Sayfa 1/2 12 SonSon
17 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Adem A.s

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Adem A.s

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
    Bakara suresi ayet 30
    Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. Allah: Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim dedi.

    Buraya kadar geçen ayetlerde insandan Allah'a itaat etmesi isteniyordu; çünkü O, yaratıcıdır, Hakim'dir, ölüm ve hayatı belirleyendir; çünkü O, insanın yaşadığı evrenin Sahibi ve Hakimi'dir. Bu ayetlerde ise insan, yeryüzünde halifesi olduğu Allah'a itaat etmeye davet ediliyor. Bu nedenle insan, Allah'a itaat etmesi, O'nun Hidayet'ine tâbi olması ve sürekli kendisine düşman olan, onu saptırmak için fırsat kollayan şeytana uymaması konularında uyarılıyor. Eğer şeytanın aldatmalarına uyarsa en büyük suç olan Allah'a isyana kalkışmış olarak, korkunç bir sonla karşılaşacaktır.
    Kur'an burada insanlık tarihinin bir bölümüne, başka türlü ispatlanması mümkün olmayan insanın yaratılışına ışık tutuyor. Şüphesiz bu daha güvenilir bilgi, sadece tahmine ve yerin altından çıkarılan kemiklere dayanan "bilgi"den, çok çok daha önemlidir. Her şeyin ötesinde bu bilgi insanı, zavallı bir evrim yaratığı seviyesinden, Allah'ın en şerefli yaratığı, melekler ve her şeyin secde ettiği Allah'ın yeryüzündeki halifesi seviyesine çıkarmaktadır.

    "Melek", sözlükte elçi, özellikle Allah'ın elçisi anlamlarına gelir. Melekler kişilikleri olmayan soyut güçlerden ibaret değildirler. Onlar kişilikleri olan varlıklardır ve Allah'ın mülkünü yönetmek üzere görevlendirdiği elçilerdir. Hem meleklerin varlığını reddeden materyalistlerin, hem de onları Allah'a ortak koşan veya onları Allah'a ibadette aracı kabul eden cahillerin hatalı oldukları, Kur'an'dan açıkça çıkarılabilir.

    Halife, kendisine otorite tarafından verilen görevleri, onun yerine kullanan kişidir. O halde insan mâlik değildir, o sadece Allah'ın temsilcisidir ve kendisine gerçek Hâkim tarafından verilenler dışında hiçbir güce sahip değildir. Bu nedenle, kendi istediklerini yapma hakkına sahip değildir. Onun görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Eğer verilen yetkileri kendisinin sanır veya bu yetkileri kendi arzularına göre kullanırsa veya bir başkasının hâkimiyetini kabul edip, onun isteklerine boyun eğerse, bu isyan ve ihanet olur.

    Bu soru itiraz amacıyla değil, mesele hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak amacıyla sorulmuştur. Melekler, Allah'ın hiçbir işine itiraz edemezler. Onlar Halife denince, yaratılacak varlığa bazı güçler verileceğini anladılar; fakat böyle muhtar bir yaratığın, evrenin zorunlu kanunlarla yönetilen düzenine nasıl uyum sağlayacağını anlayamadılar. Kendisine muhtariyet verilen birinin yaşadığı evrende, düzenin nasıl devam edebileceğini de anlayamadılar.

    Bununla, halifeliği kendilerinin hakettiğini ve bu yüzden Halifeliğin kendilerine verilmesi gerektiğini söylemek istemiyorlardı. Söylemek istedikleri şuydu: "Biz senin emirlerini boyun eğerek, itaatle ve isteyerek yerine getiriyoruz; bütün evreni temiz ve düzen içinde muhafaza ediyoruz ve seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz. Bu nedenle niçin bir halifeye ihtiyaç duyulduğunu anlayamıyoruz."
    Arapça "tesbih" kelimesinin iki anlamı vardır; "kutsamak" ve "isteyerek çalışıp, elinden geleni yapmak". Takdis de "kutsamak ve temizlemek" anlamlarına gelir.

    Bu, meleklerin ikinci şüphesine verilen cevaptır: "Siz bir halife tayin edilmesinin hikmetini anlayamazsınız. Sizin hizmetleriniz, benim katımda bulunan amacı yerine getiremez. Ben, sizin bahsettiğiniz hizmetlerden daha fazlasını istiyorum. Bu nedenle yeryüzünde bir insan yaratacağım ve ona bazı güçler vereceğim."

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Bakara suresi ayet 31
    Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin" dedi.


    Istılahlar insanoğlunun eşyayı algılamasına yarayan araçlardır. Gerçekte insanoğlunun eşya ile ilgili tüm bilgisi, onlara isimler vermesine dayanır. Bu nedenle Hz. Adem'e (s.a.) her şeyin isimlerinin öğretilmesi, onlarla ilgili bilginin de öğretilmesi anlamına gelir.

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Bakara suresi ayet 34
    Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.


    Bu, yeryüzünü ve tüm evrenin yeryüzüyle ilgili bölümünü yöneten meleklerin, insana baş eğip, itaat etmesinin sembolik bir ifadesiydi. İnsan Allah'ın emriyle halife tayin edildiği için, evrenin bu bölümünde görevli olan meleklere, Allah dilediği müddetçe, kendi felekleri dahilinde, yetkileri kötüye de, iyiye de kullansa insana yardımcı olmaları emredilmiştir. Bu şu anlama gelir: "Doğru olsun, yanlış olsun, yapmak istediği her şeyde ona yardımcı olacaksınız. Mesela namaz kılacağı veya başka iyi bir iş yapacağı zaman, kendi kapasiteniz dahilinde ona yardım etmelisiniz. Veya o hırsızlık yapmak ya da başka bir kötülük yapmak isterse, Biz onun yetkisini bu yolda kullanmasına izin verdiğimiz sürece ona yardımcı olacaksınız. Fakat Biz o yetkiyi ondan aldığımızda, ona yardımcı olmayı bırakacaksınız." Bu bir devlet memurunun durumuna benzer. Kendi yetki sınırı içindeki tüm memurlar ona itaat ederler; fakat hükümet tarafından görevden alınınca, daha önceden itaat eden tüm memurlar artık ona itaat etmezler. Hatta hükümet emrederse onu yakalayıp hapse bile atarlar. Meleklerin de, insanla aynı ilişki içinde olduğu görülüyor. Secdenin, itaat ve boyun eğmenin sembolik bir ifadesi olması muhtemeldir. Boyun eğdiklerini belirtmek için böyle bir hareketi fiziksel olarak yapmış olmaları da mümkündür.
    İblis, sözlükte çok aşırı meyus olan, ümitsiz anlamına gelir. Aynı zamanda Allah'a isyan eden, insan soyuna boyun eğmenin sembolik göstergesi olarak Hz. Adem'e (a.s.) secde etmeyi reddeden ve Kıyamet gününe kadar insanları saptırmak için Allah'tan mühlet isteyen cine verilen addır. Bu cine şeytan da denir. O sadece kötü ve soyut bir güç değil, insan gibi belli bir kişiliğe sahip bir varlıktır. Genelde bilindiği gibi o bir melek değil, melekler gibi özel bir tür olan cinlerden biriydi. (Bkz. Kehf: 50.)
    Arapça metinden anlaşıldığına göre İblis, Hz. Adem'in (a.s.) önünde secde etmeyi reddeden tek cin değildi, bir grup cin daha bunu reddetmişti. İblis'in adı, isyanı ilk başlatan o olduğu için anılmaktadır

