Dilenci bile olsa gelen, kapıdan çevirmek olmaz.
Ekmek kapısı bilmiş, kısmet kapısı bellemiş der, el kapısına göndermeyiz.
Kapı gibi adam, uzaktan görünce ama eğilir de bükülür sevgilinin kapısına yüz sürünce, Kâbe’nin kapısına erince.
Nice kapılar açılır, Cümle Kapısı’na gelince.
Hakikat ve muhabbetin yoluna düşenin visalinde, Dergâh Kapısı…
Hakkın kapısına müptela olmuş aşığın düşünde, Cennet Kapısı…
Merhamet ve mağfiret dileyenin nasibinde,
Tövbe Kapısı…
On sekizinci yüzyıl İngiltere'sinin ünlü ressamlarından William Holman Hunt'ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Bir bahçeyi tasvir eden bu tablosuna, Hunt 'Kainatın Işığı' adını vermişti. Tablo geceleyin elindeki fenerle bir bahçede duran bilge görünümlü bir adamı resmediyordu.Adam serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler halde duruyordu.
Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri :"Güzel tablo doğrusu. " demişti Hunt'a."Ama anlamını bir türlü kavrayamadım.Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı?Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da..."
Ressam gülümsedi.Tam da bu soruyu bekler gibiydi:
"Adam alelade bir kapıya vurmuyor" dedi. "Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için de kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur."
Bir düşün,
Sevgili'nin kapısı olsaydın, kapıyı kendine açar mıydın??
Kendimden kendime açılan, kolu içerde, dışarıdan açılmayan, kendimden geçmeden kendime açılmayan...
-alıntı-
Gönle kilit vurulmaz.
En ummadığın yerden girer giren
Aç gönül kapılarını, baharlar girsin
Yüreğin aşka kansın, özlemin dinsin
Allah dostlarından Salih Mürri :
“-Bir kimse kapıyı ısrarla çalarsa bu kapının açılıvermesi umulur”
Rabiatü’l-Adeviyye :
“ -Bu kapı ne zaman kapandı ki açılması söz konusu olsun! ”
Düşünmelisiniz:
Nasıl bir kapıdasınız?
Çünkü insan, ömür boyu bin bir kapıdan geçip gitmekte.
Her kapı bir yere açılmakta. Eşikten ileri adım atmadan önce düşünmelisiniz:
Hangi kapıdasınız?
Dikkatli bakın:
Kapı var; yaldızlı, süslü-püslü, kocaman, fakat cehenneme açılıyor.
Kapı var; bazen cazibeli bazen cazibesiz, ama cennete açılıyor.
Eşikten adım atınca bir kapı Rahmân’a çıkmakta, bir kapı şeytâna çıkmakta.
Kapılar var gerçeğe ait. Kapılar var yalana ait.
Bir kapı göklere, bir kapı yerin dibine doğru...
Nefsin kapısı farklı, kalbin kapısı farklı...
Bir yanda cami kapısı, bir yanda pavyon kapısı dolu bu dünyada.
Bir kapı hayvanlık ahırına, bir kapı insanlık mutfağına...
Kimi ölüm kapısı, kimi hayat kapısı...
Şifa, ekmek ve kazanç kapısı da var; zehir, belâ ve iflâs kapısı da.
Gayretin kapısı ayrı, tembelliğin kapısı ayrı...
Bir kapı büyük sanat ve saltanatın kapısı, bir kapı da cüce sanat ve sahteciliğin kapısı...
Bir yanda yanlışların, yabancıların, yabanîliğin yok eden kapısı, bir yanda öz benliğin, öz sanatın, öz kültürün kapısı.
Bir yanda cehaletin kapısı, bir yanda ilmin ve kütüphanenin kapısı...
Bir yanda mağlûbiyetin bir yanda zaferin kapısı...
Bir yanda Nemrutların, Firavunların, Ebû Cehillerin geçip gittiği ve battığı kapılar,
Bir yanda da İbrahimlerin, Musaların, Ahmedlerin şeref saçtığı kapısı.
Bir yanda sefihlerin ve sefillerin kapıları,
Bir yanda Yûnusların, Mevlânâların, Hüdâyîlerin, Fatihlerin ve Alparslanların kapıları.
Her kapının yapısı ve özellikleri birbirinden tamamen farklı.
Her kapıda motifler, işlemeler, açılımlar, gidişler, hevesler, duruşlar, adımlar, davranışlar, yapılanlar ve elde edilenler apayrı, muhtelif.
Yûnusların kapısı gönüllere;
Hüdâyîlerin kapısı yüce saltanata;
Fatihlerin kapısı feth-i mübinlere;
Alparslanların kapısı baştanbaşa koca bir Anadolu’ya çıkmakta.
Çünkü onların kapılarında îman var, irfan var, hidayet var, hakîkat var, hedef var, gaye var, gerçek bir aşk var, sefer var, zafer var.