Toplumsal düzeni bozucu faktörlerin başında, düşmanlık duyguları ve düşmanca tavırlar vardır. Düşmanlığın temelinde buğz etmek yani gizli ve kalbî düşmanlık hissetme vardır. Kişinin, malı, vatanı, namusu, dini ve ahlaki inançları gibi hayati değerlerine yönelik tehdit unsurlarına, saldırılara karşı düşmanlık duygularına kapılması, doğal, fıtrî ve erdemli bir duygudur.
Düşmanlığın sebepleri, hedefleri doğru seçilmemiş ise durum farklıdır. İnançlı bir insanın, dünyevi, hissi ve ekonomik çıkarlara dayanan nedenlerle başka bir insana düşman olması; dinî, ahlâkî ve sosyal açıdan zararlıdır.
Düşmanlık duyguları, doğurduğu kötülüklerle insanın ahlakını yıkar ve toplumsal kişiliğini yok eder. Düşmanlık duyguları, kişinin kalbini, zihnini, tüm fiziksel ve ruhsal özelliklerini harap eder. İnançlı bir insan, kin ve düşmanlık hislerinin, kalbini ve düşüncelerini zehirlemesine izin vermez. Eğer kin ve düşmanlık duyguları kalbi zehirlemeye, düşünceleri bulandırmaya başlamışsa da şu dizeler üzerinde düşünülmesi faydalı olacaktır:
“Dünya öyle bir meta değildir ki düşmanlık yapmaya değsin! Fani ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise dünyanın cûz’i işlerinin ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın!” (Hafız-ı Şirazî)
İnsan, düşmanlık duygularının kalbinde ve zihninde büyümesine izin verirse, en büyük düşmanlığı kendisine yapar ve kendi kendinin düşmanı olur.
Kral ve tahtakurusu
Bir varmış bir yokmuş... Ali kıran baş kesenin çok olduğu bir yerde, insafın hiç olmadığı bir zamanda, bir ülke varmış. Bu ülkede yaşayanlar, yılın bir günü tartılırlar, kim daha ağır gelirse, o ülkenin kralı olurmuş. O yüzden orada yaşayanlar, kral olabilmek için durmadan dinlenmeden yerler içerlermiş ki, şişmanlasınlar da tartıda ağır çeksinler.
O ülkede cılız, kanı iliği kurumuş biri varmış. O da öbürleri gibi, sürekli:
- Ah bir kral olsam... dermiş... Böyle dermiş ama gözünde yaşı var, tasında aşı yokmuş. Ne yesin, ne içsin de şişmanlasın?
Bir gece, kulübesinde kaşınmaya başlamış. Hem keyifle kaşınır, hem de acı acı düşünürmüş:
- Ah, nasıl bir kral olsam...
Kemiğine yapışan derisini bir şey ısırıp duruyormuş. Adam, elini sırtına atmış, kollarına bakmış. Bir türlü bu ısıran şeyi bulamamış. “Kral olsam, kral olsam...” diye söylenirken, kulağına vızıltı gibi bir ses gelmiş. Kulak kabartmış. Vızıltı şöyle demiş:
- Bu adamın da, hiç kanı-canı yok... Adam sabaha kadar:
- Ah kral olsam... deyip kaşındıkça, o vızıltı da:
- Bunda ne kan, ne can var... dermiş. Sıska adam:
- Kim o? diye karanlığa sormuş. Karanlıktan vızıltı:
- Benim! Tahtakurusu! demiş.
- Neredesin?
- İki kürek kemiğinin ortasında.
- Şöyle gel de seni göreyim...
Tahtakurusu, adamın sırtından dizine gelmiş. Açlıktan zar olmuş bir tahtakurusu, karnında bir sıkımlık kan yok. Adam:
- Ne söylenip duruyorsun? demiş. Tahtakurusu da ona:
- Bütün gece vücudunda dolaştım, emecek bir damla kan bulamadım. Ya sen ne söylenip duruyorsun? demiş.
Adam, tahtakurusunu iki parmağının arasına almış, tam ezeceği sırada tahtakurusu:
- Beni ezme, ben senin kral olmana yardım ederim... demiş.
- Sen bir tahtakurususun, benim kral olmama nasıl yardım edersin?
- Sen beni besle, ben de seni beslerim. İkimiz de şişmanlarız. Sen şişmanlayınca kral olursun, ben de senin sayende yaşarım.
- Peki, ben seni nasıl besleyeyim?
- Senin hiç düşmanın yok mu? Beni düşmanlarının yanına götür, bırak. Ben onların kanını emerim, kanlarını kuruturum. Sen de onların nesi var, nesi yoksa sahiplenirsin.
Tahtakurusunun bu sözleri adamın aklına yatmış ama düşünmüş taşınmış, Tahtakurusuna:
- Benim düşmanım yok ki... demiş. Tahtakurusu da ona:
- Nasıl olur? demiş, yeryüzünde her yaratığın düşmanları vardır. Senin de düşmanın vardır. Hele bir düşün bakalım... Adam düşünmeye başlamış:
- Acaba düşmanım kim? Şu mu, bu mu, o mu, yoksa öbürü mü? Tahtakurusu:
- Bu saydıklarının belki hepsi de senin düşmanlarındandır da sen bilmiyorsun. En korkunç düşman, sana güler yüz gösteren sinsi düşmandır... demiş. Adam:
- Doğru... demiş, tahtakurusunu alıp, bir komşu evin penceresinden içeri bırakmış... Kendisi de çullarının arasına girip uyumuş. Ertesi gece yine:
- Ah bir kral olsam... deyip dururken, o sesi yine duymuş ama, daha kalınlaşmış bir sesmiş. Bir de bakmış, tahtakurusu. Ama tombul bir tahtakurusu:
- Bak, bir gecede fıstık gibi oldum, beni götür de düşmanının kanını emeyim... demiş.
Adam yine komşusunun evine götürmüş tahtakurusunu. Ertesi akşam, fındık kadar irileşen tahtakurusu, hantal hareketlerle adamın yanına gelmiş:
- Bak gördün mü, bana sen düşmanlarının kanını emdir, daha da büyürüm, demiş. Adam:
- Sen şişmanlıyorsun ama bana bir şey olduğu yok, demiş.
- Acele etme, çok geçmeden sen de o kadar şişmanlayacaksın ki, sonunda seni kral yapmak zorunda kalacaklar.
Adam, her gece tahtakurusunu komşusunun evine bırakır, ertesi gece tahtakurusu döner gelirmiş. Gelirmiş ama her seferinde biraz daha irileşerek.
Tahtakurusu, fare kadar olunca, komşusu artık evinde duramaz olmuş, ailesini alıp başka bir yere gitmiş. Sıska adam da, komşusundan boşalan eve taşınmış. Ağaçlarındaki meyveleri, bahçesindeki sebzeleri yemeye başlamış. Böylece kral olmak isteyen adam da toplanmış, az çok kendine gelmiş. Ama tahtakurusu:
- Benim karnım aç, bana emecek kan bul, dermiş. Adam sürekli "Acaba benim düşmanım kim?" diye düşünürmüş.
- Dün sabah filan kişi hatırımı sormadı, sakın düşmanım olmasın?
- Yoksa benim düşmanım falanca mı? Evet, o olacak. Çünkü hiç bana selam vermiyor!
- Belki de düşmanım işte şudur. Şimdiye kadar hiç bana yardım etti mi?
Tahtakurusunu alır, her gece bir düşmanın evine salıverirmiş. Tahtakurusu da düşman kanı eme eme, kedi kadar olmuş, derken tavşan kadar olmuş. Bir evden içeri girdi mi, kim varsa gırtlağına yapışır, kanını emer, öldürürmüş. Tahtakurusunun sahibi de, ölen adamın evine, malına konarmış. Konunca da yer içer, şişmanlarmış. Ama tahtakurusu hiç durmaz:
- Bana düşmanını göster, kanını emeceğim. Benim karnım aç! dermiş.
Artık tahtakurusu azgın bir çoban köpeğine dönmüş. Kimi görse hırlar, üstüne atılırmış. Sahibine karşı da, sadık bir köpek gibiymiş. Hiç onun sözünden dışarı çıkmazmış. Adam, tahtakurusunu iplerle bağlamış. Tahtakurusu ipleri sökmüş. Zincire bağlamış, zincirleri koparmış. Kan emip, karnı doyduğu zaman yatıp uyuyor, karnı acıkınca bir türlü uslu durmuyor, hep bağırıyormuş:
- Karnım aç, bana düşman bul, kanını emeceğim...
Adam, birisinin kızını ister, kızı vermezlerse onu düşman bilirmiş. Hemen tahtakurusunu üstüne salarmış adamın. Birisi yanlışlıkla ayağına bassa:
- Vay benim düşmanımsın! diye onu tahtakurusuna yedirirmiş.
Tahtakurusu boğa kadar olmuş. Adam da şişmanlamış. Sonunda kral seçimi için tartılma zamanı gelmiş. Herkes gibi o adam da tartılmış. Adam o kadar ağırmış ki, tartıldığı kantar çekmemiş. Ahali:
- Şimdiye kadar başımıza hiç bu kadar büyük bir kral gelmedi. Tarihimizin en büyük kralı... Yaşasın Büyük Kral! diye alkışlayarak yeni kralı saraya taşımışlar. Azgın tahtakurusu da kralın yanına kurulmuş. Gece olunca tepinmeye, bağırmaya başlamış:
- Karnım aç... Kan isterim!.. Kral, Baş Nazırını çağırmış:
- Krallığımızın içinde bana düşman olanlar kimlerse, çabuk bul getir... demiş.
Baş Nazır:
- Aman efendimiz, demiş, ülkenizde hiç kimse size düşman değildir. Siz zorla kral olmadınız ki... halk istediği için kral oldunuz. Sizin düşmanınız yoktur.
Kral:
- Olamaz öyle şey, diye bağırmış, ben bir kral olayım da benim düşmanlarım olmasın... Çabuk, bana düşmanlarımı bulup getirin!
Baş Nazır bu işe şaşmış ama Kralın fermanı... Bütün nazırlara, nazırlar da kendilerinden sonra gelenlere emir vermiş.
- Nerede kralımızın düşmanı varsa tutup getirin! Başlamışlar düşman aramaya... Ama düşman yok. Baş Nazır, kendi başından korktuğu için:
- Her kim sağa bakarsa kralımızın düşmanıdır, tutup getirin! demiş.
Bu emri duymayıp sağa bakanları kralın düşmanı diye getirmişler. Tahtakurusu, bunların kanını emmiş, ama doymamış:
- Ben kan isterim, karnım aç! Demiş. Başını duvarlara vurdukça sarayın temelleri sarsılırmış.
Baş Nazır:
- Her kim sola bakarsa kralımızın düşmanıdır... demiş.
Hiç kimse sağa sola bakamaz olmuş. Yanlışlıkla bakanları tutup getirmişler. Fil kadar olan tahtakurusu bunların üzerine atılıp kanlarını emmiş, daha da şişmiş.
- Karnım aç! diye bağırdıkça yer gök sarsılırmış. Tahtakurusuna düşman bulabilmek için ileri bakan, geri bakan, aşağı bakan, yukarı bakan, hep düşman sayılmış. Artık o ülkedekiler, kralın düşmanı sanılıp da canlarından olmamak için gözlerini kapamışlar, hiçbir yere bakmamışlar.
Ama kral:
-Bana düşman lazım. Çabuk düşman bulun! diye kükremiş.
Kan eme eme iyice irileşen tahtakurusu, öyle azmış ki, krala bile:
-Ya bana emecek kan bulursun, ya senin kanını emerim! demeye başlamış.
Kral, düşman bulamazsa, kendi canından olacak. Kralın düşmanı olmamak için hiç kimse de evinden dışarı çıkmıyormuş. Ne yapsınlar? O ülkede bir "Düşman Arama - Bulma" örgütü kurmuşlar. Tahtakurusuna her gün daha çok düşman gerekli olduğundan, örgüt de günden güne genişliyor, büyüyormuş. Herkes kendi canını korumak için, birini:
- Bu, kralımızın düşmanıdır!.. diye haber vermeye başlamış.
Ama bir türlü tahtakurusunun karnı doymuyormuş. Kan emdikçe şişiyor, şiştikçe acıkıyormuş. Evlerinde gizlenen insanları zorla dışarı çıkarırlar:
- Bugün günlerden nedir? diye sorarlarmış. Günlerden çarşambaysa,
- Bugün çarşamba... diyenleri kralın düşmanı diye yakalar, tahtakurusunun önüne atarlarmış.
Artık herkes çarşambaya, perşembe demeye başlamış. Ama bu da yetmemiş. Tahtakurusunun ayakları yerde, sırtı bulutlarda. Krala hırlayarak:
- Bana emecek düşman kanı bul, karnım aç! Yoksa seni yer yutarım! dermiş.
Kral, tahtakurusunun korkusundan, çevresindeki herkesi düşman görmeye başlamış. Sarayda kim varsa:
- Siz benim düşmanımsınız! diye bağırır, onları tahtakurusunun önüne atarmış.
Bütün nazırları, baş nazırları, en yakınlarını bile tahtakurusuna vermiş. Sonunda "Düşman Arama - Bulma" örgütünü de tahtakurusuna yedirmiş. Tahtakurusu o kadar büyümüş ki, hantal, iri vücudu, bütün ülkenin üstüne çökmüş. Çenesini açıp, boğa yılanı gibi dilini krala uzatıp:
- Karnım aç! Bana emecek kan bul! demiş. Kral sağına bakmış, soluna bakmış, arkasına bakmış, önüne bakmış, kendisinden başka kimse yok. Başlamış kaçmaya. Ama nereye kadar kaçacak? Koca kral, tahtakurusunun yanında pire kadar bile kalmıyormuş. Tahtakurusu, parmağının ucundaki ağaç dalı uzunluğundaki bir kılla kralı yakalamış.
- Bana düşmanını göster, onun kanını emeyim. Karnım aç!.. diye solumuş.
Kral ağlamış, yalvarmış, tahtakurusunun önünde yere kapanmış. Ama hiçbiri para etmemiş.
- Bana düşmanını göster, kanını emeceğim.
- Kralın sağ elinin işaretparmağı kendi göğsüne uzanmış.
Tahtakurusu da kendi kendinin düşmanı haline gelen adamı, dünyanın en büyük kralının kanını emmiş.
İnsan, sınırlı ve kıymetli ömrünü düşmanlık için harcamamalı ve hayatını heba etmemelidir. Bir Hadisi Şerifte de şöyle buyrulmuştur: “İnsanlara düşmanlık etmekten sakınınız; zira düşmanlık güzellikleri örter, ayıpları oraya çıkarır.” (Teberanî, el-Mu’cemüs-Sağîr)
NİYAZİ F. ERES