Günümüzde ruh çağırma seansları, hızla çoğalmaya başlamıştır. Hattâ o kadar ki, sokaktaki halk bile ruhla uğraşmakta ve masa üstü fincan oyunları, mahalle gençlerinin evlerine kadar girmiş bulunmaktadır. Bunların neticesinde materyalizm çökmeğe yüz tutmuş ve materyalistler, fizik ötesinde fizik kanunlarına hükmeden daha başka kanunların varlığına inanmaya başlamışlardır...
Entellektüel seviyede, bilhassa ruhî açlıklarının ve ibâdetten mahrum oluşun getirdiği manâ susamışlığını gidermeye çalışan sosyete çevrelerinde vakit geçirmek için tertiplenen poker partilerinin yerini şimdi ruh çağırma seansları almaktadır. Bugün Avrupa, Amerika ve hattâ Rusya'da bu mevzûda kaydedilen gelişmelerin dile getirdiği bir hakikat var. Bu insanlar ne istiyor ve nelerle uğraşıyorlar? Madde ile mi? Hayır! Tamamen madde ötesi, bilinmeyen, görülmeyen kuvvetler ve rûhanî varlıklarla irtibat kurmaya çalışıyorlar. Bu yolla, bugüne kadar izah edemedikleri pek çok hâdisenin izahını bulabileceklerini ümid ediyorlar. Eğlenmenin, heyecanlı seanslarla vakit geçirmenin ötesinde, maddenin ve fiziğin çözemediği, tabiat ötesi pek çok problemin hallinin yine tabiat ötesinde bulunabileceği düşüncesiyle inadı bırakıp, ruh çağırma seanslarını evlerden laboratuarlara ve üniversite kürsülerine taşıyorlar. Rusya'daki telepati çalışmalarının yanısıra, İngiltere'de doktorların ülser tedâvisiyle alakalı ilaçları bir yana atıp, hipnoterapi usûlüyle rûhî mekanizmayı harekete geçirebilecek telkin yoluna müracaat etmeye başlamaları, bu sahada kayda değer gelişmelerden sayılabilir.
Bir mü'min anlatıyor: "Ankara'da bir savcı arkadaşımla Mevlâna'nın ruhunu çağırdık. Yeşil kisvesi ve Mevlevî külâhıyla karşımıza dikilen şahsı ikimiz de gördük. Fakat, yüzünü kaçırıyordu. İhtimal ki, gelen şeytandı ve bize yüzünü göstermek istemiyordu."
Bir psikiyatrist de, bu mevzûda şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatmıştı: "Samsun'da bir eve ruh çağırma (cin veya şeytan çağırma) celsesine dâvet edildim. Bu işi yapan, evin küçük kızıydı. Bir masanın üzerine fincanlar ve harfler dizdi; ısrarlı çağırmalardan sonra birinin geldiğini öğrendik.. ve gelen, ismini fincanın hareketleriyle yazıyordu: Belma! Küçük kızın eli fincanla beraber hareket ediyordu. Biz gelene, "Müslüman mısın?" diye sorduk, "hayır" dedi. "Nerelisin?" sorumuza ise, "Mersin'liyim" cevabını verdi. "Bir Müslüman yok mu, gelsin konuşalım!" dedik; gitti, çağırdı ve bu defa masanın üzerinde bir başka isim yazıldı: "Ayşe" . Ona yaşını sorduğumuzda "7-8" cevabını verdi. "Nerelisin?" dediğimizde ise, güneyden bir şehir ismi söyledi. Hangi kitabı okuduğunu sorduğumuzda, "Hanımlar Rehberi" diye cevap verdi.
Sonra, orada bulunan arkadaşlardan biri dedesinin ruhunu çağırdı, fakat gelmedi.. ısrarlı çağrılardan sonra "geldim" dedi. Adını sorduğumuzda söylemedi; fakat usulünce ısrar edilip sorulduğunda "şeytan" diye cevap verdi. Hepimiz donakaldık. Doğrusu, Hz. Adem'den (as) beri insanlığın bu en büyük düşmanı karşısında irkildik ve ne yapacağımızı şaşırdık. Bir aralık aklıma geldi ve "Seni çağırmadık, niye geldin?" dedim. Fincanlarla "İşte Geldim" diye yazdı. "Allah'a inanır mısın?" dedim; "Hayır!" dedi. "Peygambere inanır mısın?" diye sordum; "İnanmam!" diye cevap verdi. Aklıma geldi; "Sana Meyvenin Altıncı meselesini okusam dinler misin?" dedim; "evet!" yazdı. Okumaya başladım: "Nasıl bir fabrika şöyle işler, böyle çalışır, lambaları vardır vb... Öyleyse, bu bir mühendisi gösterir" diye okuduğumda "Evet" diyor; "Öyle de, şu kâinat eczanesindeki nebâtât, otlar, meyveler Allah (cc)'ı gösterir!" dediğimde, "Hayır!" diyordu. Böyle "Evet" ve "Hayır"larla bizi çok uğraştırdı. Sonunda, "Sana Cevşen okuyayım mı?" dedim; "Oku!" dedi. Ben okumaya başlayınca, fincan kızın parmağı altında fıkır fıkır oynamaya durdu.. elimi üzerine koydum, parmağımın altından kaçıyordu. Bir aralık şöyle yazdı: "Bırak şu gırgırı!" Ben devam ettim; sonra dayanamadı, sükut etti ve canı sıkılıp, çekti gitti."
Evet, pek çok kimsenin duyduğu veya şâhit olduğu, ya da yayın organlarından takip ettiği bu kabil o kadar çok hâdise var ki... Esasen maddenin iflas edip rafa kaldırıldığını ve rûhun maddeye hâkim olduğunu ilân etmemiz için, bize bu misâllerden bir teki dahi yeter. Zirâ cüz', külle, parça bütüne delâlet etmektedir.
Şimdiye kadar ele almaya çalıştığımız ruhu geliştirmek suretiyle gelecek adına ruhla kontak olma.. keşif ve keramet.. hiss-i kable'l-vukû.. telepati.. içten geçenleri okuma.. medyumluk ve yoga.. ruh ve cin çağırma gibi hâdiselere her mü'min, ruhunun gücü ve kuvvetiyle Allah'ın (cc) izin verdiği ölçüde muttalî olabilir. Bunlar bazıları için üç aylık bir çalışmayla elde edilebilecek şeylerdir. Fakat, hüner bunları elde etmek, havada uçmak veya cinlerle oynaşmak değildir. Bizim için asıl olan, Allah'ı (cc) ve Rasûlü'nü (sav) tanıyıp sevmektir. Kur'ân ve ondaki güzellikler bize kâfi ve vâfidir. Dine, imana hizmet etmek, bu yolda nesiller yetiştirmek ve ruhlarımızı, namzet bulunduğu ebed için hazırlamak bizim için en birinci gâye olmalıdır. Diğerleri, çok da üzerinde durulacak ve kendileriyle meşgûl olunacak türden meseleler değildir.