandığımız yolu, "Putlara tapma ihtiyacı"nı da anlamak için kullanmak gerektir. Herhalde bunun için de, insan yaratığının çocukluğundan itibaren erginliğe doğru giden gelişme yoluna girmelidir. Yeni doğan her insan yavrusu, temel psikolojik ihtiyaçlarını doyurmak için tamamıyla çevresine ve özellikle 5 yaşına kadar annesine veya onun yerine geçenlere bağımlıdır. Bu, annede, henüz duygusal yetersizliği ve kendi vücudunun hayalinin bütünlüğünü kavrayamaması dolayısıyla, çocuk ancak hayal meyal olarak bazı yerler görür: Bir meme veya emzik tutan bir el ve bunlara katılmış olarak bir koku, dokunma duyguları, az çok hoş olan durum değişmeleri gibi... Bu dağınık duygular, sinirsel olgunlaşma yokluğu dolayısıyla, bir bütünlük halinde reaksiyonlarda bulunur. Anne, bebek bağırmalarına karşı bir şey vermesi ya da ihtiyaç olduğu anda kaybolmasına göre; ve henüz mevcut olmayan bir zaman karışmasıyla da bu birbirinin tersi olan hayaller aynı anda karışık bir şekilde bulunur.
Bunlar erginlik çağına kadar bilinç dışı derinliklerde yer alır ve ancak psikanalitik bir inceleme ile meydana çıkarılabilir. Bunlar bazı lojik (bilim) dışı inançlarda ve kollektif topluluklarda önemli bir rol oynar. Bu bağımlılık, az çok genel bir güvensizlik de yaratır..
Şüphesiz ki her şey bunlarla bitmez. Lakin daha sonraki denemeler ve gerçekliklerle karşılaşmalar şu veya bu şekilde hazırlanmış olan bir zeminde vaki olmaktadır."
Geliştiği zeminin özelliklerine göre, kişilikler başkalarına sığınmaya, kolayca inanmaya, bağlanmaya ve itaate; gereksiz korkulara, sapmış sevgilere, umut ve beklentilere eğilim oluşturur. Bütün bu çalışma süresince göreceğimiz psikolojik özellikler, defektler (eksiklikler) ve bunların analizleriyle ilah edinmenin hazırlayıcı, kolaylaştırıcı zeminini irdelemeye, anlamaya çalışacağız.
İnsanlar çoğunlukla kendi durumlarının farkında değillerdir. Kendilerini şirk içine sokan sebepleri ve hatta şirk içinde olduklarını bile bilmekte ve anlamakta zorluk çekerler.
Bunun için İslam alimlerinin insanları sürekli olarak uyardıklarını görürüz.
Abdulkadir el-Geylani; "Allah'tan başka her kime itaat ediyorsan, o senin ilahın olur. Kimden korkuyor ve kurtuluşu kimden bekliyorsan onu ilah seçmişsin demektir. Zarar ve menfaati kimden biliyor ve Allah'ın o işi onun eliyle yaptığını görmüyorsan o senin için ilahtır. Ey kalbi ölü olanlar! Ey güç ve kuvvetlerinin putlarına tapanlar; geçim kaynaklarını, mallarını ve memleketlerinin sultanlarını putlaştıranlar! Kim zarar ve menfaati Allah'tan değil de başkasından görüyorsa o, Allah'ın kulu değil, onun kuludur.." diyor ve devam ediyor;
"Yalnız dille şahadet getirmek sana fayda vermez.
Çünkü kalbinde birçok ilah vardır. İdarecilerden olan korkun kalbine ilahtır. Çalışmasına, kuvvetine ve yaptığın ticaretine güvenmen sana birer ilahtır. Onları kalbinden çıkarmadıkça, 'Allah'tan başka ilah yoktur' demen faydasızdır.. Neye, kime itimad ediyorsan sana ilah o'dur."
"Allah'tan başka kime itaat ediyorsan o senin ilahın olur;
Kimden korkuyor ve ondan kurtuluşu diliyorsan, onu ilah seçmişsin demektir. Zarar ve menfaati kimden biliyor ve Allah'ın o işi, onun eliyle yaptığını görmüyorsan, o senin için ilahtır." diyerek uyarıyor.