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Bakara suresi ayet 35
    Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."


    Bu, Adem ve Havva'nın, halife olarak tayin edildikleri yeryüzüne gönderilmelerinden önce eğilimlerinin denenmesi için "Cennet"te tutulduklarını gösterir. Denenmeleri için bir ağaç seçilmiş ve ona yaklaşmaları bile yasaklanmıştı. Bu yasağı çiğnediklerinde, Allah katında zalimlerden sayılacakları konusunda da uyarılmışlardı.

    Bu imtihan için Cennet en uygun yerdi; çünkü bu şekilde insana, Allah'ın halifesinin asıl uygun olan yerin Cennet olduğu, fakat şeytanın aldatıcı sözlerine inanırsa Cennet'ten mahrum olacağı gösterilmiş olacaktı. Cennet'i tekrar kazanmanın tek yolu ise, insanı her an saptırmak için fırsat kollayan düşmana karşı başarı kazanmaktı.

    Ağacın adı ve özelliği Kur'an'da belirtilmemiştir; çünkü ağacın özünde kötü bir özellik yoktu. O sadece imtihan amacıyla seçilmişti.

    Arapça zalim kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm "bir hak veya görevi ihlâl etmek"tir. Zalim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir. Allah'a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiş demektir: İlk olarak o, itaate lâyık olan Allah'ın haklarına tecavüz etmiştir. Daha sonra isyanına alet ettiği tüm eşya ve varlıkların, örneğin kendi organ ve yetilerinin, diğer insanların, işlerine yardım eden meleklerin ve zulmü sırasında kullandığı bütün her şeyin haklarına tecavüz etmiş olur. Çünkü bütün bunların, Allah'ın dileği doğrultusunda kullanılmaya hakkı vardır. Son olarak kendi haklarına tecavüz etmiş olur; çünkü, kendi nefsinin de kendisi üzerinde, kendisini ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi isyan etmek suretiyle Allah'ın azabına uğradığında da, kendi kendisine zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur'an, günahı, birçok yerde zulüm olarak niteler.

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Bakara suresi ayet 37
    Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.


    Hz. Adem (a.s.) bu günahına pişman olup Allah'a yönelerek tövbe etmek istediğinde, Allah'tan bağışlanma dilemek için uygun kelimeler bulamadı. Allah da, pişman olduğu için ona acıdı ve ona gerekli sözleri öğretti.
    Arapça tövbe kelimesi "geri dönmek" ve "yönelmek" anlamlarına gelir. İnsana uygulandığında, onun isyandan itaate döndüğü anlamına gelir. Allah'a atfedildiğinde, O'nun kuluna yönelip affettiği anlamına gelir.
    Kur'an burada günahın sonuçlarının kaçınılmaz olduğu ve her insanın işlediği günahın cezasını öyle veya böyle çekeceği teorisini reddeder. Bu, insanların uydurduğu ve insanlığa zarar veren yanlış teorilerden biridir. Bu teori, doğru varsayıldığında, insan bir günah işlese artık düzelme ümidini tamamen yitirir, demeye gelir. Geçmişte işlediği bir günahtan pişman olsa ve onu düzeltmenin yollarını arasa ve hayatında birçok iyi değişiklikler yapsa da, bu teori onu ümitsizliğe boğar:
    Senin için hiçbir ümit yok, sonsuza dek suçlusun, geçmişte yaptıklarının cezasını çekeceksin. Bunun aksine Kur'an şöyle der: "Bir günahı cezalandırmak veya fazileti mükâfatlandırmak tamamen Allah'ın elindedir. Eğer iyi bir işten ötürü mükâfatlandırılmışsanız, bu sizin iyi davranışınızın doğal bir sonucu değil, aksine Allah'ın lütfudur. O mükâfatlandırıp, mükâfatlandırmama konusunda son söze sahiptir. Aynı şekilde bir günahtan ötürü cezalandırılmışsanız, bu, günahınızın kaçınılmaz bir sonucu değildir. Çünkü Allah, cezalandırmaya veya affetmeye kâdirdir. Elbette Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah bu kudretini gelişigüzel kullanmaz; bilâkis, kişinin niyetini gözönünde bulundurur. Eğer iyi bir davranışı mükâfatlandırırsa, ancak kulunun iyi amelleri, kendi rızasını kazanmak için işlediğini gördüğünde mükâfatlandırır. Ve eğer görünürde iyi olan bir davranışı reddederse, onun samimi olmadığını bildiği için reddeder. Aynı şekilde, bir suçu isyan amacıyla işledikten sonra, pişmanlık yerine daha çok suç işleme isteği doğuran bir suçu cezalandırır. Bunun yanısıra kullarının içtenlikle pişman olduğu ve artık daha iyi ameller işlemeye karar verdikleri günahlarını affeder ve rahmetini gösterir. O halde günahların sonucunun kaçınılmaz olduğunu savunan görüşü reddetmek, günahkârların düzelmesi için yeni ümit kapılarını açmaktadır. Günahlarını (bir rahip önünde değil, Rableri önünde) itiraf edip, isyanlarından utanç duydukları, isyankâr tutumlarını bırakıp itaatkâr bir tavır takındıkları sürece en büyük günahkârlar ve en azılı kâfirler bile Allah'ın bağışlamasından ümit kesmemelidirler.

