Ellerin dert görmesin, emeğine sağlık.
Ellerin dert görmesin, emeğine sağlık.
Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.13.Asrın MüceddidiBEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ
Abese suresi ayet 23
"Hayır! O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir."
buyruğu hakkında Mücahid ve Katade: "Yerine getirmemiştir" hiçbir kimse emrolunduğu-nu yerine getiremez, diye açıklamışlardır. İbn Abbas da şöyle dermiş: "O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir." Adem'in sulbünde iken kendisinden alınan ahdi ve rnLsakın gereğini yerine getirmemiştir.
Buradaki; Hayir"ın bir azar ve bir vazgeçme emri olduğu söylenmiştir. Yani durum kâfirin dediği gibi değildir. Çünkü kâfire ölümden sonra diriltileceği haberi verildiği takdirde o şöyle der: "Eğer Rabbime döndü-rülürsem de şüphesiz benim için onun yanında iyilik vardır." (Fussilel, 41/50) Belki de ben emrolunduğumu eksiksiz yerine getirdim, diyecek. Bunun üzerine; Hayır, o hiçbir şeyi yerine getirmemiştir. Aksine o, Beni ve Ra-sûlümü inkâr eden bir kâfirdir, diye buyurmaktadır.
el-Hasen dedi ki: Yani gerçekten o yerine getirmemiştir; yani emrolundu-ğu şeylerin gereğini yapmamıştır.
...me" lafzındaki ifade için bir imad (telaffuza dayanak teşkil eden zâid bir lafız)dsr. Yüce Allah'ın: Allah'tan bir rahmet sayesinde" (ÂH İmran, 3/159) buyruğu ile; zaman sonra elbette pişman olacaklardır." (el-Mu'minun, 23/40) buyruklarında olduğu gibi.
İmam İbn Fûrek dedi ki: Yani hayır, Allah bu kâfirin İehine, ona emretmiş olduğu imanı hükmetmiş (takdir etmiş) değildir. Aksine onun lehine hükmetmediği (takdir buyurmadığı) şeyleri ona emretmiştir.
İbnul-Enbârî dedi ki: (Burada): Hayır" üzerinde vakıf (duruş) güzel değildir (kabihtir). Buna karşılık; Kendisine emrettiği" ile; Onu tekrar diriltecek" üzerinde vakıf güzel ceyyid dır. Buna göre; burada "gerçek şu ki" anlamındadır.
Abese suresi ayet 24
"Öyleyse insan yediğine bir baksın"
"Öyleyse insan yediğine bir baksın" buyruğu ile kendisine kolaylaş-tırılan rızkını sözkonusu etmektedir. Yani Allah'ın, yediği şeyleri nasıl yarattığına bir baksın. Buradaki "bakmak" düşünmek suretiyle kalbin bakmasıdır. Yani insan, hayatının esasını teşkil eden yiyeceklerini Allah'ın nasıl yarattığı üzerindena hayatta kalmanın sebebierini nasıl hazırladığı üzerinde -bu yolla ölümden sonra dirilişe hazırlanmak için- iyiden iyiye düşünsün.
el-Hasen ve Mücahid'den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Öyleyse insan yediğine bir baksın!" Yani yediğinin vücuduna nasıl girip nasıl çıktığına bir baksın. İbn Ebi Hayseme, ed-Dahhak b. Süfyan el-Kiiâbi'den şöyie dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (sav) bana şöyle dedi: "Ey Dah-hak! Sen neler yersin?" Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Et ve süt dedim. Peygamber: "Sonra ne oluyor?" diye sordu. Ben bildiğin şeye dönüşüyor, dedim. Şöyle dedi: "Şüphesiz Allah Ademoğlundan çıkan şeyi dünyaya misal olarak göstermiştir.
Ubey b. Ka'b dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Ademoğlunun yedikleri dünyaya misal verilmiştir. O her ne kadar yemeğine baharatlar koyup güzellegtirse ve tuzlasa dahi, sen sonunda onun neye ulaştığına bir bak!
Ebu'l-Velid dedi ki: Ben İbn Ömer'e helaya girip, kendisinden çıkan şeylere bakan kişi hakkında soru sordum da şöyle dedi: Melek ona gelerek: Şu cimrilik edip vermekten çekindiğin şeylerin sonunda ne olduğuna bir bak,
Abese suresi ayet 25
"Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz"
"Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz"buyruğundaki Şüphesiz
ki Biz" lafzı genel olarak başlangıç (istinaf) cümlesi olmak üzere kesreli olarak dîye okunmuştur.
Kûfeliler ve Yakub'dan rivayetle Ruveys ist' hemzeyi üstün olarak okumuşlardır. Bu okuyuş, 'yeinek"in mahiyetini açıklamak sadedinde olduğu için ter konumundadır, çünkü onun bedelidir.
Şöyle buyurmuş gibidir: Öyleyse insan yediğine bir baksın. Şüphesiz ki Bizdin... bol bol dökmemize..." Bu kıraate göre: Yediğine" lafzı üzerinde vakıf güzel değildir. Aynı şekilde (bu okuyuşa göre); "Şüphesiz ki Biz" anlamındaki lafzı: O" (bizim suyu bol bol dökmemizdir anlamında ı Lakdiri ile merfu kabul etmemiz halinde de durum böyledir. Çünkü ref halinde de "yediği" şeylerin mahiyetini açıklamaktadır.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Çünkü muhakkak ki Biz , mjvu bol bol dokenz ve onunla yiyecek şeyleri çıkartırız." Yani bu. bu ekde olup gidiyordu.
el-Huseyn b. Ali imaith olarak diye ve "nasıl" anlamında okumuştur. Bu okuvuşu kabui etlenier de oyie derler: Bu durumda "yediğine" anlamındaki Safız üzerinde vakıf, um bir vakıftır. Bunun "nerede" anlamında olduğu da söylenir. Şu kadar var ki bu "şekiller, sûretler"e ait bir de kinaye ihtiva eder ki. bu: Bizim suyu hangi yolla, hangi cihetten döktüğümüze (baksın, demek olur. Şair el-Kumeyd de şöyle demiştir:
"Ne zaman ve nereden sevinç ve neşe geldi sana?
