-
Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
32.sözün birinci mevkıfından katreler.
İşte o müddeî, evvelâ mevcudâtın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona rab ve hakiki mâlik olmakta olduğunu, zerreye tabiat lisâniyle ve felsefe diliyle söyler.
O zerre dahi, hakikat lisâniyle ve hikmet-i Rabbânî diliyle der ki:
"Ben hadsiz vazifeleri görüyorum.
Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum.
Bütün o vezâifi bana gördürecek,
sende ilim ve kudret varsa;
hem, benim gibi, had ve hesâba gelmeyen zerrât, içinde beraber gezip iş görüyoruz.
Eğer bütün emsâlim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa;
hem, kemâl-i intizam ile cüz olduğum mevcudlara,
meselâ kandaki küreyvât-ı hamrâya hakiki mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana rab olmak dâvâ et, beni Cenâb-ı Haktan başkasına isnad et. Yoksa sus!
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
"Hem, bana rab olamadığın gibi,
müdâhale dahi edemezsin.
Çünkü, vezâifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir intizam var ki, nihayetsiz bir hikmet ve muhît bir ilim sahibi olmayan, bize parmak karıştıramaz.
Eğer karışsa, karıştıracak.
Halbuki, senin gibi câmid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz."
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
O müddeî, maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki:
"Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol. Neden başkasının hesâbına çalışmasını söylüyorsun?"
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Zerre ona cevâben der:
"Eğer güneş gibi bir dimâğım
ve ziyâsı gibi ihâtalı bir ilmim
ve harareti gibi şümûllü bir kudretim
ve ziyâsındaki yedi renk gibi muhît duygularım
ve gezdiğim her yere
ve işlediğim her mevcuda müteveccih birer yüzüm
ve bakar birer gözüm
ve geçer birer sözüm bulunsa idi,
belki senin gibi ahmaklık edip, kendi kendime mâlik olduğumu dâvâ ederdim.
Haydi def' ol git, sen benden iş bulamazsın!"
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İşte, şeriklerin vekili, zerreden meyus olunca, küreyvât-ı hamrâdan iş bulacağım diye, kandaki bir küreyvât-ı hamrâya rast gelir.
Ona esbâb nâmına ve tabiat ve felsefe lisâniyle der ki: "Ben sana rab ve mâlikim."
O küreyvât-ı hamrâ, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona hakikat lisâniyle ve hikmet-i İlâhiye dili ile der:
"Ben yalnız değilim.
Eğer sikkemiz ve memuriyetimiz ve nizâmâtımız bir olan kan ordusundaki bütün emsâlime mâlik olabilirsen;
hem, gezdiğimiz ve kemâl-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrât-ı bedene mâlik olacak
bir dakîk hikmet ve azîm kudret sende varsa,
göster ve gösterebilirsen, belki senin dâvânda bir mânâ bulunabilir.
Halbuki,
senin gibi sersem
ve senin elindeki sağır tabiat
ve kör kuvvetle, değil mâlik olmak,
belki zerre miktar karışamazsın.
Çünkü, bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki,
ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir Zât bize hükmedebilir.
Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, senin ile, senin böyle karma karışık sözlerine cevap vermeye vaktim yok" der, onu tard eder.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, onu kandıramadığı için, o müddeî gider, bedendeki hüceyre tâbir ettikleri menzilciğe rast gelir. Felsefe ve tabiat lisâniyle der:
"Zerreye ve küreyvât-ı hamrâya söz anlattıramadım.
Belki sen sözümü anlarsın.
Çünkü, sen, gayet küçük bir menzil gibi, birkaç şeyden yapılmışsın.
Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnuum;
ve ben sana hakiki mâlikim" der.
O hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisâniyle der ki:
"Ben, çendan küçücük bir şeyim,
fakat pek büyük vazifelerim,
pek ince münâsebetlerim
ve bedenin bütün hüceyrâtına
ve heyet-i mecmûasına bağlı alâkalarım var.
Ezcümle, evride ve şerâyin damarlarına
ve hassâse ve muharrike âsablarına
ve câzibe, dâfia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karşı derin
ve mükemmel vazifelerim var.
Eğer bütün bedeni,
bütün damar ve âsab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa
ve benim emsâlim ve san'atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrât-ı bedeniyeye tasarruf edecek nâfiz bir kudret, şâmil bir hikmet sende varsa, göster;
sonra, "Ben seni yapabilirim" diye dâvâ et.
Yoksa, haydi git!
Küreyvât-ı hamrâ bana erzak getiriyorlar;
küreyvât-ı beyzâ da bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar.
İşim var, beni meşgul etme.
"Hem, senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü, bizde o derece ince ve nâzik ve mükemmel bir intizam var ki; eğer bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamımız bozulur, nizâmımız karışır."
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra o müddeî onda da meyus oldu. Bir insanın bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisânı ile tabiiyyunun dedikleri gibi, der ki: "Sen benimsin, seni yapan benim. Veya sende hissem var."
Cevâben, o beden-i insanî, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamının lisân-ı haliyle der ki:
"Eğer bütün emsâlimiz
ve yüzümüzdeki sikke-i kudret
ve turra-i fıtrat bir olan bütün insanların bedenlerine hakiki mutasarrıf olacak olan bir kudret ve ilim sende varsa,
hem sudan ve havadan tut, tâ nebâtât ve hayvanâta kadar benim erzakımın mahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa,
hem ben kılıf olduğum gayet geniş ve yüksek olan ruh, kalb, akıl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfta yerleştirerek, kemâl-i hikmetle istihdam edip ibâdet ettirecek, sende böyle nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa, göster.
Sonra 'Ben seni yaptım' de. Yoksa, sus!
"Hem, bendeki intizam-ı ekmelin şehâdetiyle
ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle,
benim Sâniim herşeye kadîr, herşeye alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitir bir Zâttır.
Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san'atına karışamaz, zerre miktar müdâhale edemez."
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
O şeriklerin vekili, bedende dahi parmak karıştıracak yer bulamaz. Gider, insanın nevine rast gelir.
Kalbinden der ki:
"Belki bu dağınık, karma karışık olan cemaat içinde,
şeytan onların ef'âl-i ihtiyâriye ve içtimâiyelerine karıştığı gibi,
belki ben de ahvâl-i vücudiye ve fıtriyelerine karışabileceğim
ve parmak karıştıracak bir yer bulacağım.
Ve onda bir yol bulup, beni tard eden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icrâ ederim."
Onun için, beşerin nevine yine sağır tabiat ve sersem felsefe lisâni yle der ki: "Siz çok karışık bir şey görünüyorsunuz. Ben size rab ve mâlikim. Veyahut hissedarım" der.
O vakit, nev-i insan, hak ve hakikat lisâniyle, hikmet ve intizamın diliyle der ki:
"Eğer bütün küre-i arza giydirilen
ve nevimiz gibi bütün hayvanât ve nebâtâtın yüz bin envaından rengârenk atkı ve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleği
ve yeryüzüne serilen ve yüz binler zîhayat envaından nesc olunan ve gayet nakışlı bir sûrette icad edilen haliçeyi yapacak
ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa;
hem, eğer biz meyve olduğumuz küre-i arza
ve çekirdek olduğumuz âlemde tasarruf edecek
ve hayatımıza lâzım maddeleri mîzan-ı hikmetle aktâr-ı âlemden bize gönderecek muhît bir kudret ve şâmil bir hikmet sende varsa;
ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiş ve gelecek emsâlimizi icad edecek bir iktidar sende varsa,
belki bana rubûbiyet dâvâ edebilirsin.
Yoksa, haydi sus!
Benim nevimdeki karma karışıklığa bakıp, 'Parmak karıştırabilirim' deme.
Çünkü intizam mükemmeldir.
O karma karışık zannettiğin vaziyetler, kudretin kader kitabına göre kemâl-i intizamla bir istinsahtır.
Çünkü, bizden çok aşağı olan ve bizim taht-ı nezâretimizde bulunan hayvanât ve nebâtâtın kemâl-i intizamları gösteriyor ki, bizdeki karışıklıklar bir nevi kitâbettir.
"Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafına yayılan bir atkı ipini san'atkârâne yerleştiren, haliçenin ustasından başkası olsun?
Hem, bir meyvenin mûcidi, ağacının mûcidinden başkası olsun?
Hem, çekirdeği icad eden, çekirdekli cismin sâniinden başkası olsun?
"Hem gözün kördür;
yüzümdeki mu'cizât-ı kudreti,
mahiyetimizdeki havârik-ı fıtratı görmüyorsun.
Eğer görsen, anlarsın ki,
benim Sâniim öyle bir Zâttır ki, hiçbir şey Ondan gizlenemez, hiçbir şey Ona nazlanıp ağır gelemez.
Yıldızlar, zerreler kadar Ona kolay gelir.
Bir baharı bir çiçek kadar suhûletle icad eder.
Koca kâinatın fihristesini kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derc eden bir Zâttır.
Böyle bir Zâtın san'atına senin gibi câmid, âciz ve kör, sağır, parmak karıştırabilir mi?
Öyle ise sus, def' ol git!" der, onu tard eder.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, o müddeî gider, zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbâb nâmına ve tabiat lisâniyle ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dâvâ eder.
O vakit, o gömlek, o haliçe, hak ve hakikat nâmına, lisân-ı hikmetle o müddeîye der ki:
"Eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip,
sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan
ve yeniden gelecek zamanlarda giydirilecek
ve kemâl-i intizam ile kader dairesinde programları ve biçimleri çizilen ve tâyin olunan
ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri,
haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve san'at sende varsa,
hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar,
belki ezelden ebede kadar ulaşacak hikmetli, kudretli iki mânevî elin varsa
ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad edecek kemâl-i intizam ve hikmetle tâmir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde tutup mûcid olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et.
Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.
"Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet
ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki,
bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan
ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birden görmeyen
ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan
ve her yerde hâzır ve nâzır bulunmayan
ve mekândan münezzeh olmayan
ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan,
bize sahip olamaz ve müdâhale edemez
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra o müddeî gider, "Belki küre-i arzı kandırıp, orada bir yer bulurum" der. Gider, küre-i arza, yine esbâb nâmına ve tabiat lisâniyle der ki: "Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise sen benim olabilirsin."
O vakit, küre-i arz, hak nâmına ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:
"Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim?
Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun
ve hikmetsiz ve san'atsız görmüş müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin?
Eğer hareket-i seneviyem ile takrîben yirmi beş bin senelik bir mesafede, bir senede gezdiğim
ve kemâl-i mîzan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeye hakiki mâlik olabilirsen;
ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyâreye
ve gezdikleri bütün dairelere
ve bizim imamımız
ve biz onunla bağlı ve câzibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz
güneşi icad edip yerleştirecek
ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızları ona bağlayacak
ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rubûbiyet dâvâ et.
Yoksa, haydi cehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.
"Hem bizlerdeki haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki,
bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar.
Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi,
kolayca güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır."
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, güneşe kalbinden der ki: "Bu çok büyük birşeydir. Belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım, yeri de musahhar ederim." Güneşe şirk nâmına ve şeytanlaşmış felsefe lisâniyle, mecusîlerin dedikleri gibi der ki: "Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin."
Güneş ise, hak nâmına ve hakikat lisâniyle ve hikmet-i İlâhiye diliyle ona der:
"Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar bir memurum.
Seyyidimin misafirhânesinde bir mumdârım.
Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakiki mâlik olamam.
Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherler
ve göz, kulak gibi antika san'atlar var ki, benim dükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir" der, müddeîyi tekdir eder.
Sonra, o müddeî döner, firavunlaşmış felsefe lisâniyle der ki: "Mâdem kendine mâlik ve sahip değilsin, bir hizmetkârsın; esbâb nâmına benimsin" der.
O vakit güneş, hak ve hakikat nâmına ve ubûdiyet lisâniyle der ki:
"Ben öyle birinin olabilirim ki,
bütün emsâlim olan ulvî yıldızları icad eden
ve semâvâtında kemâl-i hikmetle yerleştiren
ve kemâl-i haşmetle döndüren
ve kemâl-i zînetle süslendiren bir Zât olabilir."
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, o müddeî, kalbinden der ki: "Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık, karma karışık görünüyorlar. Belki onların içinde, müvekkillerim nâmına bir şey kazanırım" der, onların içine girer. Onlara esbâb nâmına, şerikleri hesâbına ve tuğyan etmiş felsefe lisâniyle, nücumperest olan sâbiiyyunların dedikleri gibi der ki: "Sizler, pekçok dağınık olduğunuzdan, ayrı ayrı hâkimlerin taht-ı hükmünde bulunuyorsunuz."
O vakit, yıldızlar nâmına bir yıldız der ki:
"Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki,
bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdeti
ve turra-i ehadiyeti görmüyorsun, anlamıyorsun.
Ve bizim nizâmât-ı âliyemizi
ve kavânîn-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun.
Bizi intizamsız zannediyorsun.
"Bizler öyle bir Zâtın san'atıyız ve hizmetkârlarıyız ki,
bizim denizimiz olan semâvâtı
ve şeceremiz olan kâinatı
ve mesîregâhımız olan nihayetsiz fezâ-i âlemi
kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir.
Bizler, donanma elektrik lâmbaları gibi,
Onun kemâl-i rubûbiyetini gösteren nurânî şâhidleriz
ve saltanat-ı rubûbiyetini ilân eden ışıklı bürhanlarız.
Herbir tâifemiz, Onun daire-i saltanatında,
ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde
haşmet-i saltanatını gösteren
ve ziyâ veren nurânî hizmetkârlarız.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
"Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birer mu'cizesi
ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi
ve vahdâniyetin birer münevver bürhanı
ve melâikelerin birer menzili, birer tayyâresi, birer mescidi
ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi
ve saltanat-ı rubûbiyetin birer şâhidi
ve fezâ-i âlemin birer zîneti, birer kasrı, birer çiçeği
ve semâ denizinin birer nurânî balığı
ve gökyüzünün birer güzel gözü Haşiye 1olduğumuz gibi,
heyet-i mecmûamızda
sükûnet içinde bir sükût
ve hikmet içinde bir hareket
ve haşmet içinde bir zînet
ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat v
e mevzuniyet içinde bir kemâl-i san'at bulunduğundan,
Sâni-i Zülcelâlimizi,
nihayetsiz diller ile
vahdetini, ehadiyetini, samediyetini v
e evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde,
bizim gibi nihayet derecede sâfî, temiz, mutî, musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokata müstehaksın" der.
O müddeînin yüzüne, recm-i şeytan gibi, bir yıldız öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ Cehennemin dibine onu atar.
Ve beraberinde olan tabiatı Haşiye 2 evham derelerine
ve tesadüfü adem kuyusuna
ve şerikleri imtinâ ve muhâliyet zulümâtına
ve din aleyhindeki felsefeyi esfel-i sâfilînin dibine atar.
Bütün yıldızlarla beraber, o yıldız, http://www.risaleinurenstitusu.com/t...ozl1/b1131.gif -1- ferman-ı kudsîsini okuyorlar.
Ve "Sinek kanadından tut, tâ semâvât kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki, parmak karıştırsın" diye ilân ederler.
http://www.risaleinurenstitusu.com/t...sozl1/b457.gif -2-
http://www.risaleinurenstitusu.com/t...sozl2/b729.gif -3-
* * *
Haşiye 1: Cenâb-ı Hakkın acâib-i masnuâtına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işaretleriz. Yani semâvât, hadsiz gözlerle zemindeki acâib-i san'at-ı İlâhiyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi mahşer-i acâib ve garâip olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar demektir.
Haşiye 2: Fakat, sukuttan sonra, tabiat tevbe etti; hakiki vazifesi tesir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infiâl olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin bir nevi defteri-fakat, tebeddül ve tegayyüre kâbil bir defteri-ve kudret-i Rabbâniyenin bir nevi programı ve Kadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriatı ve bir nevi mecmûa-i kavânîni olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyâd ile vazife-i ubûdiyetini takındı ve fıtrat-ı İlâhiye ve sanat-ı Rabbâniye ismini aldı.
1- Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi. (Enbiyâ: 22.)
2- Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
3- Allah'ım, mahlûkatının çokluğu içerisinde birliğinin kandili, kâinatının sergisinde Vahdâniyetinin dellâlı olan Efendimiz Muhammed'e (a.s.m.), onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. (Duâ)
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Arkadaş! Tabiat ve esbab, bazı insanlara şükür kapısını kapatıp şirk ve küfür kapısını açmıştır. Halbuki, şirkin temeli sayısız muhalâttan kurulmuş olduğundan haberleri yok. O muhalattan bir taneyi beyan edeyim ki, şirkin ne kadar fena bulunduğunu kör gözleriyle görsünler. Şöyle ki:
Şirk sahibi, cehalet sarhoşluğunu terk ve ilim gözüyle küfrüne baktığı zaman, o küfrü İmân ve iz'an edebilmek için,
bir zerre-i vahideye bir ton ağırlığında bir yük yükletmeye
ve her zerrede sayısız matbaaları icad edip tabiat ve esbabın eline vermeye
ve bütün masnuatta bütün san'at inceliklerini tabiata ders vermeye muztar ve mecbur olur.
Zîra, hava unsurundan, meselâ, herbir zerre, bütün nebatlar, çiçekler, semereler üstünde konup bünyelerinde vazifesini yapmak salâhiyetindedir.
Eğer bu zerreler, yaptıkları vazifelerde memur olup Cenab-ı Hakkın emir ve iradesine tâbi oldukları kâfirâne inkâr edilirse,
o zerre herhangi bir bünyeye girse, o bünyenin bütün cihazatını, keyfiyetiyle teşekkülünü bilmesi lâzımdır.
Bu bilginin o zerrede bulunmasını ancak o kâfir itikad edebilir.
Maahaza, bir semere, bir şecerenin bir misal-i musağğarıdır. Ve o semeredeki çekirdek, o şecerenin defter-i a'mâlidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır.
Bu itibarla, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nev'ine, belki küre-i arza nâzırdır. Öyleyse, bir semerenin san'atındaki azamet-i mâneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir.
O zerreyi, san'atça hâvi olduğu o azamet-i mâneviyeyle bina eden, arzı haml ve bina etmekten âciz olmayacaktır.
Acaba o kâfir münkir, kalbinde böyle bir küfrü taşımakla, akıl ve zekâ iddiasında bulunması kadar bir ahmaklık var mıdır
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Ey kâfir! Bunu işittikten sonra iyice düşün.
Bir zerreye bir terzilik sanatını öğretmeye kudretin var mıdır? Kendine hâlık ittihaz ettiğin tabiat ve esbab, herşeyin muhtelif ve mütenevvi suretlerini biçip dikmesine kudretleri var mıdır?
Bak, ey gözden mahrum kâfir!
Şecere-i hilkatin semeresi ve kuvvet ve ihtiyarca esbabdan üstün olan insan,
terziliğin bütün kabiliyetlerini, bilgilerini cem edip dikenli bir şecerenin âzâlarına uygun bir gömleği dikemez.
(Dikebilirim diyen insan var mı?)
Halbuki, Sâni-i Hakîm herşeyin nemâsı zamanında pek muntazam, cedid ve taze taze gömlekleri ve yeşil yeşil hulleleri kemal-i sür'at ve sühuletle yapar, giydirir. Fesübhânallah!
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Hülâsa: Herbir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zahir bir tarik-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan, http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../mesn/b443.gif
"And olsun ki, onlara 'Gökleri ve yeri yaratan kimdir?' diye sorsan, elbette 'Allah' derler." Lokman Sûresi: 31:25.
âyet-i kerîmesinin sırrı zahir oldu. Yani, o inatlı münkire, "Hâlık-ı Semavat ve Arz kimdir?" diye sorulduğu zaman, çar u nâçâr, "Allah'tır" diyecektir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde niçin kâfirler kabul ediyorlar?
Cevap: Kasten ve bizzat kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk hevâ-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkülleşir. İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
ŞİRKİ HAFİ;/GİZLİ ŞİRK)
İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaisine terettüp eden-hasenatı intaç eden-semeratı bir şahsa isnad ve ona mal ederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünkü, bir cemaatin cüz-ü ihtiyârîsiyle kesb ettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın, icad derecesinde harikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delâlet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilâheleri, böyle zâlimâne tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
ŞİRKİ HAFİ(GİZLİ ŞİRK)
Beşinci Mesele:Nasıl ki bir cemaatin malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sa'yleriyle hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle terettüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate, hem de o üstad veya reise zulümdür. Çünkü enâniyeti okşar, gurura sevk eder. Kendini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir nevi şirk-i hafîye yol açar.
Evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz. Evet, üstad ve mürşid, masdar ve menba telâkki edilmemek gerektir. Belki mazhar ve mâkes olduklarını bilmek lâzımdır. Meselâ, hararet ve ziya sana bir ayna vasıtasıyla gelir. Sen de, güneşe karşı minnettar olmaya bedel, aynayı masdar telâkki edip, güneşi unutup, ona minnettar olmak divaneliktir.
Evet, ayna muhafaza edilmeli, çünkü mazhardır. İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir aynadır, Cenâb-ı Haktan gelen feyze mâkes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla, feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır.
Hattâ bazı olur ki, masdar telâkki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne masdardır. Belki müridinin safvet-i ihlâsıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazarla, o mürid, başka yolda aldığı füyuzâtı, üstadının mir'ât-ı ruhundan gelmiş görüyor. Nasıl ki bazı adam, manyetizma vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir pencere açılır, o aynada çok garaibi müşahede eder. Halbuki aynada değil, belki aynaya olan dikkat-i nazar vasıtasıyla, aynanın haricinde hayaline bir pencere açılmış, görüyor. Onun içindir ki, bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir. Ve döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
ŞİRKİ HAFİ(GİZLİ ŞİRK)
İ'lem eyyühe'l-aziz! Evham, şübehat, dalaletin menşe' ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sıfat-ı İlahiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder. Sonra tecelliyata mazhar olanlardan birisinin mevkiinde kendisini farz eder, onda fena olur. Sonra, başlar, bazı tevillerle o şeyi de Allah'ın mülkünden, tasarrufundan çıkartır. Kendisinin girmiş olduğu şirk-i hafiye girdirir. Ve şirk-i hafiden aldığı bazı halleri o masuma da aksettirir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
RİSALE-İ NURCA VERİLEN KARAR ŞİRK; İNFAZ EDİLMİŞTİR
İ'lem eyyühe'l-aziz! Senin yüzün, veçhin o kadar küçüklüğüyle beraber, geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alametleri havi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkanında da bütün insanlar ittifaktadır. Bütün insanlarda, biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf ciheti Saniin muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Saniin Vahid-i Ehad olduğuna delalet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıdın kasdıyla, bir Muhtarın ihtiyarıyla, bir Müridin iradesiyle, bir Alimin ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhalatın en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sayfasında nasıl gayr-ı mütenahi nişanlar derc edilmiştir ki, gözle okunur da nazarla, yani akılla görünmez.
İnsan nevinde şu tehalüfle beraber buğday, üzüm, arı, karınca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün işi olmadığı güneş gibi aşikardır. Madem ki kesretin böyle uzak, ince, geniş ahval ve etvarında da tesadüfün müdahalesine imkan yoktur. Ve tesadüfün elinden mahfuzdur. Ve ancak bir Hakimin kasdı ve bir Muhtarın ihtiyarı ve Semi, Basir bir Müridin iradesinin daire-i tasarrufundadır.
Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin alem-i İslamdan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İ'lem eyyühe'l-aziz!Sen kendi vücudunu yapmaya kadir değilsin. Ve elin onu icad etmekten kasırdır. Başkaları dahi o işten aciz ve kasırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım. şecere-i kelimat denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olarak bir ağzı yap. Elbette yapamayacaksın. Eyleyse Allah'a şirk yapma! http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../mesn/b616.gif
• • •
Muhakkak ki, şirk pek büyük bir zulümdür. (Lokman Sûresi: 31:13.)
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İ'lem eyyühe'l-aziz! Enaniyetten neş'et eden şirk-i hafi katılaştığı zaman esbab şirkine inkılap eder. Bu da devam ederse küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta'tile, yani halıksızlığa incirar eder. El-iyazü billah!
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kainattan zihnine akıp gelen afaki malümatı kendi malümatıyla, tasarrufat ve sıfat-ı İlahiyeyi de kendi sıfatıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sayede http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../mesn/b630.gif -1- 'daki http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../mesn/b631.gif şümulüne dahil olarak, bihakkın emaneti ifa etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazarıyla bakmakla kendisini malik itikad ederse, http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../mesn/b632.gif -2- 'nın şümulüne dahil olmakla emanete hıyanet etmiş olur. Zira semavat ve arzın, hamlinden korkarak imtina ettikleri cihet, ene'nin bu cihetidir. Çünkü, dalaletler, şirkler, şerler bu cihetten doğarlar. Eğer vaktiyle o ene'nin şiddetli bir terbiyeyle başı kırılmazsa büyür, insanın vücudunu yutar.
Eğer milletin de enaniyeti inzimam ederse, Saniin emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam manasıyla bir şeytan olur. Sonra, halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da o kıyasa dahil eder, büyük bir şirke düşer.
El-iyazü billah! Mühim bir mesele:
Ene'nin iki veçhi vardır. Bir veçhini nübüvvet almıştır, bir veçhini de felsefe almıştır.
Birinci vecih, ubudiyet-i mahzaya menşedir. Mahiyeti harfiye olup müstakil değildir. Vücudu tebei olup aslı değildir. Malikiyeti vehmi olup hakiki değildir. Vazifesi Halıkın sıfatını fehmetmek için bir mizan ve bir mikyas olmaktır. Enbiya (aleyhimüsselam) enaniyetin bu veçhine bakmakla, mülkü tamamen Allah'a teslim ederek ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne ulühiyetinde şeriki olmadığına hükmetmişlerdir. Ene'nin bu veçhinden, Cenab-ı Hak şecere-i tüba-i ubudiyeti inbat edip dal ve budakları kainat bahçesinde enbiya, evliya, sıddikin gibi mübarek semereleri vermiştir.
İkinci veçhi alan felsefe, ene'nin vücudunu asli ve kendisini müstakil ve malik-i hakiki olduğunu zu'm etmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zatıyla tekemmül-ü hayattır. Ene'nin bu siyah yüzünden envaen şirkler, dalaletler çıkmıştır. Ezcümle: Kuvve-i behimiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gadabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyun, maddiyun, felasife çıkmışlardır ki, Vacibü'l-Vücuda bir mahlük-u vahidi verir, baki kalan mülkünü gayra taksim ederler.
Hülasa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mayi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Halıkın evamirine mübarezeye başlar. Küçük alemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kainatta tabiata benziyor. İkisi de tağutlardandır.
1- Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi: 91:9.)
2- Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür. (Şems Sûresi: 91:10.)
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir tarlaya zer edilen bir tohum, manevi bir sur ve bir duvardır; o tarlayı tohum sahibine mal eder, başkasının tasarrufuna mani olur. Kezalik, küre-i arz tarlasına zer edilen nebatat, hayvanat tohumları, manevi bir sur ve bir seddir ki, şirketi men ediyor; gayrı, müdahaleden tard eder.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Kur'an-ı Kerim, takvayı üç mertebesiyle zikretmiştir: Birincisi, şirki terk, ikincisi, maasiyi terk, üçüncüsü, masivaullahı terk etmektir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, Kur'an-ı Kerimde Mabudun vücuduna ait afaki delillerin en karibine http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../isa2/b510.gif -2Yeri size döşek yaptı. - cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten arzın bu şekle getirilmesiyle nev-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması, ancak Allah'ın ca'liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünkü tesir-i hakikinin esbaba verilmesi bir nevi şirktir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
in siga-i cem ile zikri, müşriklerin cehaletine işarettir. Yani: "Hiçbir cihetten bir benzeri olmayan Cenab-ı Hakka nasıl bir sürü misil ve zıt yapıyorsunuz?" Ve keza, bütün enva-ı şirkin reddine işarettir. Yani, "Ne zatında ve ne sıfatında ve ne ef'alinde şeriki, şebihi yoktur." Ve keza, veseni, sabii, ehl-i teslis, ehl-i tabiat gibi firak-ı dallenin tevehhüm ettikleri şeriklerin tabakalarına işarettir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İşte, "inneş şirke le zulmün azıymun" âyeti, şirkte hadsiz ve çok büyük bir zulüm bulunduğunu ifade ile bildirir. Şirk öyle bir cürümdür ki, herbir mahlûkun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür; ancak onu Cehennem temizler.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İşte şirk ve küfür cinayeti, kâinatın bütün kemâlâtına ve ulvî hukuklarına ve kudsî hakikatlerine bir tecavüz olduğu cihetledir ki, ehl-i şirk ve küfre karşı kâinat kızıyor ve semavat ve arz hiddet ediyor ve onların mahvına anâsır ittifak edip, kavm-i Nuh (aleyhisselâm) ve Ad ve Semud ve Firavun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor. "Tekadu temeyyezu minelğayzı" -1- Neredeyse öfkeden parçalanacak! (Mülk Sûresi: 67:8.) - âyetinin sırrıyla, Cehennem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki, parçalanmak derecesine geliyor. Evet, şirk kâinata karşı büyük bir tahkir ve azîm bir tecavüzdür. Ve kâinatın kudsî vazifelerini ve hilkatin hikmetlerini inkâr etmekle şerefini kırıyor. Numune için binler misallerden bir tek misale işaret edeceğiz.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Evet, kâinatın bütün tabakatında ve umum nevilerinde gözle görünen ve her tarafa kök salan gayet esaslı ve çok kuvvetli ve kusursuz ve nihayet derecede parlak olan bu cemaller ve güzellikler, elbette şirkin iktiza ettiği çok çirkin ve haşin ve gayet menfur ve perişan olan evvelki vaziyet muhal ve mevhum olduğunu gösteriyor. Çünkü, böyle çok esaslı bir cemal perdesi altında böyle dehşetli bir çirkinlik saklanamaz ve bulunamaz. Eğer bulunsa, o hakikatli cemal, hakikatsiz, asılsız, vâhî ve vehmî olur. Demek şirkin hakikati yok, yolu kapalı, bataklıkta saplanır; hükmü muhal, mümtenidir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Hem, semavat ve arzı, iki mutî nefer gibi emrine musahhar ederek küllî hizmetlerde çalıştıracak derecede muktedir olabilsin. Hem insanın bütün cihazatları ve hissiyatları, sırr-ı vahdetle gayet yüksek bir kıymet alırlar ve şirk ve küfür ile gayet derecede sukut ederler. Meselâ; insanın en kıymettar cihazı akıldır. Eğer sırr-ı tevhidle olsa, o akıl, hem İlâhî, kudsî defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtarı olur. Eğer şirk ve küfre düşse, o akıl, o halde geçmiş zamanın elîm hüzünlerini ve gelecek zamanın vahşî korkularını insanın başına toplattıran meş'um ve sebeb-i tâciz bir âlet-i belâ olur.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Hem meselâ: İnsanın en lâtif ve şirin bir seciyesi olan şefkat, eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müthiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir. Tek bir güzel yavrusunu ebedî kaybeden bir gafil valide, bu hırkati tam hisseder.
Hem meselâ: İnsanın en lezzetli ve tatlı ve kıymetli hissi olan muhabbet, eğer sırr-ı tevhid yardım etse, bu küçücük insanı, kâinat kadar büyüttürür ve genişlik verir ve mahlûkata nazenin bir sultan yapar. Eğer şirk ve küfre düşse -el'iyâzû billah! -öyle bir musibet olur ki, mütemadiyen zeval ve fenâda mahvolan hadsiz mahbuplarının ebedî firaklarıyla biçare kalb-i insanîyi her dakika parça parça eder. Fakat, gaflet veren lehviyatlar, muvakkaten iptal-i his nev'inden zahiren hissettirmiyor.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Hâkimiyetin şe'ni ve muktezası istiklâliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini reddir. Hattâ, acizleri için muavenete fıtraten muhtaç olan insanlar dahi, o hâkimiyetin bir gölgesi cihetiyle gayrın müdahalesini red ve istiklâliyetini muhafaza etmek için, bir memlekette iki padişah, bir vilâyette iki vali, bir nahiyede iki müdür, hattâ bir mahallede iki muhtar bulunmuyor. Eğer bulunsa hercümerc olur, ihtilâl başlar, intizam bozulur.
Madem hâkimiyetin bir gölgesi, âciz ve muavenete muhtaç olan insanlarda bu derece müdahale-i gayrı ve iştiraki reddedip kabul etmezse, elbette aczden münezzeh bir Kadîr-i Mutlakta, rububiyet suretindeki hâkimiyet, hiçbir cihetle iştiraki ve müdahale-i gayrı kabul etmez. Belki gayet şiddetle reddeder ve şirki tevehhüm ve itikad edenleri gayet hiddetle dergâhından tard eder. İşte, Kur'ân-ı Hakîmin ehl-i şirk aleyhinde gayet şiddet ve hiddetle beyanatı bu mezkûr hakikatten ileri geliyor.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Birinci Hakikat, ulûhiyet-i mutlakadır.
Evet, nev-i beşerin her taifesi birer nevi ibadetle fıtrî gibi meşgul olması; ve sâir zîhayatın, belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması; ve kâinatta maddî ve mânevî bütün nimetlerin ve ihsanların herbiri, bir mâbudiyet tarafından, hamd ve ibadeti yaptıran perestişe ve şükre birer vesile olmaları; ve vahiy ve ilhamlar gibi bütün tereşşuhat-ı gaybiye ve tezahürat-ı mâneviyenin birtek İlâhın mâbudiyetini ilân etmeleri, elbette ve bedahetle bir ulûhiyet-i mutlakanın tahakkukunu ve hükümferma olduğunu ispat ederler.
Madem böyle bir ulûhiyet hakikatı var, elbette iştirakı kabul edemez. Çünkü ulûhiyete, yani mâbudiyete karşı şükür ve ibadetle mukabele edenler, kâinat ağacının en nihayetlerinde bulunan zîşuur meyveleridir. Ve başkaların o zîşuurları memnun ve minnettar edip yüzlerini kendilerine çevirmesi ve görünmediğinden çabuk unutturulabilen hakikî mâbudlarını onlara unutturması, ulûhiyetin mahiyetine ve kudsî maksatlarına öyle bir zıddiyettir ki, hiçbir cihetle müsaade etmez. Kur'ân'ın çok tekrar ile ve şiddetle şirki red ve müşrikleri Cehennemle tehdit etmesi, bu cihettendir.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İkinci Hakikat , rububiyet-i mutlakadır.
Evet, bütün kâinatta, hususan zîhayatlarda ve bilhassa terbiye ve iaşelerinde, her tarafta aynı tarzda ve umulmadık bir surette, beraber ve birbiri içinde, hakîmâne, rahîmâne, bir dest-i gaybî tarafından olan bir tasarruf-u âmm, elbette bir rububiyet-i mutlakanın tereşşuhudur ve ziyasıdır. Ve tahakkukuna bir bürhan-ı kat'îdir.
Madem bir rubûbiyet-i mutlaka vardır; elbette şirk ve iştirakı kabul etmez. Çünkü, o rububiyetin, kendi cemâlini izhar ve kemâlâtını ilân ve kıymetli san'atlarını teşhir ve gizli hünerlerini göstermek gibi en mühim maksat ve gayeleri, cüz'iyatta ve zîhayatta temerküz ve içtimâ ettiğinden, en cüz'î birşeye ve en küçük bir zîhayata kendi başıyla müdahale eden bir şirk, o gayeleri bozar ve o maksatları harap eder. Ve zîşuurun yüzlerini o gayelerden ve o gayeleri irade edenden çevirip esbaba saldığından ve bu vaziyet rububiyetin mahiyetine bütün bütün muhalif ve adâvet olduğundan, elbette böyle bir rubûbiyet-i mutlaka, hiçbir cihetle şirke müsaade etmez.
Kur'ân'ın kesretli takdisatı ve tesbihatı ve âyâtı ve kelimatı, belki hurufatı ve hey'âtıyla mütemâdiyen tevhide irşadatı bu büyük sırdan ileri gelmiştir
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Üçüncü Hakikat, kemâlâttır.
Evet, bu kâinatın bütün ulvî hikmetleri harika güzellikleri, âdilâne kanunları, hakîmâne gayeleri, hakikat-ı kemâlâtın vücuduna bedahetle delâlet ve bilhassa bu kâinatı hiçten icad edip her cihetle mu'cizâtlı ve cemalli bir surette idare eden Hâlıkın kemâlâtına ve o Hâlıkın âyine-i zîşuuru olan insanın kemâlâtına şehadeti pek zâhirdir.
Madem kemâlât hakikati vardır. Ve madem kâinatı kemâlât içinde icad eden Hâlıkın kemâlâtı muhakkaktır. Ve madem kâinatın en mühim meyvesi ve arzın halifesi ve Hâlıkın en ehemmiyetli masnuu ve sevgilisi olan insanın kemâlâtı haktır ve hakikatlidir. Elbette bu gözümüzle gördüğümüz kemalli ve hikmetli kâinatı, fena ve zevalde yuvarlanan ve neticesiz olarak, tesadüfün oyuncağı, tabiatın mel'abegâhı, zîhayatın zâlimâne mezbahası, zîşuurun dehşetli hüzüngâhı suretine çeviren; ve âsârı ile kemâlâtı görünen insanı, en bîçare ve en perişan ve en aşağı bir hayvan derekesine indiren; ve Hâlıkın âyine-i kemâlâtı olan bütün mevcudâtın şehadetiyle nihayetsiz kemâlât-ı kudsiyesi bulunan o Hâlıkın kemâlâtını setredip perde çekerek netice-i faaliyetini ve hallâkıyetini iptal eden şirk, elbette olamaz ve hakikatsizdir.
Şirkin bu kemâlât-ı İlâhiyeye ve insaniye ve kevniyeye karşı zıddiyeti ve o kemâlâtları bozduğu, İkinci Şuâ risalesinin üç meyve-i tevhide dair Birinci Makamında kuvvetli ve kat'î delillerle ispat ve izah edildiğinden, ona havale edip burada kısa kesiyoruz.
-
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Madem bir hâkimiyet-i mutlaka hakikati vardır; elbette şirkin hakikatı olamaz. Çünkü http://www.risaleinurenstitusu.com/t...sual1/b673.gif-1- âyetinin hakikat-i kâtıasıyla; müteaddit eller müstebidâne bir işe karışsalar, karıştırırlar. Bir memlekette iki padişah, hattâ bir nahiyede iki müdür bulunsa, intizam bozulur ve idare hercümerc olur. Halbuki, sinek kanadından tâ semâvât kandillerine kadar ve hüceyrat-ı bedeniyeden tâ seyyaratın burçlarına kadar öyle bir intizam var ki, zerre kadar şirkin müdahalesi olamaz.
Hem hâkimiyet bir makam-ı izzettir; rakip kabul etmek, o hâkimiyetin izzetini kırar. Evet, aczi için çok yardımcılara muhtaç olan insanın, cüz'î ve zâhirî ve muvakkat bir hakimiyeti için kardeşini ve evlâdını zâlimâne öldürmesi gösteriyor ki, hâkimiyet rakip kabul etmez. Böyle bir âciz, böyle cüz'î bir hâkimiyet için böyle yaparsa elbette, bütün kâinatın mâliki olan bir Kadîr-i Mutlakın, hakikî ve küllî rububiyetine ve ulûhiyetine medar olan kendi hâkimiyet-i kudsiyesine başkasını teşrik etmesi ve şerike müsaade etmesi hiçbir cihetle mümkün olamaz.
Bu hakikat, İkinci Şuânın İkinci Makamında ve Risale-i Nur'un birçok yerlerinde kuvvetli delillerle ispat edildiğinden, onlara havale ediyoruz.