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Ali imran suresi ayet 33
    Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;

    Yüce Allah´ın: "Muhakkak Allah Âdem´i Nuh´u., üstün kıldı" buyruğunda geçen "istafâ" seçti demektir. Buna dair açıklamalar daha önce Bakara Sûresi´nde (2/130. âyette) geçmiş bulunmaktadır. Yine orada (2/31. âyet) "Âdem" kelimesinin türeyişi ve künyesi ile ilgili açıklamalar da geçmiş bulunmaktadır.
    Bu buyruğun takdiri şu şekildedir: Şüphesiz Allah, onların da dini olan İs*lâm dinini seçmiştir.
    ez-Zeccâc der ki:
    Anlamı onları çağdaşları olanlar arasından peygamberlik için seçmiştir, şeklindedir.
    "Nûh" kelimesinin dan türemiş olduğu söylenmektedir. Bu Arapça olmayan (Acemî) bir isim olmakla birlikte munsarıftır. Çünkü üç harflidir. Hz. Nûh, rasûllerin piridir. Yüce Allah´ın Âdem (as)´dan sonra yeryüzü halkına gönderdiği ilk rasûl odur. Kız çocukların kızkardeşlerin, halaların, teyzelerin ve diğer yakın akrabaların nikâhlanmalannın haram kılınması onun risaletindeki hükümler arasındadır. İdris´in ondan önce olduğunu söyleyen tarihçiler yanılmışlardır. Nitekim ileride yüce Allah´ın izniyle A´râf Sûresi´nde (7/59. âyette) buna dair açıklamalar gelecektir.
    "İbrahim ailesini, İmrân ailesini âlemlere üstün kıldı" buyruğuna dair açıklamalara gelince; Bakara Sûresi´nde (2/49- âyet 2. başlıkta) "âl: aile"-nin anlamı ile bunun kullanıldığı manalara dair yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

    Buhârî´de İbn Abbas´tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: İbrahim ailesi ve İmrân ailesinden kasıt İbrahim, İmrân, Yâsîn ve Muhammed ailelerinden mü´min olan kimselerdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu İbrahim´e en yakın olanlar elbette ki ona uyanlar, bu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah da mü´minlerin velisidir" (Âl-i İmrân, 3/68) diye buyurulmaktadır.
    İbrahim´in ailesinin İsmail, İshak, Yakub ve onun oğullan (Esbât) olduğu, Muhammed (sav)´ın da İbrahim ailesinden (âlinden) olduğu da söylen*miştir. İbrahim âlinden kastın, bizzat kendisi olduğu, İmrân âlinden kastın da yine İmrân´ın kendisi olduğu da söylenmiştir. Nitekim yüce Allah´ın: "Ve Mû-sâ ile Hârûn aile halkının terikesinden arta kalanlar vardır." (el-Bakara, 2/248) buyruğu da bu kabildendir. Hadis-i şerifte de: "Gerçekten ona Davud ailesinin mizmarlarından bir mizmar verilmiştir" denilmektedir
    İmrân ailesinin İbrahim ailesi (âli) olduğu da söylenmiştir. Nitekim yüce Allah (bir sonraki âyette): "Birbirinin soyundan olarak" diye buyurmakta*dır.
    Kastın Hz. İsa olduğu da söylenmiştir. Çünkü annesi İmrân´ın kızıdır. Ön*ceden de açıkladığımız gibi kendisinin kastedildiği de söylenmiştir.
    Mukatil der ki: İmrân, Hz. Mûsâ ile Hz. Harun´un babasıdır. Nesebi (geriye doğru) şöyledir: İmrân b. Yeshur b. Fâhâs b. Lâvi b. Yakub.
    el-Kelbî de der ki: Buradaki İmrân, Meryem´in babası olan İmrân´dır. O da Hz. Süleyman´ın soyundandır. es-Süheylî´nin naklettiğine göre adı İmrân b. Mâtân´dır. Hanımının adı ise Hanne´dir. Bütün peygamberler arasında özellikle bunların sözkonusu edilmesi ise, peygamberlerin ve rasûllerin tümüyle onların soyundan gelmiş olmalarıdır. "İmrân" kelimesi sonu zaid olan "elif ve "nûn" ile bittiğinden dolayı munsarıf değildir.
    "Âlemlere" buyruğundan kasıt ise tefsir âlimlerinin görüşüne göre çağ*daşları olan âlemlerdir. Tirmizî el-Hakîm Ebu Abdullah Muhammed b. Ali der ki: Kasıt, bütün insanlardır. Bir diğer görüşe göre "âlemlere" buyruğu Sûr´a üfleneceği güne kadar bütün âlemlere üstün kılındıkları anlamındadır. Şöyle ki; bunlar: Rasûl ve peygamberdirler. O bakımdan bütün insanların en hayırlıları, seçkinleridir. Muhammed (sav)´a gelince; onun mertebesi ıstıfâ (seçkinlik) mertebesini de aşmıştır. Çünkü o hem habîbdir hem de rahmettir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (el-Enbiyâ, 21/107) Buna göre rasûller, rahmet olmak üzere yaratılmışlardır. Muhammed (sav)´ın kendisi ise bizatihi rahmet olarak yaratılmıştır. İşte bundan dolayı o, diğer bütün insanlar için bir eman olmuştur, Yüce Allah onu peygamber olarak gönderince, insanlar Sûr´a üfürülece-ği vakte kadar dünya(da helak olmak) azabından yana güvenlik altına girmiş oldular. Sair peygamberler ise böyle bir makamı işgal edememişlerdir. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber: "Ben hediye olarak ihsan edilen bir rahmetim" diye buyurmuştur. Böylelikle bizzat kendisi, Allah´tan insanlara rahmet olduğunu haber vermektedir. "Hediye olarak" buyruğunun anlamı ise Allah´tan insanlara gönderilmiş bir hediye demektir.
    Denildiğine göre; Hz. Âdem beş şey dolayısıyla seçilmiştir: Bunların ilki, yüce Allah´ın kendi eliyle, kudretiyle en güzel şekilde Hz. Âdem´i yaratma*sı, ikincisi ona bütün isimleri öğretmiş olması, üçüncüsü meleklere Hz. Âdem´e secde etmelerini emretmiş olması, dördüncüsü onu cennete yerleştirmiş olması, beşincisi de onu insanlığın atası kılmış olmasıdır.

    Nûh (as)´ı da beş şey ile üstün kılıp seçmiştir: Onu insanların (ikinci) ata*sı kılmış olması. Çünkü bütün insanlar suda boğuldular ve geriye onun so*yundan olanlar kaldı. İkincisi Allah´ın ona uzun ömür vermiş olması. "Ömrü uzayıp da ameli güzel olana ne mutlu!" denilmiştir. Üçüncüsü onun kâfirler hakkındaki bedduasını da mü´minler hakkındaki duasını da yüce Allah´ın kabul etmiş olması. Dördüncüsü onu gemide taşımış olması, beşincisi ise önceki şeriatleri nesneden ilk rasûl olmasıdır. Onun risaletinden önce ise teyzelerle ve halalarla evlenmek haram değildi.
    Hz. İbrahim´i de şu beş özelliği ile seçmiştir: Onu peygamberlerin atası kıl*dı. Çünkü rivayet edildiğine göre onun sulbünden Peygamber (sav)´ın dönemine kadar bin peygamber gelmiştir. İkinci özelliği Allah´ın onu Halil edinmesi, üçüncüsü Allah´ın onu ateşten kurtarması, dördüncüsü Allah´ın onu insanlara imam kılması, beşincisi ise Allah´ın onu birtakım kelimelerle sınayıp onları tamamlama başarısını ihsan etmiş olması.
    Daha sonra yüce Allah: "İmrân ailesini" diye buyurmaktadır. Eğer buradaki İmran´dan kasıt Hz. Mûsâ ile Hz. Harun´un babası ise bunun açıklaması şöyle olur: Yüce Allah Hz. Mûsâ ile Hz. Harun´u âlemlere üstün kılmış ve seçmiştir. Çünkü Allah İmrân´ın kavmine men ve selvayı göndermiştir. Bu ise dünyada hiçbir peygambere verilmiş değildir. Şayet kasıt Hz. Meryem´in babası ise, yüce Allah ona babasız olarak Hz. İsa´yı doğuran Meryem´i ihsan etmiş olmakla onu seçmiş demektir. Nitekim dünyada bu özellik kimseye verilmiş değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah´tır.


    Ali imran suresi ayet 34
    Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.

    Daha önce Bakara Sûresi´nde "Zürriyet: Soy sop" kelimesinin anlamı ve bunun türeyişi ile ilgili açıklamalar (2/124. âyet 19- başlıkta) geçmiş bulun*maktadır.
    Burada "zürriyet" kelimesi hal olmak üzere nasbedilmiştir. Bu açıklama el-Ahfeş´e aittir. Yani Allah bunları biri diğerinin soyundan olmak üzere seçmiştir. Yani onların kimisi kimisinin soyundan gelmektedir.
    Kûfeliler ise bunun önceki buyrukla (i´rab bakımından) alakalı olmadığım söylerken, ez-Zeccâc bedel olduğunu söylemektedir. Yani yüce Allah bi*ri diğerinden olan bir zürriyeti seçmiştir. Birinin diğerinden olması ise, din hususunda birbirlerine yardımcı olmaları demektir. Yüce Allah´ın: "Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerindendirler" (et-Tevbe, 9/67) buyru*ğunda olduğu gibi. Yani sapıklık üzere birbirlerine yardımcı olurlar. Bu açıklamayı el-Hasen ve Katade yapmıştır.
    Bunun, seçilmek, üstün kılınmak ve peygamberlik hususlarında olduğu da söylenmiştir. Kastın soy bakımından birbirlerinden olmaları olduğu da söy*lenmiş ise de, konu ile ilgili görüşlerin en zayıfı budur.


    Ali imran suresi ayet 59
    Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi.

    Yaratılış bakımından İsa, Âdeme benzemektedir. İsanın babasız olarak yaratılması, Âdemin hem annesiz hem de babasız olarak yaratılmasından daha garip değildir. Allah, Âdemi kudretiyle annesiz ve babasız olarak topraktan yarattı. Sonra ona "0l" dedi. O da oluverdi. İsanın yaratılışı da böyledir. Allah onu Cebrail vasıtasıyla Meryeme ilka etti ve ona "0l" dedi. O da hemen oluverdi.

    Hristiyanlar, Hz. İsa sadece babasız olarak yaratıldığı için ona "Allanın oğlu" demişlerdir.
    Fakat hem annesiz hem de babasız olarak yaratılan Âdem için acaba ne derler? Ve onun yaratılışını nasıl izah ederler?

    Âmir eş-Şa'bi, Abdullah b. Abbas, Katade, Süddi, İkrime, Muhammed b. Cafer ve İbn-i Zeyd bu âyet-i kerimenin, Resulullah ile, Hz. İsa hakkında tartışmaya giren Necran Hristiyanları heyetine bir cevap olarak Resulullaha indirildiğini söylemişlerdir.

    Bu âyet hakkında, Abdullah b. Abbasın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
    Necran halkından bir heyet, Muhammed (s.a.v.) e geldi. İçlerinde "Seyyid" ve "Âkıb" diye vasıflandırdıkları iki kişi de bulunuyordu.
    Onlar, Muhammed (s.a.v.) e "Sen niçin bizim arkadaşımızı sana yakışmayacak şekilde anıyorun?" dediler.
    Resulullah "Arkadaşınız kimdir?" diye sordu.
    Onlar da "O, İsadır, sen onun, Allahm kulu olduğunu iddia ediyorsun." dediler.
    Resulullah da: "Evet, o Allanın kuludur." diye cevap verdi. Onlar da "Sen, hiç babasız doğan İsanın bir benzerini gördün mü? Veya böyle birisi sana bildirildi mi?" diye sorup sonra Resulullahm yanından çıktılar.
    Bunun üzerine Cebrail Resulullaha, her şeyi işiten ve bilen Allahın emrini getirdi ve Resulullaha dedi ki:
    "Onlar sana geldikleri zaman onlara de ki: "Allah katında İsanın durumu da Âdemin durumu gibidir. Allah Âdemi topraktan yarattı. Sonra ona "Ol" dedi ve o da oluverdi."

    Süddi ise bu âyetin nüzul sebebinin Resulullaha gelen Hristiyan Necran heyeti olduğunu, özetle şu şekilde izah etmiştir.
    "Gelen heyet Resulullaha "Sen İsa hakkında ne dersin?" diye sordu.
    Resulullah da onlara "O, Allahm kulu, ruhu ve sözüdür." dedi.
    Onlar da "Hayır, o böyle değildir. O, Allahtır, Mülkünün başından inip gelmiş ve Meryemin içine girmiş sonra da ondan çıkmıştır. Böylece bizlere kudretini ve durumunu göstemıiştir. Sen, babasız olarak yaratılmış olan herhangi bir insan gördün mü?" dediler. İşte bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, bu âyeti indirdi.


    Maide suresi ayet 27
    Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de: "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."


    Ey peygamberim, onlara, o hasetçi yahudilere, kendileri için Rableri tarafından açılmış senin gibi bir rahmet kapısına karşı ilgisiz kalmış insanlara Adem’in iki oğlunun, Habil ile Kabil’in kıssasını hak olarak anlat. Bu kıssa ile onlara öğüt ver, onlara hakkı göster. İki Adem oğlu arasında geçen bu kıssayı onlara anlat ki şu anda sen kardeşlerine karşı Kabil rolünü oynayan, Rabbinin seni seçip, sana verdiği lütuflarını kıskanan, Rabbinin takdirine isyan eden bu insanlar ne yaptıklarını iyice anlasınlar. Senin karşında kendi konumlarını iyi bir değerlendirsinler. Çünkü bu kıssa onlara bu gerçeği anlatacak gerçek bir kıssadır.

    Ademin oğulları Rablerine bir kurban takdim etmişler, birinin sunduğu kurban kabul edilmiş, ötekisininki hüsnü kabul görmemişti. Çünkü birisi ihsan ehliydi. O Allah’ı görüyormuşçasına Ona kulluk şuuru içindeydi. Malının en güzelini, Allah’a lâyık olanını kurban etmiş, ötekisi de en değersizini kurban etmişti. Habil mülkün sahibinin bilincinde olarak kurbanda bulunmuş, en iyisini sunmuştu. Verdiğinin daha güzeliyle kendisine mukâbelede bulunulacağının güvencesi içinde kurban sunmuştu. Kabil ise mülkü kendisinin zannederek, mülkün sahibine karşı bir güvensizlik duygusu içinde kurban takdim etmişti. Onun içindir ki zâhiren birbirine benzeyen ama niyet olarak birbirinden çok farklı olan bu amelden birisini kabul eden Rabbimiz, ötekisini kabul etmemişti. Doğal olarak kurbanının kabul edilmeyişini gören Kabil’in hemen hatasını anlayıp tevbe etmesi, durumunu düzeltmesi gerekirken öyle yapmıyor da kardeşini kıskanıp haset ediyor. Yâni Allah’ın takdirine karşı geliyor. Allah’a hikmetsizlik izafe ediyor. Kabul edip etmeyen Allah iken o kardeşini suçluyor. Tıpkı Allah’ın takdirine kafa tutan, Adem’e secde etmesini emreden Rabbini hikmetsizlikle itham eden şeytan gibi. Evet bildiğimiz kadarıyla tarihte ilk hasit şeytandır, ikincisi de Kabil’dir. Kardeşini kıskanarak onu öldürmeye teşebbüs ediyor. Andolsun ki seni öldüreceğim der. Kardeşi sorar ona: Beni niye öldüreceksin? O der ki senin kurbanın kabul edildi, benimki kabul edilmedi. Bunun üzerine Habil der ki, Allah ancak muttakilerin, kendisi karşı kulluğunun bilincinde olanların kurbanını kabul eder. Yâni bu konuda be*nim bir suçum yoktur, yetkim de yoktur. Sen bunu kendin istedin, kendin hak ettin. Binaenaleyh bu konuda beni suçlaman yerine durumunu bir gözden geçir de muttakilerden olmaya çalış
    .

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Araf suresi ayet 11
    Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.


    Karşılaştırmak için, Bakara Suresi'nin 30 ile 36 arasındaki ayetlerine bakınız.
    Bakara 34'deki ifade, Adem'in önünde eğilmeleri için meleklere verilen emir, bizzat Hz. Adem'in şahsına bunu yapmaları emrediliyormuş gibi yanlış bir kanaat uyandırmış olabilir. Fakat onu takip eden ayetin anlatım şekli bunu açıklamaktadır.
    Emirden önce geçen kelimeler, meleklerin Hz. Adem'e, tüm insanlığın temsilcisi olarak secde etmeleri gerektiğini gösterir.
    İnsanın yaradılışına gelince, herşeyden önce, Allah, o işi takdir etti ve bu maksat için gerekli olan maddeleri hazırladı, bilâhere ona insan şeklini verdikten sonra Adem, canlı bir varlık olarak vücud bulduğunda ona, bütün insanlığın temsilcisi olarak secde edilmesi gerektiğini meleklere emretti.
    Ayetin yukarıda geçen açıklaması, Kur'an'ın diğer bazı bölümlerine dayanmaktadır. Meselâ, Sa'd suresinin 71-72. ayetlerine baktığımızda "Hani Rabbin meleklere: Gerçekten ben çamurdan bir beşer yaratacağım, ona biçimini verip ruhumdan da üflediğim zaman, siz ona hemen secde edin demişti" emrini görmekteyiz.
    Bu ayette de, aynı üç merhale (yaradılış, mükemmelleştiriş ve hayata getiriş) , değişik yolla ifadelendirilmiştir. İlk önce, çamurdan bir adam yaratıldı, sonra ona bir biçim ile mütenasib uzuv ve yetenekler verildi. Ve daha sonra Onun ruhu üflenip Adem olarak hayata getirildi.
    Hicr suresi, 28 ve 29. ayetlere bir bakalım şimdi de:
    "Hani Rabbin meleklere: Ben, kuru çamurdan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verip ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ediciler olarak kapanın."
    Bizim için ilk insanın yaradılışını, tam olarak anlamak çok zor. Çünkü insanın yeryüzü materyallerinden nasıl yapıldığını, ona nasıl şekil verilip mükemmelleştirildiğini ve ruhun ona nasıl üflenildiğini kavrayabilmekten aciziz. Ayrıca, Kur'an'da anlatıldığı şekliyle insanın yaratılış anlatımı, Darwincilikten tümüyle farklıdır. Bu doktrine göre insanın evrimi, insan olmayan ve yarım-insan bir varlığın sürekli değişme, ayıklanma ve uyarlanma süreciyle olmuştur ki bu durumda, insanın "İnsan cinsi" olarak arzı endam edişi ile insanın insan olmadığı zaman döneminin sonu arasında bir ayırım sınırı da yoktur. Bunun aksine Kur'an insanoğlunun hayata "insan" olarak başladığını ve bütün tarih boyunca insanın, insanlık öncesi veya dışı bir hâl ile hiçbir ilişkisi olmadığını söylemektedir. Allah onu yerküre üstündeki hayatının daha ilk gününde bir insan olarak yaratmış ve hayatının henüz daha başlangıcında onu idrak ve şuur ile techiz etmiştir.
    Yukarıdaki insanlık hikâyesinin iki ayrı anlatımı, insan ile ilgili olarak birbirine zıt iki ayrı telâkki doğurmakta. Darwinci telâkkinin uygulanması halinde insan, hayvan türlerinden birine indirgenir, yani insan yaşantısının tüm prensipleri (buna ahlâkî prensipler de dahil) hayvanlar alemine hakim olan prensipler çıkışlı olacak ve onun hayvan benzeri bir davranışı da doğal karşılanacaktır. Bu durumda, insan ile hayvan arasındaki biricik fark, ihtiyaçları ve refahı sağlamak için birincisinin alet edevat vs. kullanabilme yeteneğinin olmasıdır. Aksine, ilahî telâkkiyi kabul etmesi halinde insan, hayvanî düşüklükten insanî olan yüceliğe, eşrefî mahlukat derecesine çıkarılır. Artık o salt bir "konuşan hayvan" ya da "toplumsal hayvan" değil, aynı zamanda Allah'ın yeryüzündeki halifesidir de.
    Böylece, onu diğer yaratıklardan ayıran şey, yalnız konuşma yeteneği ve toplumsal oluşu değil, bununla birlikte ahlâkî sorumlulukları, Allah'ın kendisine verdiği irade, iktidar ve bunlardan Allah'a karşı hesaba çekilmesi olacaktır. Bu, insanın bu dünyadaki hayatı konusundaki görüşünü tüm olarak değiştirecek, netice olarak insan, farklı bir hayat anlayışına, ahlâk sistemine, hukuk ve medeniyete talib olacaktır. O zaman insan, kendisi için hayatını bayağılaştıran sefil faktörler yerine, hayatına anlam verecek olan yüce prensipleri arayacaktır.
    Şimdi bir an, her ne kadar ulvî ve yüce gözüküyorsa da bu "İnsanın İlâhî telâkkisi"nin salt ahlâkî ve psikolojik olduğunu varsayarak, "Nasıl olur da bu konudaki "Bilimsel" Darwinci telakkiyi reddebiliriz diye bir soru sorulsa, cevaben biz de bir karşıt soru sorarız: "Peki, Darwin'in 'Türlerin Kökeni' hakkındaki teorisi bilimsel olarak ispatlanmış mıdır?" Yalnızca, bilim hakkında yüzeysel bilgilere sahip olanlar, bu teorinin bilimsel olarak ispatlandığını ileri sürerler. Fakat bilim adamlarının çoğunluğu, her ne kadar şa'şaalı bazı teknik terimlere sahipse de bunun yalnızca bir "teori" olduğunu, hakkındaki tartışmaların daha henüz neticelenmediğini ve bir "varsayımdan" ibaret olduğunu bilirler. Bu bağlamda ileri gidilebilecek en son nokta, türlerin yaratılışı konusunda her iki tezin de, eşit şekilde mümkün olabilirliğidir. Yani, türlerin yaratılışı, Darwinci evrim teorisine göre meydana gelmiş olabileceği gibi her tür varlık alemine ayrı ayrı da getirilmiş olabilir.

