Yunus suresi ayet 71
Onlara Nuh'un haberini oku.
Printable View
Yunus suresi ayet 71
Onlara Nuh'un haberini oku.
Ali imran suresi ayet 33
Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.
Bu mübarek âyetler, bir nice peygamberlerin dünyaya şeref vermiş olduklarını bildirmektedir. Hatemülenbiya efendimizin de o peygamberlerin sülâlesinden kadri yüce bir zat olduğuna işaret etmektedir, ve artık bu kadri yüce zatın da risalet ve peygamberliğini inkâra mahal bulunmadığını akıl sahiplerine anlatmaktadır. Şöyle ki: (Muhakkak Allah Teâlâ) insanlığın babası olan (Adem ve) ikinci Âdem sayılan (Nuhu ve) Halilullah olan (İbrahim'in âlini) sülâlesini (ve imranın âlini) hanedanını hindilerinin bulundukları (alemler üzerine) peygamberlik ve risaletle, bir nice üstün hasletler ile (seçkin kıldı) hattâ bu muhterem peygamberler, peygamber olan meleklerden bile üstün, seçkin bulunmuşlardır. Nitekim bu mübarek peygamberlerin mümin, sal i h olan ümmetleri de peygamber olmayan meleklerden üstün bulunmuştur.
Bu mübarek peygamberleri Cenâb-ı Hak, bir nice hasletler ile, mucizeler ile, harikulade muvaffakiyetler ile pek mümtaz, müstesna birer mevkide bulundurmuştur. Meselha: Hz. Adem, ilâhî kudret ile müstakillen bir insanlık şahsiyetine sahip olarak yaradılmış, anaya, babaya, başka bir hayat sahibinden doğmaya muhtaç olmaksızın bir yaratılış harikası olarak meydana gelmiştir. Bütün melekler Cenâb-ı Hakkın emrine binaen kendisine karşı secdeye kapanmışlardır. Nuh Aleyhisselâm da fevkalâde ilâhî bir himayeye nail olmuş, kendisini inkâr edenlerin bir tufan azabı içinde helak olup gittiklerini görmüş, kedisini kemâli afiyetle selâmet sahiline çıkıp ikinci adem olmak şerefine sahip bulunmuştur, İbrahim Aleyhisselâm da Ülül'azm denilen pek büyük peygamberlerden biridir, İlâhî dîni yaymaya çalışmış, Babil hükümdarı Nemrudu tevhid dînine davet etmiş, o mel'unun yakmış olduğu büyük bir ateşe atıldığı halde o ateş Hz. İbrahim'e asla tesir etmemiş, bir letafet ve selâmet bahçesi kesilmiş, mübarek neslinden İsmail, İshak aleyhisselâm gibi peygamberler yetişmiş nihayet o yüce sülaleden bütün peygamberler ve resullerin en güzidesi olan Hz. Muhammed aleyhisselâm efendimiz dünyaya gelerek bütün kâinata mübarek vücudu ile şeref vermiştir. Ne büyük bir seçkinlik!
Ali İmrân'a gelince bunlardan maksat, ya imran ibni Yasher'in sülâlesidir. Bunlar Musa ve Harun aleyhisselamdır. Veya imran ibni Masan'ın hanedanıdır ki, bunlar da İsa aleyhisselâm ile muhterem validesi Hz. Meryem'dir. Bu imran, Hz. İsa'nın validesi tarafından dedesidir. İşte bu iki sülâlenin iki hanedanının büyüklüğü, peygamberlik ve risalet sıfatını taşımaları pek ziyade seçkinlikleri de sabit bir hakikattir. Bu iki İmran arasında bin sekiz yüz sene geçmiştir.
Ali imran suresi ayet 34
Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir.
İşte bu mübarek İbrahim sülâlesi ile imran hanedanının (bazıları bazılarından) neş'et etmiş, varlık alanına gelmiş, insanlık âlemine şeref vermiş (bir zürriyettir.) Hepsinin dini bir, tevhit dini olan İslâmiyettir. Hepsi de ihlâs, ibâdet, itaat ve benzeri hususlarda birdir. Birer hususi İmtiyaza sahiptirler, cismanİ ve ruhanî satvet ve temizliği kendilerinde toplamışlardır. İşte Cenâb-ı Hak böyle harikaları vücude getirmiş, dilediğine peygamberlik ve risalet vermiştir. Artık peygamber efendimizin peygamberlik ve risalet sahibi olduğunu kim inkâr edebilir. Yüce Yaratıcının, ne harikalar vücude getirmiş olduğunu bir kere düşünmelidir. (Ve Allah Teâlâ semidir) Bütün insanların sözlerini işitir, (alimdir) her şeyi, herkesin hâl ve tavrını bilir, zahir ve batın hiç bir şey onun görüp işitmesinden, bilip takdir buyurmasından hariç değildir. Binaenaleyh sözünde ve fiilinde, doğru, yüksek bir kabiliyete sahip olan kullarını da her bakımdan seçkin kılar, yüksek makamlara nail buyurur. Bunu kim inkâr edebilir.
Nisa suresi ayet 163
Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.
Bu mübarek âyetler, son peygamber efendimizin insanlığa peygamber gönderilmesi ve ona Kur'an'ı Kerim'in inmesi, diğer peygamberlerin gönderilmeleri ve kendilerine ilâhî vahyin gelmesi gibi olduğundan drtık onun peygamberliğini inkâra ve kendisine bir kitabın birden inmesini istemeye mahal bulunmadığını ihtar mahiyetinde bulunmuştur. Şöyle ki: Resulüm Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (muhakkak biz sana vahy ettik) İslâm'ın hükümlerini Cibrili Emin vasıtasıyle tebliğ eyledik, insanlığın ikinci babası sayılan (Nuh'a ve ondan sonraki Peygambere vahy ettiğimiz gibi) bu vahy hususunda seninle senden evvelki Peygamberlerin durumu, vaziyeti eşittir. Bu cümleden olarak (İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Esbat'a) Hz. Yakub'un Hz. Yusuf gibi evlât ve torunlarına (İsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a, ve Süleyman'a vahy eylediğimiz gibi) artık ehli kitap, bunlardan ne için habersiz bulunuyorlar, ne için senin başka türlü vahye mazhar olmanı istiyorlar?. Onların başka türlü vahy, başka türlü kitab inmesini istemeye ne selâhiyetleri vardır?, (ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi) sana da o şekilde Kur'an'ı Kerim'i âyet âyet, süre süre indirdik, artık Kur'an'in başka türlü verilmesini, birden inmesini neden istiyorlar. Cenab'ı Hak, ilâhî kitabını dilediği şekilde indirir. Buna kimse karışamaz.
Zebur;
yüz elli sureden meydana gelen övgü ve saygı, va'z ve nasihati kapsayan ilâhî bir kitaptır.
Vahy;
Lügatte kelâm, göndermek, işaret, ilham, bir şeyi gizlice bildirmek mânâlarında kullanılmıştır. Böyle hafiyyen bir şeyi bildirmeğe "iyha" denir. Şeriat dilinde vahy, Cenâb-ı Hak'kın dilediği şeyleri Peygamberlerine birer yol ile bildirmesi ve anlatması ve öğretmesi demektir. Vahy'in şöyle muhtelif yolları, mertebeleri vardır.
(1) Doğru rüya yoludur ki, ilâhî vahy, peygamberin gönderilişinin başlangıcında çoğunlukla doğru rüya ile zuhur eder. Tâki alışıklık meydana gelsin.
(2) İlham yoludur ki, Cenab'ı Hak dilediği şeyleri Yüce peygamberlerin kalblerine uyanık bir halde iken vasıtasız olarak ilka ve ilham buyurur.
(3) Hitap yoludur ki, Hak Teâlâ Hazretleri dilediği Peygamberine dilediği hükümleri melek vasıtasıyle olmaksızın ilham eder ve anlatır. Hz. Musa'ya Tevrat levhaları bu şekilde nazil olmuştur. Ve o Yüce Peygamber'e Tur dağında ilâhî emirlerini vasıtasız olarak bir hitab şeklinde tebliğ buyurmuştur.
(4) Melek göndermek yoludur ki. Yüce Allah dilediği peygamberine dilediği şeyleri melek vasıtasıyla tebliğ ve ilham buyurur. Cibril Emin'in vakit vakit gelip Kur'an âyetlerini Rasûlü Ekrem Efendimize tebliğ buyurmuş olduğu gibi.
İnsanlara gizlice telkin edilen yakışıksız sözlere, bozguncu, şeytanî vesveselere de lügat mânâsı itibariyle "vahy" denilmiştir.
İlham tabiri de lügatte: Haber vermek, anlatmak feyiz yoluyla kalbe düşen malûmat demektir. Vahy tabiri, ilhamdan daha kapsamlıdır. Çünkü vahy, ilham yoluyla olduğu gibi, diğer yollar ile de olabilir. Maamafih bir diğer bakımdan da ilham, vahiden daha kapsamlıdır. Zira evliyaullahın kalblerine doğan bazı ilâhî sırlar ilâhî ilimlerde bir nevi ilham eseridir. Fakat bu, vahy sayılmaz.
Her vahy ise bir Rabbani ilham, bir ilâhî tebliğdir. Bir de ilham, bazı zatların kendi şahıslarına ait bir tecelli eseri olabilir. Vahy ise umuma yönelik hükümleri kapsayan ve Yüce Peygamberlere mahsus bir imtiyaz sayılır.
emeğine sağlık allah c.c razı olsun.
Enam suresi ayet 84
Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.
Bu mübarek âyetlerde ne kadar yüce derecelere ulaşmış olan Hz. İbrahim'in kavuştuğu bir kısım nîmetleri bizlere bildirmektedir. Şöyle buyrulmuş oluyor ki: Biz İbrahim Aleyhisselâm'a peygamberlik ve risâlet verdik, Allah'ın birliğini isbat için kendisini delillere muvaffak kıldık, bu suretle onu yüksek derecelere erdirdik (Ve ona) Hz. İbrahim'e diğer bir nîmet, ve ilâhî bir lütuf olmak üzere de oğlu (Ishak'ı) bir Peygamber olarak ihsan ettik (ve) Ishak'ın oğlu, kendisinin torunu olan (Yakub'u) da (ihsan ettik) onun zürriyetinden de böyle seçkin Peygamberler dünyaya getirdik, (ve hepsini de) Bunlardan herbirini de (hidâyete erdirdik.) hepsini de muvaffakiyetlere, hak dini ve hidâyet yolunu takibe muvaffak kıldık. (Daha evvel de) Hz. İbrahim'den önce de onun büyük dedesi olan (Nuh'u ve onun) Hz. Nuh'un veya Hz. İbrahim'in (neslinden) de iyşa'nın oğlu (Davud'u) ve onun oğlu (Süleyman) ve Hz. İsmail'in torunu, Emus'un oğlu olan (Eyüb'ü) ve Yakup Aleyhisselâm'ın oğlu olan (Yusufu) ve Yakup Aleyhisselâm'ın torunu, Imran'ın oğlu bulunan (Musa'yı) ve onun kendisinden bir yaş büyük olan kardeşi (Harun'u da) peygamberlik şerefine kavuşturarak (hidâyete erdirmiştik.) hepsine de ilâhî dini yaymayı ve insanlığı aydınlatmayı emretmiştik. (Ve işte biz) Ben Yüce Yaratıcı, Hz. İbrahim gibi (güzel hareket edenleri) Cenâb-ı Hak'ki tasdik edip birleyenleri, onun yolunda çalışıp gayret gösterenleri (böyle) İbrahim Aleyhisselâm gibi (mükâfatlandırırız.) derecelerini yükseltiriz kendilerine büyük büyük nîmetler veririz. Nitekim ibrahim Aleyhisselâm o kutsî çalışmasının mükâfatı olarak pek yüksek derecelere ulaşmış, insanlık dünyasında büyük bir isim yapmış, kendisi bir kısım Yüce Peygamber'in torunlarından olduğu gibi kendi neslinden de bir nice seçkin Peygamberler insanlık âlemine şeref vermişlerdir. Bu ne büyük derece ne büyük bir ilâhî lütuf!.
Araf suresi ayet 57
Ve o bir Yüce Yaratıcıdır ki, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderir. Nihayet rüzgârları ağır ağır bulutları yüklenince biz onu bir ölmüş ülkeye sevketmiş oluruz. Derken onunla su indirmiş, sonra da onunla her çeşit meyveleri meydana çıkarmış oluruz. İşte böylece ölüleri de çıkarırız. Gerektir ki, siz düşünüp ibret alasınız.
Bu âyeti celile, Cenâb-ı Hak'kın bir takım kudret ve rahmet eserlerini dikkat nazarlarına sunuyor ve ölülerin yeniden hayat bulacağını bir misâl ile tasvir ederek hasra ve neşre ait bir delili içine almış oluyor. Şöyle ki: Ey insanlar!. Gökleri ve yerleri yaratmış olan Allah Teâlâ'dır. (Ve o bir Yüce Yaratıcıdır ki, rüzgârları rahmetinin) yağdıracağı fâideli yağmurların (önünde) dağınık bir şekilde (müjdeci olarak gönderir.) bu rüzgârlar, yağmurların yağacağına bir müjde alâmeti mesabesinde bulunmuş olur. (Nihayet rüzgârlar) taşımış oldukları yağmurları ile (ağır ağır) bir halde bulunan (bulutları yüklenince biz onu) o bulutları (bir ölmüş) kuraklığa uğrayıp gelişme ve büyümeden mahrum kalmış (ülkeye sevketmiş oluruz.) onu bu vâsıta ile tekrar hayata kavuşturmak isteriz (Derken onunla) o bulut ile veya sevkedilen rüzgâr ile (su indirmiş) oluruz, (sonra da onunla) O yağmur suları ile (her çeşit meyveleri meydana çıkarmış oluruz.) çeşitli sebzeler, meyveler gelişip büyüyerek varlık alanına gelmiş olur. (İşte böylece) Bu nevi nevi meyveleri, gıda maddelerini yeni bir hayâta, bir gelişme ve olgunlaşmaya kavuşturduğumuz gibi (ölüleri de) ilâhî kudretimizle yeniden hayat sahasına (çıkarırız.) onları yok olup izleri silindikten sonra yeniden hayata kavuştururuz. Artık Ey insanlar!. (Gerektir ki siz) Bu içinde yaşadığınız âlemde tecelli eden bunca kudret eserlerini nazarı dikkate alasınız, siz bunları güzelce (düşünüp ibret alasınız) evet... Düşünmeli ki: Milyonlarca bitkiler ilâhî bir bereket ile her sene yeniden vücude geliyor, bir artma kuvvetine sahip bulunuyor, sonsuz derecede hoş manzaraları ile ibret bakışlarını süsleyip duruyor. Artık bu gibi sayısız hârikaları yaratıp mükemmelliğe kavuşturan bir Yüce Yaratıcı, insanları da öldürdükten sonra yüce kudretiyle bir şûra üfleme vâsıtasıyle yeniden hayata kavuşturamaz mı?. Hangi akıllı, bunu imkânsız görebilir?. Artık ey insanlar!, (gerekdir ki, siz) Bu içinde yaşadığınız âlemde tecelli eden bunca kudret eserlerini dikkate alasınız, güzelce (düşünüp ibret alasınız.) öyle milyonlarca muhtelif bitkileri, güzel güzel ağaçlar ve çiçekleri vücude getiren bir Yüce Yaratıcı, insanları da öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadirdir. Buna inancımız tamdır!. Binaenaleyh bunları güzelce düşünüp uyanık olmak icab eder.
Araf suresi ayet 58
Ve temiz bir beldenin ekinleri Rabbinin izniyle çıkar -meydana gelir- kötüsünün ise çıkmaz. İsterse, külfetle, -meşakkatle- olsun işte biz âyetleri şükreden bir kavim için böylece tekrar tekrar beyan ederiz.
Bu âyeti celile, ilâhî açıklamalardan istifâde edenlerle etmeyenler için ürün verme gücüne sahip olan temiz arazi ile bu özellikten mahrum bulunan kötü araziyi bir misal olmak üzere zikretmektedir. Şöyle ki: İlâhî rahmet ile bir nice ölmüş yerler yeniden hayat bulur. (Ve temiz bir beldenin) bereketli, kolaylıkla ürün vermeğe uygun bir yeryüzünün (ekinleri Rab'binin izniyle) Yüce Yaratıcının dilemesiyle, kolaylık vermesiyle (çıkar) meydana gelir fazlasiyle gelişip büyüyüp herkesin istifadesine hizmet etmiş olur. (kötüsünün) Tuzlu, kara taşlı, ürün verme gücünden mahrum arazinin (ise) ekinleri meydana (çıkmaz.) kendisinden öyle kolay kolay istifâde olunamaz. (İsterse külfetle, meşakkatle olsun) Artık ondan ne beklenilebilir?. (işte biz âyetleri) Allah'ın birliğine, İslâm dinine ait delilleri kanıtlar! Allah'ın nimetlerine karşı (şükür eden) onları düşünerek yararlanan (bir kavim için böylece tekrar tekrar) çeşitli şekillerde (beyan ederiz) evet... Şüphe yok ki: Cenab'ı Hak Kur'an-ı Keriminde varlığına, nimetlerine, dini vazifelere, ve kalpleri nurlandırmaya ait âyetlerini tekrar tekrar, çeşitli üslûp ile beyan buyurmuştur. Tâki düşünen ve Allah'ın birliğine inanan zatlar onlardan istifâde ederek şükür vazifelerini tam bir istek ve zevk ile yapmaya devam etsinler.
Görülüyor ki, bu âyeti kerime bir misali içermektedir, şöyle ki: Müminler, temiz, ürün verme kuvvetine sahip araziye benzetilmişlerdir. Onlar mânevi bir yağmur, bir rahmet suyu mesabesinde bulunan K indirilen ayetlerinden istifadeye çalışırlar, bu sayede ibâdet ve itaatte bulunurlar, güzel güzel huylarla vasıflanmada başarılı olurlar. Kâfirler de kötü, büyüyüp gelişmeden mahrum araziye benzetilmişlerdir. Onlar Kur'an'a inanmazlar, onu dinleseler de istifâde edemezler. Onu tasdik etmeyip inkâra cür'et gösterirler. Onlar bir meşakkat bir zorluk ile bu dünyada bir iyi işde bulunsalar da bundan âhiret âleminde bir fâide göremeyeceklerdir. Onların istifadeleri yalnız dünyaya ait olmuş olur. Çünki ebedi, uhrevİ bir- mükâfata, bir hayır eserine kavuşabilmek için temiz bir yaratılışta bulunmak lâzımdır. Cenâb-ı Hak'kın ayetlerinden, K yüce peygamberlere ve diğer konulara ait kıssalarından ibret almak kısacası güzel bir imâna sahip bulunmak gerekir.
Araf suresi ayet 59
Andolsun ki, Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim!. Allah'a kulluk edin, sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Muhakkak ki, ben sizin üzerinize büyük bir günün azabından korkuyorum.
