Arap çölleri alev ates kavruluyordu.Kizgin kumlari yakan günes,
katilasan kalpleri yakamiyordu iste….

Kum taneleri kadar insaf ve izana sahip olmayan bir millet vardi bu talihsiz yarimadada…

Feryatlar yükseliyordu arzdan arsa dogru….

Insanlik,geçirdigi amansiz imtihanda sinifta kalmisti ki bir nur belirdi ufuklardan….

Kâinat gebeydi,dogum sancilari çekiyordu….

Bu kutlu dogum,insanligin kaybettigi vasiflara ilticasinin da habercisiydi…

Titriyordu yedi gök….Sitmaya tutulmustu arz….

Bu nuru tasimak kolay olmayacakti onlar için….

Alisilmisin disinda bir vuslatti bu…

Âlemlerin âlimine kavusmasi…

“Bu gelen ilm-i ledün sultanidir.
Bu gelen tevhid ü irfan kanudur.”

sesleri mustuluyordu gelen nur çeragini…

Kimsesizlerin kimsesi,gariplerin hâmisiyle müserref oluyordu âlemler…

On sekiz bin âlemin Mustafa’si yola çikmisti âlem-i ervahtan….
Aylar paylasamiyordu bu serefli dogumu…
Rebiülevvel bir adim öndeydi bu hususta…
Kiskaniyordu diger aylar….Keske,keske diyorlardi…
Takvimler bu isik saganagini tasimakta zorlaniyorlardi.
Çok agir bir yüktü bu,tasiyani bahtiyar eden…
Hasta ruhlarin tabibi, yürek yaniklarinin ilâhî merhemi geliyordu tedavi için.

Gökte ay ve günes bu mübarek gelise sahit olmak için erkenden kurulmuslardi
dünya üzerine…
Amine’nin evinden etrafa yayilan isik,ayin ve günesin ziyasini gölgede birakiyordu.
Yirticilikta sirtlanlari geride birakan beserin kurtulusunu müjdeliyordu
bu güzel ve mübarek dogum…

“Esselâmu Aleyke, ya Muhammed
Esselâmu Aleyke, ya Ahmed”

diye çinliyordu asuman…..

Adi güzel,kendi güzel Muhammed dünyaya dogru mukaddes bir yolculuga çikmisti.

Milâtti bu vahsilikte sinir tanimayan insanlik için….

Melekler adini sayikliyordu ulu serverin….Kubbelerden tasiyordu aminler…

Kandiller yaniyordu semanin derinliklerinde….

O gelmisti bir seher vakti….Yerle sema nura gark olmustu….
Mevcudat onunla müserrefti artik, ilelebet payidar….
.Bir yetim gelmisti dünyaya...
Sevgili babasini dünya gözüyle görmek nasip olmamisti kendisine..
Ruhlar âleminde tanismislardi bi iznillah…
Bereket dolmustu muhterem validesinin istiratgâhina…
Dünyada bir kisim gariplikler yasanir olmustu…
Çünkü bu alelâde bir dogum degildi.
Putlar tersyüz olmustu bu gelisin heybetinden…
Küfrün kaleleri yikilmaya mahkûmdu.I
nsanlik yepyeni ve apak bir sayfa açiyordu.
Yürekler ariniyordu.

Insanligin medar-i iftihari olacak o gül bebek dogar dogmaz basini yere koyup
Rabbine secde etmisti.

O,çocuk hâliyle secdede "Ümmetim, ümmetim" demisti.
Dogustan sünnetliydi ve göbegi de kesilmisti…
Her hâlinde bir harikulâdelik vardi.

Yaratilanlarin en hayirlisi ve kâinatin efendisi,dogumuyla cihani aydinlatmisti.

Adi güzel,kendi güzel Muhammed’i zor bir istikbal bekliyordu…
Çileli yollardan geçmeliydi.Buna hazirdi zaten…
Rabbi onun ruhunu bunlara hazirlamisti evvelden.
Sevgili validesinin sütü yetmez olmustu ona.
Sütanne Halime’nin yaninda geçen yillar baslamisti onun için…
Bolluk ve bereket,kit kanaat geçinen Halime’nin evine tasinmisti.
Güller Muhammed’inkokusuna gipta ediyordu.
O güller ki kokularinin esrarini onun mübarek tenine borçluydular.

Annelerin annesi Amine’yle, gül yavrusu Medine yoluna revan olurlar…
Emelleri baba yurduna vaslolup o mübarek iklimi teneffüs etmektir.
Öyle de yaparlar.Babayla oglun farli bir âlemde vuslatidir bu….
Bu manzara yürekleri parçalar.
Fakat asil aciyi yolda annesi Amine’yi gencecik yasinda kara topraga vermekle yasar.
Artik yetimliginin yaninda bir de öksüzlügü kaldirmak zorundadir.
Bundan sonra nurlu dedenin sefkat kanatlari altindadir.
Bize bir nefes kadar yakin ve bir gölge kadar uzak olan ölüm dedeyi de
çekip alir rûy-i zeminden…
Bu sefer de Ebu Talib yetisir yegeninin imdadina….
Sicak yuvasinin bir parçasi olur.

Lat,Uzza,Menat ve bir yigin sözde mabudun önünde diz çöken gafilleri
atesten çekip kurtarmak için irsat faaliyetlerine baslar büyük bir istiyak ve kararlilikla…
Sirtina vurulan nübüvvet mührünün çilesine adamistir kendini.
Aciyi bal etmek ve çileye talip olmak yüce gönüllerin isi….
Zaman onu Muhammed’ül Emin vasfiyla taçlandirmisti.

Bundan sonra derin ilmi, kültürü, zenginligi,güzelligi
ve soyu ile devrindeki kadinlarin en üstünü olan Hatice’yle yolu kesisen
Resulullah için yeni bir sayfa açilir.
Bu izdivacin meyveleri olarak Zeynep, Rukiyye, Ümmi Gülsüm, Fatima ve Abdullah gelir dünyaya….
Sonra canindan aziz bildigi mübarek torunlari Hasan ve Hüseyin….
Hiçbir sey ona Rabbiyle arasina girecek kadar tesir etmez.
Maisetini helâl yoldan temin etmek için rizkin onda dokuzu olan ticaretin içinde bulur kendini…

Bir gün “Oku! Bütün mevcudati yaratan Rabbinin ismiyle ki;
O,insani kan pihtisindan yaratti, Oku senin Rabbin kalemle yazmayi ögreten,
insana bilmedigini bildiren kerimlerin kerimi ve ihsan sahibidir.(Alak suresi / 1-5)”
hitabiyla karsilasinca insanlik yepyeni bir dönemece giriyordu.
Risalet yillarinin habercisi olan bu kutlu hadisenin tesiri nur yüzlü Resulü yataklara düsürmüstü.
Fakat insanligin küfür batakligina saplandigi bir demde o yatip uyuyamazdi…

Zira bu hâlde iken ilâhî ikaz hemen geliverdi:
“Ey örtülere bürünüp yatan!Kalk inzâr eyle ve Rabbini tekbir et “
(Müddessir S.,1-3.Ayetler)
Uzun sürecek çileli yillarin baslangiciydi bu ilâhî ferman...
Sonra ayetler yagmur gibi,simsek gibi,kasirga gibi ardi ardina gelmeye basladi:
“-Sana emrolunan seyi açikla, bas agritircasina anlat, müsriklere aldirma”
(Hicr/94)…

Kolay degildi bu agir yükü sirtlamak….

Onca yillar tebligle geçti…
Müsrikler her geçen gün siddet ve nefret saganagini kasirgaya dönüstürdüler.
Bunun yaninda nur halkasi da her seye ragmen genisliyordu.
Islâm günesi,küfrün kara bulutlarini bertaraf ederek hakikate inanan
ve bu ugurda canlarini Hakk’a kurban eden cengâver müminlerin üzerine doguyordu.

Atalarinin batil itikatlari üzere yasamakta israr edenler,o güzeller güzeline yapmadik eza ve cefa birakmadilar.
Onu Hak yoldan döndürmek için bin dereden su getirdiler..
O nihaî sözünü haykirarak söyledi:
“Bir elime günesi,öteki elime ayi verseniz yine de bu davadan vazgeçmem”

Islâm’a teslim olan müminlerin kani sular seller gibi akti.
Bir zamanlar köle olan Bilâllerin yanik sesi Mekke semalarini çinlatti.
Gökler açildi Resûl için…
Rabbiyle vuslati bir lütuftu onun için…
Müsrikler onca mucizeye ragmen küfürde israr ederler.
Dinmek bilmeyen zulüm ve inkâr, Mekke’yi yasanmaz hâle getirir…..

Medine’ye göç etmek için yola revan olurlar.
Ensar ve Muhacirler Medine’de kardesligin en güzel numunesini sergileyerek
Islâm’in çoraklasan bahçelerini yesertirler.
Bütün zorluklara karsilik yine de söndüremezler inananlarin yüreklerinde yanan iman atesini…

Her geçen gün mahzunlasir Resulullah….
Sanki misafirdir bu yalan dünyada…
Dost halesine duydugu ask ve sevk gittikçe artar…

Ve bir gün davasina gönül veren ve her biri bir yildiz hükmünde olan ashabini
toplayarak onlara veda hükmündeki son sözlerini irâd eder:

“ Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz!
Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha birlesemeyecegim…”
Öyle de olur;o mübarek bedeni dünyayi aci ve hicrana bogarak güzeller güzeline kavusur.

O gün bugündür dünya virandir biz müminler için…
Resulün olmadigi bir dünya istiraptan gayri nedir ki?...
Onun yüzü suyu hürmetine halk olunan kâinat,en aci demlerini yasiyor.
Insanligin basinda kümelenen kara bulutlar,ancak onun yolundan gitmekle bertaraf edilebilir.
Bilâller ‘in okudugu ezanlara hasret çoraklasan yüreklerimiz…
Yoluna yeksân oldugum gönüllerin sultani,
bil ki bize gayri hiçbir ilâç derman olmaz senin nurundan baska...
Pusulamiz puslu,imanimiz yara aldi pusuda….
Münzevî çigliklar uyandirir gaflet uykusunda sabahlayan rind-i seydayi…
Gayri gönül terazisi çekmez bu sikleti….
Refik-i Âlâya yükselen ruhuna binlerce salât ve selâm olsun ey Resûllerin piri!...
Bizi sefaatine eristir.Irademizi iradene râm eyle ki kurtulus bundadir.
Çöller suya nasil hasretse biz ümmetin de iste öyle sana müstâkiz….
Sözler kâfi degil sana olan askimizi izhar etmeye…
Duygularimin tercümani olan sâir A.Ulvi Kurucu’nun sözleriyle sana olan askimi beyan ederim:

“Rûhum sana âsik, sana hayrandir Efendim,
Bir ben degil, âlem sana kurbandir Efendim.

Askinla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrândir Efendim.