Bütün kalelerin yıkılacağını öğretmişlerdi. Zaman gelir en sağlam olan,yıkılacağına asla inanılmayan kaleler bile yıkılırmış. Kimi zaman hile ile; Truvayı yıkan Akalıların yaptığı gibi,kimi zaman depremle; Karianın yıkılmaz denen surları gibi, kimi zaman da zamana direnemez, yıpranır gider yılların sırlarını saklayan kale gibi kaleler.
Bir şey daha öğretildi insanlara asırlar boyunca bunu kalesi olanlar da öğrendi olmayanlar da. Mutluluk kalesi de yıkılırmış. İnşa etmek zordur. Büyük şeyler, o denli büyük ve şaşalı alımları çalım satarken nasıl dayanırlar bu acıya. Güzel Helene değil miydi en sağlam taşlarla sur ördüren Truvaya. İşçiler taşlarla örmüşlerdi duvarları ama o kalbine, duvarı taşlarla örmemişti ki!
Denizden korkarım ama suyla oynamak tüm gülen çocuklar gibi benim de masalımdır. Denizim dere olmuş fark eder mi? Benim de kalelerim kumdan değil çamurdan olur. Olsun varsın, onun da kenarına çarpan sudur en nihayetinde. Ve yıkan! Dere kalelerim hep yıkıldı bilir misiniz? Çocukluk işte, sağlam yapamamışım.
Zamanla değişir her şey. Kale örerken artık somut şeyler kullanmıyor insan. Soyut kaleler seçiyor kendine. Bu kalelere çarpan da oluyor, çarpılan da,dışardan yıkılması o kadar koymuyor da, içerden yıkılması insanın kafasını bozuyor. İkileme düşmek, dost düşman ayırt etmek bu kalelerin harcı mı?
Kelebeklerin kalesi olmaz, onlar özgürdür, giriverirler içeri. Bilir misiniz kalelerin üzerleri hep açık, önleri hep kapalıdır. İçeriye kelebekler girebilir. Saf, şeffaf, asla ateşe düşmesini istemediğim kelebekler. Onlar kaleyi üstten fetheder. Kazandıkları başarı değil, gerçektir.
Kalenin askerleri! Sakın ha öldürmeyin onları, koleksiyonunuza katmak için. Seven kalpler
duvar olmaz... ÖLÜ KELEBEKLER KURUTULMAZ...