Hüzün
Hüzün uzaklara ait olup
Yakınlara hapsolmaktır...
Hüzün yoksa, insanı içten içe yakan,
yaktığı gibi bir o kadar da olgunlaştıran dert yoksa eğer,
o zaman, evet işte o zaman gaflet dehlizinde yok olma riski belirir.
Ah dostum! Eğer, «hüzün nedir?» diye aklına bir sual
gelecek olursa, onu dışarıda değil de bilâkis kendinde ara.
Hüzün…Gönlün derûnî ve bir o kadar da ulvî misafiri…
Sinsi sinsi girer kalplere de dîvâne eder insanı…
Ah hüzün!.. Deli dostum!..
İnsan, hüzünlü olduğu sürece olgunlaşır. Hüzün yoksa,
insanı içten içe yakan, yaktığı gibi bir o kadar da olgunlaştıran
dert yoksa eğer, o zaman, evet işte o zaman gaflet dehlizinde
yok olma riski belirir.
Hüzün ve aşk. İki samimî dost. Bakıldıkta birbirinden ayırt
edilemeyen iki yüce dost.
Âh insan!.. İnsan ne kadar gariptir ki kendisini mecnun eden
bu müptelânın kendisinden ayrılmasını istemez. Yanmak ister
hüznün kucağında.
Rahat durmak varken niye başını derde sokasın, niye hüzün
ummanında yok olasın, diye bir sual aklını meşgul edebilir?..
Hüznü taşıyan/yaşayan insan bilir ki ne kadar hüzünlü olursa
bir o kadar aşktan tat alacaktır. Sevgiliyi anarak ve onun
hüznüyle yaşayarak geçirilen vakitler en güzel vakitlerdir muhakkak.
Çünkü aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. «Hüzün nedir? Neden insan hüzün ister?»
gibi soruların cevabını ancak ve ancak yaşayanlar bilir.
Ah dostum! Şimdi tek söyleyeceğim şu: Eğer, «hüzün nedir?»
diye aklına bir sual gelecek olursa, onu dışarıda değil de
bilâkis kendinde ara.
İşte o zaman hüznü anlamakla kalmayacak, onun yakıcılığında olgunlaşacaksın...