Mevdudi de konuya şöyle açıklık getiriyor;
"Durmadan, 'Allah'tan başka ilah yoktur' kelime-i şahadetini tekrarladığı halde (insanlar) Allah'tan başka birçok ilahlar edinirler.. Şüphesiz ki bu şahıslar Allah'tan başkasına dua etmez, O'ndan başkasını ilah ve Rab olarak adlandırmaz. Lakin bu dil iledir. Bunun yanında, bu iki kelimenin kullanıldığı manalarda birçok ilahlar edinir de, zavallıların bundan haberleri bile olmaz."
Bir kimse; "Ne olursa olsun herhangi bir şeyi kendisi için veli, yardımcı, kötülükleri uzaklaştıran, ihtiyaçlarını gideren duasını kabul eden, zarar ve fayda vermeye gücü yeten bir varlık olarak görüyor ve bütün bunları tabiat kanunları çerçevesi dışında manalarla anlayıp, onlar hakkında kabul ediyorsa; bu, inandığı şeyin, bu alemin nizamı üstünde bir otoriteye sahip olduğunu kabul etmesinden ileri gelmektedir.
"İster ondan korkmak ve ona ümit bağlamak olsun, isterse onu Allah huzurunda bir şefaatçi kabul etmek veya ona mutlak itaat ve emrine düşüncesizce uymak kabilinden olsun (bu ilah edinmektir). Allah'tan başkasına bağlanan maddi ve manevi bağların Allah'u Teala'ya tahsis edilmesi gerekir. Zira O, yalnız başına bütün otoriteye maliktir."
Seyyid Kutup da, ayetler ışığında şu izahları yapıyor; "Tevhid akidesinin, berraklığını ve sadeliğini korumak için Kur'an-ı Kerim'in şiddetle yasakladığı (Allah'a eş koşma) keyfiyeti, her zaman müşriklerin yapa geldiği gibi, bir takım şeyleri ilah ittihaz edip, Allah'la birlikte onlara da ibadet etmek şeklinde olmaz. Bunun, muhtelif şekilleriyle bir de gizli olanı vardır ki: Mesela, ümitlerinin herhangi bir şekilde Allah'tan başkasından geldiğine inanmak şirkin bir çeşididir. Yani gizlice Allah'a şirk koşmak demektir. İbn-i Abbas (r.a) bir rivayetinde şöyle demektedir: "Ayette geçen öyle bir şirk çeşididir ki, bu gizlilik, gecenin karanlığında kaypak-siyah taş üzerinde yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha hafidir (gizlidir).
Hal böyleyken, söz ile, 'biz hiç kimseyi Allah'a ortak koşmuyoruz’ demenin bir yararı yok!
"Unutma o günü ki, onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara; 'Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?' diyeceğiz."
"Sonra onların mazeretleri, 'Rabb'imiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!' demekten başka şey olmadı."
"Gör ki kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!"
Bir kimsenin; "Ey falan, Allah hakkı için, hayatımı sana borçluyum", gibi tabirler kullanması, eğer "şu köpek olmasaydı, hırsızlar gelirdi" şeklinde konuşması.. Arkadaşına; "Allah ve sen isterseniz bu iş olur", "Allah'la falan adam olmasaydı işimiz olmayacaktı", gibi sözler söylemesi hep bu gizli şirkin bir nevidir."
Bir hadis-i şerifte, bir adamın Peygamberimiz efendimize; "Allah ve sen isterseniz" dediği ve bu söze karşılık Resul-i Ekrem'in; "Beni Allah'a eş mi koşuyorsunuz?" buyurduğu rivayet edilir."
Şirk bu bilgiler ve izahlar ışığında ortaya konduğunda konunun önemi daha iyi anlaşılıyor olsa gerek. Yoksa;
"İslam'ı sadece tahtadan ve taştan imal edilmiş putları yok edip, onların yerine, o putlar gibi hiç bir fonksiyonu olmayan, kişi ve toplum hayatına müdahale etmeyen, hükmetmek gibi bir sıfatı bulunmayan, soyut bir tanrı inancı getiren din olarak algılayanlar, nice sahte ilahların hükümlerine uyarak gönül hoşluğuyla yaşarlarken, 'la ilahe İllallah'ı arada bir mırıldanarak cenneti garantilemiş olmanın hayalleriyle avunur dururlar."
