-
ÖlÜm ve Ötesİ
ONU KÖTÜLEMEK
Dünyayı zem hakkında inen âyetler ve emsali pek
çoktur. Denilebilir ki, Kur'ân-ı Kerim'in ekserisi dünyayı
aşağılamak, onu insanların gözünden düşürmek ve Ahirete yönelmelerini sağlamayı telkin eder. Hattâ peygamberlerin umacı da budur, onlar insanlığa ancak bunun için
gönderilmişlerdir.
E-J cihet açık olduğu için bu konuda âyet nakletmeyi
yersiz gürdük, yalnız bu mesele ile ilgili olan hadislerin bir
kısmını nakledeceğiz.
Rivayete göre Peygamber'imiz (s.a.s.) bir gün yolda
yüniıken bir koyun leşine rastlar, yanındakilere:
-"Bu l-.oyun leşine, sahibinin önem vermediğini kabul
eder misiniz?" diye sordu.
ş Sahâbiler: "Evet kabul ederiz, önem vermediği için onu
l çöpe attılar" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygam-
ber'imiz sahâhilere buyurdu ki:
"Nefsimi kudreti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,
Allah katmda dünya, şu koyun leşinin sahibinin gözünde
olduğundan daha değersizdir. Eğer Allah katmda dünya bir
sivri sinek kanadı kadar değer taşısaydı, ondan kâfirlere bir
içim su bile vermezdi."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
''Dünya mü'minin zindanı ve kâfirin cennetidir."
Peygamber'imiz (s.P.s.) buyuruyor ki:
"Dünya lanete uğramıştır. Allah rızası için olan-
lar dışında dünyadaki her şey de lanete uğramıştır."
Ebû Musa el-Eş'arî'nin bildirdiğine göre; Peygam-
ber'imiz (s.a.s.) söyle buyuruyor:
"Dünyayı seven, Ahiretine zarar verir, Ahireti seven
dünyasına zarar verir. Buna göre kalıcı (baki) olanı geçici
(fani) olana tercih ediniz."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Dünyaya, gönül vermek, bütün günahların ba-
şıdır.
Sahâbilerden Zeyd İbni Erkam (r.a.) buyurur: "Bir gün,
Hz. Ebû Bekr'in (r.a.) yanında oturuyordum. Bir ara su is-
teyince ona bal ile tatlandırılmış su getirdiler. Şerbeti ağzına
götürürken bir anda vazgeçerek ağlamaya başladı, onun
gözyaşları yanındakileri de ağlattı. Yanındakiler sustu, fakat
onun gözyaşları bir türlü dinmedi. Bir ara ağlamasının
şiddeti daha da arttı. Devamlı hüngür hüngür ağladığı için
yanındakiler, neden gözyaşı döktüğünü ona sormaya fırsat
bulamayacaklarını sandılar.
Fakat bir müddet sonra ağlamayı kesti ve gözlerini şi-
lince yanındakiler ona: "Ey Allah'ın Rasûlü'nün halifesi! Seni
ağlatan nedir?" diye sordular, O da şöyle cevap buyurdu:
"Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte idim, O'nu ken-
dinden bir şeyi kovarken gördüm, yanında başka kimse
yoktu: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kendinden uzaklaştırmak
istediğin şey nedir?" diye sordum, bana şu cevabı verdi:
-"Şu dünya gözümün önüne dikildi, ona:
-"Defol! Uzaklaş benden!" dedim, sonra bana dönerek:
Sen beni başından savdın, ama senden sonra gelenler
elimden yakalarını kurtaramayacaklardır, dedi."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki: -"Ebedilik yurdu-
nun varlığına inandıktan sonra aldatma yurdunun peşinden
koşan kimse, ne kadar şaşkındır!"
Rivayet edildiğine göre, bir gün Peygamber'imiz
(s.a.s.), bir çöplüğün başında durarak sahâbilere: -"Gelin
dünyâyı görün" diye seslendi; sonra çöplükten çürük bir bez
parçası ile kararmış bir kemik parçası aldı ve sahâ-bilere
şöyle dedi: "Çöplük dünyayı temsil eder, şu paçavra dünya
gü-zelliklerinin bir gün çürüyüp onun gib olacağını gösterir,
dünyada gördüğüm canlı vücutlar da bir gün çürük kemiğe
dönüşecektir."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
-"Dünya tatlı bir yeşilliktir, Allah yeryüzünü şimdi size
devretti; ne yapacağınızı gözlüyor. Dünya israiloğullannın ö-
nüne yayılınca ve üzerindeki hakimiyetleri pekişince şaşı-
rarak süslere, elbiselere, tatlı kokulara ve kadınlara daldılar.
Hz. İsa, onlara: "Dünyayı ilâh tutmayınız ki o da sizi
köleleştirmesin. Hazinelerinizi, onlan kaybetmeyecek olan
Allah'ın katında biriktiriniz. Çünki dünyada biriktirilen
hazinelerin başına bir kaza geleceğinden her zaman endişe
edilir. Oysa ki, Allah'ın katında hazine sahibi olanın kazadan
kor-kusu yoktur.
Yine Hz. İsa (a.s.) buyurur ki:
-Ey Havarilerim! Dünyayı sizin için yüzüstü yere
yatırdım, benden sonra bir daha belini doğrultmasına imkân
vermeyiniz. Zira dünyanın çirkin taraflarından biri, orada
Allah'a karşı gelinmesidir. Yine onun diğer bir çirkin yönü,
ona yüz çevirmeden Ahiretin ele geçirilmemesidir.
Ey havarilerim! Dünyayı üzerinde geçilip gidilecek
bir köprü kabul ediniz, onu kalıcı bir yurt sayıp imar etmeye
kalkışmayınız. Biliniz ki, her günahın kaynağı dünya sevgisi-
dir. Nice bir anlık azgın arzular sahiplerine uzun acılara mal
olmuştur.
Dünyayı önünüzde çökerttim ve söz de sırtına bindiniz.
Sakın orada krallar ile ve kadınlar ile çatışmaya girişmeyiniz.
Krallar ile dünya üzerindeki çekişmeye kalkışmayınız, çünkü
onları dünyâları ile başbaşa bıraktıkça size dokunmazlar. Ka-
dınlara gelince onlara tutulmaktan namaz ve oruç sayesinde
kaçınınız.
Dünya hem isteyen, hem de istenen bir şeydir. Dün-
yadaki azıklarını tamamlasınlar diye, âhireti gaye edinenlerin
dünya, peşlerinden koşar. Buna karşılık dünya düşkünlerini
de âhiret arar, ölüm gelip de yakalayıncaya kadar.
Musa Bin Yesar'ın rivayetine göre: Peygamber'imiz
(s.a.s.) buyuruyor ki:
"Yüce Allah'ın, yarattıkları içinde en nefret ettiği varlık,
dünyadır, yarattığından beri onun hiçbir tarafına bakma-
mıştır."
Rivayet edildiğine göre, bir gün Hz. Süleyman Bin
Davud (a.s.) üzerini gölgeleyen kuşlar, sağında ve solunda
insanlar ve cinlerden meydana gelmiş maiyyet kıtası ara-
sında yürürken İsrailoğullarından bir abid ile karşılaşır.
İsrailoğlu âbid ona der ki: "Yâ Süleyman İbni Dâvud,
yemin ederim ki; Allah sana gerçekten muhteşem bir
saltanat bağışladı."
Hz. Süleyman bunu işitti ve İsrailoğlu âbide şu cevabı
verdi: "Mü'minin amel defterine yazılan bir teşbih Süleyman
İbni Davud'a verilen parlak saltanattan daha hayırlıdır.
Çünkü Süleyman'a verilen saltanat geçicidir, ama mü'-
minin teşbih sevabı kalıcıdır."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
-"Servet biriktirme hırsı sizi baştan çıkardı. Ademoğlu:
"Malım, malım" der durur. Oysa ki, yiyip tükettiğinden, giyip
eskittiğinden ve sadaka olarak verip geri kalanını bırak-
tığından başka ne malın var ki?!"
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyurur ki:
"Dünya yurtsuzların yurdudur ve züğürtlerin servetidir.
Dünya için aklı olmayanlar, varlık biriktirir, onun uğruna câ-
hiller çatışmaya girişir, ondan dolayı anlayışsızlar kıskançlığa
kapılır, onun peşinden ancak kesin imana sahip olmayanlar
koşar."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Birinci derecede dünyaya önem veren kimsenin, Al-
lâh'dan hiç bir şey beklemeye yüzü olamaz. Ulu Allah dört
hasleti onun kalbinden hiç çıkarmaz:
1- Kurtuluşu olmayan bir endişe,
2- Hiç boş vakit bırakmayan kesintisiz bir meşguliyet,
3- Hiçbir zenginliğe varamayan fakirlik,
4- Hedefine varması imkânsız bir ihtiras.
Sahâbilerden Ebû Hureyre (r.a.) buyurur: f.
-"Bir gün Peygamber'imiz bana: "Yâ Ebâ Hureyre!
Sana bütün içyüzü ile dünyayı göstereyim, ister misin?" dedi,
ben de "Evet isterim, yâ Rasûlallah" diye cevap verdim.
Bunun üzerine elimden tutarak beni Medine'nin kuru
derelerinden birine götürdü, karşımızda insan başları, insan
tersi, paçavralar ve kemik parçalarından ibaret bir çöp yığını
duruyordu.
12
Bu manzara karşısında Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
"Yâ Ebâ Hureyre! Şu başlar da sizin gibi muhteris ve sizin
qibi uzak vadeli emeller peşinden koşan insanların başlan
idi şimdi çıplak kemik haline geldiler, daha sonra da
rüzgârda uçuşan toza dönüşeceklerdir.
Şu tersler de onların çeşit çeşit yiyecekleri idi, nereden
kazanmışlar ise kazanmışlar ve midelerine indirmişlerdi,
şimdi insanların, yanlarından tiksinti ile kaçıştığı pislikler
haline girdiler.
Şu paçavralar onların nişan takıntıları ve elbiseleri idi,
şimdi rüzgârda uçuşuyorlar. Şu kemik parçaları da onların
binek hayvanlarına ait idi, onların sırtında belde belde do-
laşırlardı. Binaen aleyh dünya üzerine ağlamak isteyen ağ-
layabilir."
Önce sessizce dökülmeye başlayan gözyaşlanmız, git-
gide yerini hüngür hüngür ağlamaya bıraktı.
Rivayet olunur ki; Allah (c.c.) Hz. Adem(a.s.)'i yeryü-
züne indirdiği zaman ona: 'Yıkılmak üzere bina yükselt ve
ölmek için doğur" buyurmuştur.
Davud İbni Hilâl (r.a.) der ki: "Hz. İbrahim'e indirilen
sayfalarda şöyle yazar: "Ey dünya! Sen gözlerine girmek için
süslenip püslendiğin iyi kullarımın gözünde ne kadar
önemsizsin! Çünkü ben onların kalbine sana karşı nefret ve
senden yüz çevirme duygusu koydum.
Yarattığım varlıklar içinde nazarımda en önemsizi sen-
sin, gelişmelerin cücedir ve yokluğa varır. Çünkü seni yarat-
tığın gün devamlı kalmamana ve yok oluncaya kadar bir
elde devamlı bulunmamana hüküm verdim, sana sahip
olanların bütün cimrilik ve pintiliğine rağmen böyledir bu!
Yürek-lerinden hoşnutluk doyarak kalblerini bağlılık
istikameti üzerinde tutarak bana ibadet edenlere ne mutlu!
Onlara müjdeler olsun ki, yaptıklarına vereceğim karşılık,
kabirlerini üzerine dikilip huzuruma gelirlerken önlerinde
yayılan göz kamaştırıcı bir nur, çevrelerini kuşatmış melekler
kafilesi olacaktır, tâ ki dilekleri olan rahmetime ulaşmalarını
sağlayıncaya kadar."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Allah dünyayı yarattığından beri O, yer ile gök ara-
sında kendi halinde bırakılmıştır, Allah onun tarafına hiç
bakmaz. Kıyamet günü, dünya: 'Yâ Rabb'i! Bu gün beni
dostlarının en küçük rütbelisine ver" der, Yüce Allah: "Ey
hiçlik, Sus! Ben seni onlara, dünyada lâyık görmemiştim,
şimdi hiç lâyık görür müyüm?"
Rivayete göre, Hz. Adem (a.s.) yasaklanmış ağacın
meyvesini yediği zaman, midesi içindeki ağırlığı çıkarmak
üzere guruldamağa başladı. Oysa ki yasak meyveye
gelinceye kadar hiç bir cennet yiyeceği midesini böyle
bozmamıştı, za-ten o ağacın meyvesini yemeleri bu yüzden
yasaklanmıştı.
Midesi rahatsızlanan Hz. Adem Cennet içinde dolaş-
maya başladı. Allah meleklerden birini onun ile konuşmaya,
gönderdi, gelen melek ona:
-"Ne istiyorsun?" diye sordu. Hz. Adem meleğe: "Mide-
me çöken ağırlığı boşaltmak istiyorum" diye cevap verdi.
Allah'ın talimatı üzerine Melek Adem'e şöyle dedi: "Mi-
dene çöken ağırlığı nereye boşaltmak istiyorsun? Döşeğine
mi, yaygılara mı, nehirlere mi yoksa ağaçların altlarına mı?!
Burada böyle bir şey için uygun bir yer görüyor musun hiç?
Doğruca dünyaya in!"
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu:
- "Kıyamet günü Allah'ın huzuruna öyleleri gelecektir ki
"Tıhame" dağı kadar amelleri olduğu halde cehenneme
atılmaları emrolunacaktır."
Dinleyen sahâbiler: "Yâ Rasûlallah! Bu kimseler namaz
da kılıyorlar mıydı?" diye sordular. Peygamberimiz sahâ-
bilere şöyle cevap verdi: "Evet, bunlar, namaz kılarlar, oruç
tutarlar, hattâ gecenin bir bölümünü de ibadetle geçirirlerdi.
Fakat karşılarına bir dünya varlığı çıktığı zaman üzerine
çullanırlardı."
Peygamberimiz bir hutbesinde şöyle buyurdu:
-"Mü'min iki korku arasındadır. Biri geçip giden ömür-
dür ki,'onun hakkında Allah'ın ne yaptığını bilmez, diğeri
kalan ömürdür ki onun hakkında .Allah'ın ne hüküm vere-
ceğini bilmez."
"O halde herkes kendi kendine, dünyasından âhiretine,
hayatından ölümüne ve gençliğinden yaşlılığına azık hazır-
lamalıdır. Zira dünya sizler için yaratıldı, siz ise âhiret için ya-
ratıldınız.
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki:
ölümden sonra suâli gerektiren bir şey yoktur. Dünyadan
sonra da ya cennet, ya cehennemden başka bir diyar yok-
tur."
Hz. İsa (a.s.) der ki: "Su ile ateş aynı kabda nasıl ba-
rmamazsa, dünya sevgisi ile âhiret sevgisi bir mü'minin kal-
binde öyle bağdaşmaz."
Rivayet edildiğine göre, Cebrail (a.s.) Hz. Nuh'a (a.s.):
"Ey peygamberlerin en uzun ömürlüsü, dünyayı nasıl bul-
dun?" diye sorar.
Hz. Nuh da:
-"Karşılıklı iki kapısı olan bir ev gibi, birinden girdim
öbüründen çıktım." der.
Hz. İsa'ya "içinde devamlı barınacağın bir ev tutsana"
derler. Hz. İsa da "Bizden öncekilerin bıraktıkları yıkıntılar
yeter bize" diye cevap verir.
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Dünyadan sakının, çünkü, o Hârut ile Mâruf-
dan daha büyüleyicidir."
Hasan el-Basrî (r.a.) buyurur: "Peygamber'imiz (s.a.s.)
bir gün sahabilerin karşısına geçerek onlara şöyle hitap etti:
"Aranızda Allah'ın kendisini körlükten kurtararak görür
hale getirmesini isteyen var mı? Beni dinleyiniz. Dünyaya
tutulanların ve dünya ile ilgili uzak vadeli emeller besleyen-
lere tutkunluk vermiştir ve emelleri ölçüsünde Allah (c.c.)
kalblerini kör etmiştir.
Buna karşılık dünyada gözü olmayanlara, ondan fazla
bir şey beklemeyenlere Allah, ders görmeden ilim ve kılavuz-
suz hidâyet vermiştir.
Beni dinleyiniz! Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir
ki, saltanatları cinayet ve zulümsüz yürümeyecek, zengin-
likleri cimrilik ve böbürlenmeden hali olmayacaktır. Sevgileri
mutlaka azgın nefsi arzulara dayanacaktır.
Beni iyi dinleyiniz! O günlere kalanlarınızdan zengin ol-
mak ellerinde iken fakirliğe katlananlar, sevgiye layık iken
nefrete karşı tahammül edenler, şöhret ve mevki elde ede-
bilecekleri halde itilmeye kakılmaya hoşnutlukla dayananlar
ve bütün bunları sırf Allah rızası için yapanlara Allah elli sıd-
dık sevabı verir."
Rivayet edildiğine göre bir gün Hz. İsa (a.s.) şimşekli,
Sök gürültülü, sağnak bir yağmura tutulur, sığınacak bir yer
arar, uzakta gözüne bir çadır ilişir, yanına varınca içerde bir
kadının oturduğunu görür, bu yüzden oraya sığınmak iste-
mez.
Sağanak altında yürümeye devam ederken az sonra bir
dağda bir mağaraya rastlar, kapısından içeri girmek üzere
iken yerde bir arslanm yattığını görür, eli ile arslanın tüylerini
okşayarak Allah'a şöyle seslenir:
"Allah'ım! Her canlıya bir yuva verdin, tek bana bir
yuva nasip eylemedin." Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.)
vahiy yolu ile O'na şöyle bildirir:
"Senin yuvan benim rahmetimin karargâhıdır. Seni Kı-
yamet Günü kendi kudretimden yarattığım yüz huri ile ev-
lendireceğim, düğününde her bir yılı dünya ömrü kadar
uzun olan dört bin yıl ziyafet vereceğim. Bir tellâla, emir ve-
receğim, şöyle seslenecek: Dünyaya yüz vermeyenler ne-
rede? Dünyadan el-etek çekmiş olan Meryem oğlu İsa'nın
(a.s.) düğününe buyurun." Bu vahiy üzerine Hz. Isa şöyle
der: "Vay, dünyaya tapanların başlarına gelene! Nasıl ölecek,
dünyayı ve dünyadaki yaratıkları nasıl bırakacaklar? Dünya
onları aldatıp durduğu halde onlar yine de ona hiç bir tered-
düde kapılmadan güveniyorlar.
O aldanmışlara yazıklar olsun! Nasıl dünya onlara hoş-
lanmadıkları şeyleri göstermiş, onları sevdiklerinden ayırmış
ve korktuklarını başlarına getirmiştir.
Ana hedefi dünya ve işledikleri hep günah olanların
vay başlarına gelene! Yarın günahları yüzünden nasıl rezil
ola-caklardır."
Söylendiğine göre ulu Allah (c.c.) Hz. Musa'ya (s.a.s.)
şöyle vahyetti:
-"Yâ Musa! Zâlimler yurdu (dünya) ile senin işin ne?
Orası sana göre bir yurt değildir. Onunla İlgini kes, onu
aklından çıkar, o ne körü bir yurttur!
Yalnız orada iyi amel işleyenlere göre, o, ne güzel bir
yurttur. Ya Musa, mazlumun hakkını alasıya kadar, ben zâli-
min peşini katiyyen bırakmam."
Rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz Ebû Ubey-
de'yi (r-a-) Bahreyn'e gönderir, o da seferden mal getirir.
İnsanlar, Ebû Ubeyde'nin döndüğünü duyunca sabah nama-
zını Peygamberimiz ile birlikte kılmaya koşarlar. Pey-
gamber'imiz (s.a.s.) namazdan sonra Mescid'den çıkarken
sahabiler önüne diklirler. Onları böyle gören Peygamber'imiz
gülümseyerek: "Sanıyorum ki, Ebû Ubeyde'nin bir şeyler
getirdiğini duydunuz" der.
Ensar: "Evet, yâ Rasûlallah" diye cevap verirler. Bunun
üzerine Peygamber'imiz onlara şöyle buyurur:
"Sevinin ve mutluluk emellerine kaptırın kendinizi ba-
kalım! Allah'a yemin ederim ki, sizden yana korkum, fa-
kirlikten değildir. Tersine dünyanın sizden öncekilere oldu-ğu
Sibi sizin de önünüze bolluk yaymasından korkarım, geç-miş
milletler gibi ondan daha yüksek pay alma yarışına
Sirişirsiniz de Allah onları helak ettiği gibi sizi de helak eder."
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) der ki:
'Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden yana
en büyük korkum, Allah'ın sizin için yerden çıkardığı
bereketler ile ilgilidir" Sahâbiler O'na sordu: "Yâ Rasû-
lallah, yerin bereketleri nedir?"
Peygamber'imiz: "Her türlü dünya varlığı" diye
cevap verdi.
Peygamber'imiz (s.a.s.) bir hadiste: "Dünya düşün-
cesi ve sözü ile kalbinizi oyalamayınız" buyuruyor.
Görülüyor ki, Peygamber'imiz dünyaya, değil göz koy-
mayı onu anmayı bile yasaklamıştır.
Ammar ibni Said der ki: "Hz. İsa havarileri ile birlikte
gezide iken bir köye uğrar, köyün halkını yollara, öteye
beriye serilmiş, ölüler olarak bulur. Arkadaşlarına: "Ey hava-
riler cemaati bu köyün halkı Allah'ın gazabına uğrayarak
ölmüş olmalıdır, böyle olmasaydı biribirlerini gömerlerdi"
der.
Havariler ona: "Ey Rûhullah, biz onların başlarına ge-
lenleri bilmek isterdik" derler. Bunun üzerine Hz. İsa Allah'a
yalvarır Allah da ona: "Karanlık basınca onlara seslen, sana
cevap verirler" diye vahyeder.
Akşam olunca Hz. Isa bir tümseğin üzerine çıkarak: "Ey
köy halkı" diye seslenir. Bir ses ona: "Buyur ya Rûhullah"-
diye cevap verir.
Hz. İsa:
- "Ne durumdasınız, başınızdan neler geçti?" diye sorar,
"Akşam tasasız ve endişesiz uykuya yattık, sabah olunca ce-
henneme yuvarlandık" diye cevap verir.
Hz. İsa: "Başınıza bu hal neden geldi?" diye sorar,
"Dünya'ya tapmamızdan ve Allah'ın emirlerine karşı gelen-
lere boyun eğmemizden dolayı" diye cevap verir.
Hz. İsa: "Dünya sevginiz nasıldı?" diye sorar, "Bebeğin
annesini sevdiği gibi, yüzünü bize doğru döndüğü zaman
sevinir, arkasını döndüğü zaman (işlerimiz ters gidince)
üzülür, ağlardık" diye cevap verir,
Hz. İsa: "Niye arkadaşların bana cevap vermiyor?"
diye sorar, gizli ses: "Çünkü onların ağızlarına ateşten gemler
vurulmuş ve gemlerin öbür ucu kaba ve sert meleklerin
elinde" diye cevap verir.
Hz. İsa: "Sen bana nasıl cevap verebiliyorsun" diye
sorar, gizli ses; "Çünkü ben onların arasındaydım, ama
onlardan değildim. "Senin yuvan benim rahmetimin karar-
gâhıdır. Seni Kıyamet Günü kendi kudretimden yarattığım
yüz huri ile evlendireceğim, düğününde her bir yılı dünya
ömrü kadar uzun olan dört bin yıl ziyafet vereceğim. Bir
tellâla, emir vereceğim, şöyle seslenecek: Dünyaya yüz ver-
meyenler nerede? Dünyadan el-etek çekmiş olan Meryem
oğlu İsa'nın (a.s.) düğününe buyurun." Bu vahiy üzerine Hz.
Isa şöyle der: "Vay, dünyaya tapanların başlarına gelene!
Nasıl ölecek, dünyayı ve dünyadaki yaratıkları nasıl bıra-
kacaklar? Dünya onları aldatıp durduğu halde onlar yine de
ona hiç bir tereddüde kapılmadan güveniyorlar.
Havariler ona: "Ey Rûhullah, biz onların başlarına
Selenleri bilmek isterdik" derler. Bunun üzerine Hz. İsa Al-
lah'a yalvarır Allah da ona: "Karanlık basınca onlara seslen
sana cevap verirler" diye vahyeder.
Akşam olunca Hz. İsa bir tümseğin üzerine çıkarak: "Ey
köy halkı" diye seslenir. Bîr ses ona: "Buyur ya Rûhullah"
diye cevap verir. Hz. İsa:
- "Ne durumdasınız, başınızdan neler geçti?" diye sorar,
"Akşam tasasız ve endişesiz uykuya yattık, sabah olunca ce-
henneme yuvarlandık" diye cevap verir.
Hz. Isa: "Başınıza bu hal neden geldi?" diye sorar,
"Dünya'ya tapmamızdan ve Allah'ın emirlerine karşı gelen-
lere boyun eğmemizden dolayı" diye cevap verir.
Hz. İsa: "Dünya" sevginiz nasıldı?" diye sorar, "Be-
beğin annesini sevdiği gibi, yüzünü bize doğru döndüğü za-
man sevinir, arkasını döndüğü zaman (işlerimiz ters gidince)
üzülür, ağlardık" diye cevap verir.
Hz. İsa: "Niye arkadaşların bana cevap vermiyor?'
diye sorar, gizli ses: "Çünkü onların ağızlarına ateşten gemler
vurulmuş ve gemlerin öbür ucu kaba ve sert meleklerin
elinde" diye cevap verir.
Hz. İsa: "Sen bana nasıl cevap verebiliyorsun" diye
sorar, gizli ses; "Çünkü ben onların arasındaydım, ama on-
lardan değildim.
Fakat onlara gazap inince beni de içine aldı, şimdi
cehennemin ağzına ellerim ile tutunmuş sarkık vaziyette du-
ruyorum, kurtulur muyum, yoksa içine mi yuvarlanırım, bil-
miyorum" der.
Bunun üzerine Hz. İsa havarilere der ki: "Acı tuza
batırılmış arpa ekmeği yiyerek kaba işlemeden elbise giymek
ve çöplükte yatmak, dünya ve Ahiret afiyeti olunca çoktur
bile."
Sahabilerden Enes (r.a.) der ki: Peygamber'imiz
(s.a.s.) Adila isminde bir devesi vardı, hiç bir deve onunla
yarışamazdı. Fakat bir gün taşralı bir Arap devesi ile geldi,
yapılan yarış sonunda onun devesi Peygamber'imizin deve-
sini geçti, bu durum müslümanlara (sahabilere) dokundu.
Durumun farkına varan Peygamber'imiz bize şöyle buyurdu:
"Dünyada Allah bir şeyi yükseltince bir gün onu
düşürmek O'nun kaçınılmaz hükmüdür."
Hz. İsa şöyle der: "Denizin dalgalan üzerinde kim ev
yapabilir? İşte sizin dünyanız da böyledir, o halde onu yurt
edinmeyin."
Hz. İsa'ya: "Bize Allah'ın sevgisin kazandıracak bir ilim
öğret" derler, Hz. İsa da: "Dünyadan nefret ediniz ki, Allah
sizi sevsin" diye cevap verir.
Ebû'd-Derdâ der ki: "Peygamberimiz bir gün bize,
benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız. Dün-
ya gözünüzde önemini kaybeder, Ahireti tercih ederdiniz"
buyurdu, sonra Ebu'd-Derdâ kendisinden şunları söylemiştir:
Şimdi de eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, başınızı alıp
tepelere çıkar, halinize hüngür hüngür ağlayarak Allah'a
yakanrdınız. Yanınıza yalnız zaruri ihtiyaçları alır kimseye
emanet etmeksizin ve bir daha dönmemek üzere mallarınızı
terkedip giderdiniz.
Fakat uzun vadeli emeller kalbinizden Ahiret fikrini
sildi, bütün emeklerinizin hedefi dünya oldu, bu yüzden hiç-
bir şey bilmeyenler gibi oldunuz. Bazılarınız başına gelecek-
lerden korktuğu için iç güdülerine körü körüne uyan hay-
vanlardan daha kötü duruma geldi.
Niye biribirinizi sevmiyorsunuz? Niye biribirinize doğru
yolu tavsiye etmiyorsunuz? Oysa ki sizler Allah'ın dininde
ortak olan kardeşlersiniz.
Arzularınızın birbirlerinden ayrılmasının sebebi, içinizin
bozukluğudur, oysa iyilikte birleşseniz biribirinizi severdiniz.
Size ne oluyor ki, dünya işleri ile ilgili birbirinize nasihat
verdiğiniz halde Ahiret konusunda birbirinize nasihat etmi-
yorsunuz?! Hatta hiç biriniz sevdiği ve desteklediği kimseye
bile Ahiret konusunda nasihat vermiyor.
Bu durum, kalblerinizde iman zayıflığı olduğunu gös-
terir. Ahiretin kâr ve zararına dünyanmki kadar yürekten
inansanız, Ahiretin peşinden koşmayı, dünyaya tercih eder-
diniz.
Çünkü orası sizi daha çok ilgilendirir. Eğer: "Yakın
menfaati sevmek kaçınılmaz bir insani temayüldür" derseniz,
biz sizin dünyanın bir çok yakın vadeli menfaatlerinden,
uzak vadeli hedefler uğruna fedakârlık ettiğinizi görüyoruz.
Hatta belki de hiç bir zaman ulaşamayacağınız hedefler
uğruna kendinizi türlü türlü sıkıntılara düşürüyor, değişik
çarelere baş vuruyorsunuz. Ne fena kimselersiniz ki, içiniz-
deki imanın tesir derecesinin bilinmesini sağlayacak derece-
de imanınızı tatbiki hayatta gerçekleştirmiş değilsiniz.
Eğer Muhammed'in (s.a.s.) getirdikleri hakkında bir
şüpheniz varsa bize geliniz, size her şeyi açıklayalım, kalbleri-
nizdeki kuşkuyu giderecek aydınlığı size gösterelim. Allah'a
yemin ederim ki, siz akıldan yana eksik kimseler değilsiniz ki,
sizi mazur görelim.
Çünki dünyanızla ilgili konularda eğriyi doğrudan ayı-
rabiliyor ve işleriniz karşısında isabetli tavır takınabiliyor-
sunuz.
Size ne oluyor ki, dünyanın elde ettiğiniz ufak bir ka-
zancına seviniyor ve elden kaçırdığınız küçük kârlarına üzü-
lüyorsunuz, budurum yüz ifadelerinizden belli olduğu gibi
sözlü olarak da açığa çıkıyor, hoşunuza gitmeyen gelişmeleri
"musibet" diye adlandırarak üzüntü sebebi yapıyorsunuz.
Öte yandan çoğunuz dininde ağır kayıplara uğradığı
halde hiç birinizin kılı kıpırdamıyor, bu alandaki kayıpların
üzüntüsü hiç kimsenin yüzünde belirmiyor.
Yemin ederim ki, Allah'ın sizin ile ilgisini kestiği
kanatindeyim. Neden derseniz, çünkü hepiniz tanıdıklarını
güleryüz ile karşılar, hiç biriniz dostunu, hoş görmeyeceği
şekilde karşılamak istemez, "Aynı muameleyi de ben ondan
görürüm" korkusu ile "İnsanlar arasındaki münasebetlerde
bu inceliğin farkındasınız da Allah ile olan münasebet-
lerinizde ayni hassasiyeti göstermemenin akıbetini bilmekten
âciz misiniz?
İşi gücü sahtekârlığa döktünüz, mer'alarınızda uzun
vadeli ihtiraslardan dolayı hiçbir yeşillik bitmiyor! Ölümü in-
kâr etmek üzere saf tutmuşsunuz. Allah'ın beni sizden kutra-
rıp görmek istediğime (Peygamber'imize) kavuşturmasını ne
ka-dar istiyorum!
Eğer O sağ olsaydı, bu gidişinize katiyyen göz yum-
mazdı.
Eğer sizde hayra dönme temayülü varsa, ben size her
şeyi duyurdum, Allah katmdakini (Ahiret sevabını) isterseniz,
ona kolaylıkla kavuşursunuz. Gerek kendi hesabıma ve
gerek sizin için Allah'ın yardımını diliyorum."
Hz. İsa havarilerine der ki: "Ey havariler dünyaya
gönül verenlerin dünya selâmeti uğruna din perişanlığını
göze aldıkları gibi siz de din selâmeti uğruna dünya
perişanlığını göze alın."
Nitekim buna dair Abdullah İbni Mübarek, şöyle
buyurur: "Çoklarını görüyorum ki, gayet zayıf bir dini .yeterli
görüyorlar.
Oysa dünya hayatında onları aza kanaat eder
göremiyorum...
O halde kırallar dünyaları uğruna dinden nasıl bigane
kaldılarsa,
Sen de din uğruna kırallann dünyasından bigane kal."
Hz. İsa şöyle der: "Ey kendi iyiliğini görerek dünya
peşinde koşan kimse, bilesin ki, senin hesabına en hayırlı
olan dünyayı terketmektir."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Benden sonra öyle bir dünya ile yüzyüze geleceksiniz
ki, ateş odunu nasıl yakarsa o da sizin imanınızı öyle yiye-
cektir."
Allah, Hz. Musa'ya şöyle vahyetti: "Sakın dünya sev-
gisine meyletme, çünkü huzuruma getirebileceğin en ağır gü-
nah odur."
Bir gün Hz. Musa yolda yürürken ağlayan bir adama
rastlar, biraz sonra aynı yoldan dönerken adamı yine ağlar
vaziyette bulur, gördüğü manzara karşısında duygulanan Hz.
Musa, Allah'a: "Yâ Rabb'i, kulun senin korkundan ağlıyor"
diye yakarır. Allah Musa'ya şöyle bildirir:
-"Yâ İmranoğlu Musa, o gördüğün adamın ağlamaktan
beyni göz yaşlan ile birlikte aksa, ellerini kaldırsa da yere
düşünceye kadar dua etse yine onu affetmem, çünkü o
dünyayı seviyor."
Hz. Ali (k.v.) buyurur ki: "Şu altı meziyeti nefsinde
biraraya getiren kimse cennet için isteyecek bir şey, cehen-
nemden de kaçacak bir yer bırakmamış olur.
l- Allah'ı tanıyıp O'nun emirlerine uymak ve yasak-
larından kaçınmak,
2- Şeytanı tanıyıp onun arzularına karşı çıkmak,
3- Hakkı tanıyıp ona bağlanmak,
4- Batılı tanıyıp ondan sakınmak,
5- Dünyây'ı tanıyıp ondan yüz çevirmek
6- Ahireti tanıyıp ona tâlib olmak
Hasan el-Basrî (rahimehullah) buyurur ki: "Allah
o kullarına rahmet etsin ki, dünyayı bir emanet bilmişler onu
güvendikleri kimselere teslim ederek mesuliyet yükü taşı-
maksızın göçüp gitmişlerdir. Dinin hakkında seninle yarış-
maya girişen ile sen de yarış. Dünya konusunda senin ile
yarışa girenin dünyayı yüzüne fırlat."
Hz. Lokman oğluna verdiği nasihatlerde şöyle der:
'Yavrum, dünya derin bir denizdir, içinde çokları boğul-
muştur. Buna göre ona açılırken bineceğin gemi, Allah
korkusu, geminin yükü Allah'a iman ve yelkeni Allah'a te-
vekkül etmek olsun.
Böylelikle belki, boğulmaktan kurtulursun, başka türlü
kurtulacağını sanmıyorum."
Fudayl (r. a.) buyurur ki: "Şu âyet beni çok düşün-
dürdü:
"Biz kullardan hangisinin daha iyi amel işleyeceğini de-
nemek için yeryüzü üzerindeki her şeyi zinet halinde yarattık.
Hiç şüphesiz, biz onun üzerindeki her şeyi kupkuru bir
toprak parçasına çevireceğiz." Kehf sûresi, 7-8
Ehl-i hikmetten biri şöyle der: "Dünyada karşılaştığın
her şey ile senden önce biri karşılaşmış ve senden sonra da
başkası karşılaşacaktır. Senin dünyadan nasibin sadece bir
akşam yemeği ile bir günlük gıdadır. O halde bir kaç öğün
yemek uğruna kendini mahvetme. Dünyaya karşı oruçlu ve
Ahiret ile ilgili olarak iftar etmiş davran. Çünkü dünyanın
sermayesi hiçlik, kazancı cehennemdir."
Bir keşişe: "Zamanı nasıl görüyorsun?" diye sorarlar,
keşiş şöyle cevap verir: "Vücudları eskitirken, emelleri
yeniler. Ölümü yaklaştırırken arzulanan hedefleri uzağa
kaçırır" Yine ona: "Peki, dünya halkı hakkında görüşün
nedir?" diye sorarlar, cevabı şöyle olur "Dünya kimin eline
geçiyorsa yorgun düşer, kim ona ulaşamazsa var gücü ile
peşinden koşar,"
Nitekim aynı düşünceyi ,bir şâir şöyle ifade ediyor:
'Yüzünü güldüren bir yaşayış için dünyayı öven kimse,
Ömrün hakkı için çok geçmeden onu kınayacaktır. Dünya
arkasını dönük tutunca insan özlem içindedir. Yüz verdiği
zaman da sıkıntıları artar."
Ehli hikmetten biri der ki: "Üzerinde ben yokken
bu dünya vardı. O yok olurken de ben üzerinde
bulunmayacağım. Burada kalmaktan da hoşnut değilim.
Çünkü hayatı pintilik, durusu bulanıktır. Dünyalılar nimetinin
elden kaçacağından, ya başa gelecek beklenmedik bir belâ-
sından veya günü dolacak ömürden devamlı endişe
içindedirler."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
Başka bir ehli hikmet de şöyle der: "Dünyanın en
büyük kusuru, herkese hak ettiğini değil, ya fazlasını, ya
eksiğini vermesidir."
Süfyan es-Sevri (r.a.) buyurur ki: Dünya nimet-
lerini görmüyor musun, sanki Allah'ın gazabına uğramışlar
gibi hep ehil olmayan ellere düşmüşlerdir."
Ebû Süleyman ed-Daranî (r.a.) şöyle buyurur:
"Dünyaya tutkunluk ile talip olan bir kimseye ondan birşey
verilirse daha çoğunu ister. Ahirete de aşk ile talip olan
ondan bir şey verilse daha çoğunu ister. Ne bunun ve ne de
öbürünün sonu yoktur."
Adamın biri Ebû Hazım'a (r.a.) dedi ki: "Benim
yurdum olmadığı halde dünyayı sevdiğim için halimi beğen-
miyorum, sana kendimi şikâyet ediyorum" der. Ebû Hazım
adama şöyle cevap verir: "Allah'ın sana dünyadan ayırmış
olduğu pay hakkında dikkatli ol, onu ona helâl yollardan
kazanarak yerinde harca, o zaman dünya sevgisinin sana hiç
bir zararı olmaz."
Ebû Hazım'm adama böyle cevap vermesinin sebebi
şudur: Çünkü eğer dünya sevgisinden dolayı onu kınayacak
olsaydı, adamı o derece üzebilirdi ki, adamı dünyadan iyice
soğuyarak ölmeyi isteyebilirdi.
Yahya İbni Muâz (r.a.) şöyle buyurur: "Dünya şey-
tanın ticârethanesidir. Şeytanın ticarethanesinden hiçbir şey
çalmayasın, sonra onu aramaya çıkarak seni yakalar."
Fudayl (r.a.) buyurur ki: "Dünya geçici bir altından
ve Ahiret de kalıcı boncuktan olsa bize kalıcı boncuğu geçici
altına tercih etmek gerekirdi."
Biz geçici boncuğu kalıcı altına tercih ediyoruz; halimiz
ne olacak!
Ebû Hazım (r.a.) der ki, "Aman dünyaya tutul-
mayınız. Çünki bilenlerden, öğrendiğime göre dünyayı gö-
zünde ululaştıran kimse, Kıyamet günü Allah'ın huzuruna ge-
tirilince ona: "İşte bu adam, Allah'ın önemsiz ilan ettiğini yü-
ce kabul etti" denecektir.
İbni Mes'ûd (r.a.) der ki: "Dünyada bulunan herkes
bir misafir ve rnalı da emanettir. Misafir göçücüdür ve ema-
net de geri verilecektir."
Şu beyit bu gerçeği dile getiriyor:
"Ma/ ve çoluk-çocuk birer emanetten başka bir şey
değildir.
Oysa ki, emanetleri bir gün mutlaka geri vermek
gerekir."
Hz. Râbiâ (r.a.) bir gün dostlarını ziyaret etmeğe varır,
dostları sözü dünyaya getirerek onun kötülüklerini dile ge-
tirirler. Hz. Râbiâ buyurur ki: "Dünyadan bahsettiğiniz ye-
ter, susun. Eğer o kalbinizde yer etmiş olmasaydı, ondan bu
kadar çok bahsetmezdiniz.
Söyleyeceğim söze kulak verin. Bir şeyi çok seven, onu
s'k sık anar."
İbrahim İbni Edhem'e (r.a.) "Nasılsın?" diye sordular,
aşağıdaki şiirle cevap verdi:
"Yamadık dünyamızı, yırtarak dinimizden Sonunda din
de gitti, dünya da gitti elimizden..."
Başka bir beyit de şöyledir:
"Dünya peşinde koşanı şöyle görüyorum:
Ömrü ne kadar uzun olursa olsun
Dünyanın nimet ve sefasına nerede ulaşırsa ulaşsın,
Bir dülger gibidir ki, binasını yapar yapısını yükseltir
Fakat çatısını çatınca kurduğu bina yıkılıuerir."
Diğer bir beyitde de şöyle anlatılır:
"Farzet ki,dünya sana bağış olarak sunuldu,
Onun akıbeti yok olmak değil midir?
Senin dünyan ancak bir gölge gibidir,
Seni gölgelendirir bir müddet, sonra kayıp geçer."
