Kendini kaybetmiş ya da kendini arayan adamların düştüğü yol kendini bulma yoludur. Kendini bulmak isteyenlerin en çok izledikleri yöntem, bir ilim ve irfan ehli Mürşidi Kâmilin dizinin dibine diz çökmektir. Benliğini ayağının altına almak, ruhunu onun rüzgarına bırakmaktır.
Doğru mürşidi bulmak, bulunca onun yolundan gitmek o kadar kolay değildir. Gidilen yolda, bazen işaretçiler yanlış yol gösterir, bazen de yolcular yollarda takılıp kalır...
Yolu Bursa’ya düşünlerin ziyaret edip medet umduğu Mürşidi Kamillerden birisi de Üftâde hazretleridir.
Herkes mürşid olamayacağı gibi herkes de mürid olamaz. Bugün hayatta olmadığı için belki ona mürit olmak şu anda mümkün olmasa da onun yolundan gitmek imkânsız değildir.
Üftâde hazretlerine mürit olmak, onun yürüdüğü yollarda ilerlemek için önce insan dünyadan, dünya nimetleri olan makamdan, mevkiden, paradan, şöhretten manen kurtulması gerekir. Kalbinde bunlardan birinin sevgisini taşıyanın, o keskin maneviyat yollarında yürüyebilmesi imkansızdır.
Üftâde hazretlerinin kapısına varmak için dünya yükünü sırtından atıp, “ben” zincirinden kurtulmak gerekir. Bunu başarabilenler, gönüller sultanı Azîz Mahmûd Hüdâyî (kaddesallâhu sırrahû) gibi önce mürid sonra da mürşid olur.
Maalesef, bir Mürşidi Kâmilin peşine takılıp gitmeyi küçüklük, (!) “ben”in arkasına takılmayı büyüklük gören bizler de düştük Üftâde hazretlerinin peşine...
İyi bir mürid olamasak da, o kapısına gelenleri geri çevirmemiş, adını anıp himmet isteyenlere yardım etmiş bir Allah dostudur. Umulur ki biz yolunu kaybetmişlere de yol gösterir, diye, Bursa sokaklarında onun izlerini aramak için düştük gölgemizin peşine…
Yüksek binaların, yüksek mevkilerin bulunduğu yeni Bursa’dan çıkıp eski ahşap evlerin bulunduğu dar sokaklarda, Üftâde hazretlerinin izini sürdük.
Eski evler ile yeni apartmanların arasındaki ilgi çekici farklar var. Çağımızın binaları, göz ve ruh bozucu bir gururla sokak boyunca dikilirken, eski evler ince, nazik ve bir o kadar da mütevazı görünüşleri ile insanları kendisine çekiyor.
Evler ve insanlar arasında da bağlar kurmak mümkün. Çağımız insanı iki şeyi yan yana koyunca dünyayı kurtarmış, adeta İskender gururu ile yürüyor. Oysa eskinin, ilim ve takvada olgunlaşmış gönül insanları, tevazuları ile ön plana çıkmışlar.
Ziyaretçilerin Asılsız İstekleri
Evlerin bizi saran kuşatmasından kurtulduğumuzda, kendimizi Üftâde hazretlerinin türbesinin bulunduğu tepedeki düzlükte bulduk. Yorgun çınarın altında, sonsuzluk ikliminin rahmet yağmurlarından ıslanan türbe karşıladı bizi.
Çınar yapraklarının kapladığı sokakları süpüren rüzgarın zikir çekişini fark etmeden, Bursa’nın bir ara sokağındaki küçük tepecikteki camii ve türbeye selam verdik.
Türbe, yüreği yananların uğrak yeri. Ellerindeki küçük Kur’an cüzleri ile Yâsin okuyan kadınlar, küçük ellerini semaya uzatan çocuklar, bu kapıya her gün geliyor.
Bu gelişlerde hep evlatlar, makamlar, şan şöhretler, servetler isteniyor. Bunun yerine iman selameti ve Allah’a hakkıyla kul olma isteği olsa, Allah (cc) rahmet ve yardımını yağdıracak gelenlere… Güzel dostu Üftade Hz. hatırına…
‘Yokluk Kapısı’nda ‘Varlık’ Olmaz!
Kendisine mürid olmak için gelen Bursa Kâdısı Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerine: “Burası yokluk kapısıdır, biz de, fakirlik kapısının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sâhibisin. Bu hâlde ikimiz bir araya gelip bağdaşamayız. Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve mâmur bir dünyân var. Bizim gibi kulların, Allah-u Teâlâ’dan başka hiçbir şeyi yoktur." Buyurmuştur.
Türbenin içersindeki manevi havayı, içeri girerken yüreğimize kadar hissediyoruz. Ama biz yine de nefsimizin baskılarına dayanamayıp ‘yokluk kapısı’ndan, ‘varlık’lar istemek için elimizi açıyoruz. Üftâde hazretleri, karanlığın içinde altın arayanlara, biraz ötede nurlar içinde nimetlerin sırrını öğretiyor. Ama biz her şeyin peşin ve hemen olmasını istiyoruz! Vermeden almak, yürümeden koşmak, sevmeden karşılık beklemek isteği bizlere mahsus!..
Sırtımızdan çıkaramadığımız dünya gömleği, içimizden atamadığımız makam sevdası, hayata/dünyaya duyduğumuz sevgi ve uzun emeller, türbenin içerisinde dudaklarımızı kilitliyor…
Dualarla ayrıldığımız türbeden çıkıp Bursa sokaklarına dalıyoruz. Herkes bir kadı elbisesi giymiş, başkasını yargılıyor. Başkasının günahını sevabını ölçüp tartıyor. Bir küçük köşede bir ayna ilişiyor gözümüze. Bizler de giymişiz bir kadı elbisesi, başkalarını yargılıyoruz.
Kadı Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri gibi sırtından makam urbasını çıkarıp ciğer satanlara rastlamak çok zor bu devirde. Ancak, biliriz ki yine de ciğer satamasa da dini hizmetlere destek olmak amacıyla, dergi ve kitap satan müminler dolaşır, Bursa sokaklarında ve daha nice şehirlerde…
Türbesinde Baş Ucundaki Şiir:
Bâğ-ı aşkın andelibi, hazret-i Üftâde'dir.
Dertli âşıklar tabîbi, hazret-i Üftâde'dir.
Vâsıl-ı kâmil odur, tevhîd-i Zâta şübhesiz,
Gösteren râh-ı Hüdâyı hazret-i Üftâde'dir.
Eyleyen rûhundan istimdâd erişir matlûba,
Halleden her müşkilâtı, hazret-i Üftâde'dir.
Sıdkile ol Hüdâî eşiğinde dâimâ,
Bil hakîkat kutb-ul-aktâb hazret-i Üftâde'dir.
KERAMETLERİ
Bursa'dan Kâbe'yi Seyretti
Bir ikindi vaktinde, Muhammed Üftâde Hazretlerinin yanına yaşlı bir kimse geldi. "Efendim! Bu sene çocuklarımla birlikte hacca gitmiştik. Vazifelerimizi yaptıktan sonra, maddî gücüm olmadığı için onları getiremedim. Yanlarına bir miktar para bıraktıktan sonra, kendim geldim. Eğer onları buraya getirmek mümkünse, getirmenizi istirhâm edecektim." diye yalvardı. Hz. Üftâde de; "Sağlığımda kimseye söylemezseniz getirelim." buyurdu.
Hacı da söylemeyeceğine söz verince, Üftâde hazretleri adamın yönünü kıbleye doğru çevirdikten sonra; "Şimdi bakınız! Kâbe-i Muazzama’nın yanındaki namaz kılan şu kimseler, hanımın ve çocukların değil mi?" buyurdu. Adam hayretle binlerce kilometre uzakta bulunan Kâbe'nin yanındaki çocuklarını gördü. Hz. Üftâde, namaz kılan çocuklara hitap ederek; "Annenizle birlikte, Harem-i Şerîf’in dışındaki deveye binip acele geliniz!" buyurdu.
Çocuklar, namazlarını bitirir bitirmez annelerini aldılar ve dışarı çıktılar. Dışarıda bir devenin beklediğini gördüler. Üçü birden deveye binip Bursa'ya doğru sürdüler. Devenin her adımı, gözün görebildiği uzaklığı kat ediyordu. Kısa bir zaman sonra, deve, çocuklarla birlikte yanlarına geldi. Hz. Üftâde, deveye bir şeyler söyleyince, birden kayboldu. O, hacıya da; "Bunu sakın kimseye söyleme!" diye tekrar tembih eyledi.
Geminin Kurtuluşu
Bir gün Yalova'dan İstanbul'a bir gemi gidiyordu. İstanbul'a yaklaştıkları sırada, şiddetli bir rüzgâr esmeye, dalgalar gittikçe büyümeye, gemiye şiddetle vurmaya başladı. Dalgaların vuruşundan tahtalar gıcırdıyordu. Gemi, koca denizde bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalıyor, devrilecek gibi oluyordu.
Yolcular ne yapacaklarını şaşırdılar. Herkes geminin bir tarafına birikince, tehlike daha da büyüdü. Kaptan, yolcuları sakinleştirmeye çalışıyor ve herkesin yerinde oturmasını tavsiye ediyordu. Herkes birbiriyle helâlleşiyor ve şimdiye kadar işlediği günahlarına tövbe ediyordu. Bâzıları da, kurtulmaları için adakta bulunuyordu.
Yolcuların arasındaki bir genç, Fâtiha-i şerîfe ve İhlâs sûrelerini okuyarak, hâsıl olan sevâbı; Peygamber Efendimizin, Ashâb-ı Kirâmın, evliyânın, âlimlerin ve zamânın velîlerinden Üftâde hazretlerinin rûh-i şerîflerine hediye etti. Sonra da; "Yâ Hazret-i Üftâde! Himmetinizi, yardımınızı istirhâm ediyorum." dedi.
O anda, uzaklardan bir karaltı peydâ oldu. Yaklaştıkça, bunun bir insan olduğunu, suyun üzerinde süratle kendilerine doğru geldiğini gördüler. Onun yürüdüğü yerlerde dalgalar hemen sâkinleşiyordu. Nihâyet, o zât geminin yanına geldi ve gemiyi eliyle bir miktar tuttuktan sonra, geminin önünden yürümeye başladı. Yürüdüğü yerlerde deniz durgunlaşıyordu. Bir müddet sonra gözden kayboldu.
Kaptan, o kimsenin su üzerinde gittiği istikâmete göre, geminin dümenini ayarladı. Bir müddet sonra, selâmetle sâhile vardılar. Herkes bu hâdise karşısında şaşırıp kaldı. Sâdece o delikanlı şaşırmamıştı. Yolcular sâhile çıktıklarında, bir kimse karşılarına çıkıp onlara; "Ey yolcular! Üftâde hazretlerinin selâmı var. Sağ olduğum müddetçe, bu sırrı kimseye söylemesinler diye (söylememi) bana emretti." dedi.
Taştan Para
Üftâde hazretleri, bir gün katırına binmiş evine giderken, önüne ihtiyâr bir zât çıkıp, borçlu olduğunu, yaşlılık sebebiyle çalışamadığını, bu sebeple de borcunu veremediğini bildirdi. Sonra da bir miktar para istedi.
Hz. Üftâde, adamın hâline acıdı ve; "Kimseye söylemezsen borcunu vereyim." buyurdu. Adam söz verince; "Şu taşı kaldır ve altındakileri al!" dedi. Adam taşı kaldırdı. Altındaki bir miktar parayı görünce, hayret ederek hepsini cebine doldurdu.
Üftâde hazretlerine teşekkür ederek ayrıldı. Parayı saydığında, tam borcu kadar olduğunu gördü. Alacaklıya gidip borcunu verdikten sonra, tamâh ederek, tekrar o taşın yanına geldi. Büyük bir heyecanla taşı kaldırdığında, hiçbir şey bulamadı. Bu işin, Üftâde'nin bir kerâmeti olduğunu anladı. Huzûruna giderek talebesi olup, sohbetiyle şereflendi.
Nasıl Gidilir?
Bursa’ya kara, hava ve deniz yolu ile gitmek mümkündür. Hz. Üftâde’nin Türbesi Pınarbaşı semtinde yer almaktadır. Yanınızda bir rehberin olması işinizi kolaylaştırır. Tophane’den beş dakikalık yürüyüşle varma şansınız var.
Hakka âşık olanlar,
Zikrullahtan kaçar mı?
Ârif olan cevheri,
Boş yerlere saçar mı?
Gelsin mârifet olan,
Yoktur sözümde yalan,
Emmâreye kul olan,
Hayr ü şerri seçer mi?
Gerçek bu söz yârenler,
Gördüm demez görenler,
Kerâmete erenler,
Gizli sırrın açar mı?
Üftâde yanıp tüter,
Bülbüller gibi öter,
Dervişlere taş atan,
Îmân ile göçer mi?
Yol Notları
•Bursa, Pınarbaşı semti yamaçlarında bulunan Hz. Üftâde Camisi’ni Üftâde Mehmed Muhiddin XVI.yüzyılın sonlarına doğru yaptırmıştır.
•Türbe ile camii yan yanadır.
•Üftâde hazretleri hem büyük bir veli hem de bir kuvvetli şairdir.
•Üftâde hazretleri Celvetiye Tarikatı’nın kurucusudur.
•Osman Bey ve Orhan Bey’in türbesini ziyaret edip,Tophane’de bir çay içiminden sonra, eski sokaklardan yürüyerek gitmek yolculuğunuza daha farklı bir mana katacaktır.
Üftâde Hazretleri Kimdir?
Manyaslı bir baba ile Bursa’nın Hamamlıkızık Köyü’nden bir annenin evladı olan Mehmet Muhyiddin Üftâde Hazretleri, 1490 yılında, Bursa’daki İnebey Çarşısı’nın üzerinde Araplar Mahallesi’nde dünyaya geldi.
Rivayete göre, Üftâde Hazretleri dünyaya geldiği zaman, annesi rüyasında oğlunu süt deryasına dalıp çıkarken görmüş ve rüyayı telaşla Üftâde’nin babasına anlatmış o da “İnşallah oğlumuzun ilim erbabı kâmil bir veli olacağına işarettir” demiş.
1580'de yine Bursa'da vefat eylemiştir. Hz. Üftâde, Bursa'da kurulup teşkilatlanan ve daha sonra Anadolu ve Balkanlar'a yayılan Celvetiye Tarikatı'nın Piri ve Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretlerinin de şeyhidir.
On altı yaşlarında, Ulucami'de fahri müezzinliğe ve muhtelif camilerde imamlığa başlayan Üftâde, bu vazifeleri on sekiz yıl sürdürdükten sonra, vaaz ve irşad hizmetlerine başlamıştır. Doğanbey, Namazgah ve Kayhan Camilerinde hitabette bulunmuş, Azîz Mahmûd Hüdâyî de kendisini Kayhan Camii'nde tanıyarak intisab etmiştir.
Üftâde, halkın ısrarı ve Emir Sultan Hazretleri'nin rüyadaki ricası üzerine, Emir Sultan Camii Hatipliğine tayin edilmiş ve bu vazifeyi ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Aldığı maaşı da dervişlere dağıtmıştır. Fakat, daha sonraları dağın eteğinde yaptırdığı tekke ve bitişiğindeki camide, Celvetiye Tarikatı'nin talimiyle meşgul olmuştur.
Hz. Üftâde, hayatı boyunca ibadet, zühd ve takvaya son derece önem vermiş, şüpheli şeylerden uzak durmuştur. O daima halk içerisinde Hakk'ı aramış, uzlet yerine ‘celvet’i tercih etmiştir.
Eserleri; Hutbe Mecmûası, Dîvân, Vâkıa.
HASAN MAHİR