Burada yalnız Kur'an'ı kasdetmiyor, Rasûl'ün sünnetini daha fazla kastediyor. Allah'ı sevmek, O'nun sevgisini kazanmak ve O'nun affını da kazanmak, Rasûl'e uymakla gerçekleşir. Bunun manası; Rasûl, Allah'ın vahy ettiğine göre konuşur ve amel eder. Rasûl, buna bir sözle veya bir amelle muhalefet edecekse, Allahû Teâlâ, mutlak şekilde ona uyun demeyecektir. Öyleyse, Rasûl'ün sünneti vahyden başka bir şey değildir. Bu ayetlerden başka bir şey anlaşılmaz...
Bu ayetler ve diğer ayetler de, Rasûl (s.a.v)'in müçtehid olduğuna dair iddiayı çürütüyor ve o iddiayı ortadan kaldırıyor. Çünkü, müçtehidin sözü vahy olmadığı gibi bize söylediği şey yanlış da olabilecektir. Çünkü, müçtehid yanlış içtihad yapabilir. Aynı anda, müçtehidin görüşüne uyabilir, onun görüşü terk de edilebilir ve başka müçtehidin görüşüne gidilebilir. Bu konu da, delilin kuvvetliliğine, bunun sağlam ve derin şekilde anlaşılmasına göre hareket edilir. Böylece içtihad, şerî deliller için bir insanın anlayışıdır. Çünkü, içtihadın manası, şerî hükümleri anlamak için zannına galibi gerçekleştirmek üzere son zihni çaba sarfetmektir. Müçtehidin şerî delillerden çıkarttığı hüküm kesin olmaz, zanni olur. Müçtehid, bir şeyin haram veya helâl olup olmadığını anlamaya çalışır. Bir şeyi helâl kılamaz veya haram da kılamaz. Böylece, kendisi teşri edici (kanun koyucu) değildir. Fakat, Rasûl (s.a.v) bir şeyi haram kıldığı gibi helâl de kılıyor. Yani; teşri edicidir. Çünkü, Kur'an onu öyle niteledi. Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
"Allah'a ve Kıyamet Günü'ne inanmayanlarla, Allah'ın Rasûlü'nün haram kıldığını haram olarak kabul etmeyenlerle savaşın." (Tevbe:29)
Bu ayet Rasûl'ün sözleri, amelleri ve bir şeye karşı susması olan sünnetin, bir teşri kaynağı olduğunu kesin şekilde gösteriyor. Teşri ancak vahydir. Böylece, bu ayet sünnetin Allahû Teâlâ'dan bir vahyle geldiğini gösterir. Bundan başka bir şey anlaşılmaz. Çünkü, teşri kaynak, sadece Kur'an olsaydı, "Allah'ın ve Rasûlü'nün haram kıldığını..." denilmeyecekti. Sadece, "Allah'ın haram kıldığını..." denilecekti. Bu delâlet ediyor ki, Rasûl'ün haram kıldığını haram olarak kabul etmeyenlerle savaşmak gerekir. Zira Allahû Teâlâ, Rasûl'ün hükmünü yani verdiği emir veya söylediği şeyi kabul etmeyen kişinin mü'min olmayacağını gösterdi. Şöyle buyurdu:
"Hayır, Rabbına and olsun ki aralarında çıkan ihtilaf ve sorunlarda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hüküm hakkında nefislerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (ona) tam manasıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa:65)
İşte Rasûl, müçtehid veya düşünür veyahut dahi olsaydı; O’na muhakeme olunmak ve onun verdiği hükme herhangi bir şüphe ve sıkıntıyı nefiste meydana getirmeden tam teslimiyetin gösterilmesi istenmeyecekti. Çünkü, müslüman müçtehidin içtihadına uyarken tam teslimiyet göstermez. Sadece, galib-i zanna uyar. Diğer müçtehidlerin içtihadlarının yanlış olduğunu kabul ederken doğru olabileceği ihtimalini de düşünür. Onun için, başka müçtehidin içtihadına da uyabilir. Fakat, Rasûl'ün hükmünden vazgeçip diğer müçtehidin içtihadına uymak caiz değildir.