Lokman-ı Hekim, oğluna der ki: "Yavrum! Ahiretin
uğruna dünyanı feda et, her ikisini de kazanırsın. Ama
dünyan uğruna Ahiretini feda etme her ikisini de kay-
bedersin."
Mutarrıf İbni Srttıy (r.a.) der ki: "Kralların bolluk
içinde geçen hayatlarına ve parlak kıyafetlerine bakma lâkin
onların çabuk göçüşüne ve kötü akıbetine bak."
32
İbni Abbâs (r.a.) buyurur: "Allah dünyayı üçe
ayırdı: Bir parçası mü'minin, bir parçası münafığın ve diğer
parçası da kafirindir. Mü'min kendi payına düşeni azık
yapar, münâfik hissesi ile süslenir, gösteriş yapar. Kâfir de
kendine düşenden habire yararlanır."
Ehli hikmetten biri der ki: "Dünya "bir leştir, buna
göre ondan pay almak isteyenler, köpekler ile geçinmeye
katlanmalıdırlar."
Bu hususta şu beyit söylenmiştir:
"Ey dünyayı kendisine eş olarak isteyen kişi,
Onu, kendine istemekten vaz geç ki, selâmete eresin.
Çünki kendine eş olarak talip olduğun gaddar bir
dişidir.'
Onunla yapacağın eulilik töreni yas törenine pek
yakındır."
Ebû'd-Derda (Rahimehullah) der ki: Allah katında
dünyanın hor görülmesi sebeblerinden biri Allah'a ancak
orada isyan edilmesidir.
Diğer bir sebep de Allah katındaki derecelere ancak
dünyadan yüz çevrilerek ulaşılabilmesidir."
Bir şâirin bir beyti şöyledir:
"Dünyayı, basiretli bir kimse ince/ediği zaman
Karşısına dost elbisesi giymiş bir düşman çıkar."
Diğer bir şair de şöyle der:
"Ey gecenin ilk saatlerinde
Halinden memnun uykuya dalan kişi
Gelişmeler çoğunlukla tan yeri ağarırken kapıyı çalar,
Nice bolluk ve saadet deuirîerini sona erdirmiştir,
Talih yıldızlarının bazan yararlı ve bazan ters dönmesi
Dünya olaylarının akışı nice mülkü yok etmiştir.
Ki, o mülk uzun bir dönem /ayda ve zarar sağlamıştır.
Ey dünyaya yanak yanağa sokulan kişi, o baki değildir.
Akşamdan sabaha,
Onun hayatından bir çok misafirler gelip geçer.
Dünyaya yanak yanağa sokulmaktan vazgeçer misin?
Ta ki, cennette bakireler ile yanak yanağa gelebilesin.
Eğer ebedi cennet bahçelerine konmak istiyorsan
Sana gereken cehennemden emin olmamaktır."
Ebû Ümam el-Bahilî (r.a.) der ki. "Hz. Muham
med'e (s.a.s.) Peygamberlik verildiği zaman, şeytanın yar-
dakçıları iblise gelerek "Yeni bir peygamber gönderildi, yeni
bir ümmet ortaya çıkıyor" diye haber verdiler.
İblis yardakçılarına: "Bu ümmet dünyayı seviyor mu?"
diye sorar. Yardakçıları ona "Evet" diye cevap verirler. Bu-
nun üzerine şeytan yardakçılarına şunları söyler: "Eğer dün-
34
uayı seviyorlarsa putlara tapmamaları benim için önemli
değil- Ben gece gündüz onlara sokulur ve ayartma gay-
retlerimi şu üç nokta üzerinde yoğunlaştırırım:
1- Malı haksız yollardan kazanmak,
2- Haksız ve günah yerlerde harcamak,
3- Haklı yerlere yapılması gereken harcamanın önüne
geçmek, Zaten bütün kötülüklerin kaynağı da bu üç davra-
nıştır."
Adamın biri Hz. Ali'ye (r.a.) "Yâ emiralmü'minin, bize
dünyayı anlat" der. Hz. Ali, adama şu cevabı verir, "Sana
dünya hakkında ne söyleyeyim? Burada sıhhatli olan has-
talanır, güvene Hasan el-Basrî: "Hayır, doğru olmaz. Bütün
dünya onun olsa yine de zarurî ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde hesaplı harcayarak biriken servetini fakirlik günlerine
saklaması gerekir." dedi.
Fudayl (r.a.) buyurur ki: "Eğer bütün dünya helâl
olarak bana bağışlansa ve Ahirette ondan dolayı hesaba çe-
kilmeyeceğim bana bildirilse yine de sizden biriniz önüne
çıkan leşin elbisesine bulaşmasından nasıl tiksinip kaçınırsa
ben de dünyadan öyle tiksinerek kaçınırdım."
Bildirildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) Şam'a gelince Ebû
Ubeyde (r.a.) kendisini sade bir iple yularlanan bir devenin
sırtında karşıladı.
Hz. Ömer Ubeyde'ye selâm verdikten sonra halini sor-
du. Sonra kaldığı eve vardı. Ortalıkta kılıcından, kalkanından
35
ÖLÜM-KIYAMET-ÂHİRET
ve binek takımından başka bir şey göremedi. Bunun üzerine
Hz. Ömer, Ebû Ubeyde'ye: "Biraz mal edinseydin" der.
Ebû Ubeyde'nin cevabı şu olur: "Ey Emiralmü'minin,
bunlar bizi mezara ulaştırır."
Süfyan es-Sevrî (rahimehullah) der ki: "Dünyadan
be-denin için, Ahiretten de kalbin için al."
Hasan el-Basrî buyurdu ki: "Allah'a yemin ederim,
İsrailoğulları önce Allah'a kullak ettikleri halde dünyaya tu-
tuldukları için sonradan puta tapmaya yöneldiler."
Vehb (r.a.) der ki; "Bir kitapta okuduğuma göre dün-
ya aklı başında kimseler için ganimet, cahiller için gaflet
yeridir, oradan ayrılıncaya kadar onu tanıyamazlar, ayrıl-
dıktan sonra yeniden oraya dönmek isterler, fakat döne-
mezler.
Lokman-ı Hekim oğluna şöyle nasihat eder:
"Yavrum, dünyaya geldiğin ilk günden itibaren her ge-
çirdiğin gün ile dünyayı arkada bırakıyor ve Ahireti karşı-
lıyorsun. Her gün adım adım yaklaştığın bir ev, adım adım
uzaklaştığın evden sana daha yakındır."
Suayd İbni Mas'ud (r.a.) der ki: '!Dünyadan yana
işleri gelişirken Ahiret konusundaki amelleri günden güne
eksildiği halde bu durumdan hoşnut olan birini görürsen, bil
ki, bu adam yüzüstü süründüğü halde farkında olmayan biri
aldanmıştır."
Amr İbni As (r.a.) bir gün hutbede cemaate şöyle
seslendi: "Allah'a yemin ederim ki, Peygamberimizin uzak
durduğu şeylere sizin kadar düşkün başka bir kavim görmüş
değilim- Allah'a yemin ederim ki, Peygamberimiz (s.a.s.) ya-
nında üç kişi varsa, bir şey almak için gelen, bir şey verme-
ye gelenden çok olurdu."
Bir gün Hasan el-Basrî:
"Ey insanlar, hiç şüphesiz, Allah'ın va'di gerçektir. O
halde dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Ayartıcı şeytan da
Allah'ın bağışlayıcılığını ileri sürerek sizi aldatmasın" âyetini
okuduktan sonra dedi ki, "Dünya sizi aldatmasın" diye kim
buyuruyor?
Dünyayı yaratan ve buna göre onu herkesten daha iyi
tanıyan Allah buyuruyor. Sakın dünya meşguliyetlerine ken-
dinizi kaptırmayınız. Çünkü dünya o kadar oyalayıcıdır ki,
insan kendisine bir meşguliyet kapısı açsa arkasından ken-
diliğinden nerede ise on meşguliyet kapısı daha açılır.
Zavallı ademoğlu, helâlinin hesabı ve haramının azabı
olan bir yurttan hoşnut görünüyor. Oysaki, kazancını he-
lâldan sağlasa hesaba çekilecek, haram yollardan sağlasa
azaba çarpılacaktır.
Ademoğlu malını az görür, ama amelini az görmez.
Dinine gelen musibeti umursamaz da dünyasına gelen mu-
sibete üzülür."
Hasan el-Basri (r.a.) halife Ömer İbni
Abdulâziz'e (r.a.) bir mektup yazdı, mektupta şöyle
diyordu: "Selâm üzerine olsun, sanki sen üzerine ölüm
yazılıp da ölen son nesnesin."
Ömer İbni Abdülâziz de ona şöyle cevap yazdı: "Selâm
üzerine olsun. Sanki sen dünyadasın ama hiç bir zaman
varolmamışsın ve sanki sen Ahirettesin ve halen oradasın."
Fudayl ibni İyâz (r.a.) buyurur ki: "Dünyanın girişi
kolay, fakat çıkışı zordur."
Ehli halden biri der ki: "Ölümü gerçek bilen kimseye
şaşarım, nasıl sevinebilir? Cehennemi gerçek bilene de şaşa-
rım, nasıl gülebilir? Dünyanın insanlan nasıl değiştirdiğini
görenlere şaşarım, ona nasıl güvenebilirler? Kaderi gerçek bi-
lenlere dahi şaşarım, niye hırsla didinirler?"
Bir gün iki yüz yaşında Necrân'ı bir ihtiyar Hz. Muâviye
(r.a.)'yi ziyaret etmeye gelir. Hz. Muâviye ona dünyayı nasıl
bulduğunu sorar. İhtiyar şu cevabı verir: "Afet ve kıtlık yılları,
bolluk yıllarını, gün günü, gece geceyi kovaladı, kimi do-
ğuyor, kimi ölüyor. Doğanlar olmasa insan soyu tükenecek.
Ölen de olmasa dünya insanlara dar gelecek."
Bunun üzerine Hz. muâviye ihtiyara: "Ne dileğin varsa
söyle" der. İhtiyar Hz. Muâviye'ye der ki: "Geçen ömrü geri
getirebilir yahut yaklaşan eceli savabilir misin?"
Hz. Muâviye: "Bunlara gücüm yetmez" diye cevap
verir. Bunun üzerine ihtiyar Muâyiye'ye: "O halde senden hiç
bir isteğim yok" der.
Dâvud ct-Taî (r.a.) şöyle buyurdu: "Ey ademoğlu!
Emeline kavuştun diye seviniyorsun, ama ona ölümüne
biraz daha yaklaşmak pahasına ulaşabildin. Sonra amelini
erteledin, sanki o başkasının yaranna imiş gibi"
Bişr (r.a.) buyurdu ki: "Allah'tan dünyayı isteyen
kimse Kıyamet günü O'nün huzurunda uzun zaman dikili
kalmayı istemiş demektir."
Ebû Hazım (r.a.) buyurdu ki: "Dünyada seni sevin-
diren her şeye Allah seni üzecek bir şey bitiştirmiştir."
Hasan cl-Basrî buyurur: "İnsanın ruhu dünyadan üç
hasretle ayrılır:
1- Biriktirdiklerine doymaz,
2- Arzu ettiklerine kavuşamaz,
3- Varmakta olduğu yere yeterince azık hazırlayamaz."
Ehli Ma'rifetten birine: "Zenginliğe kavuştun" derler, o
da: "Zenginliğe kavuşanlar, ancak dünya köleliğinden azad
olunabilenlerdir" diye cevap verir.
Ebû Süleyman (r.a.) buyurur ki: "Kalbini Ahiret dü-
şüncesi ile meşgul etmeyenler, dünyaya yönelen azgın ar-
zulara karşı direnemezler."
Mâlik İbni Dinar (r.a.) bir gün şöyle dedi: "Dünya
sevgisi üzerine hepimiz uyuştuk. Ne biribirimize iyiliği emre-
diyor ve ne de biribirimizi kötülükten alıkoyuyoruz. Allah bizi
bu durumda olduğumuz gibi bırakmaz. Allah'ın bize ne azab
indireceğini keşke bilseydim!"
Ebû Hazım der ki: "Azıcık dünyalık, insanı bir çok
Ahiret emelinden alıkoyar."
Hasan el-Basrî der ki: "Dünyaya önem vermeyiniz.
Allah'a yemin ederim ki, dünya yalnız ona önem vermeyen-
lere yaramıştır. Allah bir kulun iyiliğini dilerse ona önce bir
miktar dünyalık verir, sonra bir müddet arkasını keser. Veri-
len bitince yine verir. Kul dünyalığa önem vermez olunca o
zaman ona bol bol verir."
Ariflerden biri Allah'a şöyle dua ederdi: "Ey senin iznin
olmadan yere düşmesin diye göğü tutan Allah! Dünyayı tut
ki, üzerime gelmesin."
Muhammed İbni Münkedir (r.a.) buyurdu ki. "İn-
san hiç bozmadan bütün günler oruç tutsa, hiç uyumadan
geceleri ibadet ile geçirse, bütün malını sadaka olarak
dağıtsa, Allah yolunda cihad etse ve Allah'ın haramlarından
kaçınsa, fakat Kıyamet günü Allah'ın huzuruna getirilince
onun için: "Bu adam Allah'ın hor gördüğünü gözünde
yüceltti ve Allah'ın önem verdiğin gözünde küçümsedi"
denirse durumu ne olur biliyor musun? Hangimiz öyle
değiliz ki! Hepimiz işlediği kusur ve günahlar ile birlikte dün-
yayı yüce görüyoruz."
Ebû Hazım (r.a.) buyurdu ki: "Hem dünya ve hem
de Ahiret kazancı çetinleşti. Ahiret kazancının zorluğu şun-
dandır. O konuda yardım edecek kimse bulamıyorsun.
Dünya kazancının çetinleşmesine gelince bu konuda nereye
el atarsan senden daha önce konmuş bir eğri adam gö-
rürsün."
Ebû Hüreyre (r.a.) buyuruyor ki: "Dünya, gök ile
yer arasında eski bir torba gibi asılıdır. Allah onu yarattığı
günden onu yok edeceği güne kadar:
-"Yâ Rabb'i, Ya Rabbi niye beni hor görüyor, tarafıma
bakmıyorsun?" diye devinil olarak Allah'a seslenir. Allah da
ona: "Sus, ey hiçlik" diye cevap verir."
Abdullah İbni Mübarek (r.a.) buyurdu ki: "Bir ta-
raftan dünya sevgisi, öbür yandan işlenen günâhlar kalbi ku-
şatmışlardır, iyilik ona nereden sızabilsin ki!"
Vehb İbni Münebbih (r.a.) der ki: "Dünyanın her-
hangi bir şeyin kalbi sevinen kimse hikmetten sapmıştır.
Azgın arzularını ayak altına alabilen kimse şeytanı gölge-
sinden ayırmış olur. Ameli, havaî arzularına baskın çıkan
kimse galiptir.
Bişr'e: "Falan adam öldü" derler. O da: "Dünyada-birik-
tirdi, Ahirete göçtü, kendine yazık etti" diye cevap verir. "O
Şunu şunu yapardı" deyip adam hesabına birkaç kalem iyilik
sayarlar. Bişr der ki, "dünyalık biriktirme peşinde koştuğuna
Söre onların hiç bir faydası yok."
Ariflerden biri der ki: "Dünya bizden nefret ettiği
halde biz onu seviyoruz. Bir de bizi sevseydi o zaman ne
yapardık acaba?"
Ehli hikmetten bir zata: "Dünya kimindir?" diye
sorarlar. O da: "Onun peşinden koşmayanlarındır" der.
"Peki Ahiret kimindir?" diye sorarlar, o da. "Ona talip
olanlarındır" diye cevap verir.
Yine ehli hikmetten bir zat der ki: "Dünya bir yıkıntı
yeridir. Onu onaranın kalbi daha köhne bir harabedir.
Cennet bakımlı bir evdir. Onu arayan kalb ise daha alımlı bir
ma'muredir."
Cüneyd el-Bağdadi (r.a.) buyurdu ki: "İmam-ı Şafii
(r.a.) dünyada hak dili ile konuşan müritlerden idi. Bir
mü'min kardeşine Allah hakkında vaaz etti ve onu Allâhla
korkutarak şunları söyledi:
"Ey kardeşim! Dünya kaygan bir bataklık ve bir zillet
yurdudur. Gösterişli yapıları yıkılışa doğru gider. Onun sa-
kinleri mezarlık yolcularıdır. Düzeni dağınıklığa varır. Zen-
ginliği fakirliğe çıkar. Oradaki bolluk kıtlıktır, kıtlığında ise
bolluk vardır. Allâh'dan kork. O'nun sana ayırdığı rızka razı
ol. Geçici yurdundan devamlı yurduna hazırlıksız göçme.
Çünkü senin hayatın geçici bir gölge, yıkılmaya yüz tutmuş
bir duvardır. Amelini çok ve emelini az eyle."
ibrahim İbni Edhem (r.a.) adamın birine: "Rüyada bir
dirhem parayı mı, yoksa uyanık iken eline geçen bir dinar
parayı mı tercih edersin?" diye sorar.
Adam: "Tabii, uyanık iken elime geçen dinarı tercih
ederim" diye cevap verir. İbni Edhem adama der ki: "Doğru
söylemedin Çünkü dünyada elde etmek istediğin her şey,
rüyada elde etmek istediğin şey gibidir. Buna karşılık tercih
etmediğin Ahiret ameli, uyanıkken ele geçecek şeyi
istememen gibidir."
İsmail İbni Ayyaş (r.a.) buyurdu ki: "Dostlarımız
dünyaya dişi domuz adını verirler de: "Bizden ırak ol ey dişi
domuz" derlerdi. Bundan daha çirkin bir isim bulsalardı,
dünyaya onu takarlardı."
Kâ'b İbni Ahbar (r.a.) der ki: "Dünyaya öyle tutu-
lacaksınız ki, ona ve halkına köle olacaksınız."
Yahya İbni Muaz er-Razî (r.a.) der ki: "Şu üç
kimse akıllıdır:
1- Dünya ona yüz çevirmeden önce kendisi ona yüz
çeviren,
2- İçine girmeden önce mezarını hazırlayan,
3- Huzuruna varmadan önce yaradanının hoşnutlu-
ğunu kazanan kimse.
Dünya öyle uğursuzdur ki, içine dalman surda dursun,
onun özlemi bile seni Allah'a ibadet etmekten ahkoyar."
Bekir İbni Abdillah (r.a.) der ki: "Dünyaya yine
dünya ile karşı koymak isteyenler, saman ile ateşi söndür-
meye kalkışanlar gibidirler."
Bindar (r.a.) der ki: "Dünya düşkünlerini dünya
Peşine düşmemekten bahsederken gördüğüm zaman bilesin
ki, onlar şeytanın maskaraları arasındadır. Dünyaya yöne-
lenleri ihtiras ateşi yakar, küle çevirir.
Ahirete yönelenleri Ahiret aşkı arıtıp yararlanılabilir sik-
ke haline getirir. Allah'a yönelenleri Tevhit ateşi yakar, paha
biçilmez bir cevher haline getirir."
Hz. Ali (k.v.) buyurur ki:
"Dünya şu altı şeyden ibarettir:
l-Yiyecekler,
2- İçecekler,
3- Giyecekler,
4- Binekler,
5- Nikâhlıklar,
6- Güzel kokular.
Yiyeceklerin en değerlisi baldır. Halbuki o bir sineğin
yiyeceğidir.
İçeceklerin en değerlisi sudur, ama onda iyi kötü
herkes müsavidir.
Giyeceklerin en değerlisi ipekdir oda bir böcek
dokumasıdır.
Bineklerin en değerlisi attır, onunda sırtında adam
öldürülür.
Kadın en güzel yerini ziynetler; halbuki onun en çirkin
yeri arzu edilir.
Güzel kokuların en değerlisi misk'dir. O ise kandır."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CENAZE VE KABİR
Bilesin ki, cenazeler basiret sahipleri için ibarettir. Ce-
naze uyancı ve hatırlatıcıdır. Fakat bu uyancılık ve hatır-
latıcılık gafiller için değildir. Çünkü cenazeleri görmek gafille-
rin sadece gönül katılığını artırır. Çünkü onlar her zaman
başkalarının cenazelerine bakacaklarını sanırlar ve kaçınıl-
maz olarak bir gün kendi cenazelerinin de eller üstünde
taşınacağını hesap etmezler. Ya da cenazelerinin taşınmasını
yakın görmezler ve o anda cenazeleri taşınanların da öyle
düşündüklerini, fakat hesaplarının tutmadığını ve sürelerinin
çok erken dolduğunu göz önünde tutmazlar.
Kendini bilen kimse, cenazeye, tabuta kendisi konmuş
gibi bakmalıdır. Çünkü çok geçmeden, belki ertesi ve belki
iki gün sonra tabuta girebilir.
Rivayet edildiğine göre, Ebû Hüreyre (r.a.) bir cenaze
görün ve: "Uğurlar olsun. Biz de peşindeyiz" derdi.
Mekhul cd-Dimeşkî (r.a.) bir cenaze gördüğü
zaman: "Önce siz geçiniz biz arkanızdayız. Bir yanda manâlı
bir nasihat, öbür yanda kısa ömürlü bir gaflet. Biri gidiyor ve
ötekinin ise aklı başında değil" derdi.
46
Üseyd İbni-Hudeyr (r.a.) buyurur ki: "Her cenaze
aördüğümde içimden sadece gerçekleşen hâdise mahiyetinin
ne olduğu ile nereye varılacak olduğunu düşünürüm."
Kardeşi ölen Mâlik İbni Dinar (r.a.) cenaze töreninde
qöz yaşı dökerken "Nereye varacağımı bilmeden, yüzüm gü-
lemez. Yaşadıkça da bunu öğrenemem." diyordu.
A'meş (r.a.) buyurur ki: "Cenaze törenlerine
katıldığımızda hepimiz yaslı olduğunuz için hangimiz hangi-
mizi teselli edeceğini bilmezdim."
Sabit el-Bünânî (r.a.) buyurur ki: "Cenaze tören-
lerine katıldığımızda başı önde olarak ağlamayan kimse
göremezdik."
İlk müslümanlar ölümden böyle korkarlardı. Şimdi ise
cenazelerde çoğunluğu, gülen, eğlenen ve sadece ölünün
geriye ne miras bıraktığı ve mirasının nasıl bölüşüleceği ko-
nusunda konuşan kalabalıklar görüyoruz Günümüzün tö-
renlerinde ölünün yakınları ve akrabaları sırf hangi yoldan
giderek kalan mirastan pay alacaklarını düşünmekte, hiçbiri
kendi cenaze töreni ile tabuta konunca başına neler geleceği
konusunda kafa yormaktadır.
Bu gafil hâlin, günah ve isyanlarla katılaşan kalplerden
başka bir sebebi yoktur. Bu yüzden Yüce Allah'ı, ahiret
Sununu ve önümüzdeki korkunç merhaleleri unutarak bize
faydası olmayan şeylerle ilgilenir, oyalanır olduk.
Allah'tan bizi bu gafletten uyandırmasını dileriz. Cenaze
törenine katılanlardan baklenen en yerinde davranış, ölü için
gözyaşı dökmektir. Aslında işin için yüzünü idrak
ölüye değil, kendilerine ağlarlar.
ibrahim ez-Zeyyad (r.a.) ölüye acıyanları görünce
onlara "Kendinize acısanız size daha yararlı olur. Çünkü üç
korkunç safhadan geçmiş bulunuyor. Birincisi ölüm meleği-
nin yüzünü gördü, ikincisi ölüm acısını tattı. Üçüncüsü son
nefesteki endişeden kurtuldu."
• A
Ebû Amr Ibni Âlâ der ki: " Birgün ünlü şair Cerir ile
birlikte oturuyorduk. Kâtibine şiir yazdırıyordu. Bu sırada bir
cenaze göründü. Cerir sustu. Sonra da: "Vallahi bu cenazeler
beni kocalttı." dedi ve o anda şu beyitleri inşad etti:
"Cenazeler bize doğru gelirken ürküyoruz. Onlar
geçtikten sonra da eğlenceye dalıyoruz. Üzerine kurt düsen
bir koyun sürüsü gibiyiz. Kurt sürüden uzaklaşır uzaklaşmaz
Koyunlar yine otlamaya dalarlar."
Düşünceli olmak, ibret almak ve fıkıh kitablarındaki
cenazenin sünnet ve edeplerine uyarak alçak gönüllü bir eda
ile cenazenin arkasından gitmeye hazırlanmak, cenaze tören-
lerine katılmanın edeplerindendir. Yine kişinin ölü hakkında
fasık da olsa iyi düşünmesi ve görünüşü iyi olsa bile kendisi
hakkında kötümser olması cenaze edeplerindendir. Çünkü
son nefesi verme ânı tehlikedir, nasıl geçeceği bilinmez.
Nitekim Ömer İbni Zerr'in (r.a.) günahkâr tanınan bir
komşusu ölür. Herkes cenazesine katılmaktan kaçınır. Buna
karşılık Ömer komşusunun cenazesine katılır ve namazını
kıldırır. Ölü toprağa verilince Ömer mezann başına dikilir ve
öyle der: Ey Ebû Filan, Allah sana rahmet etsin. Ömrün
boyunca Kelime-i Tevhid'den ayrılmadın, yüzünü secdeyle
toprakladın. Senin için "Günahkâr ve kusurlu" diyorlar. Han-
qimiz günahsız ve kusursuzuz ki?!"
Söylendiğine göre Basra kasabalarından birinde
qunaha düşkün biri bir gün ölür. Karısı cenazesini taşımakta
kendisine yardım edecek hiç kimse bulunmaz. Çünkü gü-
nahkârlığı ile tanındığından hiç kimse cenazesine katılmaz.
Kadın ölüyü iki ücretli hamal ile musalla taşma taşır. Fakat
hiç kimse namazını kılmak istemez.
Bunun üzerine kadın, toprağa vermek üzere ölüyü sah-
raya taşıtır. Yakınlardaki dağda büyük bir zâhid barı-nırmış.
Kadın onu karşısında görür. Sanki cenazeyi bekliyor gibidir.
Sonra da cenazenin namazını kılmaya hazırlanır.
Kasabanın her yanına: "Zahid falan kişinin cenaze na-
mazını kılmak üzere dağdan indi1 diye haber yayılır. Bunun
üzerine bütün kasaba halkı da oraya toplanır ve zahidin
imamlığı altında cenaze namazını kılarlar.
Halk, zahidin bu cenazenin namazını kılmasına şaşar-
lar. Bir soru üzerine davranışın sebebini şöyle açıklar: Rü-
yamda bana falan yere in. Orada yanında bir kadından
başka hiç kimsenin bulunmadığı bir cenaze göreceksin.
Onun namazını kıl. Onun günahlan affedilmiştir." diye bil-
dirildi.
Bu sözleri duyan halkın şaşkınlığı daha da artar.
Bunun üzerine zâhid, ölünün eşini yanına çağırır. Ona
kocasının nasıl bir hayat yaşadığını ve ne gibi özellikleri
olduğunu sorar. Kadın: "Herkesin bildiği gibi gününün çoğu
kısmını meyhanede içki içerek geçirirdi" diye cevap verir.
Zâhid kadına: "Düşün bakalım, hiçbir iyi amelini biliyor
musun" diye ısrar eder.
Kadın bu defa şu cevabı verir: "Evet, onun üç iyi hu-
yunu hatırlıyorum: Birincisi sabahleyin ayılınca üstünü de-
ğiştirir, abdest alır ve sabah namazını cemâatle kılar. Sonra
yine meyhane döner, içki içmeye başlardı.
İkincisi evinde her zaman bir veya iki yetim barın-
dırırdı. Onlara çocuklarından da daha iyi davranırdı. Onların
üzerine çok titrerdi. Üçüncüsü gece ortasında ayrılır ve
gözyaşları arasında: 'Ya Rabb'i, bu murdar bedenimle hangi
cehennem köşesini doldurmak istiyorsun?" derdi.
Bunun üzerine zâhid ortadan kayboldu ve halkın
adamı hakkındaki şaşkınlığı ve kararsızlığı da dağılmış olur.
Dahhak şöyle der:
"Adam'ın biri Peygamber'imize: "İn-sanların en zahidi
kimdir, ya Rasûlallah?" diye sorar.
Peygamberimiz adama şöyle cevap verir:
-"Kabri ve çürümeyi hatırından çıkarmayan, dünya
ziynetinin fazlasından uzak durup baki olanı fâni olana tercih
eden, yarını ömründen saymayan ve kendini ölülerden biri
sayan kimsedir."
i 50
Evini mezarlığa yakın seçen Hz. Ali'ye (k.v.):
."Niye mezarlığa yakın oturuyorsun?" diye sorulunca
.. je cevap verir; "Ben onları en iyi ve en doğru komşu o-
I rak kabul ediyorum. Çünkü konuşmaktan kaçınıyor ve âhi-
reti düşünüyorlar."
Hz. Osman (r.a.) bir kabrin başına varınca sakalı
ıslanacak derecede ağlardı. Kendisine: "Sen cenneti ve
cehennemi anınca ağlamıyorsun da kabrin başında durunca
niye ağlıyorsun?" diye sorarlar. Hz. Osman şu cevabı verir:
Ben Peygamber'imizin şöyle dediğini duydum: "Kabir, âhi-
retin ilk konağıdır. Ölü bu safhadan kolay geçerse sonrası
daha kolay olur. Fakat bu safha çetin geçtiği takdirde arkası
daha zor gelir. Söylendiğine göre Amir İbni' As (r.a.) bir gün
mezarlığın yanında atından inerek iki rek'at namaz kılar.
Kendisine:
-"Daha önce böyle yapmazdın, şimdiki davranışının
sebebi nedir?" diye sorarlar. Bunun üzerine şu cevabı verir:
-"Kabir halkını ve onlar ile kabir arasında neler
Seçtiğini düşündüm de bu ikisi vesilesi ile Allah'a yaklaşmak
istedim."
Mücâhid (r.a.) der ki: "Ölü ile ilk önce kabri konuşur
Ve der ki: "Ben böcek, yalnızlık, gariplik ve karanlık yuvası-
pm. İşte senin için hazırladıklarım bunlardır, sen benim için
!ne hazırladın?"
Ebû Zerr (r.a.) buyurur ki: "Size fakirlik gününü
''direyim mi? Kabre konulduğun gündür.
51
O sırada bütün vahşî hayvanlar, başları öne eğik ola-
rak, daha önce mahlûkattan kaçtıkları halde bu defa onların
bütün canlılar, kırk yıl öylece berzahta kalırlar. Kırk yıl sonra arasına karışarak ve hiç bir günaha bulaşık olmadıkları halde
Aniden diriliş emrine boyun eğerek dağlardan ve çöllerden
^ahşer'e doğru yönelirler.
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
SÛR'A ÜFÜRMEK, ÜRKMEK VE MEZARLARDAN KALKMAK
Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: |
"Nasıl rahat olayım ki, Sûr sahibi (Hz. İsrafil) boruyu
ağzına almış, cepheye dönmüş ve kulak kesilmiş, ne zaman
üfürme emri geleceğini beklemektedir."
Mukatil'e (r.a.) göre: "Sûr" bir boynuzdur. Hz. İsrafil
ağzını boru şeklindeki bu boynuzun üzerine koymuştur.
Boynuzun başının çevresi yerle gök arası genişliğindedir. İs-
rafil, gözünü Arş'a dikmiş ne zaman ona ilk üfleme emri ge-
leceğini beklemektedir.
İsrafil ilk defa Sûr'a üfleyince yerde ve göklerde
bulunan her canlı, yere baygın düşer. Yani Allah'ın canlı
kalmalannı diledikleri dışında bütün canlılar, şiddetli korku
yüzünden oluverirler. Canlı kalacak olanlar Cebrail, Azrail,
Mikâil ve İsrafil'dir. (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun.)
Bundan sonra Azrail, alacağı emir uyarınca sırasiyk
Cebrail, Mikâil ve İsrafil'in canını alır, en sonunda yine emir
uyannca kendisi ölür. İlk sûr üflemesinin arkasından
Allah (c.c.) İsrafil'i dirilterek ona Sûr'a ikinci sefer üflemesini
rnreder. Bu durumu Kur'ân şöyle bildirir:
"Sonra ona (Sûr'a) bir defa daha üflenir, o za-
man onların (canlıların) hepsi ayaküstü dikilmiş bek-
ler duruma gelirler." Zümer Sûresi, 68.
Peygamber'imiz (s.a.s.) aynı bahisde şöyle buyuruyor:
"Bana peygamberlik verildiği zaman Sûr'un sahibi
geldi, Sûr'u ağzına aldı bir adımım öne, öbür adımını geriye
doğru açtı, her an ne zaman üfleme emri alacağını bekliyor,
aman Sûr'a üflemeden çekininiz."
Şimdi kabirlerden doğrulurken ilk baygınlığın korkusu-
nu hâlâ üzerlerinden atamamış olan ve haklarında verilecek
olan hükmün iyi mi kötü mü olduğunun endişesine kapılan
canlı-ların zavallılığını, hayal kırıklığını ve çaresizliğini düşün.
Sen de aralarında olsan onlar gibi gönül kırıklığına
uğrar, onlar gibi hayrette kalırsın. Hattâ yeryüzünün varlık-
larından ve ileri gelenlerinden biri de olsan, aynı başkaları
Sİbi şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde olacaksın, yeryüzünün
kıralları o gün herkesten daha zavallı, daha cüce ve daha
önemsiz olacak, tohum tanesi gibi kalabalığın ayaklan al-
fanda ezileceklerdir.
Sûr üfürüğünün ürküntüsünün doğurduğu
şiddeti onlan da Mahşer'e sürükleyerek daha önce
lardan kaçtıklarını ve canlılardan ürktüklerini onlara unutt
rur. Nitekim Yüce Allah (c.c.) bu hususta şöyle buyuruyor.
"Vahşî hayvanlar diriltilip biraraya toplandığı
zaman..." Tekvîr Sûresi, 5
Sonra manzaranın dehşeti karşısında ürpererek duru-l
mun farkına varacak olan inatçı kâfir ile şeytanlar, Allah'ın ^|
âyetini doğru çıkarmak üzere, belirirler.
"Rabb'in hakkı için biz onları şeytanlar ile
birlikte toplayacak ve cehennemin çevresinde dizüs
tu çökmüş halde bekleteceğiz." Meryem Sûresi, 68.
O zaman gerek kendi halini ve gerekse kalbinin
oradaki halini düşün. Daha sonra bütün diriltilen canlılar çı-
rılçıplak, yalın ayak ve başı kabak olarak Maşher yerine nasıi
sevkediklerini düşün. Bir bakarsın ki Mahşer yeri dümdüz.
bembeyaz, engebesiz ve apaçık bir yerdir. Üzerinde ne arka-
sına saklanacak bir tümsek ve ne de içine girip saklanacal
bir çukur var!
Birinci sefer Sûr'a üflendikten sonraki ikinci Sûr üfle-
mesi ile bütün canlı türlerini, aralarındaki bütün farklılıklara
rağ-men biraraya getirip Mahşer yerine sevkeden Allah
noksan sıfatlardan ne kadar uzaktır! Bu manzara karşısında
bütün kalblerin ürkerek çarpması ve bütün gözlerin korku
dan fal taşı gibi açılması gayet tabiidir. Nitekim Peygambe1
(s. a. s.) şöyle buyuruyor ki:
"Kıyamet günü bütün insanlar, bitkisiz, örtüsüz, sığınak
ye işaretsiz, dümdüz ve bembeyaz bir alanda toplanırlar."
Zaten bu alanı yeryüzü alanları gibi sanma, aralarında
sadece isim ortaklığı var. Nitekim Yüce Allah (c.c.) şöyle bu-
yuruyor:
"Yerin ve göklerin olduklarından başka bir du-
ruma çevrildikleri o gün onlar (insanlar) tek ve hük-
münde ortaksız olan Allah'ın huzuruna dikilirler" İb-
rahim Sûresi, 48.
İbni Abbas (r.a.) der ki: "Bu değişiklik şöyle gerçek-
leşir: Yeryüzünün bazı yerleri kırpılır, bazı yerlerine eklemeler
yapılır. Ağaçları, dalları, vadileri ve bunlara benzer engebe-
leri ortadan kalkarak, tabaklanmış deri yüzeyi ve kan damla-
mamış bembeyaz bir yumurta kabuğu ve üzerinde hiç bir
günah işlenmemiş bir alan olarak yayılır. Göklerin de güneşi,
ayı ve yıldızlan ortadan kalkar."
Ey zavallı insan, bu günün dehşet ve fevkalâdeliğine
dikkat et. Bütün canlılar bu alanda toplandığı zaman gökteki
yıldızlar kayıp, başlarına düşer, güneş ve ay kararır, bu arada
bütün ışık kaynaklan söneceği için yeryüzü koyu bir karan-
lığa gömülür.
insanlar bu durumda iken diğer taraftan gökyüzü
meleklerin kimi eteklerinde ve kimi de doruğunda dururken
beş yüz yıl bovunca tepelerinde dönerek bütün katılık ve ka-
lınhğma rağmen paramparça olur.
55
Kimbilir, gökyüzü parçalanırken kulaklarına ne korkunç
bir ses gelir. Gök o kadar iri ve sert gök cisimlerinin param,
parça olarak boşluğa düşmeleri ve yer yer sararmış sıvı gy.
muş halinde akıp inmesi, göklerin sıvı bir maden haritasına
dağların hallaç pamuğuna dönüşmesi, insanların pervaneler
gibi öteye bireyi serpilmesi ve hepsinin yalın ayak çırılçıplak
yürümesi kimbilir, ne korkunçtur!
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"İnsanlar yalınayak, çırılçıplak, sünnetsiz ola-
rak ve kulak memelerine kadar tere batmış olarak
yeniden dirilip biraraya getirilir."
Bu hadisi rivayet eden Peygamber'imizin eşi Hz. Sevda
şöyle diyor: Bu sözleri işitince Peygamberimize: "Ne çirkin
şey!" Birbirimizin her tarafını göreceğiz" dedim. Bana şu
cevabı verdi, "O gün herkesin kendi derdi, onları
birbirine bakmaktan alıkoyar. Herkes başka şey ile
ilgilenemeyecek derecede kendi basınının derdine
düşer."
Ne dehşetli bir gün ki, herkesin edep yeri açıkta olduğu
halde kimse kimseye başını çevirip bakmaz. Nasıl baksın ki,
insanların bir kısmı kann üstü ve yüz üstü sürünmekten takat
bulup başkasına dönüp bakamaz bile!
Sahâbilerden Ebû Hureyre (r.a.) der ki: Bir gün
Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü insan-
lar üç gurup halinde Mahşer yerine doğru giderler. Binek-
liler, yayalar ve yüzüstü sürünenler."
56
Aramazdan biri: "Yâ Rasûlallah, üçüncü gurup
"ızüstü sürüne sürüne nasıl yol alabilecek?" diye
rdu, Peygamber'imiz ona: "O kimseleri ayaklan ile yürüten
/Ulah yüzüstü süründürerek yol almalarını sağlamaya da
muktedirdir."
Gözleriyle görmediği, alışkanlık haline getirmediği şeyi
inkâr etmek insanın değişmez huyudur. Eğer insanoğlu,
yılanın karın üstü sürünerek şimşek hızı ile yol aldığını göz-
leriyle görmese, ayaksız yol almayı tasavvur etmeye bile ya-
naşmazdı.
Aslında ayak üstü yürümeyi görmeyen bir kimse için o
da olacak bir şey değildir.
Buna göre dünya ölçülerine uymuyor diye Kıyamet
günü hakkında bildirilen şaşırtıcı gelişmelerden herhangi bi-
rini inkâr etmekten sakınmalısın. Çünkü eğer sen daha önce
gözlerinle görmemiş olsaydın, sana sunulacak olan bir takım
şaşırtıcı dünya gelişmelerini de şiddetle inkâr ederdin.
O halde kendini çırılçıplak, perişan, zavallı, şaşkın, apı-
şıp kalmış bir durumda hakkında verilecek hükmün iyi mi,
fena mı olduğunu beklerken ayak üstü dikilmiş olarak göz-
lerini önüne getir, kafanda kendini böyle canlandır ve bu
manzarayı hiç bir zaman hafızandan silme, çünkü durum,
her türlü tarifin üstünde kalan bir önem taşımaktadır.
Sonra tasavvur etmeye devam ederek şu gerçekleri de
Sözlerinin önüne getir: İnsan, melek, cin, şeytan, vahşî ve
yırtıcı hayvan ve kuşlar, yerlerin ve göklerin bütün canlıları
57
toplanıp biraraya yığılıyor. Bilinegelen hafifliği giderilmiş ve
ısısı kat kat yükseltilmiş olan güneş, canlı yığının neredeyse
tepesine değecek şekilde yakınına indiriliyor. Arş'ın gölgesin,
den başka hiçbir gölge kalmıyor ve bu gölgenin altına belirli
ibadetleri işleyerek Allah'a yakın olma şerefini kazananlardan
başkası alınmıyor.
Arş'ın gölgesi altına alınanlar ile dışarıda kalanlar ara-
sındaki fark, korkunç güneş ısısı altında başlananların baygın
hali ve yüzlerinden okunacak olan ızdıraplarının şiddeti ile
derhal farkediliyor.
Bunlar yanında o günkü canlılar kalabalığını tasavvur
et. Bir yandan tarife sığmaz kalabalık yüzünden öte yandan
kimi yürürken kimi süründüğünden ötürü her canlı birbirini
itip kakıyor. Bütün bu sıkıntılara bir de Allah'ın huzuruna
dikilince içine düşülecek perişanlık ve rezilliğin doğuracağı
korku, utanç ve mahcubiyet ekleniyor.
Güneş alevi, nefeslerin yalazı, utanç ve endişenin hara-
reti ile yükselen kalb ateşi bir araya geliyor. Teker teker her
kıl dibinden boşanıp yere akarak denizleşen ter deryası canlı
vücudlar boyunca yükseliyor. Her canlı Allah katındaki dere-
cesine göre kimi diz kapaklarına kimi bellerine, kimi kulak
memelerine ve kimi de nerdeyse içinde kaybolacak derecede
bu ter deryasına batıyor.