Eğlence eğiliminin de, musibetlerin de olmadığı bir yerden."
"Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz" buyruğu ile yağmurları kastetmektedir.
Abese suresi ayet 26
"Sonra da yeri gereği gibi" bitkilerle "yararız.
Abese suresi ayet 27
Böylece orada taneler bitiririz..
Buğday, arpa, çavdar ve biçilip de saklanan diğer taneler (tahıllar).
Abese suresi ayet 28
"Üzümler, sebzeler"
"Üzümler, sebzeler" ile kastedilen yonca ve alaftir. el-Hasen'den rivayete göre bunlara bu ismin veriliş sebebi, bitip görünmeye başladıktan sonra ardı arkasına biçilmelerinden dolayıdır. el-Kııtebî ve Sa'Ieb dedi ki: Mekkeliler'e, adını verirler.
İbn Abbas dedi ki: Bu taze hurmadır. Çünkü bu hurma, hurma ağaçlarından kesilir. Ayrıca ondan önce de üzüm sözkonusu edilmiştir.
Yine ondan nakledildiğine göre, bundan maksat, taze yoncadır el-Halil dedi ki: Taze yonca" demektir. Bunun (yani taze yunca demek olan "el-fısfısa'nın sad yerine) "sin" ile olduğu da söylenmiştir. İşte bu taze yonca korundu mu ona denilir, (el-Halil) eledi ki: Ok ya da yay edinmek üzere ağacın kesilen dallarının adıdır. Bunun kesilen her şeyin adı olduğu da söylenmiştir. Yonca, pırasa ve kesildikçe kökünden biten sair sebzeler de böyledir, es-Sıhahta şöyle denilmektedir: ile Yonca" demektir. Farsçada buna "isfisl." elerler. Bunun cokça bittiği yere ele: denilir.
Abese suresi ayet 29
"Zeytinlikler, hurmalıklar,
Abese suresi ayet 30
Sık ve bol ağaçlı bahçeler"
Sık ve bol ağaçlı bahçeler" Bahçeler" in tekili: 'dir el-Kelbî dedi ki: Etrafı çevrilmiş hurma ya da başka ağaç türünden herbir şeye; "hadika-, bahçe" denilir. Etrafı çevrilmemiş olana ise bu isim verilmez.
"Sık ve bol" yani ağaçlan büyük "bahçeler" demektir.
Büyük ağaç" demektir. Arslana; denilir. Çünkü onun boynunu çevirme kabiliyeti yoktur, ancak bülün bedeni ile döner. Şair el-Accâc şöyle demiştir:
"Ayrılık gününde sırtımı başımla beraber döndürüp durdum Öyle ki bu halimle arslanı andırdım."
Boynu oldukça kalın adam" demektir. Aslında bu lafzın vasıf olarak kullanılması, boyunlar hakkındadır, sonradan başka hususlar hakkında ela istiare yoluyla kullanılır olmuştur. Amr b. Madî kerih dedi ki:
"Oralarda enseleri kalın kimseler yürür, sanki onlar;
Katrandan eğer ve semer giydirilmiş sekiz yaşındaki deve gibidirler."
Ağaçlan sarmaş dolaş bahçe" demektir. Çoğulu: diye gelir. Ot gelişti ve birbirine sarılıp, karıştı" demektir.
İbn Abbas dedi ki: ile 'ın çoğulu olup "kalın olanlar" demektir. Yine ondan "uzun boylular" anlamına geldiğini söylediği de nakledilmiştir.
Katade ve İbn Zeyd: Oldukça değerli hurma ağaçlan' demektir diye açıklamışlardır. Yine İbn Zeyd ve İkrime'nin ise: Kökleri ve gövdeleri çok büyük ağaçlar, diye açıkladıkları nakledilmiştir. Mücahid de sarmaş, dolaş olmuş ağaçlar, diye açıklamıştır.
Abese suresi ayet 31
"Meyveler" "Ve otlaklar"
"Meyveler" "Ve otlaklar" insanların incir, şeftali ve buna benzer ağaçların mahsûllerinden yedikleri şeylerdir.
"Ve otlaklar" bunlar da davarların yedikleri otlardır.
İbn Abbas ve el-Hasen dedi ki: Ot" yerin bitirdiği fakat insanların yemediği herşeye verilen isimdir. İnsanların yediklerine: Biçilen şeyler" adı verilir. Peygamber (sav)'ı övmek sadedinde şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Onun çok bereketli bir duası vardır ki, onun rüzgarı sabadır Onunla yüce Allah ekinleri ve otlan bitirir."
Bu otlara bu ismin veriliş sebebinin, onların (toplanmalarının) maksat olarak gözetilmeleri ve ot olarak toplanmalarıdır. Esasen; ile mana itibariyle aynı şeydir. Şair de şöyle demiştir:
"Bizim aslımız Kays'dır, yurdumuz ise Necd'dir. Orada ottan faydalanmak da, içilebilir su da bizimdir."
ed-Dahhak dedi ki: Yeryüzünde biten herbir şey"dir. E bu Rezîn de böyle demiştir: O bitkidir. Buna İbn Abbas'ın şu sözü delil teşkil etmektedir. İnsanların ve davarların yedikleri şeylerden olup, yeryüzünde biten her şey"dir.
Yine İbn Abbas'tan ve İbn Ebi Talha'dan şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bu, yaş mahsûllere verilen bir isimdir.
ed-Dahhak dedi ki: Bu, özel olarak samandır. Bu, İbn Abbas'tan da nakledilmiştir. Şair şöyle demiştir:
"Onların davarlarının otlayacak yerleri yoktur. Saman, ise onlarda çok az bulunur."
ei-Kelbi dedi ki: Meyvenin dışındaki her türlü bitkiye denilir.
Bir açıklamaya göre "meyve" yaş mahsûller, "eh (mealde otlak)" ise kurularına denilir.
İbrahim et-Teymi dedi ki; Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)'a "meyve ve otlak"in
tefsin hakkında soru soruldu da o şöyle dedi: Eğer Allah'ın Kitabı hakkında bilmediğim bir şey söyleyecek olursam, hangi sema beni altında barındırır ve hangi yer beni üstünde taşır?
Enes dedi ki: Ömer b, el-Hattab (r.a)'ı bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle derken dinledim; Büıün bunların ne olduğunu biliyoruz. Peki "el-ebb" (mealde: otlak) ne demektir? Sonra elindeki bir asayı kaldırıp şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki, kişinin kendisini olmadık zorluklara koşması budur. Ömer'in anasının oğlu! Ebb'în ne olduğunu bilmesen sana ne zararı olur? Sonra şunları dedi: Bu kitapta size açıkça anlatılanlara uyunuz, böyle olmayanları da bırakınız.
Peygamber (sav)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sizler yedi şeyden yaratıldınız, yedi şeyden size rızık verilir. O hakle yüce Allah'a da yedi şey üzerinde secde ediniz,"
Peygamber efendimiz "yedi şeyden yaratıldınız" buyruğu ile: "... bir nut-fe kıldık, sonra o nutfeyi alaka kıldık, sonra o alakayı bir parça et... yaptık" (el-Mu'minun, 23/13-14) âyetlerini kastetmektedir. Yedi şeyden rızıklanmakla da yüce Allah'ın: "Böylece Biz, orada taneler bitiririz. Üzümler... meyveler" buyruğuna kadar sayılanları kastetmektedir. Daha sonra da "otlaklar" diye buyurmaktadır ki; bu da Adem oğluna ait bir nzık olmadığını, bunun sırf davarlara has olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Abese suresi ayet 32
"Sizin için... birer fayda olmak üzere"
"Sizin için... birer fayda olmak üzere" buyruğundaki: Fayda olmak üzere" buyruğu tekid edici mastar olarak nasbedilmiştir. Çünkü bütün bu hususları bitirmek, bütün canlıları fayda Ilındırmaktır. Bu, yüce Allah'ın ölüleri kabirlerinden diriltmesine -daha önce birkaç yerde açıklandığı üzere, yok oluşundan sonra ekinin bitip yeşerdiği gibi- kabirlerinden dirilıilme-lerine dair verdiği bir misaldir. Ayrıca onlara ihsan etmiş olduğu nimetleri ha-tırlaiarak onlara lütuflarını dile getirmesi manası da vardır. Yine bu da daha ünce birkaç yerde geçmiş bulunmakladır.
Abese suresi ayet 33
O Sâhha geldiği zaman
"o Sâhha geldiği zaman" buyruğu ile öldükten sonra diriliş hususunu sözkonusu etmektedir, ki salih amellerle ve kendilerine lütfedip, ihsan ettiği şeylerden infak etmekle o güne hazır olsunlar.
"es-Sâhha" kendisi sebebiyle kıyametin kopacağı çığlıktır. Bu da ikinci üfü-rüştür. Kulakları sağır edecektir. O bakımdan kulaklar ancak hayat bulmak için yapılacak çağrıyı işitecektir Bazı müfessirler şöyle demiştir: Kulaklar onu dikkatle işitmeye çalışacaklardır. Bu da: Şuna kulak verdi" birinden gelmektedir. Hadisle de bu anlamda kullanılmıştır: "Cinler ve insanlar müstesna, Cuma gününde kıyametten korktuğu için kulak kabartmayan hiçbir canlı yoktur."
Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Böyle bir açıklama bizden öncekilere teslim olmak ciheti ile alınan, kabul edilen bir bilgidir. Ancak dil açısından kabul edilmesi gereken, birinci görüştür. el-Halil dedi ki: "Sâhha" oldukça şiddetli etkisi dolayısıyla kulakları sağır eden çığlık demektir. Dilde bu kelimenin asıl anlamı, şiddetli ve ağır darbe demektir, Bunun: Ona taşla bir darbe indirdi" tabirinden alındığı da söylenmiştir,
Arapların:
Sâhha onları vurdu, musibet onları buldu" tabirleri de bu kabildendir.
Taberî dedi ki:
Zannederim bu, bir kimse diğerinin üzerine hızlıca atıldığı zaman kullanılan; Filan kişi filanın üzerine hızlıca atıldı" tabirinden gelmiştir,
İbnu'l-Arabî dedi ki:
"es-Sâhha" işillirici olmakla birlikte sağırlık yapan, sağırlığa sebeb olan sestir. Bu da harikulade bir fesahattir.
Allah'a yemin ederim ki, kıyamet çığlığı dünyaya karşı sağır eden fakat âhiret işlerini işittiricidir.
Abese suresi ayet 34-35
Kişinin kaçacağı gün kardeşinden. Annesinden ve babasından,
"Kişinin kaçacağı gün kardeşinden." Yani o, Sâhha kişinin kardeşinden kaçacağı bu günde gerçekleşecektir. Kardeşiyle yakın ilişkisi ve konuşması olmayacaktır. Bizzat kendisiyle meşgul olacağından dolayı buna vakti olmayacaktır çünkü. Nitekim bundan sonra şöyle buyurmaktadır: "O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter" başkasıyla uğraşmasına fırsat vermeyecek "bir işi vardır."
Bir görüşe göre; aralarındaki haklardan ömrü onların kendisinden bir şeyler isteyeceğinden korkacağı için kaçacaktır İçinde bulunduğu zoriuğu ve sıkıntıyı görmesinler diye kaçacaktır, şeklinde de açıklanmıştır. Bir başka açıklamaya göre, bunun sebebi, onların kendisine bir fayda verememeleri ya da üzerindeki herhangi bir sıkıntıyı giderememeleri olacaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O günde hiçbir mevlâ (dost, akraba)nın mevlâ-sına bir faydası olmaz."
Abdullah b. Tahir eî-Ebheri dedi ki: Kişi onların acizliklerini, çarelerinin azlığını açıkça göreceği vakit, onları bırakıp bütün bu sıkıntılarını açıp, kederlerini giderecek kimseye doğru kaçacaktır. Eğer dünyada iken bu gerçeği açıkça görmüş olsaydı, hiçbir zaman yüce Rabbimden başka kimseye asla itimad etmezdim
Abese suresi ayet 36
Eşinden ve çocuklarından
Eşinden ve çocuklarından dahi kaçacaktır.
ed-Dahak. İbn Abbas'ian çöyie dediğini zikretmiştir: Kabil kardeşi Ha-bılden. Peygamber ».sav > annesinden, İbrahim (sav) babasından, Nuh (a.s) oğlundan. Lût (a.s! hanımından. Adem de kötü çocuklarından kaçacaktır.
el-Hasen dedi ki: Kıyamet gününde babasından kaçacak ilk kişi İbrahim'dir. Oğlundan kaçacak ilk kişi Nuh'tur. Hanımından kaçacak ilk kişi de Lût'tur. (el-Hasen) dedi ki: Bu âyetin kendileri hakkında indiğini göreceklerdir. Bu kaçış, onlardan uzak olmak, teberri etmek kaçışı olacaktır.
Abese suresi ayet 37
O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir İşi vardır
"O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir İşi vardır" buyruğu ile ilgili olarak Müslim'in Sahih'inde Âişe (R.anhâ)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Kıyamet gününde insanlar çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir.
"Ey Allah'ın Rasûlü, dedim, erkekler, kadınlar hep bir arada, biribirlerine bakarak mı?
Şöyle buyurdu: "Ey Âişe! Durum birilerinin diğerine bakmalarına fırsat vermeyecek kadar ağır olacaktır."
Bu hadisi Tirmizi de, İbn Abbas yoluyla rivayet etmiştir. Buna göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir."
Bir kadın: Birimiz, diğerimizin avretine bakarak mı? Ya da: görecek mi? deyince,
Peygamber şöyle buyurdu;
"Ey filan kadın! "O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir işi vardır."
(Tirmizi) dedi ki: Hasen, sahih bir hadistir.
Kendine yeter" anlamındaki lafız genel olarak "ğayn" ile okunmuştur. Bu da kişiyi akrabalarıyla uğraşmaktan alıkoyacak bir hal demektir.
İbn Muhaysın ve Humeyd ise; Kişinin kendisini ilgilendiren" diye "ye" üstün ve "ayn" harfi ile okumuşlardır.
el-Kutebî dedi ki: Kişiyi akrabalarından alıkoyacak, başka tarafa çevirecek (iş)" demektir. Aynı kökten olmak üzere: Yüzünü benden başka tarafa çevir" ve: Beyinsizden yüz çevir" denilir
Abese suresi ayet 38
O günde apaydınlık yüzler vardır.
Parlak ve ışık sağıcıdır. Kendileri için hazırlanmış kurtuluş ve nimetleri bilmiştir. Bu yüzler müminlerin yüzleridir.
Abese suresi ayet 39
Gülmektedir." Sevinmektedir.
"Gülmektedir." Sevinç ve neşe içindedir. "Sevinmektedir." Yüce Allah'ın verdiği lücuflar dolayısı ile sevinçlidir. Ata el-Horasani dedi ki: "Apaydınlık" olmalarının sebebi sam, vaktiyle yüce Allah'ın yolunda tozlanmış olmasıdır. Bunu Ebu Naim (Nuaym?) zikretmiştir.
ed-Dahhak dedi ki: Bu abdestin bıraktığı izden dolayı olacaktır. İbn Abbas; Gece namazından dolayıdır, diye açıklamıştır. Çünkü hadis-i şerifte şöyle denilmiştir: "Kimin gece namazı çok olursa, gündüzün yüzü güzel olur.
Sabah etrafı aydınlattığı vakil: denilir. Ki "apaydınlık" ile aynı köktendir.
Abese suresi ayet 40
Yine o günde üzerlerini toz, toprak kaplamış yüzler de vardır.
üzerinde toz duman bulunan "yüzler de vardır. Bunları da karanlık" tan dolayı görünememek
Abese suresi ayet 41
Bunları da karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.
Bunları da karanlık ve siyahlık kaplayacaktır
"ve siyahlık kaplayacaktır." İbn Abbas da böyle açıklamıştır. Yine ondan "zillet ve zorluk" diye açıkladığı rivayet edilmiştir. Arapçada Toz" dernek olup çoğulu da 'dır. Bu açıklama Ebu Ubeyd'den nakledilmiştir
Haberde belirtildiğine göre, hayvanlar kıyamet gününde toprak olacakları vakit, o toprak kâfirlerin yüzlerine bulanacaktır.
Zeyd b. Eşlem dedi ki; Semaya doğru yükselen (siyah duman)"; Yere doğru alçalan (toz)" demektir. ile aynı şeylerdir (toz).
Abese suresi ayet 42
İşte bunlar, kâfirlerin ve facirlerin ta kendileridir.
İşte bunlar kâfirlerin" ("kefere" lafzı) "kâfirin çoğuludur
"ve fâcirlerin" ("fecere" lafzı) "facir"İn çoğuludur; "ta kendileridir."
Fâcir, Allah'a karşı iftira edip, yalan söyleyen kimse demektir. Fasıktır diye de açıklanmıştır. Fasıklık etti" denilir, Yalan söyledi" anlamındadır. Asıl anlamı ise meyletmek demektir. Buna göre "fâcir" meyleden demektir.
TEKVİR SURESİMekke’de inmiştir, 29 âyettir. Sûrenin başında güneşin dürülmesinden söz edilmiş ve adını da buradan almıştır. Sûrenin söz dizisinde, ihtiva ettiği konuya ilişkin anlamları yankılandıran ve güçlendiren mükemmel bir musikî, taklit edilemez bir âhenk vardır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Güneş katlanıp dürüldüğünde,
2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde,
3. Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde,
4. Gebe develer salıverildiğinde,
5. Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,
6. Denizler kaynatıldığında,
7. Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde,
8, 9. Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda,
10. (Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında,
11. Gökyüzü sıyrılıp alındığında,
12, 13. Cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yaklaştırıldığında,
14. Kişi neler getirdiğini öğrenmiş olacaktır.
15, 16. Hayır! Akıp giden, bir kaybolup bir etrafı aydınlatan yıldızlara andolsun,
17. Kararmaya yüz tuttuğunda geceye andolsun,
18. Ağarmaya başladığında sabaha andolsun ki,
19, 20. O (Kur'an), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrail'in) getirdiği sözdür.
21. O orada sayılan, güvenilen (bir elçi) dir.
22. Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.
23. Andolsun ki, onu (Cebrail'i) apaçık ufukta görmüştür.
24. O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez.
Âyetteki «gayb» kavramı, duyu organlarıyla idrak edilemeyen ve fakat inanılması gereken iman esaslarını içine almaktadır. Allah Resûlünün onlar hakkında cimri davranmadığı, yani herhangi bir şeyi gizlemediği açıklanmıştır.
25. O lânetlenmiş şeytanın sözü de değildir.
26. Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz?
27, 28. O, herkes için, sizden doğru yolda gitmek isteyenler için bir öğüttür.
29. Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
Hümeze suresi ayet 1
İnsanları arkadan çekiştiren, yüzlerine karşı onlarla alay eden her kişinin vay haline ki!
"Veyl; Vay haline!" lafzının anlamı horluk, azab ve helak olmak anlamındadır. Cehennemdeki bir vadi olduğu da söylenmiştir.
"İnsanları arkadan çekiştiren, yüzlerine karşı onlarla alay eden her kişinin vay haline ki;"
İbn Abbas dedi ki:
Bunlar başkalarının sözlerini alıp taşıyanlar, birbirlerini sevenlerin arasını bozanlar, suçsuz, günahsız kimselerin kusurlarını araştıranlardır, buna göre buradaki her iki tabir fhumeze ve lumeze) aynı anlama gelmektedir.
Peygamber (sav) buyurdu ki:
"Yüce Allah'ın kullarının en kötüleri başkalarının laflarını taşıyanlar, birbirlerini sevenlerin arasını bozanlar, sutsuz, günahsız kimselerin kusurlarını ortaya koymaya çalışanlardır."
İbrı Abbas'tan nakledildiğine göre "humeze" arkadan çekiştiren, "hımeze" ise insanları çokça ayıplayan kimse demektir.
Ebıı'l-Aliye, el-Hasen, Mücahid ve Ata b. Ebi Rebah: Humeze insanların gıybetini yapan ve yüzlerine karşı onları ten ki d eden, lumeze ise hazır olmadıkları vakit arkalarından gıybetlerini yapan kimsedir, demişlerdir.
en-Nehhas, bu görüşü tercih etmiş olup şöyle demiştir: Yüce Allah'ın: "Bazıları da sadakalar hususunda sana dil uzatırlar, ("Lumeze" ile aynı kökten gelen "yelmizuke" fiili kullanılmıştır.)" (et-Tevbe, 9/58) buyruğu da bu kabildendir.
Mukatil bu açıklamanın aksini yaparak şöyle demiştir: Humeze; gıybet yaparak insanları arkalarından çekiştiren, lumeze ise yüzüne karşı insanın gıybetini yapan kimse demektir. Katade ve Mücahid şöyle demişlerdir: Humeze insanları çokça tenkid edip dil uzatan, lumeze ise onların neseblerine çokça di! uzatan kimsedir.
İbn Zeyd dedi ki:
Humeze'ci insanları eliyle dürtüp vuran kimse demektir. Lumeze ise diliyle onların kusurlarını söyleyen ve ayıplayan demektir.
Süfyan es-Sevri dedi ki:
Humezelik dil ile lumezetik ise göz ile yapılır.
İbn Keysan dedi ki:
Humeze oturup kalktığı kimselere kötü sözleriyle eziyet veren, kımeze ise oturup kalktığı kimseye göz kırparak gözüyle, başıyla, kaşıyla işaretler yapan kimsedir. Burada her ikisi de aynı şeydir. Bu da kişinin gıyabında onu tenkid eden, onun gıybetini yapan kimsedir.
" Uzak olmak, uzaklık" demektir. Humeze ise bu anlamı mübalağalı bir şekilde ifade etmek için kullanılan bir isimdir. Nitekim insanlarla çokça alay eden ve onların hallerine çokça gülen kimseye: denilir.
Ebu Cafer Muhammed b. Ali ve el-A'rec "mim" harflerini sakin olarak; diye okumuşlardır. Eğer onların böyle okudukları, onlardan sahih olarak nakledilmiş ise, o takdirde bu lafızlar (ism-i) meful manasınadır. Bu da insanlar kendisi hakkında kaş göz işaretleri yaparak onun hallerine gülsünler ve kendisinin gıybetini yapmak zorunda bırakacak şekilde insanlara karşı davranışlar sergileyen kimse demek olur.
Abdullah b. Mesud, Ebu Vâil, en-Nehaîve el-A'meş ise ("her" anlamındaki İi külli" lafzını zikretmeyerek): Humeze ve lumezenin (yani insanları arkadan çekiştirip, yüzlerine karşı onlarla alay eden kimselerin) vay haline" diye okumuşlardır.
(Humeze'nin kökünü teşkil eden): in asıl anlamı, "kırmak ve bir şeyi şiddetle ısırmak" demektir. "Harfi hemzeli okumak" tabiri de buradan gelmektedir. " Onun başını kırdım" denilir.
Cevizi elimle kırdım" demektir.
Bedevi bir araba "Siz fare kelimesini (fa're şeklinde) hemzeli mi söylersiniz?" diye sorulmuş da o da: "Fareyi ısırıp yakalayan ancak kedidir" diye cevab vermiştir.
es-Sıhah'taki ifade ise şöyledir: Bedevi bir araba: "Fare kelimesi (fa're şeklinde) hemzeli mi söylenir?" diye sorulmuş. O da: " Ha*yır onu ısırıp yakalayan kedidir" diye cevab vermiştir.
Birincisini nakleden es-Sa'lebî'dir. Bu ifade(kr) kediye "humeze" isminin verileceğine delildir.
el-Accâc şöyîe demiştir:
"Biz kimin başını hemzeder (kırar) isek, onun başı elbette yarılır, kırılır."
Hemz ve lemz'in asıl anlamının itmek ve vurmak okluğu da söylenmiştir. " Onu vurup İtti, vurup iter, vurup ilmek" denilir. Ayns şekilde: "Onu illi, onu vurdu" demektir. Reeez vezninde şair söyle demiştir:
"Biz her kimin şanına (kuvvetine) henız edecek olursak
o hemen kıçüstü yıkılır, Şiddetli bir şekilde; yahut o şiddetlice yıkılır."
Bu açıklamayı es-SıftoA'da (el-Cevherî) yapmıştır.
Âyet, cd-Dahhâk'ın, İbn Abbas'tan rivaytrline göre elMınes b. Şerik hakkında inmiştir. Bu kişi ister karşılarında bulundukları vakit, isler yanından geçtiklerinde insanları kaş göz işaretleri yaparak ayıplar, onları çekişürirdi.
İbn Cüreyc dedi ki:
(sûre) el-Velid b, el-Muğire hakkında inmiştir. O Peygamber (sav)'ın gıyabında gıybetini yapar, yüzüne karşı da onu tenkid ederdi. Ubeyy b. Halef hakkında indiği söylendiği gibi Cemil b. Âmir es-Sakafî hakkında indiği de söylenmiştir.
Âyetin, tahsis sözkonusu olmaksızın genel olarak bu tür davranış sergileyenlerin hepsi hakkında umumi olduğu da söylenmiştir. Çoğunluğun görüşü de budur.
Mücahid dedi ki:
Bu buyruklar kimse hakkında özel değildir. Aksine bu nitelikte olan herkes hakkındadır.
el-Ferrâ dedi ki:
Umumi bir buyruğun zikredilip, özel kimselerin onunla kastedilmesi mümkün olabilir. Nitekim bir kimse birisine: Ben suni ebediyyen ziyaret etmeyeceğim deyip diğeri ona: Kim beni ziyaret etmezse ben de o kimseleri ziyaret etmem, diyerek tek bir kimseyi kastetmesine benzer ki, bu sözüyle kendisine böyle diyen kimseyi ziyaret etmeyeceğini kastetmiş olur.
Hümeze suresi ayet 2
O malı toplayıp, onu tekrar tekrar sayandır.
Yani; "(Onu -kendi iddiasına göre- zamanın musibetlerine karşı ha*zırlayandır." (Bu manasıyla): " Kerem sahibi oldu ve ikram etti" fiiline (vezin dolayısıyla fiilin anlam değişikliğine uğramasına) benzer. Bunun, sayıp döktü, saydı durdu, anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu açıklamayı da es-Süddi yapmıştır. ed-Dahhâk dedi ki: Malını çocukları arasından kendisine mirasçı olacak kimselere hazırladı, demektir. Malının sayısı ve çokluğu ile başkalarına karşı öğündü, demektir diye de açıklanmıştır.
Maksai ise, malı Allah'a itaat yolunda harcamayıp, elde tutmanın yerilme-sidir. Yüce Allah'ın: "O, hayrı alabildiğine engelleyen" (Raf, 50/25); (Nun, 68/12) buyruğu ile: "Mal toplayıp kaba dolduran" (el-Mearic, 70/18) buyruklarında olduğu gibi.
"Toplayıp" anlamındaki; lafzının "mim" harfi genel olarak şeddesiz okunmuştur. Ancak İbn Amir, Hamza ve el-Kisai çokluk anlamı ifade etmek üzere şeddeli okumuşlardır. Ebu Ubeyd de daha sonraki: "Onu tekrar tekrar sayandır" buyruğu dolayısıyla bu okuyuşu tercih etmiştir.
el-Hasen, Nasr b. Asım ve Ebu'l-Aliye ise "toplayıp" anlamındaki fiili şeddesiz okumuşlardır. Aynı şekilde; "onu tekrar tekrar sayandır" anlamındaki fiili de; (.jJij ) şeklinde şeddesiz okumuşlar ve böylelikle şeddeli olan harfin muzaaf (aynı harften iki harfin şeddeli okunması) olduğunu göstermişlerdir. Çünkü bunun asit ( .Ü)'dir. Ancak böyle bir okuyuşun (açıklanabil*mesi) uzak bir ihtimaldir. Çünkü mushafta bu, iki dal ile yazılmıştır.
el-Mehdevi dedi ki:
Her kim "onu tekrar tekrar sayan" lafzını şeddesiz okuyacak olursa, o vakit bu mala atfedilmiş olur. Yani bu kimse malı topladı ve'onu sayıp durdu, demek olur. O halde bu muzaafiığı açığa çıkartılmış bir fiil olmaz.
Hümeze suresi ayet 3.
“Gerçekten o, malının kendisini ebedî kılacağını sanmaktadır.”
Adam malının kendisini ebedîleştireceğine, ebedîyen kendisini yaşatacağına inanmaktadır. Bu malın ve mülkün sahibi olarak ebedîyen yaşayacağını ve hiç ölmeyeceğini zanneder. Malıyla bu dünyada ölümsüzlüğü garantilediğini zanneder. Allah’ın kendisine bolca servet verdiği ve kendisine verilen bu servetin kendisini şımarıklaştırdığı, elindeki nimetlerin ebedî olduğunu, hiç bitmeyeceğini zanneden ve hayatını bu düşünceye bina eden bir adam. Sahip olduğu malını, mülkü-nü, servetini, samanını, makamını, mevkiini, gücünü, kuvvetini, gençliğini, zindeliğini hiç yitirmeyeceğine inanan bir adam. İzzet ve şerefi bunlarda gören, bunlarda arayan bir adam.
“Ben gerçek güç ve kuvvet sahibiyim! Bütün bunların sahibi benim! Bu malımın, bu mülkümün, bu gücümün, bu saltanatımın, bu çevremin, bu kredimin, bu hayatımın sahibi benim ve artık ben bu mülkün batacağına da inanmıyorum! Yok olmaz mallar! Tükenmez bu servet! Bu iş yerlerim, bu fabrikalarım kesinlikle yıkılmaz! Yok olmaz bu fabrikalar! Bitmez bu saltanat! Son bulmaz bu hayat! Gelmez ölüm bana! Ben ebedîyen yaşarım bu saltanatımın içinde! Bütün bunlara sahipken artık ben öleceğime de kıyâmetin kopacağına da ihtimal vermiyorum! Bu saltanatın, bu gücün ve bu imkânın sahibi olan birinin üzerine kesinlikle kıyâmet kopmaz! Benim üzerime kıyâmet kopmaz! Kimse benim önüme geçemez! Kimse benimle başedemez! Allah’ın da beni öldüreceğini sanmıyorum!”
Gerçi eğer bu zavallı fakirlerin, şu ayak takımının dedikleri doğru da kıyâmet kopacaksa bile ne önemi var? Eğer bunların dedikleri gibi ölecek ve yeniden dirileceksek elbette yine bize orada ayrıcalık tanınacak ve ayrı muamele yapılacaktır. Zat-ı âlileri orada da korunacaktır elbette. Çünkü dünyada bu kadar servetin, bu kadar saltanatın sahibi değil miydik bizler? Öyleyse sayın cenapları elbette âhi-rette de düşünülecek, elbette orada da protokol bozulmayacak, orada da saygınlığını koruyacaktı. Böyle düşünüyor adam. Böyle hesap ediyor, böyle bekliyor. Malıyla, mülküyle kendisini ebedîleştirmeye çalışıyor. Hayat programını hiç ölmeme inancına bina etmeye çalışıyor.
Ahledeh, huld, hulûd; ilelebet devam etmek, kalmak, uzun süre kalmak. Bir isim olarak huld; bilezik, küpe, ebedîlik ve cennet gibi anlamlara gelir. Bu yüzden "dâru'l-huld" veya "dâru'l-hulûd"; cennet yurdu demektir. Huld kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli âyetlerinde da-ha çok "ebedîlik" anlamında kullanılmıştır:
“Haksızlık edenlere de: “Sonsuz azabı tadın, ancak yaptığınıza karşılık ceza çekiyorsunuz” denir.”(Yunus 52)
"Sonunda Şeytan onu fitneye düşürerek, söyle dedi: Ey Ãdem, seni ebedilik ağacına, son bulmayacak olan devlete götüreyim mi?" (Tâhâ,120).
Halbuki evrende hiçbir varlığa sonsuza dek yaşama yeteneği verilmemiştir:
“Ey Muhammed! Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar bâkî kalır mı?” (Enbiyâ,34).
Ebedîlik, âhiret hayatı ile ilgili bir kavramdır. Cennet ve cehen-nemin sonsuzluğu bunu gösterir. Cennetin ebedî oluşu şöyle bildirilir:
"De ki; bu mu hayırlı, yoksa takvâ sahiplerine va'd olunan ebedilik (huld) cenneti mi?" (Furkân,15).
Görüldüğü gibi bu âyetlerde geçen "huld" kelimesi hep son-suzluk anlamını ifade etmektedir. Cennetin bir vasfı da "cennetü'l-huld" dur. Yani bozulmadan ve sonu gelmeden devam eden cennet demektir. Bazen işte burada olduğu gibi "dâru'l huld" cehennem anla-mında kullanılır: "İşte O, Allah düşmanlarının cezası, ancak ateştir. Onlar için orada sonsuza kalma yeri (dâru'l-huld) vardır. Bu, âyetle-rimizi inkâr etmelerinin bir cezasıdır."
Kur'ân-ı Kerîm'in açıkça bildirdiğine göre, dünya hayatında sonsuzluk söz konusu değildir (Enbiyâ,34). İnsan hayatı, âhiretle bütünleşince sonsuzluğa doğru uzanmış olur. Çünkü yüce Allah önce, doğacak tüm insanların ruhlarını yaratmış, zamanı geldikçe, dünyada bedenle ruh bütünleşmiştir. Ölümle, ruh bedenden ayrılır ve kabir ha-yatı başlar. Kıyamet koptuktan sonra, âhiret âleminde, sonsuzluğa uzanan, cennet veya cehennem hayatı başlar. Böylece, insanoğlu sonsuzluğa elverişli bir varlık olduğunu, yaşayışında göstermiş bulunur.
Evet, diyor ki adam ben ölmeyeceğim. Zenginler ölmez! Paralılar ölmez! Makam sahipleri, saltanat sahipleri ölmez! Karun bir gün karşısına geçip sevinçten mest olup ayakkabıya döndüğü paracıklarını sayarken, hizmetçisi de uzaktan gülerek onu seyrediyormuş. Hizmetçisini böyle garip bir tavır içinde gören Karun onun paracıklarına göz koyduğunu ve onları çalmayı planladığını zannederek onu ayaklarının altına alıp ezmeye başlar. “Niye gülüyordun söyle bakalım?” diye onu ezmeye çalışırken, bir ara fırsat bulan hizmetçi bağırır: “Efendim! Vallahi onları çalmayı filan düşünmedim! Düşündüm ki siz ölünce..” filan demeye çalışırken daha onun sözünü boğazında kesen Karun: “Sus! Ben ölmem! Zenginler ölmez! Paralılar ölmez! Saltanat sahipleri ölmez!” diye onu daha bir beter dövmeye koyulur.
Evet zenginler ölmez! Paralılar ölmez! Saltanat sahipleri ölmez!!! Bu Ehramlar, bu anıt kabirler de onun için var ya. Ölmediklerini ortaya koymak için, ölümsüzlüklerini ispat için, ya da öldükten sonra da hegemonyalarını sürdürebilmek için yaptırıyorlar bunları adamlar.
Mal çokluğu, nüfuz çokluğu ve fizikî güç. Bakıyoruz tarih boyunca ve şu anda da tüm çağdaş müşrik sistemler bunların topluma yansıyan temelleri üzerine kurulmuştur. Tüm müşrik sistemler bu üç şeyin çokluğu esasına dayanmaktadır.
1. Ya mal, mülk, servet çokluğuna, ekonomik güce dayanır ki bunun adı kapitalizmdir.
2. Ya çoluk, çocuk, sülale, ırk çokluğuna dayanır ki bunun adı faşizmdir.
3. Ya da güçlü olmaya dayanır ki, bunun adı da despotizm veya krallıktır.
Halbuki bunların hiçbirisi üstünlük sebebi değildir. Bunların tamamını veren Allah’tır. Malı, mülkü veren Allah, çoluk, çocuğu veren Allah, fizikî gücü veren de Allah’tır.
Öyleyse sakın ha sakın hiç kimse şu anda sahip olduklarının sahibini kendisi zannetmesin. Hiç kimse bunların sahibi benim zannetmesin. Malın, mülkün, bağın, bahçenin, evin, barkın, dükkanın, tezgahın, paranın, pulun, çoluğun, çocuğun sahibi benim zannetmeyin. Hocalığımızın, bilgimizin, tecrübemizin, çevremizin kredimizin sahibi biziz zannetmeyelim. Bunların tümünü bize veren Allah’tır bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Bunlara sahip olduk diye bunlardan mahrum imtihan edilenlere tepeden bakmayalım. Onları küçük görmeyelim. “Benim gücüm kuvvetim var, param pulum var, oğlum kızım var, çevrem kredim var. Halbuki sende bunların hiç birisi yok. Hem ekonomik yönden senden çok üstünüm, hem de siyasal gücümle seni ayağımın altına alabilirim. Hem cüzdanım kabarık, hem de güçlüyüm. Yani benim karnımdaki senin karnındakinden daha çoktur” diyerek karın hesabında olmayalım. İnsanları barsak hesabına göre değerlendirmeyelim. İzzeti, şerefi malda, mülkte, makamda, mansıpta aramayalım.
Mesela şimdi farz edin ki birine el verilmiş, ötekisine verilmemiş, çolak yaratılmış. Hangisi üstün bunun? Allah’ın kendisine el verip öyle imtihan ettiği insan mı üstün yoksa Allah’ın el vermeyip çolak imtihan ettiği insan mı üstün? Veya Allah’ın kendisine bolca mal verip imtihan ettiği insan mı üstün yoksa Allah’ın mal vermeyip fakirlikle imtihan ettiği insan mı üstün? Aslında ne o üstün, ne de beriki alçaktır. Buların hepsi imtihan konusudur. Allah birini malla imtihan ediyor, ötekisini de malsız imtihan ediyor. Bunların her ikisi de ayrı birer imtihan sorusudur. Bu imtihanı henüz kimin kazanıp kimin kaybettiği belli olmadığı için de kimin üstün, kimin alçak olduğu şu anda belli değildir. Bu, yarın belli olacaktır.
Bakın böyle mal toplayıp biriktirmeye çalışan, malıyla, mülküyle kendisini üstün görüp insanlara tepeden bakan ve de bu malıyla kendisini ebedîleştirmeye çalışan kişinin cehenneme gideceğini anlatıyor.