Hicretin onuncu yılında, Peygamberimizin, Mariye'den doğan oğlu İbrahim vefat etti. Vefat ettiğinde on altı (bir rivayete göre ise on sekiz) aylıktı ve sütannesinin evinde kalıyordu. Çocuğun durumu kendisine haber verildiğinde hemen oraya giden Hz. Peygamber can vermekte olan İbrahim'i kucağına aldı, gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı ve:
"Göz ağlar, kalp üzülür; biz yüce rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz.
Hz.Muhammed (sav)'in oğlu İbrahim'in mezarı
Vallahi ey İbrahim, biz senden ayrılmakla çok üzgünüz." buyurdu. Sonra da karşısındaki dağa: "Ey dağ! Eğer bendeki üzüntü sende olsaydı muhakkak yıkılıp gitmiştin! Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: (Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na dönücüleriz); (Rabbü'l-alemin olan Allah'a hamdederiz) deriz" buyurdu.
Peygamberimiz İbrahim için ağladığı sırada Üsame b. Zeyd feryada başlayınca Hz. Peygamber onu uyardı. Üsame "Senin de ağladığını gördüm" deyince Resûl-i Ekrem:
"Ağlamak, acımaktan ileri gelir. Feryat ve figan ise şeytandandır" buyurdu.
İbrahim'in kabri hazırlanırken Hz. Peygamber, kabrin yan tarafındaki kerpiçler arasında bir açıklık görüp kapatılmasını emretti. Kerpici, oraya kendi eliyle koydu, açığı kapatıp düzeltti ve:
-"Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu içine sinecek biçimde yapsın. Çünkü böyle yapmak, musibete uğrayanın içini yatıştırır. Gerçi bunun ölüye ne yararı ne de zararı olur ama diri olanın gözünü aydınlatır" buyurdu.
(İbn-i Sa'd, Tabakat c.1, s.131-144)