İbni Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygambe-
rimiz buyuruyor ki: • «V-îoo
"Kıyamet Günü insanlar Allah'ın huzuruna diki-
lince yarı kulak hizasına kadar tere batar."
Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Kıyamet Günü insanlar, öylesine terler ki, ter-
leri bir yandan yetmiş kulaç yerin dibine sızarken bir
yandan da kulak hizalanna yükselecek kadar her-
kesi içine alır."
Başka bir badiste Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"İnsanlar, Kıyamet günü kırk yıl gözlerini semaya
dikmiş olarak ayakta dururlar ve çektikleri sıkıntıdan dolayı
içinde gömülesiye ter akıtırlar."
Ukbe bin Amir'in rivayetine göre Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet Günü güneş yere öyle yaklaşır ve insanlar
öyle terler ki, kiminin teri topuğuna, kimininki ayak bileğine,
kimininki dizlerine, kimininki kalçasına, kimininki böğrüne,
kimininki ağzına varacaktır. Peygamber'imiz böyle derken eli
ile ağzına gem vurdu, kimisi de terine tamamen gömülür (bu
sırada da eli ile şöyle başına vurdu)"
Ey zavallı insan, Mahşer yerinde toplanacak olanla-
nn karşılaşacakları sıkıntıları ve dökecekleri terleri düşün. Bu
ağır sıkıntılara dayanamayanların bir kısmı Allah'a seslenerek
l "Yâ Rabb'i, cehenneme gönderecek bile olsan beni bu sıkıntı
I ve bekleme azabından kurtar." diye yalvarırlar.
Bütün bunlar, henüz hesaplaşmaya çekilmeden ve a,
zaba çarpılmadan çekilecek olan sıkıntılardır. Sen de bu sı-
kıntılar ile yüzyüze geleceklerden birisin. Terinin nerene ka-
dar çıkacağını şimdiden bilmiyorsun.
Bilmezsin malûmun olsun ki, hac, cihad, oruç, namaz,
müslümanların sıkıntısını gidermeye koşmak, iyiliği emrede-
rek kötülükten alıkoymak uğruna yorulmak gibi Allah yo-
lunda gayretler vererek dökülmeyen terler, Kıyamet alanında
korku ve utançtan dökülecek ve orada daha uzun müddet
sıkıntıya katlanmaya yol açacaktır.
İnsanoğlu cehalet ile aldanmadan kurtulsa, ibadet
uğruna sıkıntı çekerek terlemenin doğuracağı yorgunluğun
Kıyamet günü çekilecek sıkıntılarla bekleme azabının yol
açacağı terlemenin yorgunluğundan hem daha kısa ve hem
de daha kolay olduğunu anlamakta güçlük çekmez. Çünkü o
gün hem pek çetin ve hem de çok uzundur!
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
MAHLUKAT ARASINDA VERİLECEK HÜKÜM
Sahabilerden olan Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edil-
diğine göre; Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Müf-
lis, kimdir, bilir misiniz?" Biz: "Aramızda müflis, parası,
pulu ve malı kalmamış kimsedir yâ Rasûlellah diye cevap
verdik. Bunun üzerine Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
"Ümmetimin asıl müflisi, Kıyamet günü Allah'ın
huzuruna namaz, oruç ve zekât ile geldiği halde fa-
lana küfrettiği, filâna iftira ettiği, berikinin malını
yediği, ötekinin kanını döktüğü, bir başkasını döv-
düğü ortaya çıktığı için yaptığı iyiliklerin bir kısmı
falana, öbür kısmı filâna verilen ve borçları karşı-
lanmadan iyiliği bittiği takdirde hak sahiplerinin gü-
nahları kendisine devredilerek böylelikle cehenneme
atılan kimsedir."
Böyle bir hesaplaşma gününde başına gelecekleri şöyle
bir düşün. Çünkü riyadan ve şeytanın öbür tuzaklarından
kurtulmuş bir iyiliğin pek yok. Buna rağmen uzun bir süre
içinde şeytan tuzaklarından ve riyadan kurtarılabilmiş bir iyi-
liğin sahibi olursan onun başına da haksızlık ettiğin kimseler
üşüşür ve onu bir anda elinden alırlar.
Çünkü kul, Kıyamet günü dağ kadar ibadet ile Allah'ın
huzuruna varır ve bu ibâdetlerin kendisini cehennemlik Q\.
maktan kurtarmaya yeterli olduğunu, fakat çırada biri çıl^.
gelerek:
-"Yâ Rabb'i, bu adam bana karşı falan haksızlığı işledi"
deyince Allah da: "O halde ondan şu iyiliği sil" diye buyurur.
Böyle böyle defteri silinerek sonunda hiç bir iyiliği kalmaz.
Bu durum şuna benzer. Bir yolcu kafilesi düşünün,
kıraç bir yerde konaklamışlar, yanların da yakacak bir şeyleri
yok. Fakat yolcular dört bir yana dağılarak odun toplamışlar
ve çok geçmeden biraraya gelince ortaya bir yığın odun
çıkarak ateş yakmışlar. İşte günahların birikmesi de böyle
olur."
"Sen de onlar da öleceksiniz. Sonra hepiniz Kı-
yamet günü aranızdaki davalar ile ilgili olarak duruş-
maya çıkacaksınız" Zümer Sûresi, 30-31. mealindeki âyetin
indiği zaman sahâbilerden Zübeyr (r.a.):
-"Yâ Rasûlallah, biribirimizi ilgilendiren günahlar
yeniden dâva konusu mu edilecek?" diye sordu. Peygam-
ber'imiz (s.a.s.) ona "Kesinlikle, her haklıya hakkı geri ve-
rilmek üzere aranızdaki meseleler yemden dâva konusu edi-
lecek" diye cevap verdi. Bunun üzerine Zübeyr: "Vallahi, çok
çetin iş dedi.
Sen de yanlış atılan bir tek adıma bile göz yumulma-
yan, haksız yere atılan bir tek tokata veya söylenen bir
kelimelik söze bile müsamaha gösterilmeyerek mazlumun
hakkı zalimden alınan günün önemini iyi kavra.
Sahâbilerden Hz. Enes (r.a.) der ki: Bir gün Pey-
garnber'imiz şöyle dediğini duydum: "Allah bütün insanları
çırılçıplak ve toprağa bulaşmış halde yenide dirilterek Mah-
şer'de toplar. Sonra hem yakından ve hem de uzaktan duyu-
lan bir ses ile şöyle seslenir:
"Ben hem sultan hem de hâkimim! Cennetlik bir kimse,
üzerinde cehennemlik birinin hakkı varsa, bu hak cehen-
nemliğe verilmeden kendisi cennete giremez. Buna karşılık
cehennemlik birinde cennetlik birinin hakkı varsa ben de bu
hakkı cehennemlikten alıp cennetliğe vermedikçe o cehen-
neme girmez. Bu haksızlık isterse bir tokat olsun."
Biz Peygamberimize:
-"Nasıl olur? Hani bizler çırılçıplak ve toz-toprak içinde,
yani başka hiç bir şeyimiz olmaksızın Mahşer'e gideceğiz"
diye sorduk. Peygamber'imiz bize:
-"Hak alış-verişi iyilikler ve kötülükler ile olacak" diye
cevap verdi.
Ey Allah'ın kullan, başkalarının mallarına el koyarak,
ırzlarına saldırarak, kalblerini kırarak ve onlarla kurduğunuz
münasebetler sırasında körü huyluluk göstererek kullara
haksızlık etmekten sakınınız. Çünkü sırf Allah ile kul arasında
Kalan günahların affedilmesi çabuk olur.
Üzerinde kul hakkı bulunup yaptıklarına tevbe etme-
sine rağmen hak sahiplerinden helâllik olmak imkânı bula.
mayanlar, hakların sahiplerine verileceği güne hazırlık olmak
üzere iyi amel işlemeyi artırmalı, sırf Allah'ın bileceği, Allah
ile kul arasında kalan iyilikler işlemeye eksiksiz bir ihlâs ile
devam etmelidir. Böylelikle o kimsenin Allah'ın yakınlığını
kazanarak O'nun haksızlığa uğrayanların isteklerini karşıla-
mak üzere sevdiği kullar hesabına ayırdığı bağışlardan pay
almaya nail olması umulabilir.
Nitekim sahâbilerden Hz. Enes (r.a.) der ki:
"Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte otururken bir ara
azı dişleri görünecek şekilde O'nun güldüğünü gördük. Hz.
Ömer: "Ya Rasûlallah, anam-babam sana feda olsun, neye
güldün?" diye sordu. Peygamber'imiz şu cevabı verdi:
"Ümmetimden iki kişi Allah'ın huzurunda diz
çöktü, biri "Yâ Rabb'i, bu kardeşimden hakkımı al"
dedi. Allah da ötesine "Kardeşinin hakkını kendisine
ver" diye buyurdu. Verecekli adam "hiç bir iyi
amelim kalmadı" dedi.
Bunun üzerine Allah alacaklıya: "Ne yapacaksın,
arkadaşının sana verecek hiç bir iyi ameli kalmadı" diye
buyurdu. Alacaklı: "O halde hakkım kadar günahımı üzerine
alsın" dedi. Böyle derken Peygamber'imiz yaşlı gözlerle: "O
gün öyle yaman bir gündür ki, her günahını sırtına yük-
leyeceği birini arar" diye buyurdu ve sözlerine şöyle devam
etti:
"Bu arada Allah alacaklı tarafa: "Kaldır başını da
cennet bahçelerine bak" diye buyurdu. Adam başını
kaldırarak: "Yâ Rabb'i, altından bir takım yüksek evler ile
incilerle bezenmiş şehirler görüyorum. Bunlar acaba hangi
peygambere veya hangi sıddıka yahut hangi şehide ayrıldı?"
dedi.
Yüce Allah: "Bu gördüğün ev ve köşkler bana bedelini
ödeyenlere verilecek" diye buyurdu. Alacaklı adam "Yâ
Rabb'i, onların bedelini sana kim ödeyebilir?" dedi. Allah
"sen verebilirsin" diye buyurdu. Adam; "Nedir o bedel?" diye
sor-du.
Allah: "Arkadaşına hakkına bağışlaman" diye buyurdu.
Bunun üzerine alacaklı Adam: "Yâ Rabb'i ona hakkımı
bağışladım" dedi. Allah da alacaklıya: "O halde onun elinden
tut ve onu cennete götür" diye buyurdu.
Sonra Peygamber'imiz (s.a.s) bize dönerek: "Allah'tan
korkun ve aranızda doğan anlaşmazlıkları barışçı yollardan
halledin. Görüyorsunuz ki, Allah mü'minlerin arasını
bulmak-tadır" diye buyurdu.
Yukardaki hadis, helâlliği alınmamış hak sahipleri ile
Allah'ın arabuluculuğu sayesinde hesaplaşmanın ancak in-
sanlar arasında uzlaştırıcı olmak ve benzeri gibi ilâhî huylan
benimsemekle mümkün olabileceğine dâir bir uyan mahiye-
tindedir.
Şimdi kendi kendine düşün. Eğer Kıyamet Günü, amel
haksızlıklardan yana bos/ çıkarsa veya Allah'ın lüt-.
funa mazhar olup affa uğrar da ebedi saadete erişmen ke
sinleşirse muhakeme yerinden benzersiz bir sevinç ile ay.
rılırsm. Artık "rıza" elbisesini giymiş, sonrası bedbahtlık olma-
yan bir saadete ve her an sona erme tehlikesi ile karsı
karşıya olmayan bir rahata ulaşmış olacaksın!
İşte o zaman sevincinden kalbin yuvasından uçacak
gibi atar, yüzün ayın on dördü gibi ak ve parlak bir gö-
rünüme bürünüverir!
O sırada her türlü yükü sırtından indirmiş olmanın
rahatlığı içinde diğer canlılar arasında başı dik olarak yürü-
yerek çalım satmana, alnında panldayacak olan mutluluk
rüzgârı ile "hoşnutluk" serinliğinin tazeliğini tasavvur et.
Dünyanın başından sonuna kadar gelmiş ve gelecek olan
bütün canlılar sana ve haline bakar, güzellik ve saadetine im-
renirler.
Melekler etrafında dolaşarak şehidler huzurunda: "Bu
falan oğlu filândır. Allah ondan razı oldu ve onu hoşnut etti.
O artık sonrası bedbahtlık olmayan bir saadete kavuştu"
derler. Bu mertebeyi dünyada iki yüzlülük, yaltakçılık, yap-
macıklık ve süslenip püslenerek insanların kalbinde kazan-
dığın itibardan daha üstün görmüyor musun? Eğer bu met-
rebenin daha yararlı olduğunun farkında isen, daha doğrusu
ikisini birbiri ile mukayese etmenin bile yersiz olduğunu
kabul ediyorsan Allah ile aranda olan münâsebetlerini ka-
tıksız samimiyet ve iyi niyete dayandırarak o mertebeye ubŞ
maya çalış. İyi bilesin ki, bu mertebeye ulaşmanın başk3
çaresi asla yoktur.
68
Maazallah! Bir de öbür türlü olur da, amel defterinde
ana önemsiz gelen, fakat Allah katında ağır kabul edilen bir
aünahmın varlığı ortaya çıkarsa ve bu günah yüzünden Al-
lah'ın gazabına uğrar da O sana: "Ey kötü kul, lanet sana,
senin ibadetini kabul etmiyorum" derse bu azan duyar duy-
maz hemen yüzün kararır, Allah'ın gazabına uğradığın için
melekler de sana gazab edederek "Bizim ve bütün canlıların
laneti üzerine olsun" derler. O zaman zebaniler (azab
melekleri) Allah'ın -gazabına uğradığından dolayı sana karşı
duyacakları öfke ile üzerine yürürler, bütün kabalık, korkunç-
luk ve ürkütücü görüntüleri ile üstüne çullanırlar, alnından
yakalayarak herkesin gözü önünde seni yüzüstü sürüklemeye
başlarlar, bütün kalabalık yüzünün kararmasına ve perişan-
lığına seyirci olur. Bu arada sen feryadı basarak:
-"Ah, ölsem, yok olsam da kurtulsam" dersin. Zebaniler
senin bu feryadına: "Bugün bir defa ölüp yok olmayı değil,
bir çok ölümü imdada çağır" diye cevap verirler.
Bu arada melekler senin için: "Bu adam falan oğlu
filândır. Allah bunun rezilliklerini ve çirkin işlerini ortaya dö-
kerek kirli işleri yüzünden ona lanet etti. Artık o, sonrası
saadet olmayan bir bedbahtlığa ebediyyen mahkum olmuş-
tur" diye herkesin duyacağı bir şekilde seslenirler.
Bu acı âkibet, dünyada insanlardan gizli olarak yahut
başkalarının gözüne girmek için veya onlar, kullar nazannda
kibarını yitirmekten çekindiğinden dolayı işlediğin bir günah
yüzünden başına gelmiş olabilir. Dünyanın geçici ve Ahiret-
göre çok daha az olan kalabalığı karşısında utanç
69
verici bir duruma düşmekten çekinip Ahiretin korkunç kala,
balığı huzurunda rezil olmaktan korkmaman ne büy\ji
cehalet! Üstelik işin sonunda Allah'ın gazabına maruz kal.
mak, acı bir azaba çarpılarak zebanilerin elinde cehennemi
boylamak da var! İşte Ahirette karşılaşacağın durumlar bun-
lar, fakat sen tehlikenin farkında bile değilsin!
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
AMELLER, MİZAN VE CEHENNEM AZABI
Kardeşim, amellerin tartılması ve amelleri kaydeden
defter sayfalarının sağa-sola uçuşması bahislerini hiç bir an
j-i hatırından çıkarma.
Çünkü; insanların sorguya çekilme işleri bittikten sonra
üç kısma ayrılırlar:
1- Hiç bir ameli olmayanlar. Cehennemden simsiyah
bir boyun çıkarak böylelerini kuşun taneleri devşirdiği gibi
kapar, boyunlarına dolanarak onları ateşin içine atar, ateş de
onlan hemen yu-tuverir. Kendilerine, sonu saadet olmayan
bedbahtlığa uğradıkları yüksek ses ile duyurur.
2- Hiçbir kötülüğü olmayanlar. Meleklerden biri yüksek
sesle: "Her durumda Allah'a hamdedenler ayağa kalksın"
diye ilân verir. Bu zümre böylece cennete yolcu edilir. Sonra
aynı işlem gecelerini ibadet ile geçirenler için, arkasından
alış-veriş ve ticaretin Allah'ı zikretmekten (namazdan)
alıkoymadığı kimseler için tekrarlanır ve zümrelerin hepsine
sonunda bedbahtlık olmayan bir saadete kavuştukları
yüksek ses ile duyurulur.
3- Hem iyiliği ve hem de kötülüğü olanlar. Çoğunluk
bu kısma girer. Onlar bilmeseler bile iyiliklerinin mi, yoksa
kötülüklerinin mi baskın olduğunu, hiç şüphesiz, Yüce Allah
onları bilir. Fakat affettiği takdirde fazileti ve cezalandırdı^
takdirde adaletinin titizliği açıkça ortaya çıksın diye Yüce
Allah, amelleri hakkındaki kesin bilgisini mutlaka onlara da
göstermek ister.
İşte bunun için iyilik ve kötülüklerin kayıtlı olduğu amel
defterlerinin durulmuş yapraklan rüzgârda uçuşur gibi hızla
uçuşur ve terazi kurulur. "Sağ yüzünde mi, yoksa sol
yüzünde mi kayıt var" diye gözler amel defterine dikilir. a^m
anda "Acaba sağ kefesi mi, yoksa sol kefesi mi baskın
çıkıyor" diye bakışlar terazinin diline dikilir.
Bu sahne, insanların beynini kaynatacak derecede kor-
kunçtur!
Hasan el-Basrî'nin (r.a.) bildirdiğine göre bir gün
Peygamber'imiz (s.a.s.) başını Hz. Ayşe'nin dizine koyarak
uyuklar. Bu arada Ahireti hatırlayan Hz. Ayşe'nin gözleri
yaşarır, yanağından süzülen damlalardan biri Peygamber'i-
mizin yanağına düşünce uyanır ve: "Neye ağlıyorsun yâ
Ayşe?" diye sorar.
Hz. Ayşe de: "Ahiret aklıma geldi de ondan ağladım.
Acaba siz erkekler kıyamet gününde eşlerinizi hatırınıza
getirir misiniz?" diye sorar. Peygamber'imiz (s.a.s.) ona şöyle
cevap verir:
"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,
Ahiretin şu üç safhasında herkes sırf kendini düşünür:
1- Teraziler kurulup ameller tartılırken, herkes amelinin
qır mı yoksa hafif mi geldiğini görünceye kadar sadece
kendisini düşünür.
2- Amel defterleri dağıtılırken herkes defterinin sağdan
mı yoksa soldan mı verildiğini görmeden başkasını
düşünmez.
3- Sırattan geçileceği zaman da herkes yalnız kendisini
düşünür."
Encs İbni Mâlik (r.a.) der ki: "Kıyamet günü,
ademoğlu Allah'ın huzuruna getirilerek terazinin iki kefesi
arasında ayak üstü durdurulur, başına da bir melek dikilir.
Tartıda sevapları ağır bastığı takdirde başındaki melek her-
kesin duyabileceği yüksek bir sesle: "Falan kimse sonunda
bedbahtlık olmayan ebedi bir saadete kavuştu" diye seslenir.
Buna karşılık tartıda sevapları hafif geldiği takdirde
aynı melek bu defa: "Falan kimse, sonu saadet olmayan
ebedi bir bedbahtlığa uğramıştır" diye seslenir. Sevap kefesi
hafif kalınca elleri demir topuzlu ve ateşten elbiseli zebaniler
ileri çıkarak cehennem yolcusunu cehenneme götürmek
üzere teslim alırlar.
Peygamber'imiz (s.a.s.) bir gün Kıyamet günü hakkında
konuşurken buyurdu ki: "Kıyamet günü gelince Yüce Allah
Hz. Adem'e: "Yâ Adem, yerinden doğrul da cehennem kafi-
lesini cehenneme gönder" buyurur.
Hz. Adem: "Cehennem kafilesi ne kadardır?" diye
sorar. Yüce Allah ona: "Her bin kişide dokuz yüz doksan do-
kuz kişi" diye cevap verir.
Peygamberimizin son cümlesi sahâbileri öyle derin bir
üzüntüye sürükledi ki, ağızlarını bıçak açmaz oldu. Pey.
gamber'imiz onların üzerine çöken bu ağır kederi farkedincc
buyurdu ki:
-"Siz iyi amel işlemeye devam ediniz ve
sevininiz. Muhammed'in (s.a.v.) nefsini kudret elinde
tutan Allah'a yemin ederim ki, sizinle birlikte iki
halk. kesimi var ki, bunlar hangi ümmetin devrinde
yaşasalar o ümmetin sayısını bütün insan ve şeytan
ölüleri kadar yükseltirler."
Sahâbiler: "Bu iki halk kesimi kimlerdir?" diye
sorunca Peygamber'imiz: "Ye'cüc ve Me'cüc'dür," dedi.
Bunun üzerine ashap biraz ferahlamışlar. Peygamber (s.a.s.)
sözlerine şöyle devam eder: "İyi amel işlemeye devam
ediniz, sevininiz. Muhammed'in nefsini kudret elinde 'tutan
Allah'a yemin ederim ki, Kıyamet günü siz, insanlar içinde
devenin karnındaki benek yahut atın bacağındaki yara izi
kadar kalacaksınız."
Ey nefsi farkında olmayarak zevale ve son bulmaya
mahkûm olan şu dünyanın oyalayıcı yanlarına aldanan kişi!
Göçüp gideceğin yer hakkında kafa yormaktan vazgeçerek
aklını varacağın yere yönelt. Çünkü cehennemin herkesin
varacağı bir yer olduğu sana bildirilmiştir. Nitekim Yüce Al-
lah (c.c.) Şöyle buyuruyor:
"Her biriniz oraya (cehenneme) mutlaka varır-
sınız- Bu Rabb'inin kesin karara bağlanmış bir hük-
müdür. Sonra takva sahiplerini kurtarırız da zâlim-
leri Orada dİZÜStÜ bekletiriz" Meryem Sûresi, 71-72.
Buna göre senin cehenneme varacağın kesin olmasına
rağmen geri çıkacağın şüphelidir. O halde oraya girmenin
korkunçluğunu kalbinde duy ki, belki oradan kurtulup çık-
mak için şimdiden tedbir alırsın.
Mahlukatın halini düşün; insanlar Ahiret sıkıntıları al-
tında inlerken o gün korku ve endişeler içinde ayak üstü di-
kilmiş başlarına neler geleceğini öğrenmeyi ve kurtarıcılarını
şefaat etmesini bekler, bu arada günahkârları kavurucu bu-
lutlar kaplar, yalazlı ateş onları gölgesi altına alır, bu ateşin
horlamaları herkes tarafından duyulur, öfke ve kin saçan çı-
tırtıları apaçık belirirken o anda günahkârlar başlarına çöken
felâketi kesinlikle onlar, bütün ümmetler dizüstü yere çök-
türülür. Öyle ki, iyiler bile durumlarının bir anda kötüye
dönüşmesinden korkuya düşer, bu arada zebanilerden biri:
"Dünyada iken uzak vadeli emeller peşinden koşarak
ömrünü kötü işler uğruna harcayan falan oğlu filân nerede?"
diye seslenir; azap melekleri (zebaniler) demir topuzlar ile
adamın üzerine yürürler, ağır tehditler ile karşısına dikilerek
onu çetin azaba sürüklerler, başını cehennemin derinliklerine
, doğru çe-virirler ona Kur'an-ı Kerim'in dili ile:
"Tat bu azabı, hani sen (ileri sürdüğüne göre)
çok güçlü ve her işi yerli yerinde olan biri idin" diye
Seslenirler" Duhân Sûresi, 49
Sonra adam dar, çıkış yolu görünmeyen tehlikeleri be-
lirsiz bir yere kapatılır, burası esirlerin devamlı barınağıdır,
orada ateş yakılır, cehennemliklerin oradaki içecekleri kay-
namış sudur, barınakları da câhim (cehennemin katlarından
biri)dir. Cehennemlikleri bir yandan zebaniler topuzlarken, '
öte yandan Haviye (harlı ateş) onlan bir noktada toplar.
Bütün ümitleri helaktir. Oradan hiç bir yere kımıl-
dayamazlar, ayaklan alınlarına bağlanmıştır. Günahlar yüz-
lerini karartmıştır, cehennemin yanlarından seslenirler,
oranın ötesinden-berisinden:
"Ya Malik, korkunç akibet üzerimizde gerçekleşti. Ya
Malik, demir topuzlara artık katlanamaz olduk. Ya Malik,
derilerimiz pişti. Ya Malik, bizi buradan çıkar, bir daha yap-
mıyacağız, diye feryad ederler.
Zebaniler bu feryadlara şöyle cevap verirler: "Heyhat,
geçmiş olsun. Bu zillet yuvasından size çıkış yok, susun;
orada konuşmayın ve gevezelik edip durmayın. Eğer bura-
dan çıkarılsanız, yine size yasaklanan şeylere dönerdiniz."
Zebanilerin bu cevaplan üzerine cehennemlikler kurtul-
maktan ümitlerini iyice keserler, dünyada Allah'a karşı iş-
ledikleri aşırı günahlara hayıflanırlar. Fakat onları ne pişman-
lık kurtarır ve ne de bu hayıflanma onların acılarına çare
olur. Tersine zincirlere vurulmuş olarak yüzüstü yere kapa-
nirlar altlarından, üstlerinden, sağlarından ve sollarından a-
tes üe kuşatılmışlar, ateş deryası içinde boğulmuşlardır.
Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş ve yatacak
yerleri ateştir. Onlar ateş kümeleri, katrandan elbiseler,
demir topuzu darbeleri ve zincirlerin yükü altında ezilirler.
Cehennemin sıkıntılarında kıvranır, bataklarında parçalanır,
biribirini kovalayan acılar altında kıvranırlar, ateş onları
ocaktaki kazan gibi kaynatır.
"Ah, eyvah" gibi acı sözler ile feryad ederler, fakat ne
zaman ahûzar etseler başlarından aşağı iç organları ile deri-
lerini eritip akıtan kaynar sular dökülür. Onlar için orada
yüz-lerinde yarıklar açan demir topuzlar vardır, ağızlarından
irin kaynar, susuzluktan ciğerleri doğranır, göz bebekleri
eriyip yuvalarından yanaklarına akar, şakaklarının etleri dü-
şer, etraftan saçlan hatta derileri dökülür.
Derileri her yandıkça eskisinin yerine yeni deri tabakası
ile kaplanırlar, etleri döküldüğü için kemikleri çıplak kalır;
ruhları sadece damarlara tutunmuş ve sinirlere asılmıştır. Bu
ateşlerin yalazası içinde, fıkır fıkır kaynarlar, ölmek isterler fa-
kat ölçmezler.
Onları bu durumda görsen acaba ne hale düşersin.
Baş-larından aşağı dökülen kaynar sular yüzlerini kapkara
etrniş, gözleri kör olmuş, dilleri tutulmuş, belleri kırılmış,
kemikleri dağılmış, kulakları kesilmiş, derileri param parça
olmuş; elleri, boyunlarına bukalı, ayaklan alınlarına yapışık,
yüzüstü ateş üzerinde sürünürler, göz bebekleriyle demirden
oklar üzerine basarlar ateşin yalazı için organlarını sarmış
cehennemin yılanları ve akrepleri dış azalarına yapışmıştır.
Bu tasvir ettiğimiz manzara cehennemliklerin acıklı
durumunun bazı görüntülerini aksettiriyor, şimdi onların kor-
kunç hallerinin tafsilatına bak, bu arada cehennemin vadi-
lerini ve kollarını da düşün.
Peygambcr'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemin yetmiş bin vadisi ve her vadinin yetmiş
bin kolu vardır. Her vadi kolunda yetmiş bin yılan ve yetmiş
bin akrep bulunur. Kâfir ve münafıklar bu kolların herbi-
rinden ayrı ayrı geçmedikçe yerlerine ulaşamazlar.
Hz. Ali'nin (k.v.) rivayet ettiğine göre Peygamber'imiz
(s.a.s.) buyuruyor ki:
"Hüzün kuyusu veya vadisinden Allah'a sığınınız"
Dinleyenlerden biri O'na: Yâ Rasûlallah, hüzün vadisi veya
kuyusu nedir?" diye sordu. Peygamber'imiz ona şöyle cevap
verdi: "O, cehennemde öyle bir vadidir ki, cehennemin
kendisi günde yetmiş kere ondan Allah'a sığınır, Allah onu
riyakâr Kur'an okuyucuları için hazırlamıştır."
İşte yedi kat cehennem ile onun vadileri ve her vadinin
kollan bunlardır. Bu vadi ve kolların sayısı yeryüzündeki
vadiler ile vadi kollan sayısı ile günaha sürükleyen azgın
nefsî arzuların sayısına denktir. Cehennem kapıları ise günah
işlerken kullanılan yedi azanın sayısıncadır (yedi azaya
karşılık yedi kapı).
Cehennem kapı ve katlan üstüstedir. En üstekinin adı:
»Cehennem ", sonrasının: "Sakar", sonrasının: "Lczza" daha
alttakinin: "Hutamc", daha alttakinin: "Sair", daha
alttakinin: "Câhim", ve en alttakinin adı ise: "Haviye"dir.
Şimdi cehennemin derinliğini bir düşün, dünya ile ilgili
azgın arzuların nasıl dibi bulunmaz ise ve yine dünyada her
ulaşılan amaç daha uzak bir hedefe kavuşma arzusunu
körüklüyorsa, cehennem çukurlarının derinliği de ölçüsüz-
dür, her aşılan dipsiz derinlik daha dibi bulunmaz derinlik-
lere ulaştırır.
Nitekim Sahâbilerden Hz. Ebû Hureyre (r.a.) der ki:
"Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte iken kulağımıza derin bir
yankı sesi geldi. Peygamber'imiz bize: "Bu sesin ne olduğunu
biliyor musunuz?" diye sordu. Biz de: "Allah ve Rasûlü
bilir" diye cevap verdik.
Bunun üzerine Peygamber'imiz buyurdu ki: "Duyduğu-
nuz bu yankılı ses, cehennemin dibine şu anda varan bir
taşın sesidir, bu taş cehenneme yetmiş sene önce atılmıştı."
Ayrıca cehennemdeki kat farklılıklarına da dikkat et.
Hiç şüphesiz ki Ahiret, en ince ve detavlı derece
farklılıklarına sa-hiptir. İnsanların dünyaya dalışı nasıl farklılık
gösteriyorsa, yani kimi boğulurcasma içine batarken kimi de
nasıl belirli bir derinliğe kadar dalarsa cehennemin
Sünahkârlan kapması da öyle farklıdır.
Çünkü Allah zerre ağırlığı kadar bile hiç kimseye hak-
s»zlık etmez.
Cehennemliklere uygulanacak azâb şekilleri rastgele
tekrarlanıp durmaz, tersine her bir azabın günahların dere-
cesine göre değişen belirli bir ölçüsü vardır. Ancak cehen-
nemin azabı genel olarak öyle şiddetlidir ki, en hafif azab
çeken cehennemliğe dünya ile birlikte onun bütün varlığ
bağışlansa, bunları çektiği azabtan kurtulmak için fidye ola-
rak verirdi.
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü cehennemlikler içinde en hafif azap çe-
kecek olanlar, ateşten iki nalınla gezinecek olanlardır ki, ta-
banlarından giren ateşin harareti beyinlerini kaynatacaktır."
Şimdi sen, hafif azaba çarpılanın çekeceğine bak da
ağır azaba çarpılacakların başına neler geleceğini hesap et.
Ce-hennem azabının ağırlığı konusunda ne zaman şüpheye
dü-şersen parmağını ateşe yaklaştır ve çekeceğin acıyı
cehennem ile kiyaset. Hem unutma ki sen, bu kıyaslamada
yanılıyorsun. Çünkü dünya ateşi ile cehennem ateşi birbi-
rinden çok ayndır. Fakat dünyanın en ağır acısı bu ateşte
yanma acısı olduğu için cehennem azabı onunla tarif edilir.
Yoksa cehennemin en üst tabakasında azap çekenler
bile dünyadaki ateş gibi ateş bulsalar, çektikleri ağır acıdan
kurtulmak için bu ateşe gönüllü olarak katlanırlardı.
Bundan dolayıdır ki bazı haberler de dünya ateşi can-
lıların katlanabileceği bir dereceye düşürülünceye kadar, yet-
miş kere rahmet suyundan geçirildi" denilmiştir.
Peygamber'imiz (s.a.s.) cehennemi tanıtırken: "Allah
cehennem ateşinin bin sene boyunca devamlı yakıl-
masını emretti, sonunda kıpkırmızı kesildi. Arkasın-
dan bin yıl daha yakılmasını emretti, sonunda bem-
beyaz kesildi; arkasından bin yıl daha yakılmasını
emretti, sonunda simsiyah oldu. Şu anda cehennem
ateşi gayet koyu kara renklidir."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennem ateşi Rabbine şikayet etti: "Ya Rabbi içim-
deki soğuk ve sıcak bölümleri biribirini yiyor" Bunun üzerine
Yüce Allah (c.c.) cehenneme biri yazın, öbürü kışın olmak ü-
zere senede iki defa nefes almaya izin verdi. Yazın duy-
duğunuz en şiddetli sıcaklık cehennemin hararetinden ileri
geldiği gibi kışın geçirdiğiniz en şiddetli soğuk da cehen-
nemin zemherisindendir.
Enes İbni Mâlik (r.a.) der ki: "Dünyanın en yüksek
refahı içinde yaşayan kâfir, Allah'ın huzuruna getirilince "onu
bir kere cehennem ateşine daldırın" diye buyurulur. Çıkarı-
lınca ona:
"Hiç refah gördün mü?" diye sorulur, kâfir: "hayır" diye
cevap verir.
Buna karşılık dünyada en çok maddî sıkıntı çeken
mü'min Allah'ın huzuruna getirilince onun hakkında:
'Kendisini bir sefer cennete koyup geri getirin" diye bu-
r. Çıkarılınca mü'min de:
"Dünyada hiç geçim darlığı çektin mi?" sorusuna-
"Hayır" diye cevâb verir."
Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: "Şu bizim mescitte yüz
bin veya daha fazla kişi toplansa da bunların üzerine bir
cehennemliğin nefesi salınsa hepsi yanarak ölürdü."
Alimlerden biri Kur'an'ın "Yüzlerini cehennem
yalazı yalar, onlar orada kavrulur" Mü'minûn sûresi, 104
mealindeki âyeti hakkında der ki; "Cehennem yalazı cehen-
nemlikleri bir kere yalayınca kemiklerini çırılçıplak bırakarak
bütün etlerini eritip ayak topuklarının yanına akıtıverir."
Şimdi de cehennemliklerin vücûdlanndan akacak olan
ve içinde boğulacakları "gassak" adını taşıyan irinin koku-
suna dikkat et. Nitekim Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'nin rivayet
ettiğine göre, Peygamber'imiz buyuruyor ki:
"Gassak" adlı cehennem irininden bir kova dünyaya
dökülse yeryüzünün bütün canlılarını kokuştururdu."
İşte cehennemliklerin içeceği budur. Onlar susuzluktan
yanarak: "Su, su" diye yalvarmca içlerinden birine bu kanlı
irin sunulur. Adam irini ağzına alır, fakat bir türlü yutamaz.
Her yönden üzerine ölüm acıları üşüşür, ama ölmesi asla
mümkün değildir! Nitekim şöyle rivayet edilmiştir:
"Cehennemlikler: "Su, su" diye yalvardıklan zaman
kendilerine kızgın katran gibi bir sıvı "unulur. O ne kötü bit
içecek ve orası ne fena bir barınaktır."
Bir de cehennemliklerin yiyeceğine bak, onun adı:
"Zakkum" dur. Nitekim Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"Sonra ey hakkı inkâr eden sapıklar, hiç şüp-
hesiz, siz "zakkum" ağacından yiyeceksiniz. Mideleri-
nizi onunla dolduracaksınız. Onun üzerine de, susa-
mış develerin içişi gibi, kaynar su içeceksiniz" vakıa
Sûresi, 51-55.
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"Zakkum" kökü "cahim"in dibinde olan ve to-
murcukları şeytan başlarına benzeyen bir ağaçtır.
Hiç şüphesiz onlar (cehennemlikler) bundan yiyecek-
ler ve onunla midelerini dolduracaklardır." Sonra on-
lara, bunun üzerine kaynar bir içecek vardır. Sonra
da, hiç şüphesiz varacakları yer "cahim" olacaktır."
Sâffât Sûresi, 64-68.
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"O gün onlar 'kızgın ateşin alevlerine girerler. Ken-
dilerine kaynar bir pınardan su verilir." Gâşiye Sûresi, 45.
Yine Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"Hiç şüphesiz, bizim katımızda bukağılar, kız-
ateş, boğazdan bir türlü geçmeyen yiyecek ve acı
Vardir." Müzzemmil Sûresi, 12-13.
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
İbni Abbas'ın (r.a.) rivayet ettiğine göre, Peygarn
ber'imiz buyuruyor ki:
"Zakkum'"un bir damlası dünya denizlerine dökülse
bütün canlıların sağlığını bozardı, yiyeceği bu maddeden
ibaret olanların halini düşünün."
Enes İbni Mâlik'in (r.a.) rivayet ettiğine göre; Pey,
gamber'imiz buyuruyor ki:
"Allah'ın sizi talip olmaya teşvik ettiği şeylerin peşinde
koşunuz, sizi korkuttuğu azapdan, işkenceden ve cehennem-
den korkup kaçınınız; zira içinde yaşadığınız dünyaya
cennetten bir damla düşürüise tatlı kokular sarardı Buna
karşılık dünyaya cehhennemden bir damla akıtılsa dünyanızı
baştanbaşa berbat ederdi."
Ebû'd-Derdâ'nm (r.a.) rivayet ettiğine göre Pey-
gamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemlikler öyle bir açlığa mahkûm edilirler ki, bu
açlığın azabı, çektikleri diğer bütün azaba denk gelir. "Ye-
mek, yemek" diye yalvardıkları zaman kendilerine ne karın
doyuran ve ne de açlıklarını gideren kaynatila kaynatila piş-
memiş bir yemek verilir.
Yine: 'Yemek, yemek" diye yalvarırlar, bu defa da
kendilerine gırtlaklarından geçmeyen bir yiyecek verilir, dün-
yada gırtlaklarına tıkanan lokmaları içecek sayesinde boğaz-
larından geçirdiklerini hatırlayarak: "Su, su" diye yalvarırlar.
Kendilerine su yerine demir kıskaçlar ile kaynar katran
nlllur, yüzlerine yaklaşınca çehrelerini kavurur,, boğazla-
dan geçer geçmez bütün sindirim sistemlerini parçalar."
"Bize cehennem bekçilerini çağırın" diye yalvarırlar,
bekçiler gelince onlara: "Rabb'inize dua edin de bir gün-
lüğüne üzerimizdeki azabı hafifletsin" derler. Cehennem bek-
çileri onlara: "Size açık açık delillerim ortaya seren peygam-
berleriniz gelmedi mi?" diye sorarlar.
Cehennemlikler bu soruya: "Evet, geldiler" diye cevap
verirler. Bunun üzerine bekçiler onlara: "O zaman kendiniz
Allah'a dua edin. Ama kâfirlerin duası, hiç şüphesiz boşu-
nadır" diye cevap verirler.
Bekçilerden de bir fayda göremeyen cehennemlikler:
"Bize Mâlik'i çağırın" derler. Mâlik gelince hep birlikte ona
yalvararak: "Yâ Mâlik, Rabb'in şu azabımıza son versin" der-
ler, Mâlik de onlara: "Siz burada kalacaksınız" diye cevap
verir. (A'meş'in söylediğine göre cehennemlikler Mâlik'i ça-
ğırdıktan ancak bin yıl sonra ondan cevap alabilirler.)
Başka çare kalmayınca cehennemlikler biribirine: "Rab-
b'inize dua edin, Allah'dan başka hiç kimseden hayır yok"
derler. Bunun üzerine hep birlikte: "Ey Rabb'ımız, bizi bu-
radan çıkar, eğer yine küfre dönersek biz kendi kendimize
zulmetmiş oluruz" diye Allah'a yalvarırlar, Allah (c. c.) onlara:
"Kalın olduğunuz yerde ve gevezelik etmeyin" diye cevap
buyurur.
Bu son cevabı aldıktan sonra her türlü kurtuluş ümidini
yitirerek: "Vay başımıza gelenlere, keşke şöyle keşke böyle.,
yapsaydık." diye acı acı feryad etmeye koyulurlar."
Ebû Ümame'mh riva'yet ettiğine göre; "Onun için
ölümün sonrası cehennemdir. Orada kendisine içecek olarak
irinli su verilir, onu ağzına alır, fakat bir türlü bo-ğazmdan
geçmez. Her yönden üzerine ölüm üşüşür, ama artık ölecek
değildir. Önünde çetin bir azab vardır ibrahim Sûresi, ıs-ıv,
mealindeki âyet hakkında Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle
buyuruyor:
"Cehennemliğe irinli kaynar su yaklaştırılınca ondan
tiksinir. İyice önüne getirildiği zaman yüzü kavrulur ve
başının derisi eriyip düşer, ondan içince de bağırsakları
parçalanıp akar dübüründen çıkar."
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"Takva sahiplerine vadedilen (cennetin hâli şu): Orada
tabii özellikleri bozulmamış su ırmakları, tadı bozulmamış süt
ırmakları, lezzeti içenlerin damağında kalan içki ırmakları,
süzülmüş bal ırmakları vardır. Onlara orada her çeşit yemiş
ve Allah'ın bağışlayıcıhğı vardır. Bunların durumu ile ebedi
cehennem azabına mahkûm edilen ve yerine kendilerine
verilen irinli sıvı ile parçalananların durumu bir olur mu?"
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"Deki, hak Rabb'inizden gelendir, dileyen inanır, is-
teyen inkâr eder. Biz zâlimlere, duvarları arasında sıkışıp
kalacakları bir cehennem hazırladık. "Su" diye yalvardıklan
zaman onlara kaynar katranı andıran, çehreleri kavurucu bir
sıvı verilir. O ne kötü bir içecektir ve orası ne fena bir
barınaktır!"
İşte acıktıkları ve susadıkları zaman cehennemliklerin
yiyecekleri ve içecekleri bunlardır. Şimdi de cehennemdeki
yılanlara ve akreplere, akıttıkları zehirin şiddetine, iriliklerine,
görünüşlerinin korkunçluğuna gelelim. Bunlar cehennem-
liklerin üzerine kışkırtılarak salınır, biran bile aman verme-
den, durmadan cehennemlikleri ısırır ve sokarlar.
Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz
(s. a. s.) buyuruyor ki: "Allah'ın kendilerine bağışladığı malın
zekâtını vermeyenlerin serveti Kıyamet günü, kudurgan bir
yılan kılığına girerek boynuna sarılır ve avurtlarından tutarak
ona: "Ben senin malınım, ben senin biriktirdiğin servetim"
der."
Bu sözlerden sonra Peygamberimiz şu âyeti okur:
"Allah'ın kendilerine bağışladığı varlığı cimrilikle ellerin-
de tutanlar, bu pintiliklerinin kendilerine fayda sağlayacağını
sakın sanmasınlar, bu tutum kendi hesaplarına kötüdür.
Kıyamet günü, o cimrilikle ellerinde tuttukları mal (yılan
olup) boyunlanna dolanır. Hiç şüphesiz, yeryüzünün mirası,
yalnız Allah'ındır. Allah işlediklerinizden (inceden inceye)
haberdardır." ÂM imrân Sûresi, ıso.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemde deve boynu kalınlığında öyle yılanlar
vardır ki, bir ısırıklarının acısı kırk yıl sürer. Yine cehennem-
de semerli katır iriliğinde öyle akrepler vardır ki, bir kere
soktular mı, acısı kırk yıl sürer." (
Bu yılanlar ve akrepler, dünyadaki pintilerin, ahlâk-
sızların ve başkalarına zarar verenlerin üzerine salınır. Saydı-
ğımız kötülüklerden uzak duranlar, oranın yılan ve akreple-
rinden de kendilerini korumuş olur, onlar ile karşılaşmazlar
bile.
Bütün bunlar yanında bir de cehennemliklerin vücûd-
larının irileştirilip boylarının uzatılacağını hesaba kat. Allah,
cehennemlikleri, bu yoldan azabın acısını artırmak için, vü-
cûdlarım irileştirip boylarını uzatır. Böylece ateş yalazının
dağlayışını, yılan ve akrepleri sokusunu irileşecek olan vü-
cûdlarmın her tarafından aynı anda ve devamlı olarak duy-
maları mümkün olur.
Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre, Peygam-
berimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemde kâfirin azı dişi Uhud dağı kadar, de-
risinin kalınlığı ise üç günlük yol kadardır."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemde kâfirin alt dudağı, göğsünü örtecek şe-
kilde sarkık ve üst dudağı da yüzünü kaplayacak şekilde
kalkık olur."
Yine Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü kâfirin dili o kadar uzar ki, yerlerde sü-
rüklenerek halkın ayaklan altında kalır."
Cehennemlik vücûdlar, bütün iriliklerine rağmen dur-
madan ateşte yanıp erirler, fakat her eriyişten sonra derileri
ve etleri yenilenir.
Yüce Allah'ın:
"Ayetlerimizi inkâr edenleri öyle bir ateşe atacağız ki,
daha çok acı çeksinler diye, derilerini her eriyip dökül-
düklerinde yenisi ile değiştireceğiz. Şüphesiz ki, Allah her
şeye kadir ve bütün yaptıkları yerli yerindedir" Nisa Sûresi, 56
âyeti hakkında Hasan el-Basrî (r.a.) der ki: Cehennemlikleri
ateş, günde yetmiş bin kerre yiyip eritir, fakat her seferinde
onlara: "Eski durumlarınıza dönün" diye emir verilince he-
men daha önceki gibi olurlar."
Şimdi de cehennemliklerin ağlamalarını, feryad etmele-
rini: "Ah, vah, keşke ölüp yok olsak da kurtulsak" diye sız-
lanmalarını düşün. Bu durum onlarda cehenneme girer gir-
mez başlar.
Nitekim Peygamber'imiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü cehennem, her birini yetmiş bin me-
leğin çektiği yetmiş urgan ile çekilerek yerine kurulur.
Enes İbni Mâlik'in (r.a.) rivayet ettiğine göre, Peygam-
ber'imiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Cehennemliklere ağlama gönderilir, onlar da göz
yaşlan kuruyuncaya kadar ağlarlar, göz yaşlan kalmayınca
kan ağlamaya başlarlar; öyle ki yüzleri, içine gemi salınca
yüzecek kadar derin bir kan çanağına döner."
Ağlayabildikleri, feryad edebildikleri: "Ah, eyvah, keşKe
ölsem de bu azabdan kurtulsam" diye bağırıp çağırabildikleri
müddetçe biraz ferahlık duyarlar, fakat bir müddet sonra bu
davranışlar da kendilerine yasak edilir.
Muhammed İbni Kâ'b'ın söylediğine göre, cehennem-
liklerin yapacağı dört çağrının Yüce Allah dördünü de ce-
vaplandıracak, arkasından bir beşinci çağrıda bulunmaya
dilleri varmayacaktır.
Cehennemliklerin bu çağrıları ile Yüce Allah'ın onlara
vereceği cevaplar Kur'an'da şöyle bildirilmektedir:
İlk çağrıda cehennemlikler diyecekler ki:
"Onlar, Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa di-
rilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten)
çıkmaya yol var mıdır? derler." Mümin Sûresi, ıı
Allah (c. c.) onlara şöyle cevap verir:
"Onlara, Bir Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz,
O'na ortak koşulunca inanıp tasdik ediyorsunuz. Artık
hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır (denir.)" Mümin sûresi, 12
İkinci çağrıda cehennemlikler diyecek ki:
"Ey Rabb'imiz, artık gördük ve duyduk. Şimdi bizi geri
gönder de iyi amel işleyelim. Çünkü artık kesin inanç sahibi
Olduk bİZ..." Secde Sûresi. 12
Allah (c. c.) onlara şöyle cevap verir: "Size hiç bir zeval
yoktur" diye yemin etmemiş miydiniz?!" ibrahim sûresi, 44
Üçüncü çağrıda cehennemlikler diyecek ki:
"Ey Rabb'imiz, bizi buradan çıkar da daha önce işle-
diklerimizin tersine iyi ameller işleyelim." Fâtır sûresi, 37.
Allah (c,c.) onlara şöyle cevap verir:
"Size dünyada düşünenin düşüncesine yetecek kadar
ömür vermedik mi? Size kötü akıbeti bildiren elçi de geldi. O
halde şimdi çekin azabın acısını! Zâlimlerin hiçbir koruyu-
cusu yoktur.." Fâtır Sûresi, 37
Dördüncü çağrıda cehennemlikler diyecek ki:
"Kötülük üzerimizde baskın çıktı da sapık bir kavim
olduk. Ey Rabb'imiz, bizi buradan çıkar, eğer bir daha küfre
dönersek hiç şüphesiz, bizler zâlimiz." Muminûn Sûresi, ıoe-107
Allah (c.c.) onlara şöyle cevap verir:
"Kalın orada ve hiç sesinizi çıkarmayın!" Mü'minûn Sûresi, ıos
işte o zaman çektikleri azabın şiddeti, doruğuna varır. Artık
ebediyen konuşamazlar.
Mâlik İbni Enes'in söylediğine göre; Zeyd İbni Eşlem,
Yüce Allah'ın: "Şimdi artık sızlansak da, katiansak da, bizim
i-çin farketmez, bizim için kurtuluş yoktur" mealindeki âyeti
hakkında der ki:
"Cehennemlikler, önce yüz sene azaba ses çıkarmadan
Katlanırlar, arkasından yüz sene kadar sızlanıp feryad eder-
'er, daha sonra da yine bir yüz sene daha ses çıkarmadan
çekerler ve bunun üzerine:
5izıaıibar\ da sabretsek de bizim için farketmez
kurtuluşumuz yok" derler." ibrahim Sûresi, 21
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet" günü ölüm semiz bir koç şeklinde huzura
getirilerek cennet ve cehennem arasında boğazlanır ve gerek
cennetliklere ve gerekse cehennenemliklere "Ebedî barına-
ğınız burasıdır, artık size ölüm yok!" diye seslenilir."
Hasan el-Basrî (r,a.) der ki:
"İlk salıverilen cehennemlik, bin yıllık azabdan sonra
çıkar. O adam keşke ben olsam."
Yine Hasan el-Basrî'yi bir köşede ağlarken gördüler.
Ona: "Neye ağlıyorsun?" diye sordular. O da: "O'nun (Al-
lah'ın) beni cehenneme atıp da artık benim ile ilgilenmeme-
sinden korkuyorum' dedi.
Deminden beri belirttiklerimiz genel olarak cehennem-
de çekilecek azablarm çeşitleridir. Oradaki acıları, kederleri,
sıkıntıları ve pişmanlıkları inceden inceye sayıp bitirmek
mümkün değildir.
Karşılaştıkları azabın çetinliği ile birlikte cehennemlikler
hesabına en acı gerçek, cennet saadetini, Allah'a kavuşma
imkânını ve O'nun hoşnutluğunu kazanma mazhariyetini
kaçırmaktır; üstelik bütün bu kayıpların sayıya vurulabilir,
ucuz karşılıklar pahasına olduğunu bile bile. Çünkü bu de-
ğerli nimetleri, kısa süreli, arıtılmamış, acı ile karışık, yarım
yamalak ve basit dünya arzuları uğruna kaybetmişlerdir.
Sı Bu yüzden o gün içlerinden: "Eyvah, 'Allah'ın emir-
ı rjne karşı gelerek niye kendi kendimizi mahvettik. Niye
efsimizi bir kaç günlüğüne sabretmeye zorlayamadık? Eğer
sabretseydik, o günler şimdi arkada kalacak ve bugün Al-
lah'ın hoşnutluk ve bağışına kavuşmanın saadeti içinde
O'nun yakınlığını kazanmış olacaktık."
Oysa ki, o anda artık her fırsatı kaçırmışlar, başlanna
türlü belâların çökmesine yol açmışlardır ve dünya sade-tinin
hiçbir nimeti de yanlarında kalmamıştır. Eğer cennet saa-
detini görmeseler, hayıflanmaları o kadar acı olmayabilirdi.
Oysa ki, cennet onlara sunulur.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü cehennemlik bir grup, cenneti görmeye
getirilir. Bunlar cennete yaklaşıp bayıltıcı kokusunu burunla-
nna çeker çekmez köşklerine bakıp Allah'ın cennetliklere
sunduğu nimetleri görür görmez onlara:
"Gidin, uzaklasın buradan, sizin orada hiçbir payınız
yok" diye ses gelir. Bu ses üzerine eşi ne daha önce duy-
ulmuş ve ne de daha sonra duyulabilecek bir hayıflanma
duygusu içinde geri dönerler.
Bu sırada: "Ey Rabb'imiz! Eğer cennetini ve dostlanna
orada sunduğun nimetleri göstermeden bizi cehenneme
kayşaydın, daha kolay gelirdi" derler. Yüce Allah (c.c.) da
onlara: "Bunun böyle olmasını ben istedim. Çünkü dünyada
şınıza kalınca bana ululuk taslayarak kafa tuttunuz.
Yemin ederim ki, âyet-i kerime Kıyamet gününe, daha
A örusu ezelin ezelinde verilerek, Kıyamet günü açıklanan
hükme işaret etmektedir.
Ezelde seninle ilgili olarak ne hüküm verildiğini bilme-
ı- _.--,uv>;imnr eğlenebiliyor ve basil
Oysa insanlar karşısında duygularınızın tersine w
görünüşe bürünerek gerçek kimliğinizi saklıyordunuz. Ben
den değil, insanlardan çekindiniz, beni değil, insanları sa\ı
dmız. İnsanları düşünerek bazı davranışlardan kaçındığın,
halde benim yasaklanma uymadınız."
Şimdi ben sizi bitmez mükâfattan mahrum tuttuğum
gibi; acı bir azaba da çarptırıyorum" diye buyurur."
Ahmed İbni Harb (r.a.) der ki: "Gölgeyi güneşe ter
cih ederiz de cenneti cehenneme tercih etmeyiz."
Hz. İsa (a.s.) der ki: "Nice sağlam vücûd, sağlıklı
çehre ve tatlı sözlü dil, yarın cehennem katlan arasında fer-
yad edecektir."
Dâvud Tâi (r.a.) der ki: "Allah'ım! Ben senin güne-
şinin sıcaklığına dayanamıyorum da cehennemin ısısına nasıl
katlanabileyim? Ben senin rahmetinin sesine dayanmazken
azabının gürleyişine nasıl takat getireyim?"
Ey zavallı! Kıyametin belirttiğimiz korkunç gerçeklerini
İyi düşün. Bilesin ki, Yüce Allah bütün korkunç gerçekleri ile
cehennemi yarattığı gibi kesin sayısı ile mahlûkatı da yarat-
mıştır. Bu gerçek hükme bağlanarak kesinleştirilmiştir.
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Sen onları hesap görüldüğü zamanın dehşeti
ile, pişmanlık günü ile korkut. Onlar hâlâ gaflet
içindedirler ve hâlâ inanmıyorlar." Meryem Sûresi, 39
Ezelde seninle ilgili oıaicm no ,.^
diğin halde nasıl böyle gülebiliyor, eğlenebiliyor ve basit
dünya nimetleri ile oyalanabiliyorsun, şaşılır sana doğrusu?!
"Keşke gideceğim yeri, durağımı, sığınağımı ve ezelde
hakkımda verilen hükmü bilseydim" diyorsan, elinin altında
bulunan ve isteğini cevaplandırmana yardımcı olabilecek ö-
nemli alâmet vardır.
Bu alâmet iş ve davranışlarım gözetlemektir. Herkese,
uğrunda yaşatıldığı davranış ve iş çeşidi nasip olur. Eğer
iyilik yolu, önüne açılıyor, iyilikleri işlemek sana nasip olu-
yorsa sana müjdeler olsun. Sen cehennemden uzaksın de-
mektir.
Fakat giriştiğin her iyiliğin önüne bir engel dikiliveriyor
ve seni o iyiliği işlemekten alıkoyuyorsa, buna karşılık yap-
mayı tasarladığın her kötülüğü, hiçbir terslik önüne çıkma-
dan rahat rahat gerçekleştirebiliyorsan bil ki, aleyhinde kesin
hüküm verilmiştir. Verdiğim bu ip ucunun akıbetini belirt-
mesi, yağmurun yeşilliğe ve dumanın ateşe delil olması gibi
kesindir.
Yüce Allah. "Hiç şüphesiz, iyiler cennette ve
kötüler de cehennemdedir" buyuruyor, infitâr Sûresi, ıs-u.
Kendini bu iki âyete arzet, her iki dünyada yerini tespit
üş olursun. Doğrusunu Allah bilir.
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
herkesin okuyup ders çıkarması gereken bilgiler.
ellerin dert görmesin allah c.c razı olsun
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
ÖLÜMÜN ŞİDDETİNİN BEYANI
Hasan el-Basrî'nin (r.a.) bildirdiğine göre Peygamberi-
miz (s.a.s.) ölümü, onun sıkıntı ve acısını anlatırken: "Onun
yol açtığı acı üçyüz kılıç darbesininkine bedeldir"
buyurdu.
Peygamber'imiz (s.a.s.)'e bir gün ölüm acısı hakkında
sormuşlar. O da buyurmuş ki: "En kolay ölüm, yünlü kuma-
şa batmış dikene benzer. Yünlü kumaşa batmış diken, ya-
nında yün lifleri söküp almadan çıkar mı?"
Yine Peygamber'imiz (s.a.s.) bir gün ağır bir hastayı
ziyaret ederken buyurur ki:
"Ben bunun ne çektiğini biliyorum. Tek tek bütün da-
marları aynı anda ölüm sancısı içindedir."
Hz. Ali (k.v.) mücâhidleri savaşa teşvik ederken der ki:
"Eğer öldürmezseniz, ölürsünüz. Nefsimi kudret elinde tutan
Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, bin kılıç darbesi in-
dirmek, bana göre, yatakta ölmekten daha kolaydır."
Evzaî (r.a.) der ki: "Duyduğumuza göre; ölü tekra*
dirilip mezarından doğruluncaya kadar, ölüm acısı çekmeVe
devam eder."
Şeddat İbni Evs (r.a.) der ki: "Mü'min için dünya
e âhiretin en korkunç olayı ölümdür. Onun acısı, testere ile
biçilmekten, makas ile doğranmaktan ve kazanda kayna-
vnaktan daha şiddetlidir. Eğer ölü diriltilerek yaşayanlara ba-
şından geçenleri anlatsa, dünyalılar ne yiyip içip eğlenebilir
ve ne de uykudan tad alabilirdi."
Zeyd İbni Eslem'den, o da babasından naklen
rivayet eder ki:
"Mü'min dünyadaki ameli ile ulaşabileceği dereceler-
den birisine ulaşamamışsa kendisine şiddetli ölüm acısı çek-
tirilir de ölümün sarsıntı ve acısı sayesinde cennetteki de-
recesini elde eder.
Kâfirin de karşılığı verilmemiş bir iyiliği varsa canı kolay
alınır da iyiliğin sevabını tüketerek cehenneme gönderilir."
Bir çok ağır hastalara ölmek üzere iken neler hisset-
tiklerini sormayı alışkanlık haline getiren bir ma'rifet ehline
komada iken "Sen ölümü nasıl buluyorsun?" diye sorarlar.
Cevabı şöyle olur: "Sanki gökler yere kapaklar\mış ve sanki
canım iğnenin deliğinden çıkıyor."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Anî ölüm, mü'min için rahata kavuşma ve ağır
9ünahkâr için de hayıflanma vesilesidir."
Mekhul'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber-
lrniz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Ölünün bir tek kılı gök ve yer halkı arasına düşse hep.
si, Allah'ın izni ile ölürdü. Çünkü ölünün her kılında ayn bir
ölüm vardır, ölümün değdiği her canlı da ölür."
Rivayet edildiğine göre ölüm acısının bir damlası yet-
yüzü dağlanna düşse hepsi erirdi.
Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) ölünce Yüce
Allah (c.c.) ona: "Ey dostum, ölümü nasıl buldun?" diye
sordu.
Hz. İbrahim de:
- "Yaş yüne batırılmış geri çekilen şiş gibi" diye cevap
verdi. Bunun üzerine Allah ona:
-"Üstelik biz onu senin için kolaylaştırdık" buyurdu.
Yine rivayet edildiğine göre ruhunu Allah'a teslim ettiği
zaman Rabbi Hz. Musa'ya (a.s.):
-"Yâ Musa, ölümü nasıl buldun?" diye sorar. Musa da
şu cevabı verir:
- "Kızartılmak üzere canlı canlı tavaya konmuş ne ölüp
huzura kavuşan ve ne de uçup kurtulabilen bir serçe gibi
hissettim."
Başka bir rivayete göre de: "Kendimi kasabın eli
altında canlı canlı yüzülen bir koyun gibi hissettim" diye
cevap verir. Rivayet edildiğine göre Peygamber'imiz (s.a.s.)
ölmek üzere iken sonra alnını silerek: "Allah'ım! Ölüm krizini
" benim için kolay kıl" diye dua ederdi.
Hz. Fâtıma (r. anha) bu arada:
-"Ah babacığım, acı çekiyor" diye ağlamaya başlayınca
pgygamber'imiz ona:
-"Bu günden sonra babana acı yok" diyerek teselli
etmişti.
Hz. Ömer (r.a.) bir gün Kâ'b el-Ahbar'a (r.anhuma):
-"Bize ölümden bahset" dedi. Kâb da:
-"Peki, yâ Emirelmü'minin. Ölüm çok dikenli bir ağaç
dalı gibidir, bu dal insanın karın boşluğuna sokulmuş, her
diken bir damara takılmış. Arkasından güçlü kuvvetli bir
adam bu dalı geri çekmiş, böylece dal aldığını almış, bırak-
tığını bırakmış dedi.
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Mü'min kul, ölümün sıkıntı ve krizine karşı çare bulur.
Onun eklemleri: "Selâm sana, Kıyamet günü yeniden buluş-
mak üzere birbirimizden ayrılıyoruz" diye birbirleri ile selâm-
laşırlar."
Buraya kadar Allah dostları ve O'nun yakınlığını kaza-
nanlar hesabına ölüm krizinin ve acısının keyfiyetini anlat-
maya çalıştık. Ölüm onlar için bile böyle olunca bizim gibi
günahkârların hali acaba nice olur? Ölüm krizi ile birlikte
Pe§peşe başka felâketlerle de yüzyüze gelinir. Ölüme eşlik
başlıca felâketler üçtür:
Birincisi, yukarıdan beri anlattığımız gibi şiddetli c^
çekişmedir, ikincisi, ölüm meleğini (Azrail'i) apaçık görmek
ve bu görmenin kalbe salacağı korku ve ürpertidir. Ölüm
meleğini günahkâr bir insanın ruhunu alırken büründüöü
kılık içinde, en dayanıklı kimseler bile görse buna tahammül
edemez.
Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) bir gün
Azrail'e. "Günahkâr insanın canını alırken büründüğün
kılığı bana gösterebilir misin?" diye sorar. Azrail (a.s)
ona: "Bunu görmeye dayanamazsın" diye cevap verir.
Hz. İbrahim: "Dayanırım, sen göster" diye ısrar edince
Azrail ona: "Başını çevir" der. Bir müddet arkasını
döndükten sonra tekrar yüzünü dönünce Hz. İbrahim, kap-
kara yüzlü, saçlan diken diken, kötü kokulu, siyahlara
bürünmüş, ağzından ve burun deliklerinden ateş ve duman
çıkan bir adam ile karşılaşarak yere baygın düşer.
Ayılmca Azrail ilk kılığına dönmüştür. Hz. İbrahim ona
der ki: "Ey ölüm meleği, günahkâr insan ölüm anında senin
bu kılığınla yüzyüze gelmekten başka bir felâket ile karşı-
laşmasaydı, bu ona yeterdi" der.
Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygam-
ber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Hz. Dâvûd (a.s.) eşine karşı kıskanç bir erkek olduğu
için kendisi evden çıkarken karısının üzerine kapıyı kilitlerdi.
Bir gün kapıyı kilitleyip gittikten sonra kansı başını kaldırınca
yabancı biri ile yüzyüze gelir. Bunun üzerine kadın hizmetcj-
100
,• "Bu adamı kim içeri aldı, eğer Dâvud gelirse ondan
çekeceği var" der.
Bu arada Hz. dâvud çıkagelir, yabancıyı görür, ona:
-"Ben krallardan korkmayan ve onlann koyduğu
perdelerle yolu engellenemeyen bir kimseyim" diye cevap
verir. Bu cevabı alan Hz. Dâvud:
-"Vallahi, o halde sen ölüm meleğisin" diyerek olduğu
yere yığılıp kalır."
Rivayet edildiğine göre Hz. İsa (a.s.) bir gün yolda
yürürken bir kafatasına rastlar, ayağı ile ona vurarak:
"Allah'ın izni ile konuş" der. Bunun üzerine dile gelen kafa-
tası şöyle konuşur: "Yâ Rûhullah! Ben falan zamanda kral-
dım. Bir gün başımda tacım, çevremde muhafızlarım ve
devlet adamlarım bulunduğu halde tahtımda oturuyorken
ansızın karşıma ölüm meleği çıktı.
Böylece bütün canlı uzuvlarım üzerimden aynlarak
canımla birlikte ona gitti. Keşke bütün o kalabalık çevrem
olmasaydı. Keşke o kadar ha-hareketli münâsebetler içinde
değil de yalnız başıma yaşasaydım." "İşte âsilerin başına ge-
len musibet budur. Bu musibet itaatkârların başına gelme-
yecektir."
Peygamberler ölüm meleğini görenin içine düştüğü
dehşeti değil sadece ölüm krizini anlatmışlardır. Oysa ki,
insan ölüm meleğini rüyasında görse ölünceye kadar yeme-
101 .
den içmeden kesilir. Ölüm anında ve o korkunçlukta gör_
menin dehşetini var hesap et.
Allah'a kulluk görevine bağlı kalanlar ise ölüm meleğini
en güzel ve alımlı görüntüsü ile görürler.
İkrime'nin İbni Abbas'dan (r.anhuma) rivayet ettiğine
göre Hz. İbrahim titiz bir zât idi. Evinde müstakil bir ibadet
odası vardı. Çıkarken bu odanın kapısını kilitlerdi. Bir gün
içeri girince odanın ortasında bir yabancı ile karşılaşır.
Yabancıya:
-"Seni evine kim aldı?" diye sorar. Yabancı:
-"Sahibi içeri aldı" diye cevap verir. Hz. İbrahim:
-"Sahibi benim" der. Yabancı:
-"Senden de benden de daha önce evin mülkiyetini
elinde tutan beni içeri aldı" diye karşılık verir. Bunun üzerine
Hz. İbrahim ona:
-"Bana müminlerin ruhlarını alırken büründüğün
kılığın ile görünür müsün" die rica eder. Ölüm meleği:
-"Peki, o zaman arkanı dön" der. Hz. İbrahim de
arkasını döner. Bir müddet sonra yüzünü dönünce bir genç
ile karşılaşır. Hz. İbrahim hadiseyi naklederken yüzyüze
geldiği delikanlının yüz güzelliğini, elbisesinin alımlılığını ve
güzel kokusunu zikretmişti. Gördükleri karşısında ölüm
meleğine:
-"Mü'min ölüm anında sadece senin yüzünle karşılaşsa
bu mükâfat ona yeterdi." der.
Ölüm sırasında karşı karşıya gelinecek bir diğer gelişme
de iki muhafız meleğim görmektir. Bu konuda Süheyb (r.a.)
der ki:
-"Duyduğumuza göre hiçbir kimse amellerini yazan iki
muhafız meleğini görmeden can vermez. Eğer adam kulluk
görevine bağlı kalmış biri ise melekler ona:
-"Allah bizden yana sana hayır versin. Bizi nice iyi
mecliste oturttun ve nice iyi amelin işlenişine şahit eyledin"
derler.
Eğer adam günahkâr biri ise ona: "Allah bizden sana
kötülük versin. Bizi nice kötü yerlerde oturmak zorunda
bıraktın, nice kötü işleri ister istemez görmemize sebep oldun
ve nice kötü sözü duymamıza yol açtın. Bu yüzden Allah
hayrını vermesin" derler.
İşte bu anda ölmek üzere olan kimsenin gözleri sırf o
meleklere dikilir ve artık bir daha dünyayı göremez.
Ölüm anında karşılaşılan felâketlerin üçüncüsü ise gü-
nahkârların cehennemdeki yerlerini görmeleri ve bu görme-
den önce korkmalarıdır. Çünkü onların ölüm krizi esnasında
bütün enerjileri boşalmış ve kendileri canlarının çıkışına bo-
yun eğmişlerdir.
Fakat insanlar ölüm meleğinin yüksek sesli bildirisini
Duymadıkça ölmezler. Ölüm meleğinin bu bildirisi ya:
-Ey Allah'ın düşmanı, cehennem olarak sana müjdelet
olsun" veya: "Ey Allah'ın dostu, cennet olarak sana müjdelet
olsun" şeklindedir.
işte derin akıl sahiplerinin ölüm korkusu bu sebeplere
dayanır. Nitekim Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki;
"Hiç biriniz akıbetini öğrenmedikçe, Cennet veya ce-
hennemdeki yerini görmedikçe dünyadan ayrılmaz."
***
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
KABİR KORKUSU
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"İçine ölü gömüldüğü zaman kabir ona der ki:
-"Ey Ademoğlu! Yazık sana, beni ne kadar hesaptan
çıkardın. Benim sıkıntı, karanlık, yalnızlık ve böcek yurdu
11 olduğumu bilmiyor muydun? Yolun bana düştüğünde ayak-
ı -i
r lann geri geri giderken beni ne kadar hesap dışı bıraktın."
Eğer ölü iyi amel işlemiş biri ise onun adına kabre
denir ki: "Peki, ya bu adam iyiliği emreden ve kötülükten
alakoyan biri ise o zaman ona karşı tutumun ne olur?" Kabir
der ki, "O zaman ben onun için yeşil bir bahçe olurum, onun
vücudu nurlanır ve ruhu Allah'a yücelir."
Ubeyd İbni Umcyr cl-Leysî (r.a.) der ki:
-"Kabir, içine giren herkese seslenerek der ki: "Ben
karanlık ve yapayalnızlık yurduyum. Eğer hayatta iken
Allah'a itaat halinde idiysen şimdi ben sana rahmet olurum.
Eğer hayatta iken Allah'a karşı baş kaldırdıysan bu gün ben
senin için felâketim. Allah'a itaatkâr olarak bana gelen bir
Sun buradan memnun ayrılır. Allah'a karşı gelmiş biri olarak
t>ana gelen biri ise bir gün buradan feryadu figan kopararak
Çıkar."
Muhammed İbni Şirin (r.a.) der ki: Öğrendiğimize göt
kişi mezara gömülerek azab çekmeye başlayınca veya bit
takım acılar ile yüzyüze gelince diğer kabirlerde yatan ölü
komşulan ona şöyle seslenir: "Ey dost ve komşularının ölü-
münden sonra dünyada kalan kimse, bizden niye ibret alma-
dm? Henüz fırsat elindeyken bizim amel defterimizin ölümle
kapandığını görmedin mi? Dostlarının kaçırdığı fırsattan sen
değerlendiremez miydin?"
Diğer yandan yer tabakalan da ona şöyle seslenir:
-"Ey dünyanın görünüşlerine aldanan kişi: Ailenden
dünyaya aldanıp senden önce toprağın kamına gömülmüş
olanlardan ibret alsaydın ya! Oysa ki senden öncekilerin
cenazelerinin sevdikleri tarafından bu kaçınılmaz durağa ta-
şındığını görüyordun."
Yezid er-Rekkaşî (r.a.) der ki:
"Öğrendiğime göre ölü mezara girince amelleri üzerine
üşüşür ve Allah'ın izni ile dile gelerek sahiplerine derler ki:
"Ey çukurunda tek başına kalan kimse! Dostların ve ailen
senden ayrıldı, bu gün bizden başka hiç bir yoldaşın yok
senin."
Kâ'b el-Ahbar (r.a.) der ki:
"İyi kul mezara gömülünce namaz, oruç, hac, cihad ve
sadaka gibi iyi amelleri çevresine üşüşür. Bu arada azab
melekleri ona ayaklan tarafından sokulmak isteyince namaz
der ki: "Uzak durun ondan, ona sokulmanıza yol yok. Bu
Baklan üzerinde uzun müddet dikilerek Allah Rızası için
benikıldıydı."
Bunun üzerine azab melekleri ona başı tarafından
sokulmak isteyince oruç:
-"Onun yanına girmenize yol yok. Dünyada Allah rızası
için uzun müddet susuz kaldıydı, bu yüzden yol yok size
onun yanına sokulmaya" der. Azab melekleri bunun üzerine
yan taraftan ona sokulmaya girişince hac ve cihad birlikte
derler ki:
-"Uzak durun ondan. Nefsini feda ederek ve bedenini
yorgunluğuna katlanarak hacca gitti cihad etti. Bu yüzden
yanma girmeye yol yok size."
Bu sefer azab melekleri ona elleri tarafından sokul-
maya kalkışınca sadaka der ki: "Uzak durun efendimden. .
Nice sadaka şu iki elden çıkarak Allah rızası uğruna yoksulun
eline girdi. Bu yüzden size Ona varmaya yol yok."
Bunun üzerine o ölüye: "Müjdeler olsun! Diriyken
saadet içinde yaşadığın gibi ölüyken de saadete kavuşur"
diye seslenilir. Arkasından rahmet melekleri gelerek ona
cennet yatağı sererler, cennet yaygıları yayarlar. Kabri,
Sözünün alabileceği kadar genişletilir, kendisine bir cennet
kandili sunularak bir daha dirileceği güne kadar kabrinde
aydınlık içinde zaman geçirir."
Ubeydullah İbni Ubeyd İbni Ömer (r.a.) bir cenaze
namazında der ki:
-"Duyduğuma göre Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyj
buyurur:
"Ölü mezara konulunca, kendisini toprağa verenlerin
ayak seslerini duyar oturur, kendisi ile konuşacak hiç kimse
yoktur. Yalnız kabir ona seslenir ve der ki:
-"Ey ademoğlu, yazıklar olsun sana! Dünyada benim
hakkımda, darlığım hakkında, pis kokum hakkında, dehşe-
tim ve kurtlarım hakkında korkunç şeyler duymadın mı? Be-
nim için ne hazırlık yaptın?"
Bera İbn-i Azib (r.a.) der ki:
"Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte ensardan birinin
cenazesini toprağa vermiştik. Peygamber'imiz başını öne e-
ğerek mezarın başına oturdu ve üç kere:
"Allah'ım, kabir azabından sana sığınırım" dedi ve
sonra sözlerine şöyle devam etti:
-"Mü'min Ahirete göçerken Allah ona yüzleri güneş gibi
parlak bir grup melek gönderir. Ellerinde onun kefeni ve
kokusu vardı.
Gözünün görebileceği yere kadar sıra halinde oturur-
lar, mü'minin ruhu çıkınca gerek yer ile gök arasında bulu-
nan ve gerekse gökteki bütün melekler ona dua ederler,
göklerin bütün kapılan onun ruhuna açılır, her gök kapısı ru-
huna geçit vermeye can atar.
108
Ruhu göğe yüceltilince: "Yâ Rabb'i, filân kulunu getir-
dik" diye seslenilir. Allah: "Geri götürün ona hazırladığım
yüksek dereceleri gösterin. Çünkü ben dünyada ona,
-"Biz sizi topraktan yarattık, oraya döndürürüz ve yine
sizi yeni baştan oradan çıkarırız" diye vaad etmiştim" diye
buyurur. Tâhâ Sûresi, 55 Kendisini mezara getirenlerin dönüp
giderken ayak seslerini işitir bir halde iken sorgu melekleri
yanına giderek onu:
-"Hey adam, Rabb'in kim, dinin nedir, Peygamber'in
kim?" diye sorarlar,
O da: "Rabb'im Allah, dinim İslâm ve Peygamberim
Hz. Muhammed'dir" diye cevap verir. Sual sırasında ona ol-
dukça sert davranırlar, ama bu onun karşılaşacağı son im-
tihan olur. Soruların cevabını verince "Doğru söylüyorsun"
diye bir ses işitilir, işte Yüce Allah:
"Allah dünyada ve âhirette iman edenleri, sabit sözde
(kelime-i şehadet) sebat ettirir, zalimleri de şaşırtır. Allah di-
lediğini yapar" ibrahim sûresi, 27 âyeti ile bu hadiseye işaret
etmektedir.
Arkasından yanına güzel yüzlü has kokulu, alımlı
elbiseli biri girerek ona: "Allah'ın rahmeti ve ebedî nimet-
lerinin bulunduğu cenneti olarak sana müjdeler olsun!" der.
Ölü olan:
-"Allah seni de hayırla müjdelesin, kimsin sen?" diye
sorar. Yeni gelen der ki:
-"Senin iyi amelinim. Allah'a yemin ederek söylüyorum
ki, senin ibadet işlemeye nasıl can attığını, buna karşıl^
günah işlememe karşı nasıl gönülsüz davrandığını iyi biliy0,
rum. O yüzden Al'ah da sana iyilik verdi."
Arkasından:
-"Onun altına bir cennet yatağı serin ve mezarından
cennete bir kapı açın" diye bir ses gelir. Gelen emir uyannca
altına bir cennet yatağı serilerek yattığı yerden cennete bir
kapı açılır. Bunun üzerine o der ki:
-"Allah'ım! Kıyamet Gününü çabuklaştır da bir an önce
çoluk-çocuğuma kavuşayım."
Kâfir ise dünyadan ayrılıp Ahirete göç etmeye yönelin-
ce yanına kaba ve sert görünüşlü bir grup melek girer. Elle-
rinde ateşten elbiseler ile katrandan iç çamaşırları vardır, he-
men çevresini sararlar.
Son nefesini verince gerek gökle yer arasında ve gerek-
se gökteki bütün melekler ona lanet okurlar. Ruhuna karşı
bütün gök kapılan kilitlenir. Hiçbir gök kapısı ruhuna yol
vermek istemez, bu yüzden yukarıya çıkan ruhu, yarı yoldan
geri çevrilir. Ve:
-'Yâ Rabb'i, falan kulunu ne gök ve ne de yer kabul
ediyor" diye duyurulur.
Bunun üzerine Yüce Allah: "Geri götürerek ona hazır-
ladığım azabları gösterin. Çünkü ben ona: "Sizi topraktan
arattık, oraya döndürürüz ve yine yeni baştan oradan çıka-
nrız" diye vaad etmiştim buyurur.
Ölü, kendisini geri getirip mezanna bırakanların ayak
sesleri henüz kaybolmadan sual meleklerinin: "Hey adam,
Rabb'in kim, dînin nedir, peygamber'in kimdir?" sorulan ile
karşılaşır. Sorulara: "Bilmiyorum" diye karşılık verince sorgu
meleklerinden: "Bilmen gerekirdi" diye karşılık alır.
Arkasından yanına çirkin yüzlü, pis kokulu ve çirkin
elbiseli biri girer, ona: "Allah'ın gazabını ve daimi acı azabını
sana müjdelerim!" der.
Bunun üzerine o yeni gelene:
"Allah belânı versin kimsin sen?" diye sorar. Yeni gelen
der ki:
"Senin kötü amelin. Allah'a ye min ederek söylüyorum
ki, sen günah işlemeye can atar, buna karşılık ibadet işle-
meye karşı gönülsüz davranırdın. Şimdi Allah cezam verdi."
O da: "Allah senin de belânı versin" diye cevap verir.
Daha sonra karşısına sağır, kör ve dilsiz bir azab meleği
dikilir. Elinde insanlarla cinler bir araya gelseler kaldırama-
yacakları kadar ağır ve üzerine indirilebileceği bir dağı bile
altında ezip toprağa çevirebilecek olan demir bir topuz var-
dır. Topuzla ona bir darbe indirince altında ufalanarak toz
olur. Sonra yeniden can gelir. Alnına bir topuz darbesi daha
indirilir. Darbeler arasında kopardığı feryadı insanların ve
inlerin dışında kalan bütün yeryüzü canlılan duyar.
111
Arkasından: "Onun altına iki ateş tabakası serin ve ya+
tığı yerden cehenneme bir kapı açın" diye bir ses duyulur
Bunun üzerine altına iki ateş tabakası serilerek kabrinden
cehenneme bir kapı açılır."
Muhammed İbni Ali (r.a.) der ki: "Her ölüye, gerek
iyi amelleri ve gerekse kötü amelleri mutlaka gösterilir, iyi,
likleri karşısında gözleri dikilir, kötülükleri karşısına da başım
öne eğer."
Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygam-
berimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Mü'min ölmek üzere iken bir grup melek, yanlarına
misk ve reyhanlı bir ipek parçası ile ona gelirler. Ruhu
hamurdan kıl çeker gibi çıkarılır.
Ona:
-"Ey huzura ermiş, tatmin olmuş ruh! Sen Rabb'inden
ve Rabb'in de senden hoşnut olarak Allah'ın ululuk ve
kerametine çık" denir.
Ruhu çıkarılınca meleklerin yanındaki misk ve reyhana
konarak ipek parçasına sarılır ve "İlliyûn'"a gönderilir.
Kâfir ölmek üzere iken bir grup melek, yanlarına içinde
yanar ateş parçası bulunan bir bez parçası ile ona gelir, ruhu
hoyratça çıkarılırken ona:
-"Ey pis ruh! Sen Rabb'inden uzak ve Rabb'inin gazabı
üzerinde olarak O'nun azab ve ezasına çık denir. Çıkarılan
hu meleklerin getirdiği ve harıl harıl yanan bu ateş parçası
üzerine konarak bez parçasına sarılır ve "siccin"e gönderilir."
Muhammed İbni Kâ'b el-Kurâzî (r.a.)'den rivayet edil-
diğine göre; şayet onlardan birine ölüm gelirse:
"Nihayet onlardan birine ölüm gelince: Ey Rabb'im,
beni geri gönder de terkettiğim konularda iyi amel işleyeyim"
der, mealindeki âyeti yorumlarken der ki:
-"Allah böyle diyen kula: "Ne istiyorsun, arzun neyedir?
Mal biriktirmek, ağaç dikmek, bina yapmak ve nehir yatak-
ları açmak için mi yeniden dünyaya dönmek istiyorsun?"
diye sorar.
Kul, "Hayır, ihmal ettiğim hususta da iyi amel işlemek
için geri dönmek istiyorum" diye cevap verir.
Fakat Yüce Allah bu dileğe karşılık:
"Hayır, hayır. O sadece kendinin söylediği boş bir söz-
dür" diye cevap verir.
Yani bu kimseler, bu sözü ölmek üzere iken mutlaka
söylerler, fakat reddedilirler.
Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygambe-
rimiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Mü'minin mezarı yeşil bir bahçedir ve yetmiş arşın
u genişliğindedir. Ayın ondördüncü gecesi gibi aydınla-
tılır.
"Onun için sıkıntı bir hayat vardır" âyeti kim hakkında
indirildi, biliyor musunuz? Oradakiler: "Allah ile O'nun
Râsûl'ü bilir" deyince Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
"Bu âyet kabirdeki kâfirin çekeceği azabı anlatmak-
tadır. Üzerine doksan dokuz musallat edilir. Tinriîn ne
demektir bilir misiniz? Doksan dokuz yılan (ejderha) demek-
tir. Her yılanın yedi başı vardır hepsi onu ısırır, yalar ve
vücûduna nefes üfler. Bu hal kabirden kalkıncaya kadar de-
vam eder. Sayının doksan dokuz olarak belirtilmesine
şaşmamalı. Çünkü bu yılan ve akreplerin sayısı kibir, riya,
kıskançlık, dargınlık, kin ve benzeri kötü huyların sayısınca-
dır. Çünkü bunların sayılı asılları vardır. Sonra kötü huylar
bu asıllardan sayılı dallara ve her daldan çeşitli budaklara
ayrılırlar. İşte bu sıfatlar asıl mahvolma sebebidir. Ki (bunlara
mühlikât denilir.) Bunlar aynen akrep ve yılanlara dönü-
şürler. Kuvvetlileri yedi başlı doksan dokuz yılan kadar ısırır,
zayıfı da akrep gibi sokar, ikisi arasında kalanlar da bildiği-
miz yılan gibi ısırır.
Kalb gözü açık, basiret sahipleri gerek bu mahvedici
ana gövdeleri ve gerekse bu gövdelerden çıkan dallan görür-
ler. Fakat bunların sayısı ancak Nübüvvet Nuru ile bilinir
Bu çeşit haberlerin gerçek bir dış yüzü ve gizli bir iç yüzü
basiret sahiplerine açıktır. Bu çeşit haberlerin mahiyetini kav-
ramakta güçlük çekenler, bunların dış yüzünü inkâr etme-
melidirler. Tersine imanın en alt basamağı, doğrulayıp teslim
olmaktır.
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CEHENNEM MEYDANI VE CEHENNEM AZABI
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Onun (cehennemin) yedi kapısı vardır. Her ka-
pıya bir grup ayrılmıştır." Hicr, 44
Ayetteki cüz, "zümre, fırka" demektir. "Kapılardan
maksat, üstüste yükselen katlardın
İbni Güreye (rahimehüîlâh) der ki: "Cehennem yedi
tabakadır. İsimleri üstten aşağıya doğru şöyledir:
1) Cehennem,
2) Lazza,
3) Hutâme,
4)Saîr,
5) Sakar,
6) Cahîm,
7) Hâviye."
İlk tabaka iman eden günahkârlar için, ikinci tabaka
Vahudiler için, üçüncü tabaka hıristiyanlar için, dördüncü
yıldızlara tapanlar için, beşinci tabaka ateşperestler
"Cehennemin yedi kapısı vardır, bunlardan birisi, üm-
metime karşı kılıç çekenlere mahsustur."
Taberanî'nin rivayetine göre bir gün Cebrail (a.s.) het
zamankinden başka bir saatte Peygamber'imize gelir, Pey-
gamber'imiz onu karşılayarak: "Ya Cebrail, niye senin çehre-
ni solgun görüyorum?" diye sorar Cebrail: "Eğer Alla
116
nafıklar içindir. Görülüyor KÎ usuen..^... ~_
üsi katıdır. Sonra sırayla diğerleri gelmektedir.
Buna göre âyette Yüce Allah'ın şeytana uyanlarını ye(jj
kısma ayırıp, her kısmı cehennemin bir katına yerleştireceöi
belirtilmek istenmektedir. Sebep de şudur: Küfür ve günahla-
rın derecesi değişik olduğu için onlan işleyenlerin cehennem-
deki durumları da değişik olmuştur.
Bir görüşe göre: "Göz, kulak, dil, karın, edep yeri, el ve
ayaktan ibaret yedi vücut azasına karşılık cehennem de yedi
kat olarak yaratılmıştır. Çünkü günahlar bu organlardan çık-
maktadır, o yüzden onlann varacağı yer de yedi katlı olarak
yaratılmıştır."
Bu konuda Hazret-i Ali (k.v.) der ki:
"Cehennem, üstüste yedi kattan meydana gelmiştir. İlk
önce birincisi, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü sırayla bütün
katlar dolar."
Buharı ve Timnizî'nin İbni Ömer'den rivayetin göre
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki: •
hennemin körükleri hakkında sana bilgi vermemi emret-
meseydi, gelecek değildim" der.
Peygamber'imiz ona: 'Yâ Cebrail, bana cehennemi an-
\at" der. Cebrail şöyle cevap verir, "Allah, cehennemin bin yıl
boyunca yakılmasını emretti. Bin yıl yakıldı, sonunda ağardı.
Arkasından bin yıl daha yanmasını emretti, sonunda kap-
kara kesildi.
Şimdi o kapkaradır, ne kıvılcımı ışık saçar ve ne de ya-
lazı söner.
Seni hak üzere elçi olarak gönderen Allah'a yemin ede-
rim ki, cehennemde iğne deliği kadar bir delik açılsa dağı-
lacak olan yüksek hararetten dolayı yeryüzünün bütün can-
lıları kavrularak ölürdü.
Seni hak üzere elçi gönderen Allah'a yemin ederim ki,
cehennem bekçilerinden biri dünya halkına görünse yü-
zünün çirkinliği ve kokusunun ağırlığı yüzünden bütün yer-
yüzü halkı ölürdü. Seni hak üzere elçi gönderen Allah'a
yemin ederim ki, Allah'ın (Kuran'in) tanıttığı cehennem zin-
cirinin bir halkası yeryüzü dağlarına konsa dağ yarılır ve
yerin merkezine ininceye kadar durmazdı.
Bunun üzerine Peygamber'imiz: "Yeter, ya Cebrail!
Yoksa kalbim duracak ve öleceğim" der.
Bu sırada Peygamber'imiz, Cebrail'in ağladığını görür.
Ona "Ya Cebrail, Allah katında sahip olduğun mertebeye
rağmen sen de ağlıyorsun" der. Cebrail O'na şöyle cevap
verir:
"Niye ağlamayayım. Asıl benim ağlamam lâzım
Çünkü belki Allah'ın bilgisine göre bu günkü tnev-
kiimden başka bir mertebedeyim. Belki meleklerden
biri iken İblisin tâbi tutulduğu imtihanın bir ben-
zerine ben de tâbi tutulurum. Bilmiyorum, belki de
Hamt ile Marufun başlarına gelenler benim de başı-
ma gelir."
Bunun üzerine ikisi de ağlamaya başlarlar, göz yaşları
akarken: 'Ya Cebrail ve ya Muhammedi Yüce Allah her iki-
nizi âsi olmak tehlikesinden emin kılmıştır" diyen gizli bir ses
duyarlar.
Sesi duyunca Cebrail göğe yücelir Peygamber'imiz de
dışarıya çıkar. Yolda Ensardan eğlenceye dalan bir gurup ile
karşılaşır.
Onlara der ki: "Cehennem ardınızda iken gülüyor
musunuz! Benim bildiklerimi bilseniz, az güler, çok ağlar-
dınız. Gırtlağınızdan ne yemek ve ne de su geçerdi. Yüksek
tepelere çıkarak yüksek sesle Allah'a yakarırdınız."
Bu sırada; 'Ya Muhammed, kullarımı umutsuzluğa dü-
şürme. Ben seni zorluk gösterici olarak değil, müjdeleyici
olarak gönderdim" diye bir nida gelir.
Bu nidayı duyunca Peygamber'imiz: "Doğru olun ve
Allah'a yaklaşın" diye buyurur.
İmam Ahmed'in rivayetine göre Peygamber'imiz Ceb-
rail'e: "Niye hiçbir zaman Mikâil'i gülerken
görmüyorum?" diye sorar.
Cebrail de O'na: "Mikâil, cehennem yaratılalıberi
hiç gülmüş değil" diye cevap verir.
Müslim'in rivayetine göre Peygamber'imiz (s.a.s.)bir
hadiste şöyle buyuruyor :
•Kıyamet günü cehennem, her biri yetmiş bin
mclek tarafmdan çekilen yetmiş bin yedekle geti-
rilir."
***
CEHENNEM AZABI
Ebu Dâvud, Nesâî ve Tirmizî'nin rivayetine göre; Pey-
gamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
-"Yüce Allah cennet ve cehennemi yaratınca
Cebrail'i cennete gönderdi ve git orayı ve*oraya gire-
cek olanlara neler hazırladığımı gör" dedi. Cebrail de
cennete vararak onu ve Allah'ın cennetliklere neler hazırla-
dığını görüp dönünce Allah'a: "Ululuğun hakkı için oranın
adını duyan herkes içeri dalar" der.
Arkasından cennet Allah'ın emri üzerine günahlar ile
kuşatılır. Bunun üzerine Allah Cebrail'e: "Bir daha cennete
dön ve cennetlikler için neler hazırladığımı gör" diye emir
buyurur. Cebrail yeniden cennete varınca günahlar ile çevre-
lendiğini görür, geri dönünce: "Ululuğun hakkına yemin
ederim ki oraya hiç kimsenin girmeyeceğinden korktum"
der.
Bu sefer Allah Cebrail'e: "Var, git cehennemi ziya-
ret et ve'orada cehennemlikler için neler hazırladığı-
mı gör" diye -buyurur. Cebrail oraya varınca cehenneme
bakar, ateş dalgalarının üstüste yuvarlanıp yükseldiğini
görür. Allah'ın huzuruna dönünce "Ululuğun hakkına
yemin ederim ki, adını duyan hiç kimse oraya gif-
120
mez" der. Bu sırada Allah'ın emri üzerine cehennem azgın
nefsî arzular tarafından kuşatılır. Allah Cebrail'e "Oraya
«eniden git, gör" diye buyurur. Cebrail de bir daha
cehennemi görünce "Ululuğun hakkına yemin ederim
ki, oraya girmeyen tek kimse kalmayacağından kork-
tum" der.
Beyhakînin uygun bir senetle İbni Mes'ut'tan rivayetine
göre. "Hiç şüphesiz o, (cehennem) köşk iriliğinde
kıvılcımlar saçar" Murseiât sûresi, 32 mealindeki âyet hakkında
İbni Mes'ud (r.a.) "Ben bu kıvılcımlar için "ağaçlar gibi"
değil, "kaleler ve şehirler gibi" tâbirini kullanıyorum de-
miştir.
Ahmed İbni Hanbel, İbni Mâce, İbni Hıbban ve Hâ-
kim'e göre Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Veyl, öyle bir cehennem vadisidir ki, kâfir di-
bine varıncaya kadar içinde kırk yıl batmaya devam
eder."
Tirmizî'ye göre ise aynı hadis şöyledir:
"Veyl iki dağ arasında o kadar derin bir vadidir ki kâfir
dibine ulaşıncaya kadar içinde yetmiş yıl batmaya devam
eder."
Tirmizî ve İbni Mâce'nin rivayetine göre bir gün
Peygamber'imiz (s.a.s.) sahabilerine: "Hüzün kuyusundan
Allah'a sığının" buyurur. Sahabiler. 'Yâ Rasûlallah, hüzün
kuyusu nedir?" diye sorarlar.
Peygamber'imiz: "Bizzat cehhennemin günde dört
kere kendisinden Allah'a sığındığı bir cehennem vadisini >
diye cevap verir.
Sahabiler: "Oraya kimler girer, yâ Rasûlallah" diye
sorarlar. Peygamber'imiz onlara şu cevâbı verir: "Orası
amellerini gösteriş için işleyen Kur'an okuyucuları
için hazırlanmıştır. Hiç şüphesiz, Allah'ın gazabına
en çok hedef olan Kur'an okuyucuları, zorba devlet
adamlarını ziyaret edenlerdir."
Taberanî'de yazdığına göre: "Cehennemde bizzat ce-
hennemin günde dört yüz kere Allah'a sığındığı bir vadi
vardır ki, orası Muhammed ümmetinin iki yüzlüleri için ha-
zırlanmıştır."
Ibni Ebî Dünya der ki: "Cehennemin yetmiş bin va-
disi, her vadinin yetmiş bin kolu, ve her vadi kolunun yetmiş
bin taşı vardır, her taşta, cehennemlikleri yüzlerinden sokan
birer yılan barınır."
Buharı Tarihinde senedi zayıf şöyle bir hadis vardır:
"Cehennemin yetmiş bin vadisi, her vadinin yetmiş bin kolu,
her vadi kolunun yetmiş bin hanesi ve her hanenin yetmiş
bin evi, her evde yetmiş bin kuyu, her kuyuda yetmiş bin
yılan bulunur ve her yılan da ağzında yetmiş bin akrep taşır.
Gerek kâfir ve gerekse münafık, vadinin dibini boylayıncaya
kadar bunların her biri ile ayrı ayrı karşılaşır."
Tirmizî'nin rivayet ettiği münkati bir hadise göre
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
122
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
"Cehenneme atılan büyük bir kaya yetmiş yıl
düşmesine rağmen dibine varamaz."
Hz. Ömer (r.a.) der ki: "Cehennemi sık sık hatırla.
Çünkü harareti yüksek, dibi derin ve topuzları demirdendir."
Bezzar, Ebû Ya'la, İbni Hıbban ve Beyhakî'nin rivaye-
tine göre Peygamber'imiz: "Cehenneme bir' kaya salınsa
yetmiş yıl düşerek ancak dibine ulaşabilir" diye buyuruyor.
Müslim'in rivayetine göre Ebû Hureyre (r.a.) der ki:
-"Bir gün Peygamber'imiz: "Bu duyduğunuz nedir,
biliyor musunuz?" diye sordu. "Allah ve O'nun Rasûl'ü bilir"
diye cevap verdik. Bunun üzerine Peygamber'imiz şöyle bu-
yurdu: "Allah yetmiş yıl önce cehenneme bir kaya salmıştı,
işte şimdi onun cehennemin dibine varışının yankısını
duydunuz."
Taberanî'nin rivayetine göre Said el-Hudrî (r.a.) der ki:
"Peygamber'imiz bir gün şiddetli bir yankı sesi duyarak
irkildi. Bu sırada yanına Cebrail geldi, Peygamber'imiz O'na:
-'Ya Cebrail, bu duyduğum ses nedir?" diye sordu.
Cebrail de ona şu cevabı verdi:
-"Yetmiş sene önce cehenneme bir kaya salınmıştı,
fakat ancak şimdi dibine ulaştı. İşte onun sesini Allah sana
duyurmak istedi."
Peygamber'imizin bu olaydan sonra, ruhunu Allah'a
teslim edinceye kadar ağzını açarak güldüğü görülmemiştir."
123
Ahmed İbni Hanbel ve Tirmizî'nin rivayetine göre Pev,
gamber'imiz buyuruyor ki:
"Eğer şunun gibi (kafaiasım işaret ederek) yuvarlak bir
kaya parçası gökten salınsa oradaki mesafe beş yüz senelik
yol kadar olduğu halde akşam olmadan yere iner. Fakat
aynı kaya cehennemin ağzına salınsa dibine varabilmesi için
kırk yıl geceli-gündüzlü düşmeye devam etmesi lâzımdır."
Ahmed Ibni Hanbel, Ebû Ya'la ve Hâkim'in rivayetle-
rine göre Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemin demir topuzlanndan biri yere indirilse,
insanlarla cinler bir araya gelerek onu yerden kaldıramaz-
lardı."
Hâkim'in rivayetine göre Peygamber'imiz: "Cehenne-
min demir topuzlarından biri dağa indirilse, ufalanarak kül
olurdu" buyuruyor.
İbni Ebu Dünya'nın rivayetine göre Peygamber'imiz:
"Cehennem kayalarından biri dünya dağlanndan birinin
tepesine düşse, dağ eriyerek kül olur. Her cehennemliğin
yanında böyle bir cehennem taşı ile bir şeytan bulunur"
buyurmuştur.
Hâkim'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s.)
buyuruyor ki:
"Yer yedi kattır. Her iki kat arası beş yüz yıllık
mesafedir. En üst kat, başı ve kuyruğu havaya kalkmış bir
balığm sırü üzerindedir, balık kaya üzerinde ve kaya da bir
meleğin elindedir.
İkinci kat rüzgârın mahfesidir. Yüce Allah "Ad" kavmini
yok etmek istediği zaman rüzgâr koruyucusuna, üzerlerine
mahvedici bir rüzgâr estirmesini emretti. Rüzgâr koruyucusu
olan melek: 'Ya Rabbi, onlann üzerine öküzün burun de-
liklerinden çıkan yel kadar rüzgâr salayım mı?" diye sorar.
Yüce Allah: "O kadarla bütün yer yüzünün ve bütün
canlıların hakkından gelirsin. Sen onlann üzerine yüzük taşı
kadar rüzgâr sal" buyurdu. İşte "Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi,
çürümüş kemik döküntüsü gibi yapmadan bırakmaz" mealin-
deki âyet bu rüzgâra işaret eder.
Üçüncü kat yerde cehennem taşları, dördüncü kat
yerde cehennem kibriti vardır."
Sahabîler: "Yâ Rasûlallah, cehennemin kibriti mi var?
diye sordular. Peygamberimiz onlara: "Evet var, nefsimi
kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, o katta öyle kib-
rit vadileri vardır ki içlerine yüce dağlar salınsa, eriyerek su
gibi akarlardı" diye cevap verdi.
Beşinci kat yerde cehennem yılanları bulunur, ağızları
vadi gibi geniştir.
Altıncı kat yerde cehennemin akrepleri bulunur, en kü-
Çüğü semerli katır iriliğindedir, bir darbe indirince kâfire ce-
hennem ateşinin hararetini unuttururlar.
Yedinci kat yerde bir eli önde, bir eli arkada olmak ü
zere demir kelepçeye vurulmuş olarak İblis vardır. Yüce /\[,
lah onu bir kulun üzerine salmak isteyince çözer."
Ahmed İbni Hanbel, Taberanî ve İbni Hıbban ve
Hâkim'in rivayetine göre Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor
ki:
"Cehennemde deve boynu kalınlığında yılanlar
vardır. Her biri bir kere sokunca yakıcı acısı yetmiş
yıl devam eder. Yine cehennemde semerli katır irili-
ğinde akrepler vardır, her biri insanı bir kere ısıtınca
ateşi kırk yıl boyunca duyulur."
Tirmizî, İbni Hıbban ve Hâkim'in rivayetlerine göre
Peygamber'imiz:
"Cehennemlikler "su" diye yalvarınca kendilerine
yüzleri kavuran katran gibi bir sıvı verilir. O ne fena bir
içecek ve orası ne kötü bir yerdir" mealindeki âyet hakkında
"bu sıvı zeytinyağı tortusu gibidir, cehennemlik
kimse ona yaklaşınca yüzünün derisi eriyerek içine
dökülür" buyuruyor. Kehf sûresi. 29.
Tirmizî'nin rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.)
şöyle buyuruyor:
"Cehennemliklerin başlarına dökülen kaynar su içle-
rine sızarak karın boşluklarm eritir ve içlerinde ne varsa eri-
yerek tabanlarından dışarıya akar. Sonra yeniden eski hal-
lerine döndürülürler."
Dahhak (rahimehullah) der ki: "Hamım, Allah'ın yeri
ööqü yarattığından beri cehennemliklere içirileceği ve başla-
rından aşağı döküleceği ana kadar durmadan kaynamak-
tadır."
Bir görüşe göre cehennemliklere sunulacak olan
kaynar su, onların akan göz yaşlarını cehennem havuzla-
rında biriktirerek elde edilir ve kendilerine sunulur.
İşte "Onlara (cehennemliklere) bağırsaklarını
parçalayan kaynar bir sıvı verilir" mealindeki âyet, bu
sıvıya işaret etmektedir. Muhammed Sûresi, ıs.
Bu hususta daha başka sözler de söylenmiştir. Ahmed
İbni Hanbel, Tirmizî ve Hâkim'in rivayetine göre Peygam-
ber'imiz (s.a.s.), "Ötesinde cehennem vardır ve
kendisine irinleşmiş su verilir. Onu ağzına alır, fakat
yutamaz, ona her türlü azab vardır" ibrahim sûresi, ıs-ie
mealindeki âyet hakkında şöyle buyurmuştur: "İrinli su ağ-
zına yaklaştırılınca tiksinir, daha yakına getirilince yüzünü
kavurur, başının derisi eriyip akar, içince de bağırsaklarını
parçalar. Nihayet dübüründen çıkar."
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Onlara (cehennemliklere) bağırsaklarını parça-
layan kaynar bir SIVI İÇİnlİr." Muhammed Sûresi. 15
Yine Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Cehennemlikler "su" diye yalvarınca kendileri-
ne yüzleri kavuran, kaynar katran gibi bir sıvı verilir.
O ne fena bir içecek ve orası ne kötü bir yerdir."
Kehf
Sûresi, 29.
Ahmed İbni Hanbel ve Hâkim'in rivayetine göre P6y.
gamber'imiz buyuruyor ki:
"Gassak'dan yeryüzüne bir hava dökülse, bütün dünya
halkını kokuştururdu."
Buradaki "gassak" "O azabı tatsınlar ki: o kaynar
su ve gassaktır" âyeti ile "sadece kaynar su ve irin
içerler" mealindeki âyette 'adı geçen irindir. Şad Sûresi, 57, Nebe
Sûresi, 25.
Bu irin hakkında çeşitli görüşler vardır. İbni Abbas'a
(r.a.) göre o, kâfirin cildinden süzülen san su, başkalarına
göre de yine kâfirlerin kokmuş irinleridir. Kâ'b-el Ahbar'a
göre o bir cehennem pınarıdır ki, oraya yılan, akrep ve
benzeri gibi zehirli hayvanların zehirleri sızarak birikir. Sonra
da âdemoğlu getirilip bu sıvıya batırılır. Çıkarken derisi
eriyerek akar, etleri de kemiklerinden ayrılarak oylukların-
dan ve diz kapaklarından yerlere sarkar, o da insan elbise-
sini sürükler gibi etlerini sürükler.
Tirmizî'nin rivayetine göre bir gün Peygamberimiz:
"Ey Mü'minler, Allah'tan gerektiği gibi korkun
ve mutlaka müslüman olarak ölün" Mİ imrân sûresi, 102
mealindeki âyeti okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Eğer
Zakkum'un bir parçası dünyaya damlasaydı, dünya halkının
bütün yiyecek ve içeceklerini bozardı, yiyeceği yalnız bu
olanın hali nice olur, vann siz düşünün."
Başka bir rivayete göre hadisin son kısmı: "Bundan
ska yiyeceği olmayanın hali nice olur, varın siz düşünün"
^eklindedir.
"Takıntılı bir yiyecek" mealindeki âyet ifadesini İbni
Abbas (r.anhuma): "Yani, gırtlağa takılıp ne içeri giren ve ne
de geri Çıkan bir yiyecek" şeklinde açıklamıştır.
Buharı ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadiste Pey-
gamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kâfirin iki omuz başının arası hızlı giden bir atlı hesabı
ile üç günlük yo/ geniş/igindedir."
Ahmed İbni Hanbel'in rivayetine göre Peygamberimiz
(s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kâfirin azı dişi Uhud dağı, uyluğu Beyza tepe-
si, cehennemde kapladığı yer Kadid ile Mekke arası
(yani takriben üç günlük yolculuk mesafesi) kadar
derisi de Yemen kralı Cebbar'ın arşını ile kırk arşın
boyu kalınlığındadır."
Füdayl Bin Yezid'den Tirmizî'nin rivayetine göre Pey-
gamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü kâfirin dili bir veya iki fersah kadar
Vere sarkar ve insanların ayakları altında çiğnenir:"
Füdayl bin Yezid'in Ebû Aclan'dan rivayetine göre
kıyamet gününde kâfir, dilini iki fersah sürükleyecek insanlar
°nu çiğneyecektir. Bu hadisi Beyhakî ve başkaları rivayet et-
miştir. Doğru olanı bu rivayettir.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemliklerin gövdesi, cehennemde o kadar irj
leştirilir ki kulak memeleri ile omuz başlan arası yedi yüz y^
lık bir yolculuk mesafesinde, derilerinin kalınlığı yetmiş arşın
boyu kadar ve azı dişleri Uhud dağı boyunda olur."
Ahmed İbni Hanbel ile Hâkimin rivayetlerine
göre Mücahid (r.a.) der ki: "Bir gün İbni Abbas bana:
"Cehennem ne kadar geniştir, biliyörmüşün?" diye sordu,
-"Hayır, bilmiyorum" diye cevap verdim. Bunun üzeri-
ne o şöyle dedi:
-"Evet, vallahi bilmiyorsun! Cehennemlik bir adamın
kulak memesi ile omuz başı arası yetmiş yıllık yol kadardır.
Orada kan ve irin nehirleri akar."
Ben: "Kan ve irin nehirleri mi dedin?" diye sordum,
İbni Abbas: "Hayır hayır, kan ve irin vadileri" diye
cevap verdi.
***
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
KIYAMETİN DEHŞETLERİ
Rivayete göre Hz. Ayşe (r. anha) buyurur ki:
"Peygamberimize: 'Yâ Rasûlallah, Kıyamet günü se-
venler birbirlerini hatırlarlar mı" diye sordum. Bana şu ce-
vâbı verdi:
"Üç yerde hayır. Birincisi, Mizan karşısında, iyiliklerin
ağır mı, yoksa hafif mi geleceği belli oluncaya kadar; ikincisi
amel defterleri uçuşurken. Herkes amel defterim acaba
sağımdan mı, yoksa solundan mı verilecek diye beklerken.
Üçüncüsü de cehenmden uzun bir boyun çıkarak bir takım
kimselerin boyunlarına dolanarak şu üç kimseye musallat
edildim: Allah ile birlikte başka bir ilâha tapana bütün zâlim
ve zorbalara ve hesaplaşma gününe inanmayanlara derken,
bu kimseleri kıskaca alarak cehennemin derinliklerine atar.
Cehennemde kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprü
vardır. Üzerinde sivri demirden çengeller ve dikenler vardır.
Bu köprüden insanlar, kimi çakan şimşek, kimi, esen rüzgâr
S'bi geçeceklerdir."
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Peygamber'imiz (s.a.s.)
Şöyle buyurdu: "Yüce Allah gökleri ve yeri yaratınca Sûr'u
yaratıp İsrafil'in eline verdi, o da onu ağzına koyarak: "Ne
zaman üfleme emri alacağım" diye bakışlarını Arş'a dikmiş
beklemektedir.
Ben O'na: 'Ya Rasûlallah, "Sûr nedir" diye sordum
Bana "Nurdan bir boynuzdur" diye cevap verdi. Ben
O'na: "Yâ Rasûlallah, nasıl bir şeydir?" diye sordum. O
da bana: "Geniş çaplı bir daire şeklindedir. Beni Hak
din ile Peygamber olarak gönderen Allah adına
yemin ederek söylüyorum ki, çapı yerle gök arası
genişliğindedir. İsrafil bu sûra üç kere üfler: Birinci
üfleme ürkütmek, ikinci üfleme canlıların hepsini
öldürmek, üçüncü üfleme de yeniden diriliş içindir.
Üçüncü üfleyişten sonra ruhlar ortaya çıkarak gök
ile yer arasını arılar gibi doldururlar ve genizlerden
cesedlere girerler. Toprağı yarılarak yerden ilk çıka-
cak olan benim."
Başka bir hadiste bildirildiğine göre Yüce Allah, Ceb-
rail, Mikâil ve İsrail'i yeniden diriltince bunlar hemen
yanlarına Burak'ı ve bir kat cennet elbisesi alarak Peygam-
ber'imizin kabri başına inerler. O sırada kabrin toprağı ya-
rılarak derhal açılır. Peygamber'imiz Cebrail'e bakar ve:
-"Bu hangi gündür?" diye sorar. Cebrail de O'na:
"Bugün Kıyamet günü'dür, bugün haşir günüdür; bu-
gün karar günüdür" diye cevap verir. Peygamber'imiz:
-'Yâ Cebrail, Allah ümmetime ne yaptı" diye sorar.
Cebrail de "Müjdeler olsun, sana üzerindeki toprak ilk açılan
sensin." diye cevap verir.
132
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz
buyurmuştur ki:
"Yüce Allah buyurur ki: "Ey insanlar ve cinler!
gen size gereken nasihati vermiştim. İşte şimdi
amelleriniz defterlerinizde yazılı. İyilik bulan Allah'a
hamd etsin. Başka türlüsünü bulan da kendinden
başkasını kınamasın."
Anlatıldığına göre bir gün Yahya İbni Muaz el-Razî'nin
(r.a.) bulunduğu mecliste:
"O gün takva sahiplerini Allah huzuruna toplar ve gü-
nahkârları cehenneme yaya ve susuz olarak sevkederiz" me-
alindeki âyetler okununca o şöyle der:
"Ey insanlar! Bir dakika, bir dakika! Yann mahşerin
durak yerinde hep biraraya geleceksiniz. Her yönden gurup
gurup gelerek Allah'ın huzuruna tek tek dikileceksiniz. Ke-
lime kelime yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Ermişler
Allah'a binekli olarak, günahkârlar da Allah'ın azabına yaya
ve susuz olarak götürülecek. Ve bölük bölük cehenneme
gireceklerdir!
Kardeşlerim! Önünüzde sizin hesabınıza göre elli bin
sene uzunluğunda bir gün var, o gün "sarsıntı günü",
''yaklaşan gün"dür. "Bütün insanlar o gün Allah'ın hu-
zurunda dikileceklerdir", "O gün, hayıflanma ve piş-
manlık günü", "tartışma ve hesaplaşma günü", "he-
saplaşma günü", "feryad günü", "geleceği kesin bir
9ün", "kalb çarpıntısı günü", "yeniden dirilme günü",
"herkesin kendi elleri ile işlediklerine bakacağı bir
gün", "aldanma günü", "kimi yüzlerin ağardığı Ve
kimisinin de karardığı gün", "Allah'ın Huzûru'na te-
miz kalble gelenlerden başka malın, çoluk-çocuğun
fayda sağlamadığı bir gün", "zâlimlere mazeretlerinin
fayda vermediği, kendileri için fena yerleşme yeri
hazırlanan bir gün" dür.
Mukatil İbni Süleyman (r.a.) der ki:
"insanlar Kıyamet günü, hiç konuşmadan yüz yıl bek-
lerler, yüz yıl da karanlıkta şaşkınlık içinde geçer, yüz yıl da
dalga dalga birbirine sürtünerek Allah'ın huzurunda çeki-
şirler. Kıyamet günü, sizin hesabınıza göre elli bin yıl uzun-
luğuna olmasına rağmen ihlâslı bir mü'mine en kısa bir na-
maz süresi gibi gelir."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Şu dört şeyden hesaba çekilmeden kulun ayaklan
kaymaz:
1- Ömrünü nerede harcadığından,
2- Vücûdunu nerede yıprattığından,
3- İlmi ile nasıl amel ettiğinden,
4-Malını nereden kazanıp, nerede harcadığından"
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki: "Her peygambe-
rin mutlaka kabul olan bir duası vardır, hepsi bu haklarını
dünyada kullandı. Ben dua hakkımı Kıyamet günü ümmeti-
e şefaat etmek için sakladım."
Allah'ımız! Rasûlullah'm, Kaü'ndaki itibâr hakkı için bizi
O'nun şefaatine eriştir!.
CEHENNEM VE MİZANIN SIFATLARI
Bu mevzuda bazı noktalarına daha önce temas etmiş
olmamıza rağmen, faydayı tamamlamak için yeniden ele
almakta mahzur görmedik. Ola ki, bozulmuş ve gafil gönül-
lere tekrarlanan nasihatler kâr eder.
Bu husus Yüce Allah (c.c.) Kur'ân'ın bir çok yerinde
cehennemin korkunçluğu ile Kıyamet şiddetli sıkıntılarına
büyük önem vermiştir. Öyle ki Allah Teâla'nın bu beyanatı
aklı başında insanların kalplerine en büyük tesiri yapmış,
âhiretin faydalı ve kalıcılığını; onun dışındaki her şeyin
hiçliğine tercih etmiştir.
Cehennemin nasıl bir yer olduğu konusuna gelince
Allah cümlemizi bağış ve keremi ile oradan korusun. Hadis-
te bildirildiğine göre orası simsiyah ve karanlıktır, ışığı ve
alevi yoktur. Cehennemin yedi kapısı vardır. Her kapının
üzerinde yetmiş bin dağ vardır, her dağın üzerinde yetmiş
bin ateşten tepe vardır, her ateşli tepe üzerinde yetmiş bm
ateş çukuru vardır. Her ateş çukurunda yetmiş bin ateş
vadisi bulunur.
Her vadide yetmiş bin ateşten köşk, her köşkte yetmiş
bin ateş evi, her evde yetmiş bin yılan ile yetmiş bin akrep
her akrebin yetmiş bin kuyruğu vardır. Her kuyrukta yetmiş
bin boğumu, her boğumda da yetmiş bin testi dolusu zehir
bulunur.
Kıyamet günü olunca cehennemin örtüsü açılır ve
ondan insanlarla cinlerin sağından solundan, önünden, ar-
kasından ve tepeleri üzerinden uçuşan birtakım çadırlar çı-
kar. İnsanlar ile cinler bu manzarayı görünce dizüstü çökerek
hep birlikte: "Allah'ım, bizi kurtar" diye çığlık atarlar.
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz
(s.a.s.) buyurur:
"Kıyamet günü cehennem her birinden yetmiş bin
meleğin tuttuğu yetmiş bin yedek ile çekilerek getirilir."
Bir hadiste Peygamber'imiz (s.a.s.):
"Cehennemde iri, sert, Allah'ın kendilerine ver-
diği enirine isyan etmeyen, verilen emri olduğu gibi
uygulayan melekler görevlendirilmiştir" TaMm sotesi e,
mealindeki âyette iri kıyımlıkları belirtilen cehennem zeba-
nileri hakkında buyurur ki:
"Bu meleklerden her birinin iki omuz başı bir yıllık yol
mesafesi kadardır. Her birinin öyle bir kuvveti var ki,
elindeki demir topuz ile bir dağa vursa onu paramparça
eder. Her darbesi ile yetmiş bin kişiyi cehennemin derinlik-
lerine atar."
"Cehennemde ondokuz melek görevlidir" Müd
Sûresi so, mealindeki âyet, zebanilerin ileri gelenlerinin
sayısını belirtir, yoksa cehennemdeki bütün görevli melek-
lerin sayısını Allah'tan başka kimse bilmez.
Nitekim Yüce Allah: "Rabb'inin askerlerinin sayı-
sim yalnız O bilir Müddesir Suresi; 3i, buyurur.
İbni Abbas'a (r.a.) cehennemin genişliği sorulunca:
"Vallahi, genişliğinin ne kadar olduğunu bilmiyorum.
Fakat öğrendiğimize göre her cehennem zebanisinin kulak
memesi ile ensesinin arası yetmiş yıllık yol mesafesindedir,
cehennemde kan ve irin ırmakları akar" diye cevap vermiş-
tir:
Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadise göre cehennem
çadırlarının duvar kalınlığı kırk yıllık yol mesafesindedir.
Müslim'in rivayet ettiğine göre Peygamber'imiz (s.a.s.)
buyuruyor ki: "Sizin şu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmişte
biri şiddetindedir.
Sahâbiler: "Ya tam olsaydı nasıl olacaktı?" diye
sordular. Peygamberimiz: "Bu ateşin ısısı altmış dokuz kat
arttırılmıştır." Her katın sıcaklığı dünya ateşi kadardır." diye
cevap verdi.
Peygamberimiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Cehennemliklerin biri avucunu dünyalılara uzatsa
hararetinden bütün dünya yanardı. Cehennem zebanile-
rinden biri dışan çıksa da insanlar onu görse, Allah'ın onun
138
üzerinde beliren gazabı yüzünden bütün insanlar derhal
ölürlerdi."
Peygamber'imiz bir gün sahâbileri ile birlikte otururken
derin bir gürültü duyuldu. Peygamber'imiz "Bu gürültünün
ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
Sahâbiler: "Allah ve Rasûlü bilir" diye cevap verince
Peygamber'imiz: 'Yetmiş sene önce cehennejne bir taş
atılmıştı, şu ana kadar yol alıyordu, duyduğunuz bu gürültü
o taşın dibe vurma sesidir" diye buyurdu.
Hz. Ömer (r.a.) de: "Cehennemi sık sık hatırlayın.
Çünkü harareti çok yüksek, dibi çok derin ve topuzları
demirdendir." buyurur.
İbni Abbas'a göre:
"Cehennem kendilerini uzaktan görünce (cehennem-
likler) onun uğultu ve homurtusunu duyarlar Furkân Sûresi 12,
mealindeki âyet hatırlatılarak kendisine: "Cehennemin göz-
leri mi var?" diye soruldu.
O da dedi ki: "Evet Peygamber'imizin "Bile bile bana
yalan söz isnad eden kimse, cehennemin iki gözü arasında
kendisine yer ayırsın" şeklindeki hadisini duymadınız mı? O
zaman Peygamberimize:
-'Yâ Rasûlallah, cehennemin gözleri mi var?" diye
sorulmuştu. Peygamber'imiz: -'Yoksa kendilerini uzaktan
gördüğü zaman (cehennemlikler) onun uğultu ve homur-
139
tuşunu duyarlar" mealin-deki âyeti duymadınız mı?"
cevap vermişti.
Aşağıdaki hadis bu gerçeği teyid eder:
"Cehennemden bir boyun çıkar, onun gören iki
ve konuşan bir dili vardır,": Bu gün ben Allah'a başka bir
ilâhı ortak koşanlar üzerine musallat edildim" der, o ce-
hennemlikleri susam tanelerini görüp kapan kuştan daha iyi
görür."
Mizân'ın nasıl olduğuna gelince; Hadîs-i şerif de bil-
dirildiğine göre onun iyilikler kefesi nurdan ve günahlar ke-
fesi karanlıktandır.
Tirmizî'nin rivayet ettiğine göre, Peygamberi-
miz şöyle buyuruyor:
"Cennet Arş'm sağında, cehennem de solunda kurulur.
Mizân'ın iyilikler kefesi Arş'ın sağında, günahlar kefesiyse
solunda bulunur. Böylece cennet iyilikler kefesi karşısına,
cehennem de kötülükler kefesi karşısına düşer."
#**
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CENNETİN VASIFLARI VE CENNETLİKLERİN DERECELERİ
Bilesin ki, keder ve sıkıntılarını daha önceki bölümler-
de öğrendiğin şu yurdun -ki bu yurt cehennemdir- karşılığı
olarak başka bir yurd vardır. Şimdi de o yurdun nimet ve
bazları üzerine düşün. Çünkü bu yurdlarım birinden uzak
kalan, hiç şüphesiz, öbürüne yerleşir.
Cehennemin korkunç yönleri üzerinde uzun uzun
düşünerek kalbinde korkuyu tercih et, cennetliklere adanan
kalıcı nimetler hakkında uzun uzun düşünerek de kalbinde
umudu tercih et. Nefsini korku kırbacı ile kamçılayıp umut
dizgini ile Sırat-ı Müstakim'e sür. Böylelikle acı azabdan
kurtularak büyük mülke nail olursun.
Şimdi cennetlikleri düşün. Yüzlerinde mutluluk parıl-
dar, tıpası mühürlü bir kaptan cennet suları içerler. Taşı ak
inciden yapılmış çadırlarda, kırmızı yakut sedirlerde oturur-
tar, yer yaygıları yeşil ipeklidendir, bal ve şarap akan ır-
makların kenarlarına dizilmiş koltuklara kurulurlar, bu ırmak
kenarları huriler ve hizmetçilerle dolup taşmış.
Bunlar sanki yakut ve mercandır, daha önce onlara ne
insan, ne cin el değinmemiştir. Cennet makamlarında dola.
şırlar, içlerinden biri yürüyüşünde kırıtırsa eteklerini yetmiş
bin gılman taşır, giydikleri ak ipek elbiseleri gözleri ka-
maştırır, başlarında ince ve mercan taçlar vardır, alımlı, ağır-
başlı ve hoş kokuludurlar. İhtiyarlamaları, yıpranmaları söz
konusu değildir.
Cennet bahçelerinin ortalarında kurulmuş yakut köşk-
lerin içindeki çadırlarda kalırlar, iri gözleri efendilerinden
başkasına kaymaz.
Cennetliklere ve hurilere testiler, ibrikler ve kâselerle
içenlerin tadına doyamayacaklan ak renkli su ikram edilir,
hizmetlerini göz değmemiş inciler gibi hizmetçiler ve gençler
yapar. İşlediklerinin mükâfatı olarak emin bir barınağa ka-
vuşmuşlardır, bahçeler ve pınarlar içinde yeşillikler ve akar
sular arasındadırlar.
Her şeye Kudretli bir Melik'in katında sadakat kol-
tuğundadırlar. Orada kerem sahibi Melik'in yüzüne bakarlar.
Nimetlerin parlaklığı yüzlerine vurmuştur. Darlık ve sıkıntı
nedir bilmezler, tersine Rabb'lerinin çeşit çeşit hediyelerine
mazhar olurlar.
Onlar canlarının istediği ile ebediyyen başbaşadırlar,
orada ne korkarlar ve ne de üzülürler, ölüm endişesinden
uzaktırlar.
Onlar orada her türlü nimeti;i tadarlar, oranın ye-
meklerini yerler, sütlü, ballı, içkili ve arı sulu akarsulanndan
verier. Oranın zemini gümüş, çakılı mercan, toprağı has
mjsk, bitkisi zaferan, Kâfur kumullarında bitmiş gülsuyu
taşıyan bulutlardan yağmur alırlar. Bu su kendilerine çeşit
çeşit kaplar ile sunulur. Kaplar inci, yakut ve mercan süs-
lerneli, havalanmamış içki ile karışık tatlı su ile dolu, made-
ninin sadeliğinden dolayı üzerine düşen ışığı yansıtarak için-
deki içkiyi bütün allık ve inceliği ile gösteren, insan elinden
benzeri çıkmamış, işleme ve süslemesini insanın başara-
mayacağı kaplardır.
Bu kaplara cennetliklere yüz parlaklığı, güneş ışığını
hatırlatan hizmetçilerin elinden sunulur. Fakat nerede onla-
rın tatlı görünüşü, yanak güzelliği ve çene alımlılığı ve ne-
rede güneş ışığı!
Bu sıfatta bir âleme inanan, oraya girenlerin ölüm-
süzlüğe kavuştuğuna, hiçbir felâketle yüzyüze gelme-
yeceğine ve olayların değiştiriciliğine maruz olmadığına dâir
kesin kanaat besleyen bir kimseye şaşılır. Allah'ın yıkımına
izin vermiş olduğu bu dünyaya nasıl ısınır ve onun sunduğu
yaşayışla tatmin olur. Allah'a yemin edirim ki, Ahirette ölüm,
açlık, susuzluk ve diğer gelişmelerin yokluğu yanında vücûd
sağlığından başka bir şey olmasa sırf bu yüzden ona göre
dünyadan soğumak ve dünyayı oraya tercih etmemek lâyık
olur. Kaldı ki, cennette ne sıkıntı ve ne de keder söz konu-
sudur.
Nasıl söz konusu olabilir ki, cennetlikler emniyet içinde
birer meliktirler. Sevincin her türlüsünü tadarlar, orada her
istedikleri kendilere verilir, her gün Arş'ın çevresine varırlar
ve kerim olan Allah'ın yüzünü görürler. Allah'ın yüzünü
görmekle diğer cennet nimetlerine bakarak elde edemedik-
leri büyük bir nimete nail olurlar ve gözlerini başka tarafa
çevirmezler. Onlar devamlı şekilde bu nimetler arasında do-
laşırlar ve yok olacaklar diye korkmazlar.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygam-
ber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cennette şöyle bir ses gelir: Ey cennetlikler! Sizlere
öyle bir sıhhat veriyorum ki, ondan sonra ebediyen hasta
olmayacaksınız. Ölümsüz bir hayat bulacaksınız. Ardın da
yaşlılık olmayan bir gençliğe ereceksiniz. Arkasından ümit-
sizlik gelmeceyek bir mutluluğa ulaşacaksınız."
Yüce Allah'ın şu âyeti, bu gerçeği ifâde eder:
"Cennetliklere: "İşlediğiniz iyi ameller sayesin-
de nail olduğunuz cennet işte budur" diye seslenilir."
A'râf Sûresi, 43.
Cennetin nasıl olduğunu öğrenmek istiyorsan, Kur'ân'ı
oku, çünkü Allah'ın açıklamasının ötesinde açıklama yoktur.
Meselâ "Rabb'imin huzuruna dikilmekten korkan için iki
cennet vardır" âyetinden itibaren "Rahman" sûresini, "Vakıa"
sûresi ile diğer ilgili sûreleri oku. Eğer cennetin nasıl olduğu
hakkında Peygamber'imizin verdiği tafsilâtlı bilgileri öğren-
mek istiyorsan, ana hatlarının bilgisini edindikten sonra şim-
di de iç yönünü tanımaya yönelerek, önce cennetlerin sa-
yısından başla.
Peygamber'imiz "Rabb'inin huzurana dikilmekten kor-
jki cennet vardır" mealindeki âyet hakkında buyuruyor
ki:
"İki cennetin bütün kap ve eşyası gümüşten, diğer bir
iki cennetin bütün eşyası altındandır. "Adn" cennetinde
cennetlikler Rabb'lerini görürken, onlar ile Allah arasında
sadece "Kibriya Perdesi" bulunur."
Sonra cennetin kapılarına bak, bunlar ibadetlerin asıl-
larına göredir. Nitekim cehennemin kapıları da günahların
asıllarına göredir.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz
(s.a.s.) buyuruyor:
"Kim malından iki birimlik bir sadaka verirse, cennetin
bütün kapılarından içeri girmeye çağrılır.
Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz ehli olanlar na-
maz kapısından içeri girmeye çağrılır. Oruç ehli olanlar oruç
kapısından içeri girmeye çağrılır. Sadaka ehli olanlar sadaka
kapısında içeri girmeye çağrılırlar. Cihâd ehli olanlar cihad
kapısından içeri girmeye çağrılır."
Bu arada Ebû Bekir (r.a.): "Vallahi bir kimsenin bu
kapılardan birinden çağrılma zarureti yoktur. Acaba bir kim-
se hepsinden aynı anda içeri girmeye çağırıhrsa olur mu?"
diye sorar. Peygamber'imiz ona: "Evet, böyleleri de var-
^r. Senin de onlardan olmanı dilerim" diye cevap ve-
rir.
Asım İbni Zamüre (r.a.) der ki: "Hz. Ali bir gün cehen
nemden bahsetti, bu konuda şimdi hepsi hatırımda kalma
yan çok önemli açıklamalarda bulundu, arkasından
Cennete getirerek dedi ki:
"Rabb'lerinden korkanlar bölük bölük Cennete sevke-
dilirler. Onun kapılarından birine varınca, kapının yanıba-
şında köklerinin arasından iki ayrı pınar kaynayan bir ağaç
görürler. Aldıkları emir uyarınca pınarlardan birine sokulur-
lar, suyundan içince karınlarmdaki pislikler kaybolur.
Arkasından öbür pınara sokularak içinde yıkanınca
yüzlerine Cennet tazeliği gelir, artık saç renkleri ebediyyen
değişmez başları yağla yıkanmış gibi hep parlak kalır. Sonra
Cennete girerler, içeri girerken Cennet korucuları onlara:
"Selâm size, ne mutlu size, oraya ebedî kalmak üzere giriniz"
derler.
Arkasından Cennet çocukları etraflarını sarar, dünyada
sevilen birinin ansızın çıkıp gelişi karşısında çocuklar onun
etrafını nasıl çevirirse öyle çevirirler, ona: "Müjdeler olsun!
Allah sana şu şu nimet ve dereceleri bağışladı" der-
ler, içlerinden biri o kimsenin Cennet hurilerinden olan eşle-
rinden birine koşarak dünyadaki adı ile: "Falan kişi geldi"
diye haber verir. Huri: "Sen kendin onu gördün mü?"
diye sorar. Çocuk: "Tabiî gözümle gördüm, peşimden
geliyor" der.
Bu haber üzerine huri sevincinden âdeta kuş S
uçarak kapının eşiğine vanr.
Adam makamına varınca yapısına göz atar, yuvarlak
• cj pareleri üzerinde birer kırmızı, yeşil ve sarı köşkün
geldiğini görür. Sonra başını kaldırarak çatısına bakar,
şimşek gibi göz kamaştırıcı olduğunu görür. Öyle ki, Yüce
Ajlah ona güç vermese gözleri karşısındaki manzaraya
bakarken kör olurdu. Başını indirince görür ki eşleri, kullan-
maya hazır kaplar, sıra sıra dizilmiş yastıklar, yere yayılmış
saçaklı halılar, yüksek sedirler hazır duruyor. Sonra sırtını bir
yere dayayıp: "Bizi bu nimetlere yönelten Allah'a hamd
olsun, eğer kılavuzumuz o olmasaydı, biz bu duruma kendi-
liğimizden ulaşamazdık" diye hamdeder.
Bu arada kulağına gizli bir ses şöyle seslenir:
"Yaşayın, size ebediyen ölüm yoktur. Oraya yerleşin,
hiç göçmeyeceksiniz. Sıhhate kavuşunuz, artık size hastalık
gelmeyecektir.
Peygamber 'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü Cennet kapısına varır, kapının açıl-
masını isterim. Hazin (Cennet kapıcısı): "Kim o?" der. "Mu-
hammed" diye cevap veririm. Bunun üzerine bana "Sen-
den önce hiç kimseyi içeri almamam emredildi" der.
Şimdi de Cennetin odaları ile bu odalar arasındaki
yükseklik farklarını düşün. Çünkü en büyük derecelerle en
yüce faziletler âhirettedir. İnsanlar arasında bariz ibadet
farklılıkları ve iyi huy dereceleri kesin bir şekilde var olduğu
Sibi kavuşacakları mükâfatlar arasında da açık farklılıklar
Ocaktır.
Eğer en yüksek derecelere ulaşmak istiyorsan, Allah'a
ibadet hususunda seni hiç kimsenin geçmemesine çalış, 2a,
ten Yüce Allah bu konuda yarışmayı emretmiştir. Yüce Allah
(c. c.) buyuruyor ki:
"Rabb'inizden bir mağfirete ve genişliği yer ile gök
arası kadar olan Cennete kavuşmak için yarışın."
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"O'nun mührü misktir. Yarışçılar bunun için yarışsın."
Şaşırtıcıdır ki, yakınlarından veya komşulanndan biri
senden daha çok para sahibi olsa veyahut evi seninkinden
daha yüksek olsa, sana ağır gelir, canın sıkılır, duyduğun
hased yüzünden keyfin bozulur.
Oysa ki, senin hesabına en güzel şey, dünyadaki bü-
tün alımlı şeylerin denk olmayacağını bağışlar açısından sen-
den ilerde olanların bulunmasına rağmen Cennete yer-
leşmektir.
Ebu Said el-Hudrî'nin rivayet ettiğen göre, Peygam-
berimiz şöyle buyuruyor:
"Cennetlikler, üst katlanndakileri, aralarındaki derece
farklılığı yüzünden, sizin doğudan batıya kadar ufukta dağıl-
mış gördüğünüz yıldızlar gibi görürler."
Sahâbiler: "Yâ Rasûlallah! Bunlar başka hiç kimsenin
ulaşmayacağı peygamberlerin dereceleri midir?" diye sordu-
lar. Peygamber'imiz:
-"Hayır, nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin
ederek söylüyorum ki, Allah'a inanan ve Peygamberlerine
uyan kimseler de bunlara nail olacaklardır."
Yüksek derece sahiplerine aşağıdan bakanlar, sizin gök
ufuklarından birinde doğmuş gördüğünüz bir yıldıza
baktığınız gibi görürler. Hiçbiri şüphesiz, Ebû Bekr (r.a.) ve
Ömer (r.a.) o zümredendir ve o yüce nimete kavuşacaklar-
dır" buyurdu."
Sahâbilerden Câbir (r.a.) der ki:
"Peygamber'imiz bize buyurdu ki, "Size Cennet
köşklerini anlatayım mı?" Ben de O'na:
-"Evet ya Rasûlallah, anamız babamız sana feda olsun"
diye cevap verdim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
-"Cennette som cevherden köşkler vardır, dışları içle-
rinden ve içleri dışardan görülebilir. Orada hiç bir gözün
görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin haya-
linden geçmemiş nimetler, tatlar ve sevinçler vardır."
Bunun üzerine ben: "Bu köşkler kimler içindir?"
diye sordum. Bana şöyle cevap verdi:
-"Bu köşkler selâmı yayan, yemek yediren, devamlı
oruç tutan ve herkes uyurken namaz kılanlar içindir" dedi.
Hep birlikte O'na: "Bunları kim yapabilir?" dedik.
Peygamber'imiz: -"Ümmetim bunları başarabilir. Şimdi
size anlataca-ğım. Kirn müslüman kardeşi ile karşılaşınca
ona selâm verirse selâmı yaygmlaştırmış olur. Çoluk-ç0cu
ğunu doyurasıya yediren "Yemek yedirmişler" zümresin
girer. Ramazan ile birlikte her ayda üç gün oruç tutan
devamlı oruç tutmuş gibi olur. Yatsı ve sabah namazlarım
cemaatle kılanlar, herkes (yani yahudiler, hristiyanlar ve
ateşperestler) uykuda iken namaz kılmış olurlar." buyurdu
Peygamber'imiz:
"O, sizin günahlarınızı bağışlayarak altlarından
ırmaklar akan cennetlere ve "Adn" cennetindeki gü-
zel köşklere yerleştirir" Saf,i2, mealindeki âyet hakkında
sorulan bir soruyu şöyle cevaplandırdı:
"İnciden köşklerdir, her köşkte kırmızı yakuttan yetmiş
daire vardır. Her dairenin yeşil zümrütten yetmiş odası
vardır. Her odada yetmiş sedir, her sedirde her renkten
yetmiş döşek, her döşekte iri gözlü hurilerden bir eş bulu-
nur. Her odada yetmiş sofra, her sofrada yetmiş türlü yemek
vardır ve her odada yetmiş hizmetçi bulunur. Her sabah
mü'mine bunlar yeniden tazelenerek verilir."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CEHENNEMAZABINDAN KURTULMAK
Buhârî'ye göre Peygamberimiz sık sık:
"Ey Rabb'imiz! Bize dünyada ve âhirette iyilik ver. Biz-
leri cehennem azabından koru" diye dua ederdi.
Ebû Ya'lâ ya göre Peygamber'imiz bir gün sahâbilere
hitap ederken: "İki önemli konu olan cennetle cehennemi
hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayınız" buyurdu, bu arada
gözlerinden süzülen yaşlar sakalının her iki yanını da ıslattı.
Sonra sözlerine şöyle devam etti: Nefsim kudret elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, âhiret ile ilgili olarak benim bildik-
lerimi bilseniz, toprak üzerinde gezinir ve başınıza toprak
serperdiniz."
Taberânî'ye göre bir gün Cebrail, alışılmamış bir za-
manda Peygamberimize geldi. Peygamber'imiz ona:
-"Niye senin rengini değişik görüyorum?" diye sordu.
Cebrail: "Yüce Allah şu sırada cehennem cehennem
körüklerine işlesinler diye emir verdi de sana onun için gel-
dim" dedi.
Peygamber'imiz ona: "Yâ Cebrail, bana cehennemi
anlat" dedi. Bunun üzerine Cebrail şöyle dedi:
"Yüce Allah emir verdi de cehennem bin yıl yancj
Sonunda bembeyaz oldu. Arkasından yine ona emir verH1
de bin yıl daha yandı. Bu defa kıpkırmızı oldu. Daha sonra
ona yine emir verdi de bin yıl daha yandı. Sonunda sim-
siyah oldu. Şimdi o kapkaradır, ne kıvılcımı ışık verir ve ne
de yalazı söner.
Seni, hakkı bildirmek üzere Peygamber olarak gönde-
ren Allah'ın adına yemin ederim ki, eğer cehennemden iğne
burnu girecek kadar bir delik açılsa hararetinin yüksekli-
ğinden dolayı bütün canlılar ölürdü.
Seni, hakkı bildirmek üzere Peygamber olarak gönde-
ren Allah'a yemin ederim ki, eğer cehennem korucularından
biri yeryüzü halkına görünse, yüzünün korkunçluğunun ve
bayıltıcı kokusunun tesiri ile hepsi ölürdü.
Seni, hakkı bildirmek üzere Peygamber olarak gönde-
ren Allah'a yemin ederim ki, Yüce Allah'ın kitabında bah-
settiği cehennem zincirlerinin bir halkası yeryüzü dağlan
üzerine indirilse, dağlar çöker ve bu halka yerin en alt taba-
kasına inerdi."
Peygamber'imiz duyduklarının bu noktasında:
'Yâ Cebrail, yeter. Yoksa kalbim yuvasından fırlaya-
cak ve öleceğim" dedi.
Bu sırada Peygamber'imiz Cebrail'in ağlamakta oldu-
ğunu gördü. Bunun üzerine Peygamber'imiz ona: "Yâ Ceb-
rail, Allah katında bu kadar yüce bir mertebenin sahibi ol-
duğun halde sen de mi ağlıyorsun?" dedi.
Cebrail Peygamber'imize şu cevabı verdi: "Niye ağla-
Asıl benim ağlamam gerekir. Belki de Allah'ın
bilgisine göre durumum bu günkünden değişiktir. Bilmiyo-
rum, belki de önceleri meleklerden biri olan şeytanın başına
gelen felaket, benim de başıma gelir. Bilmiyorum, belki de
Hârut ile Mârufun başına gelenler, benim başıma gelir."
Bunun üzerine Cebrail ile Peygamber'imiz birlikte ağ-
lamaya başladılar. Nihayet şöyle bir ses geldi:
-"Ey Cebrail ve Muhammed (s.a.s) Allah sizleri ken-
disine âsi olmaktan korumuştur."
Bu sesin arkasından Cebrail tekrar göğe yücelir. Pey-
gamber'imiz de biraz sonra dışarı çıkınca gülen ve eğlenen
bir Ensâr gurubuna rastlar.. Onlara şöyle buyurur:
"Önünüzde cehennem varken nasıl gülebiliyorsunuz?
Benim bildiklerimi bilseniz, az güler çok ağlardınız. Gırtlağı-
nızdan ne bir lokma yemek ve ne de bir yudum su geçerdi.
Yüksek dağlara çıkarak Allah'a yalvarırdınız." Bu sırada
şöyle bir ses geldi:
-"Yâ Muhammed! Kullarımı umutsuzluğa düşürme.
Ben seni çetin gösterici olarak değil, ancak müjdeleyici ola-
rak gösterdim." Bunun üzerine Peygamber'imiz: "Doğruluk-
tan ayrılmayınız, Allah'a yakın olunuz" buyurdu.
İleri sürüldüğüne göre bir gün Peygamber'imiz Ceb-
rail'e: "Mikail'i hiç gülerken görmedin mi?" diye so-
runca Cebrail de ona: "Mikail cehennem yaratılalı beri
hiç gülmedi" diye cevap verdi.
ona
Ibni Mâce ve Hakim'e göre Peygamber'imiz (s.a.s) şö\,
le buyuruyor: "Sizin kullandığınız bu ateş, cehennem ateşi-
nin yetmişte bir derecesinde bir yakıcılığa sahiptir. Eğer sön-
dürülmeseydi, ondan yararlanamayacaktınız. Bu ateş, tekrar
cehenneme döndürülmesin diye Allah'a dua etmektedir.
Beyhâkî'ye göre Hz. Ömer (r.a.) bir gün:
"Derileri her eridiğinde azabı duysunlar diye onlara
başka bir deri veririz" Nisa, 56, mealindeki âyeti okuyarak Ka'b
Ibni Ahbâr'a: "Bu âyeti tefsir et. Eğer doğru söylersen, söz-
lerini tasdik ederim. Yanlış söylersen sana karşı çıkarı dedi.
Bunun üzerine Kâ'b, âyeti tefsir etmeye girişerek: "Adem-
oğlu cehennemde yanarken derisi ya bir saat içinde veya bir
gün içinde altı bin kere yeniden yaratılır" dedi. Hz. Ömer:
"Doğru söylüyorsun" dedi.
Yine Beyhâkî'ye göre Hasan el-Basrî (r.a.) bu âyeti
şöyle tefsir eder: "Cehennemlikleri ateş, her gün yetmiş bin
- kere yakıp eritir. Her eriyişten sonra onlara: "Eski durumu-
nuza dönünüz" denir ve hemen eskisi gibi oluverirler."
Peygamber'imiz (s.a.s) buyuruyor ki:
"Cehennemlikler arasında dünyada en mutlu yaşa-
yanlardan biri getirilir. Cehenneme bir kere konup çıka-
rıldıktan sonra ona: "Ey Ademoğlu, hiç hayır gördün mü?
Hiç mutlulukla karşılaştın mı?" diye sorulur. Adam; "Vallahi,
hayır, ya Rabb'i" diye cevap verir.
Buna karşılık dünyada en çok sıkıntı çeken bir cen-
netlik getirilir. Cennete bir kere konup çıkarıldıktan sonra
Raouı. .
görmedim" diye cevap verir."
İbni Mâce'ye göre Peygamber'imiz (s.a.s) buyu-
rur ki:
"Cehennemliklere ağlama gönderilir. Öyle çok ağlarlar
ki, sonunda yaşları kurur. Sonra yanaklarında, içine gemi
salınsa yüzebilecek derinlikte çukurlar açılıncaya kadar kan
ağlarlar."
Ebû Ya'lâ'ya göre Peygamber'imiz (s.a.s) buyu-
ruyor ki:
"Ey insanlar, ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, hiç olmazsa
ağlamaklı olunuz. Çünkü Cehennemde cehennemlikler ya-
naklarında kanal gibi yarıklar belirinceye kadar yaş dökerler.
Sonunda yaşlar kuruyunca da gözleri irinleşinceye dek kan
ağlarlar."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
KÜRSİ, ARŞ, MUKARREB MELEKLER, RIZIKLAR VE TEVEKKÜL
Ulu Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"Allah'ın Kürsî'si gökleri ve yeri kaplar." Bakara. 255
Bazı tefsir âlimlerine göre "Kürsî" Allah'ın ilminden me-
cazdır. Bazılarına göre O'nun mülkü kasdedilmektedir. Bir
kısım âlimlerin yorumuna göre ise burada bildiğimiz gök ci-
simleri kasdedilmektedir.
Hz. Ali 'den (k.v.) rivayet edildiğine göre; "Kürsî" par-
lak incidendir ve uzunluğunu Allâh'dan başka hiç kimse
bilmez.
Bir hadiste: "Göklerle yedi kat yer kürsî ile birlikte
sahrada bir halka gibidir" buyurulmuştur.
İbni Mâce'den nakledildiğine göre, Peygamber'imiz (s.
a. s.) şöyle buyuruyor:
"Gökler, Kürsî boşluğundadır, Kürsî de Arş'ın önün-
dedir."
İkrime (r.a.)'nm rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
"Güneş Kürsî nurunun yetmişde biri kadardır. Arş da
p rdelerin, yani hicapların yetmişde biri kadardır."
Yine Peygamber'imizden nakledildiğine göre; "Kürsî'yi
taşıVan mele^er^e Arş'1 taşıyan melekler arasında yetmiş
tane karanlık hicap ve yetmiş tane aydınlık hicap vardır. Her
hicap arasında beşyüz yıllık mesafe vardır.
Eğer böyle olmasaydı, Kürsî'yi taşıyan melekler, onla-
nn nurundan yanarlardı."
Arş, Kürsî'den daha yüksekte tamamen ışıktan ibaret
bir cisimdir ve Kürsî'den ayrı bir yapıdadır. Hasan el-Basrî
bu görüşe katılmaz. Arş'ın kırmızı yakuttan, yeşil bir cev-
herden ak inciden ve safî ışıktan olduğunu ileri süren çeşitli
görüşler vardır. En doğrusu bu konuda kesin konuşmaktan
kaçın-maktır. Felek (astronomi) âlimleri Arş'a: "Dokuzuncu
Felek" "En Üst Felek ve. "Felekler Feleği" "Atlas
Felek" yâni "Yıldızsız Felek" gibi çeşitli isimler verirler.
Çünkü klâsik hey'et âlimlerine göre bütün Felekler
"Burçlar Feleği" adını alan sekizinci Felekte sabittirler,
Şeriat âlimlerine göre "Arş" ve "Kürsî" mahlûkatm üst
sinindir, tavanıdır. Onun dışında hiçbir şey yoktur. Bu sınır,
aynı zamanda kulların bilgi hududunu çizmektedir. Bu sı-
nırın ötesini ne idrak etmeye imkân vardır ve ne de bunun
ötesine taşan bir araştırmaya girişmek yerindedir.
Ulu Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Eğer onlar sana yüz
Çevirirler ise de ki: "Bana kendinden başka ilâh bulunmayan
Allah yeter. Ben sırf O'na dayanıyorum. O, ulu Ars'ın
Sahibidir" Teube, 129
Görüldüğü gibi Allah, Arş'ı "ulu"luk ile sıfatlandırmıştır
Çünkü varlıkların en büyüğüdür.
Öte yandan yukardaki âyette emredilen: "Tevekkül"ü
(sırf Allah'a dayanıp güvenmeyi) Peygamber'imiz (s.a.s.)
hayatında gerçekleştirmiştir. Bu yüzden gerek Tevrat'ta ve
gerekse diğer ilâhî kaynaklı kitaplarda Peygamber'imiz:
"Mütevekkil (tevekkül eden, sırf Allah'a dayanıp güvenen)
diye anılmaktadır. Neden? Çünkü tevekkül; Allah'ı tek bilip
O'nu tanımanın tabiî bir neticesidir. Peygamber'imiz (s.a.s.)
de Allah'ı tek bilenlerin efendisi ve O'nu tanıyanların (arif-
lerin) başıdır.
Zaman zaman sanıldığı gibi, tevekkül tedbirlere ve ne-
ticeye götüren sebeplere sarılmaya engel değildir. Tersine
böyle olmak emredilmiştir. Nitekim bir taşralı Arap Pey-
gamber'imize (s.a.s.): "Devemi bağlayayım mı, yoksa onu
Allah'a tevekkül ederek salıvereyim mi?" diye sorar.
Peygamber'imiz taşralı arab'a "deveni bağla, sonra tevekkül
et" diye'.buyurur.
Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Eğer Allah'a tam mânâsı ile tevekkül
etseydiniz, O, sabahleyin yola aç çıkarak yuvaya tok
dönen kuşların rızkını nasıl veriyorsa sizinkini de
öyle verirdi."
Peygamber'imiz burada: "Kuşların sabahleyin yola çık-
tıklarını" belirterek tevekkülün netice sağlayıcı sebeplere
yapışmakla birlikte olması gerektiğine işaret buyurmuştur.
HİKflYE
İbrahim İbni Edhem ile Şakîk el-Belhî (rahmetuiiâhi aieyh)
Mekke'de karşılaşırlar, ibrahim, Şakîk'e: "Seni bu duruma
getirmeye sebep ne oldu?" diye sorar. Şakîk şöyle cevap
verir:
-"Günlerden bir gün çöle varmıştım. Kıraç bir yerde
yatan, kanatları kırık bir kuş gördüm. Kendi kendime: "Bura-
da oturayım ve bu kuşun rızkının nereden geldiğini gözetle-
yim" dedim. Kuşun karşısında yere çöktüm. O sırada gagası
arasında çekirge taşıyan başka bir kuş belirdi, kırık kanadlı
kuşun yanına konarak gagası arasındaki çekirgeyi onun
'gagasına baraktı.
Bu durumu görünce içimden: "Bu kuşu öbürüne vasıta
kılan Yüce Allaha nerede olursam olayım benim rızkımı da
sağlamaya kadirdir" diyerek kazanç peşinden koşmaya son
verdim ve kendimi tamamen ibadete adadım."
İbrahim İbni Edhem, O'na: "Peki neden sen o kırık ka-
natlı kuşa yiyecek taşıyan sağlam kuş olup daha yüksek de-
receli olmak istemiyorsun? Sen Peygamber'imizin 'Yüksek el
(verenin eli) alçak elden (alanın elinden) daha hayırlıdır"
diye buyurduğunu duymadın mı?
Mü'minin alâmeti, iki dereceli olan her şeyde, daha
üstün olan derecenin peşinden koşmaktır. Böylelikle ancak
iyilerin menziline ulaşabilir.
Bu cevabı alan Şakîk, ibrahim'in elini tutarak öptü ve:
'Yâ EbÛ İshak, (İbrahim İbni Edhem'in lâkabı) Sen bİZİm ÜSta-
dımızsın" dedi.
Fakat insan bir dereceye ulaşmak üzere sebeplere el
attığı zaman gözünü bunlara dikip onlara takılmamalı, ter-
sine her zaman bakışlarının hedefi ve emeğinin amacı Allah
olmalıdır. Bu husûsda, dilenciyi örnek almalı. Bilindiği gibi,
dilenciler dilenirken bir kab kullanırlar. Fakat kab onun aracı
olduğu için dilenirken gözlerini daha kaba değil, onlara bir
şey verecek olan insanlara dikerler.
Pcygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"İnsanların en zengini olmak isteyen kimse, Allah'ın
kaünda bulunan varlığa elindeki varlıktan daha çok gü-
venmelidir."
Uzun müddet İbrahim ibni Edhem'in (r.a.) hizmetinde
bulunan Huzeyfe el-Meraşî'ye bir gün "Onun yanında bu-
lunduğuna göre orada karşılaştığın en şaşırtıcı olay nedir?"
diye sorarlar.
Huzeyfe şu cevabı verir: "Mekke'ye giderken yolda
günlerce aç kaldık, sonunda Kûfe'ye vardık, yıkık bir camiye
sığınmıştık.
Bu sırada İbrahim İbni Edhem, yüzüme bakarak bana:
-"Yâ Huzeyfe, seni acıkmış görüyorum, öyle mi?" diye
sordu. Ben de ona: "Durum şeyhimin gördüğü gibidir"
cevabını verdim.
Bunun üzerine: "Bana kâğıt, kalem getir" dedi; iste-
diklerini ona getirdim. Besmele'nin arkasından:
-"Her durumda hedef sensin, her mânâda yöneliş
sanadır" diye yazarak şu manzumeyi kâğıda döktü:
"Ben hamdeden'im, ben şükreden im, ben zikredenim
Ben açım, ben kayıbîm ve ben çıplak'im.'
Altı durum saydım,
Ben bunların ilk yansını üzerime almışım.
Ya Rabb'i, diğer yarısında da sen kefil ol
Senden başkasını öumek,
Benim için cehennem aleulerine dalmaktır.
O halde zavallı kullarını cehenneme düşmekten koru!"
Manzumeyi bitirince yazılı kâğıt parçasını elime uzattı
ve bana: "Dışarı çık ve sakın Allah'dan başkasına gönül bağ-
lama, bu kâğıt parçasını da ilk karşılaştığın kimseye ver"
dedi.
Dışarı çıktım, ilk karşılaştığım insan katınna binmiş biri
idi. Kâğıt parçasını adama uzattım. Adam onu elimden aldı,
yazıyı okuyunca ağlamaya başladı: "Bu yazının sahibi ne
yapıyor?" diye sordu. "Falan camidedir" diye cevap verdim.
Bunun üzerine adam bana içinde altı yüz dinar bulunan bir
kese altın verdi ve geçip gitti. Arkasından birine daha rast-
layınca ona: "Şu katırın sırtında giden adam kim?" diye sor-
dum. Karşımdaki bana: "O bir hıristiyandır" diye cevap ver-
di.
Dönüp İbrahim'in yanına vardım, olup bitenleri
anlattım, bana: "O Keseye sakın dokunma, çünkü o adam
şimdi gelir" dedi.' Biraz sonra keseyi bana veren hıristiyan,
İbrahim'in dediği gibi, içeri girdi, İbrahim'in başucunda diz
çöktü, onu öpmeye başladı ve arkasından İslâmı kabul etti."
Faydalı bir bilgi:
İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Cenabı Allah. Arş'ı
taşıyan melekleri yaratınca onlara: "Arş'ımı taşıyın" diye
buyurdu. Onlar, taşıyamadılar. Bunun üzerine Yüce Allah
(c.c.) her birinin yanına bütün göklerdeki kadar melek verdi
ve hepsine. "Arş'ımı taşıyın" diye buyurdu, yine taşıyama-
dılar.
Bu sefer her bir meleğin yanına göklerdeki bütün me-
lekler ile yerdeki bütün canlıların sayısı kadar melek kat-
tıktan sonra "Arş'ımı taşıyın" diye buyurdu, yine de taşıya-
madılar.
Bunun üzerine Yüce Allah onlara: "La havle ve la kuv-
vete illâ billahi (bütün kımıldama ve kuvvet tezahürleri an-
cak Allah'ın yardımı iledir) deyin" diye buyurdu, melekler
bunu söyleyince Arş'ı taşıyabildiler.
Fakat rüzgârın sırtında meleklerin ayakları, yedinci kat
yere kadar battı. Tabanları hiç bir yere dayanamadığı için
Ars'a tutunmak zorunda kaldılar.
Bu arada içlerinden biri düşer de yuvarlanır ve nereye
düştüğünü bilmez korkusu ile durmadan ayni cümleleri tek-
rar ediyorlardı.
Onlar Arş'ı taşıyor. Arş da onları taşıyordu; ama hepsi-
ni Allanın gücü taşıyordu.
Rivayete göre: "Her sabah ve her akşam yedişer kere:
"Hasbiye'llahu la ilahe illâ huve, aleyhi tevekkeltü ve
hüve Rabbül Arşil azim" (kendisinden başka ilâh bulun-
mayan Allah bana yeter, ben yalnız O'nun desteğine güve-
niyorum, O yüce Arş'm sahibidir) diyen kimsenin Allah, eğri
doğru ne dileği varsa yerine getirmeyi üzerine almıştır."
Başka bir rivayete göre, hadisin son kısmı şöyledir:
"Allah, gerek dünya ile ilgili, gerek Ahiret ile ilgili ne dileği
varsa yerine getirmeyi üzerine alır."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
ALLAH KORKUSU
Peygamber'imiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Yüce Allah (c.c.), kanatlarının biri doğuya, öbürü
batıya uzanan ve ayaklan yedinci kat yere inen bir kuş
yarattı. Kuşun üzerinde bütün varlıkların sayısı kadar tüy
vardır.
Ümmetimden kadın-erkek herhangi bir kimse bana
salât-ü selâm getirdiği zaman Yüce Allah bu kuşa, Ars'ın
altında bulunan nurdan bir denize dalmasını emreder. Kuş
denize dalıp çıkararak kanatlarını silkeleyince her tüyünden
bir damla akar. Yüce Allah akan her damladan, üzerime
kıyamete kadar salât-ü selâm getiren kul hesabına istiğfar
edecek bir melek yaratır."
Ehl-i Hikmet'ten biri şöyle der:
"Vücudun selâmeti az yemekte, ruhun selâmeti az gü-
nah işlemekte ve dinin selâmeti de varlıkların en hayırlısına
(Peygam-ber'imize) selât-ü selâm getirmektedir.
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Ey iman edenler! Allah'dan korkunuz ve O'na itaat
ediniz ve herkes yarını için (kıyamet günü ne amel işlediğine)
baksın (yani sadaka verin ve Allah'ın emrine uygun ameller
işleyin ki, Kıyamet günü sevabım bulaşınız) Allah'tan korku-
nuz, çünkü O, (iyilik olsun, kötülük olsun) yaptığınız her ha-
reketten haberdardır. Haşr Sûresi, 18.
Çünkü Kıyamet günü melekler, gökler, yeryüzü, gece,
gündüz -iyilik olsun, kötülük olsun- insanoğullarmın işlediği
her şeye şahitlik edeceklerdir. Hatta vücudun azaları bile
insanoğluna karşı şahit tutulacaktır.
Yeryüzü, günah işlemekten sakınarak iyiliğe koşan
(zahid) ve mümin kulun lehine şahitlik ederek: "bu adam
üzerimde namaz kıldı, oruç tuttu, hacca gitti, cihad etti" di-
uecek, günahtan sakınarak iyiliğe koşan mü'min kul da bu
şahitliğe sevinecektir.
Buna karşılık aynı yeryüzü, kâfir ve günahkârların
aleyhinde de şahitlik ederek: "Bu adam üzerimde Allah'a
şirk koştu, zina işledi, içki içti, haram yedi" diyecektir.
Merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah (c.c.) kâfir
ve günahkârları inceden inceye sorguya çekerse vay hal-
lerine!
Mümin vücudunun bütün azaları ile Allah'dan korkan-
dır. Nitekim büyük ahlâk ve fıkıh bilgini Ebû'1-Leys es-
Semerkandî bu konuda der ki:
Allah korkusunun, yedi alâmeti vardır:
— Birinci alâmet dilde belirir: Allah korkusu taşıyan
kul dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve
boş konuşmaktan alıkor, bunlar yerine onu zikirle, Kur'ân
okumakla ve ilmî konuşmalarla meşgul eder.
İkinci alâmet kalpde belirir: Allah korkusu taşıyan kul
başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık
barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder. Nitekim
Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da
iyilikleri öyle yer" (yok eder)"
Bilesin ki, kıskançlık, kalp hastalıklarının başlcaların-
dan biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller
işleyerek tedavi edilebilir.
Üçüncü alâmet göz'de belirir: Allah korkusu taşıyan
kul, haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe... (k,_
sacası) haram olan hiçbir şeye bakmaz. Dünyaya aç \JQ
muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helâl
olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gö-
zünü kıyamet günü ateşle doldurur."
Dördüncü alâmet karın'da belirir: Allah korkusu taşı-
yan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma
yemek ağır günahlardan biridir. Nitekim Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"İnsanoğlunun karnına haram bir lokma inince, o
lokma midesinde kaldığı sürece yerde ve göklerde melekler
tekrar tekrar o kimsenin üzerine lanet yağdırırlar. O lokmayı
hazmederken öldüğü takdirde varacağı yer cehennemdir."
— Beşinci alâmet, eller'de belirir: Allah korkusu taşı-
yan kimse, ellerini harama değil, Allah'ın rzasına uygun şey-
lere doğru uzatır. Nitekim sahabîlerden Ka'bu'l-Ahbar'ın
(r.a.) şöyle dediği rivayet edilir:
"Yüce Allah, her bir bölümü yetmiş bin gözlü olan ve
her bölümü yetmiş bin yakuttan yapılma bir köşk yarat-
mıştır. Kıyamet günü bu köşke ancak önlerine çıkan hararn
şeylerden Allah korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir."
— Altıncı alâmet ayaklarda belirir: Allah korkusu taşı-
yan kimse, günah işlemeye değil, Allah'ın emrine uygun ve
O'nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, âlimlerle ve
iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar.
— Yedinci alâmet amel'de belirir: Allah korkusu taşı-
yan kimse ibadetini sırf Allah rızası için yapar, riyadan ve
münafıklıktan kaçınır, böylelikle Allah'ın haklarında şöyle
buyurduğu kimselerden biri olur:
"Rabb'ının katında Ahiret, günahlardan kor-
kanlar İçindir," Zuhruf Sûresi, 35.
Böyleleri için Yüce Allah başka bir âyette şöyle
buyurur:
"Günahlardan sakınanlar, hiç şüphesiz, cen-
netlerde ve pınarlarının başların)dadırlar Zâriyat
Sûresi, 15.
Büyük ve fıkıh âlimi Ebu'1-Leys es-Semerkandî
(rahimehullah) şöyle der:
Allah'ın yedinci kat semada birtakım melekleri var ki,
yaratıldıkları andan beri secdededirler. Vücutları Allah kor-
kusu ile devamlı titrer haldedir. Kıyamet günü başlarını
secdeden kaldırarak: "Ey noksanlıkların her türlüsünden beri
olan Allah'ımız! Sana lâyık olduğunu derecede ibadet ede-
bilmiş değiliz" diyeceklerdir.
Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti, onlann bu hallerine işaret
eder:
"Üstlerindeki Rabb'lerinden korkarlar ve erriro
lunduklarmı yaparlar (göz açıp kapayıncaya kadar
bile Allah'ın emrinin dışına çıkmazlar.)"Nahl Sûresi, 50
Peygamber 'imiz (s. a. s.) şöyle buyurur:
"Kulun vücudu, Allah korkusu ile ürperdiği zaman
yapraklan dökülen ağaç gibi günahlarından sıyrılır."
HÎKfiYE
Adamın biri bir kadına tutulur. Günün birinde kadın
bir iş için yolculuğa çıkar. Adam da peşine takılır. Kafilenin
mola verdiği bir sırada yol arkadaşlarının uykuya dalma-
larını fırsat bilerek kadınla başbaşa kalmayı başaran âşık
ona sırrını açar.
Kadın adama: "Bak bakalım herkes uyuyor mu?" der.
Bu sözü, karşı tarafın arzusuna ram olmak üzere olduğu
şeklinde yorumlayarak sevince kapılan âşık derhal yerinden
fırlayarak kafilenin etrafından bir tur atar. Herkesin mışıl
mışıl uyuduğunu görür. Kadının yanına dönerek: "Evet, her-
kes uyuyor" der. Bunun üzerine kadın adama: "Acaba Allah
hakkında ne dersin, o da uyuyor mu?" diye sorar. Adam:
•
-"Allah uyumaz. O'nu hiçbir zaman ne uyku ne de
uyuklama hali almaz" diye karşılık verir. O zaman kadın der
ki: "İnsanlar bizi görmüyorsa da şu anda uykuda olmayan
ve hiçbir zaman uyumayan Allah bizi görüyor. Buna göre
asıl O'ndan korkmalıyız!"
Kadının bu sözleri üzerine adam Allah'tan korkarak
ttuğu kötü yoldan vaz geçer de kadının yanından ayrılır,
evine döner.
Öldüğü zaman bir tanıdığı onu rüyasında görür: "Allah
sana nasıl muamele etti?" diye sorar. Adam: "Kendisinden
korkarak o günahı işlemediğim için Allah beni affetti." diye
cevap verir.
HİKÂYE
Zamanın birinde İsrailoğullarından biri kendini ibadete
vermişti. Çoluk çocuk sahibiydi. Günün birinde ailece aç ka-
lırlar. Tamamen çaresiz kaldığı için yiyecek bir şeyler bulup
getirsin diye karısını dışarıya gönderir.
Kadın bir tüccarın evine varır, çoluk-çocuğuna yedi-
recek bir şeyler ister. Tüccar, kadına: "Olur, fakat önce
bana kendini teslim et" diye teklif eder. Kadın hiçbir cevap
vermeden çıkar, evine döner. Yavrularını: "Anneciğim! Aç-
lıktan öleceğiz, bize yiyecek bir şey ver" diye feryad eder
durumda bulur.
Geri çıkarak tekrar tüccarın yanına varır, yavrularının
acıklı durumunu anlatır. Tüccar: "İstediğim olacak mı?"
diye sorar. Kadın: "Evet" der.
İkisi başbaşa kalınca kadının eklem yerleri öylesine
titremeye başlar ki, azaları yerlerinden çıkacak gibi olur.
Tüccar: "Ne oluyor sana?" diye sorar. Kadın: "/\l_
lah'tan korkuyorum" diye cevap verir.
Aldığı cevap üzerine kendine gelen adam: "Sen şu
sıkışık durumuna rağmen bu günahtan dolayı Allah'tan
korkuyorsun, oysa asıl benim korkmam gerekir" diyerek ya-
pacağı işten vazgeçer. İstediklerini vererek kadını gönderir.
Kadın kucağındaki yiyecekler ile yavrularına döner. Çocuk-
ların sevinci sonsuzdur.
Bu sırada Yüce Allah'tan tüccar hakkında Hz. Musa'ya
(a.s.) vahiy gelir. Allah: "Falan oğlu filana bütün günahlarını
affettiğimi söyle" diye bildirir.
Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.) tüccarı bulur, ona:
"Mutlaka Allah ile aranızda sır kalan bir hayır işlemiş
olmalısın" der. O zaman tüccar kendisine yoksul kadınla
arasında geçenleri anlatır. Hz. Musa (a. s.): "İşte bu yüzden
Allah, geçmiş bütün günahlarını bağışladı" diyerek tüccara
müjdeyi verir.
