Tekvir suresi ayet 19
Hiç tartışmasız o (Kur'an) , üstün onur sahibi olan bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;
Şerefli bir elçi ile vahy getiren melek kastedilmektedir. Aynı zamanda Allah Teâlâ Rasûlin Kerim ifadesi ile Cibril-i Emin'in mesajı kendinden değil, daha üst bir makamdan getirdiğini vurguluyor. Yani Cibril-i Emin Allah'tan Rasûlullah'a (s.a.) mesajı aktarmaktadır. Hakka-40'ta şöyle buyurulmaktadır. "Şübhesiz o elbette şerefli bir elçinin sözüdür." Buradaki Rasûlin Kerim ifadesi Rasûlullah (s.a) için kullanılmıştır. Bu vahyin Hz. Muhammed'in (s.a.) bir sözü olmadığı, sadece Allah'ın (c.c.) sözünü aktardığı anlamına gelir. Yani Allah'ın (c.c.) Rasûlü sıfatıyla, Muhammed bin Abdullah olarak değil.
Her iki yerde de, şerefli bir elçinin sözüdür ifadesi kullanılmıştır. Bir yerde şerefli elçi ile Allah'tan peygambere mesajı aktarması dolayısıyla Cibril-i Emin kastedilirken, Hakka 40'ta da şerefli elçi'nin Rasûlullah (s.a) olduğu beyan edilmiştir. Buradaki ifade Rasûlullah'ın (s.a) Kur'an'ın kendi uydurduğu anlamına gelmez. Şerefli elçi ifadesinin kullanılmasının nedeni, peygamberin bir Rasûl olarak Allah'ın (c.c.) sözünü aktarmasıdır, Muhammed bin Abdullah olarak değil. Yani 'şerefli bir elçinin sözü' ile birinde Rasûlullah, (s.a.) diğerinde Cibril-i Emin kastedilmektedir. Kısaca Cibril-i Emin Rasûlullah'a (s.a.) aktarmakta, Rasûlullah'ta insanlara tebliğ etmektedir.
Tekvir suresi ayet 20
(Bu elçi,) Bir güç sahibidir; arşın sahibi katında şereflidir.
Necm sûresi 4 ve 5. ayetlerinde bu konu şöyle anlatılmıştır: "O kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. Onu müthiş kuvvetleri olan öğretti." Cibril-i Emin'in müthiş kuvvetlerinin ne olduğu meselesi müteşabihattandır. Cibril-i Emin'in diğer meleklerden daha seçkin olduğu çok açık bir şekilde bellidir.
Müslim 'Kitab-ul-İman'da Hz. Aişe (r.a) 'dan, Rasûlullah'ın (s.a) Cibril-i Emin'i iki defa asıl şekliyle gördüğü ve 'Cibril-i Emin o kadar büyüktü ki, yeryüzü ve gökyüzünü kaplıyordu,' dediği rivayet olunmuştur. Buhari, Müslim, Tirmizi, Müsned-i İmam Ahmet'de, Hz. Abdullah İbn Mesut'tan (r.a) rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.) Cibril-i Emin'i anlatırken 600 kanadı olduğunu söylemiştir. Bundan Cibril-i Emin'in ne kadar güçlü olduğu anlaşılmaktadır.
Tekvir suresi ayet 21
Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.
Yani Cibril-i Emin meleklerin üstünde emir sahibidir.
Yani o itimad edilen bir kimsedir.Allah (c.c.) ona nasıl vahyetmişse o hiç eksiltmeden ve kendisinden bir şey katmadan aktarır.
Tekvir suresi ayet 22
Sizin sahibiniz bir deli değildir.
Arkadaşınız (Sahibuküm) ifadesi ile Hz. Muhammed (s.a) kastolunmaktadır. Hz. Muhammed'ten arkadaşları olduğu şeklinde bahsedilmesinin nedeni, Mekkeliler için Hz. Muhammed'in (s.a.) yabancı biri olmadığına, çocuklarının bile onu tanıdıklarına dikkat çekmektedir. Hz. Muhammed'in (s.a) ne derece akıl sahibi biri olduğunu biliyorsunuz. O halde böyle birine bile bile mecnun demekten utanmıyor musunuz? (İzah için bkz. Necm: 2-3)
Tekvir suresi ayet 23
Andolsun o (peygamber) , onu apaçık bir ufukta görmüştür.
Melek Cebrail'in inmesiyle birlikte Hz. Muhammed'de (A.S.) meydana gelen değişikliğin üzerinde duruluyor ve onun bir başka tarafı hatırlatılarak : «Onu Ona, çok çetin güce sahip Melek (Cebrail) öğretti ki, o güzel bir görünümdedir ve en yüksek ufukta iken doğruldu. Sonra yaklaştı ve sarktıkça sarktı. O kadar ki (aralarında) iki yay boyu veya daha az bir mesafe kaldı» buyuruI maktadır ki, bu en yüce ufukun doğu cihetinde aydınlığın etrafa yayıldığı bir sırada Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu ufukta Melek Cebrail'i asıl suretinde görmüştü. Ayrıca Resûlüllah'ın (A.S.) bu meleği bir defa da Sidretülmünteha'nın yanında aynı surette gördüğü söz konusudur.
Tekvir suresi ayet 24
O, gayb (haberlerin) e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz)
Resûlüllah {A.S.) Efendimiz, Allah'ın son elçisi olarak kendisine indirileni insanlara tebliğ ve onları Hakk'a irşâdla görevliydi. Gaybı bildiğini hic bir zaman iddia etmedi. Cenâb-ı Hakk'ın bildirdiğini bildi; gaybe kapı açılınca görebildi, açılmayınca göremedi. Aynı zamanda Cenâb-ı Hak'tan inen vahyi günü gününe tebliğde kısıtlayıcı da değildi. Donatıldığı lâhutî bilgiler hususunda aç gözlü, inhisarcı da olmadı. O hep ilâhî talimat çerçevesinde görevini kusursuz yerine getirmeye çalıştı. Zira Onun kişisel bir arzusu ve dâvası yoktu; hele dünyevî menfaatlerden yana hiçbir temayülü söz konusu olamazdı. Yüklendiği o büyük dâva bütünüyle Allah'a aitti ve yalnız O'nun için her şeye göğüs geriyor, her saldırıya katlanıyordu.