Sayfa 1/2 12 SonSon
12 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Tevbe Süresi...

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Tevbe Süresi...

    TEVBE SURESİ


    Tevbe Suresinin diğer adı Berae suresidir. Bu sure Medine Dönemi’nde inmiştir.130 ayet,2479 kelime ve 10087 harften oluşmuştur. En son nazil olan suredir. Nüzulü hicretin dokuzuncu senesinde başlamıştır. Rivayet olunmuştur ki hicretin sekizinci senesinde Mekke feth edilmiştir. Hav kafilesinin Medine‘den hareketinden sonra bu sure nazil olmuştur.
    Hz.Ali de Kurban günü Akabe cemresi yanında kalktı “Ey insanlar! Ben size Allah Resulünün elçisiyim”dedi. Onlar da “hangi konuda?” dediler. Bunun üzerine Hz.Ali onlara Tevbe Suresi’nden otuz veya kırk ayet okudu ve sonra da “Şu dört hususu size bildirmekle emrolundum” deyip tek tek saydı. Şöyle ki:
    1.Bu seneden sonra Beytullah’a hiçbir müşrik yaklaşmayacak,
    2.Hiç kimse Beytullah’ı çıplak olarak tavaf etmeyecek,
    3.Mümin kimseden başkası cennete giremeyecek,
    4.Her ahit sahibine ahdi tamamlanacak.
    Bu surenin başında besmele yoktur. Bununla ilgili iki hikmet gösterilmiştir. Bunlar:
    1.Bir önceki Enfal Suresi ile çok yakın bir mana vardır. Her ikisi de Savaş hukuku ve meseleleri hakkındadır. Zaten Hz.Peygember, bunu Enfal Suresinin bir devamı olduğunu söylemiştir
    2.Hz.Ali’den rivayet olunmaktadır ki; Burada niçin besmele yazılmadığı kendisine sorulduğu zaman o,besmele bir “eman”dır. Bu sure ise kılıçla ve ahdi bozanlara nazil oldu.” demiştir. Bunu anlatırken “Size selam verenlere sen müslüman değilsin demeyiniz” (Nisa,4/94) ayetinin manasıyla teyit etmiştir.

    Meal
    1.Allah ve Resûlünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar!
    2.(Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir.
    3.Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! o kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!
    4.Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.
    5.Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.
    6.Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.
    7.Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl (muteber) bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah (ahdi bozmaktan) sakınanları sever.
    8.Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
    9.Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
    10.Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırganların kendileridir.
    11.Fakat tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
    12.Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.
    13.(Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.
    14.Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.
    15.Ve onların (müminlerin) kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
    16.Yoksa, Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
    17.Allah'a ortak koşanlar, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah'ın mescitlerini imar etme selâhiyetleri yoktur. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklardır.
    18.Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.
    19.(Ey müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
    20.İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.
    21.Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.
    22.Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.
    23.Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.
    24.De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
    25.And olsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.
    26.Sonra Allah, Resûl'ü ile müminler üzerine sekînetini (sükûnet ve huzur duygusu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır.
    27.Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tevbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan, esirgeyendir.
    28.Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.
    29.Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.
    30.Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!
    31.(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.
    32.Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.
    33.(Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.
    34.Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    1.(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!"
    2.Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir.
    3.(Haram ayları) ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah'ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O'nun haram kıldığını helâl kılmak için (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, biryıl da haram sayarlar. (Böylece) onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.
    4.Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.
    5.Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.
    6.Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.
    7.(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
    8.Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı (o münafıklar) mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye kendilerini helâk edercesine Allah'a yemin edecekler. Halbuki Allah onların mutlaka yalancı olduklarını biliyor.
    9.Allah seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?
    10.Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini pek iyi bilir.
    11.Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler.
    12.Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu; onlara "Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!" denildi.
    13.Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.
    14.Andolsun onlar önceden de fitne çıkarmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri yerini buldu.
    15.Onlardan öylesi de var ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.
    16.Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, "İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve böbürlenerek dönüp giderler.
    17.De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
    18.De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.
    19.De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    1.Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.
    2.(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.
    3.(0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir toplumdur.
    4.Eğer sığınacak bir yer yahut (barınabilecek) mağaralar veya (sokulabilecek) bir delik bulsalardı, koşarak o tarafa yönelip giderlerdi.
    5.Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.
    6.Eğer onlar Allah ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, "Allah bize yeter, yakında bize Allah da lütfundan verecek, Resûlü de. Biz yalnız Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi (daha iyi olurdu).
    7.Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.
    8.(Yine o münafıklardan O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a inanır, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resûlüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır.
    9.Rızanızı almak için size (gelip) Allah'a and içerler. Eğer mümin iseler Allah ve Resûlünü razı etmeleri daha doğrudur.
    10.(Hâla) bilmediler mi ki, kim Allah ve Resûlüne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük rüsvaylıktır.
    11.Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin müminlere indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır.
    12.Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz?
    13.(Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.
    14.Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.
    15.Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vâdetti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır.
    16.(Ey münafıklar! Siz de) sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlâtça daha çok idiler. Onlar (dünya malından) paylarına düşenden faydalandılar. İşte sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden faydalandıysalar, siz de payınıza düşenden faydalandınız ve (bâtıla) dalanlar gibi siz de daldınız. İşte onların amelleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayanların kendileridir.
    17.Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberi onlara apaçık mucizeler getirmişti. Demek ki, Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.
    18.Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.
    19.Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.
    20.Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!
    (Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygambere suikast yapmaya) de yeltendiler. Ve sırf Allah ve Resûlü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer

    __________________


    Seni çok Özledim Annem

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    .tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de elem verici bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu ne de yardımcısı vardır.
    2.Onlardan kimi de, Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allah'a and içti.
    3.Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.
    4.Nihayet, Allah'a verdikleri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak (iki yüzlülük) soktu.
    5.(Münafıklar), Allah'ın, onların sırrını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları (gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğunu hâla anlamadılar mı?
    6.Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici azap vardır.
    7.(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
    8.Allah'ın Resûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler; "bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır!" Keşke anlasalardı!
    9.Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!
    10.Eğer Allah seni onlardan bir gurubun yanına döndürür de (Tebük seferinden Medine'ye döner de başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!
    11.Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.
    12.Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.
    13."Allah'a inanın, Resûlü ile beraber cihad edin" diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve: Bizi bırak (evlerinde) oturanlarla beraber olalım, dediler.
    14.Geride kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular, onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar.
    15.Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.
    16.Allah, onlara içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kazanç budur.
    17.Bedevîlerden, (mazeretleri olduğunu) iddia edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah ve Resûlüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem verici bir azap erişecektir.
    18.Allah ve Resûlü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve (savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.
    19.Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde: Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum, deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de (sorumluluk yoktur).
    20.Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Çünkü onlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya râzı oldular. Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar (neyin doğru olduğunu) bilmezler.
    21.(Seferden) onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: (Boşuna) özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, haberlerinizi bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da görecektir, Resûlü de. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.