Rivayete göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle bu-
yurmuştur:
'Yüce Allah şöyle buyurur: Şu iki korkuyu iki gün aynı
kulumda biraraya getirmem. Dünyada benden korkanın
Ahiretini emin kılarım.
Buna karşılık dünyada iken benim korkumu yüreğinde
taşımayanları Kıyamet günü korkuya düşürürüm."
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"İnsanlardan değil, benden korkunuz." Mâide Sûresi, 44.
"Eğer mü'minseniz, onlardan değil, benden korkunuz."
Sûresi, 175
Hz. Ömer (r.a.) Kur'ân'dan bir âyet dinlediği zaman
yere baygın düşerdi. Bir eline bir saman çöpü alarak şöyle
der: "Keşke ben de bir saman çöpü olsaydım, adı anılmaya
değer bir şey olmasaydım. Keşke anam beni doğurmamış
olsaydı."
O çok ağlardı, hüngür hüngür yaş dökerdi. Bu yüzden
yanaklarından süzülen yaşların bıraktığı iki siyah iz her
zaman yüzüde görülürdü.
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Sağılan süt memeye geri dönmedikçe Allah korkusu
ile ağlayan kimse de cehenneme girmez."
Rivayet edilir ki, Kıyamet günü bir kul Allah katına
çıkarılacak ve günahların ağır bastığı görülerek cehenneme
atılması emredilecektir. Bu sırada kirpiklerinden bir tel dile
gelerek şöyle diyecektir. Ey Rabb'im! Senin Rasûl'ün
Muhammed: "Kim Allah korkusu ile ağlarsa Allah onun yaş
döken gözlerini cehennemden saklar.".
Bunun üzerine dünyada Allah korkusu ile ağlayan bir
kirpik teli sayesinde adam affedilecektir. Cebrail (a.s.):
"Falan oğlu falan bir tel kirpik sayesinde kurtuldu" diyerek
bu durumu ilân edecektir.
Rivayet edilir ki, Kıyamet günü cehennem ortaya
çıkınca öylesine kükreyecek ki, bütün ümmetler dehşetinden
dizüstü kapanacaklardır. Nitekim Yüce Allah (c.c.)
buyuruyor ki:
"... Ve sen her ümmeti dizüstü çökmüş (ne
olacağını endişe ile bekler) görürsün. Her ümmet
amel defterini almaya çağırılır." Câsiye Sûresi, 28.
İnsanlar cehenneme yaklaştmldıklarında onun öfke ve
kükreyişini duyacaklar, bu kükreyiş beşyüz yıllık mesafeden
duyulacaktır.
O zaman peygamberler dahil herkes kendi derdine
düşerek: "Ben ne olacağım, ben ne olacağım?" diyecektir.
Yalnız peygamberlerin Yücesu olan Hz. Muhammed (s.a.s.)
müstesna, O: "Ümmetim ne olacak, ümmetim ne olacak?"
diyecektir.
O sırada cehennemden dağlar gibi bir ateş kütlesi
çıkacaktır. Peygamber'imizin (s.a.s.) ümmeti: "Ey ateş
kütlesi! Namaz kılanlar, doğruluktan ayrılmayanlar, Allah'tan
korkanlar ve oruç tutanlar hakkı için geri döner misin?" diye
yalvararak ateşi geldiği yere göndermeye çalışacaklar, fakat
ateş geri dönmeyecektir.
Bu sırada Cebrail'in (a.s.): "Ateş kütlesi Muhammed'in
ümmeti üzerine yöneldi" diye seslendiği duyulacaktır. Bu-
nun üzerine Cebrail, bir bardak su getirerek Peygam-
berimize uzatacak ve: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bunu al, ateşin
üzerine at" diyecektir. Peygamberimiz (s.a.s.) Cebrail'den
aldığı bardağı ateşin üzerine boşaltır boşaltmaz ateş sö-
necektir.
Peygamber'imiz (s.a.s.): Bu su nedir? diye soracak ve
Cebrail'den (a.s.) şu cevabı alacaktır: Bu senin ümmetinin,
Allah korkusu ile ağlayan günahkârlarının gözyaşıdır. Şimdi
ateşin üzerine serpip onu -Allah'ın izne ile- söndüresin diye
sana getirme emri aldım."
Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle dua ederdi:
"Allah'ım! Bana senin korkun ile ağlayan iki göz
bağışla." Gözyaşı dökmek konusunda şu beyit ne kadar
düşündürücüdür:
Ey gözlerim, günahıma ağlar mısınız?
Ömrüm ellerimden uçtu, gitti de farkında olmadım.
Peygamber'imizin (s.a.s.) şöyle buyurduğu bildiriliyor:
"Hiç bir mü'min düşünülemez ki, Allah korkusu ile gö-
zünden sinek başı kadar yaş çıksın ve elmacık kemiğine
kadan insin de o kula cehennem ateşi değsin."
HİKÂYE
Anlatıldığına göre Muhammed İbni Münzir (Rah-
metullahi aleyh) ağladığı zaman gözyaşyları ile yüzünü,
sakalını ovar: "duyduğuma göre gözyaşı değen yere cehen-
nem ateşi değmez" derdi.
Mü'min Allah'ın gazabından korkmalı ve kendini nefsin
azgın arzularına uymaktan sakındırmalıdır. Nitekim All^K
(c.c.) şöyle buyuruyor:
"Nefsinin azgın arzularına uyan ve dünya
hayatını (Ahirete) tercih edenlerin varacağı yer ce-
hennemdir. Rabb'ınm makamından ve nefsini azgm
arzulardan alıkoyanların varacağı yer ise cennettir."
Nâziât Sûresi, 37-41.
Allah'ın gazabından kurtularak sevap ve rahmetine
nail olmak isteyenler, sıkıntılara sabırla katlanmalı, Allah'ın
buyruklarına uymakta ısrar etmeli ve günahlardan sakınma-
lıdırlar.
"Cennetlikler cennete girdikleri zaman melekler onları
türlü türlü hayır ve nimetlerle karşılarlar, onlar için sedirler
kurularak döşenir. Kendilerine çeşit çeşit yemek ve meyvalar
ikram edilir. Bu nimetlere rağmen üzerlerinde bir durgunluk
farkedilir, bir şeyler bekledikleri görülür.
O zaman Yüce Allah: "Ey Kullarım! Burası durgun ve
bekleyiş içinde olunacak bir yer olmadığı halde sizdeki bu
durgunluk ve bekleme hali nedir?" diye buyurur. Cennet-
likler: "Bize yapılmış bir vaad vardı, şimdi zamanı geldi" diye
cevap verirler."
Bu cevap üzerine Allah (c.c.) meleklere: "Perdeleri
yüzlerinden kaldırın" diye emir buyurur. Melekler:
"Ey Rabb'imiz! Bunlar seni nasıl görebilirler? Dünyada
günah işlemişlerdi" derler. Meleklerin bu sözlerine karşılık
yüce Allah emrini tekrar ederek şöyle buyurur: "Perdeleri
kaldırın, onlar dünyada iken bana kavuşmak azrusu ile
zikretmişler, secde etmişler ve gözyaşı dökmüşlerdir."
Perdeler kaldırılır ve bakarlar, ansızın Allah katında
secdeye kapanırlar. O zaman Allah onlara: "Kaldırın başınızı,
zira burası amel yeri değil, bağış ve mükâfat yeridir" diye
buyurur. Başlarını kaldırınca keyfiyet ölçüleri dışında onlara
cemalini gösterir.
Arkasından sevinçlerini zirveye çıkarmak üzere onlara
şöyle seslenir: "Ey kullarım, selâm üzerinize olsun! Ben
sizden hoşnudum, siz de benden hoşnud oldunuz mu?"
Cennetlikler şöyle karşılık verirler:
-"Ey Rabb'imiz! Nasıl hoşnud olmayalım ki, sen bize
hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir
insanın hayalinde canlandırmadığı nimetler verdin."
Bu konuda Yüce Allah (c. c.) şöyle buyurur:
"Allah onlardan hoşnud oldu, onlar da Al-
lah'dan hoşnud oldular." Beyyine Sûresi, 8.
"Rahim olan Rabb'den selâm vardır (onlara.)"
Yasin Sûresi, 53
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
Allah razı olsun.Rabbim bizleri cehennem azabından korusun inşallah...
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
KABİR KORKUSU
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"İçine ölü gömüldüğü zaman kabir ona der ki:
-"Ey Ademoğlu! Yazık sana, beni ne kadar hesaptan
çıkardın. Benim sıkıntı, karanlık, yalnızlık ve böcek yurdu
11 olduğumu bilmiyor muydun? Yolun bana düştüğünde ayak-
ı -i
r lann geri geri giderken beni ne kadar hesap dışı bıraktın."
Eğer ölü iyi amel işlemiş biri ise onun adına kabre
denir ki: "Peki, ya bu adam iyiliği emreden ve kötülükten
alakoyan biri ise o zaman ona karşı tutumun ne olur?" Kabir
der ki, "O zaman ben onun için yeşil bir bahçe olurum, onun
vücudu nurlanır ve ruhu Allah'a yücelir."
Ubeyd İbni Umcyr cl-Leysî (r.a.) der ki:
-"Kabir, içine giren herkese seslenerek der ki: "Ben
karanlık ve yapayalnızlık yurduyum. Eğer hayatta iken
Allah'a itaat halinde idiysen şimdi ben sana rahmet olurum.
Eğer hayatta iken Allah'a karşı baş kaldırdıysan bu gün ben
senin için felâketim. Allah'a itaatkâr olarak bana gelen bir
Sun buradan memnun ayrılır. Allah'a karşı gelmiş biri olarak
t>ana gelen biri ise bir gün buradan feryadu figan kopararak
Çıkar."
Muhammed İbni Şirin (r.a.) der ki: Öğrendiğimize göt
kişi mezara gömülerek azab çekmeye başlayınca veya bit
takım acılar ile yüzyüze gelince diğer kabirlerde yatan ölü
komşulan ona şöyle seslenir: "Ey dost ve komşularının ölü-
münden sonra dünyada kalan kimse, bizden niye ibret alma-
dm? Henüz fırsat elindeyken bizim amel defterimizin ölümle
kapandığını görmedin mi? Dostlarının kaçırdığı fırsattan sen
değerlendiremez miydin?"
Diğer yandan yer tabakalan da ona şöyle seslenir:
-"Ey dünyanın görünüşlerine aldanan kişi: Ailenden
dünyaya aldanıp senden önce toprağın kamına gömülmüş
olanlardan ibret alsaydın ya! Oysa ki senden öncekilerin
cenazelerinin sevdikleri tarafından bu kaçınılmaz durağa ta-
şındığını görüyordun."
Yezid er-Rekkaşî (r.a.) der ki:
"Öğrendiğime göre ölü mezara girince amelleri üzerine
üşüşür ve Allah'ın izni ile dile gelerek sahiplerine derler ki:
"Ey çukurunda tek başına kalan kimse! Dostların ve ailen
senden ayrıldı, bu gün bizden başka hiç bir yoldaşın yok
senin."
Kâ'b el-Ahbar (r.a.) der ki:
"İyi kul mezara gömülünce namaz, oruç, hac, cihad ve
sadaka gibi iyi amelleri çevresine üşüşür. Bu arada azab
melekleri ona ayaklan tarafından sokulmak isteyince namaz
der ki: "Uzak durun ondan, ona sokulmanıza yol yok. Bu
Baklan üzerinde uzun müddet dikilerek Allah Rızası için
benikıldıydı."
Bunun üzerine azab melekleri ona başı tarafından
sokulmak isteyince oruç:
-"Onun yanına girmenize yol yok. Dünyada Allah rızası
için uzun müddet susuz kaldıydı, bu yüzden yol yok size
onun yanına sokulmaya" der. Azab melekleri bunun üzerine
yan taraftan ona sokulmaya girişince hac ve cihad birlikte
derler ki:
-"Uzak durun ondan. Nefsini feda ederek ve bedenini
yorgunluğuna katlanarak hacca gitti cihad etti. Bu yüzden
yanma girmeye yol yok size."
Bu sefer azab melekleri ona elleri tarafından sokul-
maya kalkışınca sadaka der ki: "Uzak durun efendimden. .
Nice sadaka şu iki elden çıkarak Allah rızası uğruna yoksulun
eline girdi. Bu yüzden size Ona varmaya yol yok."
Bunun üzerine o ölüye: "Müjdeler olsun! Diriyken
saadet içinde yaşadığın gibi ölüyken de saadete kavuşur"
diye seslenilir. Arkasından rahmet melekleri gelerek ona
cennet yatağı sererler, cennet yaygıları yayarlar. Kabri,
Sözünün alabileceği kadar genişletilir, kendisine bir cennet
kandili sunularak bir daha dirileceği güne kadar kabrinde
aydınlık içinde zaman geçirir."
Ubeydullah İbni Ubeyd İbni Ömer (r.a.) bir cenaze
namazında der ki:
-"Duyduğuma göre Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyj
buyurur:
"Ölü mezara konulunca, kendisini toprağa verenlerin
ayak seslerini duyar oturur, kendisi ile konuşacak hiç kimse
yoktur. Yalnız kabir ona seslenir ve der ki:
-"Ey ademoğlu, yazıklar olsun sana! Dünyada benim
hakkımda, darlığım hakkında, pis kokum hakkında, dehşe-
tim ve kurtlarım hakkında korkunç şeyler duymadın mı? Be-
nim için ne hazırlık yaptın?"
Bera İbn-i Azib (r.a.) der ki:
"Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte ensardan birinin
cenazesini toprağa vermiştik. Peygamber'imiz başını öne e-
ğerek mezarın başına oturdu ve üç kere:
"Allah'ım, kabir azabından sana sığınırım" dedi ve
sonra sözlerine şöyle devam etti:
-"Mü'min Ahirete göçerken Allah ona yüzleri güneş gibi
parlak bir grup melek gönderir. Ellerinde onun kefeni ve
kokusu vardı.
Gözünün görebileceği yere kadar sıra halinde oturur-
lar, mü'minin ruhu çıkınca gerek yer ile gök arasında bulu-
nan ve gerekse gökteki bütün melekler ona dua ederler,
göklerin bütün kapılan onun ruhuna açılır, her gök kapısı ru-
huna geçit vermeye can atar.
108
Ruhu göğe yüceltilince: "Yâ Rabb'i, filân kulunu getir-
dik" diye seslenilir. Allah: "Geri götürün ona hazırladığım
yüksek dereceleri gösterin. Çünkü ben dünyada ona,
-"Biz sizi topraktan yarattık, oraya döndürürüz ve yine
sizi yeni baştan oradan çıkarırız" diye vaad etmiştim" diye
buyurur. Tâhâ Sûresi, 55 Kendisini mezara getirenlerin dönüp
giderken ayak seslerini işitir bir halde iken sorgu melekleri
yanına giderek onu:
-"Hey adam, Rabb'in kim, dinin nedir, Peygamber'in
kim?" diye sorarlar,
O da: "Rabb'im Allah, dinim İslâm ve Peygamberim
Hz. Muhammed'dir" diye cevap verir. Sual sırasında ona ol-
dukça sert davranırlar, ama bu onun karşılaşacağı son im-
tihan olur. Soruların cevabını verince "Doğru söylüyorsun"
diye bir ses işitilir, işte Yüce Allah:
"Allah dünyada ve âhirette iman edenleri, sabit sözde
(kelime-i şehadet) sebat ettirir, zalimleri de şaşırtır. Allah di-
lediğini yapar" ibrahim sûresi, 27 âyeti ile bu hadiseye işaret
etmektedir.
Arkasından yanına güzel yüzlü has kokulu, alımlı
elbiseli biri girerek ona: "Allah'ın rahmeti ve ebedî nimet-
lerinin bulunduğu cenneti olarak sana müjdeler olsun!" der.
Ölü olan:
-"Allah seni de hayırla müjdelesin, kimsin sen?" diye
sorar. Yeni gelen der ki:
-"Senin iyi amelinim. Allah'a yemin ederek söylüyorum
ki, senin ibadet işlemeye nasıl can attığını, buna karşıl^
günah işlememe karşı nasıl gönülsüz davrandığını iyi biliy0,
rum. O yüzden Al'ah da sana iyilik verdi."
Arkasından:
-"Onun altına bir cennet yatağı serin ve mezarından
cennete bir kapı açın" diye bir ses gelir. Gelen emir uyannca
altına bir cennet yatağı serilerek yattığı yerden cennete bir
kapı açılır. Bunun üzerine o der ki:
-"Allah'ım! Kıyamet Gününü çabuklaştır da bir an önce
çoluk-çocuğuma kavuşayım."
Kâfir ise dünyadan ayrılıp Ahirete göç etmeye yönelin-
ce yanına kaba ve sert görünüşlü bir grup melek girer. Elle-
rinde ateşten elbiseler ile katrandan iç çamaşırları vardır, he-
men çevresini sararlar.
Son nefesini verince gerek gökle yer arasında ve gerek-
se gökteki bütün melekler ona lanet okurlar. Ruhuna karşı
bütün gök kapılan kilitlenir. Hiçbir gök kapısı ruhuna yol
vermek istemez, bu yüzden yukarıya çıkan ruhu, yarı yoldan
geri çevrilir. Ve:
-'Yâ Rabb'i, falan kulunu ne gök ve ne de yer kabul
ediyor" diye duyurulur.
Bunun üzerine Yüce Allah: "Geri götürerek ona hazır-
ladığım azabları gösterin. Çünkü ben ona: "Sizi topraktan
arattık, oraya döndürürüz ve yine yeni baştan oradan çıka-
nrız" diye vaad etmiştim buyurur.
Ölü, kendisini geri getirip mezanna bırakanların ayak
sesleri henüz kaybolmadan sual meleklerinin: "Hey adam,
Rabb'in kim, dînin nedir, peygamber'in kimdir?" sorulan ile
karşılaşır. Sorulara: "Bilmiyorum" diye karşılık verince sorgu
meleklerinden: "Bilmen gerekirdi" diye karşılık alır.
Arkasından yanına çirkin yüzlü, pis kokulu ve çirkin
elbiseli biri girer, ona: "Allah'ın gazabını ve daimi acı azabını
sana müjdelerim!" der.
Bunun üzerine o yeni gelene:
"Allah belânı versin kimsin sen?" diye sorar. Yeni gelen
der ki:
"Senin kötü amelin. Allah'a ye min ederek söylüyorum
ki, sen günah işlemeye can atar, buna karşılık ibadet işle-
meye karşı gönülsüz davranırdın. Şimdi Allah cezam verdi."
O da: "Allah senin de belânı versin" diye cevap verir.
Daha sonra karşısına sağır, kör ve dilsiz bir azab meleği
dikilir. Elinde insanlarla cinler bir araya gelseler kaldırama-
yacakları kadar ağır ve üzerine indirilebileceği bir dağı bile
altında ezip toprağa çevirebilecek olan demir bir topuz var-
dır. Topuzla ona bir darbe indirince altında ufalanarak toz
olur. Sonra yeniden can gelir. Alnına bir topuz darbesi daha
indirilir. Darbeler arasında kopardığı feryadı insanların ve
inlerin dışında kalan bütün yeryüzü canlılan duyar.
111
Arkasından: "Onun altına iki ateş tabakası serin ve ya+
tığı yerden cehenneme bir kapı açın" diye bir ses duyulur
Bunun üzerine altına iki ateş tabakası serilerek kabrinden
cehenneme bir kapı açılır."
Muhammed İbni Ali (r.a.) der ki: "Her ölüye, gerek
iyi amelleri ve gerekse kötü amelleri mutlaka gösterilir, iyi,
likleri karşısında gözleri dikilir, kötülükleri karşısına da başım
öne eğer."
Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygam-
berimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Mü'min ölmek üzere iken bir grup melek, yanlarına
misk ve reyhanlı bir ipek parçası ile ona gelirler. Ruhu
hamurdan kıl çeker gibi çıkarılır.
Ona:
-"Ey huzura ermiş, tatmin olmuş ruh! Sen Rabb'inden
ve Rabb'in de senden hoşnut olarak Allah'ın ululuk ve
kerametine çık" denir.
Ruhu çıkarılınca meleklerin yanındaki misk ve reyhana
konarak ipek parçasına sarılır ve "İlliyûn'"a gönderilir.
Kâfir ölmek üzere iken bir grup melek, yanlarına içinde
yanar ateş parçası bulunan bir bez parçası ile ona gelir, ruhu
hoyratça çıkarılırken ona:
-"Ey pis ruh! Sen Rabb'inden uzak ve Rabb'inin gazabı
üzerinde olarak O'nun azab ve ezasına çık denir. Çıkarılan
hu meleklerin getirdiği ve harıl harıl yanan bu ateş parçası
üzerine konarak bez parçasına sarılır ve "siccin"e gönderilir."
Muhammed İbni Kâ'b el-Kurâzî (r.a.)'den rivayet edil-
diğine göre; şayet onlardan birine ölüm gelirse:
"Nihayet onlardan birine ölüm gelince: Ey Rabb'im,
beni geri gönder de terkettiğim konularda iyi amel işleyeyim"
der, mealindeki âyeti yorumlarken der ki:
-"Allah böyle diyen kula: "Ne istiyorsun, arzun neyedir?
Mal biriktirmek, ağaç dikmek, bina yapmak ve nehir yatak-
ları açmak için mi yeniden dünyaya dönmek istiyorsun?"
diye sorar.
Kul, "Hayır, ihmal ettiğim hususta da iyi amel işlemek
için geri dönmek istiyorum" diye cevap verir.
Fakat Yüce Allah bu dileğe karşılık:
"Hayır, hayır. O sadece kendinin söylediği boş bir söz-
dür" diye cevap verir.
Yani bu kimseler, bu sözü ölmek üzere iken mutlaka
söylerler, fakat reddedilirler.
Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygambe-
rimiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Mü'minin mezarı yeşil bir bahçedir ve yetmiş arşın
u genişliğindedir. Ayın ondördüncü gecesi gibi aydınla-
tılır.
"Onun için sıkıntı bir hayat vardır" âyeti kim hakkında
indirildi, biliyor musunuz? Oradakiler: "Allah ile O'nun
Râsûl'ü bilir" deyince Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
"Bu âyet kabirdeki kâfirin çekeceği azabı anlatmak-
tadır. Üzerine doksan dokuz musallat edilir. Tinriîn ne
demektir bilir misiniz? Doksan dokuz yılan (ejderha) demek-
tir. Her yılanın yedi başı vardır hepsi onu ısırır, yalar ve
vücûduna nefes üfler. Bu hal kabirden kalkıncaya kadar de-
vam eder. Sayının doksan dokuz olarak belirtilmesine
şaşmamalı. Çünkü bu yılan ve akreplerin sayısı kibir, riya,
kıskançlık, dargınlık, kin ve benzeri kötü huyların sayısınca-
dır. Çünkü bunların sayılı asılları vardır. Sonra kötü huylar
bu asıllardan sayılı dallara ve her daldan çeşitli budaklara
ayrılırlar. İşte bu sıfatlar asıl mahvolma sebebidir. Ki (bunlara
mühlikât denilir.) Bunlar aynen akrep ve yılanlara dönü-
şürler. Kuvvetlileri yedi başlı doksan dokuz yılan kadar ısırır,
zayıfı da akrep gibi sokar, ikisi arasında kalanlar da bildiği-
miz yılan gibi ısırır.
Kalb gözü açık, basiret sahipleri gerek bu mahvedici
ana gövdeleri ve gerekse bu gövdelerden çıkan dallan görür-
ler. Fakat bunların sayısı ancak Nübüvvet Nuru ile bilinir
Bu çeşit haberlerin gerçek bir dış yüzü ve gizli bir iç yüzü
basiret sahiplerine açıktır. Bu çeşit haberlerin mahiyetini kav-
ramakta güçlük çekenler, bunların dış yüzünü inkâr etme-
melidirler. Tersine imanın en alt basamağı, doğrulayıp teslim
olmaktır.
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CEHENNEM MEYDANI VE CEHENNEM AZABI
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Onun (cehennemin) yedi kapısı vardır. Her ka-
pıya bir grup ayrılmıştır." Hicr, 44
Ayetteki cüz, "zümre, fırka" demektir. "Kapılardan
maksat, üstüste yükselen katlardın
İbni Güreye (rahimehüîlâh) der ki: "Cehennem yedi
tabakadır. İsimleri üstten aşağıya doğru şöyledir:
1) Cehennem,
2) Lazza,
3) Hutâme,
4)Saîr,
5) Sakar,
6) Cahîm,
7) Hâviye."
İlk tabaka iman eden günahkârlar için, ikinci tabaka
Vahudiler için, üçüncü tabaka hıristiyanlar için, dördüncü
yıldızlara tapanlar için, beşinci tabaka ateşperestler
"Cehennemin yedi kapısı vardır, bunlardan birisi, üm-
metime karşı kılıç çekenlere mahsustur."
Taberanî'nin rivayetine göre bir gün Cebrail (a.s.) het
zamankinden başka bir saatte Peygamber'imize gelir, Pey-
gamber'imiz onu karşılayarak: "Ya Cebrail, niye senin çehre-
ni solgun görüyorum?" diye sorar Cebrail: "Eğer Alla
116
nafıklar içindir. Görülüyor KÎ usuen..^... ~_
üsi katıdır. Sonra sırayla diğerleri gelmektedir.
Buna göre âyette Yüce Allah'ın şeytana uyanlarını ye(jj
kısma ayırıp, her kısmı cehennemin bir katına yerleştireceöi
belirtilmek istenmektedir. Sebep de şudur: Küfür ve günahla-
rın derecesi değişik olduğu için onlan işleyenlerin cehennem-
deki durumları da değişik olmuştur.
Bir görüşe göre: "Göz, kulak, dil, karın, edep yeri, el ve
ayaktan ibaret yedi vücut azasına karşılık cehennem de yedi
kat olarak yaratılmıştır. Çünkü günahlar bu organlardan çık-
maktadır, o yüzden onlann varacağı yer de yedi katlı olarak
yaratılmıştır."
Bu konuda Hazret-i Ali (k.v.) der ki:
"Cehennem, üstüste yedi kattan meydana gelmiştir. İlk
önce birincisi, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü sırayla bütün
katlar dolar."
Buharı ve Timnizî'nin İbni Ömer'den rivayetin göre
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki: •
hennemin körükleri hakkında sana bilgi vermemi emret-
meseydi, gelecek değildim" der.
Peygamber'imiz ona: 'Yâ Cebrail, bana cehennemi an-
\at" der. Cebrail şöyle cevap verir, "Allah, cehennemin bin yıl
boyunca yakılmasını emretti. Bin yıl yakıldı, sonunda ağardı.
Arkasından bin yıl daha yanmasını emretti, sonunda kap-
kara kesildi.
Şimdi o kapkaradır, ne kıvılcımı ışık saçar ve ne de ya-
lazı söner.
Seni hak üzere elçi olarak gönderen Allah'a yemin ede-
rim ki, cehennemde iğne deliği kadar bir delik açılsa dağı-
lacak olan yüksek hararetten dolayı yeryüzünün bütün can-
lıları kavrularak ölürdü.
Seni hak üzere elçi gönderen Allah'a yemin ederim ki,
cehennem bekçilerinden biri dünya halkına görünse yü-
zünün çirkinliği ve kokusunun ağırlığı yüzünden bütün yer-
yüzü halkı ölürdü. Seni hak üzere elçi gönderen Allah'a
yemin ederim ki, Allah'ın (Kuran'in) tanıttığı cehennem zin-
cirinin bir halkası yeryüzü dağlarına konsa dağ yarılır ve
yerin merkezine ininceye kadar durmazdı.
Bunun üzerine Peygamber'imiz: "Yeter, ya Cebrail!
Yoksa kalbim duracak ve öleceğim" der.
Bu sırada Peygamber'imiz, Cebrail'in ağladığını görür.
Ona "Ya Cebrail, Allah katında sahip olduğun mertebeye
rağmen sen de ağlıyorsun" der. Cebrail O'na şöyle cevap
verir:
"Niye ağlamayayım. Asıl benim ağlamam lâzım
Çünkü belki Allah'ın bilgisine göre bu günkü tnev-
kiimden başka bir mertebedeyim. Belki meleklerden
biri iken İblisin tâbi tutulduğu imtihanın bir ben-
zerine ben de tâbi tutulurum. Bilmiyorum, belki de
Hamt ile Marufun başlarına gelenler benim de başı-
ma gelir."
Bunun üzerine ikisi de ağlamaya başlarlar, göz yaşları
akarken: 'Ya Cebrail ve ya Muhammedi Yüce Allah her iki-
nizi âsi olmak tehlikesinden emin kılmıştır" diyen gizli bir ses
duyarlar.
Sesi duyunca Cebrail göğe yücelir Peygamber'imiz de
dışarıya çıkar. Yolda Ensardan eğlenceye dalan bir gurup ile
karşılaşır.
Onlara der ki: "Cehennem ardınızda iken gülüyor
musunuz! Benim bildiklerimi bilseniz, az güler, çok ağlar-
dınız. Gırtlağınızdan ne yemek ve ne de su geçerdi. Yüksek
tepelere çıkarak yüksek sesle Allah'a yakarırdınız."
Bu sırada; 'Ya Muhammed, kullarımı umutsuzluğa dü-
şürme. Ben seni zorluk gösterici olarak değil, müjdeleyici
olarak gönderdim" diye bir nida gelir.
Bu nidayı duyunca Peygamber'imiz: "Doğru olun ve
Allah'a yaklaşın" diye buyurur.
İmam Ahmed'in rivayetine göre Peygamber'imiz Ceb-
rail'e: "Niye hiçbir zaman Mikâil'i gülerken
görmüyorum?" diye sorar.
Cebrail de O'na: "Mikâil, cehennem yaratılalıberi
hiç gülmüş değil" diye cevap verir.
Müslim'in rivayetine göre Peygamber'imiz (s.a.s.)bir
hadiste şöyle buyuruyor :
•Kıyamet günü cehennem, her biri yetmiş bin
mclek tarafmdan çekilen yetmiş bin yedekle geti-
rilir."
***
CEHENNEM AZABI
Ebu Dâvud, Nesâî ve Tirmizî'nin rivayetine göre; Pey-
gamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
-"Yüce Allah cennet ve cehennemi yaratınca
Cebrail'i cennete gönderdi ve git orayı ve*oraya gire-
cek olanlara neler hazırladığımı gör" dedi. Cebrail de
cennete vararak onu ve Allah'ın cennetliklere neler hazırla-
dığını görüp dönünce Allah'a: "Ululuğun hakkı için oranın
adını duyan herkes içeri dalar" der.
Arkasından cennet Allah'ın emri üzerine günahlar ile
kuşatılır. Bunun üzerine Allah Cebrail'e: "Bir daha cennete
dön ve cennetlikler için neler hazırladığımı gör" diye emir
buyurur. Cebrail yeniden cennete varınca günahlar ile çevre-
lendiğini görür, geri dönünce: "Ululuğun hakkına yemin
ederim ki oraya hiç kimsenin girmeyeceğinden korktum"
der.
Bu sefer Allah Cebrail'e: "Var, git cehennemi ziya-
ret et ve'orada cehennemlikler için neler hazırladığı-
mı gör" diye -buyurur. Cebrail oraya varınca cehenneme
bakar, ateş dalgalarının üstüste yuvarlanıp yükseldiğini
görür. Allah'ın huzuruna dönünce "Ululuğun hakkına
yemin ederim ki, adını duyan hiç kimse oraya gif-
120
mez" der. Bu sırada Allah'ın emri üzerine cehennem azgın
nefsî arzular tarafından kuşatılır. Allah Cebrail'e "Oraya
«eniden git, gör" diye buyurur. Cebrail de bir daha
cehennemi görünce "Ululuğun hakkına yemin ederim
ki, oraya girmeyen tek kimse kalmayacağından kork-
tum" der.
Beyhakînin uygun bir senetle İbni Mes'ut'tan rivayetine
göre. "Hiç şüphesiz o, (cehennem) köşk iriliğinde
kıvılcımlar saçar" Murseiât sûresi, 32 mealindeki âyet hakkında
İbni Mes'ud (r.a.) "Ben bu kıvılcımlar için "ağaçlar gibi"
değil, "kaleler ve şehirler gibi" tâbirini kullanıyorum de-
miştir.
Ahmed İbni Hanbel, İbni Mâce, İbni Hıbban ve Hâ-
kim'e göre Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Veyl, öyle bir cehennem vadisidir ki, kâfir di-
bine varıncaya kadar içinde kırk yıl batmaya devam
eder."
Tirmizî'ye göre ise aynı hadis şöyledir:
"Veyl iki dağ arasında o kadar derin bir vadidir ki kâfir
dibine ulaşıncaya kadar içinde yetmiş yıl batmaya devam
eder."
Tirmizî ve İbni Mâce'nin rivayetine göre bir gün
Peygamber'imiz (s.a.s.) sahabilerine: "Hüzün kuyusundan
Allah'a sığının" buyurur. Sahabiler. 'Yâ Rasûlallah, hüzün
kuyusu nedir?" diye sorarlar.
Peygamber'imiz: "Bizzat cehhennemin günde dört
kere kendisinden Allah'a sığındığı bir cehennem vadisini >
diye cevap verir.
Sahabiler: "Oraya kimler girer, yâ Rasûlallah" diye
sorarlar. Peygamber'imiz onlara şu cevâbı verir: "Orası
amellerini gösteriş için işleyen Kur'an okuyucuları
için hazırlanmıştır. Hiç şüphesiz, Allah'ın gazabına
en çok hedef olan Kur'an okuyucuları, zorba devlet
adamlarını ziyaret edenlerdir."
Taberanî'de yazdığına göre: "Cehennemde bizzat ce-
hennemin günde dört yüz kere Allah'a sığındığı bir vadi
vardır ki, orası Muhammed ümmetinin iki yüzlüleri için ha-
zırlanmıştır."
Ibni Ebî Dünya der ki: "Cehennemin yetmiş bin va-
disi, her vadinin yetmiş bin kolu, ve her vadi kolunun yetmiş
bin taşı vardır, her taşta, cehennemlikleri yüzlerinden sokan
birer yılan barınır."
Buharı Tarihinde senedi zayıf şöyle bir hadis vardır:
"Cehennemin yetmiş bin vadisi, her vadinin yetmiş bin kolu,
her vadi kolunun yetmiş bin hanesi ve her hanenin yetmiş
bin evi, her evde yetmiş bin kuyu, her kuyuda yetmiş bin
yılan bulunur ve her yılan da ağzında yetmiş bin akrep taşır.
Gerek kâfir ve gerekse münafık, vadinin dibini boylayıncaya
kadar bunların her biri ile ayrı ayrı karşılaşır."
Tirmizî'nin rivayet ettiği münkati bir hadise göre
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
122
"Cehenneme atılan büyük bir kaya yetmiş yıl
düşmesine rağmen dibine varamaz."
Hz. Ömer (r.a.) der ki: "Cehennemi sık sık hatırla.
Çünkü harareti yüksek, dibi derin ve topuzları demirdendir."
Bezzar, Ebû Ya'la, İbni Hıbban ve Beyhakî'nin rivaye-
tine göre Peygamber'imiz: "Cehenneme bir' kaya salınsa
yetmiş yıl düşerek ancak dibine ulaşabilir" diye buyuruyor.
Müslim'in rivayetine göre Ebû Hureyre (r.a.) der ki:
-"Bir gün Peygamber'imiz: "Bu duyduğunuz nedir,
biliyor musunuz?" diye sordu. "Allah ve O'nun Rasûl'ü bilir"
diye cevap verdik. Bunun üzerine Peygamber'imiz şöyle bu-
yurdu: "Allah yetmiş yıl önce cehenneme bir kaya salmıştı,
işte şimdi onun cehennemin dibine varışının yankısını
duydunuz."
Taberanî'nin rivayetine göre Said el-Hudrî (r.a.) der ki:
"Peygamber'imiz bir gün şiddetli bir yankı sesi duyarak
irkildi. Bu sırada yanına Cebrail geldi, Peygamber'imiz O'na:
-'Ya Cebrail, bu duyduğum ses nedir?" diye sordu.
Cebrail de ona şu cevabı verdi:
-"Yetmiş sene önce cehenneme bir kaya salınmıştı,
fakat ancak şimdi dibine ulaştı. İşte onun sesini Allah sana
duyurmak istedi."
Peygamber'imizin bu olaydan sonra, ruhunu Allah'a
teslim edinceye kadar ağzını açarak güldüğü görülmemiştir."
123
Ahmed İbni Hanbel ve Tirmizî'nin rivayetine göre Pev,
gamber'imiz buyuruyor ki:
"Eğer şunun gibi (kafaiasım işaret ederek) yuvarlak bir
kaya parçası gökten salınsa oradaki mesafe beş yüz senelik
yol kadar olduğu halde akşam olmadan yere iner. Fakat
aynı kaya cehennemin ağzına salınsa dibine varabilmesi için
kırk yıl geceli-gündüzlü düşmeye devam etmesi lâzımdır."
Ahmed Ibni Hanbel, Ebû Ya'la ve Hâkim'in rivayetle-
rine göre Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemin demir topuzlanndan biri yere indirilse,
insanlarla cinler bir araya gelerek onu yerden kaldıramaz-
lardı."
Hâkim'in rivayetine göre Peygamber'imiz: "Cehenne-
min demir topuzlarından biri dağa indirilse, ufalanarak kül
olurdu" buyuruyor.
İbni Ebu Dünya'nın rivayetine göre Peygamber'imiz:
"Cehennem kayalarından biri dünya dağlanndan birinin
tepesine düşse, dağ eriyerek kül olur. Her cehennemliğin
yanında böyle bir cehennem taşı ile bir şeytan bulunur"
buyurmuştur.
Hâkim'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s.)
buyuruyor ki:
"Yer yedi kattır. Her iki kat arası beş yüz yıllık
mesafedir. En üst kat, başı ve kuyruğu havaya kalkmış bir
balığm sırü üzerindedir, balık kaya üzerinde ve kaya da bir
meleğin elindedir.
İkinci kat rüzgârın mahfesidir. Yüce Allah "Ad" kavmini
yok etmek istediği zaman rüzgâr koruyucusuna, üzerlerine
mahvedici bir rüzgâr estirmesini emretti. Rüzgâr koruyucusu
olan melek: 'Ya Rabbi, onlann üzerine öküzün burun de-
liklerinden çıkan yel kadar rüzgâr salayım mı?" diye sorar.
Yüce Allah: "O kadarla bütün yer yüzünün ve bütün
canlıların hakkından gelirsin. Sen onlann üzerine yüzük taşı
kadar rüzgâr sal" buyurdu. İşte "Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi,
çürümüş kemik döküntüsü gibi yapmadan bırakmaz" mealin-
deki âyet bu rüzgâra işaret eder.
Üçüncü kat yerde cehennem taşları, dördüncü kat
yerde cehennem kibriti vardır."
Sahabîler: "Yâ Rasûlallah, cehennemin kibriti mi var?
diye sordular. Peygamberimiz onlara: "Evet var, nefsimi
kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, o katta öyle kib-
rit vadileri vardır ki içlerine yüce dağlar salınsa, eriyerek su
gibi akarlardı" diye cevap verdi.
Beşinci kat yerde cehennem yılanları bulunur, ağızları
vadi gibi geniştir.
Altıncı kat yerde cehennemin akrepleri bulunur, en kü-
Çüğü semerli katır iriliğindedir, bir darbe indirince kâfire ce-
hennem ateşinin hararetini unuttururlar.
Yedinci kat yerde bir eli önde, bir eli arkada olmak ü
zere demir kelepçeye vurulmuş olarak İblis vardır. Yüce /\[,
lah onu bir kulun üzerine salmak isteyince çözer."
Ahmed İbni Hanbel, Taberanî ve İbni Hıbban ve
Hâkim'in rivayetine göre Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor
ki:
"Cehennemde deve boynu kalınlığında yılanlar
vardır. Her biri bir kere sokunca yakıcı acısı yetmiş
yıl devam eder. Yine cehennemde semerli katır irili-
ğinde akrepler vardır, her biri insanı bir kere ısıtınca
ateşi kırk yıl boyunca duyulur."
Tirmizî, İbni Hıbban ve Hâkim'in rivayetlerine göre
Peygamber'imiz:
"Cehennemlikler "su" diye yalvarınca kendilerine
yüzleri kavuran katran gibi bir sıvı verilir. O ne fena bir
içecek ve orası ne kötü bir yerdir" mealindeki âyet hakkında
"bu sıvı zeytinyağı tortusu gibidir, cehennemlik
kimse ona yaklaşınca yüzünün derisi eriyerek içine
dökülür" buyuruyor. Kehf sûresi. 29.
Tirmizî'nin rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.)
şöyle buyuruyor:
"Cehennemliklerin başlarına dökülen kaynar su içle-
rine sızarak karın boşluklarm eritir ve içlerinde ne varsa eri-
yerek tabanlarından dışarıya akar. Sonra yeniden eski hal-
lerine döndürülürler."
Dahhak (rahimehullah) der ki: "Hamım, Allah'ın yeri
ööqü yarattığından beri cehennemliklere içirileceği ve başla-
rından aşağı döküleceği ana kadar durmadan kaynamak-
tadır."
Bir görüşe göre cehennemliklere sunulacak olan
kaynar su, onların akan göz yaşlarını cehennem havuzla-
rında biriktirerek elde edilir ve kendilerine sunulur.
İşte "Onlara (cehennemliklere) bağırsaklarını
parçalayan kaynar bir sıvı verilir" mealindeki âyet, bu
sıvıya işaret etmektedir. Muhammed Sûresi, ıs.
Bu hususta daha başka sözler de söylenmiştir. Ahmed
İbni Hanbel, Tirmizî ve Hâkim'in rivayetine göre Peygam-
ber'imiz (s.a.s.), "Ötesinde cehennem vardır ve
kendisine irinleşmiş su verilir. Onu ağzına alır, fakat
yutamaz, ona her türlü azab vardır" ibrahim sûresi, ıs-ie
mealindeki âyet hakkında şöyle buyurmuştur: "İrinli su ağ-
zına yaklaştırılınca tiksinir, daha yakına getirilince yüzünü
kavurur, başının derisi eriyip akar, içince de bağırsaklarını
parçalar. Nihayet dübüründen çıkar."
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Onlara (cehennemliklere) bağırsaklarını parça-
layan kaynar bir SIVI İÇİnlİr." Muhammed Sûresi. 15
Yine Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
"Cehennemlikler "su" diye yalvarınca kendileri-
ne yüzleri kavuran, kaynar katran gibi bir sıvı verilir.
O ne fena bir içecek ve orası ne kötü bir yerdir."
Kehf
Sûresi, 29.
Ahmed İbni Hanbel ve Hâkim'in rivayetine göre P6y.
gamber'imiz buyuruyor ki:
"Gassak'dan yeryüzüne bir hava dökülse, bütün dünya
halkını kokuştururdu."
Buradaki "gassak" "O azabı tatsınlar ki: o kaynar
su ve gassaktır" âyeti ile "sadece kaynar su ve irin
içerler" mealindeki âyette 'adı geçen irindir. Şad Sûresi, 57, Nebe
Sûresi, 25.
Bu irin hakkında çeşitli görüşler vardır. İbni Abbas'a
(r.a.) göre o, kâfirin cildinden süzülen san su, başkalarına
göre de yine kâfirlerin kokmuş irinleridir. Kâ'b-el Ahbar'a
göre o bir cehennem pınarıdır ki, oraya yılan, akrep ve
benzeri gibi zehirli hayvanların zehirleri sızarak birikir. Sonra
da âdemoğlu getirilip bu sıvıya batırılır. Çıkarken derisi
eriyerek akar, etleri de kemiklerinden ayrılarak oylukların-
dan ve diz kapaklarından yerlere sarkar, o da insan elbise-
sini sürükler gibi etlerini sürükler.
Tirmizî'nin rivayetine göre bir gün Peygamberimiz:
"Ey Mü'minler, Allah'tan gerektiği gibi korkun
ve mutlaka müslüman olarak ölün" Mİ imrân sûresi, 102
mealindeki âyeti okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Eğer
Zakkum'un bir parçası dünyaya damlasaydı, dünya halkının
bütün yiyecek ve içeceklerini bozardı, yiyeceği yalnız bu
olanın hali nice olur, vann siz düşünün."
Başka bir rivayete göre hadisin son kısmı: "Bundan
ska yiyeceği olmayanın hali nice olur, varın siz düşünün"
^eklindedir.
"Takıntılı bir yiyecek" mealindeki âyet ifadesini İbni
Abbas (r.anhuma): "Yani, gırtlağa takılıp ne içeri giren ve ne
de geri Çıkan bir yiyecek" şeklinde açıklamıştır.
Buharı ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadiste Pey-
gamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kâfirin iki omuz başının arası hızlı giden bir atlı hesabı
ile üç günlük yo/ geniş/igindedir."
Ahmed İbni Hanbel'in rivayetine göre Peygamberimiz
(s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kâfirin azı dişi Uhud dağı, uyluğu Beyza tepe-
si, cehennemde kapladığı yer Kadid ile Mekke arası
(yani takriben üç günlük yolculuk mesafesi) kadar
derisi de Yemen kralı Cebbar'ın arşını ile kırk arşın
boyu kalınlığındadır."
Füdayl Bin Yezid'den Tirmizî'nin rivayetine göre Pey-
gamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü kâfirin dili bir veya iki fersah kadar
Vere sarkar ve insanların ayakları altında çiğnenir:"
Füdayl bin Yezid'in Ebû Aclan'dan rivayetine göre
kıyamet gününde kâfir, dilini iki fersah sürükleyecek insanlar
°nu çiğneyecektir. Bu hadisi Beyhakî ve başkaları rivayet et-
miştir. Doğru olanı bu rivayettir.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cehennemliklerin gövdesi, cehennemde o kadar irj
leştirilir ki kulak memeleri ile omuz başlan arası yedi yüz y^
lık bir yolculuk mesafesinde, derilerinin kalınlığı yetmiş arşın
boyu kadar ve azı dişleri Uhud dağı boyunda olur."
Ahmed İbni Hanbel ile Hâkimin rivayetlerine
göre Mücahid (r.a.) der ki: "Bir gün İbni Abbas bana:
"Cehennem ne kadar geniştir, biliyörmüşün?" diye sordu,
-"Hayır, bilmiyorum" diye cevap verdim. Bunun üzeri-
ne o şöyle dedi:
-"Evet, vallahi bilmiyorsun! Cehennemlik bir adamın
kulak memesi ile omuz başı arası yetmiş yıllık yol kadardır.
Orada kan ve irin nehirleri akar."
Ben: "Kan ve irin nehirleri mi dedin?" diye sordum,
İbni Abbas: "Hayır hayır, kan ve irin vadileri" diye
cevap verdi.
***
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
KIYAMETİN DEHŞETLERİ
Rivayete göre Hz. Ayşe (r. anha) buyurur ki:
"Peygamberimize: 'Yâ Rasûlallah, Kıyamet günü se-
venler birbirlerini hatırlarlar mı" diye sordum. Bana şu ce-
vâbı verdi:
"Üç yerde hayır. Birincisi, Mizan karşısında, iyiliklerin
ağır mı, yoksa hafif mi geleceği belli oluncaya kadar; ikincisi
amel defterleri uçuşurken. Herkes amel defterim acaba
sağımdan mı, yoksa solundan mı verilecek diye beklerken.
Üçüncüsü de cehenmden uzun bir boyun çıkarak bir takım
kimselerin boyunlarına dolanarak şu üç kimseye musallat
edildim: Allah ile birlikte başka bir ilâha tapana bütün zâlim
ve zorbalara ve hesaplaşma gününe inanmayanlara derken,
bu kimseleri kıskaca alarak cehennemin derinliklerine atar.
Cehennemde kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprü
vardır. Üzerinde sivri demirden çengeller ve dikenler vardır.
Bu köprüden insanlar, kimi çakan şimşek, kimi, esen rüzgâr
S'bi geçeceklerdir."
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Peygamber'imiz (s.a.s.)
Şöyle buyurdu: "Yüce Allah gökleri ve yeri yaratınca Sûr'u
yaratıp İsrafil'in eline verdi, o da onu ağzına koyarak: "Ne
zaman üfleme emri alacağım" diye bakışlarını Arş'a dikmiş
beklemektedir.
Ben O'na: 'Ya Rasûlallah, "Sûr nedir" diye sordum
Bana "Nurdan bir boynuzdur" diye cevap verdi. Ben
O'na: "Yâ Rasûlallah, nasıl bir şeydir?" diye sordum. O
da bana: "Geniş çaplı bir daire şeklindedir. Beni Hak
din ile Peygamber olarak gönderen Allah adına
yemin ederek söylüyorum ki, çapı yerle gök arası
genişliğindedir. İsrafil bu sûra üç kere üfler: Birinci
üfleme ürkütmek, ikinci üfleme canlıların hepsini
öldürmek, üçüncü üfleme de yeniden diriliş içindir.
Üçüncü üfleyişten sonra ruhlar ortaya çıkarak gök
ile yer arasını arılar gibi doldururlar ve genizlerden
cesedlere girerler. Toprağı yarılarak yerden ilk çıka-
cak olan benim."
Başka bir hadiste bildirildiğine göre Yüce Allah, Ceb-
rail, Mikâil ve İsrail'i yeniden diriltince bunlar hemen
yanlarına Burak'ı ve bir kat cennet elbisesi alarak Peygam-
ber'imizin kabri başına inerler. O sırada kabrin toprağı ya-
rılarak derhal açılır. Peygamber'imiz Cebrail'e bakar ve:
-"Bu hangi gündür?" diye sorar. Cebrail de O'na:
"Bugün Kıyamet günü'dür, bugün haşir günüdür; bu-
gün karar günüdür" diye cevap verir. Peygamber'imiz:
-'Yâ Cebrail, Allah ümmetime ne yaptı" diye sorar.
Cebrail de "Müjdeler olsun, sana üzerindeki toprak ilk açılan
sensin." diye cevap verir.
132
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz
buyurmuştur ki:
"Yüce Allah buyurur ki: "Ey insanlar ve cinler!
gen size gereken nasihati vermiştim. İşte şimdi
amelleriniz defterlerinizde yazılı. İyilik bulan Allah'a
hamd etsin. Başka türlüsünü bulan da kendinden
başkasını kınamasın."
Anlatıldığına göre bir gün Yahya İbni Muaz el-Razî'nin
(r.a.) bulunduğu mecliste:
"O gün takva sahiplerini Allah huzuruna toplar ve gü-
nahkârları cehenneme yaya ve susuz olarak sevkederiz" me-
alindeki âyetler okununca o şöyle der:
"Ey insanlar! Bir dakika, bir dakika! Yann mahşerin
durak yerinde hep biraraya geleceksiniz. Her yönden gurup
gurup gelerek Allah'ın huzuruna tek tek dikileceksiniz. Ke-
lime kelime yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Ermişler
Allah'a binekli olarak, günahkârlar da Allah'ın azabına yaya
ve susuz olarak götürülecek. Ve bölük bölük cehenneme
gireceklerdir!
Kardeşlerim! Önünüzde sizin hesabınıza göre elli bin
sene uzunluğunda bir gün var, o gün "sarsıntı günü",
''yaklaşan gün"dür. "Bütün insanlar o gün Allah'ın hu-
zurunda dikileceklerdir", "O gün, hayıflanma ve piş-
manlık günü", "tartışma ve hesaplaşma günü", "he-
saplaşma günü", "feryad günü", "geleceği kesin bir
9ün", "kalb çarpıntısı günü", "yeniden dirilme günü",
"herkesin kendi elleri ile işlediklerine bakacağı bir
gün", "aldanma günü", "kimi yüzlerin ağardığı Ve
kimisinin de karardığı gün", "Allah'ın Huzûru'na te-
miz kalble gelenlerden başka malın, çoluk-çocuğun
fayda sağlamadığı bir gün", "zâlimlere mazeretlerinin
fayda vermediği, kendileri için fena yerleşme yeri
hazırlanan bir gün" dür.
Mukatil İbni Süleyman (r.a.) der ki:
"insanlar Kıyamet günü, hiç konuşmadan yüz yıl bek-
lerler, yüz yıl da karanlıkta şaşkınlık içinde geçer, yüz yıl da
dalga dalga birbirine sürtünerek Allah'ın huzurunda çeki-
şirler. Kıyamet günü, sizin hesabınıza göre elli bin yıl uzun-
luğuna olmasına rağmen ihlâslı bir mü'mine en kısa bir na-
maz süresi gibi gelir."
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Şu dört şeyden hesaba çekilmeden kulun ayaklan
kaymaz:
1- Ömrünü nerede harcadığından,
2- Vücûdunu nerede yıprattığından,
3- İlmi ile nasıl amel ettiğinden,
4-Malını nereden kazanıp, nerede harcadığından"
Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki: "Her peygambe-
rin mutlaka kabul olan bir duası vardır, hepsi bu haklarını
dünyada kullandı. Ben dua hakkımı Kıyamet günü ümmeti-
e şefaat etmek için sakladım."
Allah'ımız! Rasûlullah'm, Kaü'ndaki itibâr hakkı için bizi
O'nun şefaatine eriştir!.
CEHENNEM VE MİZANIN SIFATLARI
Bu mevzuda bazı noktalarına daha önce temas etmiş
olmamıza rağmen, faydayı tamamlamak için yeniden ele
almakta mahzur görmedik. Ola ki, bozulmuş ve gafil gönül-
lere tekrarlanan nasihatler kâr eder.
Bu husus Yüce Allah (c.c.) Kur'ân'ın bir çok yerinde
cehennemin korkunçluğu ile Kıyamet şiddetli sıkıntılarına
büyük önem vermiştir. Öyle ki Allah Teâla'nın bu beyanatı
aklı başında insanların kalplerine en büyük tesiri yapmış,
âhiretin faydalı ve kalıcılığını; onun dışındaki her şeyin
hiçliğine tercih etmiştir.
Cehennemin nasıl bir yer olduğu konusuna gelince
Allah cümlemizi bağış ve keremi ile oradan korusun. Hadis-
te bildirildiğine göre orası simsiyah ve karanlıktır, ışığı ve
alevi yoktur. Cehennemin yedi kapısı vardır. Her kapının
üzerinde yetmiş bin dağ vardır, her dağın üzerinde yetmiş
bin ateşten tepe vardır, her ateşli tepe üzerinde yetmiş bm
ateş çukuru vardır. Her ateş çukurunda yetmiş bin ateş
vadisi bulunur.
Her vadide yetmiş bin ateşten köşk, her köşkte yetmiş
bin ateş evi, her evde yetmiş bin yılan ile yetmiş bin akrep
her akrebin yetmiş bin kuyruğu vardır. Her kuyrukta yetmiş
bin boğumu, her boğumda da yetmiş bin testi dolusu zehir
bulunur.
Kıyamet günü olunca cehennemin örtüsü açılır ve
ondan insanlarla cinlerin sağından solundan, önünden, ar-
kasından ve tepeleri üzerinden uçuşan birtakım çadırlar çı-
kar. İnsanlar ile cinler bu manzarayı görünce dizüstü çökerek
hep birlikte: "Allah'ım, bizi kurtar" diye çığlık atarlar.
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz
(s.a.s.) buyurur:
"Kıyamet günü cehennem her birinden yetmiş bin
meleğin tuttuğu yetmiş bin yedek ile çekilerek getirilir."
Bir hadiste Peygamber'imiz (s.a.s.):
"Cehennemde iri, sert, Allah'ın kendilerine ver-
diği enirine isyan etmeyen, verilen emri olduğu gibi
uygulayan melekler görevlendirilmiştir" TaMm sotesi e,
mealindeki âyette iri kıyımlıkları belirtilen cehennem zeba-
nileri hakkında buyurur ki:
"Bu meleklerden her birinin iki omuz başı bir yıllık yol
mesafesi kadardır. Her birinin öyle bir kuvveti var ki,
elindeki demir topuz ile bir dağa vursa onu paramparça
eder. Her darbesi ile yetmiş bin kişiyi cehennemin derinlik-
lerine atar."
"Cehennemde ondokuz melek görevlidir" Müd
Sûresi so, mealindeki âyet, zebanilerin ileri gelenlerinin
sayısını belirtir, yoksa cehennemdeki bütün görevli melek-
lerin sayısını Allah'tan başka kimse bilmez.
Nitekim Yüce Allah: "Rabb'inin askerlerinin sayı-
sim yalnız O bilir Müddesir Suresi; 3i, buyurur.
İbni Abbas'a (r.a.) cehennemin genişliği sorulunca:
"Vallahi, genişliğinin ne kadar olduğunu bilmiyorum.
Fakat öğrendiğimize göre her cehennem zebanisinin kulak
memesi ile ensesinin arası yetmiş yıllık yol mesafesindedir,
cehennemde kan ve irin ırmakları akar" diye cevap vermiş-
tir:
Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadise göre cehennem
çadırlarının duvar kalınlığı kırk yıllık yol mesafesindedir.
Müslim'in rivayet ettiğine göre Peygamber'imiz (s.a.s.)
buyuruyor ki: "Sizin şu ateşiniz, cehennem ateşinin yetmişte
biri şiddetindedir.
Sahâbiler: "Ya tam olsaydı nasıl olacaktı?" diye
sordular. Peygamberimiz: "Bu ateşin ısısı altmış dokuz kat
arttırılmıştır." Her katın sıcaklığı dünya ateşi kadardır." diye
cevap verdi.
Peygamberimiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
"Cehennemliklerin biri avucunu dünyalılara uzatsa
hararetinden bütün dünya yanardı. Cehennem zebanile-
rinden biri dışan çıksa da insanlar onu görse, Allah'ın onun
138
üzerinde beliren gazabı yüzünden bütün insanlar derhal
ölürlerdi."
Peygamber'imiz bir gün sahâbileri ile birlikte otururken
derin bir gürültü duyuldu. Peygamber'imiz "Bu gürültünün
ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
Sahâbiler: "Allah ve Rasûlü bilir" diye cevap verince
Peygamber'imiz: 'Yetmiş sene önce cehennejne bir taş
atılmıştı, şu ana kadar yol alıyordu, duyduğunuz bu gürültü
o taşın dibe vurma sesidir" diye buyurdu.
Hz. Ömer (r.a.) de: "Cehennemi sık sık hatırlayın.
Çünkü harareti çok yüksek, dibi çok derin ve topuzları
demirdendir." buyurur.
İbni Abbas'a göre:
"Cehennem kendilerini uzaktan görünce (cehennem-
likler) onun uğultu ve homurtusunu duyarlar Furkân Sûresi 12,
mealindeki âyet hatırlatılarak kendisine: "Cehennemin göz-
leri mi var?" diye soruldu.
O da dedi ki: "Evet Peygamber'imizin "Bile bile bana
yalan söz isnad eden kimse, cehennemin iki gözü arasında
kendisine yer ayırsın" şeklindeki hadisini duymadınız mı? O
zaman Peygamberimize:
-'Yâ Rasûlallah, cehennemin gözleri mi var?" diye
sorulmuştu. Peygamber'imiz: -'Yoksa kendilerini uzaktan
gördüğü zaman (cehennemlikler) onun uğultu ve homur-
139
tuşunu duyarlar" mealin-deki âyeti duymadınız mı?"
cevap vermişti.
Aşağıdaki hadis bu gerçeği teyid eder:
"Cehennemden bir boyun çıkar, onun gören iki
ve konuşan bir dili vardır,": Bu gün ben Allah'a başka bir
ilâhı ortak koşanlar üzerine musallat edildim" der, o ce-
hennemlikleri susam tanelerini görüp kapan kuştan daha iyi
görür."
Mizân'ın nasıl olduğuna gelince; Hadîs-i şerif de bil-
dirildiğine göre onun iyilikler kefesi nurdan ve günahlar ke-
fesi karanlıktandır.
Tirmizî'nin rivayet ettiğine göre, Peygamberi-
miz şöyle buyuruyor:
"Cennet Arş'm sağında, cehennem de solunda kurulur.
Mizân'ın iyilikler kefesi Arş'ın sağında, günahlar kefesiyse
solunda bulunur. Böylece cennet iyilikler kefesi karşısına,
cehennem de kötülükler kefesi karşısına düşer."
#**
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CENNETİN VASIFLARI VE CENNETLİKLERİN DERECELERİ
Bilesin ki, keder ve sıkıntılarını daha önceki bölümler-
de öğrendiğin şu yurdun -ki bu yurt cehennemdir- karşılığı
olarak başka bir yurd vardır. Şimdi de o yurdun nimet ve
bazları üzerine düşün. Çünkü bu yurdlarım birinden uzak
kalan, hiç şüphesiz, öbürüne yerleşir.
Cehennemin korkunç yönleri üzerinde uzun uzun
düşünerek kalbinde korkuyu tercih et, cennetliklere adanan
kalıcı nimetler hakkında uzun uzun düşünerek de kalbinde
umudu tercih et. Nefsini korku kırbacı ile kamçılayıp umut
dizgini ile Sırat-ı Müstakim'e sür. Böylelikle acı azabdan
kurtularak büyük mülke nail olursun.
Şimdi cennetlikleri düşün. Yüzlerinde mutluluk parıl-
dar, tıpası mühürlü bir kaptan cennet suları içerler. Taşı ak
inciden yapılmış çadırlarda, kırmızı yakut sedirlerde oturur-
tar, yer yaygıları yeşil ipeklidendir, bal ve şarap akan ır-
makların kenarlarına dizilmiş koltuklara kurulurlar, bu ırmak
kenarları huriler ve hizmetçilerle dolup taşmış.
Bunlar sanki yakut ve mercandır, daha önce onlara ne
insan, ne cin el değinmemiştir. Cennet makamlarında dola.
şırlar, içlerinden biri yürüyüşünde kırıtırsa eteklerini yetmiş
bin gılman taşır, giydikleri ak ipek elbiseleri gözleri ka-
maştırır, başlarında ince ve mercan taçlar vardır, alımlı, ağır-
başlı ve hoş kokuludurlar. İhtiyarlamaları, yıpranmaları söz
konusu değildir.
Cennet bahçelerinin ortalarında kurulmuş yakut köşk-
lerin içindeki çadırlarda kalırlar, iri gözleri efendilerinden
başkasına kaymaz.
Cennetliklere ve hurilere testiler, ibrikler ve kâselerle
içenlerin tadına doyamayacaklan ak renkli su ikram edilir,
hizmetlerini göz değmemiş inciler gibi hizmetçiler ve gençler
yapar. İşlediklerinin mükâfatı olarak emin bir barınağa ka-
vuşmuşlardır, bahçeler ve pınarlar içinde yeşillikler ve akar
sular arasındadırlar.
Her şeye Kudretli bir Melik'in katında sadakat kol-
tuğundadırlar. Orada kerem sahibi Melik'in yüzüne bakarlar.
Nimetlerin parlaklığı yüzlerine vurmuştur. Darlık ve sıkıntı
nedir bilmezler, tersine Rabb'lerinin çeşit çeşit hediyelerine
mazhar olurlar.
Onlar canlarının istediği ile ebediyyen başbaşadırlar,
orada ne korkarlar ve ne de üzülürler, ölüm endişesinden
uzaktırlar.
Onlar orada her türlü nimeti;i tadarlar, oranın ye-
meklerini yerler, sütlü, ballı, içkili ve arı sulu akarsulanndan
verier. Oranın zemini gümüş, çakılı mercan, toprağı has
mjsk, bitkisi zaferan, Kâfur kumullarında bitmiş gülsuyu
taşıyan bulutlardan yağmur alırlar. Bu su kendilerine çeşit
çeşit kaplar ile sunulur. Kaplar inci, yakut ve mercan süs-
lerneli, havalanmamış içki ile karışık tatlı su ile dolu, made-
ninin sadeliğinden dolayı üzerine düşen ışığı yansıtarak için-
deki içkiyi bütün allık ve inceliği ile gösteren, insan elinden
benzeri çıkmamış, işleme ve süslemesini insanın başara-
mayacağı kaplardır.
Bu kaplara cennetliklere yüz parlaklığı, güneş ışığını
hatırlatan hizmetçilerin elinden sunulur. Fakat nerede onla-
rın tatlı görünüşü, yanak güzelliği ve çene alımlılığı ve ne-
rede güneş ışığı!
Bu sıfatta bir âleme inanan, oraya girenlerin ölüm-
süzlüğe kavuştuğuna, hiçbir felâketle yüzyüze gelme-
yeceğine ve olayların değiştiriciliğine maruz olmadığına dâir
kesin kanaat besleyen bir kimseye şaşılır. Allah'ın yıkımına
izin vermiş olduğu bu dünyaya nasıl ısınır ve onun sunduğu
yaşayışla tatmin olur. Allah'a yemin edirim ki, Ahirette ölüm,
açlık, susuzluk ve diğer gelişmelerin yokluğu yanında vücûd
sağlığından başka bir şey olmasa sırf bu yüzden ona göre
dünyadan soğumak ve dünyayı oraya tercih etmemek lâyık
olur. Kaldı ki, cennette ne sıkıntı ve ne de keder söz konu-
sudur.
Nasıl söz konusu olabilir ki, cennetlikler emniyet içinde
birer meliktirler. Sevincin her türlüsünü tadarlar, orada her
istedikleri kendilere verilir, her gün Arş'ın çevresine varırlar
ve kerim olan Allah'ın yüzünü görürler. Allah'ın yüzünü
görmekle diğer cennet nimetlerine bakarak elde edemedik-
leri büyük bir nimete nail olurlar ve gözlerini başka tarafa
çevirmezler. Onlar devamlı şekilde bu nimetler arasında do-
laşırlar ve yok olacaklar diye korkmazlar.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygam-
ber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Cennette şöyle bir ses gelir: Ey cennetlikler! Sizlere
öyle bir sıhhat veriyorum ki, ondan sonra ebediyen hasta
olmayacaksınız. Ölümsüz bir hayat bulacaksınız. Ardın da
yaşlılık olmayan bir gençliğe ereceksiniz. Arkasından ümit-
sizlik gelmeceyek bir mutluluğa ulaşacaksınız."
Yüce Allah'ın şu âyeti, bu gerçeği ifâde eder:
"Cennetliklere: "İşlediğiniz iyi ameller sayesin-
de nail olduğunuz cennet işte budur" diye seslenilir."
A'râf Sûresi, 43.
Cennetin nasıl olduğunu öğrenmek istiyorsan, Kur'ân'ı
oku, çünkü Allah'ın açıklamasının ötesinde açıklama yoktur.
Meselâ "Rabb'imin huzuruna dikilmekten korkan için iki
cennet vardır" âyetinden itibaren "Rahman" sûresini, "Vakıa"
sûresi ile diğer ilgili sûreleri oku. Eğer cennetin nasıl olduğu
hakkında Peygamber'imizin verdiği tafsilâtlı bilgileri öğren-
mek istiyorsan, ana hatlarının bilgisini edindikten sonra şim-
di de iç yönünü tanımaya yönelerek, önce cennetlerin sa-
yısından başla.
Peygamber'imiz "Rabb'inin huzurana dikilmekten kor-
jki cennet vardır" mealindeki âyet hakkında buyuruyor
ki:
"İki cennetin bütün kap ve eşyası gümüşten, diğer bir
iki cennetin bütün eşyası altındandır. "Adn" cennetinde
cennetlikler Rabb'lerini görürken, onlar ile Allah arasında
sadece "Kibriya Perdesi" bulunur."
Sonra cennetin kapılarına bak, bunlar ibadetlerin asıl-
larına göredir. Nitekim cehennemin kapıları da günahların
asıllarına göredir.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz
(s.a.s.) buyuruyor:
"Kim malından iki birimlik bir sadaka verirse, cennetin
bütün kapılarından içeri girmeye çağrılır.
Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz ehli olanlar na-
maz kapısından içeri girmeye çağrılır. Oruç ehli olanlar oruç
kapısından içeri girmeye çağrılır. Sadaka ehli olanlar sadaka
kapısında içeri girmeye çağrılırlar. Cihâd ehli olanlar cihad
kapısından içeri girmeye çağrılır."
Bu arada Ebû Bekir (r.a.): "Vallahi bir kimsenin bu
kapılardan birinden çağrılma zarureti yoktur. Acaba bir kim-
se hepsinden aynı anda içeri girmeye çağırıhrsa olur mu?"
diye sorar. Peygamber'imiz ona: "Evet, böyleleri de var-
^r. Senin de onlardan olmanı dilerim" diye cevap ve-
rir.
Asım İbni Zamüre (r.a.) der ki: "Hz. Ali bir gün cehen
nemden bahsetti, bu konuda şimdi hepsi hatırımda kalma
yan çok önemli açıklamalarda bulundu, arkasından
Cennete getirerek dedi ki:
"Rabb'lerinden korkanlar bölük bölük Cennete sevke-
dilirler. Onun kapılarından birine varınca, kapının yanıba-
şında köklerinin arasından iki ayrı pınar kaynayan bir ağaç
görürler. Aldıkları emir uyarınca pınarlardan birine sokulur-
lar, suyundan içince karınlarmdaki pislikler kaybolur.
Arkasından öbür pınara sokularak içinde yıkanınca
yüzlerine Cennet tazeliği gelir, artık saç renkleri ebediyyen
değişmez başları yağla yıkanmış gibi hep parlak kalır. Sonra
Cennete girerler, içeri girerken Cennet korucuları onlara:
"Selâm size, ne mutlu size, oraya ebedî kalmak üzere giriniz"
derler.
Arkasından Cennet çocukları etraflarını sarar, dünyada
sevilen birinin ansızın çıkıp gelişi karşısında çocuklar onun
etrafını nasıl çevirirse öyle çevirirler, ona: "Müjdeler olsun!
Allah sana şu şu nimet ve dereceleri bağışladı" der-
ler, içlerinden biri o kimsenin Cennet hurilerinden olan eşle-
rinden birine koşarak dünyadaki adı ile: "Falan kişi geldi"
diye haber verir. Huri: "Sen kendin onu gördün mü?"
diye sorar. Çocuk: "Tabiî gözümle gördüm, peşimden
geliyor" der.
Bu haber üzerine huri sevincinden âdeta kuş S
uçarak kapının eşiğine vanr.
Adam makamına varınca yapısına göz atar, yuvarlak
• cj pareleri üzerinde birer kırmızı, yeşil ve sarı köşkün
geldiğini görür. Sonra başını kaldırarak çatısına bakar,
şimşek gibi göz kamaştırıcı olduğunu görür. Öyle ki, Yüce
Ajlah ona güç vermese gözleri karşısındaki manzaraya
bakarken kör olurdu. Başını indirince görür ki eşleri, kullan-
maya hazır kaplar, sıra sıra dizilmiş yastıklar, yere yayılmış
saçaklı halılar, yüksek sedirler hazır duruyor. Sonra sırtını bir
yere dayayıp: "Bizi bu nimetlere yönelten Allah'a hamd
olsun, eğer kılavuzumuz o olmasaydı, biz bu duruma kendi-
liğimizden ulaşamazdık" diye hamdeder.
Bu arada kulağına gizli bir ses şöyle seslenir:
"Yaşayın, size ebediyen ölüm yoktur. Oraya yerleşin,
hiç göçmeyeceksiniz. Sıhhate kavuşunuz, artık size hastalık
gelmeyecektir.
Peygamber 'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
"Kıyamet günü Cennet kapısına varır, kapının açıl-
masını isterim. Hazin (Cennet kapıcısı): "Kim o?" der. "Mu-
hammed" diye cevap veririm. Bunun üzerine bana "Sen-
den önce hiç kimseyi içeri almamam emredildi" der.
Şimdi de Cennetin odaları ile bu odalar arasındaki
yükseklik farklarını düşün. Çünkü en büyük derecelerle en
yüce faziletler âhirettedir. İnsanlar arasında bariz ibadet
farklılıkları ve iyi huy dereceleri kesin bir şekilde var olduğu
Sibi kavuşacakları mükâfatlar arasında da açık farklılıklar
Ocaktır.
Eğer en yüksek derecelere ulaşmak istiyorsan, Allah'a
ibadet hususunda seni hiç kimsenin geçmemesine çalış, 2a,
ten Yüce Allah bu konuda yarışmayı emretmiştir. Yüce Allah
(c. c.) buyuruyor ki:
"Rabb'inizden bir mağfirete ve genişliği yer ile gök
arası kadar olan Cennete kavuşmak için yarışın."
Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
"O'nun mührü misktir. Yarışçılar bunun için yarışsın."
Şaşırtıcıdır ki, yakınlarından veya komşulanndan biri
senden daha çok para sahibi olsa veyahut evi seninkinden
daha yüksek olsa, sana ağır gelir, canın sıkılır, duyduğun
hased yüzünden keyfin bozulur.
Oysa ki, senin hesabına en güzel şey, dünyadaki bü-
tün alımlı şeylerin denk olmayacağını bağışlar açısından sen-
den ilerde olanların bulunmasına rağmen Cennete yer-
leşmektir.
Ebu Said el-Hudrî'nin rivayet ettiğen göre, Peygam-
berimiz şöyle buyuruyor:
"Cennetlikler, üst katlanndakileri, aralarındaki derece
farklılığı yüzünden, sizin doğudan batıya kadar ufukta dağıl-
mış gördüğünüz yıldızlar gibi görürler."
Sahâbiler: "Yâ Rasûlallah! Bunlar başka hiç kimsenin
ulaşmayacağı peygamberlerin dereceleri midir?" diye sordu-
lar. Peygamber'imiz:
-"Hayır, nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin
ederek söylüyorum ki, Allah'a inanan ve Peygamberlerine
uyan kimseler de bunlara nail olacaklardır."
Yüksek derece sahiplerine aşağıdan bakanlar, sizin gök
ufuklarından birinde doğmuş gördüğünüz bir yıldıza
baktığınız gibi görürler. Hiçbiri şüphesiz, Ebû Bekr (r.a.) ve
Ömer (r.a.) o zümredendir ve o yüce nimete kavuşacaklar-
dır" buyurdu."
Sahâbilerden Câbir (r.a.) der ki:
"Peygamber'imiz bize buyurdu ki, "Size Cennet
köşklerini anlatayım mı?" Ben de O'na:
-"Evet ya Rasûlallah, anamız babamız sana feda olsun"
diye cevap verdim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
-"Cennette som cevherden köşkler vardır, dışları içle-
rinden ve içleri dışardan görülebilir. Orada hiç bir gözün
görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin haya-
linden geçmemiş nimetler, tatlar ve sevinçler vardır."
Bunun üzerine ben: "Bu köşkler kimler içindir?"
diye sordum. Bana şöyle cevap verdi:
-"Bu köşkler selâmı yayan, yemek yediren, devamlı
oruç tutan ve herkes uyurken namaz kılanlar içindir" dedi.
Hep birlikte O'na: "Bunları kim yapabilir?" dedik.
Peygamber'imiz: -"Ümmetim bunları başarabilir. Şimdi
size anlataca-ğım. Kirn müslüman kardeşi ile karşılaşınca
ona selâm verirse selâmı yaygmlaştırmış olur. Çoluk-ç0cu
ğunu doyurasıya yediren "Yemek yedirmişler" zümresin
girer. Ramazan ile birlikte her ayda üç gün oruç tutan
devamlı oruç tutmuş gibi olur. Yatsı ve sabah namazlarım
cemaatle kılanlar, herkes (yani yahudiler, hristiyanlar ve
ateşperestler) uykuda iken namaz kılmış olurlar." buyurdu
Peygamber'imiz:
"O, sizin günahlarınızı bağışlayarak altlarından
ırmaklar akan cennetlere ve "Adn" cennetindeki gü-
zel köşklere yerleştirir" Saf,i2, mealindeki âyet hakkında
sorulan bir soruyu şöyle cevaplandırdı:
"İnciden köşklerdir, her köşkte kırmızı yakuttan yetmiş
daire vardır. Her dairenin yeşil zümrütten yetmiş odası
vardır. Her odada yetmiş sedir, her sedirde her renkten
yetmiş döşek, her döşekte iri gözlü hurilerden bir eş bulu-
nur. Her odada yetmiş sofra, her sofrada yetmiş türlü yemek
vardır ve her odada yetmiş hizmetçi bulunur. Her sabah
mü'mine bunlar yeniden tazelenerek verilir."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
CEHENNEMAZABINDAN KURTULMAK
Buhârî'ye göre Peygamberimiz sık sık:
"Ey Rabb'imiz! Bize dünyada ve âhirette iyilik ver. Biz-
leri cehennem azabından koru" diye dua ederdi.
Ebû Ya'lâ ya göre Peygamber'imiz bir gün sahâbilere
hitap ederken: "İki önemli konu olan cennetle cehennemi
hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayınız" buyurdu, bu arada
gözlerinden süzülen yaşlar sakalının her iki yanını da ıslattı.
Sonra sözlerine şöyle devam etti: Nefsim kudret elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, âhiret ile ilgili olarak benim bildik-
lerimi bilseniz, toprak üzerinde gezinir ve başınıza toprak
serperdiniz."
Taberânî'ye göre bir gün Cebrail, alışılmamış bir za-
manda Peygamberimize geldi. Peygamber'imiz ona:
-"Niye senin rengini değişik görüyorum?" diye sordu.
Cebrail: "Yüce Allah şu sırada cehennem cehennem
körüklerine işlesinler diye emir verdi de sana onun için gel-
dim" dedi.
Peygamber'imiz ona: "Yâ Cebrail, bana cehennemi
anlat" dedi. Bunun üzerine Cebrail şöyle dedi:
"Yüce Allah emir verdi de cehennem bin yıl yancj
Sonunda bembeyaz oldu. Arkasından yine ona emir verH1
de bin yıl daha yandı. Bu defa kıpkırmızı oldu. Daha sonra
ona yine emir verdi de bin yıl daha yandı. Sonunda sim-
siyah oldu. Şimdi o kapkaradır, ne kıvılcımı ışık verir ve ne
de yalazı söner.
Seni, hakkı bildirmek üzere Peygamber olarak gönde-
ren Allah'ın adına yemin ederim ki, eğer cehennemden iğne
burnu girecek kadar bir delik açılsa hararetinin yüksekli-
ğinden dolayı bütün canlılar ölürdü.
Seni, hakkı bildirmek üzere Peygamber olarak gönde-
ren Allah'a yemin ederim ki, eğer cehennem korucularından
biri yeryüzü halkına görünse, yüzünün korkunçluğunun ve
bayıltıcı kokusunun tesiri ile hepsi ölürdü.
Seni, hakkı bildirmek üzere Peygamber olarak gönde-
ren Allah'a yemin ederim ki, Yüce Allah'ın kitabında bah-
settiği cehennem zincirlerinin bir halkası yeryüzü dağlan
üzerine indirilse, dağlar çöker ve bu halka yerin en alt taba-
kasına inerdi."
Peygamber'imiz duyduklarının bu noktasında:
'Yâ Cebrail, yeter. Yoksa kalbim yuvasından fırlaya-
cak ve öleceğim" dedi.
Bu sırada Peygamber'imiz Cebrail'in ağlamakta oldu-
ğunu gördü. Bunun üzerine Peygamber'imiz ona: "Yâ Ceb-
rail, Allah katında bu kadar yüce bir mertebenin sahibi ol-
duğun halde sen de mi ağlıyorsun?" dedi.
Cebrail Peygamber'imize şu cevabı verdi: "Niye ağla-
Asıl benim ağlamam gerekir. Belki de Allah'ın
bilgisine göre durumum bu günkünden değişiktir. Bilmiyo-
rum, belki de önceleri meleklerden biri olan şeytanın başına
gelen felaket, benim de başıma gelir. Bilmiyorum, belki de
Hârut ile Mârufun başına gelenler, benim başıma gelir."
Bunun üzerine Cebrail ile Peygamber'imiz birlikte ağ-
lamaya başladılar. Nihayet şöyle bir ses geldi:
-"Ey Cebrail ve Muhammed (s.a.s) Allah sizleri ken-
disine âsi olmaktan korumuştur."
Bu sesin arkasından Cebrail tekrar göğe yücelir. Pey-
gamber'imiz de biraz sonra dışarı çıkınca gülen ve eğlenen
bir Ensâr gurubuna rastlar.. Onlara şöyle buyurur:
"Önünüzde cehennem varken nasıl gülebiliyorsunuz?
Benim bildiklerimi bilseniz, az güler çok ağlardınız. Gırtlağı-
nızdan ne bir lokma yemek ve ne de bir yudum su geçerdi.
Yüksek dağlara çıkarak Allah'a yalvarırdınız." Bu sırada
şöyle bir ses geldi:
-"Yâ Muhammed! Kullarımı umutsuzluğa düşürme.
Ben seni çetin gösterici olarak değil, ancak müjdeleyici ola-
rak gösterdim." Bunun üzerine Peygamber'imiz: "Doğruluk-
tan ayrılmayınız, Allah'a yakın olunuz" buyurdu.
İleri sürüldüğüne göre bir gün Peygamber'imiz Ceb-
rail'e: "Mikail'i hiç gülerken görmedin mi?" diye so-
runca Cebrail de ona: "Mikail cehennem yaratılalı beri
hiç gülmedi" diye cevap verdi.
ona
Ibni Mâce ve Hakim'e göre Peygamber'imiz (s.a.s) şö\,
le buyuruyor: "Sizin kullandığınız bu ateş, cehennem ateşi-
nin yetmişte bir derecesinde bir yakıcılığa sahiptir. Eğer sön-
dürülmeseydi, ondan yararlanamayacaktınız. Bu ateş, tekrar
cehenneme döndürülmesin diye Allah'a dua etmektedir.
Beyhâkî'ye göre Hz. Ömer (r.a.) bir gün:
"Derileri her eridiğinde azabı duysunlar diye onlara
başka bir deri veririz" Nisa, 56, mealindeki âyeti okuyarak Ka'b
Ibni Ahbâr'a: "Bu âyeti tefsir et. Eğer doğru söylersen, söz-
lerini tasdik ederim. Yanlış söylersen sana karşı çıkarı dedi.
Bunun üzerine Kâ'b, âyeti tefsir etmeye girişerek: "Adem-
oğlu cehennemde yanarken derisi ya bir saat içinde veya bir
gün içinde altı bin kere yeniden yaratılır" dedi. Hz. Ömer:
"Doğru söylüyorsun" dedi.
Yine Beyhâkî'ye göre Hasan el-Basrî (r.a.) bu âyeti
şöyle tefsir eder: "Cehennemlikleri ateş, her gün yetmiş bin
- kere yakıp eritir. Her eriyişten sonra onlara: "Eski durumu-
nuza dönünüz" denir ve hemen eskisi gibi oluverirler."
Peygamber'imiz (s.a.s) buyuruyor ki:
"Cehennemlikler arasında dünyada en mutlu yaşa-
yanlardan biri getirilir. Cehenneme bir kere konup çıka-
rıldıktan sonra ona: "Ey Ademoğlu, hiç hayır gördün mü?
Hiç mutlulukla karşılaştın mı?" diye sorulur. Adam; "Vallahi,
hayır, ya Rabb'i" diye cevap verir.
Buna karşılık dünyada en çok sıkıntı çeken bir cen-
netlik getirilir. Cennete bir kere konup çıkarıldıktan sonra
Raouı. .
görmedim" diye cevap verir."
İbni Mâce'ye göre Peygamber'imiz (s.a.s) buyu-
rur ki:
"Cehennemliklere ağlama gönderilir. Öyle çok ağlarlar
ki, sonunda yaşları kurur. Sonra yanaklarında, içine gemi
salınsa yüzebilecek derinlikte çukurlar açılıncaya kadar kan
ağlarlar."
Ebû Ya'lâ'ya göre Peygamber'imiz (s.a.s) buyu-
ruyor ki:
"Ey insanlar, ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, hiç olmazsa
ağlamaklı olunuz. Çünkü Cehennemde cehennemlikler ya-
naklarında kanal gibi yarıklar belirinceye kadar yaş dökerler.
Sonunda yaşlar kuruyunca da gözleri irinleşinceye dek kan
ağlarlar."
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
Allah razı olsun Abi emeklerinize sağlık.
-
Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ
emeklerine sağlık ellerin dert görmesin kardeşim DJ-Reyhani...