Sayfa 7/30 İlkİlk ... 56789 ... SonSon
297 sonuçtan 61 ile 70 arası

Konu: Kurandan Okuyalim

  1. #61
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Burûc suresi ayet 4
    Kahrolsun Ashab-ı Uhdûd

    Burûc suresi ayet 5
    'Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,'

    Burûc suresi ayet 6
    Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.

    Burûc suresi ayet 7
    Ve mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.

    Ashab-ı Uhdud ile müslümanları ateş dolu hendeklere atarak diri diri yakan kimseler kastedilmektedir. Onları yakarlarken bir de seyrederek eğlenmişlerdir. "Vay onların haline!" Yani onlar lanetlenmişler ve Allah'ın azabına müstehak olmuşlardır. Bu hususun teyidi için üç şey üzerine yemin edilmiştir:
    1) Burçlara sahip olan gökyüzüne
    2) Kıyamet gününe
    3) Kıyamet gününün dehşetli manzaralarına, ki ona her mahluk şahid olacaktır.
    Birincisine yemin edilmektedir. Çünkü Allah (c.c.) mutlak kudret sahibidir, yeryüzüne ve gökyüzüne hükmedendir. Zavallı insan O'ndan nasıl kaçabilir?
    İkincisine de yemin edilmektedir; çünkü, bu dünyada zulmedenler iyi bilmelidirler ki, o gün çok uzak değildir. Müslümanlar insaf ve adaletle karşılaşırlarken, kâfirler işledikleri cürümlerin cezasını çekeceklerdir.
    Üçüncüsüne yemin edilmekle, kâfirlerin çaresiz Müslümanları ateşe atarak seyretmeleri ve eğlenmelerine karşılık, kıyamet günü de herkesin onları seyredecekleri ve eğlenecekleri anlatılmak isteniyor.
    Kâfirlerin müslümanları ateş dolu hendeklere atarak katletmeleri hakkında bir çok rivayetler nakledilmiştir. Tüm bu rivayetler bu tür hadiselerin insanlık tarihi boyunca birçok kez meydana geldiğini göstermektedir.
    1) Bir Hadis-i Şerif'te Süheyb el-Rumî Rasûlullah'tan (s.a) şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Bir Kral ve bir sihirbaz vardı. Sihirbaz çok yaşlandığı için bir gün Kral'a 'bana bir genç verin de onu yetiştireyim' diye arzeder ve bunun üzerine Kral da bu iş için bir genç görevlendirir. Ancak bu genç, sihirbazın yanına giderken, yolu üzerindeki bir rahibe (galiba hristiyanlığa mensup birine) uğradı.
    Böylece ondan feyz alarak iman ehli olmuştu. Onun elinden körler ve cüzzamlılar şifa bulmaya başladılar. Fakat Kral'a bu gencin dininden döndüğü haber verilince, Kral öfkelendi ve ilk önce rahibi öldürdü, sonra da genci öldürmek istedi. Ancak gence hiçbir şey tesir etmiyordu. Sonunda genç Kral'a şöyle söyledi: "Şayet beni öldürmek istiyorsan, halkı topla ve bana ok atarken "Bu gencin Rabbinin ismiyle" de. Ben ancak o zaman ölürüm! Kral da böyle yaparak genci öldürdü. Halk tüm olanları gördükten sonra 'bu gencin Rabbine iman ettik' dediler. Bunun üzerine Kral'ın müşavirleri 'korktuğumuz husus başımıza geldi. Bu halk bizim dinimizi bırakarak, o gencin dinini kabul etti.' deyince Kral oldukça kızdı ve yolların kenarlarına hendekler kazdırarak, içinde ateş yakmalarını emretti. O gencin Rabbine iman edenlerden dönmeyenleri ateşe attırıyordu. (İmam Ahmet, Müslim, Neseî, Tirmizi, İbn Cerir, Abdurrezzak İbn Ebi Şeybe, Tabarânî, Abd bin Humeyd)

    2) Hz. Ali'den (r.a) rivayet olunduğuna göre, İran Kisrâsı, birgün içkiden dolayı sarhoşken, kendi kızkardeşi ile zina etmiş ve ikisi arasındaki ilişki devam etmişti. Bu haber halk arasında yayılınca, Kisrâ, 'Tanrı kızkardeşlerle evlenmeyi helâl etti.' diye ilan etmiş, halk da buna karşı çıkınca azab etmeye, hatta onları ateş dolu hendeklere atarak öldürmeye başlamıştı. Hz. Ali, Mecusilerde, kızkardeşle evlenmenin o zamandan başladığını söyler. (İbn Cerir)

    3) İbn Abbas da buna benzer bir olayı (galiba İsrâiliyata dayanarak) şöyle nakletmiştir: "Babilliler, İsrailoğulları'nı Hz. Musa'nın dininden dönmeleri için zorladılar ve dinlerinden dönmeyenleri ateş dolu hendeklere attılar. (İbn Cerir, Abd bin Humeyd)