Evvelki âyetlerde Cenâb-ı Hak'kın kudret eserlerine birliğine, rab oluşuna şahitlik eden bir kısım yaratılış hârikalarından söz edilmişti. Bu âyeti celile de yüce bir Peygamberin kıssasını konu edinerek geçmiş ümmetlerden birinin ne kadar inkarcı bir tarzda hareket etmiş olduklarını şöylece bildirmektedir. (Andolsun ki) Yüce Allah'a yemin olsun ki muhakkak ki biz (Nuh'u) o büyük Peygamber'i (kavmine Peygamber olarak gönderdik.) onlara ilâhi dini Allah'ın birliğini tebliğ etti ve (Dedi ki: Ey kavmim!.) yalnız (Allah'a) o Kâinatın Yaratıcısına (kulluk edin) ancak ona ibâdette ve kullukta bulunun. Çünkü (sizin için) bütün sizin gibi Allah'ın birliğini tasdik etmekle mükellef olan kullar için (ondan) o Ezeli Yaratıcıdan (başka bir ilâh yoktur.) ilahlık ve mâbutluk ancak ona mahsustur. Ondan başka ibâdete lâyık olan bir zat bulunamaz. (Muhakkak ki,) Eğer bu tavsiyem doğrultusunda o Yüce Yaratıcıya ibâdette bulunmaz, ona ibâdet ve itaaten kaçınırsanız (ben sizin üzerinize büyük bir günün) yevmi kıyametin veya tufan zamanının (azabından korkuyorum.) eğer Cenâb-ı Hak'kın emirlerine muhalefette devam ederseniz size böyle bir azabın geleceği muhakkaktır. Artık böyle korkunç bir akibeti düşününüz!.
Araf suresi ayet 60
Kavminden ileri gelen bir cemaat dedi ki: şüphe yok biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz.
Hz. Nuh'un bu hayrı tavsiye edici uyarısına rağmen onun (Kavminden ileri gelen bir cemaat) yani: Servetleri, mevkileri İtibariyle halkın içerilerini dolduran reislerden bir taife (Dedi ki: Ey Nuh!. Ne söylüyorsun?. (Şüphe yok ki, biz seni apaçık) Tamamen aşikâr (bir sapıklık içinde görüyoruz.) sen haktan, doğru yoldan aynimi; bulunuyorsun, bizim kalbimiz buna şahitlik ediyor.
Araf suresi ayet 61
Dedi ki: Ey kavmim!. Ben de hiç bir sapıklık yoktur. Fakat ben âlemlerin Rab'bi tarafından bir Peygamber'im.
Hz. Nuh da onların bu iddialarını re d için (Dedi ki: Ey kavmim!.) ey kendilerine Peygamber gönderilmiş olduğum insanlar!. (Ben de hiçbir sapıklık yoktur.) Ben hak üzere bulunmaktayım, ben sizin öyle zannettiğiniz sapıklıktan, hakikate karşı gelmekten uzak bulunmaktayım. (Fakat ben âlemlerin Rab'bi) Olan Allah Teâlâ (tarafından) sizlere gönderilmiş (bir Peygamberim) artık bana sapıklık nasıl isnat edilebilir?.
Araf suresi ayet 62
Size Rabbimin vahyettiklerini -dinine ait hükümleri- tebliğ ediyorum ve sizin için öğüt veriyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.
Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh'un iyiliğe yönelik davetine icabet etmeyip onu yalanlayan bir kavmin pek cahilce hareketlerini ve onların bu cehaletleri yüzünden uğramış oldukları pek korkunç âkibetleri dikkat nazarlarına sunuyor. Şöyle ki: Hz. Nuh, kendisine karşı muhalif bir cephe almış olan inkarcı kavmi, o kâfirce vaziyetlerinden kurtarmak için dedi ki: Ey kavmim!. (Size Rab'bimin vahiylerini) Yani onun dinine ait hükümleri, emirleri, yasakları, sevapları cezaları (tebliğ ediyorum) bunları size böyle bildirmek benim vazifemdir, (ve sizin için öğüt veriyorum) Size tam bir samimiyetle fâideli şeyleri bildiriyor, sizi zararlı, kötü şeylerden kurtarmaya çalışıyorum, mânevi selâmet ve saadet yoluna teşvik ediyor ve özendirip duruyorum, (ve ben) Allah'ın vahyine mazhar olduğum için (Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.) yani: O Yüce Yaratıcının sıfatlarına, kudret ve yüceliğine, sevap ve azabına dâir sizin bilmediğiniz şeyler bence bilinmektedir. Veya o Yüce Yaratıcının dinine karşı muhalefette bulunup duranları ne korkunç âkibetlere uğrayacaklarını siz bilmiyorsunuz, fakat ben pek iyi bilmekteyim. Artık benim tebliğlerime riâyet ediniz.
Araf suresi ayet 63
Yoksa size Rab'biniz tarafından sizden olan bir zat vâsıtasıyle -sizi korkutmak için ve sizin de sakınmanız ve rahmete erebilmeniz için- bir zikrin gelmesine mi şaştınız?.
(Yoksa) Ey inatçı ve inkarcı kavim!, (size) Bir kurtuluş vesilesi olmak üzere (Rab'biniz tarafından sizden olan) sizin cinsinizden, sizce tanınmış kimselerden olan (bir zat vâsıtasıyle) sırf bir ilâhi merhamet eseri olarak (sizi) Allah'ın azabı ile (korkutmak için ve sizin de) Allah'ın hükmüne aykırı hareketlerden (sakınmanız ve) o sayede (rahmete erebilmeniz için bir zikrin) bir ikaz ve irşat vâsıtasının (gelmesine mi şaştınız) bunda teaccübü gerektiren ne vardır?. Bu, insanlık hakkında ilâhi bir lütuftan ibaret değil de nedir?. İnsanlar, boş yere yaratılmamışlardır. Kâinatın Yaratıcısını bilip onun rızâsına uygun harekette bulunmak ve o sayede selâmet ve saadete ermek için yaratılmışlardır. Fakat insanlar, kendilerine Allah tarafından bir rehber gönderilmemiş olursa üzerlerine düşen vazifeleri nasıl takdir edebilirler?. Yaradılışlarındaki gayeyi nasıl belirleyebilirler?. Herbirinin düşüncesi, kanaati, hareket tarzı başka başka olmaz mı?. Bunun neticesinde ise içtimai birlik, din kardeşliği, umumun ittifakı nasıl meydana gelebilir?. İşte böyle helak edici ayrılıklara sebep olan hadiselere meydan verilmemesi için ilâhi vahye mazhar olan Peygamberler gönderilmiştir. Onlar da insanlar zümresinden bulunmaktadırlar, tâki onların tebliğlerine diğer insanlar için idrâk etmek mümkün olsun. O muhterem Peygamberlerin doğrulukları, yükseklikleri de göstermeyi başardıkları mucizeler ile, kendilerinin sahip oldukları o yüce bilgiler ve ahlâk ile apaçık bir şekilde meydana çıkmıştır. Artık onlara muhalefet edenler, cehalette bulunmuş, kendilerini Allah'ın azabına uğratmış olmazlar mı?. Elbette olurlar. İşte Cenâb-ı Hak bize bunu da bildiriyor.
Araf suresi ayet 64
Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanı da suda boğduk. Çünkü onlar bir kör kavim olmuşlardı,
(Bunun üzerine) Nuh Aleyhisselâm'ın onları öyle hayra yönlerdirici irşada çalışmasına rağmen onlar (onu) o Yüce Peygamber'i (yalanladılar) onun Peygamberliğini inkâr eylediler, sen yalan söylüyorsun, sen Peygamber değilsin demek cüretinde bulundular. (Artık biz de onu) O muhterem Peygamberi (ve onunla beraber gemide olanları) onun Peygamberliğini tasdik edip Allah'ın dinini kabul etmiş bulunanları boğulmaktan (kurtardık.) selâmet sahiline erdirdik, (Ayetlerimizi yalanlayanlan da) Allah'ın birliğini gösteren binlerce delilleri, hârikaları görmeyip de inkâra cür'et eyleyenleri de tufan ile (boğduk.) azaba mâruz kalmaya başladılar. (Çünki onlar bir kör kavim olmuşlardı.) Yani: Kalbleri kararmış, hakikati görmekten mahrum kalmış, inkarcı bir taife bulunuyorlardı, böyle bir akibeti hak etmişlerdi, lâyık oldukları elem verici bir vaziyete kavuşmuşlardı. İşte küfr ve isyanın cezası!.
Nuh Aleyhisselâm; Idris Aleyhisselâm'ın torunlarından dır. Ondan sonra ilk gönderilen Peygamber Nuh Aleyhisselâm'dır. Kırk yaşında Peygamber olmuş, dokuz yüz elli sene kavmini dine davet etmiş, tufan hâdisesinden sonra da ikiyüz elli sene daha yaşamıştır. Bu halde hayat müddeti (1240) sene bulunmuştur. Diğer rivayetler de vardır.
İnsanlığın başlangıcında insanların ömürleri uzun bulunmuştur. Bu da insanların çoğalmasını temin gibi hikmetlere dayanmaktadır. Hz. Adem'den sonra insanlar çoğalmış, fakat Allah'ın dinini terkederek müşrikçe bir halde yaşamaya başlamışlardı. Nuh Aleyhisselâm'a inananlar pek azdı. Nihayet o inatçı kavme cezaları yaklaşmıştı. Hz. Nuh bir gemi yapmakla Allah tarafından emrolundu. Gemiyi yapar yapmaz şiddetli yağmurlar yağmaya başlamış, yeryüzü bir deniz kesilmişti. Hz. Nuh kendisine imân edenleri gemisine aldı. Bunların sayısı kırk erkek ile kırk kadından ibaret bulunuyormuş. Bunların içinde Hz. Nuh'un Sam, Ham, Yâfes adındaki oğulları da bulunuyordu. Yâm veya Ken'an adındaki oğlu ise Hz. Nuh'a isyan ederek gemisine binmemişti. Nihayet gemi dışında bulunanlar tamamen suların dalgaları arasında kalarak helak olup gitmişlerdi. Daha sonra yağmur kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, gemi de Musul civarında Cudi denilen dağın üzerine Muharrem ayının onuna rastlayan aşure gününde oturmuştur. Hz. Nuh bu gemiye uygun gördüğü hayvanlardan da birer çift almış bulunuyordu.
Bu tufan hadisesi cumhura göre umumidir, bütün yeryüzünü kapsamaktadır. En yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri = eski zamandan beri taş kesilmiş hayvanların cesetleri görülmektedir. Böyle bir tufan hadisesinin yeryüzünde bir azap örneği olmak üzere vücude getirilmiş olması, Allah'ın kudreti karşısında imkânsız görülemez. Maamafih bazı zatlara göre de bu hâdise yalnız Hz. Nuh'un bulunduğu Babil havâlisinde meydana gelmiştir. En doğrusunu Allah bilir.
Araf suresi ayet 69
"Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız."
Bu mübarek âyetler de Hz. Hud'un kavmini uyanmaya davet ederek kendisinin peygamberliğindeki fayda ve hikmeti ve o kavmin ulaştıkları nimetleri beyan etmektedir. Ve o müşrik kavmin göstermiş oldukları muhalefeti bildirmektedir. Şöyle ki: Hud Aleyhisselâm, kendisine beyinsizlik isnadına cür'et eden kavmine hitaben buyurdu ki: Ey kavmim (Yoksa sizi) Allah Teâlâ'nın azabından (korkutmak) işlediğiniz küfr ve isyanın .korkunç âkibetini bildirmek, sizi uyanmaya davet etmek (için size Rabbiniz tarafından bir zikrin) bir ilâhi vahyin veya bir mucizenin (sizden bir kişi vâsıtasıyle) benim gibi Peygamberlik sahibi olan bir insanın işaretiyle (gelmesine şaştınız mı?.) bu olmayacak birşey midir?. (Hatırlayınız ki) Tarihi olayları bir düşününüz ki, (sizi) Kerem sahibi olan Rabbiniz (Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi) sizi onların yurtlarına sahip, onların ülkelerine hâkim kıldı, (ve sizi yaratılışta fazla bir kuvvete) Bir güce (erdirdi.) sizi büyük bir yapıya ve uzun boya eriştirdi. Rivayete göre bu kavim büyük bir yapıda yaratılmıştı. Uzun boyluları yüz arşın, kısa boylular! da altmış arşın uzunluğunda bulunuyordu. (Artık Allah Teâlâ'nın) Hakkınızdaki (nîmetlerini hatırlayınız ki,) o nimetlerle uygun düşen amellerde bulununuz, onların şükrünü yerine getirmeye çalışınız ki (felah) kurtuluş (bulabilesiniz.) âhiretin ebedî nimetlerine kavuşup azabından emin olabileniniz.
Hz. Hud'un kavmine, böyle yumuşak bir şekilde, merhamet ve şefkatini gösterir bir tarzda, şahsi bir gücenme eseri göstermeyip pek hikmetli bir şekilde hitab etmesi, pek iyilik sever bir harekettir, halka va'z ve öğütte bulunacak zatlar için uyulması gereken bir örnektir.
Araf suresi ayet 70
Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Hz. Hud'un böyle güzel öğütlerine karşı kavmi (Dediler ki: Ey Hud!. (Sen bize) Otedenberi kendilerine taptığımız putlarımızı bırakıp ta (yalnız bir tanrıya tapmamız) ibâdetlerimizi yalnız ona tahsis etmemiz (ve babalarımızın taptıklarını terketmemiz için mi geldin?.) Artık hiçbir puta tapmayahın, bu nasıl olabilir?. (Haydü eğer sen) Bu peygamberlik iddianda veya bizlere bir azabın geleceğini haber vermek hususunda (doğru sözlü kimselerden isen) daha durma (bizi korkuttuğun şeyi) ilâhi azabı hemen (bize getir.) bakalım. Bu câhil, inatçı kavim, öyle cömert, iyilik sever bir Yüce Peygamberin öyle güzelce uyarısını takdir etmediler, âkibetlerini düşünmediler. Artık haklarında ilâhi azabın ortaya çıkışı gerçekleşmişti.
Yunus suresi ayet 71
Ve onlara Nuh'un haberini oku. Hani: Kavmine demişti: Ey kavmim!. Eğer sizin üzerinize benim -aranızda- duruşum ve Allah'ın âyetleriyle size öğüt verişim ağır geliyorsa imdi ben Allah Teâlâ'ya tevekkül ettim, artık işinizi ve ortaklarınızı toplayınız. Sonra sizin üzerinize işiniz gizli kalmasın. Sonra hakkımda hükmünüzü veriniz ve bana göz açtırmayınız.
Bu mübarek âyetler, asr-ı saadetteki ve onlardan sonraki inkarcılara bir ibret ve uyanma dersi olmak üzere Nuh Aleyhisselâm ile kavmi arasında cereyan etmiş olan tarihî vak'aları beyan etmektedir. Hak dine davet eden ve onlara tâbi olan zatların emellerinin gayesini, selâmet ve hilâfete ulaşmalarını bildiriyor, onlara muhalefet etmiş olanların da pek korkunç âkibetlerini hatırlatmaktadır. Şöyle ki: (ve) Resulüm!, (onlara) Kureyş kabilesinden vesaireden olan müşriklere (Nuh'un haberini oku) yani: Onun ile kavmi arasındaki haberi, önemli tarihî vak'ayı anlat. Peygamberlerine muhalefet eden kavimlerin ne dehşetli âkibetlere uğramış olduklarını düşünüp de ibret alsınlar. (Hani) Nuh Aleyhisselâm (kavmine) Kabil'in çocukları ve torunları bulunan bir guruba (demişti) şöyle hitab etmişti ki: (Ey kavmim!. Eğer sizin üzerinize benim) aranızda (duruşum) sizin içinizde yaşayıp bin seneden elli sene kadar noksan bir müddet sizi hak dine davet ediverişim (ve Allah'ın âyetleriyle) delilleriyle, kanıtlarıyla (size öğüt verişim ağır geliyorsa) yani meşakkatli bulunuyorsa, siz de beni öldürmeğe, aranızdan kovmaya kasdetmiş bulunuyorsanız (İmdi ben Allah Teâlâ'ya tevekkül ettim) o bana yeter, beni muhafaza buyurur (artık işinizi ve ortaklarınızı toplayınız) hakkımda yapmak istediğiniz şeye başlayınız, kendilerinden yardım urumakta olduğunuz o âciz putlarınızı da size yardıma çağırınız (sonra üzerinize işiniz gizli kalmasın) bana karşı kasdetmekte bulunduğunuz, kötülüğü, açıkça yapmağa başlayınız, onu alenî yapınız. (Sonra hakkımda hükmünüzü veriniz) içinizdeki kuruntuları dökünüz, boşaltınız, imza ediniz ve elinizden geliyorsa (bana göz açtırmayınız) yapacağınız şeyleri bana bildirdikten sonra geriye bırakmayınız.
§ Hz. Nuh, Cenâb-ı Hak'kın koruma ve himayesinde olduğunu bildiği için düşmanlarına karşı hiç ehemmiyet vermediğini, aldırışta bulunmadığını göstermek, onların âczini göstemek için kendilerine böyle bir teklifte bulunmuştur.
Yunus suresi ayet 72
Artık siz, yüz çevirir iseniz,zaten ben sizden bir mükâfat istemiş değilim. Benim mükâfatını ancak Allah Teâlâ'ya aittir. Ve bana müslümanlardan olmam emrolundu.
(Artık) Ey kavmim!, (siz yüz çevirir iseniz) benim size verdiğim hayrı tavsiye edici öğütleri dinlemez, onlardan kaçınır iseniz, neticesini siz düşününüz!, (zaten ben sizden bir mükâfat istemiş değilim) Yapmış olduğum peygamberlik vazifesinden dolayı sizden bir ücret, bir karşılık istemişde değilim ki, sizin nefretinizi gerektirmiş olsun, öyle bir bedel karşılığında size nasihatta bulunduğumu söyleyerek bana suç isnat edebilesiniz, ben sırf Allah rızası için bu vazifeyi yapmaktayım. (Benim mükâfatını ancak Allah Teâlâ'ya aittir) Bu, âhirette kavuşacağım sevaptan, Allah'ın rızâsına ulaşmaktan ibarettir. (Ve ben müslümanlardan olmazlığımla emir olundum) yani: Ben, Cenâb-ı Hak'kın hükmüne boyun eğen ve itaat edenlerden veya İslâm dinine bağlı bulunan zatlardan olmakla emrolundum, onun tersini yapamam. Siz ister kabul ediniz, ve ister etmeyiniz, ben vazifemi yapmaya çalışırım, ben emrolunduğum dinî bir hizmeti terkedemem.
§ Bu âyeti celîlede işaret vardır ki: Her din âlimi, üzerine düşen dinî vazifeleri sırf Allah rızası için yapmaya çalışsın. Halktan bir lûtf ve ihsan beklemesin, bir şöhret sevdasında bulunmasın, güzel hizmetlerinin mükâfatını Cenâb-ı Hak'tan beklesin. İşte insanlığın hakikî önderleri olan mübarek Peygambelerin hareket tarzları bizim için uyulması gereken en mükemmel bir örnektir.
Yunus suresi ayet 73
Yine onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtuluşa erdirdik ve onları halifeler kıldık. Bizim âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk. Artık bak!. Uyarılanların akıbetleri nasıl oldu.
Hz. Nuh, o kadar güzel nasihatlarda bulundu, kuvvetli deliller gösterdi. Buna rağmen onun kavmi (yine onu yalanladılar) küfrlerinde İsrar ederek o mübarek zatın peygamberliğini kabul etmeyerek inkâra devam eylediler. Cenâb-ı Hak'da buyuruyor ki: (Biz de onu) Hz. Nuh'u (ve onunla beraber gemide bulunanları) ona imân etmiş olan seksen kadar zatı (kurtuluşa erdirdik) boğulmaktan kurtardık (ve onları) o kendilerini selâmet sahiline erdirmiş olduğumuz mü'min zatları yeryüzünde (halifeler kıldık) suların içinde boğulup gidenlerin yerlerine geçirdik, onların yurtlarına sahip bulundular. (Bizim âyetlerimizi yalanlayanları da) tufanın dalgaları arasında (boğduk) mahveyledik. (Artık) Ey insan!, (bak) Kendilerine Peygamberleri tarafından öğütler verilmiş, Allah'ın azabından (korkutulmuş) buna rağmen yine küfrlerinde, isyanlarında devam edip durmuş (olanların âkibetleri nasıl oldu?.) ne kadar müthiş bir azap dalgaları içinde mahvolup ve silinip gittiler. İşte bu bir tarihî hakikattir.
Bütün inkarcılar, bu gibi âkibetleri düşünüp de uyanmalı değil midirler?.
Bu Kur'ânî açıklamalar, Rasülü Ekrem Efendimiz hakkında bir teselliyi, onu inkâr edenler hakkında da bir tehdit ve tehlike haberini içermektedir.
Hud suresi ayet 25
Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara: "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâm'ın kavmini dine davet ettiğini ve kendilerini Allah'ın azabı ile korkutmuş olduğunu bildiriyor. Kavminden kâfir bulunanların da o hayrı tavsiye edici irşat ve ihtara rağmen o Yüce Peygamberi takdir edemeyip onu inkâra ve ona tâbi olan mü'minleri değersiz olarak göstermeye cür'et etmiş olduklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: (Ve) Kutsal varlığına (and olsun ki) Hz. Idris'in torunu olan ve ondan sonra ilk Peygamber seçilen (Nuh'u kavmine) bir Peygamber olarak (gönderdik) onlara Allah'ın dinini tebliğ etmekle görevlendirdik. O muhterem zat da kavmine hitaben (şüphe yok ki, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım) dedi. Yani: Size, Allah'ın azabına sebep olacak şeyleri bildirerek sizin ondan korkmanıza çalışan, o azaptan kurtuluşa vesile olan güzel amelleri size bilinen bir Peygamberim, diyerek onları dine davet buyurdu.
Hud suresi ayet 26
Allah'tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum."
Şöyle ki: Ey kavmim!. (Allah Teâlâ'dan başkasına ibâdet etmeyin) ona hiç bir şeyi ortak koşmayın, ondan başkasına kullukta bulunmayın, bundan başka kurtuluş çaresi yoktur. (Ben sizin üzerinize elem verici bir günün) bir korkunç kıyamet günün veya tufan gününün (azabından korkuyorum) sakın Allah'ın birliğini tasdik etmeyin de başkalarına tapınıp durmayın, aksi takdirde öyle dehşetli bir azaptan, bir felâketten kurtulamazsın. Ne hayrı tavsiye edici bir öğüt, bir irşat!.
Hud suresi ayet 27
Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz."
(Onun kavminden) Hz. Nuh'un kendilerine Peygamber gönderilmiş olduğu insanlardan onu tasdik etmeyip de (ileri gelen kâfirlerden bir topluluk ise) kendilerinin dünyevî fanî mevkilerine, şereflerine, servetlerine güvenerek (dedi ki) Ey Nuh!. -Aleyhisselâm- (Biz seni bizim gibi bir insandan başka birşey görmüyoruz) yani: Biz seni kendimizden daha yüksek görmüyoruz ki, Peygamber seçildiğine inanalım ve emrine itaati vacip görelim. Bu, onların bir cahilce şüpheleridir. Ve ikinci bir şüpheleri olarak da dediler ki (ve sana tâbi olanları da) senin Peygamberliğini tasdik ve kabul edenleri de (biz ilk bakışta bizim en aşağılarımızdan başka görmüyoruz) onların bu vaziyetleri her gören tarafından anlaşılmaktadır. Diğer bir yoruma göre de "ve sana ilk bakışta düşünmeden tâbi olanları da biz kendimizden aşağı görüyoruz. Ve üçüncü bir şüpheleri de olarak dediler ki: (Ve sizin için üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz) siz mal, şeref, makam itibariyle bizden yüksek kimseler değilsinizdir ki, peygamberlik ve risalet hususundaki iddianızın doğru olduğuna inanalım. (Belki) Biz (sizi yalancılardan zannediyoruz) artık sizi nasıl tasdik edebiliriz?.
İşte en yanlış bir görüş, en bâtıl bir iddia. Onlar kendilerinin dünyadaki fani, değişikliğe uğramış mevkilerine, servetlerine güvenerek yüceliği, doğruluğu her şekilde açık, ve haklarında pek hayrı tavsiye edici olan bir büyük Peygamberin ve ona tâbi olanların fazilet ve olgunluğuna manevî üstünlüğünü takdir edemiyorlardı. Zaten dünya varlığına tapınan birçok kimselerin ruh halleri bundan ibarettir. Onlar kendi fani ve ehemmiyetsiz varlıklarına büyük bir kıymet vererek nice fazilet ve olgunluk sahiplerine bir hakaret nazarıyla bakmaktan kendilerini alamazlar. İşte en fena görüş, bundan ibarettir.
§ Mele; lügatte doldurmak demektir. Bundan maksat varlıklariyle, mevkileriyle kalplere heybet dolduran, kendileriyle aynı mecliste olanlara büyüklük hissi veren ileri gelenler takımıdır.
§ Erâzil; lügatte erzalin çoğuludur. Erzâl ise pek rezil, alçak sefil, cimri, bayağı, utanılacak şahıs veya iş demektir.
§ Badiyerrey, ilk görüş, müşahede sebat ve tefekkür bulunmaksızın vuku bulan ilk rey ve kanaat demektir.
Hud suresi ayet 28
(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?
Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh'un tebligatını kabul etmeyen kavmine karşı ileri sürmüş olduğu yüce mütalaaları, onların şüphelerini giderecek cevapları tasvir buyurmaktadır. Hz. Nuh Peygamberliğinin parlak deliller ile belli olduğunu, artık onu kabul için zorlamada bulunmayacağını ve yaptığı tebliğlerden, öğütlerden dolayı Cenâb-ı Hak'tan mükafat bekleyip kavminden bir mükafat beklemediğini bildiriyor ve samimi olarak imân eden zatları öyle dinsizlerin arzularından dolayı huzurundan kovmayacağını aksi takdirde kendisini mesuliyetten hiçbir kimsenin kurtaramıyacağını açıklayarak kavmini düşünmeğe davet ettiğini gösteriyor. Ve Hz. Nuh'un Allah'ın hazinelerine sahip, g ayı plan bilici ve kendisinin bir melek olmadığını itiraf ettiğini ve hakir görülen bir takım zatların Allah katında hayırdan mahrum olduklarını söylemeyeceğim ifade ediyor ve o zatların kalplerinin durumu ancak Allah tarafından bilindiğinden onları huzurdan kovduğu takdirde zalimlerden sayılacağını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Nuh kendisini tasdik etmeyen kâfirlere hitaben (dedi ki. Ey kavmim!.) Benim tebliğlerimi kabul etmiyorsunuz, bir takım mânâsız fikirlerde bulunuyorsunuz (bana haber veriniz) kanaatiniz nedir, söleyiniz bakalım (eğer ben Rabbimden bir açık delil üzere oldum ise) yani: Peygamberlik ve risalet vazifesine sahip olduğumu gösterir bir açık delile bir kuvvetli şahide sahip bulundum ise ve Rab'bim (kendi katından bana bir rahmet vermiş ise) bir ilâhî lütuf olarak Peygamberliğe veya öyle apaçık bir delile kavuşmuş isem, benim bu durumum (sizin üzerinize gizli kalmış ise) bunu görüp anlamak kabiliyetinden yoksun kalmış iseniz (artık siz onu) o benim peygamberliğimi veya size teklif ettiğim imân vazifesini (istemediğiniz halde) onu düşünüp seçmediğiniz takdirde haber veriniz bakalım (onu size ilzam mı edeceğiz) onu kabul etmeniz için, onunla hidayete ermeniz için size cebir ve zorlamada mı bulunacağız. Hayır hayır, cebir ve zorlamaya dayalı olup, kalbin iradesine dayanmayan bir din, sahibi için fâide vermez. Allah'ın dini, tam bir vicdan özgürlüğü çerçevesinde memnuniyetle kabul edilmelidir ki, Allah katında muteber olsun.
Hud suresi ayet 29
Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.
Ve ey kavmim!.) Ben peygamberlik vazifemi Allah rızası için yerine getirmeye çalışıyor, size tebliğ ediyorum, sizi dine davet eyliyorum. Yoksa (sizden onun üzerine) o peygamberliğimi tebliğ karşılığında bir ücret, bir mükâfat olmak üzere (bir mal istemiyorum) böyle bir isteyiş, peygamberlik şanına aykırıdır. (Benîm mükâfatım) size dinî hükümleri, vazifeleri tebliğ ettiğimin sevabını vermek (Ancak Allah Teâlâ'ya aittir) yani: Sizden dini kabul edip hidayete kavuştuğunuz takdirde karşılığında bana bir mal bir hediye vermenizi asla isteyecek değilim, beni mükâfata kavuşturacak ancak Allah Teâlâdır. (Ve ben imân edenleri) Öyle sizin iddia ettiğiniz gibi alt tabakadan olup, huzurumdan kovulmalarını istediğiniz mü'min zatları huzurumdan (kovucu değilim) bu benim için lâyık ve caiz değildir. (Şüphe yok ki onlar) O hakir gördüğünüz mü'minler (Rab'lerine kavuranlardır) onlar yarın âhiret hayatında kurtuluş, ve selamete ereceklerdir, kendilerini kovacak olanlara karşı mücadelede bulunacaklardır, kendilerine zulm edenlerde cezalarını göreceklerdir. (Ve lâkin) Ey inkarcılar!. Ey tebliğ edilen haki kat I arı kabulden kaçınanlar!. (Ben sizi cahillik eden bir taife görüyorum) siz hiç hakikî bir istikbali düşünmüyorsunuz, o hakir gördüğünüz mü'minlerin sizden hayırlı olduklarını anlayamıyorsunuz, kendi korkunç akıbetinizi takdir edemiyorsunuz, öyle mü'min, salih kulları hakir görüyorsunuz.
Hud suresi ayet 30
Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan (onun azabından) kim korur? Düşünmüyor musunuz?
(Ve ey kavmim!.) Biraz düşünmeli değil misiniz?. (Eğer ben onları) o imân eden ve sizce kıymetsiz görülen o mü'minleri huzurumdan (kovar isem bana Allah Teâlâ'dan) onun azabından kurtarabilmek için (kim yardım eder) elbette bir yardımcı bulunamaz. (Artık hiç düşünmez misiniz?.) Öyle samimi mü'minler nasıl kovulabilir?. Siz hiç bunu. düşünmez misiniz?.
emegine saglık allah razı olsun
reyyan nur,
Allah CC sizden de razı olsun
Hud suresi ayet 31
Ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum, gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir" diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum."
(Ve ey kavmim!. Ben size demem ki: Benîm yanımda Allah Teâlâ'nın hazineleri vardır) yani: Bir Peygamberin yanında öyle dünya servetinin bulunması ic ab etmez. Ve ben öyle bir servete sahip olduğumu iddia etmiyorum ki, onun yokluğuyle benim hakikate aykırı iddiada bulunduğuma hükmedebilesiniz.. Maamafih peygamberlik nimeti, herşeyin üstündedir. Onun yanında dünya servetinin ne kıymeti olabilir?. (Ve ben gaybı bilmem) yani: Ben ancak Cenab'ı Hak'kın bana bildirdiklerini bilirim, inkarcıların, kâfirlerin âhiretde azaba uğrayacakları ise Hak Teâlâ'nın bildirdiği bir hakikattir. Bunu size bildirdiğimden dolayı beni inkâra, bu hakikati uzak görmeye selâhiyetiniz yoktur.. Gayba ait nice şeyler de vardır ki, onları Cenâb-ı Hak bildirmedikçe kimse bilemez. (Ve ben demem ki: Ben muhakkak bir meleğim) tâki: "Sen insansın, nasıl olur da melek olma iddiasında bulunuyorsunuz" diye beni yalanlayabilirsiniz. Ben bir insan olduğumu itiraf ediyorum. Maamafih peygamber olma şerefine eren muhterem insanlar, Allah katında meleklerden üstündür. (Ve demem ki: Öyle bir iddiada bulunamam ki. Ey dinsizler!. (Sizin gözlerinizin hor gördüğü) fakir hallerine bakıpta kendilerini alt tabakadan sandığınız (kimselere Allah Teâlâ elbette hayır vermeyecektir) ben böyle bir iddiada nasıl bulunabilirim?. Öyle Milaslı mü'minler herhalde hayra kavuşacaklardır. Onlar herhalde âhiretde büyük hayırlara, mükâfatlara ulaşacaklardır. Onların daha dünyada iken de nice nimetlere kavuşmaları mümkündür. Bunun aksini kim iddia edebilir?. (Allah Teâlâ onların) O mü'min kullarının (nefislerinde olanı da hakkıyla bilendir) onların nekadar samimi mü'min olduklarını tamamen bilir, ona göre kendilerine mükâfatını verir. Onların o samimi imanları hakkında tere d üt'edip onların münafık olduğunu söyleyen ve onları alt tabakadan sayan kâfirler için bu da bir reddiye mesabesindedir. (Şüphe yok, ben o vakit) O samimi mü'minler hakkında zelillik gibi, münafıklık gibi birşey isnadında bulunduğum, onların dünyada ve âhirette bir hayr ve saadete ulaşmayacaklarını söylediğim takdirde (zalimlerden olmuş olurum) yani hem nefsime zulmetmiş, hem de onların haklarında suizan ederek onlara zulm eylemiş bulunurum. Böyle bir zulm ise asla caiz bir Peygamber hakkında asla düşünülmüş değildir. Binaenaleyh ben öyle birşey söyleyemem.
Izdira;
lügatte, küçük görmek, hor ve hakir tutmak, hafife almak demektir.
Hud suresi ayet 32
Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!
Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh'un şüpheleri gidermek için vermiş olduğu pek haklı cevapları, öğütleri çok gören kâfirlerin o Yüce Peygamber'e karşı fazla mücadelede bulunduğunu söyleyerek tehdit ettiği azapların meydana getirilmesini istediklerini bildiriyor. Hz. Nuh'un da onlara yaptığı n as i hat I arın fâide vermediğini, uhrevî mes'uliyete mâruz kalacaklarını ve onların kendisine isnat ettikleri iftiralardan uzak bulunduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Nuh'un Allah'ın birliğini isbat, âhiret hayatını beyan, peygamberlik vazifesini yerine getirmeye devam etmesini çok gören kavmi (Dediler ki: Ey Nuh!.) Sen (bizim ile muhakkak ki mücadelede) tartışmada, münakaşada (bulundun, artık mücadelemizi arttırdın) çok uzattın, veya maksadını çeşitli şekilde ifade edip durdun (eğer sen) iddianda, bizi korkuttuğun azap hususunda (doğrulardan isen İmdi kendisiyle bizi tehdit ettiğin şeyin) o korkuttuğun elem verici azabı (getiriver) öyle fazla açıklamaya lüzum yok, senin tartışmaların bize tesir edemez. Kâfirler, öyle bir azabın meydana gelmesine inanmadıkları için bunu bir alay yoluyla söylemişlerdir..
Hud suresi ayet 33
(Nuh) dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz.
Onların bu lâkırdılarına karşı Hz. Nuh da (dedi ki: Onu) o istediğiniz azabı (size ancak Allah T e âlâ dilerse getirir) sizi o azaba alelacele veya bir müddet sonra uğratır. Ona ancak Hak Teâlâ kaadirdir, o azabı getirmek benim kudret ve selahiyetini dışındadır, (ve siz) Ey inkarcılar!. O Yüce Yaratıcıya hâşâ (âciz bırakıcılar değilsinizdir) siz kaçmak suretiyle veya müdafaada bulunmak yoluyla Cenâb-ı Hak'ki âciz bırakarak onun azabından kendinizi kurtaramazsınız, o azabı hikmeti gereği dilediği zaman üzerinize yöneltir bunu bilmeli değil misiniz?.
Hud suresi ayet 34
Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz."
Hz. Nuh, o cahil kavmine karşı sözlerinin sonunda buyurdu ki: (Ve benim nasihatim) Sizin hakkınızdaki hayra yönlendirici öğütlerim (size fâide verecek değildir) her ne kadar bir peygamberlik vazifesi olmak üzer eben (size nasihatte bulunmak istesem de) o faideyi bizzat benim temin etmeğe selâhiyetin"! yoktur. (Eğer Allah Teâlâ sizi azdırmak isterse) yani: Siz aslî yaratılışınızı değiştirip iradenizi, ihtiyarınızı kötüye kullandığınızdan dolayı Allah tarafından sapıklığa, küfre mahkûm bir halde bulunmuş olursanız, artık benim nasihatlarım tesir edemez. İlâhî iradeye kimse engel olmaz. Ey kavmim! Biliniz ki, (Rabbiniz o'dur) sizi yaratan, yaşatan besleyen, idarenize sahip olan ancak Allah Teâlâ'dır. (Ve) Siz nihayet (ona) O Yüce Yaratıcıya (döndürüleceksinizdir) âhirete sevkedileceksinizdir, dünyadaki amellerinize göre orada o Yüce Yaratıcının vereceği karşılığı bulacaksınızdır.
Hud suresi ayet 35
(Resûlüm!) Yoksa, "Bunu uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım."
O cahil kavim (Yoksa onu) Nuh Aleyhisselâm'ın din adına kendilerine tebliğ ettiği şeyi kendisi Allah adına (uydurdu mu diyorlar?.) Evet.. Onlar öyle diyorlardı o mübarek Peygamberi tasdik etmiyorlardı. Cenâb-ı Hak da o Resulüne vahy etmiş idi ki. Ey Nuh!. O cahillere (de ki: Eğer ben uydurdum ise) hakikate aykırı olarak Allah adına öyle bir iddiada bulundum ise (günahı benim üzerimedir) o kazandığım iftiranın günahı vebali bana aittir. (Halbuki ben sizin yaptığınız günahtan uzağım) yani: Bana iftira isnat etmenizden dolayı karşı karşıya kaldığınız günahtan, onun cezasından ben uzak bulunmaktayım. Ben iftira etmiş değilim ki, günahkâr olmuş olayım. Bilâkis siz bana iftira isnat etmekle büyük bir azabı hak etmiş bulunmuşsunuzdur. Artık buna hazır olunur!. Bazı müfsirlere göre bu (SSÎ'inci âyeti kerime, bizim Peygamberimize yöneliktir ki: Onun Peygamberlere ve diğerlerine dair açıklamaları uydurma sayanları red için nazil olmuştur.
İcram;
Lügatte günahı, sakıncalı olan birşeyi kazanmak, kesbetmek, ve işlemek demektir.