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Araf suresi ayet 12
    (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

    Ey İblis! sana secdeyle emrettiğim halde seni secdeden, seni bu benim emrime inkıyattan alıkoyan nedir? Sana ne mâni oldu ki secde etmedin? Ne mâzeretin vardı ki benim emrime karşı geldin? Söyle bakalım neyin vardı senin? Duymadın mı sözümü? Yoksa bir dalgınlık sonucu, bir gaflet sonucu anlayamadın mı benim emrimi? Niye secde etmedin? Neden benim emrimin dışında hareket ettin?

    Evet bakın Rabbimiz İblisin bir mâzeretinin olup olmadığını soruyordu. Peki bilmiyor muydu Rabbimiz onun bir mâzeretinin olup olmadığını? Elbette biliyordu ama işte rahmet bu. Rabbimizin rahmeti bu. Rabbimizin rahmeti böyle tecelli ediyordu. Merhameti bol olan Rabbimiz ona imkân tanıyordu, fırsat tanıyordu, onu özür dileme yolunu açıyordu.

    Bizim için de böyledir Rabbimizin rahmeti. İşlediğimiz bir isyan karşısında hemen bizim defterimizi dürüvermiyor Rabbimiz. Eğer öyle yapsaydı şu anda yeryüzünde bir tek insan kalmazdı. Bize imkân tanıyor, bize tevbe fırsatları veriyor, bize hatalarımızdan dönüş yolları açıyor.

    Meselâ bakın zina konusunda da bu böyledir. Allah’ın Resulü:

    “Şüpheli şeylerde haddi uygulamayın”

    Buyurur. Yâni şüphelerle hadleri kaldırın buyurur. Şüpheli durumlarda hadleri uygulamadan kaldırın buyurur. Hâkim de bunu uygulamak zorundadır. Meselâ ben zina ettim. Hadd-i şer’iyi uygulayıp beni temizleyin! diyerek huzuruna gelen bir adama hâkim: Hayır! sen böyle bir şeyi yapmış olamazsın! dön git tevbe et! Allah’ın affetmeyeceği bir günah yoktur! diyerek onu huzurundan kovar. Sonra adam ikinci defa aynı itirafla gelirse onu bir daha çıkarır huzurundan. Sonra üçüncü, dördüncü defa gelip adam aynı itiraflarda bulununca kendisi recm edilir. İşte burada da aynı rahmetin tecellisini görüyoruz.

    Allah, İblise rahmeti gereği imkân tanıyordu. Tevbe ve geriye dönüş imkânı veriyordu. Aslında Allah onun herhangi bir mâzeretinin olup olmadığını biliyordu. Ama yine de ona bir imkân tanıyordu. Peki böyle bir durumda İblisin ne yapması gerekiyordu? Aslında Allah’ı da onun gücünü kudretini de bilen bir varlık olarak İblisin hemen bu fırsatı değerlendirip yaptığımdan dolayı Rabbinden özür dilemesi, tevbe etmesi gerekirdi değil mi? Aman ya Rabbi! Ben bir hata ettim! Ben sana karşı kusur işledim! Yapmamam gerekeni yaptım! Yapmam gerekeni yapmadım! Rabbim olarak sana karşı takınmamam gereken bir tavır takındım! Olmamam gereken bir konumda bolundum! Ama ben ettim sen etme ya Rabbi! Kusuruma bakma ya Rabbi! Densizliğimi, cüretimi, isyanımı görme ya Rabbi! Beni affet ya Rabbi! diye yalvarıp yakarması gerekirken bakın İblis ne diyor:

    “Dedi ki, "Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm" cevabını verdi.”

    Beni ateşten yarattın onu topraktan o halde ben ondan hayırlıyım. İblis mantığıdır işte bu. Bu mantığı çok iyi anlamak zorundayız. Çünkü çevremizde pek çok insanın aynı mantığı kullandıklarını göreceğiz. Çevremizde anamız, babamız, karımız, kocamız, kardeşimiz, kavmimiz, kabilemiz, amirimiz, memurumuz olarak insanların bu mantıkla, şeytan mantığıyla karşımıza çıktıklarını göreceğiz.


    Dedi ki İblis ben ondan hayırlıyım. Halbuki Allah’tan kendisine bir emir intikal etmişti, Rabbimiz kendisine Âdem'e secde et buyurmuştu. Kendisine düşen Allah’ın emrine uymak ve onun emri gereği hemen Âdem’in önünde eğilmekti. Değilse onun görevi yorum yapmak değildi. Hâşâ Allah’a akıl vermeye çalışmak değildi. Ama bakın dedi ki ben ondan hayırlıyım, çünkü beni ateşten onu topraktan yarattın.


    Araf suresi ayet 19
    Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

    Şeytanın kovulmasından ve rahmetten tart edilmesinden sonra anladığımız o ki arzda yaratılan Âdem’e arzda secde edilmiş, melekler ona yerde secde ederek imtihanı kazananlardan olurken, şeytan secde etmeyerek imtihanı kaybedenlerden olmuş ve hemen bundan sonra da Rabbimiz Âdem’i arzdan alıp cennete yükseltmiş. Ve bakın buraya kadar anlattıklarına Rabbimiz bir örnek verecek. Şey-tan dedi, şeytanın saptırmalarına dikkat dedi, aman düşmanınıza karşı âgâh olun, uyanık olun dedi, şimdi de bakın bu şeytan, insanları iş-te şöylece saptırır diyerek atamızın ve anamızın hayatından bize bir örnek sunacak. Bu melun düşmanın atamız ve anamıza nasıl yaklaşma imkânı bulduğunu, onları nasıl kandırdığını anlatarak bize bu konuda bir ibret levhası arz edecek, bir miras sunacak.

    Rabbimiz; ey Âdem sen ve zevcen cennette oturun. Evet sadece sen değil, zevcen de cennette olsun. Arkadaşlar, bizler sadece kendimiz cennete gitme kavgası vermeyeceğiz, zevcelerimizi de cennete götürme kavgası vereceğiz. Vah o müslümanlara ki hanımlarını eğitip, onları kitap ve sünnetle tanıştırıp cennete götürme derdinde değiller. Vah o kadınlara ki kocalarının koştuğu cennete gitme arzusu içinde değiller.

    Evet sen ve hanımın cennette oturun ve dilediğinizden yiyip için, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz bu-yuruyor. Evet her şeyden yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın. Her şey serbest, ama hayatlarında bir yasak var.

    Bir ağaca yaklaşılmayacak. Bu yasak, Âdem ile Havva’nın iradeleridir. Bu yasak iradeyi anlatır. Yâni Âdem ile Havva’nın seçebilme özellikleri vardır. İyi ya da kötü, haram ya da helâl, hayır ya da şerden, iman ya da küfürden birini seçebilme, tercih edebilme özelliklerinin varlığını anlatır bu yasak.

    Esasen irade yasakla yeşerebilir. Eğer varlıkların hayatında yasak yoksa onların şahsiyetlerinin gelişmesi de mümkün değildir. Şahsiyetlerin gelişmesi için yasak lâzımdır. Meselâ her istediğini yapabilen bir çocuk düşünün, şahsiyeti gelişmez bu çocuğun. Bunların da şahsiyetlerinin gelişip yeşermesi için bir yasak var hayatlarında. Allah buyurdu ki; bir ağaca yaklaşmayacaksınız.

    Peki neydi bu ağaç? Ne bilmiyoruz, ama tadılan bir şey olduğunu, bir ağaç, yenen bir ağaç olduğunu biliyoruz. Ağaç yenmez de meyvesi yenir tabii. Mihnet ağacı demişler, buğday ağacı demişler, buğdaydan ağaç olur mu? Orasını bilmem, ama demişler işte. Zırvanın te’vili olmayacağından bunları geçiyorum. Bir ağaç var ve o yasak ediliyor, o kadar.
    Evet Âdem ve Havva cennetteler ve bir yasak var hayatlarında. Her şeyden dilediğiniz kadar yeyin için, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz. Şimdi de öyle değil mi? Bütün meşrubatlar serbest, ama içki yasak. Bir çok hayvan serbest, ama domuz yasak


    Araf suresi ayet 189
    O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız."


    Rabbimiz sûrenin başlarında insanlığın yaratılışını ve tarihini anlatmıştı. Burada da yaratılışın ve yaratılış yasalarının kendisi tarafından konduğunu anlatıyor. İnsanı yaratan ne melektir ne peygamberdir ne de başka birileridir. Hepimizi yaratan, hepimizi yoktan var eden, hepimizi insan olma özelliğimizle bir tarağın dişleri gibi müsavi olarak var eden Allah’tır.

    Bakın burada bu konuyu gündeme getirerek buyurur ki Rab-bimiz: Allah ki sizi bir tek nefisten yaratmıştır ve ondanda zevcesini çıkarmıştır. Ona, eşine sükûnet bulsun diye. Evet Adem (a.s) ın ve eşi Havva anamızın yaratılışı. Kur’an’ın değişik yerlerinden ve Rasu-lullah efendimizin hadislerinden öğreniyoruz ki Rabbimiz Hz. Adem’i topraktan yaratmıştır. Çeşitli safhalardan geçirildikten sonra kendi-sine Allah tarafından ruh üfürülmüş, Bakara’da anlatıldığı gibi kendisine ilim verilmiş ve Adem’in varlığı tamamlanmıştır.



    Yine hadislerden anlıyoruz ki eşi Havva anamız da onun eğeyi kemiklerinden yaratılmıştır. Havva’nın Adem’in eşi olduğunu ve ikisinin birbirini tamamladığını biliyoruz. Yâni kadın erkeği, erkek de kadını tamamlayan bir bütünün parçalarıdır. Ne Havvasız Adem ne de Ademsiz Havva düşünülemez. Yâni eşlik karşılıklıdır. İnsan olarak, kul olarak her ikisine de benzer görevler yüklendiği gibi farklı misyonlar da yüklenmiştir. Bakın her ikisinin de yaratılışları gündeme getirildikten sonra Rabbimiz buyurur ki:

    Onda sükûnet bulsun diye. Onda yuva bulsun diye. Ona gönlü aksın, kalbi meyletsin, yanına vardığında doyuma ulaşsın diye. Eşlerde birbirleri için böyle bir nimet söz konusudur. Bunu Allah söylüyor. Demek ki evlenmek gerek kadın açısından gerekse erkek açısından sükûnete, huzura ve doyuma ulaşma sebebidir. Bu gereksinim onların yaratıcıları tarafından fıtratlarına yerleştirilmiş bir özelliktir. Evlilikten kaçanlar ister erkek, ister kadın ne kadar da bu hayatın güzel bir hayat olduğunu iddia ederlerse etsinler insan olarak bu insanların huzura kavuşmuş olmaları mümkün değildir.

    Burada karı-koca arasındaki cinsel ilişkiyi kastetmiyorum sadece. İnsanlar arası ilişkilere bakılınca karı kocanın birbirlerine yakınlığı kadar hiç bir yakınlık yoktur yeryüzünde. Eşler birbirlerine her tür-lü yakınlığı, hayatı paylaşmayı, emsali görülmedik dayanışmayı, birbirlerine sarılmayı, birbirlerine merhamet etmeyi, şefkat etmeyi, bir-biriyle cennete gitmeyi, birbirini cehennemden korumayı en güzel bir şekilde gerçekleştiren varlıklardır.
    Kur’an’ın başka bir yerinde Rabbimiz karı-kocanın bu özelliğini anlatırken şöyle buyurur:

    "Hanımlarınız sizin için örtüdür, siz de onlar için elbisesiniz."

    1: Elbise kişiyi örter ve onu dış etkenlerden korur. Kadınlarınız da sizi örtüp haramdan korumaktadırlar. Sizler de kadınlarınızı örtüp onları haramlara düşmekten korursunuz.

    2: Kadınların kocaları, kocaların da kadınları için elbise olmaları temiz olmaları ve sahibine has olmaları anlamını da ihtiva etmektedir. Elbise temiz olmalıdır. Kadın temiz olmalıdır, kadın afife, erkek de iffet sahibi olmalıdır. Kadın sadece kocasına ait olmalıdır. Kocası da sadece karısına ait olmalıdır. Kadının başkalarına gitmesi de erkeğin başkalarına uzanması da mümkün değildir.

    3: Elbisenin insan vücuduna yakınlığı neyse, karı kocanın da birbirlerine yakınlığı odur. Kadın kocasına koca da karısına tıpkı elbisenin vücuda yakınlığı gibidir. Aslında bu âyet-i kerîme oruç geceleri cinsel ilişkinin helâl kılınışının hikmetini anlatıyor. Yâni karı koca birbirlerine bu kadar yakınken, o onun için elbise o da onun için elbise haline gelmişken oruç geceleri birleşme yasağında, birbirlerine uzak kalmalarında muhakkak ki bir zorluk olacaktır. İşte Allah bu zorluğu kaldırmayı dilemiştir.

    Libas esasen onların bizi haramdan korumaları, bizim de onları haramdan korumamız demektir. Onların bizi Allah’a kulluğa yönlendirmeleri, bizim de onları kulluğa yönlendirmemiz demektir. Müslümanlar dinlerini hanımlarıyla tamamlarlar. Hanımlar da kocalarıyla tamamlarlar. Onlar onlara örtü, onlar da onlara örtü. Hayatı birlikte yaşarlar ve birlikte Allah’a kulluğa harcarlar.

    Eğer kadınlarımız bizim için örtü olacaklarsa o zaman onları çok iyi eğitmek zorundayız. Bizi örtecek, bizi koruyacak biçimde onları eğitmek zorundayız. Hem kendimizi eğitmeli hem de kadınlarımızı eğitmeliyiz. Yâni verdiğimiz kararlarda, uygulamalarımızda, cennet yolunda ne onlar bize ayak bağı olmalılar, ne de biz onlara ayak bağı olmalıyız.

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    Hicr suresi ayet 26
    Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.


    Arapça "salsal" kelimesi "seramik" gibi ses çıkaran kurutulmuş çamur anlamına gelir.
    "Heme", "mayalanmış denebilecek kadar çürümüş siyah balçıktır."
    "Mesnun"un iki anlamı vardır: a) "Yağlı hale gelmiş çürümüş balçık" b) "Bir şekle sokulmuş, suretlenmiş bir balçık." Metnin aslından insanın ilk suretinin çürümüş topraktan yapıldığı ve kuruduktan sonra ona ruh üflendiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde Kur'an: insanın bir dizi genetik adaptasyonlardan geçtiğini iddia eden Darwin Evrim Teorisini reddetmektedir. Bu nedenle, bazı çağdaşlaşmış tefsircilerin yaptığı gibi, bu teoriyi Kur'an'a dayandırmak saçma olacaktır.
    "Semum" rüzgar olmadığına göre, "nar-ı semum" "çok sıcak bir alev"dir, "ateş" değil. Bu cinlerin ateşten yaratıldığını bildiren pasajların açıklamasıdır.

    Hicr suresi ayet 28
    Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım."


    Allah teala bu âyet-i Kerimede, Hz.Muhammad (s.a.v.) e, Hz.Ademi nasıl yarattığını ve onu yaratmadan Önce Meleklere bu olayı haber verdiğini beyan ediyor ve onu üstün bir varlık kıldığını açıklıyor. Bu sebeple de Meleklerin ona secde etmelerini istiyor.

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 8.615, Level: 62
    Points: 8.615, Level: 62
    Level completed: 55%,
    Points required for next Level: 135
    Level completed: 55%, Points required for next Level: 135
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    tahsin33 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Oct 2008
    Yer
    Mersin
    Mesajlar
    1.126
    Points
    8.615
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Standart Cevap: Adem A.s

    İsra suresi ayet 61
    Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?"


    Bu hikaye burada, kafirlere, Allah'a karşı olan tutum ve davranışlarının aynı şeytanınki gibi olduğu anlatılmak üzere tekrarlanmıştır. Gerçekte onlar insanın en büyük düşmanı olan şeytana uyuyorlar ve onun, insanlığın yaratılışının başlangıcında, Adem'in soyundan gelenleri saptırmak üzere verdiği sözü yerine getirmek için kurduğu tuzaklara düşüyorlar.

Sayfa 1/2 12 SonSon

Benzer Konular

  1. Adem..
    By Konyevi Nisa in forum Peygamberlerimiz
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 09.06.09, 06:55
  2. Hz. Adem İle Havva
    By SiLa in forum Kuran-ı Kerimden
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.07.08, 10:12
  3. Âdem Aleyhisselam
    By Kartal__13 in forum Peygamberlere iman
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.08, 21:52
  4. Âdem AleyhİsselÂm
    By Konyevi Nisa in forum Peygamberlerimiz
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 10.06.08, 13:38

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •