Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası
Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası
1924 senesinden itibaren Türkiye'de cumhuriyetin kurulması ve hilafetin ilga edilmesiyle devletin bütün müesseseleri Laikleşmeye başlamıştı,Şer'iye ve evkaf vekaleti ilga edildi.Medreseler kapatıldı,camilerde devam eden ders halkalarına son verildi.Tekke ve zaviyeler de kapatıldı,faliyetlerine son verildi.Kılık kıyafet kanunu çıkarıldı,taaddüdü zevcat yasaklandı,hicri takvim yerine miladi takvim kullanılmaya başladı.Türk Medeni Kanunu yerine İsviçre Medeni Kanunu tatbik edilmeye başlandı,hafta tatili pazar gününe alındı.
Arabi harfler ilga edilip,yerine latin harfler ikame edildi .Tabiki bununla hedeflenen;Türklerle İslam kültürünün irtibatını kesmekti.Yine (sultanların) padişahların, meşayibi ehli tarikin ve evliyaullahın kabirleri ziyarete kapatıldı.Ezanın,evrad ve evkarın,hatta tekbiratın Arapça olması yasaklandı.
İslam'a davet hususunda davetçiler ortaya çıktı.Hiç şüphe yok ki Türkiye'de en bariz mücadeleyi gösteren davet (faaliyet)Şeyh Süleyman Efendi Hazretlerinin davetiyle o faaliyet ki,daha 1923 ten itibaren islamı muhafazaya başladı.O gelecekte dini ve dinin lugatını muhafaza edecek bir nesil (oluşturmak)meydana getirmek için,Kur'anı-ı Kerim'i genç nesillere talim ediyordu.İşte Şeyh Süleyman Efendi Hazretleri buna muvaffak oldu.Hala da onun bu daveti bir çok zorluklara rağmen günümüzde de devam etmektedir.
Süleyman Efendi Hazretleri, 1888-1956 yılları arasında yaşadı.Nesebi,Resulullah Efendimize kadar dayanıyor .
Süleyman Efendi en son Süleymaniye Medresesi tefsir ve hadis bölümünde ihtisas yapmış ve Medrese-i Kuzattan mezun olmuştur.Süleyman Efendi Hazretleri,Fatih Sultan Mehmet'in neslinden olması sebebiyle ona çok benzerdi.Vahdeti İslam fikrinin sahibi II.Abdülhamid'i çok severdi.Onun saltanattan hal'ine çok üzüldü.
Süleyman Efendi,dine karşı olanların marifetiyle yapılan değişiklik dönemini yaşadı.Türkiye'yi İslam'dan uzaklaştırmaya çalışan bu devirdeki menfi faaliyetler,onu çok üzdü.
Süleyman Efendi,camilerde vaiz olarak da failiyette bulundu.O devrin müderrislerini devamlı ikaz edip uyarıyordu.Tedrisatı durdurmamaları icap ettiğini,durdururlarsa dini ilimlerin zai olma tehlikesi ile karşı karşı olduğunu söylüyordu.Yine o,İstanbul müderrislerini,insanlara İslamı öğretmeye çağırdı ve şöyle dedi.''Her biriniz üç kişi okutursa,bununla İslam'ı hayatı 50 sene uzatmayı garanti etmiş olursunuz.''
Süleyman Efendi'nin davet hususundaki en mühim adımlardan biri,gizlilik içinde yaptığı tedrisatdı.
Öyleki her gün düne göre talebelerinin yerini değiştiriyor ve onlara ''Kedinin yavrusunu taşıdığı gibi,sizi bir yerden bir yere nakil edip duruyoruz.''diyordu.O,yaptığı bu tedirsattan dolayı talebelerden hiç bir şey taleb etmiyordu.Fakat buna rağmen insanlar,devrin idaresini baskısından dolayı onun tedrisat halkalarında bulunmaktan korkuyorlardı.Çünkü o devirde idare;işi,dini kitapları,Kur'an-ı Keimleri yakmaya kadar götürmüştü.
Süleyman Efendi Hazretleri,durmak bitmek bilmiyor tedirsatını apartmanların bodrum katlarında,idarenin kontrolünden uzak çiftliklerde devam ettiriyordu.Talebelerine icap eden maddi ve manevi desteği sağlıyor ve onların şehirlere ve köylere giderek Kur'an Kursu açmalarını teşvik ediyor ve talebelerine şöyle diyordu''Mühim olan İslam davasının muhaffak olmasıdır.Biz makam mevki peşinde değiliz.Dava muvaffak olsunda,varsın bizim yerimiz caminin papuçluğu olsun.''
Süleyman Efendi Hazretleri'nin ve ülemadan diğerlerinin baskısı neticesi hükümet artık 1949'da Kur'an kurslarını resmen açmak mecburiyetinde kaldı.
Süleyman Hilmi Efendi Hazretleri 1959'da vefat etti,arkasında tertemiz talebelerini bıraktı.Onlar onun bıraktığı davayı muhafaza ettiler ve İslam ile amel ettiler.Süleyman Efendi Hazretleri'nin talebeleri islama çok bağlıdırlar.
Süleyman Efendi Hazretleri'nin vefatından sonra da talebeleri aynı hızla hizmetlere devam ettiler.Hizmetler,Türkiye dışına da taştı.
Süleyman Efendi Hazretleri hizmetleri esnasında pek çok zorluklarla karşılaştı tutuklandı,dinsizliğe karşı koymasından dolayı vaizlik belgisi iptal edildi ve vaizlikten men edildi.30'lu ve 40'lı yıllarda tutuklanarak işkence edildi,taputluklara konuldu binlerce woltluk ışıklar altında uyumaması için işkence yapıldı.
Süleyman Efendi Hazretleri,devrim başbakanı Adnan Menderes'den Ayosofya'yı açmasını istedi, fakat reddedildi.
1957'de düzmece bir hadise tertip edildi ve Süleyman Efendi ,Kütahya Hapisanesine konuldu.savcılık idamını istediyse de mahkeme beratine karar verdi.
Süleyman Efendi Hazretleri;cihadı,nefis ile olan cihad olarak görüyor ve mal ile olan cihadı ise Müslümanların hayrına ve menfatine hizmet edecek hayır müesseleri yapılması şeklinde mütağla ediyor ve şöyle diyordu.''Bizim hedefimiz insanları kalbini fuyuzatı ilahi ile doldurmaktır''ve yine o talebelerini şöyle uyarıyordu;''Sakın tefrikaya ve ihtilafa düşmeyin,sizden istenen hizmetleri yapmaya devam edin''ve yine o,zahirimiz halk ile, batınımız Hak iledir "diyordu.
Bugün onun talebeleri dünyadaki gelişmeleri ve siyasi hadiseleri yakından takip ediyorlar ve cemiyet içerisinde çeşitli mevkilerde yerlerini almaya devam ediyorlar.
Kaynak;Akit gazetesi (17 Eylül 1998 perşembe)
Dr.HÜDA DERVİŞ
El Ahrar Gazetesi 20 Haziran 1977
Kahire/Mısır —
Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (k.s.)
Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (k.s.)
Kur’an-ı Kerim'in aşığı, hizmet ehli, yürek fatihi, dava adamı, âlim ve mücahid. Yirminci yüzyıla damgasını vurmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olarak Selâtin camileri adıyla bilinen, Yeni Camii, Şehzade Camii ve Sultan Ahmet Camilerinde vaizlik yapmış, zülcenaheyn “ iki kanat sahibi”.
Sizlere otuz yaşında profesör olmuş bir üstaddan (Allah dostundan) bahsetmeye çalışacağım. İşte böyle bir zatı yazmak, benim gibi aciz birinin işi değildir. Ancak bildiğimiz ve tanıdığımız kadarıyla bu dava büyüğünü, İslama ve Hz. Kur'an'a hizmetlerini karınca kararınca yazıya dökmeğe gayret edeceğim.
Süleyman Efendi Hz. Hayatı:Süleyman Efendi (k.s.), Osmanlı Devleti egemenliği döneminde, bugünkü adıyla Bulgaristan'ın Silistre şehrinin Ferhatlar köyünde miladi 1888 yılında dünyaya geldi.
Babası, tahsilini İstanbul’da tamamlamış ve Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik etmiş, Osman Fevzi Efendi’dir. Dedesi ise Kaymak Hafız namıyla maruf bir zat olup 110 yaşına doğru vefat etmiş olan Mahmut Efendi’dir. Hoca zadeler olarak bilinen bu asil ailenin ceddi İdris Bey’e dayanır. İdris Bey, Peygamber (s.a.v)’in torunu olan Hz. Hüseyin efendimizin soyundan gelen bir zattır. Onun için Fatih Sultan Mehmet, direk Peygamber (s.a.v)’e nesebi dayanan İdris beyi buldurmuş, onu Tuna Hanı olarak vazifelendirmiş ve üstelik kız kardeşi ile de evlendirmiştir. Bu evlilik vesilesi ile Hz. Fatih Süleyman Efendi 'nın dayısıdır.Peygamberimiz (s.a.v)’in soyuna dayanmakla Hz. Üstad, seyyittir.
Osman Fevzi Efendi, İstanbul’da tahsiline devam ederken rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıkıp etrafa ışıklar saçtığını görür. Rüyayı, sulbünden gelecek bir evlâdının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde tabir eder. Bu istidadı; Fehim, Süleyman Hilmi, İbrahim ve Halil isimli dört oğlundan Süleyman Hilmi’de görür. Onun yetişmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz ve fevkalâde alâka gösterir.
Süleyman Efendi, ilk tahsilini Silistre Rüşdiyesi’nden sonra Satırlı Medresesi’nde yaptı. Daha sonra babası, tahsilini tamamlamak üzere onu İstanbul’a gönderdi ve şu tavsiyede bulundu: ‘Oğlum! Usul-u fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun, mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun.’’
Süleyman Efendi, İstanbul’da Fatih dersiamlarından ve devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi’den birincilikle icazeti aldı. Bilâhare Dâru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medreses-i Kısm-ı Âli’yi bitirdi ve ihtisasını yapmak üzere Medresetü’l-Mutehassısîn’in Tefsîr ve Hadîs şubesine girip birinci derece ile mezûn oldu. Aynı zamanda giriş imtihanını birincilikle kazandığı Medresetü’l-Kuzât (Hukuk Fakültesi)’dan da mezun oldu. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi kazanmış oldular.
Süleyman Efendi Hz. Hizmet Anlayışı
Allah'ı seven,davasını dert edinir.Davası Allah olan'ın,destekçisi Hz. Allah'tır.
Süleyman Efendi yaşadığı dönem,zifiri bir gece gibiydi. Zifiri gecelerin bir özelliği vardır. Yıldızlar çok parlarlar. Aslında yıldız gündüzünde parlar fakat gündüz yıldızı kimse göremez. Çünkü gündüzün ışığı yıldızın ışığını bastırır. İşte Hz. üstadın içinde yaşadığı devir zifiri karanlık bir geceye benziyordu. Gecenin karanlığına çakılıp kalmadı. Umudunu kaybetmedi. Allah davasına yardım edenin yardımcısı Hz. Allah idi. Şuna inanıyordu. Her gece iki gündüz arasındadır. Gecenin en karanlık anı, fecre en yakın zamanı olduğuna biliyordu.
Öyle bir devirdi ki, imanı yaşamak közü elde tutmak gibiydi. Elde tutsa el yanacak yere atsa yer yanacaktı.Büyük günahların alenen işlendiği,kıyamet alametlerinin zuhura durduğu,dünyanın ahir ömrünün son dönemecini döndüğü,kıyamet senaryolarının dilden dile dolaştığı,hayrın şer şerrin ise hayır olarak gösterildiği,dede ile torunun anlaşamayıp babanın tercuman olduğu,geçmişi ile bağının kopartıldığı,geri kalmanın sorumlusu yobaz din adamlarına ve İslam'a mal edildiği,maddiyyatın ön plana alınıp maneviyatın söndürülmeye çalışıldığı,Allah demenin bile yasak olduğu ,alimlerin kendi kabuğuna çekilip pasif olduğu bir zamanda parlayan bir yıldız ve aktif bir dava adamı olarak ortaya çıktı Süleyman efendi Hazretleri.Davetçi olmak iki ayaklı dua olmaktı.O,zor olanı,çetin olanı seçti.Alemlere rahmet olanın yolunda yürümek böyle olmayı gerektiriyordu.Babası Osman efendinin rüyası zuhur ediyordu. Bir yıldız gibi etrafına ışık saçmaya başladı. Manevi vazifeyi yüklenmişti. Bu bir emanetti. Emanete sadakat Hz. Allah’a sadakatti. Manen devraldığı bu manevi sancağı yere düşürmemeliydi. Kolları sıvadı Ya Allah Bismillah dedi. Onun zihninde Bismillah demek;‘’Ben bu hizmeti Allah sayesinde yapıyorum’’ demekti.Bismillah demek;‘’Ben bu hizmete Allah’ı dâhil ediyorum’’ demekti.Bismillah demek;‘’Allah’tan yardım istiyorum ‘’demekti.Bismillah demek’’Ben bu hizmeti Allah’a ısmarlıyorum’’ demekti.
Allah var. Allah’a iman var. İman varsa imkân’da var. Allah’ın olduğu yerde imkânsız diye bir şeyden söz edilemezdi.
Dahası Hz. Allah sonsuz imkândı. Hz. Kur’an imkândı. Hz. Peygamber (s.a.v) imkândı. Namaz imkândı. Oruç imkândı. Kürsüler imkândı. Yol, çarşı, köy, kasaba, vasıta, çiftlik, mağara, ağaç gölgelikleri, ders okutmak ve talebe yetiştirmek için birer imkândı. Bütün bu imkânlardan yararlanmayı bildi.
Evlatlarının geleceğini düşünürken, yaşadığı toprakların geleceğini düşünürken, ait olduğu İslam medeniyetinin geleceğini düşünürken hep Allah-u Teâlâ’yı hesaba kattı. Hz. Allah (c.c)’ü ayeti kerimede Ve kul cael hakku ve zehekal batil, innel batile kane zehuka. De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (1)Belki kendisi batılın yok olduğunu dünya gözüyle göremese de yetiştirdiği evlatları onu görecekti. Bu da Allah’ın yardımı, Peygamber (s.a.v)’in şefaati ve himmet ehlinin duasıyla gerçekleşecekti. Buna inanıyor ve evlatlarını buna hazırlıyordu. Çardaklarda okuttuğu evlatlarına umut aşılıyor, gelecek günleriniz bu günlerinizden daha iyi olacak, beldelerden beldelere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere tayyarelerle gideceksiniz ve birde yoruldum diyeceksiniz, ben göremeyeceğim ama siz o günleri de göreceksiniz diyordu.
Yine öyle bir devirdi ki o devir, medreselerin kapısına kilit vurulmuş, Ezanı Muhammedi asli hüviyetinden çıkartılmış, Kur’an-ı öğretirken yakalanmak kalpazanlık yapmaktan daha ağır bir suç sayılmış. İşte böyle bir zamanda pasif iyi ile aktif iyi, hizmetinde samimi olan ile samimi olmayan, çağı iyi okuyanla çağı iyi okuyamayan, etliye sütlüye karışmayan nemelazımcı âlimler ile ümmetin iman derdiyle dertlenen âlimler böylece ayrılmış oluyordu.
Mesela, medreselerin kapatılması esnasında Süleyman Efendi’nin bir duruşunu görüyoruz. Müderrislerin sayısı 500-520 civarındadır. Çıkarılan bir kanunla hepsinin asil vazifesi olan müderrisliklerine son veriliyor, kendileri hükümetin uygun göreceği imamlık, vaizlik veya emeklilik gibi yeni vazifelere tayin edilecekleri söyleniyor. Müderrislerin hemen hepsi bu fiili durumu kabullenmiş gibi görünüyorlar. Yalnız Süleyman Efendi, bu hadisenin din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünüyor ve diğer arkadaşlarına şu ikazları yapmıştır:“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız. İkişer, üçer kişi oturup, onlara dini öğretirseniz asgari 50 sene bir-iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız, huzur-u İlahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız.” diyordu.
Vaizlik yapıyor. Hizmette de boş durmuyor. Amele pazarlarında talebe buluyor, onları okutuyor. İlim tahsil etmesi için çocuğumu getirdim kaç lira istersin diyen babaya; ‘’Talebeden para alınmaz. Talebeye para verilir. Okusun da, dinine, kitabına, milletine hizmet etsin” buyuruyordu.
Bunun yanında talebe okutmaya başlıyor. Talebelerine maişet endişesi içinde olmamalarını tavsiye ediyor, Allah için okuyan kimsenin dünyalığının da iyi olacağını söylüyordu. Talebelerine; Oğlum!‘’ ilimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp istikbal sevdasına daldıkları şu günlerde Mevla’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref verilen bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah Rasulü’ne yönelen, gölge gibi dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahreti kazanamaz. Zira Ahiret hakikat, dünya haleftir. Eğer ağacı kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir.” diye malumat ve tavsiyelerde bulunuyordu. Bu yumuşak muameleden talebeleri fevkalade memnun olup etkileniyorlar ve hocalarının istediği gibi bir talebe olmaya gayret sarf ediyorlardı.
Talebelerinin sayısı artınca “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği” ismiyle kurslar açıyor yetiştirdiği talebelerini oralarda istihdam ediyordu. Osmanlı zamanında medreselerde yıllarca uzun sürede öğretilen dini ilimleri üç veya dört yıl gibi kısa bir zamanda öğretiyordu. Onun eğitimi merhamet üzere kurgulu idi. Er rahmân. Allemel kur'ân. Rahmân, Kur’an’ı öğretti.(2) Önce şefkat ve merhamet sonra ilim öğretmekti. Şefkat ve merhameti olmayanın ilim öğretmesi de olamazdı.
Türkiye dâhil dünyanın neresine giderseniz gidin kurduğu bu hizmet yuvaları Süleyman Efendi (k.s)’un hayatında ne ise şu anda da onu bulursunuz. O talebelerine şöyle diyordu:''Vasıyetim olsun!Tefrikaya düşmeyiniz.Kavmiyyet gütmeyniz.Ehli sünnetin gayri yollara sapmayınız...Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır.Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışma asla elden bırakılmamalıdır.Çünkü Allah'ın nusreti ,maddi ve manevi yardım cemaat ile beraberdir.Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler''.''Evlatlarım!Diliniz sussa haliniz İslam'ı konuşsun''.''Hizmet muvaffak olsunda bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun''.''Bir milletin ıslahı kötülerin imhasıyla değil,yeni neslin eğitim ve terbiyesiyle mümkündür''.''Evlatlarım!Sizin bu alemde ki vazifeniz;bataklığa düşen insanları,düştükleri bataklıktan çıkarmaktır.Öyle ise ümmeti muhammedi ayağınıza beklemiyecek,siz onların ayaklarına gideceksiniz.En ucra yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz.'' Neden kitap yazmıyorsunuz sualine şu cevabı veriyordu.Ben canlı kitaplar yazıyorum.Onlar hiç bir zaman tozlanmayacak,sürekli kendisini okutturacak...diyordu.
Değerli dostlar!
Bu yurtlardan yetişen hiçbir talebe vatanına ihanet etmiş değildir. Polisine, emniyet güçlerine, jandarmasına silah doğrultan, Molotof atan, devletine, milletine ve vatanına sıkıntı olacak hiçbir eylemin içinde bulamazsınız. Bu hizmette takva öğretilir. Samimiyet öğretilir. Sorumluluk bilinci ile yetişir yetişenler. Bu davada özgürlük şöyle tanımlanır. Özgürlük:Nefsin arzu ve isteklerini yapmamaktır. Batıda özgürlük ise; nefsin arzu ve isteklerini yapmaktır. Bu hizmette kimse kimsenin cehennemine değil cennetine taliptir. Bu hizmette çift dünyalı adam, hem bu dünya hem de ahiret terazisini iyi kurabilen, yaptıklarının hesabının sorulacağı bir âleme de hazırlık içinde olan güvenilir bir nesil yetiştirmektir. İşte Kur’an neslidir onlar. Ehlisünnet ve cemaat çizgisinde bir nesil.Gaye,Allah’ın rızasına nailiyyet.,Maksat;İslâmiyet’in emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanlara anlatarak onların dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarına vesile olmaktır.
Ziraat Mühendisine Edilen Nasihat
Adapazarılı bir zat olan Osman ESLEK, Ziraat Fakültesi’ne devam ettiği yıllarda, Süleyman Efendi’nin yanında ve himayesinde bulunuyordu. Süleyman Efendi’nin, akrabalarından olan bu genç talebeye, beş maddelik bir nasihati vardır. Süleyman Efendi, nasihatleri sıralamadan önce; “Evlâdım! Bu beş hususa riayet edersen, hem cemiyette itibarın hem de ahirette yerin iyi olur” buyurmuşlardır. Beş maddede toplanan bu güzel nasihatler şöyledir:
Evladım!
1-Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evlâdım! Ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni cennete götürür, tutmazsan “köz” olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür.
2-İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol. Zira en halis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevazı olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz. Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, “bugün git yarın gel” deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev. İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. “Ben niye onun yerinde olmayayım” deme, elindekinden de olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin” diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır. Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.
3-Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v)“çalışmak ibadettir” buyuruyor. Evlâdım! Alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik... Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil abide dikeceğiz. Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır. Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekârken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum. Ben reklamı sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Beyazıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.
4-Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir (nurlandırıcı) kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir. Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver...
5-Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, “Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmayı nasip eyle” diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir buyurmuşlardır.(3)
Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri, 16 Eylül 1959 Çarşamba günü irtihal buyurdular. Bugün sayısız Kur'an hadimine mürşitlik yapan bu büyük insan dünyanın dört bir yanında ışıldayan Kur'an müesseseleri sayesinde kemalat arşında her gün bir basamak daha yükselmekte ve manevî hizmetine devam etmektedir. Bizler de bu büyük insanın Karacaahmet Kabristan'ında bulunan kabrini ziyaret edip Fatihalar okumalı, feyzinden, manevi tasarruf ve himmetinden istifade etmeye çalışmalıyız. Cenâb-ı Hakk sevenlerini ve bütün Müminleri şefaatlerine nail kılsın. Âmin.
1-İsra s.17/81
2-Rahman s.55/1-2
3- Bu nasihatler Osman ESLEK tarafından 1995 yılında Samsun Yeşilpelit 19 Mayıs Üniversitesi talebelerine verdiği konferanstan alınmıştır.
Fikri Çınar.VitrinHaber.com
Hayatı Kuran olan bir insan Süleyman Hilmi Tunahan Efendi
Hayatı Kur’an olan bir insan Süleyman Hilmi Tunahan Efendi
Herşey Kur’an içindi yılmadı ve öğretti
Müthiş bir dönemdir yaşanan devir. Allah demenin bile neredeyse yasak edildiği, insanların dinlerini gizliden gizliye öğrenip yaşadıkları, Kur’an’ın adeta bütün bir nesle unutturularak yüreklerden izlerinin silinmeye çalışıldığı bir devir.
Ümitler tükenmekte, İlahi kelam giderek sahipsiz kalmaktadır. Ancak çok sürmeyecektir. “O’nu biz indirdik, yine biz koruyacağız” hükmü gereğince Asıl Sahibi (cc) kitabını kendisini koruyacak, onun hayat bahş eden nefesini köy köy dolaşarak müminlerin sinelerine üfleyecek mübarek talebelerini de bu işle yine O görevlendirecektir.
Bu kutsal görevle vazifelendirilen ve görevini son ana kadar en mükemmel şekilde yerine getiren zat son devrin büyük din âlimi Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi’dir.
Babası zamanın müderrislerinden Hâfız Osman Efendi’dir. Soyu Fâtih Sultan Mehmed Han’ın “Tuna Hanı” olarak tâyin ettiği ve kendi kız kardeşi ile evlendirdiği İdris Bey’e dayanmaktadır. İlim ehli ve fazîlet sâhibi bir âileden dünyâya gelen Süleyman Hilmi Tunahan, ilk öğrenimini Silistre Rüştiyesi’nde ve Silistre Satırlı Medresesi’nde yaptı. Bilâhare tahsîlini tamamlamak için İstanbul’a gelerek Sahn-ı Semân (Fâtih) Medresesine kaydoldu. Zamanın usûlüne göre aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra 1916 senesinde Ahmed Hamdi Efendi’den birincilikle diploma aldı. Bir taraftan dersiâm, diğer taraftan da kadılık rütbelerine ulaşarak devrinin zâhirî ilimlerini tamamladı. Mezûniyetini müteâkip İstanbul’da dersiâm olarak vazîfeye başlayan hocaefendi, cumhuriyetten sonra medreselerin kapatılması üzerine vâizliğe tâyin edildi. Uzun müddet İstanbul’un Sultanahmet, Süleymâniye, Yeni Câmi, Şehzâdebaşı ve Piyâle Paşa gibi büyük câmilerinde vâaz ederek insanlara İslâm’ı anlattı.
Tasavvuf yolunda Selâhüddîn ibni Mevlânâ Sirâcüddîn Efendi’nin sohbetlerine devâm ederek yetişti.
Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (ks) Hazretleri, yakın tarihimizde, zamanının İslâmî ilimlerini tahsil ederek, ilimde en ileri noktaya varmış; müderris, dersiâm, hukukçu, hadîs ve tefsîrde mütehassis bir İslâm âlimi, tasavvufta Nakşibendî silsilesinin 32. halkası Buhâralı Selâhüddîn ibn-i Mevlânâ Sirâcüddîn Hazretleri’nin en büyük halîfesi, vekîli, bu silsilenin 33. ve son halkasıdır.
Hizmet ve gayreti göz kamaştırıyordu
Süleyman Efendi Hazretleri’nin Kur’an hizmetlerini ve o hizmetlerin millî ve mânevî alanda doldurduğu boşluğu anlamak için, o devirdeki şartları, ihtiyaçları mutlaka bilmek gerekiyor. Bütün bunlar bilinmeden Süleyman Efendi’nin bir neslin imanının kurtulması için ortaya koyduğu gayretteki tesir ve hizmetler tam anlamıyla idrak edilemez.
Öyle zamanlar oldu ki, talebeyle bir yerde toplanıp okutmak imkânı kalmadı. Süleyman Efendi o zaman da taksilere ya da trenlere oturttuğu talebeleriyle gezerek onlara İslami ilimleri okutarak bu konuda büyük bir ceht ve gayret ortaya koydu.
Nezaket ve asaletini hiç terketmedi
Devrin sıkıntılarına, sabır ve hilmiyle mukâbelede bulundu. Evini aramaya gelen polis memûrlarına “Buyurun, hoş geldiniz, hem de bir kahvemizi içersiniz.” derdi. Hanımı Hâfiza Sultan, “Efendi! Efendi! Size bu zulmü revâ görenlere bir de kahve mi ikram edeceksiniz?” dediklerinde, “Onlar memûrdurlar, vazifelerini yapıyorlar hanım, yorulmuşlardır.” diyerek kahve ikram etme nezaket ve asaletini terk etmedi.
Mübarek üç aylar yaklaşınca talebelerini Ramazan’da va’z u nasihat etmek üzere Trakya ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderirdi. Ramazan sonrası dönüşlerinde teker teker yaptıkları hizmetler hakkında bilgi alır ve güzel hizmet haberleri beklerdi.
A.KadirSüphandağı. 18 Eylül,2004 Cumartesi Zaman
Bir Eğitimci Olarak Süleyman Hilmi Tunahan
Bir Eğitimci Olarak Süleyman Hilmi Tunahan
Süleyman Hilmi TUNAHAN;
Devletimizin geri kalmasının sebebi olarak İslam'ın gösterildiği, İslam hakkında her türlü kara propaganda yapmanın moda haline geldiği, bin yıl İslam'ın sancaktarlığını yapmış bir milletin evlatlarının dinlerini rahatça söyleyemediği ve yaşayamadığı bir dönemde Türk'ün İslamsız olamayacağını pervasızca haykıran bir mücahit.
Soyu, Fatih Sultan Mehmet Hanın kendi kız kardeşini nikâhlayarak Tuna Hanı olarak görevlendirdiği İdris Bey'e dayanan Dersiam “Müderris” Osman Efendi'nin oğludur. Osman Efendi, İstanbul'da tahsilini devam ettirdiği dönemde gördüğü ve kendi soyundan gelecek bir evladının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde yorumladığı rüyanın ardından memleketi Silistre'ye dönerek evlenir ve bu kutlu rüyanın tecellisini beklemeye başlar.
Osman Efendi'nin 1889 yılında dünyaya gelen ve adını Süleyman koyduğu evladı rüyanın tecellisi noktasında kendisini heyecanlandırır. Süleyman'a ayrı bir ilgi gösteren Osman Efendi Süleyman'ın kutlu rüyaya mazhar olacak şekilde yetişmesi için elinden gelen gayreti gösterir ve Süleyman'ı Müderrisliğini yaptığı Satırlı Medresesi'ne alarak ona aynı zamanda hoca olur. Fakat aralarındaki ilişki ne hoca talebe ne de baba oğul ilişkisine benzemektedir. Osman Efendi oğlunu her zaman ayakta karşılaması ve ona her defasında “Buyurunuz Süleyman Efendi oğlum…” şeklinde hitap etmesi dikkatleri Süleyman'ın üzerine toplamıştır.
Süleyman Efendi Satırlı Medresesinin üzerine Silistre Rüştiyesini de bitirince babası onu müderrislik tahsili iççin İstanbul'a yollar. Fatih Medresesi müderrislerinden ve özellikle dönemi- nin en büyük ulemalarından Bafralı Ahmet Hamdi Efendi nezaretinde ders okur ve buradan birincilikle icazet alır.
Her yıl yüzlerce kişinin aday olduğu ve en fazla on beş kişinin seçildiği, zamanını doktorası sayılan müderrislik sınavını Süleymaniye Medresesinde birincilikle verir ve Müderrislik unvanını alır. Tahsiline burada son vermeyen Süleyman Efendi zamanını Hukuk Fakültesi olan Medresetü'l Kuzat'ın sınavını kazanır. Buradaki tahsili babası ile aralarında “Hüküm verme durumundaki insanların büyük mesuliyetini ve adaleti gerçekleş- tiremeyenlerin cehennemlik olduklarını” haber veren hadisler dolayısıyla bir tartışma yaşanır ve babası Süleyman Efendi'ye “Süleyman, ben seni cehenneme göndermek için İstanbul'a yollama- dım.” şeklinde serzenişte bulunur.
Süleyman Efendi, babasına tereddütlerine katıldığını ancak bu eğitimi hakim olmak için değil ilim sahasında kemale ermek için alacağı cevabını vermesi üzerine tartışma tatlıya bağlanır. Süleyman Hilmi TUNAHAN'ın hayatında görülür ki kendisi hem müderrislik hem de kadılık makamla- rına ehliyetli iken O dine hizmet amacıyla Müderrisliği seçmiştir.
İstanbul Müftülüğü bünyesinde, başta Sultan Ahmet, Süleymaniye ve Yeni Cami olmak üzere İstanbul camileri ve yurdun çeşitli yerlerinde vaazlar ve Kur'an-ı Kerim dersleriyle irşat vazifesini devam ettirmiştir. Bu süre içerisinde Süleyman Efendi önceleri dine içerden sokulmaya çalışılan hurafe ve fitnelere, daha sonraları ise İslam'a dışardan gelen, doğrudan İslam'ı hedef alan taarruzlara karşı durmuştur.
Özellikle Öğretim Birliği Kanunun çıkarılma- sıyla medreselerin kapatılması ve harf inkılabıyla Arap Harflerinin yasaklanmasıyla Kur'an-ı Kerim ve din eğitiminde ortaya çıkan boşluğu doldurmak noktasında tarihi mücadeleler vermiştir. Bu mücadeleler kapsamında Müderrisler cemiyetin- deki 520 müderrisle bir araya gelip din eğitimi konusunda teklif ettiği yol haritası bu alandaki herkes tarafından bilinmektedir. Teklif ettiği yol haritasına destek veren müderrislerle Maarif Vekâletine gönderdikleri ve Dini Tedrisatı fahriyen ( ücretsiz ) yerine getirmek istediklerini bildiren telgrafa karşı çıkan müderrislerin bu konudaki ısrarının sebebine yönelik sorularına verdiği “ Yarın Allah'ın huzuruna çıkınca Ya Rabbi! Biz senin dinini okutmak istedik ama bize imkân tanımadılar diyebilmek için.” cevabı O'nun içindeki Allah korkusuyla birlikte bulunan Allah sevgisinin ve hizmet aşkının çok açık bir göstergesidir.
Zaman öyle bir zamandır ki bir devlet memuru olarak resmi görevini yerine getirmesi yani camide cemaatine İslam'ı anlatması ve Kur'an-ı Kerim'i okutmasının inkılaplara ters düştüğü iddia edilerek ilki 1939 yılında olmak üzere üç kez tutuklanmış; türlü hakaret, işkence ve iftiraların ardından her defasında beraatla serbest kalmıştır.
O da her fani gibi 16 Eylül 1959 tarihinde ağırlaşan şeker hastalığının sonucu olarak Rabb-i Rahimine iltica etmiştir. Ancak Süleyman Hilmi TUNAHAN ölümünde bile rahat bırakılmamıştır. Yakınları ve bağlıları tarafından Fatih Haziresine defnedilmesine yönelik alınan izin yok sayılarak dönemin İç İşleri Bakanı Namık GEDİK tarafından Karaca Ahmet Mezarlığında polislere hazırlatılan bir kabre defnedilmeye zorlanmış ve sonuç olarak Karaca Ahmet Mezarlığına defnedilmiştir.
72 yıllık çileli bir yaşamın sonunda vefat eden Süleyman Hilmi TUNAHAN çok sayıda din adamı yetiştirmiş; şahsi olarak bizzat kendisi ve yetiştirdiği öğrencileri ile milletimizin manevi hayatında büyük bir yer sahibi olmuştur. Yasaklara ve türlü zorluklara rağmen hayatının son anına kadar devam ettirdiği müderrislik mesleği O'nun eğitimci yönünü ön plana çıkarmıştır.
Milletin dini tedrisatını fahriyen yerine getir- mek üzere Maarif Vekâletine çektikleri telgrafa olumsuz cevap gelmesi üzerine cemiyetteki müderrislere “ Her birimiz ikişer talebe yetiştir- sek milletin daha yüz yıl dinini yaşamasını sağlarız.” yönündeki teklifte bulunmuş ve bu fikrini ilk önce kendisi uygulamaya koymuştur. Okutmak için aradığı iki talebeyi bulamayınca evdeki iki kızını okutmaya başlamış ve kızları bu uğurda yetiştirdi- ği ilk talebeleri olmuştur.
Ramazan ayında vaaz etmesi için Anadolu'ya gönderdiği bir talebesinin kendisini dinleyenlerin sayısını az bularak geri dönmesi üzerine talebesini birçok peygamberin bu dünyadan bir tek bile ümmet edinemeden gittiğini hatırlatarak öğrenci- sini dinlemeye gelen iki insan için geri göndermesi onun eğitim verilecek insanların sayılarına bakılmaksızın eğitim devam ettirilmesi gerektiği noktasındaki düşüncesini ortaya koymaktadır.
Süleyman Hilmi TUNAHAN talebelerinin niteliklerine bakmadan, talebeleri arasında ayırım yapmadan eğitime devam etmiştir. Talebeleri arasında inşaat ustaları, demirci ustaları, kalaycı ustaları, çobanlar bulunmuş ve O öğrencilerinin hepsini bir tutarak derslerine devam etmiştir. Belki de O'nun bu konudaki ihlasının mükâfatı olarak Demirci Hoca, Kalaycı Hoca adlarıyla din adamı yetiştirmek nasip edilmiştir.
Okutacak öğrenci bulamadığı bir zamanda amale pazarına giderek amelelere yevmiyelerini vererek ders okutmayı teklif etmiş ve bu şekilde öğrenci edinmiştir. Bir nevi parayla öğrenci tutmak olan bu durum onun okutacağı insanda nitelik aramaksızın, varını yoğunu ortaya koyarak halisane hizmet ettiğinin en büyük bir gösterge- sidir.
Eğitim ve öğretim metotlarında büyük çapta modernleşme ve gelişmelerin yaşandığı günümüz- de eğitimin olmazsa olmazı olarak görülen öğrenciyle bire bir ilgilenme Süleyman Hilmi TUNAHAN'da doruk notaya ulaşmıştır.
Öğrencilerinin hepsiyle bire bir ilgilenen Süleyman Hilmi TUNAHAN talebelerinin ailevi sorunları, sağlık problemleri gibi konularla yakinen ilgilenmiş ve onların dertlerini kendi derdi sayardı.
Süleyman Hilmi TUNAHAN, müderrisliğe başladığı andan itibaren derslerini devam ettirmek konusunda büyük bir dikkat göstermiştir. Özellikle medreselerin kapatılmasından sonraki süreçte her türlü güçlüğe boyun eğmeden derslerini her vesileyle devam ettirmesi; hastalığının iyice ilerlediği, kalkamayacak duruma geldiği zamanlarda bile “Ders okutursam iyileşirim, hastalığım gider.” diyerek derslerine ara vermemesi O'nun hizmet aşkını ortaya koymaktadır.
Arkasındaki takip ve kontrollerin iyiden iyiye arttığı ve ders okutacak mekan bulamaz hale geldiği bir zamanda öğrencileri ile birlikte taksi tutup İstanbul'u turlayarak ders okutması; taksi derslerinin engellenmesi sonrasında İstanbul Ankara trenine binerek trende ders okutması O'nun Kur'an-ı Kerim hizmetindeki sınır tanımaz bağlılığını ortaya koymaktadır.
Eğitimi ve öğreticiliği öğrenenin öğretme zorunluluğu şeklinde değerlendiren Süleyman Hilmi TUNAHAN “Âlimin zekâtı ilmiyledir.” düsturunu harfiyen uygulamıştır. Öğrencilerine ders okuttuğu bir sırada “Yarın hesap günüdür, Allahu Teâla, Süleyman, verdiğim ilimle ne yaptın, o ilmi sana kara topraklara göm diye mi verdim, derse ben ne cevap veririm?” şeklindeki sözü O'nun ders okutmayı ne kadar büyük bir mesuliyet olarak gördüğünün en açık göstergesidir.
“Münevver aydın kişi, münevvir aydınlatan kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver bildiğini yapan ve öğreten kişidir.” sözü ise günümüz öğretmen ve münevvirlerine öğreticilik ve aydınlatıcı olmak konusundaki sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
Sonuç olarak bir söz söylemek gerekirse vefatının 52. yılında kendisini minnet ve şükranla anıyoruz. Bizzat kendisi ve bağlılarının önderliğinde yurdun dört bir köşesinde açılan Kur'an Kursları Müslüman Türk Milletinin manevi dünyasının köşe taşlarından biri olmuştur. Her türlü zorluğa göğüs gerek başlattığı ve bağlıları tarafından devam ettirilen Kur'an-ı Kerim dersleri dolayısıyla biz kendisinden razıyız, Allah da O'ndan razı olsun.
KAYNAKÇA
KISAKÜREK Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, İstanbul, 2010, Büyük Doğu Yay.
VAKKASOĞLU Vehbi, Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar, İstanbul, 2006, Nesil Yay.
tefekkurdergisi.com