27 J. W. LOVEGROVE
(İngiliz)
Niçin müslüman olduğum hakkında sorduğunuz suâle aşağıda kısa bir cevap vermek istiyorum. Din ve îman hakkında size uzun bir konferans verecek değilim. Din ve îman insanın ruhunda doğan, her şeyden tamamen farklı bir meziyyettir. Tıpkı çölde kalmış bir insanın susamasına benzer. İnsanların muhakkak istinâd edecek, güvenecek, kendisine rehber olacak bir îmana mâlik olması lâzımdır. Ben, önce din tarihlerini tedkîk ettim. İnsanları dîne dâvet eden zâtların hayatlarını ve onların ne öğrettiklerini dikkat ile okudum. Anladım ki, Peygamberlerin başlangıçta, öğrettiği esas kâideler zamanla bozulmuş ve büsbütün başka şekllere dönmüştür. Bunlardan ancak pek az doğru kısmı günümüze kadar devam edebilmiştir. Bu büyük, seçilmiş insanların hayatlarına türlü türlü efsâneler karıştırılmış, yaptıkları işler bize büsbütün başka ve esrârla dolu bir şekilde intikâl etmiştir. İşte bunların yanında yalnız İslâm dîni, intişâr ettiği günden bugüne kadar aynı saflığı, aynı temizliği muhâfaza etmiş, içine hiç bir hurâfe ve efsâne katılmadan, günümüze kadar devam etmiştir. Kur'an-ı kerim, Muhammed aleyhisselâm zamanında ne ise, bugün de odur. Bir kelimesi bile değişmemiştir. Muhammed aleyhisselâmın mübârek sözleri, kendi ağzından çıktığı şekilde, hiçbir tehavvüle uğramadan günümüze vâsıl olmuştur.
Allahü teâlâ, lüzûm gördükçe, insanlara Peygamberler göndermiştir. Bunlar birbirini tamamlar. Diğer Peygamberlerin öğrettiği husûsların değiştirilmiş ve başka şekllere sokulmuş olduğu göz önünde tutulursa, en temiz, en saf ve en doğru kalan İslâm dînini kabûl etmekten daha mantıkî ne olabilir?Esasen, kendime sâde, faydalı ve içinde mantığa uymıyan hurâfeler katılmamış bir hak din arıyordum. İslâm dîni, böyle bir ilâhî dindir. İslâm dîni, Allahü teâlâya ve komşularıma ve sâir insanlara karşı olan vazîfelerimi bir bir göstermektedir. Bütün dinlerden maksat bu olduğu hâlde, onlarda bu husûs için anlaşılmaz felsefî akîdeler konulmuştur. Hâlbuki, islâm dîninde bu husûsta herkesin anlıyabileceği, sâde, mantıkî, inandırıcı, faydalı kâideler vardır. Ben, dünyada ve âhirette, huzur ve selâmete kavuşmak için, neler yapmak Îcap ettiği hakkındaki bilgileri, ancak İslâm dîninde buldum. Onun için müslüman olmakla şereflendim.
28 DAVİS
(İngiliz)
1931 senesinde doğdum ve 6 yaşında ilk mektebe gitmeye başladım. Yedi sene sonra, ilk mektebi tamamlıyarak, orta kısma devam ettim. Âilem beni katolik terbiyesi ile yetiştirdi. Sonradan, Anglikan kilisesine bağlandım. En sonunda, Anglo-katolik oldum. Bütün bu tehavvüller esnâsında, hep aynı şeyle karşılaşıyordum. Hıristiyanlık, insanın normal günlük hayatından tamamen ayrılmış, yalnız Pazar günleri giyilen ve onun için sandıkta saklanan bir elbiseye benzemişti. İnsanlar, hıristiyanlık dîninde aradıklarını bulamıyorlardı. Hıristiyan dîni, insanları kiliseye türlü renkli ışıklar, resmler, günnük kokuları, zevkli müzik ve Azîzler için yapılan türlü parlak merâsim ve duâlarla bağlamaya çalışıyor. Fakat, insanları bir türlü toplamaya muvaffak olamıyordu. Çünkü hıristiyan dîni, yalnız efsânevî husûslarla meşgûl oluyor, kilise dışındaki olan bitenle hiç alâkası olmuyordu. İşte bunun için, ben hıristiyanlıktan tamamen nefret ettim ve yaldızlı reklâmlarla medh olunan komünistlikle faşistliği tecrübe etmeye karar verdim.
Komünist olurken, komünistlikte sınıf farkı olmadığına inanmış ve buna çok sevinmiştim. Fakat zaman geçtikçe, komünistlerin, sınıfsız olmak şöyle dursun, âdetâ bir esîr hayatı yaşadıklarını, içlerindeki küçük bir zümrenin diğerleri üzerine zulüm ve işkence yaptığını, kimsenin birşey söylemeye hakkı olmadığını ve ufak ve haklı bir itirazda bulunsa, hemen cezâlandırıldığını ve bu cezâlandırmanın ölüme kadar gittiğini dehşet ile gördüm. Komünizmin hakîkî yüzü hakkında, bize Stalin en bâriz bir misâldir. Bunun üzerine komünistliği bırakarak, faşist olmaya karar verdim.
Faşistlikte gördüğüm disiplin ve intizâmı, çok beğendim. Fakat faşistler, ancak kendilerini beğeniyorlar. Kendilerinin dışında olan bütün insanları, başka ırkları hakîr görüyorlardı. Burada da, zulüm, ızdırab, haksızlık ve tahakküm vardı. Birkaç ay içinde, faşistlikten de, tamamen nefret ettim. Çünkü, İngilterede Mosley, Almanyada Hitler, İtalyada Mussolini, tâm bir terör, merhametsiz ve keyfî bir zulüm nümûnesi olmuşlardı. Fakat buna rağmen, faşistlikten ayrılamıyordum. Çünkü başvuracak başka bir yer kalmamıştı.
Bu sırada, ruhî ızdırâblar arasında çırpınırken, bir kitap satıcısında, (The İslamic Review = İslâm Mecmû'ası) adında bir dergi gördüm. Bunu biraz karıştırdım. Bedeli 2 şilin 6 pens olan (bugünkü para ile 15 lira) ve benim için çok pahalı sayılan bu mecmû'ayı, niçin satın aldığımı hâlâ anlıyamıyordum. Kendi kendime, (Beyhûde para sarf ettim. Her hâlde bunun içindekiler de hıristiyanların, komünistlerin, faşistlerin söyledikleri ve iki para etmiyen laflara benzer) diye düşünüyordum. Fakat mecmû'ayı dikkat ile okumaya başlayınca, şaşırıp kaldım. Okudum, bir kere, bir kere daha okudum. O zaman islâmiyetin, hıristiyanlığın ve sonu (izm) ile biten bütün ideolojilerin en iyi taraflarını kendinde toplayan mükemmel bir din olduğunu gördüm ve anladım. Fakirliğime rağmen, bu mecmû'aya abone oldum. Birkaç ay sonra, müslüman olmaya karar vermiştim. O günden beri, yeni dînime iki elle sarılmış bulunuyorm.
Üniversiteye girer girmez, Arabî öğrenmeye başlayacağımı Ümit ediyorum. Şimdiki hâlde, Latince, Fransızca ve İspanyolca öğreniyor ve (İslâm Mecmû'ası)nı okuyorum.
İnsana sadâkat yaraşır, görsede ikrâh,
Yardımcısıdır doğruların hazreti Allah.
29 T. H. Mc BARKLİE
(İrlandalı)
Ben, İrlandalı olmama ve İrlandalıların çoğunun katolik dînine bağlı bulunmasına rağmen, protestan mezhebinde yetiştirildim. Fakat, daha çocuk yaşında iken, hıristiyanlık hakkında bana öğretilen şeyleri hiç beğenmiyor, bunların doğruluğundan şüphe ediyordum. Üniversiteye başlayıp, birçok yeni ilimler öğrenince, şüphem artık kanaate vardı. Hıristiyan dîni, artık bana hiçbir şey vermiyordu. Ondan tamamen nefret ettim ve ona inanmıyordum. İçimdeki, (beni hak yola kavuşturacak bir rehberi aramak) arzusu, o kadar şiddetliydi ki, bir müddet, düşündüğüm tarzda bir îtikat yolu kurmuş ve bununla kendimi tatmîn etmeye çalışmıştım. Bu karışık ruh hâleti oldukça uzun sürdü. Birgün, elime (İslâm ve Medeniyet) isminde bir kitap geçti. Bunu okuyunca, büyük bir hayret ve sevinç ile gördüm ki, aklımdan geçen bütün Ümitler, suâller ve bunların cevapları, bu kitapta mevcut idi. Hıristiyan fırkalarının zulüm ve baskılarına karşı islâm dîninin huzur dolu, canlı kâideleri, beşeriyyete doğru yolu göstermişti. İslâm memleketlerindeki ilim ve medeniyet kaynakları, karanlık ve vahşet içinde bulunan Avrupaya nûr saçmıştı. Hıristiyanlıkla kıyaslandığı zaman, islâm ne kadar mantıkî, faydalı bir din idi.
İslâmiyette beni, ilk görüşte kendisine hemen bağlıyan husûs, hıristiyanlıkta bulunan (İnsanların günahkâr olarak doğduğu ve dünyada kefaret vermek mecbûriyeti bulunduğu) akîdesinin islâm dîninde red edilmesiydi. Sonraları, islâmiyetin insânî, medenî diğer ahkâmını öğrenerek, bu dînin büyüklüğüne hayrân oldum. İslâmiyette zengin, fakir ayrılığı yoktu. İslâmiyette her ırktan, her renkten, her dilden insanlar birbirinin kardeşi sayılıyordu. İslâmiyet, insanların aralarındaki servet, mevkı', ırk, memleket, renk farklarını bir hamlede yıkıyordu. İşte bunun için müslüman oldum.
30 MAHMÛD GUNNAR ERİKSON
(İsveçli)
Allahü teâlâya hamd-ü senâ ile söze başlıyorum. Allahü teâlâdan başka bir mâbut bulunmadığına ve Muhammed aleyhisselâmın Onun kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederim.
Bundan beş sene evvel müslümanlarla görüştüm. Dostlarımdan biri, birgün, Kur'an-ı kerimi merak ettiğini ve onu okumaya başladığını söylemişti. O zamana kadar, Kur'an-ı kerim hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Arkadaşımın Kur'an-ı kerim okumaya başladığını öğrenince, onun yanında küçük düşmemek için ben de Kur'an-ı kerimi tedkîk etmeye karar verdim ve İsveççe bir Kur'an-ı kerim tercümesini bulmak için şehrimizin kütübhânesine mürâce'at ettim. Oradan, böyle bir tercüme buldum ve okumaya başladım. Kütübhâneden aldığım bir kitabı ancak onbeş gün yanımda tutabiliyordum. Fakat, Kur'an-ı kerim, benim üzerimde o kadar büyük bir te'sîr yaptı ki, onbeş gün kâfî gelmedi. Kitabı geri verdikten birkaç gün sonra, tekrar kütübhâneye gidiyor ve onu tekrar alıyordum. Böylece, her 15 günde bir geri vererek ve birkaç gün sonra tekrar alarak, bu Kur'an-ı kerim tercümesini defalarca okudum. Kur'an-ı kerimi okudukça, ona hayrân oluyor ve müslümanlığın hakîkî dîn olduğuna inanmaya başlıyordum. 1950 senesi Kasım ayında, artık müslüman olmaya karar vermiştim. Fakat islâmiyetin hakîkî mânasına vâkıf olmak ve onun derinliğine nüfûz etmek için biraz daha beklemek ve bu dîni biraz daha tedkîk etmek istiyordum. Bunun için, Stockholmda umûmî kütübhâneye giderek, islâm dîni hakkında yazılmış eserleri araştırdım. Bu eserler arasında, Muhammed Alînin Kur'an-ı kerim tercümesini buldum. Muhammed Alînin, Kadıyânî ve Ahmedî denilen bir sapık teşkîlâtın mensûblarından olduğunu sonradan öğrendiğim hâlde, bu kifâyetsiz kimsenin yapmış olduğu tercümeden bile, çok faydalandım. Artık müslüman olmak için hiç bir şüphem kalmamıştı. Müslümanlarla görüşmem işte o zaman başladı. 1952 senesinden îtibaren onlarla birlikte ibâdetlere iştirâk ettim. Büyük bir tâlih eseri olarak, Stockholmda müslümanlar tarafından te'sîs edilmiş bir cemiyet buldum. Onlarla tanıştım. Onlardan da, birçok şeyler öğrendim. 1372 hicrî senesinin Ramazan bayramında İngiltereye gittim ve bayramın birinci günü (Woking) câmiinde resmen müslüman oldum.
Müslümanlıkta beni kendisine en çok cezb eden şey, müslümanlığın son derece mantıkî bir din olmasıdır. İslâmiyette, akl-ı selîmin kabûl etmediği hiçbir şey yoktur. İslâmiyet, Allahü teâlânın bir olduğuna inanmağı emreder. Allahü teâlâ gafûr ve rahîm (affedici ve çok merhametli)dir. İnsanlara rahat ve huzur içinde yaşıyabilmeleri için, her an sayısız lutf ve ihsânlarda bulunur.
İslâm dîninde en çok sevdiğim şeylerden biri de, islâm dîninin yalnız Arabların dîni olmayıp, bütün insanların dîni olmasıdır. Allahü teâlâ, bütün âlemlerin rabbidir. Hâlbuki yahudiler, kendi kudsî kitaplarında, hep (İsrâîlin Allahı)ndan bahs ederler. Yâni, Allahü teâlâyı sırf kendilerine tahsîs ederler.
Yine İslâm dîninde sevdiğim bir husûs, bu dînin şimdiye kadar gelen bütün Peygamberleri kabûl etmesi, hepsine hurmetkâr olması ve başka dîne inananlara büyük bir şefkat ile muamele etmesidir. Bir müslüman, temiz olan her yerde, tarlada, hattâ bir kilisede bile namaz kılabilir. Hâlbuki bir hıristiyan, bir câmiin yanına bile yaklaşmaz.
İslâmın en doğru ve en son din, Muhammed aleyhisselâmın da en son Peygamber olduğunu, Kur'an-ı kerim, ne güzel tarif etmektedir:
Mâ'ide sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (Bugün, dîninizi kemâle erdirdim. Size olan nîmetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmı seçtim) buyurulmuştur.
Âl-i İmrân sûresi ondokuzuncu âyetinde meâlen,. (Ve, kat'î olarak biliniz ki, Allahü teâlâ katında din, İslâmiyettir) buyurulmuştur.