Hud suresi ayet 36
Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.
Bu mübarek âyetler, Cenab'ı Hak'kın Hz. Nuh'a kavminden birçoklarının imân etmeyeceklerini açıklayarak kendisine teselli ettiğini ve bir gemi yapıp zalim kavmi hakkında bir yakarışta bulunmamasını emretmiş olduğunu bildirmektedir. Hz. Nuh'un da gemiyi yaptığını, bu sırada kendisiyle alay eden kavmine karşı ne şekilde karşılıkta bulunduğunu göstermektedir. Şöyle ki: (Ve Nuh'a) Allah tarafından (vahy olundu ki, muhakkak kavminden) küfr üzere İsrar edip duranlar (imân etmeyecektir) onlar Cenâb-ı Hak'ki birlemeyecekler, senin peygamberliğini tasdik eylemeyeceklerdir (ancak cidden imân etmiş) hakikati bilerek tam bir gönül rızasıyla imân şerefine kavuşmuş (olanlar müstesna) onlar temiz yaratılışlarını korumuş, imân nimetine ulaşmış mutlu bir topluluktan ibarettir, (artık) Ey Nuh!. O imân etmeyenlerin (yaptıkları şeyden dolayı üzülme) onların seni yalanlamaları, seninle alay etmeleri sebebiyle ümitsizlik ve üzüntüye düşme. Onlara, lâyık oldukları azaba, intikama uğrayacakları zaman yaklaşmıştır.
Hud suresi ayet 37
Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
Ey Nuh!. (Gemiyi bizim nezaretimiz) Bizim koruma ve kollamamız ile (ve vahyimiz ile) bizim emrimizle, nasıl yapılacağına dair verdiğimiz bilgi ve ilhamımızla (yap) o vesile ile mü'minler kurtulacak kâfirlerde sular içinde boğulup gideceklerdir. (Ve zulm etmiş olanlar hakkında) Öyle seni yalanlayarak küfür ve şirk içinde yaşamayı tercih edenler hakkında (bana müracaatta bulunma) onlardan azabın kaldırılmasını benden isteme (Şüphe yok ki, onlar) kendi kâfirce hareketlerinin bir dünyevî cezası olmak üzere (boğulmuşlardır) yani: Onların boğulmaları hakkında Allah'ın hükmü çıkmıştır. Hz. Nuh hakkında kavminin yapmadıkları eza ve cefa kalmıyordu. Böyle olduğu halde o muhterem Peygamber, kavmini senelerce imâna davet etmiş, onların haklarında şefkat ve merhamet göstermiş idi. "Ey Rabbim!. Kavmimi bağışla, çünki onlar bilmiyorlar" diye duada bulunuyordu. Vaktaki, bu âyetler nazil oldu, onların kurtulmaya lâyık kimseler olmadığı anlaşıldı. Artık "Ey Rabbim!. Yeryüzünde kâfirlerden bir fert bırakma" diye duaya başladı.
Hud suresi ayet 38
Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!
(Ve) Hz. Nuh, aldığı ilâhî emirden dolayı (gemiyi yapıyordu) onu yapmaya başlamıştı (ve kavminden herhangi bir topluluk) herhangi bir cemaat o mübarek Peygamberin (yanından her geçip gidince de onunla alay ediyorlardı) onunla istihzada bulunuyorlardı. Ya Nuh!. Sen Peygamber olduktan sonra marangoz olmuşsun, o zamana kadar gemi görmemişlerdi, bunun ne için ne yapıldığını anlayamıyorlardı. O muhterem Peygamber de onlara (dedi ki: Ey cahiller!. (Eğer bizim ile alay ederseniz) bizim lüzumsuz birşey ile uğraştığımızı sanarda bize cahillik nisbet etmek isterseniz (artık şüphe yok ki, biz de sizin alay ettiğiniz gibi) bizi cahil gösterdiğiniz bizim boş şeyle uğraştığımızı sanarak alay ettiğiniz gibi (sizinle alay ederiz) biz kurtulup siz de boğulup gidince sizin cahilliğinizi düşünerek öyle bir felâkete lâyık olduğunuzu söyleriz. Bilinmektedir ki. Yüce bir Peygamber alay etmez. Bu tabir, karşılık verme, ve müşekele (aynı kelimenin farklı anlamda kullanılması) yoluyla söylenmiş oluyor. Bunlardan asıl maksat; "Ey cahiller!. Siz bu yaptığınız alayın pek korkunç sonucunu yakında görürsünüz" demekten ibarettir.
Hud suresi ayet 39
Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz." (
Hz. Nuh, o kâfir gürühâ dedi ki: Ey benimle alay eden cahiller!. (Artık ileride bileceksinizdir ki, kendisini) dünyada boğmak (rezil edecek azap kime gelecektir) kimler boğulup gideceklerdir. (Ve daimî bir azap) uhrevî bir ceza, kesilmeyen bir ateş, ardı arkası gelmeyen bir cehennem azabı (kimin üzerine inecektir) ne büyük, ne edebî bir tehdit!. İşte o inkarcı kavim, böyle bir felâkete uğramak üzere bulunuyordu.
Hud suresi ayet 40
Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: "(Canlı çeşitlerinin) her birinden iki eş ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!" Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâm'ın kavmi için vadedilen azap zamanının geldiğini, tufanının geldiğini, tüf anın zuhura gelip müthiş bir vaziyet aldığını bildiriyor, İmân edenlerin gemiye binerek ve Allah'ın ismini zikrederek selâmet içinde kaldıklarını, Nuh Aleyhisselâm'ın oğlu Kenan'ın da o muhterem pederinin emrine itaat etmeyip dalgalar arasında helak olup gittiğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Nuh, gemiyi yapıp bitirince (nihayet emrimiz geldiği) kavminin helakine ilâhî irademiz tecelli eylediği (ve tandır kaynadığı) tandırdan sular fışkırmaya başladığı (vakit) Hz. Nuh'a vahy ederek (dedi ki: Onun içine) o yaptığın geminin içerisine (herbirinden) yeryüzünde bulunması takdir edilen her çeşit hayvandan (ikişer çift) birer erkek ve birer dişi yükle (ve aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında aileni) de yükle ki, bunlar Hz. Nuh'un müslüman olan eşiyle müslim olan Sam, Ham ve Yasef adındaki üç oğludur. Hakkında Allah'ın hükmü geçmiş olandan maksat ise Hz. Nuh'un kendisine imân etmemiş olan diğer bir eşiyle Kenan veya Yâm adındaki oğludur. Bunlar kâfir bulunuyorlardı. (Ve imân etmiş olanları) Gemiye (yükle) yani: Ya Nuh! Kavminden sana imân edenleri de yanına al (ve maamafih pek azından başkası onunla beraber imân etmemişti.) Hz. Nuh'un dine davetine rağmen kavminin büyük bir kısmı küfr içinde yaşıyorlardı. Bir rivayete göre imân edenlerin sayısı (78) erkek ile kadından ibaretti. Bunların sekizi Hz. Nuh'un ailesi bulunuyordu ki: Onlar da Hz. Nuh'un bir eşiyle üç oğlu ve bunların üç hanımı idi. Velhâsıl, İmân edenler az bir cemaat idi. Sayılarını Cenâb-ı Hak bilir.
Rivayete göre Hz. Nuh, gemiyi abanoz ağaçlarından yapmış iki veya dört senede bitirmiştir. Bu geminin üç tabakası vardı. Alt tabakasında vahşi, haşerât denilen hayvanlar, orta tabakasında diğer evcil hayvanlar, üst tabakasında da Hz. Nuh ile kendisine imân etmiş olanlar bulunuyordu. Bu gemi, ilk yapılan bir gemidir. Bir rivayete göre bunun uzunluğu üçyüz arşın imiş. Hz. Adem'in mübarek cesedinin bu gemiye alınmış olduğu rivayet olunmaktadır. Kendisine ihtiyaç görülen yiyilecek şeylerde gemiye alınmıştı.
Tennurdan ve onun feveranından maksat nedir?. Bilindiği üzere Tennür lügatte tandır dediğimiz ve içinde ekmek pişirilen bir ocaktır, bir nevi fırmdır. Feveran da kaynamak, fışkırmak demektir. Bu âyeti kerimedeki tennurun feveranı ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kısacası deniliyor ki:
(1) Bu tennür bir ocaktan ibaret idi. Bu Hz. Adem'e ait olup taştan yapılmıştı. Hz. Nuh'a intikâl etmiş idi, eşi bunda ekmek pişirirdi. Bu tennurdan suların fışkırmaya başlaması, tufan için bir alâmet bulunmuştu. Müfessirlerin birçoğu bu görüştedirler. Bu tennür Küfe'd e veya Şam'da veyahut Hint'te bulunuyordu.
(2) Bundan maksat, suların yüksek bir mevkiden itibaren fşıkırmış olmasıdır. Bu bir kinaye yoludur. Tennurdan suların fışkırması gibi tasvir edilmiştir. Suların öyle galeyana başlaması, ateşin, sıcaklığın, parlamaya, yayılmaya başlaması gibi sayılmıştır.
(3) Tennurdan maksat, yeryüzüdür. Yeryüzüne de tennür denilmiştir. Suların yerden fışkırması da onun galeyanından, her tarafa yayılmaya başlamasından ibarettir.
(4) Bundan maksat. Fecrin doğusu ile sabah nurlarının, şafak ışıklarının etrafa satılmasıdır. Böyle bir andan itibaren gemiye binilmesi emr olunmuş oluyor. Bu, İmamı Ali Hazretlerinden mervidir.
(5) Bundan maksat, Ebu Hayyan in tefsirinde beyan olunduğuna göre gemide suyun toplantığı mevkiidir. Bu yorum, geminin âdeta kazanlı olup içindeki kaynama suyun buhariyle hareket eder bir halde buunduğunu gösteriyor. Gerçekte Hz. Nuh'un aldığı ilâhî bir vahiyden dolayı bugünkü buhar ile hareket eden gemiler gibi bir gemi meydana getirmiş olduğu gözden uzak tutulamaz. Tufandan sonra toplum hayatı uzun bir müddet felce uğramı;, birçok şeyler unutulmuş, bu mükemmel gemi de devam etmeyip unutulmuş olabilir. Bilâhere fennin ilerlemesiyle şimdiki buharlı gemiler de meydana getirilmiştir. Maamafih bu hususta kesin bir hükm verilemez. Gerçek bilgi Allah katındadır.
Hud suresi ayet 41
(Nuh) dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir."
(Ve) Nuh Aleyhisselâm, kendisine imân eden zatlara (dedi ki: Onun içine) geminin içerisine (onun gitmesi ve durması anında da) her iki vaziyetinde de (Allah Teâlâ'nın ismini zikrederek binin) yani: Cenâb-ı Hak'kın ismini anarak veya Bismillah diyerek gemiye binen, veyahut o geminin yürümesi de, durması da Cenab'ı Hak'kın mukaddesi ismine bağlı bulunduğu için artık korkmayın, o tufandan size bir zarar gelmez. (Şüphe yok ki, Rab'bim gafurdur) günahları, hataları bağışlar, (rahimdir) kullarına merhameti çoktur. Onun bu af ve merhameti sayesindedir ki. Ey müminler!. Sizi bu felâketten, bu müthiş tufandan kurtararak selâmete kavuşturacaktır.
Hud suresi ayet 42
Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.
O mü'minler de Allah'ın ismini zikrederek gemiye biniverdiler (ve gemi onları dağlar gibi) büyük, su üzerine yükselmiş olan (dalgalar içinde götürüyordu.) Sular en yüksek dağların üzerine yükselmişti. (Ve Nuh) Aleyhisselâm (oğluna) Kenan'a, diğer bir görüşe göre Yama (seslendi) onu tufandan kurtarmak istedi (o) ise muhterem pederinden (ayrı bir yere çekilmişti) pederinin dinine tâbi olmamış, onunla beraber gemiye binmemişti. (Ey oğlum!. Bizimle beraber) gemiye gel (bin ve kâfirler ile) din ve mekân itibariyle (beraber olma) eğer imân etmez, bizimle gemiye binmez isen helak olur gidersin dedi.
Hud suresi ayet 43
Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. Nuh "Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
Nuh Aleyhisselâm'ın oğlu ise (Dedi ki: Ben bir dağa iltica edeceğim) yüksek bir yere sığınacağım, o dağ (beni sudan korur) ben helak olmam. Nuh Aleyhisselâm da ona (dedi ki: Bugün Allah'ın emrinden) azabından (koruyacak yoktur) o azaba birşey mâni olamaz, öyle dağa sığınmak seni o azaptan kurtaramaz. (Onun rahmet ettiği müstesna) Ancak Cenab'ı Hak'kın merhametine kavuşanlar bu tufan felâketinden korunurlar, bundan kurtuluş için başka çare yoktur. (Ve ikisinin arasına) yani: Nuh Aleyhisselâm ile onun emir ve tavsiyesini dinlemeyen oğlu arasına (dalga giriverdi de o) Hz. Nuh'un oğlu (boğulanlardan oldu) diğer kâfirler gibi tufan dalgaları arasında helak olup gitti. Velhâsıl: Kenan, böyle cahilce bir iddiada bulundu, Cenab'ı Hak'kın kudretini, azabım düşünmedi, muhterem pederinin nasihatini, ihtarını dinlemedi, kendisini ebedî bir felâkete uğratmış oldu. İşte hakkı kabul etmeyenlerin, faideli öğütleri dinlemeyenlerin âkibetleri isterse, kendileri soy bakımından en yüksek zatlara, ailelere mensup olsunlar. Yazıklar olsun bu gibi kıssalardan hisse almayanlara.
Hud suresi ayet 44
(Nihayet) "Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!" denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: "O zalimler topluluğunun canı cehenneme!" denildi.
Bu mübarek âyetler, tufanın sona erip kâfirlerin helak olduklarını, Hz. Nuh'un oğlu hakkındaki yalvarışını ve verilen ilâhî cevabı, Hz. Nuh'un da Allah'ın affına sığındığını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) tutanın meydana gelmesini ve kâfirlerin helakini müteakip Allah tarafından denildi ki: Yani: İlâhî irâde tecelli etti ki: (Ey yer!. Suyunu yut) İçerine çek (ve ey gök) sen de açı! (açı!) suyunu tutuver, yağmurların sona ersin (ve su kesildi) noksanlanarak kaybolup gitti (ve iş bitirilmiş oldu) yani: Kâfirlerin, helaki, mü'minlerin de kurtuluşu hakkındaki Allah'ın va'di yerine getirilmiş bulundu. Veya Allah'ın emri ve takdiri tamamiyle ortaya çıktı (gemi de Cudi dağı üzerine yerleşti) orada durup kaldı. Cudi dağı ise Musul civarında veya Şam'da veya Âmirdeki bir dağdan ibarettir. (Ve) Allah tarafından veya Hakkın emriyle melekler veya Hz. Nuh tarafından (zâlimler olan kavim için uzaklık) helak, rahmetden mahrumiyet (olsun denildi) çünki ilâhî dini tanımayan, kendi haklarında pek hayrı tavsiye edici olan bir Peygamberin öğütlerini red eden bir kavim, pek zâlim kimseler bulunduklarından dolayı böyle bir akıbete lâyık olmuştu. Öyle ıslah edilmeleri mümkün olmayan zâlimler aleyhine olan bir dua ise hikmet gereği ve faydalı olduğundan caiz bulunmuştur. "Rivayete göre, Nuh Aleyhisselâm, Recep ayının onuncu günü gemiye binmiş, Muharremin onuncu günü gemiden inmiş ve Cenâb-ı Hak'ka şükr için o gün oruç tutmuştur. Binaenaleyh Muharrem'in onuncu günü oruç tutmak bir sünnet bulunmuştur.
"Bel" lâfzı, belirsiz etmek, yiyecek ve içeceği sür'atle yutmak demektir. Kâli, lâfzı da koparmak demektir, iklâ'da bir şeyden men'etmek manasınadır.. "Gayz" da suyun azalması, çekilip eksilmesi, gitmesi demektir.
Hud suresi ayet 45
Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin."
(Ve Nuh Rab'bine seslendi) Dua ve sualde bulundu (dedi ki: Ey Rabbim!. Şüphe yok ki, oğlum) Kenan da (benim ailemdendir) o da benim bakmakla yükümlü olduğum kimseler cümlesindendir. (Ve muhakkak ki, senin vadin haktır) Beni ve ailemi kurtaracağını da va'd buyurmuş idin, artık hikmet nedir ki, oğlum kurtuluşa eremedi: Senin vadin ise kesin doğrudur, ondan dönmek olamaz. (Ve) Ey Rabbim!. (Hâkimler'in en hâkîm'i sensin) çünki sen bütün hakîmlerin en âdili, en âlimisin.. Veya sen hikmet sahiplerinin en ziyâde hikmet ile vasıflananısın. Artık şüphe yok ki, bu kurtuluşa ulaşamamak da bir hikmete dayanmaktadır.
Hud suresi ayet 46
Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.
(Buyurdu ki,) Yani: Allah'ın vahyi geldi ki: (Ey Nuh!. O) O kurtuluşa ermemiş oğlun (muhakkak senin ehlinden değildir) o senin ailenden sayılamaz. Yahut o, gemiye kendilerini bindirmek için sana emr ettiğim ailenden değildir. Çünki o, kâfir olduğu için senin ailenden istisna edilmiştir. (Şüphesiz ki, o sahih olmayan bir iştir.)
Yani: Onun hareketi doğru ve takdire lâyık bulunmamıştır. Yahut o salih bir amel sahibi değildi. Bu cihetle o senin ailenden olma şerefini kaybetmiştir. Çünki insanlar arasındaki akrabalık ve yakınlığın asıl sebebi, din birliğidir. Bu bir manevî yakınlaşmadır. Allah'ın dinine bağlanma ve ona uyma hususunda birlik olanlar, biri birinin yakınıdır, dostudur. Aralarında manevî bir yakınlık, bir din kardeşliği vardır. Mü'minler ile kâfirler arasında ise hakikî bir alâka mevcut değildir. Binaenaleyh bir ailenin fertleri aynı dine mensup, aynı terbiye ile vasıflanmış olmadıkça aralarında hakiki, Allah katında makbul bir yakınlık mevcut olmuş olamaz. İşte Hz. Nuh ile soyca oğlu arasındaki vaziyet, bunu göstermektedir. (Artık) Ey Nuh -Aleyhisselâm-(hakkında bilgin olmayan) meydana gelmesi sevap, hikmete uygun olup olmadığı sence meçhul bulunan, kesin olarak bilinmeyen herhangi (bir şeyi benden sorma) benden isteme, kısacası Kenan da küfr içinde bulunduğu için onun kurtuluşa ermesi hikmete aykırı olacağından artık bir baba şefkatinin eseri olarak onun neden kurtulmadığını sormaya mahal yoktur, (muhakkak ki, ben sana cahillerden olmayasın diye öğüt veririm) tâki: Cahiller gibi uygun olmayan suallerde bulunmayasın.
Allah'ın bu emri Hz. Nuh hakkında ilâhî bir lutfun tecellisi demektir. Çünki Peygamberler haddizatında ma'sûmdurlar. Onlar günah işlemezler. Binaenaleyh Hz. Nuh'un sorduğu bu sual, bir günah değildir. Belki daha üstün ve daha mükemmel olanı terketmek kabilindendir. Veya ictihadındaki bir hatadan ibarettir. Oğlunun mü'min olduğunu zannetmesinden doğmuştur. İşte bu âyeti kerime de Hz. Nuh'un böyle daha faziletli ve mükemmel olanı, yani soru sormamayı terketmiş olduğuna veya i et i had ve kanaatinde isabet edememiş bulunduğuna bir tenbiht en ibaret bulunmuştur, bu büyük bir öğütten bir hayrı tavsiye etmekten başka değildir.
Hud suresi ayet 47
Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!
Bu ilâhî vahiy üzerine Hz. Nuh (Dedi ki: Ey Rab'bim!. Ben senden hakkında bilgini olmayan) yani: Meydana gelmesinin bir hikmet gereği olduğunu bilmediğim veya doğru olduğuna bilgim bulunmayan veyahut doğru olup olmadığına muttali bulunmadığım (bir şeyi senden sormaktan) böyle bir sualde bulunmaktan (şüphe yok ki, ben sana sığınırım) beni öyle bir suâlden koru. (Ve eğer benim için mağfiret etmez) benden sâdır olan yersiz bir suâlden dolayı beni bağışlamaz (ve beni esirgemez isen) yani: Tövbemi ve özrümü kabul etmek suretiyle bana merhametde bulurumaz isen (ben ziyana düşenlerden) zarar ve ziyana, manevî mes'uliyete uğrayanlardan (olurum) bu âyeti kerime, bütün insanlık için bir uyanma dersi vermektedir. Şöyle ki: Masum, her yönüyle Allah'ın lûtfuna kavuşmuş olan yüce bir peygamber, zeile kabilinden olan yersiz bir sualinde n dolayı böyle Cenâb-ı Hak'ka sığınarak ondan bağış ve rahmet niyazında bulunursa artık günahkâr olan biz insanlar, birçok kusurlarımızdan dolayı ne kadar pişmanlıkta bulunmalıyız, ne kadar tevbe edip af dileyerek Allah Teâlâ'nın af ve bağışına sığınmalıyız. Artık bunu düşünmeli, buna göre hareketimizi, ıslaha ve tanzime çalışmalıyız. Ve Başarı Allahtandır.
Hud suresi ayet 48
Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.
Bu mübarek âyetler, Hz. Nuh ile kendisine tabi olan mü'minlerin gemiden tam bir selâmet ve bereketle yeryüzüne indiklerini ve bir nice kavimlerin Allah'ın azabına uğradıklarını bildirmektedir. Hz. Nuh ile kavmine ait olan bu tarihî hâdiselerin, kıssaların ise Rasülü Ekrem ile kavmi tarafından bilinmez iken bunlara dâir olan Kur'ânî açıklamaların gayba ait haberler cümlesinden olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah tarafından (Denildi ki: Ey Nuh!. Bizden bir selâm ile) bir emniyet ve selâmet ile (ve senin üzerine ve seninle beraber olanlardan doğacak ümmetler üzerine .birçok bereketler ile) gemiden veya dağdan düz yeryüzüne (in) yani: Ey Nuh!. Yeryüzünün bütün sular içinde bulunmasından ve orada yaşamanın, bitkiler ve hayvanlar adına bir şey kalmadığından dolayı müşkül olduğunu düşünerek endişede bulunma. Sana ve sana tâbi olanlara ve kıyamete kadar imân edenlere emniyet, selâmet ve sürekli olarak çeşitli rızıklar verilecektir. Bu, Hz. Nuh'un tövbesinin kabulüne ve kendisinin ziyandan kurtularak çeşitli ilâhî lutuflara kavuşması için bir müjde mahiyetinde bulunmuştur. (Ve bir takım ümmetleri de ileride fâidelendireceğiz) Onlardan ve senin zürriyetinden dünyaya gelecekler, yeryüzünde yaşayacaklar, faidelere, servetlere kavuşacaklardır. Fakat onlar mü'min olmayacaklarından dolayı (sonra onlara bizden acıklı bir azap dokunacaktır.) Onlar âhiretde şiddetli cehennem azabına uğrayacaklardır, dünyadaki varlıkları kendilerine fâide vermeyecektir. Gerçekten de Hz. Nuh'tan sonra yeryüzünde yine insanlık kitlesi gelişip çoğalarak yayılmaya başlamış, kendilerine birçok Peygaberler gönderilmiş, buna rağmen büyük bir kısmı Allah'ın dininden ayrılarak küfr içinde yaşamı; ve yaşamakta bulunmuştur. İşte bütün bunların hepsi de âhiretde pek acıklı bir azaba uğrayacaklardır. Hatta bir kısmı dünyada da çeşit çeşit azaplara, felâketlere uğramışlardır, İnsanlık tarihi, buna şahitdir
Hud suresi ayet 49
(Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.
(İşte bu) Nuh Aleyhisselâm'ın kıssası, onun ve kavminin hakkındaki haber (gayıp haberlerindendir.) Diğer haberler gibi gelişigüzel, herkesçe bilinen haberlerden değildir. (Bunu) Bu Nuh Aleyhisselâm ile kavmi hakkındaki haberi (sana vahy ediyoruz) Kur'an'ı Kerim vasıtasiyle bildiriyoruz, (bunları ne sen ve ne de senin kavmin bundan evvel) Kur'an'ın inmesinden önce (bilir değildiniz) Gerçekten tüfân hadisesi, insanlar arasında meşhur ise de onun ayrıntılarına, meydana gelmesinin sebeplerine ve diğer ayrıntılarına vâkıf değildiler. Bunlar gayıp kabilinden bulunuyordu. Özellikle Rasûlü Ekrem hikmet gereği ümmi idi, kavmi de dünya tarihini bilmekten mahrum kimseler bulunuyordu. Bu sebeple de böyle bir kıssadan haberleri yok idi. Sonra Cenab'ı Hak, Kur'an'ı Kerim vasıtasiyle Peygamber Efendimizi ve onun ümmetini bunlardan ayrıntılı olarak haberdar buyurmuştur. (Artık) Ey Yüce Peygamber!. Sabret sana imân edenler de sabretsinler. Bir takım kâfirlerin ezâ ve cef âşinâ karşı tahammül gösteriniz. Risaletini tebliğden geri durma, geçici bir ezâ ve cef âyâ katlan. Nitekim Nuh Aleyhisselâm da böyle eziyetlere, üzüntülere karşı sabr etmiş idi. (Şüphe yok ki, akıbet sakınanlar içindir) Dünyada zafere ulaşmak, âhirette de kurtuluş ve selâmete kavşumak, küfrden ve günahlardan sakınan kullar için va'd olunmuştur. Bu Kur'ânî açıklamalar, Rasûlü Ekrem için bir teselli ve müjdeyi içermektedir. Gerçekte Rasûlü Ekrem bu nimetlere kavuşmuştur. Yaydığı İslâm dini de kıyamete kadar devam edip insanlık âlemine nurlar saçacaktır.
Kur'an-ı Kerim'de bu gibi Peygamberlere ait kıssaların bir kısım sürelerde tekrar tekrar beyan buyumlması çeşitli hikmetlere; faydalara dayanmaktadır. Bununla beraber bu kıssaların çoğusu çeşitli usul ile, başka başka ilâveler, mevzular ile bildirilmiş, Kur'an'ı Kerim'in bir söz mucizesi olduğu bu şekilde de tecelli etmiştir. Sonra Rasûlü Ekrem, vakit vakit birçok cemaatlar ile temasta bulunuyor, onlara icabına göre Peygamberlerin hayat tarihlerinden bahse lüzum görülüyordu. Bu sebeple de bu kıssalar tekrar ederek beyan buyurulmuştur. Bir de Peygamber devrindeki kâfirler, kâh ilâhî azabın kâfirlerin başına geleceğini inkâr ediyorlardı, kâh da dindar olanlara karşı pek vahşîce hareketlere cür'et gösteriyorlardı. Artık evvelki Peygamberlerin de onlara inananların da böyle inkârlar, eziyetler karşısında kalmış oldukları beyan buyuru I arak Rasûlü Ekrem'e ve onun dinine girmiş olan müslümanlara tarihî örnekler gösterilmiş, teselli vermek hususu temin buyurulmuştur. Eğer bu kıssalara, bu ibret alınacak olaylara, bir kere yer verilmiş olsa idi, bu kadar nazarı dikkati cebedemiyeceği cihetle Kur'an-ı Kerim'in inişindeki hikmete; faydaya da uygun olamazdı. Binaenaleyh Kur'an'ı Kerim'deki bazı âyetlerin, kıssaların böyle tekrar etmesi daha birçok hikmetleri, fâideleri içermektedir..
Enbiya suresi ayet 76
Ve Nuh'u da- hatırla!. 0 vakit ki, o evvelce niyazda bulunmuştu. Biz de ona icabet etmiş nihayet onu da, ehlini de pek büyük bir gamdan kurtuluşa erdirmiştir.
Bu mübarek âyetler de dördüncü bir kıssa olmak üzere Nuh Aleyhisselâm ile ona imân edenlerin kurtuluş sahasına erdiklerini, âsi ve inkarcı olan kavminin de helak olup gittiklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resulüm!. (Ve Nuh'u da) hatırla, onun da tarihî hallerini bir ibret dersi olmak üzere başkalarına zikret, anlat. (0 vakit ki: o) Nuh Aleyhisselâm (evvelce) Hz. Lût'tan ve benzerlerinden önce Cenab-ı Hak'kın müsaadesiyle (niyazda) kavminin helaki hakkında duada yeryüzünde kâfirlerin dolaşıp durmamalarını temennide (bulunmuştu) çünkü, o muhterem Peygamber, İmandan mahrum, insanî faziletlerden nasipsiz kimselerin yeryüzünü kirletip durmalarından müteessir bulunmuştu. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Biz de ona icabet etmiş) o muhterem Peygamberin duasını azametimizle kabul eylemiş sonunda onuda) Hz. Nuh'u da (ehlini de) imânlarında sebat eden zatları da, aile fertlerini de (pek büyük bir gamdan kurtuluşa erdirmiştik) yani: Onları, o kavmin yalanlamasından, eza ve cefâsından, tufanın da müthiş dalgalarından koruyup himaye ederek kendilerini selâmet sahasına kavuşturmuştuk.
Enbiya suresi ayet 77
Ve bizim âyetlerimizi yalanlayan bir kavimden onu muhafaza ettik, şüphe yok ki, onlar kötülük yapan bir kavim idiler. Artık onları toptan -suda- boğuverdik.
(Ve bizim âyetlerimizi) kudretimize, birliğimize şahitlik eden sübjektif ve objektif sonsuz delilleri, kanıtları ve Nuh Aleyhisselâm gibi bir yüce peygamberin gösterdiği mucizeleri, delilleri (yalanlayan bir kavimden) maddî kuvvetlerine güvenen bir insanlık kütlesinden (onu) Hz. Nuh'u (muhafaza ettik) o inkarcıları kahrederek kendisini yardımımıza nail kıldık, (şüphe yok ki, onlar) o Nuh kavmi (kötülük yapan) iyi amellerden kaçınan (bir kavim idiler) hakkı yalanlıyorlardı, şerre ve diğer ahlâksızlıklara düşkün bulunuyorlardı, (artık onları cümleten) tufan hâdisesinin müthiş dalgaları arasında (boğuverdik) çünkü böyle bir dinsizliğe devam etmek, şer ve fesada düşkün olmak mutlaka helâkî getirir. Böyle kötü hallere mübtelâ olanlar sonunda mahv ve yok olup giderler. Dünya tarihi, buna birçok örnekler göstermektedir. İşte Nuh kavminin helaki da bu cümledendir.
tahsin33 (hocam) yaptığınız bu büyük hizmetinizin karşılığını teşekkürle ödemeye çalışmıyoruz; ödemeye gücümüz yetmez, ödeyemeyiz. hz allah c.c ruzi mahşerde emeğinin karşılığını verir inşallah.
ellerin dert görmesin CEZAKALLAHU HAYRAN...
kartal__13,
Değerli kardeşim Allah CC razı olsun
Bu gün Allah için ne yaptın dendiğinde bir cevabımız olsun inş. sizi takip ediyorum Allah CC sizinde emeklerinizin karşılığını en güzel şekilde versin
Müminun suresi ayet 23
Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir tanrı yoktur. Hâla sakınmaz mısınız? dedi.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâmın kıssasını, kavminin Allah'ın dinine davet buyurmuş olduğunu bildiriyor. Kavminden ileri gelenlerin de Hz. Nuh'un bir beşer olduğunu ileri sürerek onun risaletini inkâr, kendisine delilik isnat ve bir müddet beklenilmesini tavsiye etmiş olduklarını naklediyor. Hazreti Nuh'un da kavminin inkârına karşı Allah'ın yardımını niyazda bulunmuş olduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. (Andolsun ki) muhakkak bir tarihi olaydır ki, vaktiyle (Nuh'u kavmine) Peygamber (gönderdik) insanlığın ikinci babası sayılan o muhterem Peygamber, zamanında bulunan ve kendisiyle aynı lisanı konuşan, bu sebeple aralarındaki bir ırk birliği meydana gelmiş, fakat ilâhi dinden mahrum bulunmuş olan kimselere (dedi ki: Ey Kavmim!) yalnız (Allah'a ibadet edin) çünkü sizin ilâhınız, mabudunuz, yaratıcınız, ancak odur. (Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur) Gerçek mabûd olan ondan başka değildir, (artık sakınmaz mısınız?.) 0 yüce mabudun azabından korkmaz mısınız ki, bir takım mahlûkları mabut tanımış, dalâlete düşmüş bulunuyorsunuz
Müminun suresi ayet 24
Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."
(Bunun üzerine) Hazreti Nuh'un bu ihtarına karşı (kavminden kâfirler olmuş olan ileri gelen bir zümre) kavminin eşrafından sayılan dinsiz bir taife, diğer halk takımına (dedi ki: Bu) Peygamberlik iddiasında bulunan Nuh -Aleyhisselâm- (başka değil) öyle iddia ettiği gibi Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber değil, o (ancak sizin gibi bir insan) aranızda bir fark yok, artık o nasıl olur da Peygamberlik gibi bir imtiyaza sahip bulunur!. 0 bu iddiası yi e (istiyor ki, sizin üzerinize üstünlük etsin) sizin âmiriniz olsun, sizi kendi arzusuna tâbi kılsın. (Ve eğer Allah dilemiş olsa idi) size bir Peygamber göndermek, sizi başkalarına ibadetten men eylemek istemiş bulunsa idi (elbette melekleri indirirdi) onları size Peygamber gönderirdi (biz bunu) yani: Yalnız bir Allaha ibadet edilip de başkalarına ibadet edilmemesini veyahut Nuh gibi peygamberlik davasında bulunmuş bir kimseyi (babalarımız arasında işitmedik) geçmiş ümmetler içinde böyle bir Allah'ın birliği inancı anlatılmış değildir.
Bu cahil kavmin sözleri, kendilerinin akıl ve mantığa aykırı şüpheler içinde kalmış olduklarını göstermektedir. Bunlar, taşlardan, ağaçlardan yapılmış putların Hanlığına, mâbudluğuna inandıkları halde bir insanın peygamber olacağına razı, inanmış bulunmuyorlardı. Düşünmüyorlardı ki: Bütün insanlık fertleri, melekler ile görüşerek dinî
hükümleri o meleklerden bizzat işitip almaya müstait olamazlar. Allah Teâlâ ancak bir kısım seçkin kullarını melekler vasıtasiyle vahyi almaya müstait bir tabiatta yaratmıştır, böyle bir yetenek bütün insanlığa verilmemiştir. Bu hikmete aykırıdır. Bu sapıklar diyelim ki melekler insan şekline girip kendilerine görünecek, Allah'ın hükümlerini tebliğ edecek olsalardı yine o melekleri de insan sanarak inkâr ederlerdi.
Müminun suresi ayet 25
"Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım."
0 cahil taife şöyle bir şüpheye de düşerek dediler ki: (bu) Nuh Aleyh i s selâm (başka değil, kendisinde delilik bulunan bir erkek) onun içindir ki Allah'ın birliğini iddia ederek bizi putlarımıza tapmaktan men ediyor, (Binaenaleyh onu bir zamana kadar gözetiniz) durumunun sonunu bekleyiniz, ya iyileşerek hastalıktan kurtulur, artık öyle bir iddiada bulunmaz veya ölüp gider de biz de onun tekliflerinden kurtulmuş oluruz.
Müminun suresi ayet 26
(Nuh), Rabbim! dedi, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!
Hz. Nuh da sapıklık içinde çırpınıp duran kavminin durumunu ıslah etmesinden, hidayete, kurtuluşa ermesinden ümitsizliğe düşerek (dedi ki: Yarabbü. Bana yardım et) onlara karşı bana yardım buyur, o inkârlarında ısrar edip duran kâfirleri helak et (onların beni tekzib etmelerine karşı) onları bu yalanlamaları sebebiyle mahv et ve cezalandır. Çünkü bir Peygamberi yalanlamak, onu gönderen zatı da yalanlamak ve hafife almak olur. Artık Allah Teâlâ'nın muhterem bir resulünü tekzib etmek rezaletine cür'et eden kimseler, elbetteki helak olmaya lâyık olmuş olurlar. Onların yeryüzünde dolaşıp durmaları elbetteki, arzu edilmez.
Müminun suresi ayet 27
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de, içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
Bu mübarek âyetler de Nuh Aleyhisselâmın bir gemi yapmakla ve mümin olanları o gemiye almakla ve o gemiye binince Cenab-ı Hak'ka hamd etmekle ve bir selâmet sahasına kavuşmasını Hak Teâlâ'dan niyaz eylemekle mükellef olmuş olduğunu bildiriyor ve Hz. Nuh'a ait olan bu birinci kıssada Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, yüce peygamberlerin doğruluklarına ve güzelce sonlarına delâletler, işaretler bulunduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: Nuh Aleyhisselâm'ın Allah'ın yardımını temennisi sebebiyle (artık ona vahyettik ki) Ey Nuh!. (Bizim nezaretimiz ve vahyimizle) yani: Yüce Mabûd'un hıfz ve koruması ile onun emir ve öğretmesiyle, sana vereceği kuvvet ve yetenek ile (gemiyi yap) seni ve sana tâbi olanları selâmet sahiline erdirecek bir gemi inşa et. Rivayete göre Cibril-i Emin, Cenab-ı Hak'kın emriyle Nuh Aleyh i s selâm'a geminin yapılmasını öğretmiş, ondan ne şekilde istifade edileceğini bildirmiştir. (Vaktaki emrimiz gelir de) yani: Dinsizler hakkında mukadder olan ilâhi emir yaklaşmış olur da (tennur kaynamağa başlarsa) yani: Hz. Ademden intikâl etmiş olan bir ekmek tandırı, adeta aykırı olarak bir su kaynağı kesilmeğe başlaşmış bulunursa veyahut yeryüzünden sular fışkırmaya yüz tutarsa (hemen o gemiye) hayvanların (her birinden iki çift) bir erkek, diğeri dişi olmak üzere ikişer adet al (ve aleyhinde söz geçmiş olandan başka) yani: Helakleri takdir edilmiş bulunan bir eşin ile oğlun Kenandan başka (aileni de al) mümin olan ehlibeytini de evlâdını da o gemiye al (Zulmetmiş olanlar hakkında) küfre düşmüş, nefislerini helake mâruz bırakmış olanlara dair (bana bir hitapta bulunma) onların Tufan azabından kurtulmaları için istekte, bir temennide bulunup durma. Zira (Şüphe yok ki, onlar boğulmuşlardır.) Onların şirk ve isyanları yüzünden boğulup cezalarına kavuşacakları hakkında ilâhi hüküm tahakkuk etmiştir. Onlar gördükleri birnice mucizelere, apaçık delillere rağmen küfürlerinde devam edip gittikleri için nefislerine zulmetmiş, artık o zulmün cezasına kavuşacakları zaman yaklaşmıştır.
Müminun suresi ayet 28
Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de.
Ey azim sahibi Peygamberlerden olan Hz. Nuh!. (Sen ve seninle beraber olanlar) mümin olan çoluk çocuğun ve diğer müminler ile birer çift hayvanat (geminin üzerine çıktığınızda) orada oturup yerleştiğiniz zaman, sizi kurtuluşa erdirecek olan Allah Teâlâ'ya şükran arzında bulunarak (de ki: Hamd o Allah'a olsun ki, bizi o zalimler olan kavimden) o kâfir inatçı kimselerden (kurtardı) onları boğulmaya mahkûm ederek bizi selâmete erdirdi. Evet.. Öyle dinsiz, ahlâksız bir taifenin içinden ayrılıp bir selâmet sahasına ermek, onların uğursuzluğundan dolayı bir felâkete, bir cezaya uğramamak büyük bir lütufi ilâhidir. Artık bundan dolayı o yüce yaratıcıya hamd ve övgüde bulunmak, bir kulluk vazifesidir.
Müminun suresi ayet 29
Ve de ki: Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın.
Ey sânı yüce Nuh!. (De ki: Yarabbil. beni bir mübarek yere indir) gemimi bir selâmet sahiline kavuştur, beni, bana tâbi olanları hayır ve bereketi bol olan bir yere ulaştırmak lütfunda bulunan (ve sen) Ey Rabbi Kerim!. Şüphe yok ki, (indirenlerin) konuklayanların, bir iltifat yerine kabul edenlerin (en hayırlısısın) çünkü senin ilâhi zatın dilediği kullarını fevkalâde bir şekilde rahmete, nimete kavuşturur, korur.
Bu âyeti kerime gösteriyor ki: Bizim gibi kullara yönelen en mühim vazife, daima Cenab-ı Hak'ka sığınmaktır, onun lütuflarını, himayesini niyazda bulunmaktır, dünyada da ahirette de hayırlı bir menzile, bir makama kavuşmamızı yüce, merhametli yaratıcımızdan temenni eylemektir ve o yüce rızık vericinin verdiği nimetlerden dolayı ulu zatına daima hamd ve şükürde bulunup durmaktır.
Müminun suresi ayet 30
Şüphesiz bunda (Nuh ve kavminin başından geçenlerde) birtakım ibretler vardır. Hakikaten biz (kullarımızı böyle) deneriz.
(Şüphe yok ki, bunda) Nuh Aleyhisselâm'ın en garip olan bu kıssasında, müminlerin öyle selâmete kavuşup kâfirlerin bir azap tufanı ile mahv ve yok olmasından (elbette birnice ibretler vardır) Cenab-ı Hak'kın kudretine, Yüce peygamberlerin kadrinin yüksekliğine, onların bildirmiş oldukları şeylerin birer sırf hakikat olduğuna dair birçok deliller, kanıtlar vardır. Bu kıssadan pek büyük bir uyanış dersi alınabilir. Elverir ki, güzelce düşünülsün, (Hakikaten biz elbette pek imtihan edicileriz.) birçok hâdiseler ile kullarımız hakkında bir deneme muamelesi yapmış gibi oluruz. Evet.. İnsanlar, bu dünyada bazı vazifeler ile mükelleftirler, vakit vakit birnice nimetlere nail olurlar, bazan da, bir takım sıkıntılara mâruz kalırlar. Bunlar ile kendilerinin ilâhi hükme uyma dereceleri, ahlâki metanetleri, din bakımından metanet dereceleri meydana çıkmış olur. Bu bir imtihan demektir, bunda muvaffak olanlar büyük mükâfatlara nail olacaklardır, muvaffak olamayanlar da kendi kötü hareketlerinin cezasına uğrayacaklardır. Hak Teâlâ Hazretleri kullarının bütün kabiliyetlerini, onların neler yapıp neler yapmayacaklarını zaten ezeli ilmi ile tamamen bilmektedir. Böyle bir imtihandan maksat ise kullara kendi mahiyetlerini göstermek, onların kendi tercihlerini nasıl kullanmış olacağını meydana çıkarmak, ilâhi adaleti ortaya çıkarmak, ve kullar hakkında Allah'ın delilini gösterip bir itiraza asla mahal bırakmamak gibi hikmet gereği hususlardır. Nuh Aleyhisselâm'ın kıssası için Araf ve Yûnus ve Hud, Enbiya sûrelerinin tefsirine de müracaat ediniz!.
Furkan suresi ayet 37
Nuh'un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azab hazırladık.
(Ve Nuh kavmini de) helak ettik, onlar da helake uğramış oldular (Peygamberlerini tekzib ettikleri vakit) Nuh Aleyhisselâm'ın ve ondan evvelki Peygamberlerin peygamberlik ve risaletlerini inkâr küfürlerinde direttikleri zaman (onları garkettik) gökten kırk gün yağmurlar yağmış, yerlerin altındaki sular da fışkırıp çıkmış, yer yüzü bir deniz kesilmiş. Nuh Aleyhisselâm'ın gemisine sığınan müminler o tufan azabından kurtulmuş, bütün kâfirler de suların içinde kalmış, boğulup gitmişlerdir, (ve onları) o kâfirlerin boğulmalarını veya onların bu kıssalarını (insanlara ibret kıldık) onlardan sonra dünyaya gelecek kimseler için bir uyanış dersi kılmış olduk, onlar gibi inkâra devam edenlerin âkibetleri böyle pek korkunç bir helakten başka değildir, (ve zalimler için) öyle kâfirlere mahsus (bir acıklı azap) da (hazırladık) ki, o da âhiret azabıdır, pek elim olan cehennem ateşidir. Bu da ikinci kıssadır.
Şuara suresi ayet 105
Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâm'ın kıssasını bildiriyor, Hz. Nuh'un kavmine olan tavsiyelerini, tebliğlerini, o kavmin de nasıl bir muhalefet vaziyeti almış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Nuh'un) o muhterem Peygamberin (kavmi) zamanındaki bütün insanların büyük bir kısmı (Peygamberleri yalanladılar) Hz. Nuh'un peygamberliğini kabul etmediler, onun peygamberliğini inkâr etmiş oldular. Çünkü bütün Peygamberler, Allah'ın dinî bakımdan bir birlik oluştururlar, onlardan binini yalanlamak, hepsini yalanlamak hükmünde bulunmuş olur.
Şuara suresi ayet 106
Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
O kavim (O vakit) yüce Peygamberleri yalanlamış oldular (ki) nesep yönünden (kardeşleri) olan ve kendi aralarından yetişmiş, ahlâki üstünlükleri kendilerince de pek iyi görülüp bilinmiş bulunan (Nuh, onlara dedi ki: Ey kavmim!. Siz (sakınmayacak mısınız?.) Cenab-ı Allah'tan korkmayacak mısınız ki, ondan başkasına tapıyorsunuz!. Nedir sizdeki bu gaflet, bu cehalet!.
Şuara suresi ayet 107
Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
(Şüphe yok ki, ben sizin için güvenilir) emanetle meşhur (bir Peygamberim) sizi irşat için Allah tarafından gönderilmiş bir memurum.
Şuara suresi ayet 108
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
(Artık Allah'tan korkun) onun mukaddes celâl ve cemalini düşünerek korku ve ürperti üzere bulunun (ve bana itaat edin) size tebliğ ettiğim tevhid inancından, kulluk vazifesinden kaçınmayın, tâki, selâmet ve saadete erebilesiniz.
Şuara suresi ayet 109
Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
Ve) Ben (bunun karşılığında) sizi böyle hak yoluna davetimden, sizi aydınlatmaya, irşada çalıştığımdan dolayı (sizden bir ücret istemiyorum) bir mükâfat beklemiyorum ki, öyle bir menfâat düşüncesiyle sizi irşada çalıştığıma inanarak bana bir suçlama isnat edebilirsiniz (benim mükâfatım) yerine getirdiğim peygamberlik vazifesinden dolayı kavuşacağım sevap, sonsuz lütuf (ancak âlemlerin Rabbine aittir) o Kerem sahibi mabuda mahsustur, ben sizden bir mükâfat beklemekte değilim.
Şuara suresi ayet 110
Onun için, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
(Artık) Ey kavmim!. Bu hususları güzelce düşünün (Allah'tan korkun) onun dinine aykırı hareketlerde bulunmayın (ve bana itaat edin) size tebliğ ettiğim ilâhî emirleri, yasakları kabul ederek gereğine göre harekette bulunun, sizin için bundan başka kurtuluş vesilesi yoktur.
Şuara suresi ayet 111
Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!
Hz. Nuh'un büyük bir iyilik severlik eseri olarak tekrar tekrar kavmini takvaya, itaate davt etmesine rağmen o kendini beğenmiş, cahil, kavim (dediler ki) Ey Nuh!. Biz (Sana îman eder miyiz?. Senin bu tavsiyelerine riayette bulunur muyuz?. (Halbuki, sana en bayağı) olan içtimai bir mevkii bulunmayan fakir, zelil (kimseler tâbi oluvermişlerdir.) Artık biz onlar ile beraber aynı dîne tâbi olur muyuz?. O cahil kavim, kendilerinin maddî, fâni servetlerine, mevkilerine mağrur olarak bir kısım fakir, âdi san'atlar ile meşgul müminlere bir hakaret gözüyle bakmışlar, onlar ile aynı inancı paylaşmak istememişlerdi. Nitekim Peygamberimizin zamanındaki Kureyş müşrikleri de sahabe-i kiram arasındaki fakir zatlara bakarak onlar ile beraber olmamak için İslâmiyeti kabulden kaçınmışlardı. Halbuki, insanın şerefi, insanlığın saadeti, öyle maddî, geçici şeyler ile ayakta durmaz, bunların Allah katında bir sinek kanadı kadar bile kıymeti yoktur. Hakiki şeref ve saadet, güzel bir itikat ile ahlâki üstünlük ile mümkündür.
Şuara suresi ayet 112
Nuh dedi ki: Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.
Bu mübarek âyetler de, Hz. Nuh'un kavmi tarafından hafife alınan müminler hakkındaki kanaatini onları koyamayacağını ve kendisinin vazifesinin neye ait bulunduğunu bildiriyor. Buna karşı kavminin de o muhterem Peygamber hakkında yapmış oldukları tehdidi beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Nuh'un kavmi, müminlerin zelil olduklarını söylemekle beraber onların bir dikkat ve düşünce neticesinde olmayıp samimiyetsiz bir şekilde îman etmiş olduklarını iddiada bulunmuşlardı. Nuh Aleyhisselâm da onlara cevaben (dedi ki: Onların) o îman edenlerin (ne yaptıkları hakkında) ne gibi bir kanaatte bulunduklarına (benim ne bilgim olabilir?.) Ben onların kalbi sırlarını bilemem onu araştırmak benim vazifem değildir. Onlar îmanlarını açıklamış, Allah'ın dinini kabul eylemiş olduklarını söylemekte bulunmuşlardır. İşte böyle görünen durumlara göre hüküm verilir, halkın gizli hallerini araştırmak icabetmez. (Biz dışa göre hüküm veririz.)
Şuara suresi ayet 113
Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz!
(Onların) öyle îmanlarını gösteren ve ilân eden kimseleri (hesabı ancak Rabbime aittir) kullarının bütün açık ve gizli ruh hallerini bilmek onları amellerine, kanaatlerine göre sorgulamaya tâbi tutmak âlemlerin Rabbine mahsustur, (eğer) Ey inkarcılar!. Siz (anlayabilirseniz) sizin şuurunuz, idrakiniz var ise bu beyan edilen hakikati anlarsınız, öyle itirazda bulunmazsınız. Ne yazık ki, eğer şuurunuz olsa idi böyle bir iddiaya cür'et etmez idiniz.
Şuara suresi ayet 114
Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.
Ey inkarcılar!. Şunu da biliniz ki (ben müminleri kovacak değilim) sizi kendime çekmek için o görmekten hoşlanmadığınız îman sahiplerini kendimden uzaklaştıramam. Böyle bir muamelede bulunmak, peygamberliğin sânına asla lâyık olamaz.
Şuara suresi ayet 115
Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.
Ben apaçık) görünen delillere dayanarak (bir uyarıcıdan) Cenab-ı Hak'kın azabını haber veren, uhrevî sorumluluğu bildiren, küfür ve isyandan halkı sakındıran bir peygamberden (başka değilim) bence mevki sahipleri olanlar ile olmayanlar eşittir. Artık zelil gördüğünüz kimseleri ben kendi yanımdan nasıl uzaklaştırabilirim.
Şuara suresi ayet 116
Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!
Nuh Aleyhisselâm'ın öyle hikmetli ve faziletli açıklamalarına karşı o inkarcılar, tehdide başlayarak ve öyle bir yüce Peygambere karşı sırf ismiyle hitab etmek terbiyesizliğinde bulunarak (Dediler ki: Ey Nuh!. Eğer vazgeçmez isen) sözlerine nihayet vermez bizi dîne davet eder durursan (elbette taşlanılmışlardan olursun) sen de üzerlerine atılan taşlar ile öldürülmüş kimselerden bulunursun. Senin hayatına kasdetmiş oluruz. İşte o kâfir kavim, küfürlerinde bu kadar ısrar edip durmuşlardı.
Şuara suresi ayet 117
Nuh: Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla suçladı.
Bu mübarek âyetler de kavminin îmana gelmiyeceklerini anlayan Nuh Aleyhisselâm'ın îman edenlerle beraber bir selâmet sahasına kavuşmalarını Cenab-ı Hak'tan istirhamda bulunduğunu bildiriyor. 0 Yüce Peygamber ile ona tâbi olanlar kurtuluşa erişip dinsizlerin de boğulup gittiklerini ve bu hâdisenin büyük bir ibret teşkil ettiğini, âlemlerin Rabbi'nin de kudret ve rahmetini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Nuh Aleyhisselâm, Cenab-ı Hak'ka niyazda bulunarak (Dedi ki: Yarabbü. Şüphe yok ki,) kendilerini senelerce ilâhi dine davet ettiğim (kavmim seni yalanladılar) benim onları dine davetim, onlar için firardan başka bir şey arttırmış olmadı.
Şuara suresi ayet 118
Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.
Ey Kerem ve hikmet sahibi olan mabudum!, (benim aram ile onların aralarını bir feth ile fethet) aramızı tamamen ayır, herbirimizin hakkında lâyık olduğumuz şekilde hükmün tecelli etsin (ve beni ve benimle beraber olan müminleri kurtuluşa erdir.) bizi o dinsizlerin suikastinden veya onların kötü amellerinden uzaklaştır, bizi öyle sıkıntılardan kurtararak bir selâmet sahasına kavuştur.
Şuara suresi ayet 119
Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık.
Hazreti Nuh'un bu duası kabul oldu. (Binaenaleyh) duası sebebiyle (onu ve onunla beraber dolmuş gemide bulunanları) müminleri ve münasip görülen gemiye alınmış olan kuşları, hayvanları (kurtuluşa erdirdik) onlar tufan felâketinden korunmuş oldular.
Şuara suresi ayet 120
Şuara suresi ayet Sonra da geri kalanları suda boğduk.
(Sonra) Hz. Nuh'u ve onunla beraber olanlar kurtuluşa erdirdiğimizi müteakip (arkada kalanları boğduk) o inkarcı kavim denizin dalgaları arasında helak olup gittiler.
Şuara suresi ayet 121
Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
Artık ey insanlar!, (şüphe yok ki, bunda) Hz. Nuh'un öyle duasında ve bir müddet mühlet vermekte, sonra da inananları kurtuluşa erdirip dinsizleri helak etmekte (elbette bir ibret vardır) o hâdiseleri gören veya işiten kimseler için büyük bir öğüt, bir uyanma vesilesi mevcuttur, (halbuki, onların ekserisi) bu gibi hâdiseleri bilen insanlardan bir çokları (îman etmiş olmadılar) yine küfürlerinde devam ederek Allah'ın kahrına lâyık bulundular. Nuh Aleyhisselâm'ın inkarcı olan kavmi, bu gibi bir
azabın ilk alametlerini gördükleri halde o müthiş tarihi hadiseyi işitip bilenlerden de birnice kimseler, yine dinsizliklerinde devam etmekte, bundan ibret dersi almayıp yine îman dairesine can atmaktan uzak bulunmaktadırlar.
Şuara suresi ayet 122
Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
(Ve muhakkak ki Rabbin) Ey Peygamberlerin sonuncusu!. Sana ihsanı pek çok olan, sana tâbi olanları günden güne arttıran, senin kudretini daima yükselten kerim mabudun (elbette o) Yüce Yaratıcın (azizdir) dinsizleri helake götürmeye, inananları da kurtuluşa eriştirmeye kadirdir. Ve o Kerim Yaratıcı (rahimdir) kulları hakkında merhameti pek çoktur. Onun içindir ki, onları irşad ve selâmete ulaştırmak için Peygamberlerini göndermiştir. Ne yazık ki, bir çok kimseler, bu ilâhi lütfü takdir edemiyerek kendilerinin maddî ve manevî helaklerine sebebiyet yenmişlerdir. İşte diğer Peygamberlere ait kıssalarda bunu göstermektedir.
Ankebut suresi ayet 14
Andolsun ki, biz Nuh'u kavmine gönderdik, artık aralarında elli yılı hariç, bin sene durdu. Nihayet onlar, zulümlerini sürdürürken kendilerini tufan yakaladı.
Bu mübarek âyetler, Nuh Aleyhisselâm'ın kavmine Peygamber olarak gönderilmiş ve o kavmin bilâhara tufan ile helak olmuş olduğunu bildiriyor. İbrahim Aleyhisselâm'ın da kendi kavmine Peygamber gönderilmiş ve onları putperestlikten alıkoymaya çalışarak kendilerine ne kadar güzel nasihatlarda bulunmuş olduğunu beyan buyuruyor. Vaktiyle de bir çok milletlerin Peygamberlerini yalanlamış olduklarını, Peygamberlerin vazifelerinin ise Allah'ın dinini ümmetlerine açıkça tebliğden ibaret bulunmuş olduğunu beyan ile Resûl-i Ekrem'e teselli olmaktadır. Şöyle ki: Büyük Peygamberlere karşı ümmetlerinin inkarcı vaziyet aldıkları, o mübarek zatlara eza ve cefada bulunmuş oldukları öteden beri vuku bulmaktadır. İşte buna işaret için Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Gerçek bir hadisedir ki (biz Nuh'u kavmine) Peygamber (gönderdik) onları Allah'ın dinine davet etti, onların birçok eziyetlerine katlandı (artık aralarında elli yılı hariç bin sene durdu) kırk yaşında iken peygamber olmuş, dokuzyüz elli sene kavmini dine davet etmiş, tufandan sonra altmış sene daha yaşamış, bin elli yaşında iken ahirete teşrif etmişlerdir. İnsanların hayat müddeti Allah'ın takdiri ile az da çok da olabilir. Eğer ilâhi takdir olmasa ne insan meydana gelebilir ne de bir gün olsun yaşabilir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak'kın takdiriyle, kudretiyle herhangi bir kimsenin ne kadar fazla yaşayabileceği asla imkânsız görülemez. "Tabiat kanunları" denilen şeyler, Allah'ın iradesine bağlıdır. Onların hepsi de
ilâhî irade ile değişebilir. Hikmetin gereği ne ise o meydana gelir, (nihayet onlar) 0 Nuh kavmi (zulümlerini sürdürürken, kendilerini tufan yakaladı) onlar, müşrik kimseler olarak o muazzam tufanın dalgaları arasında kahrolup gitmişlerdir. İşte küfür ve isyanın korkunç bir cezası.
Ankebut suresi ayet 15
Fakat biz onu ve gemi arkadaşlarını kurtuluşa erdirdik ve onu -o hadiseyi- âlemler için bir ibret kıldık.
(Fakat biz onu) Hz. Nuh'u (ve) onun (gemi arkadaşlarını) onunla beraber gemiye binmiş olan zatları ki, bir rivayete göre yetmişsekiz kişiden ibaret olup yarısı erkek, yarısı da kadın imiş (kurtuluşa erdirdik) onları boğulmaktan kurtardık, onlar dine bağlılıklarının bu dünyevî mükâfatını görmüş oldular (ve onu) o gemiyi veya tufan hâdisesini (âlemler için bir ibret kıldık) bundan insanlar bir ibret dersi almalıdır. Evet.. Bir hâdise, Allah'ın kudretine şahitlik ediyor, Hak Teâlâ'nın itaatkar kullarını nihayet selâmet ve saadete kavuşturacağını, isyankâr kullarını da lâyık oldukları cezalara erdireceğini gösteriyor ve kavmi tarafından çok eza ve cefaya uğramış olan Hz. Peygamber'e teselli olmuş oluyor. Nuh Aleyhisselâm'ın kıssası için "Hud Sûresi" ne de bakınız!.
Ankebut suresi ayet 40
Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık hepsini de) O inkarcıların, kibirlilerin tamamını da (kendi günahlariyle yakaladık) Hz. Musa'yı yalanlayıp, ona muhalefeti tercih ettiklerinden dolayı onlar azaplara uğrattık, (binaenaleyh onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik) onları kendisinde ufacık taşlar bulunan bir rüzgâr ile helak ettik, Lût kavmi gibi (ve onlardan bazılarını şiddetli bir ses tutuverdi) müthiş bir sesin tesiriyle helak oldular, Medyen ve Semûd kavimleri gibi (ve onlardan bazısını da yere batırdık) yerlerin altına düşürülerek kaybolup gittiler. Karun ile onun cemaati gibi (ve onlardan kimisini de suda boğduk) tufan ile denizlerin dalgaları arasında kalmak suretiyle boğulup mahvoldular. Nuh kavmi gibi ve firavun ile kavmi gibi (ve Allah onlara zulmedici olmadı) onlara günahları olmaksızın azap edici bulunmadı. Hâşâ Cenab-ı Hak, zulümden münezzehtir. Zulüm onun hikmetine aykırıdır, (fakat onlar) o Allah'ın kahrına uğrayanlar (kendi nefislerine zulüm ediciler oldular) onlar, günah işlediler, verilen nasihatları kabul etmediler, uhrevî cezayı düşünmediler, fâni varlıklarına güvenerek yeryüzünde kibirli bir vaziyet aldılar, içlerinde tanrılık iddiasına cür'et edenler bile bulunmuştu, fakat onların öğündükleri dünya varlığı, kuvvet ve hâkimiyeti kendilerini kurtaramadı. Nihayet kahrolup gittiler, dünya tarihinde pek fena bir isim bırakmış oldular. Velhasıl: Onlar, o kadar dünya varlıklarına rağmen kendilerini Allah'ın kahrından kurtaramamışlardır. Artık onlar kadar bir varlığa bir kuvvete mâlik olmadıkları halde Hak'ka karşı kibirli bir vaziyet alanlar, Allah'ın dinine karşı muhalefete cüret edenler, kendilerini ilâhi azaptan nasıl kurtarabilirler?. Bu mümkün müdür?. Heyhat!.
Ahzab suresi ayet 7
Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık.
Allah, bu ayetle diğer peygamberlerden aldığı gibi Hz. Peygamber'den (s.a) de sağlam ve güvenli bir söz aldığını hatırlatmaktadır. Bir önceki ayet incelendiğinde bu misakın şu anlama geldiği anlaşılır: "Peygamber ilk planda kendisî Allah'tan gelen her emre uyup itaat etmeli, daha sonra da başkalarını bu emre uymaya çağırmalıdır. O, Allah'ın emirlerini diğerlerine aktaracak ve onları uygulamada zorlama konusunda hiçbir gevşeklik göstermeyecektir." Bu ahde, Kur'an'da daha bir çok yerde değinilmektedir:
1) "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size din olarak buyurmuştur. (Ey Muhammed) şimdi sana da vahyettik. İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya buyurduk ki: 'Dini ikame edin, onda ayrılığa düşmeyin'." (Şura: 13)
2. "Hani Allah Ehli Kitap'tan ahid almış ve onlara: "Onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz." diye emretmişti." (Al-i İmran: 187)
3) "Hani Allah İsrailoğulları'ndan söz almıştı: 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin..." (Bakara: 83)
4) "Onlardan 'Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın, içinde olanı düşünün ki kötü yollardan sakınanlardan olasınız.' diye ahid almıştık." (A'raf: 169-171) .
5. "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın ve "işittik, itaat ettik" diye söz verdiğinizi unutmayın." (Maide: 7)
Burada Allah'ın yapılan ahdi hatırlatmasının nedeni, Hz. Peygamber'in (s.a) bir cahiliye adeti olan evlatlık kurumunu kaldırmakla İslam düşmanlarının bundan yararlanacağından korkarak tereddüt etmesidir. Şu düşünceden çekiniyordu: "Mesele, bir kadınla evlenme meselesi. Ben bu meseleyi sadece sosyal bir reform olarak ele alıyorum. Fakat islâm düşmanları benim bunu şehevî duygularımı tatmin etmek için yaptığımı ve ıslahatçı kisvesi altında başkalarını kandırdığımı söyleyecekler." işte bu nedenle Allah, Peygamber'i (s.a) şöyle temin etmektedir:
"Sen bizim tarafımızdan tayin edilmiş bir peygambersin. Diğer peygamberler gibi sen de, bizim verdiğimiz her emre uyacağına dair verdiğin sağlam söze bağlısın. Bu nedenle başkalarının iftira ve suçlamalarına aldırmamalı, başkalarının alaylarından korkmamalı ve senden istediğimizi hiç tereddüt etmeksizin yerine getirmelisin."
İnsanlardan bazıları bu misakın (sağlam söz) , Hz. Muhammed'den (s.a) önce gelen bütün peygamberlerden ve onların kavimlerinden, Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamberliğine inançlarına ve onunla işbirliği yapacaklarına dair alınan ahid olduğu görüşündedirler. Bu yoruma dayanarak, peygamberlik kapısının hâlâ açık olduğunu ve Hz. Peygamber'in (s.a) de, ümmetinin kendisinden sonra gelecek peygambere inanacağına dair söz verdiğini iddia ederler. Fakat ayetin geçtiği konunun bütünlüğü içinde bakıldığında bu tefsirin tamamen yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Konu içinde Hz. Muhammed'den sonra peygamber geleceğine ve onun ümmetinin gelecek peygambere inanması gerektiğine işaret eden hiçbir ifade yoktur. Eğer ayet bu anlamda okunursa, ilgisiz ve manasız olmaktadır. Bundan başka, ayette geçen sözlerde bu misak ile hangi sözleşmenin kastedildiğine dair bir işaret de yoktur. O halde, bu misakın (sağlam söz) mahiyetini anlayabilmek için Kur'an'da, peygamberlerden alınan sözlere değinen diğer ayetlere bakmalıyız. Eğer Kur'an'da sadece bir tür misaktan, yani insanların daha sonra gelecek peygamberleri tasdik edeceklerine dair verdikleri sözden bahsediliyorsa, o zaman burada da misak ile aynı şeyin kastedildiğini düşünmek doğru olur. Fakat Kur'an'ı açık bir zihinle inceleyen herkes, Kur'an'da peygamberlerden ve ümmetlerinden alınan birçok farklı misaktan (sağlam söz) bahsedildiğini bilir. O halde bu birbirinden farklı misaklardan sadece burada konunun akışına uygun olanını ve konu içinde anlamsız kalmayanını kabul etmek zorundayız. Bu tür yanlış tefsirler, Kur'an'dan hidayet almayı değil, onu değiştirerek yorumlamayı amaçlayan kişilerin kafa yapısını göstermektedir.
Saffat suresi ayet 75
Andolsun Nuh bize nida etmişti. Artık biz de duayı ne güzel kabul ederiz.
İşte o kavimlerinin korkutmakla emrolunan muhterem Peygamberlere dair bir misâl: (Andolsun, Nuh nida etmişti) Kavminin kendisine karşı olan düşmanlıklarından; suikastlerinden kurtulması için Allah'ın himayesine sığınmıştı, (artık biz de duayı ne güzel kabul edenler) olduk. O'nun duasını kabul ettik, onu düşmalarının hücumundan, suikastından kurtardık.
Saffat suresi ayet 76
Ve onu ve ailesini o pek büyük felâketten kurtardık.
Evet.. 0 Yüce Peygamber'in duasını kabul ettik. (Ve onu ve ailesini o pek büyük felâketten kurtardık.) Onları tufan hadisesinden muhafaza ettik, kendilerini selâmet alanına kavuşturduk, kavminin eziyetlerinden vesaireden koruduk.
Saffat suresi ayet 77
Ve onun zürriyyetini, -evet- onları kalıcı kıldık.
(Ve onun zürriyetini) Nuh Aleyhisselâm'ın kendisine imân edip gemisine sığınmış bulunan Şam, Ham ve Yâfes adındaki oğullarını ve onların evlât ve torunlarını yaşattık (evet.. Onları kalıcı kıldık.) Suda boğulma felâketinden kurtarıp kıyamete kadar nesillerinin devamını takdir buyurmuş olduk. Tarihçiler arasında meşhur olduğuna göre Şam, Arapların, Fars'ların ve Rum'ların babasıdır. Ham, Sudan kavminin babasıdır, Yâfes'te Türklerin babasıdır.
Saffat suresi ayet 78
Ve onun üzerine sonra gelenler arasında -iyi bir nam- bıraktık.
(Ve onun üzerine) Hz. Nuh hakkında (sonra gelenler arasında) bilâhara dünyaya gelmiş Peygamberler vesâir ümmetler arasmda güzel bir nam (bıraktık) o mübarek Nuh Aleyhisselâm, daima insanlığın güzel meth-ü senasına mazhar bulunmaktadı
Saffat suresi ayet 79
Selâm Nuh'a, bütün âlemler içinde.
Evet.. Daima (Selâm) iki cihanın selâmeti, ebedî saadet (Nuh'a) o muhterem Peygambere olsun, (bütün âlemler içinde) gerek melekler arasında ve gerek insanlar ile cinler arasında o seçkin Peygamber devamlı olarak selâm ile hatırlansın.
Saffat suresi ayet 80
İşte şüphe yok ki, biz iyileri böylece mükâfata nail kılarız.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (İşte şüphe yok ki, biz) Ben Yüce Yaratıcı (iyi olanları) öyle Nuh Aleyhisselâm gibi tam bir iyilikle vasıflanmış, Allah'ın dinini yaymaya hizmet eden, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmeye devam eden seçkin kulları (böylece mükâfata nail kılarız) onları birnice felâketlerden kurtarır, selâmete erdirir, yaratıklar arasında iyilikle hatırlanmaya ve güzelce anılmaya nail kılarız.
Saffat suresi ayet 81
Muhakkak ki, o, bizim müminler olan kullarımızdan idi.
(Muhakkak ki o,) Nuh Aleyhisselâm (bizim müminler olan kullarımızdan idi) öyle güzel bir vasfa sahip, hak yolunda pek fazla fedakar bir Yüce Peygamber idi. Onun içindir ki, öyle bir ilâhi himayeye kavuşmuş ebedî bir selâmete, güzelce anılmaya muvaffak bulunmuştur. İşte bu, imânın, samimiyetin ve hak yolunda fedakarlığın bir mükâfatı.
Saffat suresi ayet 82
Sonra ötekilerini suda boğduk.
(Sonra ötekilerini) Nuh Aleyhisselâm'ın kavminden olup kendisine muhalefette bulunan, Allah'ın dinini kabulden kaçınan kâfirleri de (boğduk) tufanın dalgaları arasında mahvolup gittiler, kendi kötü hareketlerinin cezasına kavuşmuş oldular.
Saffat suresi ayet 83
Ve şüphe yok ki, İbrahim de onun izinden gidenlerdendir.
Bu mübarek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm'in kıssasını bildiriyor. Babası ve kavmini ne suretle ilâhi dine davet etmiş ve yıldızlara bakarak hasta bulunduğunu söylemiş olduğunu hikâye buyuruyor. Kavminin kendisinden ayrılmaları üzerine putlarına gidip onları nasıl parçalamış bulunduğunu, bundan haberdar olan kavminin de koşarak yanına gelmiş olduklarını şöylece beyan buyurmaktadır: (Ve şüphe yok ki, İbrahim) Aleyhisselâm (da O'nun) Nuh Aleyhisselâm'ın (izinden gidenlerdendir) yani: Hz. İbrahim de Allah'ın birliğini, vesair itikadi esaslar hususunda aynı yolu tâkibetmekte idi. Belki bütün şer'i hükümler itibariyle aralarında bir ittifak mevcut idi.
Deniliyor ki: Hz. İbrahim ile Hz. Nuh arasında ikibin altıyüz kırk sene vardır. Bu nüddet esnasında yalnız Hz. Hud ile Hz. Salih Peygamber bulunmuştur. Aleyhimüsselâm...
Şia';
Bir zatın dinî, yolu üzerine yürüyen kimse demektir.
Saffat suresi ayet 84
Çünki o, Rab'bine tertemiz bir yürekle geldi.
(Çünkü 0) Hz. İbrahim dahi Hz. Nuh gibi (Rab'bine tertemiz bir yürekle geldi) temiz bir ruha, samimi bir kalbe sahip idi. Bütün kusurlardan uzak ve bütün varlığiyle yüce mabuduna yönelmiş bulunuyordu.
Mümin suresi ayet 5
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok) fırkalar da. Her ümmet, kendi elçilerini (susturmak için) yakalamaya yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, ‘batıla-dayanarak' mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık Benim cezalandırmam nasılmış?
Evet.. (Onlardan evvel) Hz. Peygamber zamanındaki din düşmanlarından önce (Nûh kavmi) de Peygamberlerini (yalanlamıştı) onlar vaktiyle kuvvetli, tek bir topluluk hâlinde bulunuyorlardı, kendilerini irşada çalışan Hz. Nuh'a karşı düşmanca bir tavır almışlardı (onlardan sonraki guruplar da) Ad ve Semud kavimleri gibi diğer milletler de Peygamberleri yalanlamışlardı, (ve) Onlardan (her kavim, Peygamberlerine kastetmişlerdi) düşmanca bir tavır almışlardı. (O'nu) 0 kendi Peygamberlerini (yakalayıversinler diye) onlara eziyet vermek, onları mübarek hayatlarından ayırmak için suikastlere cür'et göstermişlerdi, (ve) 0 câhil kavimler (bâtıl ile mücadelede bulunmuşlardı) aslı esası olmayan, hakikate muhalif bulunan şeylere dayanarak münakaşalara atılmış, o Peygamberlerin akıl ve hikmete uygun olan tebliğlerini dinlememişlerdi.
Evet.. Öyle câhilce bir mücadeleye atılmışlardı (onunla hakkı gidermek için) o Peygamberlerin teblîğ ettikleri ilâhî hükümleri aradan kaldırmak
maksadiyle öyle câhilce hareketlere cür'et göstermişlerdi. Fakat bu hâlleri devam etmedi. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (sonra onları yakaladım) Onları o küfrleri sebebiyle kahrettiğini, onları zelilce bir hâlde lâyık oldukları azaba kavuşturdum, (artık cezalandırmam nasıl oldu) Onlar nasıl fecî bir surette mahv ve yok olup gittiler, onlar dünya tarihinde bir ibret numunesi teşkil ettiler. Artık onların o müthiş akıbetleri sonraki inkarcılar tarafından düşünülmelidir.
Kaf suresi ayet 12
Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de yalanladı.
Bu mübarek âyetler, evvelki kavimlerin de Peygamberlerini yalanlamış ve cezalarına kavuşmuş olduklarını beyân ile Hz. Peygamber'e teselli vermiş oluyor. Mahlûkatı başlangıçta yoktan var eden Yüce Yaratıcının onları iade ederek yaratmaktan âciz olmayacağını ihtar ile öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin cehaletlerini ortaya koymakta ve susturmaktadır. Şöyle ki: (Onlardan) Yâni: Son Peygamberi inkâr eden Kureyş müşriklerinden (evvel Nüh kavmi) de (Res Ashabı) da yâni: Bir kuyu veya bir çöl civarında oturan ve Hz. Şuayb'in veya bir nebi olan"Hanzale İbn-i Safvan"ın kavmi de (ve) Hz. Salih'in (Semud) denilen kavmi de Peygamberlerini (yalanladılar) onlar da Kureyş müşrikleri gibi öyle küfr ve isyan içinde bulunmuşlardı.
Zariyat suresi ayet 46
Bundan önce Nuh kavmini de (yıkıma uğrattık). Çünkü onlar da fasık bir kavim idi.
(Nüh kavmini de evvelce) Tufan ile helak ettik (şüphe yok ki, onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardı.) Onlar da Ad ve Semud gibi kavimlerden evvel işledikleri isyan ve kötülük yüzünden, haram şeyleri işlemeye düşkünlükleri yüzünden, Peygamberleri olan Hz. Nuh'un n as i hat I arını, tavsiyelerini kabul etmemeleri yüzünden bir azab tufanı ile mahvolup bitmişlerdi. Elbette kudret eserlerini dikkate alıp Kâinatın yaratıcısının birliğini, kudret ve büyüklüğünü tasdik etmeyen Peygamberlerinin tebliğlerine ehemmiyet vermeyen cemiyetlerin akıbetleri böyle pek müthiştir. Bu beyân olunan kavimlerin kıssaları için "Hûd, İbrahim ve Enbiyâ" sürelerine de bakınız.
Kamer suresi ayet 9
Bunlardan evvel Nûh kavmi tekzîb etti. Artık kulumuzu yalancı sandılar ve mecnun dediler ve -peygamberliğini tebliğden- vaz geçirilmiş idi.