    __________________


    Seni çok Özledim Annem

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    1.Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.
    2.Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz.
    3.Bedevîler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın Resûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.
    4.Bedevîlerden öylesi vardır ki (Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini bekler. (Bekledikleri) o kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pek iyi işiten, çok iyi bilendir.
    5.Bedevîlerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.
    6.(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.
    7.Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.
    8.Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
    9.Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.
    10.Allah'ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâla bilmezler mi?
    11.De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.
    12.(Sefere katılmayanlardan) diğer bir gurup da Allah'ın emrine bırakılmışlardır. O, bunlara ya azap eder veya tevbelerini kabul eder. Allah çok bilendir, hikmet sahibidir.
    13.(Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka birşey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.
    14.Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.
    15.Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
    16.Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.
    17.Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.
    18.(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!
    19.(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.
    20.İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi


    Seni çok Özledim Annem

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    1.Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir.
    2.Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
    3.Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.
    4.Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.
    5.Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.
    6.Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah'ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa dûçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.
    7.Allah onları, yapmakta olduklarının en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her masraf, geçtikleri her vâdi mutlaka onların lehine yazılır.
    8.Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.
    9.Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.
    10.Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin imanını artırdı?" İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
    11.Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.
    12.Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerıni görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.
    13.Bir sûre indirildiği zaman, (göz kırpıp alay ederek) birbirlerine bakar (ve): (Çevreden) sizi birisi görüyor mu? diye sorarlar, sonra da (sıvışıp) giderler. Anlamayan bir kavim oldukları için Allah onların kalplerini (imandan) çevirmiştir.
    14.Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.
    15.



    (Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir.


    Seni çok Özledim Annem

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    1- 16 Ayetlerin Tefsiri (Elmalılı Hamdi Yazır)

    "Berâet" bu kelimenin asıl kök mânâsı, "Müfredat" ve "Basair"de açıklandığına göre herhangi bir çirkin şeyden kurtulmak ve uzaklaşmak demektir. Kadî Beydavî Bakara Sûresi'nde (âyet 54) âyetinin tefsirinde der ki; bu terkibin aslı bir şeyin kendisinden olmayan şeylerden arınıp saf hale gelmesi, halis olması mânâsınadır. "Hasta hastalığından, borçlu borcundan beri oldu." denildiği zaman kurtulmak anlamına söylenmiş olur. "Allah Âdem'i balçıktan berâe eyledi." denildiği zaman saflaştırmak şeklinde inşa etmek anlamına kullanılmış olur. Bu iki mânâ ile de kelime dilimizde kullanılmaktadır: Mesela "Berâat-i zimmet asıldır." denildiği zaman, başından itibaren inşa suretiyle olan hulus, yani halislik ve selamet mânâsı kastedilmiş olur. Cezada suçtan berâet etmek de böyledir. Lâkin borçtan berâet yine aynı anlama gelebildiği gibi, daha ziyade ibra veya arınma şeklinde olur ki, bu da tafassi denilen kurtulma yoludur. Hukuk terimi olarak kelimenin anlamı böyle olduğu gibi, bir de bundan alınarak kelimenin siyasette ve özellikle diplomaside kullanılan mânâsı vardır ki, âyette asıl gözetilmiş olan mânâ da budur. Nitekim Ebu Bekri Razi bunu açıklayarak "Ahkam-ı Kur'ân"da der ki; "Berâet, dostluk antlaşmasının kesilmesi, dokunulmazlığın kaldırılması ve sağlanmış olan eman (güvence)ın sona erdirilmesidir". Fahreddin Razî de tefsirinde der ki; "Beraetin mânâsı dokunulmazlığın kaldırılmasıdır". denilir ki, "Aramızda dokunulmazlık kesildi, aramızda ilişki kalmadı." demektir. İşte burada berâet herhangi bir çirkinlikten ve noksanlıktan salim olmak ve uzaklaşmak demek olan aslî mânâsını korumakla birlikte bilhassa siyaset hukuku ve milletler arası hukuk dilindeki ıstılahî anlamı geçerlidir: "Savaş çıkmasını gerektiren bir ilişki kesme" demektir. İşte böylece sûrenin ilk âyeti bir ültimatom ve ondan sonrası da bunun gerekçesi ve bu gerekçenin herkese duyurulması ve açıklanmasıdır. Şöyle ki:
    Bu bir berâettir, yani bu öyle önemli ve kesin bir ilişki kesmedir, saldırmazlığın sona erdirilmesidir, öyle bir ültimatomdur ki, Allah'tan ve Resulü'nden o antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere.
    Görülüyor ki, bu âyet, "falandan falana mektuptur" denilmesi gibi bir başlık üslubundadır. Fakat burada herhangi bir mektup veya sıradan bir yazının değil, muntazam bir resmî tebliğin, özellikle diplomasi edebiyatının üslubu, bir akit feshinin, bir ültimatom başlığının bütün gerekli unsurlarını içeren gayet açık bir yazışmanın örneği vardır. Bundan önce tebliğin mahiyeti, yani ne idüğü ortaya konmuş, ikinci olarak gönderen ve gönderme aracı, üçüncü olarak kime gönderildiği ve onların kimler olduğu, dördüncü olarak da ilgililer tamamıyla
    belirtilerek gayet veciz ve aynı zamanda açık ve etkili bir ifadeyle tarif edilmiş ve gösterilmiştir. Bununla kısaca şu anlatılmıştır ki, bu tebliğin sebebi şirk ve müslümanlarla önceden yapılmış olan antlaşmalardır. Demek oluyor ki, müslümanlarla önceden yapılmış antlaşması olmayanlara, esasen böyle bir ilişki kesme ihbarının yapılmasına lüzum yoktur. Ancak müslümanların ahitleşme yapmış oldukları müşriklere karşı doğrudan doğruya antlaşmayı bozmaksızın, işin başında antlaşmanın feshini ve ilişkisinin kesildiğini bildirmeleri lazım gelmiştir. Çünkü aşağıda sebepleri açıklanacağı üzere, Allah ve Resulü o ahitlerden beridirler. Bilindiği gibi, muahade ahitleşmek demektir. Ahit ise mutlak anlamda akit ve sözleşme demek ise de asıl mânâsı karşılıklı yemin ile yapılmış olan akit demektir. En kuvvetli ve en geçerli yemin ise Allah'a yapılan yemindir. Her müslümanın yapacağı yemin de böyle bir yemindir. Müşrikler ise müşrik oldukları için onların gözünde Allah'a yapılan bir yeminin hiçbir hükmü ve kıymeti yoktur. Bundan dolayı yaptıkları ahdin hakkına Allah için riayet etmezler, inançları gereği olarak herhangi bir şekilde ahitlerini bozmaktan kaçınmazlar. Ve böylesine menfaat üzerine kurulu bir ahit de zaten hakiki ve samimi bir ahit olmaz. Bununla beraber müslümanlar için, her kiminle olursa olsun bir ahit yapılmış ise onu sonradan karşı tarafa haber vermeden bozmaya kalkışmak zulüm ve hıyanet olur. Bu haksızlığı yapmak da müslümana haram kılınmıştır. Böyle bir ahitten kurtulmak için üç yol vardır:
    Birincisi; ahit belli bir süreye bağlı olarak yapılmış ise o sürenin dolmasını beklemektir.
    İkincisi; istenildiği zaman feshedilebileceği şartına bağlı olarak yapılmışsa, o şarta göre hareket etmektir.
    Üçüncüsü; "Her hangi bir kavimden bir hıyanet endişe edersen, hemen ahidlerini reddettiğini düpedüz kendilerine bildir." (Enfâl, 8/58) âyeti gereğince karşı taraftan bir hıyanet tehlikesi belirmesi karşısında o sözleşmeyi yüzlerine çalmak (nebz) şekliyle yapılacak olan fesihtir ki, bu suretle aldatıp baskın etkisi yapılmamış ve açıktan açığa dürüstlük çerçevesinde davranılmış olacağından hıyanet edilmiş olmaz .Ve bu şekilde bu berâet bir önceki sûrede, Enfâl Sûresi'nde geçen "nebiz" emrinin ayrıntılı bir tatbikatı demektir ki, bu âyette böyle bir başlık altında bu hususlar kısaca yer aldıktan sonra, bu ültimatomun içeriği de şu âyette özetlenmiştir:
    2- İmdi şu andan itibaren yeryüzünde dört ay daha seyahat ediniz, gezip dolaşınız.
    "Seyahat", suyun akması gibi, kolayına geldiği şekilde yeryüzünde gezip dolaşmaktır, şehirlerden ve beldelerden uzaklara varıncaya kadar istediği yere gitmek ve seyr ü sefer etmektir. Bu suretle seyahat anlamı içinde serbestçe dolaşmak ve genişçe hareket etmek mânâsı vardır. Sonra alışılmış şartların dışına çıkılacağından seyahat sırasında yemek içmek konularında da bir nevi imsak ve perhiz gerekeceğinden, bir bakıma oruçlunun seyahat edene benzetilmesi de onun önemli bir hazırlığı icap ettirmesinden dolayıdır. Bu da geçim sıkıntısı olmamaya ve refaha bağlı bulunur. Bunun için "seyahat ediniz" sözünde "gidiniz veya seyr ü sefer ediniz" sözünden daha fazla bir genişlik ve müsaade mânâsı ve daha ziyade hazırlıklı bulunmak ihtarı vardır. Emir şeklinde yapılmış olan bu ihtar ve uyarıdan maksat, mutlaka seyahata çıkınız şeklinde bir emir değildir. Bu mutlak anlamda bir ibahadır ki, şöyle demek olur:
    Ey bu haberin kendilerine eriştiği ahit yapmış olan müşrikler, birdenbire ve habersiz bir şekilde muâhedenizin feshiyle haksızlığa uğratılacağınızı sanmayın, şu andan itibaren size dört ay daha mühlet var. Bu süre içinde katil ve savaş gibi saldırılardan uzak olarak, dilediğiniz gibi, geniş geniş hazırlanmakta serbestsiniz ve hürsünüz. Ondan sonra ilişkilerimiz tamamen kesilmiş ve savaş durumu başlamış olacağından bu müddet içinde kendi can ve mal güvenliğinizi iyice düşününüz, her türlü ihtiyat tedbirini alınız, harp hazırlıkları yapmak, savunmaya hazırlanmak, kaçacak veya sığınacak bir yer bulmak gibi kendiniz için uygun görüp arzu edeceğiniz hususların yerine getirilmesi konularında gerek İslâm diyarında, gerek yeryüzünün başka bölgelerinde bir seyyah durumunda dilediğiniz gibi iyice hazırlanınız.
    Bu suretle âyetten maksadın böylesine bir serbestliği bildirmek ve uyarıda bulunmak olduğu halde, bunun "dört ay daha seyahat edebilirsiniz" şeklinde bildirilmeyip de "seyahat ediniz" şeklinde bir emir kipiyle açıklanması iki nükteyi içine alır:
    Birisi, bu seyahat ve hazırlığın onlardan istenen bir şey gibi olduğuna işarettir.
    İkincisi; her ne yaparlarsa yapsınlar, her nereye giderlerse gitsinler, Allah'ın hükmüne mahkum bulunduklarını ifade etmektir. Hatta çok önemli olan bu husus ayrıca ve açıkça ortaya konularak buyuruluyor ki:

    __________________


    Seni çok Özledim Annem

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    Dört ay daha seyahat ediniz ve bununla beraber şunu da biliniz ki, siz öyle seyahat ve hazırlıklarla Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz. O'ndan kaçıp kurtulacak değilsiniz. Ve şurası kesindir ki, Allah kâfirleri hor ve hakir bir hale getirecek ve perişan edecektir.
    Bundan sonra eski itibarlı halinizi sürdürmenize imkân yoktur. Ya küfürden ve şirkten vazgeçip Allah'ın emrine boyun eğer, teslim olursunuz, ya da dünya ve ahirette perişan olursunuz.

    Bu dört ayın Şevval'dan itibaren Muharrem sonuna kadar olan dört ay olduğu hakkında Zührî'den bir kavil varsa da, diğer tefsir âlimleri, bu tebliğin yapıldığı Zilhicce'nin onuncu gününden itibaren Rebîu'l-âhir'in onuna kadar geçen dört aylık süre olduğunu söylemişlerdir ki, doğrusu da budur. Zira Cessas'ın da hatırlattığı ve üzerinde durduğu şekilde raviler, bu sûrenin, Hz. Ebu Bekir'in hac emiri olarak Medine'den hareketinden sonra nazil olduğu konusunda ihtilaf etmemişlerdir. Şu da var ki, o sene henüz müşriklerin âdeti olan "nesî' " kalkmamış olduğundan Zilhicce'nin onu sayılan hac günü, gerçekte Zilka'de'nin onu demek olduğu için söz konusu dört ayın sonu da Rebîu'l-evvel ayının onuncu günü demek olduğu da, Ebu Hayyan'ın nakline göre Mücahid gibi bazı müfessirler tarafından zikredilmiştir. Şu halde Muharrem sonu sadece önceden antlaşması olmayan müşrikler hesabına göz önünde bulundurulmuş olabilir. Bunun da başlangıç tarihinin Şevval'in başından değil, yine âyetin ilan günü olan Zilhicce'nin onundan itibaren hesap edilmesi gerekir. Nitekim İbnü Abbas'dan böyle rivayet de bulunmaktadır.
    3- Velhasıl bu, öylesine kesin bir berâettir ki, Hacc-ı ekber günü, Allah ve Resulü tarafından bütün insanlara bir ezan, bir duyurudur, yani mümin veya mümin olmayan, ahit yapmış ve yapmamış olan herkese bir ezan, her sınıf insanın kulağına sokulacak olan ve aşağıda bildirildiği şekilde bir ilan, bir ilamdır: ki Allah müşriklerden kesinlikle beridir, Resulü de, aynı şekilde müşriklerden beridir. Ve bunun içindir ki, Allah Resulü, bu sene müşriklerin de bulunabileceği hacda bulunmamıştır.
    Burada o seneki haccın "ekber" diye vasıflandırılmasında bir kaç mânâ vardır.
    1- Umreye "hacc-ı asgar" yani "küçük hac" denildiğinden ona göre asıl hac da büyük hac, yani "hacc-ı ekber" olmuş olur. Hudeybiye antlaşmasından sonra hicretin yedinci senesinde kaza Umresi yapılmış idi. (Bakara Sûresi'nde "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın." (Bakara 2/196) âyetinin tefsirine bakınız). Bu şekilde o gün "hacc-ı asgar" olmuş idi. Hicretin sekizinci senesinde Mekke fethi gerçekleşmiş ve İslâm'da ilk hac işte bu dokuzuncu sene
    başlamış idi. Şu halde bu mânâ ile bundan böyle "hacc-ı ekber" her sene yapılacak demektir. Çünkü bu anlamda "hacc-ı ekber" demek, asıl anlamıyla hac günü demektir.
    2- Bir hac işini meydana getiren fiil ve hareketlerin en büyük kısmı, en esaslı menasiki demek olur ki, bu da her sene yapılan her hacda mevcuttur. Buradaki büyüklük, bir haccın diğer haclara veya diğer ibadetlere nisbetle büyüklüğü değil, aynı haccın kendi rükünleri arasındaki nisbet bakımındadır. Gerçi bu "zikr-i cüz irade-i kül" gibi bir mecazdır. Fakat bu mânânın âyetteki büyük hac gününü tayin bakımından özel bir değeri ve anlamı vardır.
    3- Müslümanlarla müşriklerin toplandığı pek büyük bir topluluk ve İslâm diyarında ilk ve son kere olarak yapılan ve bu berâeti ilan etmekle fevkalade önem kazanan muhteşem ve azametli hac demek olur ki, bu ifadede, işte bu dokuzuncu senede ve Ebu Bekir'in emirliğinde yapılan haccı, mutlak anlamda ekber özelliğiyle tanıtmaya yönelik bir tahsis vardır. Yani bu suretle ve bu özellikte bir hac, ne bundan evvel olmuş, ne de olacaktır. Fakat haccın bu mânâ ile büyüklüğü biraz izaha muhtaç görülmüştür.
    4- İslâm'ın şanını ve izzetini, şirkin de düşüklüğünü açıklayan hac demektir ki, bu mânâ o seneki hacca uygun düştüğü gibi, ertesi sene Hz. Peygamber'in yaptığı veda haccına da öncelikle uygun düşmektedir. Zira bu ilan ve beraetin asıl hükmü o zaman yerine getirilmiş ve "Bu gün size dininizi kemale erdirdim." (Mâide 5/3) âyetinin nüzulü ile İslâm'ın kemaliyle ilgili tecelli asıl o gün meydana gelmiş ve "Hac menasikini benden alıp öğrenin." hadisi şerifi uyarınca İslâmi anlamda hac asıl veda haccında gerçekleşmiştir.
    Gerçekten de ilk olarak Hz. Ebu Bekir'in emirliğinde yapılan birinci hac, yukarıda açıklanan bazı özellikleriyle o zamana kadar görülmemiş bir hac ise de yine de büyüklüğü bir bakıma izafi bir büyüklük sayılır. Çünkü Hz. Peygamber'in bilfiil bulunmaması ve müşriklerin katılmış olması, çıplak tavaf ve "nesî" gibi bazı müşrik âdetlerinin henüz ortadan kaldırılmamış olması dolayısıyla "berâe"nin tam anlamıyla gerçekleşememesinden dolayı o hac birtakım noksanlıklar içermekteydi. Ve bütün bunlardan dolayı o haccın bütün değeri, ertesi sene yapılacak olan Hz. Peygamber'in de bulunduğu hacca bir başlangıç olmasındaydı. Hiç şüphe yok ki, bu saydığımız sebeplerden dolayı mutlak mânâda ekber olan hac, Hz. Peygamber'in haccıdır. Ve "İşte büyük hac
    günü budur" hadisi şerifi de bunda zahirdir. Bununla beraber âyetin yalnızca Peygamber'in haccına tahsisi de apaçık değildir. Zira veda haccında bu ilanın kendisi değil, hükmünün gerçekleşmiş olması söz konusudur. Âyette bahsedilen şey ise ilanın kendisidir. Bunun için "Taberi Tefsiri", İbnü Sîrin'in "Yevmu'l-haccıl-ekberden muradın, Resulullah'ın bulunduğu ve kendisiyle birlikte ümmetinden de birçoklarının katıldığı veda haccıdır." dediğini naklettikten sonra, demiştir ki; bu mânâ âyetteki "ezan" hükmünün gerçekleştiği büyük hac günüdür ki, o da Hz. Peygamber"in hac yaptığı senedir". Bu da dolaylı ve kapalı bir istidlale muhtaçtır.
    Şu halde âyetteki "hacc-ı ekber" tabiri, yalnızca Ebu Bekir'in haccına münhasır olmayıp, Hz. Peygamber'in haccına da öncelikle delalet etmekte ise de bunu burada yalnızca Resul'ün haccına tahsis etmek de doğru değildir.
    Şu halde gelelim "gün" meselesine: Yevm, gün demek olduğu gibi, genel olarak "vakit" mânâsına gelebilir. Buna göre "Hac günü", hac vakti, hac zamanı anlamına gelebilirse de âyetin zahirine göre, bunun hac zamanından bir gün olmasıdır. Üstelik öyle bir gün ki, dört aylık yasağın başlangıcını belirleyen bir gün olabilsin. Halbuki yukarıda verilen birinci, üçüncü ve dördüncü mânâlara göre, "hacc-ı ekber günü" demek, hacc-ı ekber vakti demekten fazla birşey ifade etmez. Bu ise seneye ve aya ihtimali olsa da çok çok Arefe gününden başlayarak Mina günlerinin sonuna kadar olan hac günlerinin içine alır. Nitekim bazı müfessirler bu görüşteler. İbnü Atıyye, tefsirinde demiştir ki, hadislerden anlaşıldığına göre Hz. Ali, bu âyetleri Arefe günü Hz. Ebu Bekir'in hac hutbesinden hemen sonra okumuş, fakat insanların hepsinin işitmediğini görmüş, bir kere de Bayram günü Mina'da okumuştur. Hatta Hz. Ebu Bekir, o gün Ebu Hureyre ve daha başkalarını Hz. Ali'ye yardımcı olmaları için görevlendirmiş, bunlar da Zülmecaz v.s. Arap çarşılarında bu işi takip etmişlerdir. Buna göre, Süfyan b. Uyeyne'nin de dediği gibi, bu günün hac günlerinin bütününe şâmil olması açıklık kazanıyor. Mücahid'in de hacc-ı ekber günü, bütün Mina günleridir, müşriklerin Zülmecaz, Ukaz ve Mecenne'de bulundukları sırada içlerinde "Bu seneden sonra müşrikler müslümanlarla birlikte hac yapamayacaklardır!" diye nida ettirilinceye kadar olan toplantı zamanlarıdır, dediği naklediliyor.
    Gerçekten de Ebu Hüreyre (r.a.)nin kendisinden de rivayet edilmiştir ki; "Resulullah (s.a.v.) Ali'yi, Berâe Sûresi ile müşriklere gönderdiği zaman ben de
    Ali ile beraberdim. Ben de nida ediyordum, hatta sesim kısıldı ve şöyle söylemekle emrolunmuştuk: Bu seneden sonra bir müşrik haccetmeyecek ve Beyti üryan (çırılçıplak) tavaf etmeyecek, Cennete ancak mümin olan girecek. Her kimin Resulullah ile arasında bir ahit varsa onun da dört aylık süresi vardır. Dört ay geçtikten sonra Allah, müşriklerden uzaktır, Resulü de." demiştir. Fakat bu arada söz konusu dört aya başlangıç teşkil edecek belli bir günün de belirlenmesi lazım gelir ki, "Büyük hac günü" deyiminden açıkça ortaya çıkacak mânânın sözkonusu hac günlerinden bir teki olması gerekir. Bundan dolayıdır ki, bütün müfessirler bunu genel anlamda "hac günleri" şeklinde değil de, hac günlerinden belli bir gün olarak göstermişlerdir. Bu da ancak "hacc-ı ekber" deyiminin ikinci mânâsını gözetmekle mümkündür. Böylece bu gün "hacc-ı ekber"in en büyük bir günü demek olacaktır. Bu da ya Arefe günü veya bayramın birinci günü olabilecektir. "Hac Arefedir." hadisi şerifine bakınca bu gün Arefe günü olarak görülür. Ve bu hadisi şerife göre, bazıları bunun Arefe günü olduğuna kail olmuşlardır ki, nakledildiğine göre Hz. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Ebu Cuhayfe, Tâvus, Ata, Abdullah b. Müseyyeb bunlar arasındadır. Lâkin Bakara Sûresi'nde de ( âyet, 197-203) izah olunduğu gibi, "Hac Arefedir." buyurulması, Arafat vakfesine yetişemeyenin hacca yetişememiş olması bakımındandır. Bu ise haccın en büyük kısmının Arefe olmasını gerektirmez, çünkü yalnızca Arefe'yle hac tamamlanmış olmaz. Hac ancak bayram günü tamam olabilir. Tavaf, kurban, remy-i cimar (şeytan taşlama) ve halk (traş olma) gibi hacla ilgili görevler ancak bayram günü tamamlanabilir. Gerçekten de Peygamber Efendimiz, veda haccında bayramın birinci günü cemrelerin yanında durup "İşte hacc-i ekber budur." buyurduğu da rivayet edilmişti. Bu sebeple müfessirlerin çoğu hacc-ı ekber gününün Bayram'ın birinci günü olduğuna kâil olmuşlardır. Ebu Musa el-Eş'arî, İbnü Ebi Evfa, Muğıyre İbnü Şu'be,


    Seni çok Özledim Annem

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    Sonuç olarak denilebilir ki, sûrenin başı müşriklere karşı önceden yapılmış antlaşmaların feshiyle mutlak olarak berâetin ortaya çıkmasını ve bunun suret ve hükmünü haber vererek ve ilan ederek, gereğinin yerine getirilmesini önemle belirtmektedir. Ve iş bu de herkese ilan ve ilamın lüzumunu ihbar ve tarihini tesbit eden, tahakkukunu te'kid ve aşağıda geleceği üzere sebep
    ve sonuçlarını açıklayan bir beyannamedir. Baştaki berâet "o kimselere" diye henüz ulaşmak üzere bulunan mutlak anlamda bir berâattir. Bu ikinci ise ise diye ile sılalanmış, bilfiil gerçekleşmeye başlamış olan berâettir. Ve her ikisinde de berâetin müteallakı (ilgi alanı) müşrikler, ilanın müteallakı ise gerek kâfir, gerek mümin bütün insanlardır. Yukarıda geçen çeşitli rivayetlerden anlaşıldığı üzere, Hz. Ali bunu ilana memur edilmiş, Arafattan itibaren Mina günlerinin nihayetine, yani kurban bayramının üçüncü gününe kadar o sene hac vaktinde bu ilan yapılmış ve bu arada dört aylık sürenin başlangıcına bayram günü başlangıç olmuştur. Bu özellikleriyle sûrenin başı veciz ve açık bir "nebz", bir ilişki kesme ültimatomu olmuş, bu ikinci âyetten itibaren de bütün esbab-ı mucibesiyle ve açıkça bir savaş ilanı beyannamesini ihtiva etmektedir. Şöyle ki:

    Ey insanlar, hepiniz bilmiş olasınız ki, Allah, müşriklerden uzaktır. Resulü de. Bununla beraber tevbe ederseniz bu sizin için hayırlıdır. Yok eğer yüz çevirirseniz, tevbeden vazgeçerseniz veya İslâm'dan veya verdiğiniz sözü tutmaktan yüz çevirirseniz ve yola gelmezseniz, iyi biliniz ki, siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Onun azabından kaçıp kurtulamazsınız. Ve ey Muhammed, o kâfirleri elîm bir azab ile müjdele.
    4- Ahdini bozanlara aşağıda bildirildiği şekilde dört aydan fazla mühlet tanıma, ancak o müşrikler içinde kendileriyle antlaşma yapmış olduklarınız, üstelik size hiçbir şeyi eksik bırakmayanlar, yani antlaşma şartlarından hiçbirine riayetsizlik etmeyenler, size doğrudan doğruya hiçbir zarar vermedikleri gibi, size karşı olan hiçbir kimseye de arka çıkmayanlar (Nitekim Hz. Peygamber ile yaptıkları antlaşma şartlarına riayet eden Beni Huzaa'ya saldıran Beni Bekr gibi ki, bunlara Kureyş müşrikleri silah yardımı yapmışlardı), işte böyle dolaylı yollardan bile zarar vermeyenlere, işte böylelerine antlaşmada belirlenen müddetin dolmasına kadar süre tanıyın. Yani bunları o antlaşmaya uymayanlarla karıştırmayın ve bir tutmayın. Öbürleri gibi, bunlara da dört aylık süre bitince hemen savaş açmaya kalkışmayın. Bunlara onlar gibi muamele etmeyin. Antlaşma şartlarında belirlenen süre doluncaya kadar bekleyin, o sürenin tamamı tamamına bitmesini gözetin ve siz de antlaşma şartlarına uyun. Çünkü Allah, müttakileri muhakkak sever. Sözleşme şartlarına uymak da takvadandır. İsterse karşı taraf müşrik olsun, onlar arasında bile ahdine riayet eden vefalı kimselerle etmeyen gaddarları eşit tutmak takvaya aykırıdır.
    Rivayet olunduğuna göre, Resulullah ile müşrikler arasında "Kâ'be'yi tavaftan
    kimseyi engellememek ve Mekke şehrinde kimse tehdit edilmemek ve korkutulmamak" üzere bir genel sözleşme, ayrıca Huzaa, Müdlic v.s. Arap kabileleri ile o kabilelerin özelliklerine göre yapılmış olan ve belli süreleri içeren ikili sözleşmeler vardı. Ne zaman ki, Hz. Peygamber Tebük Seferi'ne çıktı, o zaman savaşa katılmayıp Medine'de kalan münafıklar, etrafa çeşitli yalan haberler yaymaya başladılar. Bunun üzerine de müşrikler ahitlerini bozmaya başladılar. Öyle ki Hz. Peygamber'in Tebük'ten döndüğünde onların birçoğu ahitlerini bozmuş bulunuyorlardı. Bunun üzerine yukarıda da anlatıldığı şekilde bu sûre nazil olmuş, ahitleri yüzlerine fırlatılıp atılmış ve "nebz" edilmiş oldu. Ancak Beni Damra ve Beni Kinâne gibi pek az kabile ahitlerini bozmamış idi. İşte genel bir "nebz"den sonra bu âyette özel ve ikili antlaşmalara temas edilerek ahitlerine riayet etmiş olan bu gibi kimselere, antlaşmaların özelliğine göre o antlaşmalarda belirtilen sürenin sonuna kadar süre tanınması, istisnai bir durum olarak bildirilmektedir. Onlar bir noksan iş yapmadıkça antlaşmada belirlenen sürenin sonuna kadar onlara mühlet tanınması emrolunmaktadır. Yukarıda geçtiği üzere, Hz. Ali tarafından dördüncü madde olarak ilan edilen ve "Her ahit sahibine ahdi itmam olunacaktır." fıkrası da bunu içermekteydi.
    Yine denilmiştir ki, en fazla süresi bulunan antlaşma da Beni Kinane'nin bir oymağı ile yapılmış olan bir antlaşmaydı, onun da dokuz aylık süresi kalmıştı. O da tamamlandı. Demek ki, bu ilandan dokuz ay sonra Arap Yarımadası'nda ahit sahibi hiçbir müşrik kalmamış oluyordu.
    5-Bütün bunlar bilindikten sonra şimdi şu haram aylar sıyrılınca, geçip gidince ki bu aylar "Onlardan dört tanesi haram aylardır." (Tevbe 9/36) dört aydır. "Sana haram aylarda savaş yapmayı sorarlar..." (Bakara 2/217) âyeti uyarınca normal senelerde geçerli olan haram aylar ki, Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve bir de Recep diye bilinen aylar olmayıp, âyetinde söz konusu olan ve Kurban Bayramı'ndan sonrasını içine alan dört aylık süredir. Bunun ilk elli günü bilinen haram aylar kapsamına giriyor ise de geriye kalan yetmiş günü bunun dışındadır. Fakat bu ilana göre, söz konusu günler de tıpkı haram aylar gibidir. Bu arada şu da anlatılmış oluyor ki, sözleşmeyi içeren herhangi bir ay da tıpkı haram aylardan olur. Yani tanınan dört aylık süre içinde saldırı veya savaş yasaktır, ahitlerine riayet edenlerin müddetleri bitinceye kadar da durum yine böyledir. Fakat bu haram aylar çıkınca, yani tanınan dört aylık süre dolunca,
    artık o müşrikleri nerede bulursanız katlediniz, öldürünüz. Yani dört aydan sonra artık onlarla aranızda savaş durumu başlamıştır. Şu halde onların saldırılarını beklemeksizin hemen onlara savaş açınız, haram ve helâl farkı gözetmeden onları nerede bulursanız ve nasıl öldürebilirseniz öylece öldürünüz. Bununla beraber sünnette müsle yapmaktan, yani burun ve kulak gibi organları kesmekten ve bir kimseyi durdurup, elini kolunu bağlayarak ok ve benzeri aletlerle yavaş yavaş ve işkence ile öldürmekten menedilmiştir. Bundan başka Hz. Peygamber buyurmuştur ki, "Öldürme yönünden insanların en iffetlisi iman ehlidir." Ve yine "Öldürdüğünüz vakit güzellikle öldürün." diye buyurmuştur. İşin böyle olması gerektiğini şu âyetler de ima yollu anlatır: Ve onları tutunuz, yakalayıp esir ediniz. Demek oluyor ki, tutup esir almak mümkün iken hemen öldürmeye kalkmamalıdır ve onları hasrediniz, bulundukları yerden çıkıp serbestçe dolaşmalarına, şuraya buraya gitmelerine izin vermeyiniz, onlar için her mersada oturunuz yani kaçırmamak, geçirmemek için evine, işine veya ticaret için sefere gidecek her geçidi tutup onları göz altında bulundurunuz. Artık tevbe ederlerse, yani şirkten vazgeçip imana gelirlerse Namazı kılıp zekatı verirlerse, yani namaz ve zekatı kabul ederek müslüman olurlarsa hemen yollarını açınız, koymuş olduğunuz engelleri kaldırınız, yukarıda söz konusu edilenlerden hiçbirini yapmayınız, onları kendi hallerine bırakınız. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir. İmana girmelerinden dolayı, daha önce yapmış oldukları şeyleri, şirk, küfür ve haksızlıkları bağışlar, üstelik iman ve taatlerine ecir ve sevap da verir. Demek ki, o müşriklere ya ölüm ve esaret veya İslâm'a girmekten başka birşey bırakılmamıştır. İleride de geleceği üzere, onlardan, ehl-i kitapta olduğu gibi, cizye dahi kabul edilmeyecektir. Hasan Basri rivayet etmiştir ki; esirlerden biri, Hz. Peygamber'e işittirecek şekilde "Allah'a tevbe ederim, Muhammed'e tevbe etmem." diye üç kere bağırmış, Peygamber Efendimiz de "Bırakınız, hakkı ehline tanıdı." buyurmuştur.
    6-Bu noktada tevbe ile ilgili olarak savaşta karşı tarafa, harbîye tanınacak eman meselesine de dikkat çekilerek buyuruluyor ki; Ve eğer müşriklerden biri sana isticare ederse, yani söz konusu süre sona erdikten
    sonra bile sana sığınırsa, senden eman isterse, senin kendisine eman verip car olmanı, saldırıdan himaye etmeni talep ederse sen de ona eman ver, ta ki, Allah kelâmını dinlesin. Kur'ân'ı ve gerçeğin delillerini dinlesin, davet ettiğin dinin hakikat ve hakkaniyetine muttali olmak imkânını elde etsin. Zira o dili bilenler için yalnızca işitmek hakikatı anlamaya kafi gelebilir.
    Rivayet olunuyor ki, Hz. Ali'ye müşriklerden bir adam geldi, "Bu süre bittikten sonra şayet bizden bir kimse Allah'ın kelâmını dinlemek için veya başka bir ihtiyaç için Muhammed'e gelecek olsa hemen öldürülecek midir?" dedi. O da "Hayır, çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor." dedi ve âyetini okudu. Hz. Ali'nin bu sözü zahiren âyete aykırı gibi görünür. Zira âyette hacet zikredilmemiş, yalnızca "Allah'ın kelâmını dinleyebilsin" diye buyurulmuştur. Bunun için denilmiştir ki, ihtiyaçtan maksat, herhangi bir dünya haceti değil dinle ilgili bir ihtiyaçtır. Zira Peygamber Efendimiz'e gelecek olan kimse dinle ilgili bir ihtiyaç için gelir. Allah kelâmıyla ilgili olan her türlü iş, mesela inanç problemleriyle ilgili sorabileceği her türlü soru ve alacağı cevaplar, onlara ait deliller genel olarak Allah kelâmını dilemiş olmak gibidir. Fakat dikkat olunursa, âyette aksine yasak getiren bir ifade ve ima yoktur. Öyleyse haceti böyle sınırlamaya da lüzum yoktur. Zira âyette isticare mutlak anlamda eman dilemek şeklindedir. "Tâ ki, Allah kelâmını dinleyebilsin." kaydı "eman"a değil, "fe ecirhu"ya müteallaktır. Bu ise şu demektir ki, eman dileyen hangi maksat ve hacetten dolayı dilerse dilesin, eman veren onun Allah kelâmını dinleme imkânına kavuşacağını, bu dinlemedeki hikmeti ve faydayı gözeterek eman vermelidir. Şu halde dinleme isteyeni bu gaye ile, yani bir dini hacet ve talep ile eman dilerse ona eman vermek vacip olur. Fakat mutlak surette veya bir dünya ihtiyacından dolayı eman dilerse ona mutlaka eman vermek vacip olmaz. Yerine göre, caiz de olabilir, hatta reddi de vacip olabilir. Şu halde bu âyetten başlıca şu sonuçlar çıkarılabilir:
    1. Bazı âlimler demişlerdir ki; bir kâfir, itikat etmek için bizden iman ve tevhidin ve Hz. Peygamber'in nübüvvetinin delillerini ve gerekçelerini öğrenme talebinde bulunursa, yani bu konuda ikna olmak isterse, Allah'ın birliğini ve Hz. Peygamber'in gerçek peygamber olduğunu anlatmak ve bu konudaki belge ve delileri ortaya koymak üzerimize vacip olur. Ve bir harbî, böyle bir talepte bulunduğu zaman bu delilleri açıklayıp belgeleri ortaya koymadan onu öldürmeye kalkışmak caiz olmaz. Zira Allah Teâlâ yukarıda açıklanan bunca ilandan ve
    sürenin sona ermesinden sonra bile "ta ki, Allah kelâmını işitebilsinler" diyerek onlara eman verilmesini emir buyurmuştur. Bu emir şuna delalet eder ki, her kim bizden işiyle ilgili bir şeyin tarifini talep eder ve bu konuda yardım dilerse ona o istediği şeyi öğretmek üzerimize vacip olur.
    2. Fıkıh âlimleri demişlerdir ki, bir harbî, dâr-ı İslâm'a dahil oluverirse kendisi de, malı da ganimet olur. Ancak İslâm'a girmek niyetiyle Allah kelâmını işitmek gibi bir şer'î maksat veya ticaret için eman dileyerek ve eman alarak girerse, hatta bir sabinin veya bir mecnunun verdiği eman ile dahi girerse, bunların verdiği emanın birer şüpheli eman olmasına rağmen o harbînin saldırıdan korunması vacip olur. Herhangi biri, İslâm diyarına bir elçilik görevi ile giderse elçilik bizatihi emandır. Birisi dar-ı İslâm'daki bir malını almak için girer ve o malın da emanı bulunursa, o malın emanı, aynı zamanda sahibinin de emanı olur.


    Seni çok Özledim Annem

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Tevbe Süresi...

    Hasılı öyle, o maksatla eman ver, sonra da onu güvenlik içinde güvenli yerine ilet. Allah kelâmını dinledikten sonra iman etmezse bile canı ve malı saldırıdan korunmuş olarak onu güvenli olduğu mahalline kadar, yani vatanına kadar ilet.
    Binaenaleyh dinleyicinin uzun süre İslâm diyarında tutulup bekletilmesi de caiz değildir. İşte bu, yani bu eman ve iblağ emri şundan dolayıdır ki, bunlar gerçekten bir şey bilmez bir kavimdirler. İman ve İslâm'ın hakikatını ve ahkamını bilmezler ve hatta bu Arap müşrikleri her hususta cahil bir kavimdir. Şu halde eman lazımdır ki, hakkı duysunlar da hiçbir mazaretleri kalmasın.

    Bu esaslar anlaşıldıktan sonra berâenin hikmet ve sebeplerine gelelim:
    Bu ilan üzerine antlaşma yapmış olanlara karşı bu şekilde bir berâet ilanı ve ilişki kesme, bir ahde vefasızlık ve şu halde bir haksızlık, bir saldırı demek olmaz mı, gibi bir şüphe söz konusu değildir. Çünkü:
    7- O müşrikler (yani ahitlerine riayet etmeyen müşrikler) için Allah katında ve Resulü katında bir ahit nasıl bulunur ki? Böyle doğruluktan sapan kimselerin gerçekte ahdi mi kalır? Ancak Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yapmış olduklarınız müstesnadır. Yani söz konusu müşrikler içinde henüz sözünde duranlar ve ahde vefa gösterenler olabilir. Onun için yukarıda da istisna edilmiş, haklarında "Onların süresini, sözleşmedeki sürenin bitimine kadar itmam et." buyurulmuştur. İşte bundan dolayı bunlar size doğru dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara karşı dürüst olun. Yani yukarıdaki istisna ve sözleşme süresinin sonuna kadar bekleme emri de mutlak değil, bu şarta bağlı olarak geçerlidir. Şayet diğerlerinin yaptıkları gibi, bunlarda sürenin dolmasını beklemeden ahitlerini bozarlarsa bunların da ahdi kalmaz. Yok eğer sürenin sonuna kadar uslu dururlarsa sizin de sonuna kadar sözünüzde durmanız gerekir. Çünkü Allah, muhakkak ki, muttakileri sever.
    Görülüyor ki, bu âyetin fâsılası ile yukarıdaki istisna âyetinin fâsılası aynıdır. Böylece âyetler birbirine tercii bend ile bağlanmış gibidir. Bu bağlantı ile o âyette söz konusu edilen kimselerin bu âyette söz konusu edilenlerle aynı kimseler olduğu gösterilmiştir. Zira önceki istisna her zamanda, her devirde meydana gelebilecek olaylarla ilgili genel ve küllî bir kavram üzerinedir. Bu istisna da o âyetin asıl nüzul sebebi olanlara uygulanmasıdır.
    Acaba Mescid-i Haram yanında antlaşma yapan bu insanlar kimlerdi? Kureyş veya Huzaa denilmiş ise de buradaki ıtlak (genel manada kullanılması) ile onun doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Zira Kureyş de, Huzaa da bu sûrenin nüzulünden bir sene önce Mekke fethiyle birlikte İslâm'a girmiş idiler. Burada muahedeleri devam eden müşrikler arasında sayılan bu müstesnalar arasında onların bulunması bu açıdan mümkün değildir. Bunun için Beni Kinane ve Beni Damre denilmiştir. Fakat anlaşılıyor ki, Beni Kinane'nin de hepsi değildir. Bu
    konuda en açık rivayet, Taberi ve daha başkalarının kaydına göre, İbnü İshak'ın rivayetidir. Denilmiştir ki, bunlar Hudeybiye günü Hz. Peygamber ile Kureyş arasında yapılan antlaşmada belli sürenin sonuna kadar Kureyş'in ahdine dahil olmuş bulunan Beni Bekir kabileleridir ki, bu antlaşmayı Kureyş'den şu belli oymak ile, yani şu bilinen Kureyş müşrikleri ile Beni Bekir'den Beni Düil'den başkaları antlaşmayı çiğnememişlerdi. Şu halde Beni Bekir'den antlaşmayı bozmayanlar için "Size karşı doğru ve dürüst oldukları müddetçe..." âyetiyle söz konusu müddetin sonuna kadar sözleşme şartlarına müslümanların da riayet etmeleri emrolundu. Şu halde mesele gayet ince ve naziktir. Zira buna göre antlaşmanın aslı Hudeybiye Muâhedesi'dir. Hudeybiye, Mekke'nin yakınında olmak bakımından âyette "Mescid-i Haram yanında..." buyurulmuştur. Bununla muâhedenin önemine ve kuvvetine ve bunu çiğnemenin pek büyük bir cürüm olduğuna da böylece işaret edilmiştir. Böyle olduğu halde müşrikler bu sözleşmeyi bozmuşlar, Kureyş'in ahdine dahil olan Beni Bekir'den Beni Düil, Resulullah'ın ahdine dahil Huzaa'ya saldırmış, Kureyş müşrikleri saldıran tarafa silah yardımı yaparak saldırganları teşvik edip desteklemiş, bunun üzerine söz konusu muâhede bozulmuş ve bu saldırıya karşı koymak için harekete geçilmiş, bu da Mekke'nin fethiyle sonuçlanmıştı. Huzaa kabilesi ile çölde yaşayan bir iki küçük kabileden başka Kureyş, olduğu gibi İslâm'ı kabul eylemiş, büsbütün yeni bir durum ortaya çıkmıştı. Böylece Hudeybiye Muâhedesi, esas itibariyle süresinden önce bozulmuş ve ortadan kalkmıştır. İşte dikkat çeken nokta burasıdır ki, böyle esas itibariyle ortadan kalkmış olan bir sözleşmenin dolaylı yollardan ilgisi bulunan ve o muâhedenin bozulmasına katılmayan ve şartlara doğru dürüst riayet edenler hakkında, onun hükmünü kalkmadığı ve onlar bu dürüst tutumlarını sürdürmek şartıyla muâhedenin yazılı süresinin bitimine kadar geçerli ve bu durumda bile onun şartlarına uymanın ehl-i İslâm için bir zorunluluk olduğu ve onu hiçe saymaktan sakınmak gerektiği önemle ihtar edilmektedir. Halbuki dış görünüşüyle asıl taraf olan Kureyş'in sözleşmeyi bozmasıyla, yani aslın sukutu ile fer'in de sukut edeceğine hükmetmek lazımgelirdi. Demek oluyor ki, burada bu kıyasın aksine, şüpheli ahdin de ahit hükmünde tutulması, Allah ve Resulü katında diyanet, doğruluk, Allah'tan sakınma ve hikmetin gereğidir. Bunun böyle olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bundan dolayıdır ki, İslâm fakihleri "şüphe-i eman emandır" demişlerdir. Şu halde burada ne kadar yüksek bir ilâhî hukuk esası bulunduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
    Ayrıca burada söz konusu edilen Beni Bekr, "Taberî Tefsiri"nde açıkça yer aldığına göre, Beni Kinane'nin bir kolu olan Beni Bekr'dir. demek ki, Beni Kinane ve bunlardan Beni Bekr kabilelerinin hepsi de ahde riayet etmiş değillerdir. Zira Hudeybiye Muâhedesini ilk önce bozanlar bunlar içinden Beni Duil olmuştur. Şu halde Beni Kinane veya Beni Bekr Huzaa'ya saldırmakla Hudeybiye Muâhedesini bozdular denildiği zaman bunun içinde Beni Düil'in de dolayısıyla bulunduğunu anlamalıdır. Yine bunun gibi, Beni Kinane veya Beni Bekr, ahitlerini bozmadılar denildiği zaman da içlerinden Beni Düil'den başkalarını anlamak gerekir.
    8-Evet nasıl olur? O müşriklerin şu halleri ile Allah ve Resulü katında bir ahdi nasıl olabilir? Ki size bir üstünlük sağlarlarsa, ellerine bir fırsat geçer de size karşı bir zafer elde ederlerse hakkınızda ne bir ill, ne de bir zimmet gözetmezler.
    İll: Esasında keskinlik veya parlaklık mânâsından alınarak feryad, yemin, ahit ve yakınlık anlamlarına kulanılan bir kelimedir. İbranice "ill" Arapçalaşmış olarak "ilâh" anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu takdirde Allah adına yapılmış olan yemin demek olur.
    Zimmet: Korunması ve himayesi, gereken ve yitirilmesi de zemmi gerektiren her hangi bir iş anlamına ahd ü eman, taahhüt, emanet ve görev demektir ki, bozulması ve riayet edilmemesi kınanmayı icap ettirir. İşte bu anlamdan alınarak şeriatte bir kişinin lehinde ve aleyhinde îcaba (kabullenme) ve isticaba (kabul etmeye) ehil olması vasfına denilir ki, ahdi bulunan kişi diye de tarif edilir. Başka bir deyişle hukuki şahsiyyet, yahut bunu teşkil eden mümeyyiz vasıf, yani hak ve vazife ehliyyeti demektir. Önceki lügat mânâsı ile borç bir zimmettir. İkinci şer'î mânâ ile ise zimmette olan şeydir. (Ârâf Sûresi'nde "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? "Evet", dediler." (âyet: 172) âyetinin tefsirine bkz). Tasavvurdaki borç bu yaratılıştaki anlaşma ile, yani insan varlığındaki tevhid ve marifet kabiliyeti ile, bilfiil borç da buna dayalı olarak bilfiil yapılan taahhüt ile sabit ve geçerli olur. Âyet selb-i küllî (tam olumsuzluk) ile varid olduğuna göre, dış görünüşüyle hangi anlamda olursa olsun onlar ill (ahid) ve zimmet namına hiçbir şey tanımazlar demek olur. Yani bir fırsat bulurlarsa bütün ahitlerine rağmen sizin hakkınızda ne Allah'ı, ne yeminlerini, ne yakınlıklarını, ne de ahitlerini ve zimmetlerini tanımazlar, hepsini hiçe sayarlar. Ne kadar feryad etseniz, çağırıp bağırsanız yine de tanımazlar. En keskin, en parlak

    __________________


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 1/2 12 SonSon

Benzer Konular

  1. Nur süresi 31. ayet(başörtüsü ile ilgili)
    By Konyevi Nisa in forum Kuran-ı Kerim meali
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 25.03.11, 10:11
  2. Bakara süresi Âyet:1 (Elif lâm mîm)
    By Konyevi Nisa in forum Kur'an Tefsiri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.09.08, 10:23
  3. Kasas Süresi, 28:77,(Dünyadan nasibini unutma )
    By SiLa in forum Kur'an Tefsiri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.09.08, 13:47
  4. Fatiha Süresi Tefsiri
    By Scorponork in forum Kur'an Tefsiri
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 04.07.08, 18:47

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •