Kardeşlerim,
Size, üstad ve talebeler ve ders arkadaşları içinde faide verecek bir fikrimi beyan edeceğim. Şöyle ki:
Sizler -haddimin fevkinde- bir cihette talebemsiniz.. ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız.. ve bir cihette muin ve müşavirlerimsiniz.
sh:» (T: 191)
Aziz kardeşlerim, üstadınız lâyuhtî değil, onu hatâsız zannetmek hatâdır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla, bahçeye zarar vermez; bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasiyle, seyyienin bir sayılmak sırriyle, insaf odur ki; bir seyyie, bir hatâ görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir. Hakaike dair mesailde, külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünûhat-ı ilhamiye nev'inden olduğundan; hemen umumiyetle şüphesizdir, kat'îdir.
Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım! Benim hatâmı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrûr olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakkın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmarenin enaniyeti hesabına, hakkın hatırı olan bilmediğimiz bir hakikatı müdafaa değil, «Alerre's vel'ayn» kabul ederim.
Bilirsiniz ki, şu zamanda, şu vazife-i imaniye çok mühimdir; benim gibi zaif, fikri çok cihetlerde inkısam etmiş bir biçareye yükletmemeli; elden geldiği kadar yardım etmeli. Cenab-ı Hak, kemal-i rahmetinden, iki senedir ciddî hakaike nisbeten; yemişler, fâkiheler nev'inden tevafukat-ı lâtife ile ezhanımızı taltif etti, zihnimizi neş'elendirdi. Kemal-i merhametinden, o tevafukat-ı lâtife meyveleriyle ciddî bir hakikat-ı Kur'âniyyeye zihnimizi sevketti ve ruhumuza o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi hem fâkihe, hem kut oldu. Hem hakikat, hem ziynet ve meziyet birleşti.
Kardeşlerim, bu zamanda, dalâlet ve gaflete karşı pek çok mânevî kuvvete muhtacız. Maatteessüf, ben şahsım itibariyle çok zaif ve müflisim. Hârika kerametim yok ki, bu hakaiki onunla isbat edeyim. Ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbu celbedeyim. Ulvî bir deham yok ki onunla, ukulü teshir edeyim. Belki, Kur'ân-ı Hakîmin dergâhında bir dilenci hadîm hükmündeyim. Bu muannid ehl-i dalâletin inadını kırmak ve insafa getirmek için Kur'ân-ı Hakîmin esrarından bazan istimdat ederim. Kerâmât-ı Kur'âniye olarak, tevafukatta bir ikram-ı İlâhî hissettim, iki elimle sarıldım. Evet Kur'ândan tereşşuh eden «İşârâtül-İ'caz» ve «Risale-i Haşir» de kat'î bir işaret hissettim. Emsalleri bulunsun bulunmasın, bence bir keramet-i Kur'âniyyedir.
* * *
sh:» (T: 192)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık, çalışkan kardeşim,
Senin gördüğün vazife-i Kur'âniyyenin hepsi mübarektir. Cenab-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi arttırsın. Uhuvvet için bir düstûr beyan edeceğim. O düstûru cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider.
وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ işaret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.
Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa, kıymeti üçtür; tesanüd-ü adedî ile yazılsa, yüz onbir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimül-a'mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırriyle hareket etseler; o dört adam, dörtyüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. Sizler, koca Isparta değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz... Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Birbirini kıskanmak değil, belki bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farzettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur; çünkü vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur'ân ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar; kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl meziyetinizle iftihar ediyorum; o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum; kendimindir telâkki ediyorum. Siz de üstadınızın nazariyle birbirinize bakmalısınız.. âdetâ her biriniz, ötekinin faziletlerine nâşir olunuz.
Said Nursî
* * *
sh:» (T: 193)
Sevgili ve Muhterem Üstadım,
«Söz» lerinizin, yani risalelerinizin herbiri, birer deva-yı azîmdir. «Söz» lerinizden, pek çok feyiz alıyorum. O kadar ki, okudukça tekrar etmeyi istiyorum. Ve tekrarında duyduğum İlâhî bir zevki târif edemeyeceğim. Bugün «Söz» lerinizden değil hepsini, bir tanesini alan insafla okursa hakkı teslime; ve münkir ise, gittiği yolu terke; fâsık ise, tövbeye mecbur olacağına kat'iyyen ümitvarım...
Hüsrev
* * *
Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha gelen bir doktara yazılan mektuptur:
Merhaba, ey kendi hastalağını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum!
Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî, şayan-ı tebriktir.
Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır; ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir; ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettar, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bakiyeye inkılâb etmesi için sa'yetmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bakiyeye çekirdek ve mebde' ve menşe' cihetindedir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek; âni bir şimşeği, sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir. Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gafil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur'âniyeden tiryak-misal îmanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler. İnşâallah, senin şu intibahın senin yarana bir merhem olacağı gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar.
Hem bilirsin; me'yus ve ümitsiz bir hastaya mânevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha nâfidir. Halbuki tabiat bataklığında boğulmuş bir tabib, o biçare marîzin elîm ye'sine bir zulmet daha katar. İnşâallah, bu intibahın, seni öyle bîçarelere medar-ı teselli ve nurlu bir tabib yapar.
Bilirsin ki ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba be-
sh:» (T: 194)
nim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çük lüzumsuz şeyleri buldum. İşte, o fennî malûmatı, o felsefî maarifi; faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi, Cenab-ı Haktan bir intibah iste ki; senin fikrini, Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, o odunlara bir ateş verip nurlandırsın; lüzumsuz maarif-i fenniye, kıymettar maarif-i İlâhiyye hükmüne geçsin.
Zeki dostum! Kalb çok arzu ederdi; ehl-i fenden, envar-ı imaniyyede ve esrar-ı Kur'âniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulûsi Beye benzeyecek adamlar ileri atılsın. Hem madem, Sözler, senin vicdanınla konuşabilirler; herbir Sözü, şahsımdan değil, belki Kur'ânın dellâlından sana bir mektubdur ve eczahane-i kudsiye-i Kur'âniyeden birer reçetedir farzet. Gaybubet içinde, hâzırane bir müsahabe dairesini onlarla aç. Hem arzu ettiğin vakit bana mektup yaz; ben cevap vermesem de gücenme. Çünkü eskidenberi mektupları pek az yazarım. Hattâ üç senedir, kardeşimin çok mektuplarına karşı, bir tek cevap yazdım.
Said Nursî
* * *