Sağlıklı Aklın Yolu Tek İlah'a
Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın birliğini doğrudan ifade etmek üzere 'vahid', 'ahad' ve 'vahde' gibi kelimeler kullanılırken, İslami literatürde tevhide (tek ilah inancına) aykırı olan inanışların ise geniş kapsamlı bir kavram olan şirk kelimesi ile ifade edildiği bilinmektedir.
Yine Kıır'an'da, Allah'ın "bir"liğini belirten ayetlerin, Allah'ın varlığını bildiren ayetlerden fazla olması da konunun ciddiyetini gösteren önemli kriterlerden biri olarak görülür.
Ansiklopedilerde; 'Tanrıya ortak koşma; 'birden fazla tanrı edinme; 'çoktanrıcılık (politeizm)', 'putataparlık (paganizm)' anlamlarında kullanıldığı belirtilen şirk kavramı Allah'ın asla bağışlamadığı bir cürüm ve günah olarak bildirilmiştir.
Şirk olayı, esasen Allah'a has olan "ilahlık" kavramının ifade ettiği anlamların, Allah dışındaki varlıklara atfedilmesi, Allah'ın sıfatları ile bildirilen kudretinin inkar edilmesi, çoğu zaman sözle açıkça ifade edilmese de, hatta bazen tersi iddia edilse bile, daha çok düşünce, duygu ve davranışlarla kendini gösteren bir inkar (negasyon) ve isyan halidir.
Bu durum, insanın yaratılış amacı ile çeliştiği gibi fıtrata yani yaratılıştan getirilen ruhi ve yapısal özelliklere de ters düşer.
"Kur'an-ı Kerim, Allah'ın varlığının benimsenmesini ve O'nun 'bir'liğine inanmayı, insanın selim yaratılışının bir gereği olarak kabul etmiştir.
Bundan rahatlıkla şu hüküm çıkarılabilir; aklı başında olan ve düşünebilen her insan Allah'a yönelir, O'nu tanır, O'nu bilir. Bu, yaratılışın tabii sonucudur.
Aksini düşünmenin ise ne derece yanlış ve ters bir tavır olacağını ayetlerin etkili üslubundan takip edelim.
"Allah İle Beraber Bir İlah Ha!"
Neml: 27/60-64.ayetlerinde Allah'tan başka inanılan, umut bağlanan, yardım istenen, sığınılan, korkulan ve itaat edilen nesnelerin asla buna layık olmadıkları, ilahlık fonksiyonuna erişemeyecekleri vurgulanıyor. Tek olan ilah tarafından yaratılmış ve her an kendisi ilaha muhtaç olanlar, nasıl olur da, ilah gibi görülürler.! Bu bir çelişkidir.
Ayetler, insanları bunun üzerinde düşünmeye çağırıyor. Rabb'in fazlı kereminden verdiği nimetlerden örnekler sayılarak, uyarı ve ikaz üslubuyla soruluyor; "Allah ile beraber bir ilah ha!"
"(O nesneler mî) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten sizin için bir su indiren? Öyle bir su ki, biz onunla sizin bir ağacını bile bitiremeyeceğiniz nice güzel bahçelerin bitkilerini bitirmişizdir. Allah ile beraber bir ilah ha! Hayır, onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur."
"O nesneler mi yoksa yeri bir karargah yapan, aralarından ırmaklar akıtan, ona has ve.sabit dağlar kuran, iki denizin arasına bir perde koyan.. Allah ile beraber bir ilah ha!"
"Hayır, onların çoğu (tevhidi) bilmiyorlar. Yoksa, kendisine dua ettiği zaman bunalmışa icabet eden, fenalığı gideren, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber bir ilah ha!"
"Siz ne kıt düşünüyorsunuz. Yahut, o kara ve denizlerin karanlıkları içinde sizin yolunuzu doğrultmakta, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeleyici olarak göndermekte olan mı? Allah ile beraber bir ilah ha!"
"Allah onların tuttukları ortaklardan çok yüce ve münezzehtir."
"Yahut yaratmayı önce başlatan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber bir ilah ha!"
"De ki, eğer (şirk koşmanızın) doğruluğuna inanıyorsanız getirin delilinizi." en-Neml: 27/60-64
Allah'ın verdiği akıl nimetini kullananlar için O'na ortak koşmak elbette akıl karı olamaz! Üstelik sadece baştan bir kere yaratılmış olmakla hayata devam etme imkanının olmadığı ve her an yaratılıp duran bir varlık olduğumuz bilinirken!