Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik." buyurmaktadır. (Mâide: 48)
Âyet-i kerime'de geçen "Minhâc"ın mânâsı "Münevver bir yol" demektir.
"Minhac" kelimesinden kastedilen münevver yol "Şeriatın güzelliklerinin bütünü" olduğuna göre, şeriat yolun başı, tasavvuf da devamıdır.
Bu münevver yol sebebiyle yüzbinlerce evliyâullah yetişti, Hakk'a vâsıl oldular ve Âyet-i kerime'lerdeki bu lütf-u ihsana ve iltifât-ı ilâhîye nâil oldular.
Veli; dost, sevgili, ermiş gibi mânâlara gelir. "Evliyâullah" Allah-u Teâlâ'ya dost olanlardır.
Velâyet ise; Allah-u Teâlâ'nın kulunu, kulun Mevlâ'sını dost edinmesi, Hâlik ile mahlûk arasındaki karşılıklı sevgi ve dostluk demektir. Kulun Hakk'ta fâni olup O'nunla bekâ bulmasından ibarettir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah müminlerin dostudur." (Âl-i imrân: 68)
Allah-u Teâlâ'nın kuluna yakınlığı dünyada ona lütfedeceği mârifeti ile, ahirette de rıdvan ile vukua gelir. İlim ve kudretiyle yakınlığı bütün insanlara şâmildir, ünsiyeti ile yakınlığı ise velilere hastır.
Saîd bin Cübeyr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e evliyâullahın kimler olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
"Onlar öyle kimselerdir ki görüldüklerinde Allah zikrolunur, onları gören Allah'ı hatırlar." (Câmiüs-sağîr)
Bu Hadis-i şerif'e göre Allah dostlarının sîret ve halleri Allah-u Teâlâ'yı akla getirir. Çünkü onlarda edep, hayâ, huzur, huşu ve tevâzu alâmetleri dikkati çeker.
"Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır." (Fetih: 29)
Âyet-i kerime'si bu hususa işaret eder.
Onlarla bulunan, sohbetlerinden istifade eden, öğüt ve irşadları istikametinde Allah-u Teâlâ'ya kulluk vazifelerini ifâya çalışan kimseler, bu Hadis-i şerif'in sırrını onlarda açıkça görürler.
Amr bin Cemuh -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i kudsî'de ise Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Kullarımdan benim velilerim ve halkımdan sevdiklerim o kimselerdir ki, benim zikrimle zikrolunur ve zikirleri ile ben zikrolunurum." (Râmuz el-Ehâdis)
Yüz yirmi dört bin peygambere mukabil her asırda yüz yirmi dört bin veli bulunur.
Allah-u Teâlâ veli kulları hakkında Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar." (Yunus: 62)
Allah korkusu her korkuyu silmiş olduğu için başka korku kalmamıştır. İlerisi daha güzel olduğu için de geçmiş ile ilgili hüzün yoktur, müjdeler vardır.
Onlar Allah-u Teâlâ'nın dostluğunu kazanmıştır, dost olarak yalnız O'nu bilirler, dünyaya iltifat etmezler, ahirete rağbet etmezler. Allah-u Teâlâ da sevdiğinden ötürü onları korkutmaz, onları mahzun bırakmaz, onları üzmez.
Çünkü onlar dünyada Allah-u Teâlâ'dan korktular ve ahkâm-ı ilâhî mucibince iş ve harekette bulundular.
"Onlar iman edip takvâya ermiş olanlardır." (Yunus: 63)
Velâyet nurları üzerlerine akseder durur. Tam bir iman ile ilâhî emirleri ve hükümleri ifâya devam ederler. Her türlü haram ve şüpheli şeylerden sakınırlar.
Kemâl-i iman ile iman ettikleri gibi, bütün ilâhî emirleri ve hükümleri kabul ve tasdik ettiler. Allah'tan başka bir şey de sevmediler.
"Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjdeler vardır." (Yunus: 64)
Bu da onların hususiyetleridir. Allah-u Teâlâ'nın kendilerine karşılık olarak teveccühü ve ikramıdır. Dünyada da müjdelenmişlerdir, ahirette de müjdelenmişlerdir.
Dünyadaki müjde Allah-u Teâlâ'nın dostluğu ve onlara olan teveccühüdür. Bundan daha büyük müjde olur mu?
Onlar ahirette de O'nunla olacaklardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde;
"Cennetliklerin Allah katında en kıymetli olanları, Vech-i ilâhî'ye sabah ve akşam nazar ederler." buyurmuşlardır. (Tirmizî: 2556)
Daha sonra şu Âyet-i kerime'leri okumuşlardır:
"Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb'lerine bakarlar." (Kıyâmet: 22-23)
Bunlar mukarreblerdir ve Adn cennetinin ehlidirler.
"Allah'ın verdiği sözlerde aslâ değişme yoktur." (Yunus: 64)
Verdiği söz mutlaka yerine gelir.
"Bu en büyük saâdetin tâ kendisidir." (Yunus: 64)
Evliyaullahın dünyada ve âhirette müjdelenmiş olmaları öyle bir ihsan-ı ilâhîdir ki, bunun fevkinde bir nimet tasavvur edilemez.
Çünkü onlar peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraber bulunurlar. En büyük saâdet ise; Allah-u Teâlâ'nın cemâl-i bâkemâli ile müşerref olurlar. İşte bundan daha büyük saâdet olamaz.
Allah-u Teâlâ onları zâtına yaklaştırmış, Hakk'a tekarrüb etmişler, O'nun dostluğunu ve hoşnutluğunu kazanmışlar, muhsinler vasfını almışlardır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah o kimselerle beraberdir ki, onlar takvâ sahibidirler ve onlar öyle kimselerdir ki muhsinler vasfını almışlardır." (Nahl: 128)
Bu gibi kimselerin gerçek velisi Allah-u Teâlâ'dır. Bu, hususi bir beraberliğin ifadesidir.
"Allah dilediği kulunu Zât'ına seçer." (Şûrâ: 13)
Bir Hadis-i şerif'te Allah-u Teâlâ'nın bu kullarını şöyle beyan ettiği haber verilmektedir:
"Allah-u Teâlâ ve melekleri, semâvât ehli, deliğindeki karıncaya, denizdeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, insanlara hayrı öğretene mağfiret duâsında bulunurlar." (Tirmizî)
Bu Hadis-i şerif'e şöyle bir dikkat edin. Allah-u Teâlâ; meleklerine, bütün semâvât ehline, deliğindeki karıncaya, denizdeki balıklara varıncaya kadar bütün arz ehline bunları duyurmuştur. Fakat insan onlardan ne kadar gafil? İşte Hadis-i şerif! Her şey onu tanır ve onun için mağfiret duâsında bulunurlar.
Allah-u Teâlâ onları sevdiğinden ötürü "Ebrar" haline koymuş ve bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki Ebrar'ın benimle mülâki olmaya iştiyakları çoğalmıştır. Halbuki benim onlarla mülâki olmaya iştiyakım daha kuvvetlidir."
Tasavvur buyurun Allah-u Teâlâ'nın onların üzerinde ne kadar sevgisi var.
Bunun temsilini arzedelim:
Gurbette bulunan bir oğul annesine kavuşmayı ister, amma annesi oğluna kavuşmayı daha çok ister.
Allah-u Teâlâ diğer bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim.
Kulumu bana en çok yaklaştıran şey, farz kıldığım ibâdetleri yapmasıdır. Nâfile ibadetlerle de bana o kadar yaklaşır ki, nihayet ben o kulumu severim.
Sevince de artık onun duyan kulağı olurum, o benimle işitir.
Gören gözü olurum, o benimle görür.
Eli olurum, o benimle dokunur.
Ayağı olurum, o benimle yürür.
(Kalbi olurum, o benimle anlar. Söyleyen dili olurum, o benimle konuşur.)
Ne dilerse onu yerine getiririm.
Herhangi bir şeyden bana sığınırsa ben onu muhafaza ederim."
(Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2042)
Onlar Allah-u Teâlâ'nın has kulları olduğu için: "Bu benimdir, ona dokunmayın, ona dokunursanız bana dokunmuş olursunuz."buyuruyor.
Allah-u Teâlâ onları muhafaza eder, onları kendi hallerine bırakmaz.
Abdullah bin Ebi'l-Ced'a -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
"
Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-i şöyle buyururken işittim:
"Andolsun ki, ümmetimden bir kimsenin şefaatiyle Temimoğulları'ndan daha çok kimse cennete girecektir."
Ashâb-ı kiram:
"Senden başka bir kimsenin mi yâ Resulellah?" dediler.
"Benden başka bir kimse!" buyurdu." (Tirmizî - İbn-i Mâce: 1443, 1444)
Sıdk-ı sefâ, zevk-i vefâ, dünya ve ahiretten tecrid ile tâlib-i Mevlâ bunlardır.
Mânevi ve rûhânî feyizlerle kalbinin diriltilmesini arzu edenler, kalplerini evliyâullahın rûhâniyetinin teveccühüne arzetmelidirler.

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu gibi kimseler hakkında bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın kullarından öylesi vardır ki, şöyle olacak diye yemin etse muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1186)
Allah-u Teâlâ'nın bu has kulları her zaman için mevcuttur.
Farz-ı muhal ki iki arkadaşın var. Birisi gayet sâdık bir dost, hiçbir zaman arkadaşlığından inhiraf etmiyor. Böyle arkadaşlara; "Ne kadar sâdık!" denir.
Bir arkadaş böyle olursa, ya bir kul mahlûk olduğu halde Hâlik'ine sadâkatini ibraz ederse durumu ne olur? Allah-u Teâlâ: "Bu benim sâdık kulumdur." der, onun her işini halleder.
"Sâlihlerin işlerini O görür." (A'râf: 196)
Âyet-i kerime'si onlara mahsustur, artık onun işini O görür.
Onlar O'nu bilirler, O'ndan gayrısını bilmezler.
Onlar;
"Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." (Bakara: 107)
Âyet-i kerime'sine gönülden inanmışlardır.
"Allah dilediğini yardımı ile destekler." (Âl-i imrân: 13)
İşte bunlar Allah-u Teâlâ'nın tuttuğu, lütfu ile desteklediği kullarıdır.
"Lütuf ancak Allah'ın elindedir. Onu ancak dilediği kimselere verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadîd: 29)
Böyle mümtaz kullarını dilediği kemâlâta nâil, ulvî makamlara vâsıl buyurur.
"Hamd olsun Allah'a, selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına." (Neml: 59)