O’NUN YÜZÜ GİBİ BİR GÜL AÇILMAYACAKTIR. GÖNLÜMÜZE KOYARIZ SABAH AKŞAM, GÜLLER KOKLARIZ TERİ YERİNE. ‘GÜL KOKLAMAK SEVAPTIR.’ DEYİŞİMİZ BUNDAN. ‘GÜL YÜZÜNÜ RÜYAMIZDA GÖRELİM.’ DİYE TEMENNİ- LERDE BULUNURUZ. AH, GÜL!
Nemrut’un ateşini İbrahim’e gül kılan! Gülün dikenden farkı kalmayacaktı sen o gülü göndermeseydin. “Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz” olan gül… “Elverdu seyyidu ezhari’l- cenneti: Gül cennet çiçeklerinin ulusu ve beyidir.” diyen gül ile merhametini dilendiğimiz… Güle ayarlı bir hayat yaşarken doğumda ölümde ve her vesileyle, O’nun adıyla kapına geldik, mevlitler okuttuk… gül suları serpildi etrafa, O aramızda dolaşıyor gibi olsun diye.
“Terlese güller olurdu her teri
Hoş direrlerdi terinden gülleri” diyor Süleyman Çelebi, aynen Yunus’un dediği gibi.
Yunus, sarı çiçeğe “Gül sizin nenüz olur?” diye sorar da çiçek “İy Derviş, gül Muhammed teridür.” der... Bir gül saltanatıdır başlar O’nunla. Sultanlık O’na verilmiştir ve gül O’na benzetilmiştir. Biliriz ki O, gülleri severdi, gözünün nuru namazı ve güzel kokuyu. “Kırmızı gül ’ın ihtişamının tezahürüdür.” dediği rivayet edilir de her kırmızı gül görüşümüzde kalplerimiz titrer, adı düşer gönlümüze. Ellere kuvvet deyip “gül-i Muhammedî” ile vasfederiz O’nu. O sever ya gülleri, gülistanlar oluşturmak isteriz “Gülzâr-ı fenâda” “bekâ” özlemleriyle. Fakat nafile: “Suya versün bağban gülzârı zahmet çekmesün/ Bir gül açılmaz yüzün-tek verse bin gülzâre su.”diyen Fuzuli başka bir beytinde yine güle nispetle O’nu anıyor:
“Şebnem-i gülzar ruhsar-ı Resulullah’tır
Neşr-i ıtrıyle kılar her dem anı iş‘ar gül”
O’nun yüzü gibi bir gül açılmayacaktır. Gönlümüze koyarız sabah akşam, güller koklarız teri yerine. ‘Gül koklamak sevaptır.’ deyişimiz bundan. ‘Gül yüzünü rüyamızda görelim.’1 diye temennilerde bulunuruz. Ah, gül! “Gül âteş, gülbün âteş, gülşen âteş, cûybâr âteş.”2
Hz. Ali’nin vefatından önce gül istediği ve gülleri kokladıktan sonra ruhunu ’a teslim ettiği söylenir. Anadolu’da kefenle beraber sandıklarda kurutulmuş tomurcuk güllerin saklanması da hasretin ayrı bir tezahürü olsa gerek. Kabre gül koymak, mezarları güllerle süslemek... Cennet bahçelerine geçivermek için acele ediş belki... “Cennette bugün gülleri açmış görürüz de / Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde.”3 Belki de şehadetin ölümü öldürmesi ve cennetin güllerinin taşınması ötelerden.
“Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanın tacı tahtı
Bağı duvarı güldür gül.”4
Sultan Ahmed’i hep çiçeklerle düşlemişimdir. Aziz Mahmud Hüdayi’nin dergahında bir gül eğilişi gelir hep gözümün önüne. Sultan Ahmed Camii’nin yapımında, toz toprak içinde gül insanlar düşlemişimdir. “Günler gelip geçmedeler / Kuşlar gibi uçmadalar” diye diye saatlerini “gül saatine” çeviren Aziz Mahmud Hüdayi... Sevince sevilenin her şeyi paha biçilmez olur. Hele ki sevilen Habibullah ise. I. Ahmed de Mısır’da Kayıtbay türbesinde muhafaza edilen “Nakş-ı kadem”i, yani efendimizin bir taş üzerindeki ayak izini İstanbul’a getirterek Eyüp Camii’ne koydurur. Nakş-ı kadem daha sonra da inşası tamamlanan Sultan Ahmed Camii’ne nakledilir. Sultan Ahmed bu nakil işleminin tamamlandığı gece rüyasında kendini Hz. Peygamber’in kadı olduğu bir mahkemede görür. Kayıtbay, Sultan Ahmed’den davacıdır. Ve Hz. Peygamber “kadem-i Şerif’in alındığı yere iade edilmesi hükmünü verir. Sultan Ahmed, nakş-ı kadem’i geri gönderir fakat üzüntüsü büyüktür. Nihayetinde, “kadem- i saadet-i Peygamberî” şeklinde bir sorguç yaptırıp önemli günlerde hilafet sarığına takmaya başlar. Bahtî mahlasıyla yazan Sultan Ahmed, hüznünü şu dörtlükle dillendirir:
“N’ola tacım gibi başımda götürsem daim
Kadem-i pâkini ol hazret-i şâh-ı Rüsûl’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Bahtiyâ durma yüz sür kademine o gülün”
Hep içimde terennüm ettiğim, görmek istediğim gibi gördüğüm şehir “Sultan Ahmed”in şehri. Gül hasreti aradım yüzlerde, gül hâlleri düşledim.
“Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül.”5
Aydınlıklar yükledim sabahlara. Gülümseyebilmek, gülleşebilmek her şeye rağmen... Gül olmak.
“Asmasında gül dalları
Kovanında gül balları
Ağacında gül halları
Servi çınarı güldür gül.”
Yürüyorum içimde bir ritim, bir çağlayan. Gül renginde görüyorum her şeyi.
“Gülden kurulmuş bir mektep
Gene gül okunuyor gülden
Onu okutan Hazret-i İrfan
Ah, gül gül gül...
Mektebi gül, rahlesi gül, hocası gül, talebesi gül” diyorum. Kapıdan alınmıyorum içeri. İstiyorum ki güller solmasın. Güller yoksa bizi bırakıp gittiler mi? Bahar Şah yenildi mi diyorum. Güllere hüzün mü yüklenilmeli? Gözyaşından uzak değil ki güller. “Ağla gülüm!”
***
Ne ki dünya kısadır. “Fasl-ı gül” göz açıp kapayıncaya kadar geçiverir. Ömür ne kısadır, güllerle süslenmeyince. Tanpınar “Gül motif değildir, yaşayan hayattır.” der. Gül olup yaşamak lazım.
Belki şehrimizden çekildi “güller” bir bir. “Gül Yetiştiren Adam”ı özlüyoruz belki. Güllerin açmasını beklemez mi olduk gün doğmadan önce... Dahası gül kokusunu özlemez mi olduk... “Gül” unutturuldu mu bize? Böylesi bir gül saltanatından sonra güller tamamen arzdan çekilmiş olamaz. Gülü Rabb’imizden isteyelim, inanın verir. İşte gelmesini beklediğimiz gül, Sezai Karakoç’un mısralarıyla:
“İğde kokularında üzüm asmalarında güllerde
Zengindir gülleriyle bu ülke her şeyden önce
Kırk yıl öteye gitseler de
Bu yerliler
Gül açar gül kapanır boyuna gönüllerinde
Gül taşırlar dünyanın bütün ülkelerine
................
Size bir mutluluk haberi gibi
Gül gelecek
Kıyamet demek gülün geri gelişi demek
Gül peygamber muştusu peygamber sesi.”
DİPNOTLAR
1. Yunus Emre
2. Şeyh Gâlip
3. Yahya Kemal Beyatlı
4. Ümmi Sinan
5. Ümmi Sinan