    4) Bu olaylar içinde en meşhuru Necran hristiyanlarının başına gelendir. Bunu İbn Hişam, Taberî, İbn Haldun ve Mu'cem-ul-Buldan'ın sahibi ile diğer müslüman tarihçiler rivayet ederler. Bu olayın özeti şöyledir:
    Himyer (Yemen) Kral'ı Tuban Esed Ebu Karib, bir defasında Medine'yi ziyaret etti. Orada yahudilerle temas ederek, dinini değiştirdi ve yahûdi oldu. Beni Kurayza'dan (yahûdilerin Medine'deki kollarından biri-çev) iki yahûdi alim alarak Yemen'e getirdi. Böylece orada yahûdiliği yaymaya başladılar. Daha sonra oğlu Zûnuvas tahta geçer ve Necrân'ı (Arabistan'ın güneyinde hristiyanların en kuvvetli merkezlerinden biriydi) ortadan kaldırmak için hücum ederek oranın halkını yahûdi olmaları için zorlar. (İbn Hişam bunların Hz. İsa'nın gerçek dini üzerinde bulunduklarını söyler) Zûnuvas Necran'ı ele geçirdikten sonra halkı yahûdiliğe davet edince, halk bu daveti reddetti.
    O da bundan dolayı birçok kimseyi, ateş dolu hendeklere atarak yaktı ve bir çoğunu da katletti. Toplam 20.000 kişi öldürüldü. Necran ahalisinden bir şahıs, dost Zûsaliban'a gitmeyi başardı. Bir rivayete göre Rum Kayseri'ne gitti, yine bir başka rivayete göre ise Habeşistan Kral'ı Necaşi'ye giderek, bu zulmü ona anlattı. Birinci rivayete göre Rum Kayseri Habeşistan kralı'na mektup yazdı. İkinci rivayete göre ise, Necaşi, Rum Kayseri'ne deniz kuvvetleri göndermesi için ricada bulundu. Sonunda Habeşistan, Uryat isimli bir komutanın emri altında 20.000 askeri Yemen'e gönderdi. Zûnuvas öldürülerek yahûdi hakimiyeti ortadan kaldırıldı ve Yemen Habeşistan sınırlarına dahil edildi.
    İslâm tarihçilerinin açıklamaları bu olayı sadece tasdik etmekle kalmaz, ayrıca ayrıntılı bir biçimde bilgi de verirler. Yemen ilkin M. 340 Yılında hristiyanların eline geçti ve M. 378'e kadar hakimiyetleri devam etti. O zaman hristiyan misyonerler Yemen'e geldiler. Bu dönemde zahid, mücahid ve iman sahibi bir hristiyan seyyah olan Faymiyun, Necran'a geldi ve halka putlara tapmaktan vazgeçmeleri için tebliğ etmeye başladı. Bu tebliğ sayesinde Necran halkı hristiyanlığı kabul etti. Necran'ı üç kişi idare ediyordu. Biri o kabilenin başkanlığını, dışişlerini ve askeri işlerini yürüten Seyyid, ikincisi içişlerini yürüten Akib, üçüncüsü dini işleri idare eden Papaz. Güney Arabistan'da Necran önemli bir stratejik konuma sahipti. Aynı zamanda ticaret ve sanayi merkeziydi. Sûnî ipek, deri ve silah sanatları revaçtaydı, ayrıca Yemen cübbesi de meşhurdu. Bundan da anlaşılıyor ki Zûnuvas, sadece dinî endişelerle değil siyasi ve ekonomik nedenlerle Necran'ı işgal etmek için yola çıkmıştı. Necran'ın Seyyidi Harise hakkında bir süryâni tarihçisi olan Haritas şöyle yazar: "Zûnuvas onu katletti ve onun iki kızını öldürdükten sonra, kızlarının kanını içmesi için karısı Roma'yı zorladı. Sonra onu da katletti. Papaz Paul'un mezarını kazdırdı ve kemiklerini ateşe attırdı. Ateş dolu hendekler içinde kadınları, erkekleri, çocukları, papaz ve rahipleri yaktılar. Toplam 20.000'den 40.000'e kadar insan telef oldu." Bu olay M. Ekim 523'de vukû buldu. Nihayet M. 525'de Habeşistan Yemen'e saldırarak Zûnuvas'ın Himyer saltanatına son verdi. Hüsni Gurap'ta (Yemen'de bir bölge) yapılan arkeolojik araştırmalar sırasında birtakım levhalar bulunmuş ve bunların üzerindeki yazılardan bu olayları aydınlatıcı bilgiler elde edilmiştir.
    M.6. yüzyılda hristiyanların çeşitli kitaplarında Ashab-ı Uhdud hadisesi zikredilmiş ve bizzat görenler tarafından ayrıntılı bir biçimde nakledilmiştir. Şahidlerden bazıları anlatma yolunu seçerken, bazıları da bizzat yazmışlardır. Şu üç kitabın yazarı da o dönemde yaşamışlardır.
    Birincisi Prokopiyus, ikincisi Cosmos Indcopleustis (bu Necaşi'nin (Elesboan) emri ile o zaman Batlamyus'un Yunanca kitabını tercüme ediyordu. Habeşistan'ın sahil şehri Andolis'te oturuyordu) . Üçüncüsü Johannes Mala'dır ve ondan sonra da bir çok tarihçi bu olayı nakletmiştir. Daha sonraları Johannes of Ephesus (öl. 585) yazdığı kitap olan Kanisa Tarihi'nde Necran hristiyanlarının ateşe atılmaları hadisesi hakkında, Simeon'un, Dercila'nın başkanı Abbot von Gabula'ya yazdığı bir mektubu nakleder. Papaz Simeon, bu hadiseyi bizzat görenlerden (Yemenli'lerden) rivayet etmiştir. Bu mektup ayrıca M. 1881 ve M. 1890'da 'Hristiyan Şahidlerinin Hayatı' adlı bir kitapta yayınlanmıştır. Yakubî Patriarch Dionusisus ve Zacharia of Mitylene sûryani lisanında basılan kitaplardan nakletmişlerdir. Yakub Surucî de Necran hristiyanları hakkında bilgi vermiştir. Erreha (Edessa) Papazı Pulus, Necranlı hristiyanların katledilmeleri dolayısıyla bir mersiye de yazmış ve bu mersiye günümüze kadar gelmiştir. Süryani lisanında yazılmış kitabın İngilizce tercümesi (Book of the Himyarites) müslüman tarihçilerin açıklamalarını onaylamaktadır. British Museum'da bu devirle ilgili Habeşistan'dan gelen birtakım vesikalar bulunmaktadır ve bu vesikalar da hadiseyi doğrulamaktadırlar. Filbî, kendi seyahat kitabında (Arabian Highlanda) Necranlıların Ashab-ı Uhdud olayının geçtiği yeri hâlâ bildiklerini yazmaktadır. Ummi Hark'ın yanında bir tepe üzerinde bazı resimler de bulunmaktadır. Ayrıca Necran'daki Kâbe'nin yeri de Necran halkı tarafından bilinmektedir. Habeşistan hristiyanları Necran'ı ele geçirdikten sonra buraya Kabe şeklinde bir mabed inşa etmişler ve Mekke'deki Kabe-i Muazzama yerine bunu dinî merkez kılmak istemişlerdir. Buranın papazları başlarına sarık sararlardı. Ayrıca bu mabedi 'Haram' (kutsal-çev-) ilân etmişlerdi. Roma buraya mâlî yardımda bulunuyordu. Mabedin papazları Rasulullah (s.a) ile münazara yapmak için Mekke'ye gelmişlerdir.

  2. #62
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Burûc suresi ayet 12
    Şüphesiz ki rabbinin yakalaması çok şiddetlidir.

    Ey Muhammed, şüphesiz ki rabbinin yakalaması ve intikam alması pek şiddetlidir.

    Allah teala bu âyet-i kerimeyle Hz. Muhammed (s.a.v.)in ümmetini uyarmakta, onların, Hz. Muhammed'i yalanlamaları ve inkar etmeleri yüzünden geçmiş ümmetler gibi cezalandınlabileceklerini hatırlatmaktadır

    Burûc suresi ayet13
    "Çünkü ilkin var eden de, diriltecek olan da yalnız O'dur."

    İlim adamlarının çoğunluğundan gelen rivavetlere göre kasıt, yaratılmışlardır. İlk olarak onları, O, var ettiği gibi, ölümden sonra diriliş halinde de tekrar onları yaratacak olan O'dur.
    İkrime rivayetle dedi ki
    Kâfirler şanı yüce Allah'ın, Ölüleri dirilteceğine hayret etmişlerdir.
    İbn Abbas dedi ki:
    Dünya hayatında iken yanma azabını onlar için ilk olarak var edeceği gibi. âhırette de bu azabı onlar için tekrar yaratacaktır.

    Burûc suresi ayet 14
    "O, çok mağfiret eden, pek sevendir."

    mü'min kullarının günahlarını çokça örtüp, günahları sebebiyle onları rezil ve rüsvay etmeyen, gerçek dostlarını "pek sevendir."

    ed-Dahhâk,
    İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: (Vedûd) tıpkı sizden bir kimsenin kardeşine müjde ve sevgi vermeyi istemesi gibi (sever) Yine ondan rivayete göre "el-Vedüd: pek seven" gerçek dostlarının günahlarını bağışlayarak onlara sevgi gösterendir.

    Mücahid: Gerçek dostlarına çokça sevgi gösteren demek olup, burada "feûl" veznindeki lafız "fail" anlamındadır.

    İbn Zeyd:
    Rahim (pek merhametli) dernektir diye açıklamıştır.

    el-Müberred,
    İsmail b. İshak'dan naklettiğine göre Vedûd, çocuğu olmayan demektir, demiş

    Buna göre, âyetin anlamı şöyle olur: O kullarına mağfiret buyurur, oysa O'nun kendisi sebebiyle onlara mağfirette bulunacağı bir evladı da yoktur. Böylelikle onlara karşılıksız mağfiret etmekle lütufta bulunmuş olur.

    "Vedûd"un mevdûd (pek sevilen) anlamında olduğu da söylenmiştir. "Rekub"un binilen "helûb"un da süt veren anlamında olduğu gibi. Salih kulları onu pek sever, demek olur.

  3. #63
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Burûc suresi ayet 15
    Arş'ın sahibidir, Mecîddir.

    Asım dışında kalan Kufeliler: "Mecîd" "Arş’ın sahibi" şeklinde kesreli ve "Arş"ın sıfatı diye okumuşlardır. "Rabbinin" lafzının sıfatı diye de açıklanmıştır. Yani senin Mecid olan Rabbinin azab ile yakalayışı pek çetindir. Burada arada başka ifadelerin girmesi (ona sıfat olmasına) engel değildir. Çünkü bunlar da şiddeti açıklamak bakımından sıfat hükmündedirler. Diğerleri ise; "Zu" "Sahib" lafzının sıfatı olarak ref ile okumuşlardır ki bu da yüce Allah'dır.

    Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim bu okuyuşu tercih etmişlerdir. Çünkü Mecid, kerem ve lütuftaki en ileri dereceyi ifade eder.
    Şanı yüce Allah da bununla muttasıftır. Bununla birlikte el-Mü'minün Sûresinin sonlarında (23/116. âyet-i kerimede) yüce Allah'ın arşı "el-Kerim" olmakla nitelendirilmiş bulunmaktadır.

    "Arş'ın sahibi" mutlak mülk ve saltanatın sahibi elemektir. Nitekim "filan kişi mülkünün tahtı üzerindedir" denilir, isterse o fiilen tahtın üzerinde olmasın.

    Burûc suresi ayet16
    "Ne dilerse yapandır."

    Dilediği hiçbir şeyi engelleyecek kimse yoktur.
    ez-Zemahşerî dedi ki:
    "...yapandır" buyruğu hazfedilmiş bir mübtedânın haberidir Burada; "Fa’âlun" "Yapandır" şeklinde gelmesi, O'nıın dileyip, yaptığı şeylerin son derece çok oluşundan dolayıdır.

    Taberî de şöyle demiştir
    "Yapandır" anlamındaki lafzın katıksız bir nekre olmakla birlikte ref ile gelmesi. "O, çok mağfiret eden, pek sevendir" anlamındaki buyruğun irabına tabi kılmak suretiyledir.

    Ebu's-Sefer'den şöyle dediği nakledilmiştir:
    Peygamber (sav)'ın ashabından bir grub, Ebu Bekir (r.a)'ın hastalığında onu ziyaret etmek üzere girdiler ve:

    "Sana bir doktor getirelim mi?" dediler, O:

    "Doktor beni gördü" dedi.

    "Sana ne dedi?" diye sordular:

    "Ben dilediğimi yapanım, dedi"
    diye cevab verdi

  4. #64
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Burûc suresi ayet 17
    "Geldi ya sana! O orduların haberi!"

    Yani ey Muhammed, o kâfir ve peygamberlerini yalanlayan toplulukların haberi sana gelmiş bulunmaktadır.
    Bu buyruk ile ona (Peygambere) ünsiyet vermekte ve onu teselli etmektedir. Sonra bunların kim olduklarını açıklayarak:

    Burûc suresi ayet18
    "Firavun ile Semûd'un"

    diye buyurmaktadır. Burada bu iki lafız da "ordular" anlamındaki lafızdan bedel olarak cer konumundadırlar. Yani, şüphesiz ki sen, bunların peygamber ve rasulllerini yalanlamaları üzerine Allah'ın onlara neler yaptığını bilmiş bulunuyorsun. "Hayır!" Şu sana iman etmeyen,

    Burûc suresi ayet 19
    "Hayır! bu kâfir olanlar" kendilerinden öncekilerin yaptıkları şekilde seni "yalanlamaktadırlar."

    Özellikle Firavun ve Semûd'u sözkonusu etmesi, Semûd'un Arap topraklarında yaşamış olmaları, onların kıssalarının Araplarca -eski dönemlerde yaşamış olanlardan olmakla birlikte- meşhur olmasıdır. Firavun'un durumu da kitab ehli ve diğerleri nezdinde meşhur idi, O da son dönemlerde helak edilenlerdendi, Böylelikle bu ikisinin sözkonusu edilmesi, helak hususunda kendileri gibi olanların da helak edileceğine delil olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

  5. #65
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Burûc suresi ayet 20
    "Halbuki Allah, onları arkalarından kuşatandır."

    Yani Firavun’un başına indirdiği belaların benzerini bunların başına indirmeye kadirdir. Etrafı kuşatılan kimse tıpkı muhasara altına alınmış bir kimse gibidir. Allah, onları çok iyi bilendir. O bakımdan Allah, onları cezalandıracaktır, demek olduğu da söylenmiştir.

  6. #66
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Burûc suresi ayet 21
    "Doğrusu o, çok şerefli bir Kur'ândır."

    Şerefi, cömertliği, bereketi sonsuzdur. O insanların ihtiyaç duydukları din ve dünya ahkamına dair bir açıklamadır. Müşriklerin iddia ettikleri gibi değildir.

    "Mecid: Çok şerefli" yaratılmamış anlamındadır, diye de açıklanmıştır.

    Burûc suresi ayet 22
    "Levh-i Mahfuzdadır."

    Levh-i Mahfuz’da olan, yani her türlü tahriften, her türlü bozulmadan, her tür-lü eksiklik ve fazlalıktan muhafaza edilmiş, Allah katında sabitleştirilmiş, kıyâmete kadar insanları hakka, hidâyete, doğruya, cennete ulaştıracak bir kitap.

    Levh-i Mahfuz; Arapça'da korunmuş levha demektir. İslâm'da olmuş ve olacak her şeyin yazılmış olduğu manevî levhayı dile getirir. Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilgilidir. Korunmuş (mahfuz) olarak nitelenmesinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak olmasıdır. Kur'an'-da Ümmü'l-Kitap (Kitapların Anası, Ana Kitap), Kitabun Hafîz (Koruyan Kitap), Kitabun Mübîn (Apaçık Kitap), Kitabın Meknun (Saklanmış Kitap), İmamun Mubîn (Apaçık İnen Kitap) ve sadece kitap olarak da anılır. İnsanların başlarına gelecek şeyleri de ihtiva ettiği için Kitabul-Kader (Kader Kitabı) da denir.

    Levh-i Mahfuz adı Kur'an'da yalnız bir âyette geçer. Bu âyette Kur'an'ın Levh-i Mahfuz'da bulunduğu bildirilir. Ancak hiçbir tanım ge-tirilmez. Buna karşılık birçok âyette nitelikleri belirtilerek tanımlanır.
    Buna göre Levh-i Mahfuz içinde hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı (En'-âm, 6/59),
    olacak şeylere ait bilgileri saklayan (Gâf, 50/4), yeryüzüne ve insanlara gelecek tüm belaların yazılı bulunduğu (Hadîd, 57/22)
    her şeyin sayılıp tespit edildiği (Yâsîn, 36/12),
    gökte ve yerdeki tüm gizliliklerin açıkça belirtildiği (en-Neml, 27/75),
    temiz yaratılan melek-lerden başka kimsenin dokunamayacağı apaçık, korunmuş, koruyan, saklanmış ve ana kitap'tır.

    elinizde böyle korunmuş şanlı bir kitap durmaktadır. Öyleyse sağda solda kurtuluş aramayın! Buna gelin! Bununla beraber olun ki kurtulasınız. Unutmayın ki kitapsız kurtuluş mümkün değildir!”

  7. #67
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Tekvir suresi ayet 1
    Güneş, köreltildiği zaman,

    Güneşin dürülmesi hakkında kullanılan 'Tekvir', eşsiz bir anlatımın ifadesidir. Arapçada 'Tekvir', dürülmek, sönmek, sarmak anlamına gelir. Örneğin başın üzerine sarığın sarılması şeklinde ifade edilir. Çünkü sarık açık iken dağılır. Bu münasebetle Tekvir, güneş ışınlarının yayılmasına benzetilmiştir. Yani güneş ışınları, sarık gibi dağılmış ve etrafa yayılmıştır. Kıyamet gününde de sarık gibi toplanacak ve o zaman güneş sönecektir

    Tekvir suresi ayet 2
    Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,

    Yani güneş sistemi dağılmış olacak ve yıldızlar sönecektir. Çünkü (kederet) karanlık anlamında kullanılmıştır. Yıldızlar yalnızca dağılmakla kalmayacak, aynı zamanda da söneceklerdir.

    Tekvir suresi ayet 3
    Dağlar, yürütüldüğü zaman,

    Başka bir ifadeyle, yerçekimi ortadan kalkacak ve dağlar ağırlıklarını kaybedip, yerlerinden sökülerek yürütüleceklerdir.

    Tekvir suresi ayet 4
    Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,

    Araplara kıyamet gününün şiddetini idrak ettirebilmek için, en iyi açıklama tarzı seçilmiştir. Çünkü o zaman bugün olduğu gibi otobüsler, kamyonlar yoktu ve develer Arapların en kıymetli varlıklarıydı. Özellikle gebe develer daha da kıymetliydi. Bunun için Araplar develerine çok iyi bakarlar ve onları kaybolmasınlar diye korurlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek, o gün çok büyük bir afetle karşı karşıya kalacaklar demektir. Öyleki en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenemeyeceklerdir.

    Tekvir suresi ayet 5
    Vahşi-hayvanlar, bir araya toplandığı zaman,

    Dünyayı genel bir afet sarınca, her türden vahşi hayvanlar bir araya toplanır ve o zaman yılanlar ısıramaz, arslanlar parçalayamaz hale gelirler.

  8. #68
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Tekvir suresi ayet 6
    Denizler, tutuşturulduğu zaman,

    Bu ayette "succiret" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime 'tescir' den mazi-meçhul sigasıdır. Tescir, Arapça'da tandır içindeki ateşi tutuşturmak, körüklemek anlamına gelir. Gerçi denizlerin tutuşturulması insana ilk bakışta tuhaf gelebilir ama eğer suyun gerçek yapısını dikkate aldığımız zaman, bunun hiç de tuhaf olmadığını görürüz. Bu öyle bir mucizedir ki, Allah (c.c) suyu iki farklı gazdan (oksijen ve hidrojen) yaratmıştır. Biri (oksijen) ateşin yanması için gereklidir, ikincisi (hidrojen) ise, kendi kendine tutuşarak ateş alır. Bu iki gaz birleştiğinde suyu meydana getirirler ve ateşi söndürücü bir özellik alırlar. Allah Teâlâ işte bu hususa dikkati çekmektedir. Yani bu iki gaz birbirinden ayrıldığında, hidrojen kendi kendine tutuşur ve oksijen de bu ateşi hızlandırır. Zaten bu gazların asıl özellikleri de budur.

    Tekvir suresi ayet 7
    O zaman ki nefisler çiftleşir.

    İnsanlar ölümden sonra tekrardan ruhen ve bedenen diriltileceklerdir.
    Bu ayetlerden itibaren kıyametin ikinci safhası başlar.

    Tekvir suresi ayet 8
    Ve 'diri olarak toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:

    Katade diyor ki: "Cahiliye döneminde bir kısım insanlar, kız çocuklannı sevmez ve onları diri diri toprağa gömüp öldürürlerdi. Buna mukabil köpekleri*ni beslerlerdi. İşte Allah teala onlann bu halini bu âyet-i kerimeile kınamıştır.[

    Tekvir suresi ayet 9
    "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"

    Bu ayetler Allah'ın (c.c) nefret ve gazabının ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ'nın bundan daha fazla nefret ve gazab gösterebileceği tasavvur edilemez adeta.
    Allah'ın (c.c.) gözü önünde, kız çocuklarını diri diri gömen anne ve babalar çok büyük bir nefret kazanmışlardır. Allah (c.c.) orada onlarla muhatap olmayacak ve 'Bu masum yavruyu niçin katlettiniz?' diye onlara soru bile sormayacaktır. Onlardan yüzçevirerek, o masum yavruya "senin ne kabahatin vardı ki, seni katlettiler?" diye soracaktır. İşte o zaman masum kız çocuğu uğradığı zulmü, yani anne ve babasının onu nasıl diri diri toprağa gömdüklerini anlatacaktır. Ayrıca bu iki ayette çok önemli iki konu, birkaç kelime ile açıklığa kavuşturulmuştur. Birincisi Araplar'a şu husus anlatılmak isteniyor: "Sizler öylesine sapıklık içindesiniz ki, kendi çocuğunuzu yine kendi ellerinizle diri diri toprağa gömüyor, bunca cehalet ve sapıklığınıza rağmen, Hz. Muhammed'in (s.a) getirdiği hidayeti inkâr ederek ıslah olmayı dahi kabul etmiyorsunuz." İkincisi bu, ahiret ve hesap günü için çok açık bir delildir. Çünkü diri diri toprağa gömülen o çaresiz ve mazlum yavrunun, bu dünyada hiçbir hâmisi ve yardımcısı olmamış, ona insaf ve adalette bulunulmamıştır. Yani cahiliyye toplumu bu çirkin ve korkunç fiile seyirci kalmış, anne ve babası hiç utanmamış ve hiç olmazsa akrabaları dahi müdahalede bulunarak karşı çıkmamışlardır. Kısaca cahiliyye toplumu bu mücrimleri ne kınamış ne de onlara bir ceza vermiştir. Oysa Allah'ın (c.c) saltanatı içerisinde, bu kadar büyük bir zulme uğramış kimselerin haklarının yerini bulmaması mümkün müdür?
    Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmelerinin çeşitli nedenleri vardı. Birinci neden, mâli-ekonomik idi. Çünkü fakirlikten ötürü aile fertlerinin az olması isteniyordu ve erkek çocuklar büyüdükten sonra aile bütçesine katkıda bulunurlar ümidiyle yetiştiriliyorlardı. Fakat kız çocuklar büyüdükten sonra evlenecekleri için daha küçük yaşta iken öldürülüyorlardı. İkinci neden ise, genel kargaşa ile kabileler arasındaki sürekli savaş idi. Erkek çocuklara, büyüdüklerinde savaş zamanlarında yararlı olmalarından ötürü önem gösteriliyordu. Oysa kız çocukları savaş zamanlarında bir işe yaramadıkları gibi, ayrıca korunmaları da gerekiyordu. İşte bu nedenden dolayı kız çocuklarını daha küçükken öldürüyorlardı. Üçüncüsü Arap kabileleri birbirlerine hiç haber vermeden savaş açarlar ve esir aldıkları kızları ya pazarda satarlar ya da kendileri cariye olarak kullanırlardı. İşte tüm bu nedenlerden ötürü Arapların kadının doğumundan önce bir çukur kazdıkları ve doğan çocuk kız olursa onu çukura atarak diri diri gömdükleri rivayet olunur. Şayet anne yavrusunun gömülmesine karşı çıkar yahut anne tarafından akrabalar mâni olurlarsa baba mecburen bir süre çocuğa bakar ve bir fırsat bulduğunda, kızı çöle götürerek diri diri gömerdi. Bir gün bir müslüman bu çirkin fiili kendisinin işlediğini anlatmıştır.
    Bu rivayet Dârimî'nin Süneni'nin 1. babı'nda beyan olunmuştur: 'Bir adam Rasûlullah'a (s.a.) geldi ve cahiliyye döneminde şöyle yaptığını anlattı; "Benim küçük bir kızım vardı ve beni çok severdi. Öyle ki ben onu çağırdığım zaman koşa koşa yanıma gelirdi. Birgün yine ben onu çağırdım ve koşa koşa yanıma geldi. Sonra onu beraberime alarak, yolda rastladığımız bir kuyuya onu elinden tutarak attım. Kulaklarıma gelen son sözleri "babacığım, babacağım" diyen çığlıklarıydı.' Bunları duyunca Rasûlullah'ın (s.a) gözlerinden yaşlar süzüldü. Ve bunun üzerine orada hazır bulunanlardan biri: 'Ey filan! Sen Rasûlullah'ı (s.a.) üzdün' dedi. Rasûlullah (s.a) 'ona engel olmayın, neler hissettiğini anlatsın' diyerek o adama 'bu olayı yeniden anlat' diye buyurdu. O şahıs da bu olayı yeniden anlatınca, Rasûlullah (s.a) mübarek sakalı ıslanıncaya değin ağladı. Daha sonra ona 'cahiliyye döneminde yaptığın için Allah (c.c.) seni affetti. Kendi hayatına yeniden başla' diye buyurdu."
    Bunu 'kız çocuklarının katledilmesini kötü kabul eden hiç kimse yoktu' şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü bir toplum ne kadar bozulmuş olursa olsun herşeye rağmen iyilik duygularından tamamen yoksun olması düşünülemez. Bunun için, Kur'an, olayı uzun uzun açıklama cihetine gitmemiştir. Sadece dehşet verici ve çok keskin bir tavırla, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına 'sen ne yaptın ki, seni diri diri toprağa gömdüler' diye sorulacağı bir vaktin muhakkak geleceği anlatılmıştır. Arapların cahiliyye dönemlerinde bu çirkin fiilin işlenmesine rağmen, iyi karşılanmadığı da vâkidir. Örneğin Tabârânî'nin bir rivayetine göre şair Ferezdak'ın dedesi Sa'sa bin Naciye el-Mücasi, bir gün Allah'ın (c.c.) elçisine (s.a) "Ya Rasûlallah! Ben cahiliyyede bazı iyi işler de yaptım. Bunlardan birisi ben 360 kız çocuğunu diri diri toprağa gömülmekten kurtardım ve her çocuğu kurtarmak için iki deveyi karşılık olarak verdim. Bana bu iş için de bir mükâfat var mıdır?" Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Evet vardır. Bunun mükâfatı Allah'ın (c.c.) seni İslâm'ın nimetine kavuşturmasıdır."
    Gerçekten bu İslâm'ın büyük nimetlerindendir. Öyle ki, Araplar da böyle bir zulme son verdiği gibi ayrıca kız çocuklarının doğmalarının kötü bir hadise ve musibet olduğu, dolayısıyla bu musibete mecburen katlanılması gerektiği anlayışını da ortadan kaldırdı. Bu anlayışın tam aksine İslâm'da kız çocuklarının terbiye edilmesi ve onların iyi birer hanımefendi olarak yetiştirilmesi teşvik edilmiştir. Resûlullah'ın (s.a) kız çocukları hakkındaki düşünce ve inançları nasıl değiştirdiği birçok hadislerle sabittir. Burada örnek olarak birkaç hadisi zikrediyoruz.
    - Eğer bir kimse kendisine kız çocuğu verilerek imtihan edilmiş ve o da çocuğuna iyi muamele etmişse, bu ameli onu cehennem ateşinden korur. (Buhari, Müslim)
    - Eğer bir kimse iki kız çocuğu büyütmüşse, kıyamet günü onunla benim aram şöyle olacaktır, diyerek Rasûlullah (s.a.) iki parmağını gösterdi. (Müslim)
    - Eğer bir kimse üç kız çocuğunu ya da kızkardeşlerini iyi terbiye etmiş ve onlara şefkat göstermiş ve kendisine ihtiyaçları kalmayıncaya kadar büyütmüşse, bu kimse için cennet vacip olur. Bir şahıs, ya Rasûlallah iki çocuğu olsa? dediğinde Rasûlullah (s.a.) , evet ona da cennet vacip olur, dedi. Bu hadisi rivayet eden İbni Abbas (r.a) buyuruyor ki, "Eğer bir kimse Rasûlullah'a "bir kız çocuğu?" diye sorsaydı. Ona da aynı cevabı verirdi. (Şerh-us-Sunne)
    - Eğer bir kimse, kız çocuğu doğduğunda, onu diri diri toprağa gömmeyerek, onu zelil etmemiş ve erkek çocuklarını ondan üstün tutmamış ise Allah (c.c.) bu adama cenneti nasip edecektir. (Ebu Davud)
    - Eğer bir kimsenin üç kız çocuğu doğar ve o da sabrederse, imkânlarına göre onlara iyi bakar, iyi yedirir, iyi giydirirse, kıyamet günü onlar onu cehennem ateşinden korurlar. (Buhari, İbni Mace)
    - Eğer bir müslümanın iki kız çocuğu varsa ve o onları iyi yetiştirirse, bu onun cennete girmesine vesile olur. (Buhari, el-edebül-müfred)
    - Rasululah Şuraka bin Cûşum'a şöyle buyurdu: "Ben sana en büyük sadakanın ne olduğunu haber vereyim mi?" Şuraka "Söyleyin ya Rasullahlah" dedi. "Kızın boşandıktan veya dul kaldıktan sonra sana gelirse ve senden başka geçimini sağlayan yoksa, ona bakman en büyük sadakadır." (Buharî, el-edebül-müfred)
    Bu talimatlar sadece Araplarda değil, İslâm nerelere yayılmışsa oradaki kadın hakkında olan düşünceleri değiştirmiştir.

  9. #69
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Tekvir suresi ayet 10
    Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,

    Defterler neşredilecek. Hesap, kitap için, ceza ve mükâfat için amel defterleri açılacak, neşredilecek. Hani adam yazar yazar da ben ölünce bu yazdıklarımı neşredin diye yazıp çizdiklerini bir yerlere verir ya. İşte aynen onun gibi, dünyada kendi doldurduğumuz, kendi yazdığımız defterlerimiz neşredilecek. Yaptık mı, yapmadık mı? İşledik mi, işlemedik mi? Çocuklarımızı gömdük mü, gömmedik mi? Onları dinsiz bırakarak öldürdük mü, öldürmedik mi? Çevremizdeki ölüleri diriltmeye gittik mi gitmedik mi? Bu uğurda hem kendimizi hem çevremizi, çoluk çocuğumuzu, hem çevremizi dirilmek için kaç kere gittik? Ne kadar bunu dert edindik? Ne kadar zaman ayırdık? Başka ye-re gitmeye gerek yok. Çok lafa da gerek yok. İşte defterde hepsi yazılı. Amel defterleri açılmış ve her şey ortaya dökülmüştür

    Tekvir suresi ayet 11
    Gök, sıyrılıp yüzüldüğü zaman

    Sonra semâ yarıldığında. Gök yerinden oynadığında. İmtihan döneminin bitmesi ve hesap, kitap döneminin başlamasıyla semânın defteri de dürüldüğünde. Kıyametin konu edildiği her bölümde semânın yarılması, şak şak olması, semâlığının bitirilmesi söz konusu edilir. Pek bilemiyoruz. Semâ nasıl yarılacak? Bu sadece o gün olacağı için bugünden bilemiyoruz. Semâ yerinden oynatıldığında, semânın yarılması söz konusu. Bugünkü bilgimizle bunu anlamak mümkün değil. Zira bir şey ona tümüyle ihata edilemiyorsa bilinemez. Semânın eni boyu belli değil. Semâyı tümüyle ihata edecek bir bilgimiz yok.

    Meselâ dünyanın hiçbir yerini bilmeyen, sadece küçük bir köyünde doğup büyüyen bir adam evinin damının sallanmasından kâinatın sallandığını nereden bilecek? Bilemez bunu değil mi? İşte aynen bunun gibi deniyor ki dünya yarılacak. Nasıl yarılacak? Neresinden yarılacak? Atmosferle birlikte mi yarılacak? Dünyaya yakın bölümü mü yarılacak? Veya madde olduğuna inanılmayan, yani madde kabul edilmeyen bir kâinat ayla güneş arasında, dünya ile güneş arasında bir boşluk var da orası mı yarılacak? Yani aradaki bu boşluklar mı yarılacak? Nasıl olduğunu, nasıl olacağını bilmiyoruz ama Rabbi-miz haber verdiği için aynen inanıyoruz. Evet sema yarılacak

    Tekvir suresi ayet 12
    Cehennem ateşi çılgınca kızıştığı zaman,

    Cehennem kızıştırıldığı, daha bir alevlendirilip tutuşturulduğu, cennet de yaklaştırıldığı zaman. Cehennemin insan ve taşla tutuşturacağını biliyoruz. Cehennemin tutturağı insan ve taşlardır. Atıldıkça biraz daha tutuşturulacaktır. Cehennemin binlerce yıllık boşluk olduğunu sünnetten biliyoruz. Orada irin insanlara içirileceğini, gözlerin oyulacağını, beyinlerin patlatılacağını, karınların deşileceğini, insanların insanlıktan çıkarılacağını, derilerin soyulup eritileceğini biliyoruz. Ama fırın yakılır da daha bir odun atılarak kızdırılır ya. Veya soba ya-kılır, yakılır da üşüdük deyince kömür ya da odun atılarak daha bir ya-kılır ya. İşte anlıyoruz ki cehennem de yeni misafirlerini, yeni konuklarını bekleme, karşılama adına daha bir kızıştırılacakmış. Hani Nebe’ sûresi:
    Diyordu ya. Cehennem pusu kurmuş, müşterilerini bekliyor. Kütüklerini bekliyor diyordu ya. İşte müşterilerini görünce biraz daha kızıştırılıp tutuşturulacaktır cehennem.

    Tekvir suresi ayet 13
    Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,

    İşte bu cennet sizi ona varis kıldığımız cennettir. Bunu anladık da cennete varis olmayı acaba nasıl anlayacağız. Peki cennette kim ölmüş de biz onların malına, makamına varis olmuşuz? Anlayabildiğimiz kadarıyla bunun mânâsı şudur. Bir hadisten anlıyoruz ki Hz. Adem atamızdan bu yana dünyaya gelen her bir insan için ister mü’-min ister kâfir olsun, biri cennette ötekisi de cehennemde olmak üzere iki yer, iki makam yaratılmaktadır. Yeryüzüne gelen bu insanlardan her kim ki küfrü tercih eder ve Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayarak sonunda cehenneme giderse, onun cennetteki makamı boş kalmaktadır. Cennete gidenlerin de cehennemdeki makamları boş kalmaktadır. İşte cehenneme giden kâfirlerin cennetteki boş kalan yerleri, makamları mü’minlere verilecek, mü’minlerin cehennemde boş kalan yerleri de kâfirlere verilecektir. İşte biz böylece kâfirlerin cennetteki makamlarının tümüne varis olacağız.

    İşte kâfirlere, cehennemliklere bu kaybettikleri cennetleri, makamları gösterilecek onlara ve denecek ki, işte burası sizindi, burayı kendiniz kaybettiniz. Böylece anlıyoruz ki mü’minler iki kere sevinecekler, kâfirler de iki kere kahrolacaklardır. Mü’minler girecekleri cenneti görünce bir sevinecekler, kurtuldukları, azat oldukları cehennemi görünce bir daha sevinecekler. Çünkü cenneti kazanmış olmak ayrı bir nîmet, cehennemden kurtulmuş olmak ayrı bir nîmettir. Kâfirler de iki kere kahrolacaklar. Çünkü cehennemi boylamak ayrı bir azap, cenneti kaybetmiş olmak ayrı bir yıkılıştır. Adam cennetteki kaybettiği yerini, makamını gördükçe: “Tüh be! Yuh olsun bana! Demek burası benimdi ha! Demek burayı ben kaybettim ha! Demek bu makamı ben yitirdim ha!” diyerek kahrolacak ve sürekli azap içinde olacaktır.

    Tekvir suresi ayet 14
    (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip öğrenmiştir.

    O gün kişi kendisi için neyin hazırlandığını bilip anlayacaktır. Yaşadığı bir dünya hayatının sonunda, işlediği amellerinin karşılığı olarak kendisine neresinin hazırlandığını anlayacaktır.

    O gün insan neye sa’y ettiğini? Ne adına ve nerede sa’y ettiğini anlayacaktır. Dünyadayken nereye yönelmiş? Nereye gidiyormuş? Yaşadığı hayat kendisini nereye götürüyormuş? Amelleri hayat programı kendisine neresini hazırlamış, bunu anlayacak o gün. Ama anlamaz komaz olsun. Ne kıymeti var artık bunu anlamanın. Geçmiş olsun. Dünyada anlayacaktı bunu. Dünyada aklını başına alacak ve geleceği için hazırlık yapacaktı.

    Kişi o hengamede bilecek ve anlayacak. Yaşadığı dünya hayatı kaç paralık bir hayatmış? Amellerinin gramı neymiş? Ciğeri kaç paralıkmış? Barsağının değeri neymiş? Hayatının değeri neymiş? A-mellerine karşılık neresi kendisine verilmiş? Kaç puan almış? Yaşadı-ğı bir dünya hayatının sonunda kendisine ne hazırlanmış? Cehennem mi, cennet mi? Köşk mü, azap mı, bunu anlayacak.

    Meselâ dünyada bir yere adam alınacak, beş bin kişi imtihana giriyor, beş kişi kazanıyor. Kazananların listesi okunuyor. Bir falan, iki falan, üç filan, dört ve beş bitti. Diyelim ki kazananların içinde bizim ismimiz çıkmadı. Nihâyet kazanmadık yani sonunda ceza filan yok, sadece kazanamadık. Ama bir olay düşünün ki, meselâ bir cinâyet iş-lenmiş, bin tane zanlı var, bunlardan beş kişi işlemiş suçu. Deniyor ki, şu anda suçluları okuyoruz. Düşünün o anda ismi okunanların durumunu. Ama bu da öyle insanın ödünü patlatacak bir şey değil. Nihâyet dünyada biten bir ceza ile sonuçlanacak. Ama öbür taraftaki anlamayı bir düşünün. Adam anlamış ki ebedîyen cehennemlik. Ebedîyen ateşin ve azabın içinde. Bunun yıkılışını bir düşünün. Artık dünya dolusu mal da verse işi bitiktir.

    Peki ne yapalım? Acaba ne yapsak? Nasıl etsek de böyle bir duruma düşenlerden olmasak? İslâm insanı böyle çaresiz ortada bı-rakmaz. Eğer gerçekten çare arıyor, akıl yoruyorsanız, gerçekten bu-nu dert ediniyorsanız işte cevap. Hayır hayır! Bu anlayışınızı değiştirin. Bu malla mülkle, evle arabayla, arsayla, bu karıyla, kızla, makamla mansıpla aldanmayı bırakın.

  10. #70
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Kurandan Okuyalim

    Tekvir suresi ayet 15
    «Yemin ederim o (gündüzleyin) sinip gizlenen (yıldız)lara; (geceleyin) ortaya çıkıp gözükenlere..»

    Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed'in (A.S.) kalbine indirilen ilâhî vahyin gücünü, erişilmezliğini ve her bakımdan insan gücünü aştığını belirtirken konumuzu oluşturan âyetlerle, astronomi konusunda iki önemli bilgi veriyor:

    1- Yıldızlar hem kendi yörüngelerinde, hem de bağlı bulundukları sistemlerle birlikte hareket halindedirler. Zira «hunnes» ve «künnes», «ce-vari» kelimesiyle birlikte «dönüp dolaşarak eski yerine gelmek ve sinip belirsiz olmak» mânasına delâlet eder.

    2- Yıldızların geceleri gözükmesi, gündüzleri belirsiz hale gelmesi güneşle dünyamız arasındaki durumla ilgili bir olaydır. Şöyle ki, âyette yıldızların bizatihi ışık kaynağı olmadıkları, sadece güneşten alıp yansıttıkları vurgulanıyor ve araştırıcılara ip ucu veriliyor.

    Tekvir suresi ayet 16.
    Akıp saklanıveren yıldızlara andolsun.

    "Hunnes": Hanis lâfzının çoğuludur. Geri dönen, saklanan şeyler demektir. Ahuların ağaçlıklar arasında gizlenmeleri gibi. "Künnes" de Kani; lâfzının çoğuludur, yuvalarına girip kaybolan şeyler manasınadır. Burada bunlardan maksat, ya Zühal, Müşteri, Merrih, Zühre ve Utarit denilen beş yıldızlardır ki: Gündüzleri kaybolup geceleri doğarlar. Veyahut maksat, bütün yıldızlardır ki: Gündüzleri göze görünmezler, geceleri ise göze görünürler..

    Tekvir suresi ayet 17
    «Karanlığa gömülüp gelen geceye..»

    Âyette «âsâse» fiili kullanılmıştır ki bu, iki zıt mânaya delâlet eder: Yüz çevirip gelmek, arka dönüp gitmek..

    el-Ferrâ'a göre : Bu, daha çok arka dönüp gitmek mânasına yaygın bir kavramdır. Cevherî de aynı hususu belirtmiştir. O halde âyeti şu iki manâ ile yorumlamamız mümkündür: Gece, karanlığıyla arkasını dönüp gittiği veya yüz çevirip geldiği zaman..


    Tekvir suresi ayet 18
    «Teneffüs eden (ağarıp nefes nefes belirginleşen) sabaha..»

    Teneffüs, alınan havayı dışarı vermek mânasına geldiği gibi, ayrılıp bölünme, kademeli belirme mânalarına da delâlet eder. Bu, daha çok sabahın yavaş yavaş aydınlığını aksettirmesine ve o demlerde canlıların tatlı ve okşayıcı esen havayı teneffüs etmelerine de işaret olabilir.

    Cenab-ı Hakk'ın Dört Şey İle Yemin Etmesi

    Şüphesiz ki Allah'ın eşyadan veya olaydan biriyle veya birkaçıyla yemin etmesi, o şeyin insan hayatından yana önemine ve ilâhî düzenin kusursuz işleyişine açık delil sayılır. Çünkü eşyayı belli hizmetler çerçevesinde programlayan O'dur. İnsanların yararına var kılıp hazırladığı her şey, şükrü karşılanmayacak kadar değerlidir ve aynı zamanda ilâhî kudreti yansıttığı için de kutsaldır:

    Böylece dört önemli konu üzerinde durulup her birinin ezelde çizilen esasa göre gerçekleştiğine işaretle ilâhî kudret ve sanatın erişilmezliği anlatılmakta ve Melek Cibril vasıtasıyla indirilen Kur'ân âyetlerinin insan kudretini aşarak her cümlesiyle ilâhî kaynaktan süzülüp Hz. Muhammed'in (A.S.) pâk ve nezîh kalbine ilka edildiği bildirilmektedir.

    O bakımdan Kur'ân'ın insan sözü, onun kafasının ürünü olmadığı, Melek Cebrail'in kalbine ve diline aktarıldığı. Onun da bu yüce emaneti aynen Hz. Muhammed'e (A.S.) teslim ettiği vurgulanmakta ve en ince hesaplarla

    Nasıl yıldızları mevcut özellikleriyle yaratıp kusursuz bir plâna göre fezaya serpiştiren biz değilsek; gece ve gündüzü biteviye oluşturup devam ettirmek de bize ait değilse, ilâhî beyân ve belâğati bütün haşmetiyle kendinde taşıyan Kur'ân da insanoğlunun eseri değildir ve olamaz da.. O halde Allah'ın kitabına bu acıdan bakıp onu incelememiz farzdır. Okumadan, inceliğini, yüceliğini kavramadan, mükemmelliğini, erişilmez-liğini tesbit etmeden ona inanmak fazla önem taşımıyacağı gibi, onu red ve inkâr etmek de hiçbir olumlu sonuç vermeyecektir. Aksine münkirin bilgisizliği, ilgisizliği, araştırmadan hüküm vermeye kalkıştığı, anlamadan neticeye varmak istediği ortaya çıkar ki bu, son derece gülüne ve aptalca bir tutum ve tavır olmaktan ileri geçemez.

Sayfa 7/30 İlkİlk ... 56789 ... SonSon

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •