Sihir; Anlam ve Mâhiyeti
Türkçede “büyü” kelimesiyle karşılanan “Sihir”, Arapça lügat anlamıyla, “her ne olursa olsun, sebebi gizli olan ince şey” demektir. Nitekim fecir vaktinin başlangıcına da ufuk çizgisinin inceliğinden dolayı “seher” denilir. Bu anlamda, yani sebebi gizli olan ince şeyleri bilmek ve tanımak anlamında sihrin küfür olmayacağı açıktır. Ancak, dinî örfteki anlamıyla sihir, sadece bu demek değildir. Sebebi gizli olmakla beraber, gerçeğin aksine tahayyül olunan yıldızcılık, falcılık, medyumluk, cincilik, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey demektir. Halk dilinde de sihir veya büyü denilince akla gelen bunlardır ve bütün bunlar çirkin ve bâtıl şeylerdir. Çünkü bunda esrârengiz bir şekilde hakkı bâtıl, bâtılı hak; hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim, “İnsanların gözlerini sihirlediler” (7/A’râf, 116); “Sihirleri sâyesinde ipleri ve sopaları onun hayâlini büyüledi, çünkü onlar gerçekten yürüyor gibiydiler” (20/Tâhâ, 66) buyrulmaktadır. Demek ki, esrârengiz, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibarıyla çekicilik ve bir de kötü maksat, sihrin niteliğini belirler.
Dinî örfte sihir, sebebi gizli olmakla, gerçeğin zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık tarzında cereyan eden herhangi bir şey demektir. Kendisinde, hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterme özelliği söz konusu olduğu için, aslında ortak adı İslâm olan tüm semâvî dinler tarafından kötülenmiş ve yasaklanmıştır. Mâhiyetinde, esrârengiz gizli sebep ile incelik, dış görünüşünde câzibe, hile ve kötü niyet vardır. Bizzat ilâhî irâde ile meydana gelen olaylardan değildir. Ortaya konulabilmesi için teşebbüs edilmesi gerekli özel bir sebebi vardır. Bu özel sebebi herkes bilemediğinden, sihir hârika gibi zannedilir. Bunun için, sebebi herkesçe bilinmeyen herhangi bir hakikat bile başkalarını kandırmak için kullanıldığı takdirde sihir olur. Bu sebebin nazarî/teorik olarak açıklanabilir bir halde bulunması da şart değildir. Az çok taklidî bir şekilde ortaya konulabilmesi de yeterlidir.
Yaratılış sebebi ilmen açıklanamayan, tek başına ya da zincirleme bazı garip olaylar meydana getirebilmek sihir olmaz. Fakat insanları aldatmak için bunlardan faydalanmaya kalkışıldığı ve bu şekilde kalplere tesir ederek dolandırıcılık yapılmak istenildiği zaman bunlar sihir özelliği kazanırlar. Bunun için imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak, sihrin köküdür. Sihirbazlar, çeşitli bilimlerden, sanayi ve teknolojiden, edebiyattan, felsefeden, yaratılışın garip sırlarından kötü niyetleri için yararlanmasını bilirler. Bu şekilde hakkı gizlemek için yazılmış nice felsefeler, romanlar, tarih kılıklı kitaplar vardır. Vaktiyle hukemânın, yani hikmet ehli kimselerin “domuzların boynuna mücevher (inci gerdanlık) takmayın” nasihati, bu gibi kimselerin yüksek ilimleri öğrenerek, bunları kötü maksatlarla kullanmalarını önlemek için verilmiştir.
Sihir, din açısından şiddetle kınandığı ve yapanlara ağır cezalar öngördüğü halde; bazı kayıtlarla meşrû kılınmış hususlar için de kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in “Belîğ olan sözlerden bir kısmı muhakkak sihirdir” (Buhârî, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47) sözleri bu cümledendir. Ömer bin Abdülaziz de, kişinin güzel konuşması ile gerçeği etkili şekilde ortaya koymasına “sihr-i helâl” demiştir. Bu durumda, hakkı ortaya koyan belîğ konuşmalar helâl bir sihir olup hakkı bâtıl, bâtılı hak şeklinde gösteren belîğ konuşmalar da haram bir sihirdir. (1)
Büyü anlamına gelen Fransızca ve Almanca “magie”, İngilizce “magi”, “magic” kelimelerinin aslının Yunanca “magos”tan geldiği bilinmektedir. “Sihir” kelimesi, Türkçede “büyü” kelimesiyle karşılanır. Aynı zamanda sihir kelimesi de kullanılır. Fakat, Türkçede sihir ve büyü kelimeleri tümüyle aynı anlamda kullanılmamaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “sihir” kelimesi, büyü anlamını da taşımakla birlikte sihir, büyüden daha geniş kapsamlıdır: Büyü ile sihrin bazı şekilleri arasında farklar vardır.
Öte yandan Türkçe’de büyücü ile sihirbaz aynı anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüşü aldatan, hokkabazlık, el çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir gösteri anlamı da vardır. İllüzyonizm, manyetizma, hipnoz, telepati gibi teknikleri uygulayan kimse, sihirbazdır. Büyücü ise, iyi veya kötü varlıkların yardımını sağladığı varsayılan, büyü tekniğini, usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muskaları, diğer ilgili maddeleri bilen ve kullanan veya öyle kabul edilen kimsedir. Daha çok el çabukluğuna dayanan, sahne showlarına, halkı eğlendirme amacıyla gösterilen teknik ve illüzyonlara, gözleri yanıltmaya sihirbazlık denilirken; cinlerle iş yaptığı zannedilen, muska ve üfürükten yararlanan, insanların zihnini etkilemeye ve çeşitli rûhî hastalıklara veya bu hastalıkları tedâviye sebep olduğu kabul edilen kimselerin tıp, bilim ve din dışı araçlar kullanarak yaptıklarına da büyü denilmektedir. Cadılar ve kâhinler, büyücülerle karıştırılırsa da aslında onlarınki bir teknik değil; şahsî kabiliyet veya istismara dayanan farklı yöntemlerdir. Medyumlar, falcılar, astrologlar da modern müneccim ve büyücüler olarak kabul edilebilir.
Büyü, “tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak, yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabiî/doğal nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gâyeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler” şeklinde tarif edilebilir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması, büyünün en temel özellikleridir; başlıca gayesi ise daima çıkar sağlamaktır. Batılı bazı araştırmacılar, “din” ile “büyü” arasında benzerlikler bularak, birbirlerini etkiledikleri, birinin diğerini doğurduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu, büyüyü tümüyle dışlayan, sihri küfür ve şirk olarak tanımlayan İslâm için, düşünülmesi bile mümkün olmayan bir bühtandır. Hatta, bu değerlendirmeyi, İslâm’ın dışındaki diğer dinler için de doğru olmayan ve din düşmanlığını sergilemek için, iki zıt şey arasında ayrıntıyla ilgili ve çok küçük bir iki benzerliğin kasıtlı olarak abartılmasından dolayı ortaya atılan bir iddia ve her türlü dine bir iftira kabul ediyoruz.
Din ile büyü arasında benzerlik bulanlara karşı şu görüşler ileri sürülür: Din her şeye gücü yeten bir varlığa, büyü ise tabiattaki bir güce yönelmektir. Dinin bir cemaati, büyücünün ise sadece müşterisi vardır. Dinde günah anlayışı varken büyüde yoktur. Dinde açıklık, büyüde kapalılık ve gizlilik; dinde itaat, bağlanma, büyüde muvakkat bir menfaat hesabı vardır. Dindeki duâ, ibâdet, ahlâk, dayanışma, birlik gibi temel unsurlar büyüde yoktur. Büyüde dinî uygulamalardaki mânevî, ruhanî özden, derûnî inanıştan çok dış unsurlar, katı şartlar, maddî araçlar ön plandadır. Büyü ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır.
Büyü, inanışa göre, Tanrı veya tanrıların kudretinin üstünde bir şey yapmak veya onları zorlayarak bir gâyeyi gerçekleştirmek iddiasındadır. Halbuki dinde Tanrı’ya itaat etmek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak, gazabından sakınmak, ceza veya mükâfatına göre tavır almak söz konusudur. Büyünün temel gâyesi, menfaat temini olduğundan, yerine göre dince kutsal sayılan şeyleri de kendi gâyesi için kullanarak dini istismar edebilir. Büyüde şahsî, dinde hem şahsî hem de sosyal gâye söz konusudur. Dinin devamlılığına karşılık, kişinin bilgi, yetenek ve imkânı bitince veya gâyesini gerçekleştirince büyü olayı sona erer. (2)


Kur’an-ı Kerim’de Sihir Kavramı
“Sihir” kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerim’de 60 yerde geçer; 2 âyette de “kâhin” kelimesi kullanılır. Kur’an, câhiliyye toplumu üyesi müşriklerin, hak olarak gönderildiklerini tebliğ ettiklerinde, bunları alışılmadık, duyulmadık şeyler olarak değerlendirerek, peygamberlere “büyülenmiş, kendisine sihir yapılmış, cinlenmiş, mecnun” gibi ifâdeler yakıştırdıklarını belirtir. Yine hakkın ifadesi olan vahye de “bu bir sihirdir/büyüdür” dediklerini ifade eder (10/Yûnus, 2). Kur’an, bu ithamları kesin bir dille reddeder. Peygamberin bir kâhin, mecnun veya sihre uğramış biri, ya da büyücü/sihirbaz olmadığını belirtir (52/Tûr, 29-30; 68/Kalem, 2; 81/Tekvîr, 22). Peygamberlerin mûcize göstermesine karşı kâfirler buna sihir demişlerdir (5/Mâide, 110; 6/En’âm, 7; 10/Yûnus, 77; 27/Neml, 13, 28/Kasas, 48; 37/Sâffât, 14-15) Bunların yanında sihrin peygamberlerle ve vahiyle zerre kadar ilgisi olmayan, şeytânî bir pislik ve küfür olduğu vurgulanır.
“Sihir” kelimesi, Kur’an’da “hile” (20/Tâhâ, 64, 69), “kandırmak ve aldatmak” (23/Mü’minûn, 89) anlamlarında kullanılır. Sihirbazlar/büyücüler fesatçı/bozguncu (müfsid) olarak değerlendirilir ve Allah’ın onların işini düzeltmeyeceği açıklanır (10/Yûnus, 81). Kur’an, sihirbazların, nereye gitseler başarılı olamayacağını belirtir (20/Tâhâ, 69; 10/Yûnus, 77). Allah, sihri tesirsiz bırakacak, iptal edecektir (10/Yûnus, 81). Kur’an, Hz. Mûsâ ile Firavunun sihirbazları arasındaki mücâdeleyi, değişik sûrelerde ve bazı ayrıntılarla birlikte açıklar (7/A’râf, 103-126; 10/Yûnus, 75-86; 20/Tâhâ, 56-72; 26/Şuarâ, 30-51). Bu mücâdelenin vurgulanması, her dönemde değişik biçimde ve farklı araçlarla Firavunların sihirbazlar/büyücüler (hakkı bâtıl ve bâtılı hak, akı kara ve karayı ak gösterenler, insanları çeşitli hilelerle kandıran ve oyalayanlar) ile vahyin ve Peygamberî dâvetin karşısına çıkacaklarını hatırlatır. Yine mü’minlere ders ve moral verilir; kim olurlarsa olsunlar, büyücülerin ortaya koyduklarını Allah boşa çıkarıp iptal edecek, her nerede olurlarsa olsunlar büyücüler başarısız olacaklar, her iki dünyada da felâha kavuşamayacaklar, kurtuluşa eremeyeceklerdir.
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek herkese ‘Biz imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun âhiretten nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (2/Bakara, 102)
“Allah o zaman şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa! (...) Hani İsrâiloğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mûcizeler) getirdiğin zaman, içlerinden inkâr edenler, ‘bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir’ demişlerdi.” (5/Mâide, 110)
“Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir Kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler: ‘Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir’ derlerdi.” (6/En’âm, 7)
“Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz? Dediler ki: O’nu da kardeşini de beklet, şehirlere toplayıcı (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler. Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?’ dediler. (Firavun ‘Evet, hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız’ dedi. (Sihirbazlar,) ‘Ey Mûsâ, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa önce atanlar bizler mi olalım?’ dediler. ‘Siz atın’ dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir (ortaya) getirdiler. Biz de Mûsâ’ya, ‘asanı at’ diye vahyettik. Bir de baktılar ki; bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. (Firavun ve kavmi) orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. ‘Mûsâ ve Hârun’un da Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık’ dediler. Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Bu hiç şüphesiz şehrin (Mısır) kıptî olan halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.’ Onlar, ‘Biz zaten Rabbimiz’e döneceğiz. Sen sadece, Rabbimiz’in âyetleri geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür’ dediler.” (7/A’râf, 109-126)
“Ve dediler ki: ‘Sen bizi büyülemek için her ne mûcize getirirsen, biz asla sana inanacak değiliz.” ‘7/A’râf, 132)
“Firavun dedi ki: ‘Bilgili bütün sihirbazları bana getirin! Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara: ‘Atacağınızı atın’ dedi. Onlar (iplerini) atınca, Mûsâ dedi ki: ‘Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu iptal edecek, boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah fesatçıların/bozguncuların işini düzeltmez. Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır.” (10/Yûnus, 79-82)
“İçlerinden bir adama: ‘İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele’ diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: ‘Bu elbette apaçık bir sihirbazdır’ dediler.” (10/Yûnus, 2)
“Katımızdan onlara hak (mûcize) gelince: ‘Bu elbette apaçık bir sihirdir’ dediler. Mûsâ: ‘Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflâh olmazlar’ dedi.” ‘10/Yûnus, 76-77)
“...(Rasûlüm!) ‘ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz’ desen, kâfir olanlar derhal ‘bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir’ derler.” (11/Hûd, 7)
“Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hâlâ buna (Kur’an’a) inanmıyorlar. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine ‘gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır’ derler.” (15/Hıcr, 13-15)
“Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zâlimlerin, ‘Siz, sihirlenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!’ dediklerini çok iyi biliriz.” (17/İsrâ, 47)
“(Firavun’un sihirbazları) şöyle dediler: ‘Bu ikisi (Mûsâ ve Hârun), muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece. Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır. Dediler ki: ‘Ey Mûsâ! Ya sen at veya önce atan biz olalım.’ ‘Hayır, siz atın’ dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sâyesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Mûsâ, birden içinde bir korku duydu. ‘Korkma!’ dedik, ‘üstün gelecek olan, kesinlikle sensin.’ Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Sihirbaz/büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflâh olmaz. Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; ‘Hârun’un ve Mûsâ’nın Rabbine iman ettik’ dediler.” (20/Tâhâ, 63-70)
“...(O müşrik) zâlimler (mü’minlere ‘Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!’ dediler.” (25/Furkan, 8)
“Dediler ki: ‘Sen, olsa olsa iyice sihirlenmiş birisin!” (26/Şuarâ, 153)
“(Firavun ve adamları Hz. Mûsâ’ya, azâbı görünce) Dediler ki: ‘Ey sihir ustası! Sana verdiği ahid uyarınca bizim için Rabbine duâ et; çünkü biz, doğru yola gireceğiz.” (43/Zuhruf, 49)
“İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: ‘O, bir büyücüdür veya delidir’ dediler.” (51/Zâriyât, 52)
“O gün cehennem ateşine itilip atılırlar da, ‘işte yalanlayıp durduğunuz ateş budur’ denilir. Bir sihir midir bu, yoksa görmüyor musunuz?” (52/Tûr, 13-15)
“(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, Rabbinin nimetiyle sen ne bir kâhinsin, ne de cinlenmiş bir deli.” (52/Tûr, 29)
“Onlar bir mûcize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: ‘eskiden beri devam edegelen bir büyüdür’ derler.” (54/Kamer, 2)
“(Rasûl’üm,) Sen -Rabbinin nimeti sâyesinde- mecnun (cinlenmiş veya deli) değilsin.” (68/Kalem, 2)
“De ki: ‘Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.” (113/Felak, 1-5)



Hadis-i Şeriflerde Sihir
“İçki bağımlısı, sihre inanan ve akrabalarıyla alâkasını (sıla-i rahmi) kesen cennete giremeyecektir.” (Hadisin bazı rivâyetlerinde “mü’minun bi-sihrin, -sihre inanan-”geçmesine karşılık, bazılarında “musaddıkun bi’s-sihr -sihri tasdik eden-” şeklinde geçmektedir.) (Ahmed bin Hanbel, 4/399; Ebû Ya’lâ, el-Müsned hds no: 3386; İbn Hibbân, Sahîh 7/366, 648; Hâkim, Müstedrek 4/146)
“Düğüm atarak üzerine üfleyen kimse sihir yapmıştır. Sihir yapan ise şirk koşmuştur. Üzerine bir şey takan kimse, (taktığı şeye) güvenmiş olur.” (Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 199, 7/117)
“(Şu) Helâk edici yedi şeyden sakının.” Dediler ki: ‘Bunlar nelerdir, ey Allah’ın Rasûlü? Buyurdular ki: “Allah'a şirk/ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, fâiz malı yemek, savaşta düşmandan kaçmak, kendini savunmaktan âciz nâmuslu kadınlara zinâ iftirâsında bulunmak.” (Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 48, Muhâribîn 31; Müslim, İman 38, 4; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10, 1; Nesâî, Vesâyâ 11)
İki yahûdiden birisi, diğerine ‘beraberce gidip şu peygamber’e soru soralım’ dedi. Arkadaşı, ‘ona peygamber deme! Sonra senin ona peygamber dediğini duyarsa (sevincinden) dört gözlü olur’ dedi. Sonra Nebî (s.a.s.)’ye geldiler ve ona: “Mûsâ’ya apaçık dokuz âyet verdik” (17/İsrâ, 101) âyet-i kerimesini sordular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın, zinâ etmeyin, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyin, hırsızlık yapmayın, sihir yapmayın, bir suçsuzu öldürmesi için devlet adamına götürmeyin, fâiz yemeyin, iffetli bir kadına zinâ suçu isnâd etmeyin, savaştan kaçmayın ve siz yahûdilere mahsus olmak üzere Cumartesi gününe tecâvüz etmeyin.” Bunun üzerine o iki yahûdi, Hz. Peygamber’in iki elini ve iki ayağını öptüler. ‘Senin peygamber olduğuna şehâdet ederiz’ dediler. Hz. Peygamber, “o halde müslüman olmaktan sizi engelleyen nedir?” buyurunca dediler ki: ‘Dâvud (a.s.), zürriyetinden bir peygamberin devamlı olarak bulunması için duâ etmiştir. Şâyet müslüman olursak, yahûdilerin bizi öldürmelerinden korkarız. (Tirmizî, İsti’zân 33, Tefsîr Benî İsrâil 18, 16; Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 18; İbn Mâce, Edeb 16/2)
“Dâvud Peygamber’in gecede bir saati vardı ki, bu saatte âilesini uyandırarak şöyle derdi: ‘Ey Dâvud âilesi, kalkın ve namaz kılın. Zira bu saat öyle bir saattir ki, sâhir (sihir ve büyüyle uğraşan) veya vergi toplayandan başkasının duâsına karşılık verilir.” (Ahmed bin Hanbel, 4/22, 218)
“(Belîğ olan) sözlerden bir kısmı, muhakkak sihirdir.” (Buhârî, Tıbb 51, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47)
“Baykuşlarda (uğursuzluk diye) bir şey yoktur. Yorum yapmanın en doğrusu, hayra yormadır. Göz değmesi de bir gerçektir.” (Tirmizî, Tıbb, hadis no: 2062; İbn Mâce, Tıbb, hadis no: 3506-3509; Ebû Dâvud, Tıb, c. 2, s. 336)
“Uğursuzluğa yorma yoktur. Dürüst yorum, güzel söz hoşuma gider.” (Buhârî, Tıbb 44; Müslim, Selâm 111, 112; Ebû Dâvud, Tıbb, c. 2, s. 343; Tirmizî, Siyer, hadis no: 1615; İbn Mâce, c. 2, s. 365-366)
“Fal açan ve kendisi için fal açtıran ve kehânette bulunan ve kendisi için kehânette bulunulan ile sihir yapan ve kendisi için sihir yaptıran kişi Bizden değildir.” (Bezzâr, Müsned; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat)