-
Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
arkadaşlar hergün bir esma ile başlayalım inş
bugun Rahman ile başlayalım..
RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
Evet "Rahman' olan Allah".
Dalga dalga yayılarak uzak enginlere varan sarsıcı sesi şu evrenin her yanında, şu varlığın bütün birimlerinde yankılanan bir çığlıktır kulaklarımıza gelen.
Evet "Rahman' olan Allah".
Perde perde yükselerek mesafeleri aşan, varlık aleminin katmanlarını titreştiren, her varlığa hitap eden ahengi ile, her varlığın dikkatini çeken, gökleri ve yeryüzünü dolduran, her kulağa ve her kalbe ulaşan bir çığlık.
Evet "Rahman' olan Allah
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
ER RAHMAN (c.c.)
(Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irâde buyuran,
sevdiğini, sevmediğini ayırdetmiyerektekmil mahlûkâtını sayısız ni'metlere müstağrak kılan.)
Bu ismi şerif rahmetten sıfat manâsı ifâde ederse de ismi has olarak kullanılmış ve Lâfzai Celâle gibi Allahu teâlâdan başkasına söylenmemiştir.
RAHMET VEYA MERHAMETİN MA'NÂSI:
Kalb yufkalığıdır.
Sevdiklerimizden veya tanıdıklarımızdan birinin veya her hangi bir mahlûkun sıkıntı ve ızdırap içine düşmüş olduğunu öğrenince içimizde bir üzüntü duyar ve onun hâline acırız. İşte merhamet, kalbimizde böyle bir teessür ile başlar, bu teessürün tazyiki ile o zavallıyı sıkıntıdan kurtardığımız zaman, sona erer. Sâde acımak kâfi değildir. Acıyı giderip ferahlık vermeye muktedir olmak da lâzımdır. Filânca merhametlidir demek, acınacak hâdiseler karşısında müteessir olur, kederlenir demektir. Eğer o acıyı gidermeğe gücü yoksa, sâde kederlenmekle kalır, başkaca bir yardım yapmak elinden gelmez. Bu hal ile noksan bir merhamettir. Amma falanca merhametlidir, düşkünlere el uzatır, onlara yardım etmekten, iyilik yapmaktan zevk alır, demek, merhamet ma'nâsının tam bir ifâdesidir.
Şu halde merhamet, iyilik yapmağı istemek ve yeri gelince yapabilmek. Asıl makbûl olan ve herkesin sevdiği ve övdüğü meziyet budur. Bu ifâdeye göre merhametde bir teessür ve infial vardır.
Halbuki Allahu teâlâ infial ve tegayyürden münezzehdir. Çünkü bu haller mahlûk şânıdır. Onun için Er Rahmân ismi şerifi, İrâdei hayr manâsı ile tefsir edilmiştir. İrâde bir infial değil, belki bir işi yapmak veya yapmamak şıklarından birini tercih etmek demektir.
İRÂDEİ HAYR NE DEMEKTİR?
Ezelde henüz mahlûkât yaradılmamışken Allahu teâlâ yaratacağı bu mahlûkât hakkında önünden sonuna kadar, rahmet veya gazabından her hangi biri ile muâmele yapmağa müsâvi sûrette kâdir bulunduğu ve bunlardan her hangi birinin tercîhinde Niçin onu tercih ettin diye Ona bir sual açacak üstün bir kuvvet bulunmadığı halde, bizzât kendisi lütuf ve ihsân yolu ile bütün mahlûkâtı hakkında rahmeti tercih ve iltizam edip, onu kendi zâtı mukaddesine bilihtiyar vâcib kıldı; rahmeti, ahlâk edindi.
Bundan dolayı Allahu teâlâ tarafından mahlûkâta ilk tecellî eden hüküm ve tesir rahmetten ibâret olmuştur.
RAHMETİN ZIDDI GADAB :
Rahmetin zıddı olan gadab,
baştan ve birinci olarak ahlâkı İlâhînin muktezâsı değildir. Belki halkın isyânı ve verilen nimetleri kendi istekleri ile kötüye kullanmaları neticesi olarak, ikinci derecede tecellî eden rabbâni bir hikmettir. Öyle ya, âsîlere karşı gadabın hükmü olan mücâzat olmasa idi, sonunda
tâatle isyânın,
îmanla küfrün,
küfrân ile şükrânın
bir farkı olmamak lâzım gelirdi.
Bu da hikmete uymayan bir eksiklik olurdu.
Allahu teâlâ, bütün bu eşyayı rahmetiyle yaratmış ve ezeldenberi kâffei muâmelât rahmet üzerine akıp gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere, insanları temiz bir fıtrat üzerine yaratmış ve onlara hadsiz hesapsız nimetler vermiştir. Verdiği bu nimetleri arttırma ve ebedîleştirme yollarını bildirdiği gibi, o nimetleri kötüye kullanmak yüzünden zarar ve ziyana uğramak tehlikelerini de göstermiş, bu sûretle kâr ve zarar yollarını açarak, bu yolların başında insanı serbest bırakmış ve fakat indirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla kâr yoluna gidenlerin, rızâsıyla karşılaşacaklarını, zarar yoluna sapanların gadabına uğrayacaklarını da önden haber vererek kâr yoluna teşvik etmiştir.
İnsanın ileride, ebediyet âleminde karşılaşacağı cezâ ve ihsânın, vukuundan önce bildirilmesi ne büyük bir lûtuftur.
ÖYLE İSE
serbestliği hayra kullan, kâr yoluna git ki, verilen nimetlerden sana ziyan gelmesin, küfrânı nimet etmiş olmayasın.
Bu ismi şerîf hükmünce, Allahu teâlânın lûtuf ve ihsânı kapısında mahlûkâtın tek mümeyyiz vasfı, birbirleriyle kapı yoldaşı bulunmalarından ibârettir.
O halde kendilerine yaraşan şey, birbirlerine değil, Allahın huzuru azametinde hepsi bir hizâya gelerek, ancak Ona tapmaktır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
Rahman ve Rahim olan HZ ALLAH cc paylaşımdan dolayı razı olsun kardeşim...
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
ALALH c.c. razı olsun tahsin33 inş hergün bir esma ekleyelim....
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
AsLan-KraL , Hayrun-Nisa,
İlginize teşekkür ederim
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
El RAHİM (c.c.)
Pek ziyâde merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek sûretiyle mükâfatlandırıcı.
Er Rahmân ismi şerifinden Allahu teâlânın ezelde bütün mahlûkâtı için hayr ve rahmet irâde buyurduğu anlaşılıyordu.
Er Rahîm ismi şerifi ise mahlûkâtı arasında irâde sahipleri için muzaaf bir rahmeti ilâhiyyeyi ifâde eder.
Yâni insandan mâada her mahlûk, kendisi için tâyin edilen hudut içinde kendisine verilen nimetlerden yaradılışı sevki ile faydalanır ve o huduttan dışarı çıkmazken, irâde sâhibi olan insanlar için terakki imkânı verilmiştir. Bu imkân, fıtrî nimetleri arttırma ve ebedîleştirme imkânı.
Meselâ, çiğneyip geçtiğimiz ot yaprağından rüzgâr dalgalarına kadar her şey, bizim hayır ve saâdetimize yarayan nimet hazinesidir. Sonra yaradılışımızda başka mahlûkâta verilmeyen bir çok kâbiliyetler ve tabiat kanunlarının azat kabul etmez köleler gibi bize tâbi ve emrimize munkat olması, hep o şânı büyük Rahmânın lûtuf ve âtıfeti eseridir. Fakat her şeyde ve kendimizde gizlenmiş olan bu sayısız nimetleri meydana çıkarmak ve onlardan faydalanmak için çalışacağız.
Bütün kâbiliyetlerimizi işleteceğiz. Bu takdirde gayretlerimizin boşa gitmiyeceğini bize tebşir eden işte bu, Er Rahîm ismi şerifidir. Çünkü bu ismi şerife göre her gayret bir mükâfatla karşılanacaktır. Er Rahmân, Er Rahîm isimleri iki türlü rahmet ifâde eder.
Er Rahmân ismi şerifinin ifâde ettiği rahmet, hiç bir türlü şarta, hiç bir türlü kesb ve irâdeye bağlı olmayarak bahşolunan rahmettir. Bu bir rahmeti şâmiledir ki, bütün mahlûkâtı kaplar. Bunda çalışan çalışmayan, suçlu itaatli, îmanlı îmansız ayırt edilmez.
Er Rahîm ismi şerifinin ifâde ettiği rahmet ise, Rahmânın lûtfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki, en az (bire on) dur. Çalışanın ihlâsındaki kuvvete göre Allahu teâlânın daha fazla ve hattâ hudutsuz ve hesapsız mükâfatları da vardır. İşte gayri meşrû arzulara kapılmamanın, kötülükten korunmanın, Allah yolunda fedakârlıkta bulunmanın ehemmiyeti bu yüzdendir. Şunu katî surette bilmek lâzımdır ki, dünya için olsun, âhiret için olsun çalışanlarla çalışmayanlar müsâvi muamele görmeyeceklerdir.
Dünya milletleri arasında Allahu teâlânın ahlâkını, evsafını en dürüst ve en geniş bilenlerin Müslümanlar olması icâbeder.
Böyle olunca, meselâ bu ismi şerifin hükmüne göre fikrî teşebbüs Müslümanlar için en umumî ve en tabiî bir haslet olması lâzım gelirken, itiraf etmeliyiz ki, Müslümanların çoğu, bugün Müslümanlık esaslarını her zamankinden ziyâde ihmal etmişlerdir. Bunun neticesi olarak dünya yüzündeki Müslümanların ne duruma düştükleri de meydandadır.
RUHLARI ESEFLERE BOĞAN ACI BİR DUYGU:
Uzun asırlar Müslüman yaşayan ecdâdın bugünkü torunları arasında Müslümanlığı, teşebbüs fikrini öldüren, insanları atâlete ve miskinliğe sürükleyen bir din sananlar türemiştir. Bu telâkkî doğru ise, dindar ve Müslüman ecdâdımızın o silinmez izlerini nasıl izah edeceğiz? Yurdumuzu dolduran ve asırlar boyunca ihmâlin, bakımsızlığın yok edemediği bunca hayr müesseseleri karşısında ne yapacağız? Hele o târih ve ahlâk kitaplarımızı dolduran ve başka milletlerde pek azına rastlanan bunca fazilet menkıbelerine, kahramanlık destanlarına ne diyeceğiz? Bu iftihar ve gurur verici izler, miskin ve hakir insanların mahsûlü olmak kâbil midir? Hayır hayır, bunlar, hakîkî birer Müslüman olan, Allah uğrunda yorulmak bilmez, pulat îmânlı, çelik irâdeli ecdâdımızın izleridir. Fakat ne yazık ki, biz onları bilememişiz, gittikleri yoldan ayrılmışız, miskin sinekler gibi hevâ vü heves tuzaklarına yapışıp kalmışızdır.
İSMİ ŞERİFE MAZHAR OLANLAR:
Aramızdaki merhametli insanlar, Allahu teâlânın rahmet sıfatına mazhar olmuşlardır (mazhar demek, bir şeyin göründüğü yer demektir.) Allahu teâlânın merhameti, içimizdeki merhametli insanlardan sezilir. Eğer dünyâda merhametli insanlar olmasaydı ve merhamet denilen manâdan ortada hiç bir nişan bulunmasaydı, Allahu teâlânın rahmeti öğrenilmez ve merhamet hakkında hiç bir fikir edinilemezdi. İnsanlardaki merhamet sıfatı, Allahın Rahmet sıfatına benzer mi? Hayır aslâ benzemez. Allahın hiç bir sıfatının benzeri yoktur. O bütün sıfatlarda tektir, eşsizdir. İnsanlardaki merhamet, Allahu teâlânın merhametini bildiren bir iz, bir nişandır. Bir şeyin izi ve nişanı o şeyin ne benzeridir, ne de ondan bir parçadır. Yalnız ona delâlet eden bir gölge veya bir akisdir. Asıl merhamet, Allâhın merhametidir. Yâni merhamet kelimesinin hakîkî manâsı, Allahu teâlâ ile kâim bulunan manâdır. İnsanlara merhametli denmesi hakikat manâsıyle değil, mecaz manâsı itibâriyledir. (Medlûlün ismini dâlle ıtlak kabîlinden.) Şu halde Allahu teâlâdaki merhametle insanlardaki merhamet arasındaki münâsebet yalnız kelime benzerliğinden ibârettir.
BU NOKTANIN ÎZÂHI:
İnsanların hayâtı, kudreti, bilgisi mahdut olduğu gibi merhametleri de mahduttur. Merhametli insanları bir sıraya koymak ve her birinin mevkiini, derecesini tâyin etmek mümkün olsaydı, bunun için elimizde bulunması lâzım gelen ölçü ne olabilirdi? Şüphesiz bu hasletin kuvveti ve şumûlü... Hayırseverlikte en yüksek duygu sâhibi, hayır yapmakta en geniş kudret sâhibi hangisi ise, en ileride bulunacak ve herkesin hattâ haslet ortaklarının bile takdir ve hürmetlerini üstüne toplayacak olan da o olacaktır. Şimdi bu en merhametli farzettiğimiz zâtın merhametini tahlil edelim:
Acaba bu adam ne yapmıştır?
Bir çok hayır müesseseleri meydana getirmiş, hastahâneler, çeşmeler, yollar, köprüler, mektepler... Bir çok kimsesiz çocukları himâyesine almış, onları yurda yarar birer mütehassıs yetiştirmiş... Bir çok felâketzedelere yardım etmiş, serma yesizlere sermâye, evsizlere ev, işsizlere iş bulmuş...
Peki, acaba bunlar ne kadar, bir memleketi doldurur mu dersiniz?
İşin hakikati şudur ki: bu faaliyeti ne kadar geniş kabûl edersek edelim, sayısı rakamlara sığmayan yaratılmışlar üzerinde, tâ ezelden sonu gelmeyen müddetler boyunca tecellî edip duran Allahın merhameti karşısında dâima sönük kalacaktır. Sonra insanlar, yaptıkları iyilikten mutlakâ kendilerine âit bir menfaat ve meselâ ad yapmak, şan ve şöhret kazanmak veya sevap ve mükâfat dilemek gibi bir hedef, bir gâye gözetir. Dünyâca, âhiretçe her halde bir karşılık beklerler. Çünkü noksanlıkları, ihtiyaç ve aczleri böyle icap ettirmektedir. Bu ise cömertlik değil bir çeşit muvâzaadır. Hakikî cömertlik, minnetsiz, garazsız ve ivazsız olarak yapılan iyiliktir.
Buna da insanlar muktedir değildir.
Allahu teâlâ kemâli zâtı ile kâmil bulunduğu için, zâtına âit beklediği her hangi bir şey, bir kemâl yoktur. Binaenaleyh Onun cûdü rahmetinin her hangi bir kemâlin istihsâli için olması imkânsızdır. Her türlü ivaz ve garazdan münezzehtir. Mutlak ve hakîkî merhamet edici ancak Odur. Daha doğrusu merhametli dediğimiz şahısların kendilerini yaradan O olduğu gibi, ellerindeki nimetleri yaradan da Odur. O nimetlerden muhtaçlara vermek üzere gönüllerinde arzu uyandıran da yine Odur. Bütün bunları sâhibine verdikten sonra ortada kalan şey, yalnız hayır sahiplerinin irâdesi, yâni hayrı yapmağa vicdanlarında karar vermiş bulunmalarıdır. Fakat bu da yine Allahın verdiği serbestliğin bir neticesidir. Şu kadar ki, onlar Allahın verdiği bu serbestliği kötüye kullanmayıp iyi niyete sarfetmişlerdir. Mükâfâta istihkakları da işte bu yüzdendir.
MERHAMETLİ İNSANLARIN YAPMASI GEREKEN ŞEYLER:
1 Dâimâ Allâhu teâlâya şükretmen ki, kendilerini, bu meziyete lâyık görmüştür.
2 Hayırlı işlerde kullanıldığından dolayı katiyyen onurlanmamalıdır. Çünkü o imkânı veren ve bu meziyeti yaratan Allahtır. Eğreti bir vasıfla onurlanmak, olgun insanların kabul edeceği bir şey değildir.
3 Kendine bahşedilen bu meziyetten Allahın kullarını elinden geldiği kadar faydalandırmağa çalışmalı ve bu uğurda zahmet ve meşakkat görse bile tahammül etmeli ve bunu yaparken yüreğindeki dileği yalnız Allahın rızâsı olmalıdır. O zaman bu uğurdaki çalışmaları bir ibâdet olur da Allahtan mükâfatını görür, kazancı yalnız dünyâda eline geçenden ibâret kalmaz.
