"Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Taha: 14)

(Resûlüm!) “Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut : 45)

Ayette zikredilen “vele zikrullah’u ekber” Allah’ı zikir en büyük ibadetir. Bir Müslümanın hayatının temel taşıdır. Yapısı ve ona değer katan imandan parçadır. Sürekli iç içe olmalıdır. Bu minval üzere Allah namaz kılmayı emretmiş ve zikretmek için bir araç-ibadet-farz kılmıştır. Namaz Allah’ı zikretmenin en büyük göstergesidir. Yine bu ayetin içinde demiştir ki Yüce Allah; “…Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (Zuhruf: 13) Namaz yüksek değere sahip bir ibadettir. Namaz geçmiş kavimlerden bu güne intikal eden insan toplumlarını iyiliklere ihata eden bir ibadet biçimidir. Öyle iyilik ki meyden halkı Şuayb’a “Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını, yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu, çok akıllı ve olgun birisin!” (Hud: 87), burada Hz. Şuayb’la alay ediyorlar, ama alay etmekle birlikte de şu gerçeği de itiraf ediyorlar; “sen yumuşak huylu, çok akıllı ve olgun birisin”. Cahiliye toplumlarında bu ne yaman çelişkidir. Onlar ki gerçek değerleri kalplerinde itiraf etmekle kalmıyor bir de bunu ifade ediyorlar. Hem de alayvari konuşuyorlar.

Fizilail Kur’an müellifi diyor ki; “Sözlerin her kelimesi, her cümlesi, buram buram alaycılık kokuyor. Ne var ki, cahilce, anlayışsızca, bilgiden ve zekâdan yoksun, körükörüne, inatçı insanların alaycılıkları ile karşı karşıyayız. Ne diyorlar? "Ey Şuayb, atalarımızın taptıkları ilahlara tapmayı bırakmamızı ve mallarımız konusunda dilediğimiz tasarrufları yapmaktan kaçınmamızı emreden, empoze eden faktör, şu kıldığın namaz mıdır?" Bu adamlar anlamıyorlar ki -ya da anlamak istemiyorlar ki- namaz bu inanç sisteminin gereklerinden ve Allah'a kulluğun, Allah'ın kayıtsız egemenliğini benimsemenin ifade biçimlerinden biridir, tek Allah'a inanmadan, gerek kendilerinin ve gerekse atalarının Allah'ı bir yana bırakarak taptıklarını bırakmadan bu inanç sisteminin varlığından söz edilemez; bunun yanısıra bu inanç sisteminin ayakta durabilmesi için ticarette, her türlü mal alışverişinde, pratik hayatın her alanında, bütün insanlar arası ilişkilerde yüce Allah'ın yasalarının uygulanması gerekir.. Bunlar organik bir bütün oluştururlar. Ne inanç, namazdan ve ne de bunların ikisi pratik hayatın yasalarından ve sosyal kurumlardan ayrılamazlar.

İbadetler ile inanç ve her ikisi ile insanlar arası ilişkiler arasındaki ilişkiyi yadırgayan bu sakat zihniyeti kınamadan önce, Medyenliler'in bu binlerce yılın gerisinde kalmış aptalca zihniyetini uzun uzun karalamadan önce hatırlamamız iyi olur ki, günümüzün insanlarının böyle bir çağrı karşısındaki tepkileri, Hz. Şuayb'ın halkının tepkilerinden farklı değildir. Günümüzün içinde yaşadığımız cahiliyesi, klasik cahiliyeden daha üstün, daha zeki ve daha kavrayışlı değildir. Hz. Şuayb'ın soydaşlarının benimsedikleri putperestlik, müşriklik, günümüz insanlığının bir bütün halinde benimseyip uyguladığı putperestliğin, müşrikliğin, aynısıdır. Yahudi olduklarını, hristiyan olduklarını ve hatta müslüman olduklarını söyleyenler de bu hükmün kapsamına girerler.. Bunların hepsi, inanç ve ibadet ile yasayı ve insanlar arası ilişkileri birbirinden ayrı görürler. İnanç ile ibadetleri Allah'a yöneltir, O'nun emirlerine uygun yapmaya çalışırlarken yasalar ile insanlar arası ilişkileri Allah dışındaki kaynaklara dayandırırlar, bunları o kaynakların direktiflerine göre düzenlerler. İşte özü ve kökeni itibari ile putperestlik, müşriklik, budur. (Fizilal’il Kur’an Tefsiri)