Bu mübarek âyetler Nûh Aleyhisselâm'ın kıssasını ve O'nun sonrakiler için nasıl bir ibret vesilesi olduğunu bildiriyor. Kur'an-ı Kerimin de nasıl kolaylıkla anlaşılacak bir ilâhî öğüt bulunduğunu haber veriyor. Bunlardan bir uyanma payı alamayanların da hâllerinin rezaletine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Bunlardan evvel) Mekke-i Mükerreme'deki müşriklerden önce (Nüh kavmi) Peygamberleri olan Nûh Aleyhisselâm'ı (tekzîb etti) onun peygamberliğini inkârda bulundular. Evet.. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (artık) O kavim (kulumuzu) o muhterem kulumuz olan Nûh Aleyhisselâm'ı (yalancı sandılar) onun peygamberlik iddiasını tasdik etmediler (ve) öyle bir Yüce Resule (mecnun dediler) onun sözlerine cinnet ürünü dediler (ve) o Yüce Peygamber, artık risâletini o kavme tebliğden (vazgeçirilmiş idi) o kavim, o mübarek zâta birçok ezâ ve cefâda bulundular ve "Ey Nûh!. Eğer bu peygamberlik iddiana son vermez isen elbette taşlanmışlardan olursun" diye tehdite cür'et gösterdiler, mübarek zâtın peygamberlik görevini ifâ etmesine engel oldular. Bu ilâhî beyân, Son Peygamber Efendimiz hakkında bir teselliyi içermektedir.
"Uzdücir" tâbiri, çeşit çeşit ezâ ve cefâ ile peygamberlik görevini tebliğden yasaklandı ve men edildi demektir.
Kamer suresi ayet 10
O da Rab'bine dua etti. Şüphe yok ki, ben mağlûbum, artık intikam al -diye niyazda bulundu.-
(O da) Nûh Aleyhisselâm da (Rab'bine dua etti) hâlini arzederek yalvardı ve Yarabbü. (Şüphe yok ki, ben mağlûbum) Ben bir şahısım, kavmim ise büyük bir cemiyet hâlinde bulunarak maddî kuvvetlere sahip bulunuyorlar, tebliğ ettiğim dinî hükümleri kabule yaklaşmıyorlar, bilâkis bana karşı tehakküme suikaste yelteniyorlar. (artık) Ey Yüce mabudum!. O inkarcılardan (intikam al.) diye niyazda bulundu.
Kamer suresi ayet 11
Biz de gök kapılarını birçok su ile açtık, -pek müthiş bir yağmur yağdırdık-.
Hak Teâlâ Hazretleri de buyuruyor ki: (Bize gök kapılarını birçok su ile açtık) Yâni: Nûh Aleyhisselâm'ın duasını kabul ederek o inkarcı kavmin üzerine gök tarafından müthiş yağmurlar yağdırdık.
"Münhamir" Ziyade, seyyal, akıcı bulunan demektir.
Kamer suresi ayet 12
Ve yeri de pınarlar halinde fışkırttık. Artık su, takdir edilmiş bir emre binaen birbirine kavuşuverdi.
(Ve yeri de pınarlar hâlinde fışkırttık) Yeryüzünün her tarafında sular ortaya çıkarak yeryüzünü kaplamış bulundu iartiK sut o goxte yağan, yerden Kaynayıp fışkıran su kitleleri, Allah tarafından (takdir edilmiş bir emre binaen) o kavmin Tufan ile helaki gereğine binaen (birbirine kavuşuverdi.) yeryüzü büyük bir deniz hâline geldi.
Kamer suresi ayet 13
Ve O'nu -Hz. Nuh'u- levhaları ve kenetleri bulunan şey üzerine yükledik.
(Ve O'nu) Hz., Nuh'u, o Tufandan kurtarmak için (levhaları ve kenetleri bulunan birşey) yâni: Tahtalardan ve o tahtaları biriktiren çivilerden, urganlardan teşekkül eden gemi (üzerine yükledik) duasını kabul ederek kendisini ve kendisine imân edenleri o tufan belâsından kurtardık.
"Düşür" gemiyi bağlayan tahta ve demir, çivi gibi şeyler demektir.
Kamer suresi ayet 14
-O gemi- bizim gözetimimiz altında akıp gidiyordu. O tekzîb edilmiş olana -Nüh Aleyhisselâm'a- bir mükâfat olarak.
Yüce Yaratıcı Hazretleri buyuruyor ki: Nüh Aleyhisselâm'ın binmiş olduğu gemi (Bizim gözetimimiz altında) korunmuş ve bir selâmet semte yönelerek (akıp gidiyordu) bütün âfetlerden, arızalardan emin bulunuyordu. Böyle harikulade bir şekilde selâmete erdiriliş ise o (tekzîb edilmiş olana) yâni Nüh Aleyhisselâm'a Allah tarafından (bir mükâfat olarak) nasîb olmuştur.
Kamer suresi ayet 15
Ve sânım hakkı için onu -o gemiyi- bir ibret olmak üzere bıraktık, fakat hani hatırlayıp ibret alan?.
(Ve sânım hakkı için) O gemiyi (bir ibret olmak üzere bıraktık) dünya tarihinde pek mühim bir hâdise olmak üzere bıraktık. Hattâ deniliyor ki: O gemi uzun bir müddet Cezîre havalisindeki Cûdi dağı üzerinde kalmıştır. Velhâsıl: Bu tufan hâdisesi insanlar için büyük bir düşünme ve uyanma vesilesi bulunmuştur. Bundan her kavim, ibret dersi almalı değil midir?, (fakat hani) Bu hâdiseyi güzelce (hatırlayıp ibret alan?.) yâni: Böyle insanları pek ziyade uyandırmaya ve bir Yüce Yaratıcının varlığını, kudret ve büyüklüğünü göstermeğe vesile olan harikulade bir hâdise malûm, meşhur iken yine insanlığın büyük bir kısmı dinsizlik içinde yaşıyor, kendilerinin de bir gün Nüh kavmi gibi bir müthiş azaba uğrayabileceklerini düşünmüyorlar, bu pek fâideli nasihatlardan faydalanma kabiliyetini gösteremiyorlar, ne yazık bir ruhi durum!.
"Muddekir" hatırlayan, ibret alan, uyanıkça harekette bulunan kimse demektir.
Kamer suresi ayet 16
Artık benim azabım ve korkutmam nasıl imiş?.
Yüce Yaratıcı Hazretleri şöyle de buyuruyor: (Artık) Bu tufan hâdisesi bir düşünülsün, o münkir kavmin sonunda nasıl bir ilâhi kahra uğramış oldukları bir düşünülsün, (benim azabım ve korkutmam nasıl imiş?.) Bu bir güzelce anlaşılsın. İşte Peygamberleri inkâr eden kâfirce ve kibirlice vaziyet alan her kavmin akıbeti böyle pek feci olacaktır. Bir kısmı dünyada geçici olarak rahat yaşasalar da akıbet, ölerek hak ettikleri azablara kavuşacaklardır. Ne müthiş bir ilâhi tehdit!.
Kur'an-ı Kerim'de tekrar tekrar beyân olunan bu gibi tehditlerde yine bir ilâhi merhamet eseridir ki: Kabiliyetli olan kimseler bunları düşünerek hayatlarını tanzime, kalblerini imân nuru ile aydınlatmaya muvaffak olsunlar. Bunları takdir edemeyenler ise kendilerini kendi kötü tercihleriyle ebedî bir hüsrana mâruz bırakmış olurlar da vaktiyle onun farkında bulunamazlar.
reyyan nur.
Allah CC sizden de razı olsun
Hadid suresi ayet 26
Andolsun, Biz Nuh'u ve İbrahim'i (elçi olarak) gönderdik, peygamberliği ve kitabı onların soylarında kıldık. Öyle iken, içlerinde hidayeti kabul edenler vardır, onlardan birçoğu da fasık olanlardır.
Ve andolsun ki, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik) O iki muhterem zâtı şerefli peygamberliğe nail kıldık, (ve onların zürriyetlerinde peygamberliği ve kitabı) sürekli (kıldık) bütün Peygamberler bu iki zâtın neslinden bulunmuşlardır. Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'an-ı Kerim'den ibaret olan dört kitapta bu iki zâtın neslinden olan mübarek Peygamberlere ihsan buyurulmuştur. (artık onlardan) O iki zâta ait soylardan veya kendilerine o Peygamberler gönderilmiş olan cemiyetlerden (hidâyete ermiş olanı vardır) ilâhî dine nail olmuş, hidâyete kavuşmuş bulunanları mevcuttur; fakat (onlardan bir çokları ise fâsık kimselerdir.) doğru yoldan çıkmış, küfre düşmüş veya büyük günahları işlemiş şahıslardır. Öyle pek muhterem zâtların soylarından olmaları, kendilerine fâide verir olamamıştır. Onlar, kendi kabiliyetlerini kötüye kullanarak öyle sapıklığa düşmüşlerdir.
Tahrim suresi ayet 10
Allah, inkâr edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: "Ateşe diğer girenlerle birlikte girin" denildi.
Bu mübarek âyetler: îmana kavuşmak ve ibadet ve itaate devam etmek için yalnız yüksek zâtlara mensub olmanın yeterli olmadığına, insanına kendi nefsinde bir kabiliyetin, bir saffet ve temizliğin bulunması lüzumuna işaret ediyor. Bu hakikatin inkişafı için Nûh ve Lût Aleyhimesselâm'ın eşleri ile Fir'avun'un eşini ve İmran'ın kızını birer misâl olmak üzere göstermektedir. Şöyle ki: (Allah) ü Teâlâ ve Takaddes Hazretleri (kâfir olanlara Nuh'un eşi ile Lût'un eşini bir misâl olarak getirmiştir.) Onların hayret verici olan hâlleri ile onlara muhalif olanların enteresan hâllerini bir darb-ı mesel olmak üzere beyan buyurmuştur ki, maksat güzelce anlaşılsın, evet: O Hikmet sahibi Yaratıcı, buyuruyor ki: O iki kadın (Sâlih kullarımızdan iki kulun) biri Nûh Aleyhisselâm'ın, diğeri de Lût Aleyhisselâm'ın nikâhları (altında idiler) öyle bir şerefe nail idiler, onların dîne ve dünyaya ait en lüzumlu emirlerini, ihtarlarını alıp duruyorlardı, bundan pek çok istifade edebilirlerdi, halbuki: Onlar (Sonra o ikisine) kocaları olan o iki Yüce Peygambere (hıyanette bulundular) küfür ve nifak içinde yaşadılar, İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğu üzere hiçbir Peygamberin eşi, iffet bakımından hıyanette bulunmamıştır. Hepsi de iffetli bulunmuşlardır. O eşlere isnat edilen hıyanetten maksat, onların şirk ve nifak içinde yaşamalarından, insanların o Peygamberlere inanıp tâbi olmalarına engel bulunmuş olmalarından ibarettir. Bu bir dini hıyanettir. (Artık) O iki sâlih kul olan iki Yüce Peygamber de (onları) o eşlerini (Allah'ın azabından hiçbir şey ile kurtaramadılar.) O kadınlar, kabiliyetlerini kötüye kullandıkları için o muhterem kocalarının nasihatlerinden istifâde edip kendilerini ilâhî azaptan kurtarabilmiş olmadılar, çünkü: Küfre düşen, küfür ile ölmüş kimsenin babası da, kocası da Peygamber bulunmuş olsa, âhirette kendisine bir fâide veremez. Küfrün neticesi, sürekli azaptır. (Ve) O iki kadına öldükleri zaman (denildi ki,) veya kıyamette denilecektir ki: İkiniz de (ateşe girenler ile beraber giriveriniz) Siz o muhterem kocalarınıza muhalefet edip dinden mahrum kaldığınız için sizin varacağınız yer, cehennemden başka değildir. İşte, bu misâl, gösteriyor ki: bir insan kendi kabiliyetini kötüye kullanmamalıdır, eğer kullanırsa en büyük birer mürşit, birer hidâyet rehberi olan zâtların yanlarında bulunsa da yine onlardan istifâde edemez, yine geleceğini temine muvaffak olamayıp kendisini felâketten kurtaramaz.
Hakka suresi ayet 11
Şüphesiz, su bastığı vakit sizi gemide biz taşıdık;
Ve ey mü'mînler!. Siz şunu düşünerek şükran vazifesini İfaya devam ediniz (Şüphe yok ki, su taştığı zaman) muazzam bir Tufan meydana gelip her tarafı sular kapladığı vakit (sizi) ata ve ecdadınızın bellerinde olduğunuz hâlde (o akan gemiye) Hz. Nuh'un ilâhî emir ile yaptığı ve Tufan'in dalgaları arasında tam bir emniyet ile akıp durmuş bulunduğu fevkalâde gemiye (biz yükledik) mü'mîn olanları Tufandan kurtararak selâmet alanını erdirdik. İşte bu da îmanın, Peygambere itaatin bir mükâfatı olarak meydana gelmişti.
Hakka suresi ayet 12
Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.
Evet.. (Onu) Öyle mü'mînleri kurtuluşa erdirmeyi (sizin için bir ibret kılmamız için) vücuda getirdik, kâfirleri ise sularda boğarak sonrakiler için bir uyanma vesilesi kıldık. Tâ ki: Yüce Yaratıcınızın sonsuz kudretine, kahr ve cezasının büyüklüğüne ve rahmetinin genişliğine bununla da delil getire siniz. (Ve) Bir de (hıfzeden kulakların) kendileri için fâide verecek şeyleri dinleyip onlardan faydalanacak kabiliyette bulunan kulak sahipleri de (onu) o mü'mînlerin kurtuluşa erdirdiğini, kâfirlerin de boğulup gittiğini (anlamaları için) öyle yaptık, meydana getirmiş olduk. Artık her akıllı, düşünen kimse için lâzımdır ki: Bu gibi pek büyük hâdiselerden birer ibret dersi alsınlar, o helake uğrayanların değil, kurtuluşa erenlerin yollarını takip etsinler.
"Teiyeha"
kelimesi, onu koruyan manasınadır. "Veiye"de, korunması uygun olan şeyi işitip de, koruyan demektir. "Via" da içine bir şey konularak saklanılan kap manasınadır.
İlâhî sözler ve sırlar ile hafızalarını bezeyen, sonra da bunlar ile Allah'ın kullarını aydınlatmaya çalışan mü'mînler, "üzünivaiye"
belleyen kulak sahipleri demektirler.
Nuh suresi ayet 1
Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik.
Bu mübarek âyetler, Nüh Aleyhisselâm'ın Allah tarafından kavmine Peygamber gönderilmiş olduğunu bildiriyor ve O Yüce Peygamber'in kavmini ne şekilde ilâhî dine davet edip kendilerini ikaz ve irşada çalışmış bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Muhakkak biz) Yâni: Kudret ve azametle vasıflanmış olan ilâhî zâtıma, (Nuh'u) O Yüce Peygamberi (kavmine gönderdik) onu zamanındaki bütün insanlara bir Peygamber tâyin ettik (kendilerine) küfürlerinden dolayı alelacele (bir elem verici gelmeden evvel kavmini korkut diye) O Yüce Peygamber'e emrettik, tâ ki: O kavmin bir mazeret ileri sürmesine bir selâhiyetleri kalmasın.
Nuh suresi ayet 2
"Ey kavmim dedi,ben sizin için açık bir uyarıcıyım"
Hz. Nüh da Peygamberlik vazifesini îfa için (dedi ki: Ey Kavmim!. Şüphe yok ki, ben sizin için apaçık bir korkutucuyum.) Küfür ve isyan içinde yaşar durursanız büyük bir ilâhî azaba uğrarsınız, kendinizi o azabın kahr pençesinden kurtaramazsınız.
Nuh suresi ayet 3
"Allah'a kulluk edin; O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
(Şöyle ki: Allah'a kullukta bulunun) O'ndan başkasına tapmayın, Onun bütün dini hükümlerine riâyete çalışın (O'ndan korkun) O Yüce Yaratıcının azabından korkarak, O'nun rızâsına aykırı şeylerden kaçının (ve bana itaat eyleyin.) bu tekliflerimi, nasihatlerimi kabul ederek bunlara riâyette bulunun.
Nuh suresi ayet 4
"Ki Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vâdeye kadar tehir etsin (muahaze etmeden yaşatsın)" Bilinmeli ki Allah'ın tayin ettiği vâde gelince, artık o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!
Evet.. Şu size emr ve tavsiye ettiğim şeyleri kabul ediniz ki: (Sizin için günahlarınızı) Cenab-ı Hak (bağışlasın) câhiliyet devrelerindeki hatalarınızı, kusurlarınızı affetsin ve örtsün, hakkınızda ilâhî lütuf tecellî eylesin, (ve sizi) îman ve itaat etmeniz şartı ile (takdir edilmiş) olan (müddete kadar tehir etsin.) Sizi yaşatsın, hemen sekiz ayet-i kerimeyi içerir. Nuh Aleyhisselâm'ın kıssasını içermiş olduğu gösterdiği için kendisinden evvelki Mearic süresi ile aralarında büyük bir kahredip cezalandırmasın. Şu da (muhakkak ki: Allah'ın takdir ettiği vakit gelince) Kitabın aslında yazılmış,, tesbit edilmiş olan hayat müddeti son bulunca artık o vakit (sonraya bırakılmaz.) Kimse onu tehir edemez (eğer bilir kimseler oldu iseniz?.) bunu bilir, tasdik edersiniz, tebligatımı kabul ederek isyanınıza son verirsiniz. Binaenaleyh, ey Nûh kavmi!. Eğer siz böyle küfür ve isyan içinde yaşar durursanız, bu hâlde hakkınızda takdir edilmiş olan azap vakti ertelenmez, hemen meydana gelerek hepinizi kahr ve tenkil eder. Artık bu akıbeti düşünün..
İslâm âlimleri, bu âyet-i kerîme ile delil getirmişlerdir ki: İbâdet ve itaat gibi, sıla-i rahme riâyet gibi, ruhları güzel ahlâk ile temizlemek ve arındırmak gibi güzel ameller, ömrün artmasına birer vesiledir. Cenab-ı Hak, bu amellerin sahipleri için ömürlerini ziyâde takdir buyurmuş olur, nitekim bir hadîs-i = Akrabayı ziyaret ömrü artırır) buyurmuştur.
Binaenaleyh insan elinden geldiği kadar güzel amellerde bulunmaya çalışmalıdır.
Nuh suresi ayet 5
(Sonra Nuh: Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim;
Bu mübarek âyetler de Nûh Aleyhisselâm'ın Cenab-ı Hak'ka nasıl duada bulunmuş olduğunu gösteriyor. Kavmini nasıl irşada çalıştığını, kavmi hakkında ne kadar nasihatlerde bulunduğunu hikâye buyuruyor. Buna rağmen o kavmin ise ne kadar hakkı kabulden kaçınmış olduklarını şöylece teşhir buyurmaktadır. Nûh Aleyhisselâm, Cenab-ı Hak'ka yakarmada bulunarak (Dedi ki: Yârabbü.) Ey benim Yaratanım, Veliyi nimetim!. (Ben kavmimi hakikaten gece gündüz) sürekli olarak bir hikmet ile, bir güzel öğüt ile Allah'ın birliğini ikrara ve ibâdet ve itaate (davet ettim) peygamberlik vazifemi İfaya çalıştım.