EBU UBEYDE MA’MER b.el-MÜSENNA et-TEYMİ
ve
MECAZÜ’l-KUR’ÂN




EBU UBEYDE MA’MER b. el-MÜSENNA




·Hayatı

Ebu Ubeyde Ma’mer b.el-Müsenna (ö.209 h.) Kureyş’in Teym kabilesine mensup azatlı bir köledir. Ubeydullah b.Ma’mer et-Teymi’nin azatlı bir kölesi olduğu da söylenmektedir. 110 yılında Bacırvan’da
[1] doğmuş olup bir yahudi ailesine mensuptur. Herkesi ayıplayıp dili ile bîzar eden Ebu Ubeyde bir gün “Ey Ebu Ubeyde! Sen herkes hakkında dedikodu ediyor ve neseplerini kötülüyorsun. Allah aşkına bana babanın kim olduğunu, aslını söyler misin?” şeklindeki ısrar üzerine “Babam, bana babasının Bacırvan’da mukim bir yahudi olduğunu anlatırdı” demek mecburiyetinde kalmıştır. Uzun bir hayat sürmüş olan Ebu Ubeyde’nin ölüm tarihinde olduğu gibi doğum tarihinde de ihtilaf edilmiştir. Ebu Ubeyde’nin ölüm tarihi için 208 h.’den 211 h.’ye kadar muhtelif tarihler zikredilir. Yüz sene kadar süren uzun bir ömürden sonra kendisine ikram edilmiş olan bir muzu yemekle mübtela olduğu hastalıktan sonra öldüğünü kendisinden şöylece rivayet ederler: Muhammed b.Kasım en-Navşancâni (ö.215) Ebu Ubeydeye bir muz ikram etmiş, onun ölümüne sebep olmuştu; hastalığında kendisini ziyarete gelenlere “hastalığımın sebebi bu Navşancâni’dir, yanına sağlam olarak girdim, muz getirdi; biraz fazlaca yedim ve hasta oldum” demişti.
Geliş tarihi ve hangi yaşta geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte Basra’ya geldiği söylenmektedir. Harun Reşid tarafından h.188’de Basra’ya getirildiği ve halifenin ona birçok şeyler okuduğu rivayet olunmaktadır. Aynı zamanda Bağdat’a da gittiği bilinmekte olup kaç kez gittiği kat’i olarak bilinmemektdir. Bağdat’a gelişini anlatan rivayetlerden birisi de Ebu Ubeyde’ye aittir:
“Fadl b.Rabi’ yanına gitmem için Basra’ya haber gönderdi, gittim, huzuruna çıktım. Vezirlik makamında idi, kendisine selam verdim. Selamımı aldı, tebessüm etti. Aynı mindere oturabileceğim şekilde beni yaklaştırdı. Birçok sualler sordu, iltifat etti ve hoşnut etti. Bana ‘şiir inşâd et’ dedi. Hafızamda Cahiliye’ye ait, bazı kıymetli şiirler okudum. “Ben bunlardan daha fazlasını biliyorum, bana şiirlerin biberlisi lazım” dedi, yine inşâd ettim, memnun oldu, yüzü güldü ve neşesi arttı. Sonra katip kıyafetinde biri içeri girdi, onu da yanına oturttu, “bunu tanıyor musun” diye sorarak beni gösterdi O da “hayır” diye cevap verdi, “Bu, Basra’nın allamesi Ebu Ubeyde’dir, ilminden faydalanalım diye getirttik” dedi…”
Ebu Ubeyde’nin hayatından bahseden kaynakların hemen hepsi onun çok sert lisanlı ve ta’yib edici bir karakter sahibi olduğunu kaydederler. Şöyleki incitmedik hiç bir kimse bırakmamış olduğu için cenazesinde tek bir kişi bile bulunmamıştır. Çok zaman en iyi dostlarını bile en basit bir mesele yüzünden tahkir etmekten çekinmemiştir. Onun taarruzlarına en çok uğrayan muhtemelen Asmai (ö.216) olmuştur. Camiye girmek istediği zaman Ebu Ubeyde’nin içerde olup olmadığını sorduktan sonra girecek kadar çekinirmiş.
Onun pek acı bir lisan sahibi oluşu yalnız yakın muhiti arasında değil kendisini uzaktan veya yakından tanıyanlar arasında da pek meşhurmuş. Ebu Hatim’in rivayetine göre İran’a bir tanıdığı Musa b.Abdurrahman el-Hilali’ye misafir olarak gitmiş. Hilali uşaklarına “Ebu Ubeyde’den çekinin, Onun sözleri ok gibidir” demek mecburiyetinde kalmış, daha sonra yemek sofrasına oturulmuş. Uşaklardan biri yemek getirirken Ebu Ubeyde’nin eteğine et suyu sıçratmış, bunu gören Hilali “elbisene et suyu döküldü. Ben sana on kat elbise veririm” demiş. Ebu Ubeyde ise “üzülme senin et suyun bir leke yapmaz” diye cevap vermiş. Sözün manasını anlayan Hilali susmağa mecbur kalmış.

·Akidesi

Mensup olduğu akideye gelince, kaynaklar onun harici olduğunda müttefiktirler. Abdullah b. Saffan taraftarlarının meydana getirdiği Sufriya koluna mensup olduğu fakat daha sonra çocukların kıyamet günü ta’zib edileceği meselesinde onlara muhalefet etmesinden dolayı bu gruptan ayrıldığı rivayet olunmakla birlikte, Onun, Havaric’in Abdullah b. İbad taraftarlarının meydana getirdiği İbadiye’den olduğu da söylemiştir.


·İlmi Şahsiyeti

Câhız yeryüzünde bütün ilimleri ondan daha iyi bilen ne bir harici ne de bir cemâî yoktu diye methetmekle Ebu Ubeyde’nin arap dili ile yazılı islami ilimlerdeki rolünü veciz bir şekilde ifade edebilmiştir.
Ebu Ubeyde’nin ilmi faaliyeti üç cepheden mülahaza edilebilir:
Bir-Arap Ensabı, Eyyamı ve Ahbarı ile ilgili olan ilmi cephesi
İki-Garip lügatler ve şiir ile ilgili cephesi
Üç-Nahivle ilgili cephesi

1.Arap Eyyam, Ensab ve Ahbarına karşı bilgisi ilminin tarihi kısmını teşkil eder. Onun ilminin belki de en kuvvetli tarafı budur. Gerek muasırları ve gerekse kendisinden sonra ilmini muasırlarınınki ile mukayese eden alimler onun bu sahadaki derinliğinden bahsederken çağdaşlarına üstünlüğünde müttefiktirler. Cahiliye devrine ve İslamiyetin ilk iki asrına ait Eyyam ve Ahbar’ın büyük bir kısmı Ebu Ubeyde vasıtası ile bize gelmektedir. Edebiyat ve kültür tarihini, ağızdan ağıza dolaşan şarkıların en ehemmiyetli kaynağını teşkil eden ‘Kitabü’l-Eğâni’nin en sağlam temeli Ebu Ubeyde ve onun ‘en-Naqâid’ adlı eseri olmuştur. Taberi ve İbn Esir gibi arap müverrihleri birçok vak’aların zikrinde ona müracaat ederler. Daha oldukça erken bir devirde Ebu Ubeyde’nin bir çok mevzuda ilk eser meydan getiren kimse olduğu itiraf edilmişti. “Cahiliye ahbarını öğrenmek isteyen Ebu Ubeyde’nin, İslam ahbarını öğrenmek isteyen kimse de el-Medâini’nin(ö.215) kitaplarına başvursun” diyen Sa’leb (ö.298), Onun Cahiliyede ve İslamdaki cömert ve pintilere ve diğer birçok mevzulara dair ilk telif sahibi olduğuna da işaret etmiştir.

2.Garip kelimelerle ve şiir ile ilgili cephesi: İkinci yüzyılın ortalarına doğru arap şiirleri, çöllerden, göçebe kabileler arasından toplanarak kültür merkezlerine yığılmaya başlamıştı. Saray hayatındaki meclislerde okuyabilmek, yeni yeni inkişaf eden Nahiv, Lügat gibi ilimlerde, Kur’an tefsirinde ve Hadis’te istişhad edebilmek için arap şiirini toplamak icap etmişti. Bir taraftan dilciler, diğer taraftan bedevi arapların arasından bir takım mahir kimseler bu şiirleri toplayarak çöllerden ve bedevilerin çadır hayatından şehirlere, halife saraylarına, ilim mekteplerine taşıyorlardı. Bu dönemde Sîbeveyh, Halil b.Ahmed, el-Kisâi ve Ferra’ gibi filologlar nahiv, Kur’an tefsiri ve şiir derleme işinde sayısız eserler veriyorlardı. Bütün bu ilmi çalışmalara o dönemdeki iki rakip mektebin karşı karşıya gelmiş olması da hız veriyordu. Basra mektebinin kuruluşuna nazaran daha sonra olan Kûfe mektebi zaman geçtikçe rakibini tenkide başlamış ve onun meselelerini redde iktidar kazanmıştı. Basra alimlerinden biri olan Ebu Ubeyde’nin geniş faaliyetlerinden birisi muhtelif cins ve eşyaya ait mahdut lügatler meydana getirmek diğeri de bunlarda şahid olarak kullanabileceği malzeme için arap şiirinden faydalanmak idi. Ebu Ubeyde kendisinden önce belki de hiç ele alınmamış olan birçok cins ve eşyaya munhasır eserler meydana getirmişti. Bunlar arasında doğrudan doğruya “el-Lüğat” diye umumileşmiş isimlere rastlamak mümkün olduğu gibi hayvanların muayyen bir fonksiyonuna dair meydana getirilmiş olan eserlerin adlarını görmek de mümkündür. “Kitâbü’l-Hayl” gibi.
Onun şiirle ilgili eserlerine gelince, bugün bize kadar gelmiş olanları, arap şiirine ve şairlerinin hayatlarına dair pek ihatalı bir bilgiye sahip olduğunu göstermektedir. Cerir ve Farazdaq’ın hicivlerini, birbirlerine hücumlarını ve bu münasebetle hicri birinci yüzyılın edebi hayatını pek mufassal bir şekilde aksettiren “Naqaid Cerir ve’l-Farazdaq” adlı eseri, “eş-Şiir ve’ş-Şuarâ”sı ve muhtelif kaside ve beytleri toplayan “Kitâbü’ş-Şevârid”i bu sahadaki eserlerini teşkil eder.


[1]Bac‎ırvan: Belh’in bir kazas‎ı olup Şirvan (Ermenistan) civarında bir şehir olduğu söylenir.