İmam Kurtubi demiştir ki: "Allah'ı zikretmek ise elbette en büyüktür" buyruğunun anlamı şudur: Allah'ın sizi sevap ile sizden övgü ile sözedip anması sizin, ibadet ve namazlarınızda onu zikretmenizden çok daha büyüktür. Bu anlamdaki açıklamayı İbn Mes'ud, İbn Abbas, Ebu'd-Derda, Ebu Kurra, Selman ve el-Hasen de ifade etmişlerdir. Taberî'nin tercih ettiği açıklama da budur. Bu anlamdaki açıklama merfu olarak Musa b. Ukbe yoluyla gelen hadiste de rivayet edilmiştir. Musa, Nâfî'den, onun İbn Ömer'den rivayetine göre Peygamber (sav) yüce Allah'ın: "Allah'ı zikretmek ise en büyüktür" buyruğu hakkında şöyle demiştir: "Allah'ın sizi anması, sizin onu zikretmenizden (anmanızdan) daha büyüktür.' (El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an) ve Allah şöyle buyurmuştur; “Beni anın ki, ben de sizi anayım” (Bakara: 152)

Şöyle de açıklanmıştır: Sizin kıldığınız namazlarınızda, okuduğunuz Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ı zikretmeniz her şeyden daha faziletlidir. Bir diğer açıklamaya göre anlam şudur: Namazın hayâsızlıktan ve münkerden alıkoymasının devam etmesi ile birlikte Allah'ı zikretmek en büyüktür. ed-Dahhâk şöyle demiştir Haram kıldığı şeyler esnasında Allah'ı hatırlayarak, o haramı terketmek zikrin en büyüğüdür. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Yüce Allah'ın hayâsızlıkları ve münkeri yasakladığını hatırlamak en büyüktür; yani çok büyük bir iştir. Çünkü (Arapça’da) "en büyük (ekber)" bazen "çok büyük (kebir)" anlamında kullanılır.

Allah Resûlu (sallallahu aleyhi ve sellem) Muaz'a şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki, seni seviyorum. Her namazın arkasında şunu okumayı unutma: "Allah'ım! Sana zikir ve şükür etmemde ve sana güzel ibadet etmemde bana yardımcı ol." (Ahmed İbn Hanbel, Müsned (22119). Hadisin isnadı sahihtir.

Zikir’in anlamı “anmak-hatırlamak” demektir. Zikrin en büyüğü Allah’ın zikridir. Zikir sadece tesbihlerle çekilen ve belli sayılarda Allah’ın hatırlanmasından ibaret değildir. İnsan organları Müslüman veya inkarcıda olsa Allah’ın yön verdiği düzen üzere çalışarak Allah’ı zikreder. Kalp iyi olursa bedende iyi olur ve bedenin aydınlatıcısı gözdür. Kalbini Allah’ın zikrine teslim etmiş olanlar, şehadetlerin de, namazlarında, oruçlarında, selamlarında, tüm davranışlarında, sevgi ve tavırlarında, hayatın bitimine kadar bağlı olan hayat ve ölüm ilişkilerinde hep Allah’ı zikir halindedirler. O, Yüce Hükümdarı tesbih ederler. Kurumuş ve hiçbir meyve vermeyen ağaçlar, bitkiler, reyhanlar her senenin belli mevsimlerinde tekrar tekrar ölüp ölüp dirilmesi kendi lisanlarıyla Allah’ı zikretmektir. Denizlerden yukarı semaya buhar halinde çıkan suların ve onlarla ölü beldelerin hayat bulması ve tekrar ölmesi de zikirdir. O suları hareket ettirip getiren rüzgarlar zikretmektedir. Gölgelik yapan bulutlar zikretmektedir. Allah korkusundan düşüp yuvarlanan taşlar, dünyayı sarsılmasın diye dengeli halde tutan sıradağlar, eşyadan insana çiçekten böceğe kadar her biri kendi tesbihleriyle Allah’ı zikretmektedirler. Evet Allah’ın zikri en büyüktür. Bir insanın önünde fırsat olduğu halde tüm kötülüklerden kaçınması yani haram işlememesi bile Allah’ın zikri dolayısıyledir. Tek bir cümleyle özetleyecek olursa -ki yetmez- Allah’ı zikretmek “hatırlayıp-anmak” bir mü’minin bütün hayatını kaplar.

Selam ve dua ile,