El MELİK (c.c.)
(Bütün kâinâtın sâhibi, mutlak sûrette hükümdârı)
Görüyoruz ki, dünya yüzünde bir çok hükümdarlar var, her hükümdârın bir yurdu, tebası, ordusu, idârî teşkilâtı var. Hiç bir hükümdar, yabancı bir kuvvetin yurduna saldırmasına, yurdundan bir parçasını koparmasına veya işlerine karışmasına tahammül edemez ve buna meydan vermemek için bütün kuvvetiyle çalışır. Hükümdar, tebasıyle yakından ilgilenmek, onların ahvâline vâkıf olmak, aralarında haklıyı haksızı, iyiyi kötüyü, hırsızı doğruyu, zâlimi mazlûmu, sâdıkı hâini bilmek ister.
Bunun için inzibâtî kuvvetler, kanunlar, hâkimler, mahkemeler, hapishâneler... gibi bir çok teşkilât vücuda getirmek ve bu teşkilâtı beslemek ve ayakta tutmak için tebasından vergiler almak mecburiyetindedir.
Arâzisi ne adar geniş, tebası ne kadar çok, ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, dünya hükümdarlarından hiç birinin hükümdarlığı hakikî ve değildir. Belki Allahu teâlâ tarafından muvakkaten iktidar mevkiine getirilmiş mecâzî ve niyâbî birer memuriyetten ibârettir ve bunlardan her biri hakîkî hükümdarı bildiren küçük birer izdir. O izlerden hakîkî hükümdar sezilir. Kâinâtın ezelî ve ebedî tek hükümdârı ancak Allahu teâlâdır.
Kâinatda hakîkî ve mutlak olarak hükümdarlık ancak Allahu teâlâ'nın hakkıdır. Bu sıfatda Ona denk olacak başka bir hükümdar yoktur. Çünkü mülkü yaratan Odur, bütün mahlûkâtı yoktan var eden Odur. Onun mülkünün genişliğini, ordularının sayısını yine ancak O bilir. Üzerinde bir çok hükümdarların barındığı arz küresi, bu genişliğin içinde nihâyet bir zerre olmaktan ileri değildir. (Zerre, milyonlarcası bir araya geldiği takdirde ancak görülebilen bir cisimdir) İşte bu sonsuz âlemlerde ve bu sayısız mahlûkat üstünde hâkimiyet ve saltanat ancak Onundur, ancak Onun irâdesi, hüküm ve tasarrufu câridir. Ancak Onun istediği olur, istemediği olmaz. Fermânını geri döndürecek, hüküm ve kazâsını bozacak yoktur. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir, şah yapar, dilerse pâdişâhken indirir atar, dilerse cebreder, dilerse serbestlik verir, dilerse küçültür, dilerse büyültür, dilerse sıkar, dilerse açar, dilerse yıkar, dilerse yapar, dilerse daha başka âlemler yapar, onlarda da dilediği gibi tasarruf eder. Velhasıl bu muazzam devletde, bu sonsuz mülk ve saltanatta her şeyin varlığı veya yokluğu Onun bir tek irâdesine bağlıdır. Ol deyince oluverir. Olma derse bir lâhzada her şey yokluğa dönüverir.
Her şey Onun kudreti altında makhur, herkes Onun irâdesine tâbî, fermânına baş eğmeye mecburdur. Onun müsaadesi olmadan kimin haddine düşmüş ki, Onun karşısında hükümdarlık davâ etsin, Onun mülküne göz diksin. Hükümdarlar tebasından vergi alır. Allahu teâlâ mahlûkâtından bir şey almaz, her şeyi O verir. O, kâinâta muhtaç değil, kâinat Ona her lâhza muhtaçtır. Kâinat üzerinde tasarrufu bil istiklâldir.
Yardımcıya, vezire, vekile, vâsıtaya ihtiyacı yoktur. Bütün dünya hükümdarları bir araya gelseler Onun irâdesi inzimam etmedikçe hiç bir şey yapamazlar. O pâdişâhlar pâdişâhı, hükümdarlar hükümdarı, dünyâyı bir çalışma yeri, âhir eti de hesap günü olarak yaratmıştır. Mahkemei kübrâ oradadır. İyiler için cennetler, kötüler için cehennem hazırlanmıştır. Herkes âkıbetini görecektir. O günden ve o mahkemeden kaçıp kurtulacak bir sığınak da yoktur.
BU İSMİ ŞERÎF HÜKMÜNCE KUL İÇİN GEREKEN ŞEY:
Kendisinin önü, sonu nereye varacağı belirsiz bir serseri değil, Alîm ve Habîr, Rahîm ve Kâdir bir hükümdârın hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu ve hayâtı boyunca, iyi kötü bütün söylediklerinin, yapıp ettiklerinin, görüp işittiklerinin kamusunun muntazam kayıtlarla tesbit ve tescil edilmekte olduğunu ve mahkemei kübrâda bütün bu dosyaların ortaya dökülüp hesâbı sorulacağını kati sûrette bilerek, giderini ona göre ayarlamaktır. Hele yüksek mevkiler, hudutsuz salâhiyetler çok defa insanı sarhoş eder. Öte taraftan mürâilerin, dalkavukların uyuşturucu sözleri de insana kendisini düşünmeyi güçleştirir.
İşte o zaman gurûra , hodgâmlığa kayar. Kendisini hiç bir şey değilken âmir yapan, hükümdar yapan, her şey yapan Hâlikı zül-celâlini ve buyruklarını unutur, isyan eder. Küfrânı nimetde bulunur, gadabına çarpılır ve bir daha da onu kimse kurtaramaz. Dünyanın bir gölge gibi geçici nimet ve devletleriyle gevşeyip bayılmamalı, o nimeti vereni düşünüp daha ziyâde ayılmalı.Onu veren Allahın almağa da kâdir bulunduğunu ve düşmez kalkmaz yalnız Allahtan başka olmadığını bilmeli de, kendisinin nihâyet muayyen bir zaman için ücretle tutulmuş bir çoban vaziyetinde olduğunu ve idâresi altındaki koyunların hastasına bakar, geride kalanlarını gözetirse ücretini almağa hakkı olacağını, böyle yapmazsa mücâzâta çarpılacağını aslâ unutmamalı. Günün birinde bu muvakkat tasarruf kudreti, müddeti bitip de hakiki sâhibine dönünce, bu hakikat anlaşılır. Lâkin onu sonradan değil, önceden anlamak ve ona göre ondan faydalanmak gerektir.