4-Yaptığı iyiliği, iyilik ettiği insanların başına kakmamak; çünkü bu hal iyiliğin sevâbını öldüren çirkin bir iştir. Halbuki Allahu teâlâ eğer başkalarının yardımına muhtaç insanlar yaratmasaydı, servet sâhipleri, ellerindeki servetleri ile Allaha yarar bir iş yapmağa fırsat bulamazlardı. Şu halde aramızda bir takım aceze ve fukarânın bulunması da bir nimettir. Onlar ücretsiz emânetçidir, kendilerine burada verilir, âhirette fazlasıyle alınır.
İYİLİK GÖRENLERİN YAPMASI GEREKEN ŞEYLER:
1 Onların yüzünden faydalandıkça kendilerine teşekkür etmeli ve her zaman onları iyilikle anmalı. Çünkü Allah iyilik bilenleri sever, nankörlük edenleri sevmez.
2 Yüzünden iyilik gördüm diye onları mâbut derecesine çıkarıp da kendilerine tapmamalı, her iyiliğin, her yardımın Allahtan geldiğini ve mahlûkatın bu hususta nihâyet birer vâsıta, birer âlet olduğunu bilerek, asıl iyiliği yaratanla ona vâsıta olanları güzelce ayırt etmeli ve her birinin şânına lâyık bir suretle sevgi ve saygı göstermelidir.
ER RAHMÂN, ER RAHÎM İSMI ŞERİFİNİN ZEVKİNİ DUYANLAR:
Bu zevki duyan gönüllere yeis ve ümitsizlik giremez. Ne kadar darlık ve ıstırap içine düşerse düşsün, Allâhu teâlânın mutlaka onu selâmete çıkaracağına emindir. Çünkü sureti atiyede bilir ki, O merhametlilerin merhametlisi, kerimlerin ekremidir.İnsanlar arasında intihar fâciasının ümitsizlikten, bunun da çok defa Rahmân ve Rahîm sıfatlarının sâhibi bulunan Allahu teâlâya imansızlıktan ileri geldiğine şüphe yoktur.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
İYİLİK GÖRENLERİN YAPMASI GEREKEN ŞEYLER:
1 Onların yüzünden faydalandıkça kendilerine teşekkür etmeli ve her zaman onları iyilikle anmalı. Çünkü Allah iyilik bilenleri sever, nankörlük edenleri sevmez.
2 Yüzünden iyilik gördüm diye onları mâbut derecesine çıkarıp da kendilerine tapmamalı, her iyiliğin, her yardımın Allahtan geldiğini ve mahlûkatın bu hususta nihâyet birer vâsıta, birer âlet olduğunu bilerek, asıl iyiliği yaratanla ona vâsıta olanları güzelce ayırt etmeli ve her birinin şânına lâyık bir suretle sevgi ve saygı göstermelidir.
ALLAH c.c. razı olsun tahsin33 emeğinize gönlünüze sağlık
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür:
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
Bu yarım kalan anlatım devam edecek mi?
Yoksa devam edelimmi?
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
El MELİK (c.c.)
(Bütün kâinâtın sâhibi, mutlak sûrette hükümdârı)
Görüyoruz ki, dünya yüzünde bir çok hükümdarlar var, her hükümdârın bir yurdu, tebası, ordusu, idârî teşkilâtı var. Hiç bir hükümdar, yabancı bir kuvvetin yurduna saldırmasına, yurdundan bir parçasını koparmasına veya işlerine karışmasına tahammül edemez ve buna meydan vermemek için bütün kuvvetiyle çalışır. Hükümdar, tebasıyle yakından ilgilenmek, onların ahvâline vâkıf olmak, aralarında haklıyı haksızı, iyiyi kötüyü, hırsızı doğruyu, zâlimi mazlûmu, sâdıkı hâini bilmek ister.
Bunun için inzibâtî kuvvetler, kanunlar, hâkimler, mahkemeler, hapishâneler... gibi bir çok teşkilât vücuda getirmek ve bu teşkilâtı beslemek ve ayakta tutmak için tebasından vergiler almak mecburiyetindedir.
Arâzisi ne adar geniş, tebası ne kadar çok, ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, dünya hükümdarlarından hiç birinin hükümdarlığı hakikî ve değildir. Belki Allahu teâlâ tarafından muvakkaten iktidar mevkiine getirilmiş mecâzî ve niyâbî birer memuriyetten ibârettir ve bunlardan her biri hakîkî hükümdarı bildiren küçük birer izdir. O izlerden hakîkî hükümdar sezilir. Kâinâtın ezelî ve ebedî tek hükümdârı ancak Allahu teâlâdır.
Kâinatda hakîkî ve mutlak olarak hükümdarlık ancak Allahu teâlâ'nın hakkıdır. Bu sıfatda Ona denk olacak başka bir hükümdar yoktur. Çünkü mülkü yaratan Odur, bütün mahlûkâtı yoktan var eden Odur. Onun mülkünün genişliğini, ordularının sayısını yine ancak O bilir. Üzerinde bir çok hükümdarların barındığı arz küresi, bu genişliğin içinde nihâyet bir zerre olmaktan ileri değildir. (Zerre, milyonlarcası bir araya geldiği takdirde ancak görülebilen bir cisimdir) İşte bu sonsuz âlemlerde ve bu sayısız mahlûkat üstünde hâkimiyet ve saltanat ancak Onundur, ancak Onun irâdesi, hüküm ve tasarrufu câridir. Ancak Onun istediği olur, istemediği olmaz. Fermânını geri döndürecek, hüküm ve kazâsını bozacak yoktur. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir, şah yapar, dilerse pâdişâhken indirir atar, dilerse cebreder, dilerse serbestlik verir, dilerse küçültür, dilerse büyültür, dilerse sıkar, dilerse açar, dilerse yıkar, dilerse yapar, dilerse daha başka âlemler yapar, onlarda da dilediği gibi tasarruf eder. Velhasıl bu muazzam devletde, bu sonsuz mülk ve saltanatta her şeyin varlığı veya yokluğu Onun bir tek irâdesine bağlıdır. Ol deyince oluverir. Olma derse bir lâhzada her şey yokluğa dönüverir.
Her şey Onun kudreti altında makhur, herkes Onun irâdesine tâbî, fermânına baş eğmeye mecburdur. Onun müsaadesi olmadan kimin haddine düşmüş ki, Onun karşısında hükümdarlık davâ etsin, Onun mülküne göz diksin. Hükümdarlar tebasından vergi alır. Allahu teâlâ mahlûkâtından bir şey almaz, her şeyi O verir. O, kâinâta muhtaç değil, kâinat Ona her lâhza muhtaçtır. Kâinat üzerinde tasarrufu bil istiklâldir.
Yardımcıya, vezire, vekile, vâsıtaya ihtiyacı yoktur. Bütün dünya hükümdarları bir araya gelseler Onun irâdesi inzimam etmedikçe hiç bir şey yapamazlar. O pâdişâhlar pâdişâhı, hükümdarlar hükümdarı, dünyâyı bir çalışma yeri, âhir eti de hesap günü olarak yaratmıştır. Mahkemei kübrâ oradadır. İyiler için cennetler, kötüler için cehennem hazırlanmıştır. Herkes âkıbetini görecektir. O günden ve o mahkemeden kaçıp kurtulacak bir sığınak da yoktur.
BU İSMİ ŞERÎF HÜKMÜNCE KUL İÇİN GEREKEN ŞEY:
Kendisinin önü, sonu nereye varacağı belirsiz bir serseri değil, Alîm ve Habîr, Rahîm ve Kâdir bir hükümdârın hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu ve hayâtı boyunca, iyi kötü bütün söylediklerinin, yapıp ettiklerinin, görüp işittiklerinin kamusunun muntazam kayıtlarla tesbit ve tescil edilmekte olduğunu ve mahkemei kübrâda bütün bu dosyaların ortaya dökülüp hesâbı sorulacağını kati sûrette bilerek, giderini ona göre ayarlamaktır. Hele yüksek mevkiler, hudutsuz salâhiyetler çok defa insanı sarhoş eder. Öte taraftan mürâilerin, dalkavukların uyuşturucu sözleri de insana kendisini düşünmeyi güçleştirir.
İşte o zaman gurûra , hodgâmlığa kayar. Kendisini hiç bir şey değilken âmir yapan, hükümdar yapan, her şey yapan Hâlikı zül-celâlini ve buyruklarını unutur, isyan eder. Küfrânı nimetde bulunur, gadabına çarpılır ve bir daha da onu kimse kurtaramaz. Dünyanın bir gölge gibi geçici nimet ve devletleriyle gevşeyip bayılmamalı, o nimeti vereni düşünüp daha ziyâde ayılmalı.Onu veren Allahın almağa da kâdir bulunduğunu ve düşmez kalkmaz yalnız Allahtan başka olmadığını bilmeli de, kendisinin nihâyet muayyen bir zaman için ücretle tutulmuş bir çoban vaziyetinde olduğunu ve idâresi altındaki koyunların hastasına bakar, geride kalanlarını gözetirse ücretini almağa hakkı olacağını, böyle yapmazsa mücâzâta çarpılacağını aslâ unutmamalı. Günün birinde bu muvakkat tasarruf kudreti, müddeti bitip de hakiki sâhibine dönünce, bu hakikat anlaşılır. Lâkin onu sonradan değil, önceden anlamak ve ona göre ondan faydalanmak gerektir.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
Alıntı:
tahsin33 Nickli Üyeden Alıntı
Bu yarım kalan anlatım devam edecek mi?
Yoksa devam edelimmi?
hayır hergün bir esma ile devam edelim inşallah..
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
El Kuddûs (c.c.)
(Hatâdan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz.)
Allahu teâlâ mahlûkâta benzemekten münezzehtir. Allah yaradılmışların zâtlarından, hallerinden, vasıflarından hiç birine benzemez. Meselâ cisimlerin, zâhirî hislerimizle bilebildiğimiz lezzet, renk, koku, soğukluk, sıcaklık, sertlik yumuşaklık... gibi bütün hallerinden; dert, tasa, sevinç, korku, hüzün, ızdırap, infial, tagayyür gibi nefsânî keyfiyetlerinden veya her hangi bir şekilden, sûretten, miktardan, zamandan, mekândan, tertipten, tecezziden, tenâhîden ve bunlar gibi diğer bütün mahlûkatın şânından olan her hangi bir hal ve vasıftan, bir şeye benzemekten çok yüksek, çok uzaktır.
Bu ismi şerif, temiz ve pâk olmak manâsına Kuds mastarından mübâlâğa sîgasıdır.
Her türlü ayıptan, kirden, pastan, lekeden, eksiklikten son derece temiz demektir. Ülûhiyyete mahsus sıfatlardan Muhalefetini liIhavâdis sıfatına râcidir.
İnsan oğlunda bulunan iki türlü sıfat:
İnsan oğlunda bir takım haller ve sıfatlar vardır ki, onlar yüzünden sevilir, hürmet edilir.
Yine bir takım haller ve sıfatlar da vardır ki, o yüzden yerilir, nefret edilir.
Meselâ halleri ve sıfatları kusurlu ve ayıplı olan, bilgisiz ve âciz insan sevilmez, herkes onlardan uzak kalmak ister. Bâzı insanlar da yaradılışı itibâriyle güzeldir, sözü sohbeti bellidir, bir şeyler bilir, bir şeyler yapar.
Evvelkilere nâkıs insanlar,
ikincilere mükemmel insanlar denirse de, insanların da yine bir çok eksik tarafları bulunur.
Mahlûkun kusursuzluğu izâfîdir.
Mahlûkat içinde her türlü ayıplardan, kusurlardan tam ve mutlak surette tertemiz bir varlık sâhibi bulunması imkânsızdır. Mahlûkun kusursuzluğu, kendi aralarında ve birbirlerine nisbetle izâfî ve mahduttur; bu itibarla en kıymetli insanlar hiç noksanı bulunmayan değil, pek az noksanı olandır. Böyle insanların fazileti, kemâli daha çok olur ve bunlar, mensup oldukları âileler, memleketler, milletler ve hattâ bazan bütün insanlar için iftihar kaynağı olurlar.
Allahu teâlâ, insanlardaki kemâl sıfatlarından da mukaddestir. İnsanlarda bulunup da nefret ve istikrah edilen sıfatlardan başka, insanların birbirlerine karşı üstünlüğünü ve kıymetini ifâde eden ve insanlar tarafından kemâl sıfatlar diye adlandırılan sıfatlardan da Allahu teâlâ münezzehtir.
Gerçi bu sıfatların kemâl sıfatlar diye adlandırılması, insanların kendi aralarında ve kendi hallerine göre doğru olabilirse de, Allah teâlâ hakkında bunlar hep noksan sıfattır.
Meselâ ilim, kudret birer kemâldir, fakat muhakkak surette Allahu teâlâ insanların bildiği gibi bilmekten, insanların yapabildiği kadar yapmaktan çok üstündür. Çünkü O, kayıtsız şartsız her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter.
İşte hakikî kemâl sıfatı budur. İnsanlar ise bir şeyi bilir, fakat bilmediği nâmütenâhîdir. Bir şey yapar, fakat isteyip de yapamadığı nâmütenâhîdir.
Daha doğrusu Allahu teâlânın müsaade ettiği sınıra kadar bilir ve tâyin ettiği hududa kadar yapar. Ondan ilerisi katî bir acz... katî bir hiçliktir.
EL KUDDÛS İSMİ ŞERÎFİNİN BİRİCİK SÂHÎBİ:
El Kuddûs ismi şerifinin tek ve eşsiz olarak biricik sâhibi, Allahu teâlâdır. Her bakımdan mutlak kemâl Ona mahsustur. Allahu teâlâ zâtında, sıfatında, efâlinde, ahkamında, esmâsında her türlü lekeden, eksiklikten uzak ve çok temizdir. O zâtında veya her hangi bir sıfatında veya fiilinde veya hükmünde veya isminde mahlûkundan birine benzemekten veya mahlûkâtından biri Ona benzemekten mukaddestir.
Onun zâtı kadîmdir, bâkidir, sıfatları kâmildir, ezelîdir. Hiç bir fiilinde maddeye, müddete, yardımcıya ihtiyacı yoktur. Bütün hükümleri hikmetlidir. Kullar içinde baştan başa hayır, menfaat ve inâyettir. Onun isimleri de nâmütenâhî kemâlâtını bildirdiği için en yüce, en güzel kelimelerdir.
İnsanların zâtları, sıfatlan, fiilleri, hükümleri, isimleri hep ayıplı ve kusurludur. Bir kere varlıkları mahduttur. Halleri, sıfatları da mahduttur.İşleri ivazlı ve garazlıdır.
Hükümlerinin doğrusu olduğu gibi hatâlısı da çoktur.İnsanlara müteallik manâlar ifâde eden, isimlerin ve kelimelerin de nihâyet taşıdıkları manâlardan fazla bir güzelliği olamaz.
ELMELİK İSMİ ŞERÎFİNDEN SONRA ELKUDDÛS İSMİ ŞERİFİ:
Allahu teâlânın bütün varlığa hâkim bir saltanat sâhibi bulunduğunu bildiren EI Melik ismi şerifinden sonra El Kuddûs ismi şerifinin getirilmesi, fikirleri yanlış yollara sapmaktan koruduğu için ne kadar uygun düşmüştür.
Evet, nice insanlar var ki, Allahu teâlâyı hakkıyle bilmediklerinden, Onu kendi aralarındaki hükümdarlara benzetiyorlar, Onun hâşâ Arş üzerinde ikâmetgâhı olduğunu ve mahlûkatı içinden bir takım şahısları seçerek onlara tasarruf salâhiyeti verdiğini ve onların eliyle ahkâmını yürüttüğünü ve gûya onların vereceği raporlarla işlere muttali olacağını ve daha bunun gibi ülûhiyyet şânına uymayan bâtıl zanlara düşüyorlar.
Bütün bunlar düzeltilmesi vâcip bozuk akidelerdir ve bu bozuk akideler yüzünden insanların başına gelmedik belâ kalmamıştır.
Allahu teâlâ, cisim sâhipleri gibi bir yerde oturmaktan, bir yerde bulunmaktan, bir işi başkasına gördürmekten.. münezzehtir. Onun her zerreye yakınlığı birdir. Her şeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır. İkâmetgâh, zaman, mekân mefhumları yaradılmışlarla berâber doğmuştur. Bu varlık yokken zaman ve mekân da yoktu, fakat Allahu teâlâ vardı.
BU İSMİ ŞERÎF HÜKMÜNCE KUL ÎÇİN GEREKEN ŞEY:
Allahu teâlâyı üstün güzelliklerle yâni kendine mahsus vasıflarla öğmek ve Ona noksan vasıflar isnat etmekten sakınmaktır.
Birincisi takdis,
ikincisi tesbih'dir.
Yâni Allahu teâlâ'ya kendine mahsus kemâl sıfatlarıyle hamdü senâ etmek takdis;
Onu herhangi bir lekeden, herhangi bir yaraşıksızlıktan tenzih etmek tesbihtir.
İtikâdını, ibâdetini, kalbini lekeden ve çirkinlikten temizlemeğe çalışmaktır.
İTİKÂT TEMİZLİĞİ:
Şüphe ve tereddütten uzak olması, inanışın yakîne dayanmasıyle olur. Onun için itikâda ait herhangi bir meselede tereddüt duyulunca hemen o noktayı katî bir kanâat hâline getirinceye kadar çalışmak ve ihtisas sâhiplerinden soruşturmak icâbeder. Çünkü itikât meselesi bir küldür, tecezzî kabûl etmez. Herhangi bir unsurunda mütereddid bulunmak, bütün itikâdı sarsar.
İBÂDET TEMİZLİĞİ:
İhlâs ile olur. Mâlî olsun, bedenî olsun, her türlü ibâdet yalnız Allah için yapılır.
Âbid'in gâyesi ancak Allahın rızâsına ermektir. Bu gâye gönülde başka maksatlara, başka mülâhazalara yer vermeyecek kadar kuvvetli ve şumûllü olmalıdır.
Eğer ibâdetlerde Rızâullah ile beraber başka maksatlar da güdülürse, o ibâdette ihlâs kalmaz; karışık ve katkılı olur.
İbâdette şirk işte budur. Bu da insan için bir yüz karası, tevbesiz afvedilmeyen bir suçtur.
KALB TEMİZLİĞİ:
Oradan kötü huylan atmakla olur. Kalbler Allahu teâlânın dâima bakıp durduğu yerlerdir. Onun için gâyet temiz tutulmalıdır. Maddî bir temsil ile, kötü huylar, kalb sâhasında yer yer yığılmış müteaffın çöplükler, pislikler, bataklıklar, ayrık kökleri, yabânî dikenler gibidir. İyi huy kazanmak da bunları temizleyip tesviyei turâbiyesini yapmak, muntazam taksimatlı çiçeklikler ve güzel çiçeklerle kalb sahasını temiz bir park hâline getirmektir.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
ADL
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
Allah adalet yapanların en hayırlısıdır. O'nun düzeni tüm kainatı kuşatmıştır. O, adaletini dünyada ve ahirette kullarına gösterecektir. Herşeyi hakkıyla gören, herşeyin içini dışını bilen, herşeyden haberdar olan Allah'ın tüm işleri hikmetli ve adaletlidir.
İnsanların yaşamları boyunca işledikleri tüm fiiller muhakkak Allah'ın adaletine göre değerlendirilecektir. Zulüm yapanların zulümlerinin elbette karşılıksız kalmayacağını, iyi tek bir sözün bile mükafatının verileceğini, Allah Kuran'da bize haber vermektedir. Tüm bunların adilce değerlendirileceği yer ahirettir; Allah'ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği yer...
Dünya hayatında inkarcıların peygamberlere ve müminlere çıkardıkları zorluklar, attıkları iftiralar, işledikleri günahlar elbette karşılıksız kar kalmayacaktır. Müminlerin cennetteki derecelerini yükselten tüm bu zorluklar, inkarcıların da cehennemin en alt tabakalarında bulunmalarına vesile olacaktır. Allah hesap gününde son derece duyarlı terazilerle hiç kimseyi haksızlığa uğratmayacak, dünyada onlara verdiği sürenin sonunda sonsuz adaletine uygun olarak hesabını çok seri olarak görecektir. Şüphesiz Allah herşeyi bilen ve vaadine en sadık olandır. İnsanlar dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette muhakkak göreceklerdir. Böylece inkarcılar, içinde yaşadıkları inkarın, en acı şekilde karşılığını bulacak, Allah'a imanlarında ve bağlılıklarında kararlı olanlar ise yaptıklarının karşılığını en güzeliyle muhakkak Allah'tan alacaklardır. Ayette şöyle buyrulur:
Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)
Ancak burada üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir nokta vardır. Allah'ın adaletini düşünürken kesinlikle bir insanın adalet anlayışıyla kıyaslama yapılmamalıdır. Çünkü inkar eden bir insan isteklerine ve zaaflarına uyabilir, adaleti gözetirken duygusallığa kapılabilir, bir konu hakkında yanlış hükümler verebilir ve yapılanları unutabilir. En önemlisi de karşısındakinin içinden geçirdiklerini bilmesi mümkün değildir. Allah ise asla yanılmaz ve asla unutmaz. Her insan için onun her hareketini gözetleyen ve kaydeden melekler tayin etmiştir. Bu melekler insanların hem içinden geçeni, hem de tüm eylemlerini yazarlar. Sonuç olarak Allah insanın ruhuna tamamıyla hakimdir. En adaletli hüküm verecek olan da Rabbimiz'dir. İsra Suresi'nin 71. ayetinde, Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğu şöyle haber verilmektedir:
Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. (İsra Suresi, 71)
Yapılan tüm kötülüklerin, inananların aleyhine kurulan örgütlenmelerin, hazırlanan tuzakların karşılığı en küçük ayrıntısına kadar ahirette verilecektir. Allah inkarcılara, dünya hayatında aslında yalnızca onların kötülüklerini artırmaya neden olacak mal, mülk, zenginlik ve bunun gibi birçok imkan verebilir. Allah ayetlerinde bunlara aldanılmaması gerektiğini bildirmiştir. Çünkü kısacık dünya hayatının karının, ahirettekinin yanında hiçbir anlam ve öneme sahip olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Hele sonsuz bir cehennem inkarcılara gittikçe yaklaşıyorken...
Asıl yurt olan ahirette her nefis yaptıklarını karşısında hazır bulacaktır. Allah sonsuz adaletinin tecellisini kullarına, cennetinde ve cehenneminde sonsuza kadar gösterecektir. Allah en sonunda Kendisi'ne inananlarla inanmayanların arasını hak ile ayıracaktır.
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)
Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)
De ki: "Rabbimiz (kıyamet günü) bizi birarada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (herşeyi hakkıyla) bilendir. (Sebe Suresi, 26)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
ES SELAM
eminliğin, salimliğin aslı
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. (Haşr Suresi, 23)
Allah Kendisi'ne inananlara sonsuz cenneti müjdelemiştir. Ancak göz ardı edilen bir gerçek vardır ki, iman edenler yalnızca ahirette değil dünyada da güzel bir yaşamla ödüllendirilmişlerdir. Allah, dünyadaki ve ahiretteki bu müjdeyi Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)
Kuşkusuz dünyadaki ve ahiretteki güzel yaşam, kulları üzerinde sonsuz bir şefkat sahibi olan Allah'ın 'Selam' sıfatının tecellilerindendir. Dünyada güzel bir hayatla yaşayan, Rabbimiz'e kulluk edip yaptığı salih amellerden ecir kazanan mümin, ahirette de 'hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak' cennete girecektir. Allah samimi kullarının ahirette karşılaşacakları ortamı Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır.
Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan,
Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir.
"Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür."
Orda diledikleri herşey onlarındır; katımızda daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 31-35)
Allah'ın Selam sıfatı aynı zamanda cennete kabul ettiği kullarına selam vermesi anlamına da gelir. Allah, Yasin Suresi'nin 58. ayetinde "Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır)" şeklinde buyurarak cennete giren insanlara sözlü olarak selam vereceğini bildirir. Kuşkusuz Allah'ın selamı müminler için olabilecek en büyük müjdedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (Furkan Suresi, 75)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
ALLAH razıolsun
sırasıyla gitsek daha iyi olur...
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
O zaman siz sırayı belirleyin ben takip ederim İnşaallah
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
şu an zaten sırasıyla gidiyoruz yalnız sizin eklediğiniz ADL esma sıralamayı bozmuş..
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL MÜ'MİN
huzur ve güvenlik duygusunu veren,
Allah müminlere dünyada ve ahirette hoşnutluk içinde bir yaşam sunar. Bu yaşam her yönüyle çok mükemmel olduğu gibi manevi olarak da müminlerin çok güçlü olmalarını sağlayacak şekildedir. Allah salih kullarına manevi yönden huzur, güven ve eminlik verir. Müminlerin dünyada zorluk içinde oldukları dönemlerde onları destekler, kalplerini pekiştirir, Kendisine olan tevekkülleriyle huzurlu bir yaşam sürmelerine izin verir. Kuran'da Peygamberimiz (sav) döneminde savaşta alınan bir yenilginin ardından Allah'ın müminlere olan manevi desteği şöyle anlatılmıştır:
Andolsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip-gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz. (Bundan) Sonra Allah, elçisi ile mü'minlerin üzerine 'güven duygusu ve huzur' indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkar edenleri azablandırdı. Bu, inkarcıların cezasıdır. Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir". (Tevbe Suresi, 25-27)
Kuşkusuz müminlerin karşısında her zaman inkarda direnen bir grup olmuştur. Bu inkarcı kesim Allah'a samimi bir kalple yönelen müminleri doğru yoldan çevirmeye, kendi dinlerine uymaya çağırmışlardır. Bu çağrıdan yüz çevirenleri ise şiddetli bir eziyetle tehdit etmişlerdir. Ancak böyle dönemlerde de Allah inkar edenlerin çabalarını boşa çıkarmış ve müminlere her yönden destek olmuştur:
"Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu'. Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir". (Fetih Suresi, 26)
Allah'ın tüm müminlere, özellikle de elçilerine olan manevi desteği daha pek çok ayette haber verilmiştir. Peygamberimiz (sav) dönemindeki inkarcı kavim, peygamberin hicret etmesine sebebiyet verdiğinde, Allah onu her türlü ortamda destekleyeceğini vaat etmiş, inkarcıların saldırısını önlemiş, manevi olarak da elçisine 'huzur ve güvenlik duygusu' indirmiştir. Allah'ın bu yardımı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
"Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir". (Tevbe Suresi, 40)
Yukarıda sayılanların tümü Allah'ın insanlara dünyada verdiği güvenlik ve huzur duygusudur. Ancak ahirette olan huzur ve güvenlik dünyadaki ile karşılaştırılamayacak kadar büyük bir nimettir. Çünkü oradaki manevi huzur sonsuza kadar sürecektir ve Allah dilemedikçe yok olması mümkün değildir.
Allah müminlerin cennette yaşayacakları, maddi ve manevi her yönden tatmin bulmuş bu hali şöyle tarif etmektedir:
"Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler". (Hicr Suresi, 45-48)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
Andolsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip-gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz. (Bundan) Sonra Allah, elçisi ile mü'minlerin üzerine 'güven duygusu ve huzur' indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkar edenleri azablandırdı. Bu, inkarcıların cezasıdır. Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir".
ALLAH c.c. razı olsun...
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
El-MÜHEYMİN
Gözetici ve koruyucu...
Allah, yarattığı mahlûkatının amellerini, rızıklarını, ecellerini bilip muhafaza eder. Bütün varlığı görüp gözeten, yetiştirip varacağı noktaya ulaştıran ancak O'dur. Hiçbir zerre, hiçbir lâhza, Onun bu lûtuf ve âtıfetinden boş değildir.
O Allah olan ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)
Tüm evrenin kusursuz bir düzen içerisinde var olmasını sağlayan fizik yasaları, onları meydana getiren Allah'ın, kulları üzerindeki İlahi korumasına da en güzel delilleri oluştururlar.
Söz gelimi yer çekimi yasasını düşünelim. Bu çekim kuvveti daha zayıf olsaydı neler olurdu? Öncelikle hafif şeyler yeryüzünde sabit duramayacaktı. En ufak bir esintide yerden kalkan toz ve kum taneleri saatlerce havada uçuşacaktı. Yağmur damlalarının hızı çok yavaşlayacak, yere inmeden yeniden buharlaşacaklardı.
Örnek olarak verilebilecek bir başka yasa Newton'un kütlesel çekim kanunudur. Bu yasa dünyanın, ayın ve gezegenlerin yörüngelerinin içinde bulundukları hassas dengeyi açıklar. Bu dengede meydana gelebilecek en küçük bir bozulma, Dünya'nın ya hızla Güneş'e yaklaşıp sıcaktan kavrulmasına ya da Güneş'ten uzaklaşarak uzaya savrulmasına ve mutlak soğuklukta donmasına sebep olacaktır.
Peki cisimler ve yüzeyler arasında sürtünme kuvveti yaratılmamış bir Dünya nasıl olurdu? Kalem insanların ellerinden kayıp düşecek, kitaplar ve defterler masanın üzerinde kayacak, masa, döşeme üzerinde kayıp bir köşeye çarpacaktı; kısacası tüm cisimler, yanları bir yüzeye gelene kadar kayacak ve yuvarlanacaklardı. Sürtünmesiz bir Dünya'da tüm düğümler çözülecek, çiviler ve vidalar yerlerinden çıkacak, arabalarda fren tutmayacak, ses asla dinmeyip bir duvardan ötekine yankılanıp duracaktı....
Allah'ın canlıların korunmasına yönelik yarattığı özellikler, kuşkusuz sadece fizik yasaları ile sınırlı değildir. Buna bir başka örnek de insanın üzerinde bulunduğu yeryüzünün sağlam ve güvenlikli kılınmasıdır. Dünyanın merkezine doğru inildikçe ısı, her kilometrede 30°C artar. Ve çekirdekte bu ısı 4.500°C gibi inanılmaz bir yüksekliğe erişir. Yerin sadece 1 km aşağısındaki sıcaklığın 60°C'ye yakın olduğu düşünüldüğünde bunun ne kadar büyük bir tehlike olduğu açıkça görülmektedir. Halbuki tüm canlılar büyük bir güvenlik içinde, altlarında kaynayan magmadan habersizce yaşamlarını sürdürmektedirler.
Açıkça görüldüğü gibi Allah içinde bir ateş topu barındıran Dünya'nın yüzeyinde mükemmel bir düzen yaratmıştır. Hiçbir yer için en ufak bir başı boşluk söz konusu olmamaktadır. O, gökleri ve yeri kontrol altında tutmakta, kainattaki tüm canlıları bildikleri veya bilmedikleri büyük tehlikelere karşı her an korumaktadır. İnsanı ise daha cenin halindeyken savunması sağlam olan bir yere yerleştirerek korumaya almıştır.
Görüyoruz ki insanların çoğunluğunun doğal karşıladığı pek çok özellik asıl olarak Allah'ın kullarına olan merhametine ve İlahi korumasına işaret eder. Çünkü düzeni ve birliği sağlayan yüzlerce fizik yasasının şu an oldukları şekilleriyle var olmaları için hiçbir zorlayıcı neden yoktur. Allah koruyucuların en hayırlısıdır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL-AZÎZ
Mağlûb edilmesi mümkün olmayan galib.
Bu ism-i şerîf, kuvvet ve galebe mânâsına gelen İZZET kökünden gelir. Allah Teâlâ mutlak sûrette kuvvet ve galebe sâhibidir.
İzzet sıfatı, Kur'an'da birçok yerlerde azab âyetleri bahsinde gelmiştir. Fakat bu ism-i şerîfin yine birçok defa Hakîm ism-i şerîfi ile birleştiği görülür. Bunun mânası: Allah Teâlâ'nın kudreti galibdir, fakat hikmeti ile kötülerin cezasını te'hir eder, kötülük edip durmakta olan insanları cezalandırmakta acele etmez, demektir.
Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir. (İbrahim Suresi, 47)
Allah'ın 'Aziz' sıfatı, O'nun hiçbir zaman mağlup edilemeyeceğini, her zaman galip olanın Kendisi olduğunu ifade eder. Allah kainatta mutlak kuvvet sahibidir ve O'ndan üstün hiçbir güç yoktur.
Kainattaki tüm düzeni, insanların sırrını kavramaya güç yetiremedikleri veya yeni yeni keşfedebildikleri her türlü kanunu yaratan Allah'tır. Bunun yanı sıra yeryüzünde bulunan her canlıyı yaratan da O'dur. Allah'ın kainatta kendini gösteren sonsuz gücü ve kudreti karşısında, yarattıklarının acizliği ise apaçıktır. Yarattığı tüm varlıklar ancak O'nun emriyle hareket edebilmekte, yaşamlarını sürdürebilmekte, belirli bir düzen içinde var olabilmektedirler.
Kuşkusuz bu acizlik yeryüzüne hakim olduğunu zanneden insan için de geçerlidir. Bir insan ne kadar güçlü, zengin ve itibar sahibi olsa da, Allah karşısında acizdir, güçsüzdür. Ne malı, ne parası, ne de ona itibar eden insanların sayısı, onu Allah'ın azabına karşı koruyamaz. Ancak Allah'a teslim olan, O'nun emirlerine uygun yaşayan, rızasını kazanmaya çalışanlar hariç... Allah Kuran'da her zaman Kendi taraftarlarına üstünlük vereceğini vaat etmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Allah, yazmıştır: "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Bundan (Kuran'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (Al-i İmran Suresi, 4)
Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)
Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz 'izzet ve gücün' tümü Allah'ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
tahsin33 ve Nisacım emeklerinize sağlık. Allah(c.c) razı olsun...
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL-CEBBÂR
Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan;
Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan...
Bu ism-i şerif cebir maddesindendir. Cebir, "kırık kemiği sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek" mânasına geldiği gibi, "icbar etmek", yani, "zorla iş gördürmek" mânasına da gelir.
Bu mânaya göre Allah Teâlâ Cebbâr'dır. Yani, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna kor.
Cebbâr'ın ikinci mânasına göre de; Allah Teâlâ kâinatın her noktasında ve her şey üzerinde dilediğini yaptırmağa muktedirdir. Hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali yoktur.
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)
Allah'a karşı büyüklenmenin, O'na teslim olmamanın altında, insanın kendisini Allah'tan bağımsız bir varlık olarak görüp, sahip olduğu bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi, dolayısıyla kendine bir "benlik" vermesi yatar. Halbuki bu, son derece çarpık bir mantıktır. İnsan biraz durup düşünse, bu dünyaya kendi iradesiyle gelmediğini, hayatının ne zaman son bulacağını bilmediğini, sahip olduğu fiziksel özelliklerin kendi seçimiyle kendisine verilmediğini rahatlıkla görebilir. Kendi bedeni de dahil olmak üzere sahip olduğu herşeyin geçici olduğunu ve sonunda yok olacağını anlar. Tüm bunlar insanın tümüyle aciz olduğunun, hiçbir şeyin gerçekte kendisine ait ve kendi kontrolü dahilinde olmadığının açık delilleridir. Eğer biraz daha düşünürse, bu delillerin sayısız olduğunu görebilir.
Bütün bu gerçekler karşısında insanın, kendisini yaratan Rabbimize karşı büyüklenmeye kalkmasının ne kadar akılsızca bir tavır olacağı ortadadır.
Oysa insanın Allah'ın büyüklüğünü, herşeyi yoktan var ettiğini, insanların sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin Allah olduğunu, dilediği anda da hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü olduğunu, tek baki kalacak olanın Allah olduğunu kabul edip, gerçek sahibine teslim olması gerekir. Çünkü Allah, Kendisi'ne karşı haksız yere büyüklenen, aczini bilmeyen ve yüz çeviren herkese dilediği zaman zorla boyun eğdirmeye güç yetirendir.
Kuran'da sahip olduğu şeylerden dolayı kibirlenen ve sonunda da Allah'ın Cebbar sıfatıyla acizliklerini gören ve hatalarını ikrar eden bahçe sahiplerinin durumu ibret olarak anlatılmıştır. Ertesi gün bahçelerini erkenden devşireceklerine dair and içen bahçe sahiplerinin başlarına gelenler şöyle bildirilmiştir:
... Uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp gelen bir bela onun üstünü sarıp-kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. (Kalem Suresi, 19-20)
Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler.
"Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık."
(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?"
Dediler ki: "Rabbimiz seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz."
Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.
"Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız" dediler.
"Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz."
İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. (Kalem Suresi, 26-33)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL-MÜTEKEBBİR
Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren...
Büyüklük ve ululuk, ancak Allah'a mahsustur, varlığı ile yokluğu Allah'ın bir tek emrine ve iradesine bağlı bulunan kâinattan hiçbir mevcut, bu sıfatı takınamaz.
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr, 23)
Allah büyüklüğünü ve kudretini Kuran'da verdiği örneklerle anlatır. Bu örneklerden bir tanesi Hz. Musa'nın Allah'ı görmek istemesidir. Hz. Musa Allah'ı görmek istemiş, bu yüzden de O'na seslenerek; "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" demiştir. Bunun üzerine Allah, "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." diye cevap verir. Allah dağa tecelli edince onu paramparça eder ve Hz. Musa bayılarak yere düşer. Kendine geldiğinde ilk söylediği ise "Sen ne Yücesin (Rabbim)" (Araf Suresi, 143) olur.
Hz. İbrahim ise ayetlerde haber verildiğine göre, "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demiştir. Bunun üzerine Allah, "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir" (Bakara Suresi, 260) şeklinde cevap verir. Böylece Allah ona büyüklüğünün bir delilini daha gösterir.
Allah, Hz. Lut'a da sabah vakti kavminden iman etmiş kişilerle birlikte çıkmasını ve kavmini terk ederken arkasına bile bakmamasını söyler. Sabah vaktinde ise Hz. Lut'u ve yakınlarını kurtararak inkarcı kavmi büyük bir azapla helak eder.
Ateşe atılan Hz. İbrahim'e ise ateşi esenlik kılmıştır. Hz. İsa'nın eliyle ölüleri diriltmiş, kör olanları iyileştirmiştir. Denizi yararak Firavun'u ve ordularını suda boğmuştur. Böylece Allah insanlara her olayda büyüklüğünü ve sonsuz gücünün tecellilerinden bazılarını açıkça göstermiştir.
Allah her an, her yerde ve her olayda büyüklüğünü ve kudretini açıkça gösterir. Dünya hayatına ve hırslarına dalan insanların üzerine sabah vakti bir kasırga gönderir. Onların oturdukları şehrin altını üstün çevirir ve bir daha oturulamayacak hale getirir. Mallarını, mülklerini ve sahip oldukları herşeyi ellerinden alır.
Bir şehri yalnızca yağmur yağdırarak suların içine gömer, birkaç saniye süren bir depremle bir kenti haritadan siler. O'nun azabıyla hareket eden yer, gök, rüzgar ve yağmur uğradıkları şehre görülmemiş bir helak getirirler. O şehrin halkı da Allah'ın sarsılmaz gücüne, büyük bir yıkımla şahit olur.
Kuşkusuz Allah Mütekebbirdir. O'nun gücü ve kudreti karşısında, yeryüzünde büyüklenebilecek kimse yoktur; O, önünde secde edilecek tek makamdır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL-HÂLIK
Herşey'in varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri,
hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden...
Bu ism-i şerîfin mânasında iki husus vardır:
1. Bir şey'in nasıl olacağını tayin ve takdir etmek,
2. O takdire uygun olarak o şey'i îcad etmek.
Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)
Bir arı kovanındaki tüm arılar görevlerini eksiksiz yerine getirirler. İşçi arılar kovanın yapımında çalışır, kovanı havalandırarak derecesini hep sabit tutarlar, kovana çiçeklerden topladıkları besinleri getirirler. Kraliçe arı ise kovanın içinde sabit kalarak soyun devamını sağlar. Bir sivrisinek yumurtadan çıktığında erişkin haline hiç benzemez. Sivrisinek larvası gelişimini tamamlayana kadar 4 defa deri değiştirir. Pupa döneminin sonuna doğru derisi açılır ve erişkin sivrisinek pupanın içinden suya hiç değmeden çıkar.
Yukarıda bahsettiğimiz canlılar yeryüzünde yaşayan sayısız canlıdan yalnızca iki tanesidir. Fakat doğumlarını, yaşamlarını ve ölümlerini diğer canlılar gibi Allah belirlemiştir. Bu canlılar, yaratıldıkları andan itibaren Allah'ın tespit ettiği, uygun gördüğü ve emrettiği şekilde yaşamlarını sürdürürler. Kesinlikle Allah'ın kendileri için takdir ettiği görevin dışına çıkmazlar. Çöllerde +50 derecede yaşayan kertenkeleler de, kutuplarda -50 derecede yaşayan penguenler de, denizin binlerce metre altında yaşayan süngerler de aynı durumdadır. Hepsi hayatları boyunca Allah'ın tespit ettiği şekilde yaşarlar. Onlardan önceki nesiller de aynı şekilde yaşamıştır, sonraki nesiller de aynı şekilde yaşayacaklardır. Çünkü Allah canlıların hepsi için bir yaşam biçimi seçmiştir.
Sonuç olarak kainattaki hiçbir canlının kendi yaşam biçimini tayin etme hakkı yoktur. Tüm canlıları Allah yaratmış ve bu şekilde yaşamalarını takdir etmiştir. Onlar da kayıtsız şartsız bu hükme boyun eğmişlerdir.
İnsan da kainatın küçük bir parçasıdır. Allah insanı bir damla sudan yaratmış, ve bir yaşam biçimi takdir etmiştir. Hiçbir insan kendi kararıyla yaşam süresini belirleyemez, yaşlanmayı ve ölümü durduramaz, acizliklerinden kurtulamaz. Tüm bunları belirleyen, dilediği şekilde yönlendiren Allah'tır. Allah'ın gücünün benzersizliği ve herşeyi hakimiyeti altında tuttuğu ayetlerde şöyle haber verilir:
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (Enam Suresi, 101)
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)
Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz." (Fussilet Suresi, 21)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL -BÂRİ'
Eşyayı ve her şey'in âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir halde yaratan...
Her şey'in vücudu mütenasib, yani, âzası, hayat cihazları ve aslî unsurları keyfiyet ve kemmiyet bakımından birbirine münasib olarak yaratıldığı gibi, hizmeti ve faydası da umumî âhenge uygun yaratılmıştır.
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Yaşadığımız evren ile ilgili herşeyde bir denge ve ahenge rastlarız. Özellikle bilim alanında yeni gelişmeler kaydedilip bugüne kadar bilinmeyen pek çok detay ortaya çıktıkça, bu denge ve ahenk daha da netleşmektedir. Görünen odur ki, kainat üzerinde var olan her sistem üstün bir aklın tasarımıdır. Bu üstün aklın sahibi, herşeyi hayranlık uyandırıcı bir düzen içinde var etmiştir. Kainattaki her cisim, yeryüzünde yaşayan milyarlarca canlı müthiş bir ahenk içinde varlıklarını sürdürürler. Doğadaki düzen hiçbir şekilde bozulmaz ve milyonlarca yıldır son derece istikrarlı bir şekilde devam eder.
Yalnızca dünya üzerindeki yaşamı incelediğimizde bile hayranlık uyandırıcı pek çok detayla karşılaşırız. Etrafımız, farkında olduğumuz veya olmadığımız, sayısız yaratılış delili ile doludur. Örneğin, havadaki gazların karışımı tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi için en elverişli şekilde oranlanmıştır. İnsanlar ve hayvanlar yaşayabilmek için oksijen alır ve karbondioksit verirler. Ancak bu işlem sürekli devam ettiği halde havadaki oksijen miktarı azalıp, karbondioksit miktarı artarak mevcut dengeyi bozmaz. Çünkü bu noktada çok ince bir düzen var edilmiştir; insanların ve hayvanların tersine bitkiler, yaşamlarını sürdürürken karbondioksit alır ve oksijen verirler. Dolayısıyla insanların ve hayvanların tükettiği oksijen, bitkiler vasıtasıyla tekrar üretilir ve dünyadaki denge korunur.
Kuşkusuz bu örnek dünya üzerinde görebileceğimiz yaratılış delillerinden yalnızca bir tanesidir. Gerek mikro gerekse makro alem incelendiğinde bunun gibi sayısız örnekle karşılaşmak mümkündür. Eğer kainat ve dolayısıyla dünya üzerindeki canlılık varlığını sürdürebiliyorsa, bu, üstün akıl sahibi, herşeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz'in 'herşeyi birbirine uygun olarak yaratması' ile mümkün olmaktadır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 54)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL-MUSAVVİR
Tasvîr eden, herşey'e bir şekil ve hususiyet veren...
Allah Teâlâ herşey'e bir sûret, bir özellik vermiştir. Herşey'in kendisine göre şekli, dıştan görünüşü vardır ki, başkalarına benzemez.
Meselâ: İnsanlar arasında tamamiyle birbirinin aynı iki insan yoktur.
Bundan daha garibi, parmak uçlarındaki çizgilerdir. Bu çizgiler, insanların sayısı kadar değişik gidiyor ve hiçbiri ötekine uymuyor. Şu halde insanın hiç taklit olunamayacak imzası, bastığı parmak izidir.
İşte bunlar, Allah Teâlâ'nın MUSAVVİR isminin tecellîleridir.
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Dünya üstünde yüz binlerce farklı türde canlı yaşar. Bu türlerin hepsi birbirlerinden tamamen farklı görünüşlere ve olağanüstü özelliklere sahiptir.
Mesela bir kelebeğin kanatlarındaki kusursuz simetriyi ele alalım. Her bir kanadın üstü türlü şekiller ve etkileyici renklerle bezenmiştir. Bu şekiller ve renkler ne kadar karışık olurlarsa olsunlar, kanatlardaki benzersiz simetri asla bozulmaz. Öyle ki bütün kelebekler, bir ressamın fırçasından çıkmış gibi, göz zevkine hitap eden bir güzellik oluştururlar. Bu güzellikte tecelli eden aklın bir kaynağı olduğu açıktır. Zira basitçe çizilmiş bir resmin dahi bir ressamı vardır ve resmin kendi başına ortaya çıkması mümkün değildir. O halde kimse, böylesine kusursuz yaratılmış ve bir sanat eseri kadar estetik olan böyle bir canlı için tesadüfen var olmuş diyemez. Bunların tümünü yaratan, tasarlayan, meydana getiren, bütün kainatın Rabbi olan Allah'tır.
İnsanı yaratan, bedeninin dışındaki ve içindeki tüm sistemleri son derece mükemmel bir şekilde tasarlayan Allah, bu kompleks yapıdaki her noktada üstün yaratmasını ve izzetini göstermektedir. Örneğin insan bedeninin çatısını oluşturan iskelet başlıbaşına bir mühendislik harikasıdır. Vücudun yapısal destek sistemidir ve beyin, kalp, akciğer gibi hayati organların korunmasını sağlar, iç organlara destek olur. İnsan vücuduna, hiçbir yapay makina tarafından taklit edilemeyen üstün bir hareket kabiliyeti verir. Dahası kemik dokusu çoğu kimsenin zannettiği gibi cansız değildir. Vücudun ihtiyacına göre kalsiyum, fosfat vb. mineralleri depo eder veya daha önceden depo ettiklerini vücuda verir. Bütün bunların yanı sıra kırmızı kan hücrelerinin üretimi de kemikler tarafından yapılır. Ve bu bahsedilen çok fonksiyonlu sistem, insan bedenindeki onlarca mükemmel sistemden yalnızca bir tanesidir.
İşte bunların hepsini eşsiz bir dizayn ile yaratmış olan ve hala yaratmaya devam eden Allah kudretinin tecellilerini bizlere sürekli göstermektedir. Bir ayette müminlerin şöyle söyledikleri haber verilmektedir:
Dedi ki: "Bizim Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir." (Taha Suresi, 50)
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
Sizden de ALLAH razı olsun.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
el-HÂLIK
Herşey'in varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri,
hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden...
Bu ism-i şerîfin mânasında iki husus vardır:
1. Bir şey'in nasıl olacağını tayin ve takdir etmek,
2. O takdire uygun olarak o şey'i îcad etmek.
-
Cevap: Hergüne Bir Esma İle Başlayalımmı
EL-ĞAFFÂR
Mağfireti pek bol olan...
Gafr, örtmek ve sıyânet etmek (korumak) mânâsınadır. Allah mü'minlerin günahlarını örter. Dilediği kullarını da günahlardan sıyânet eder, korur. Bu, onlar için en büyük nimetlerden biridir
"Bundan böyle" dedim. "Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır." (Nuh Suresi, 10)
Allah'ın mağfireti sonsuzdur. O, yarattığı tüm kullarına tevbe ederek arınma imkanı vermiştir. Bir insan, cahilken yaptıklarından dolayı dünyada bağışlanma dileyerek cehennem azabından kurtulabilir. Samimi bir şekilde Kuran'a dönerek Allah'ın emirlerini titizlikle uyguladığı takdirde Rabbimiz'i bağışlayan ve esirgeyen olarak bulacaktır. Allah salih amellerde bulundukları zaman küçük büyük demeden kullarının bütün günahlarını affedeceğini müjdelemiştir. Allah bir ayetinde "Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın?.." (Nisa Suresi, 147) diyerek insanlar üzerinde ne kadar geniş mağfiret sahibi olduğunu onlara bildirmiştir. Nitekim 'cahil ve nankör' olan insanların pek çok nimet içinde hayatlarını sürdürebilmeleri de Allah'ın mağfireti ve bağışlamasıyladır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Allah tüm insanlara öğüt alanın öğüt alabileceği kadar bir süre tanır. Onlara kendilerini uyarıp korkutacak elçiler gönderir ve bu elçiler vasıtasıyla korkup sakınmaları gereken şeyleri bildirir. Ancak tüm bunlara rağmen inkarda direten insanlar da elbette işledikleri kötülüklerin karşılığını göreceklerdir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha Suresi, 82)
Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 119)
Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)