Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
(Haşr Suresi, 18)
Ayette Allah korkusuna dikkat çekilmiş ve herkesin ahiret günü bu dünyada yaptıklarıyla karşılık göreceği bildirilmiştir.
Geçici bir yurt olan dünyanın yaratılış sebebi Kuran’da bildirildiği gibi “imtihandır”. (Enbiya Suresi, 35) Allah an an karşımıza çıkardığı çeşitli olaylarla bizleri denemektedir. Asıl yurt ise ahirettir. Herkes din gününde Allah’ın huzurunda hesap verecek ve dünya hayatı boyunca yaptıklarının ve yapmayıp ertelediklerinin karşılığını görecektir. Bu sebeple insanın yaşadığı her anın çok büyük değeri vardır. Bu gerçeğin bilincinde olan müminler, hayatlarının her anını Allah’ı daha fazla razı etmek için çaba göstererek geçirir, hayırlarda yarışırlar.
Ayette de bildirildiği gibi bir müminin her an ahireti için bir hazırlık yapması ve sık sık ahireti için neleri takdim edip gönderdiğine, hangi fırsatları değerlendirip ahireti kazanmaya çalıştığına bir bakması şarttır. İnsan sabah kalktığı andan, akşam yatana kadar geçen her anından sorumludur. Her anın tek tek hesabını verecektir. Bu nedenle dünya hayatında ne kadar çok salih amelde bulunursak ahirette ona göre karşılık göreceğimizi hiç unutmamamız gerekir.
Allah şu ana kadar yaşamış olan, şu an yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların hayatlarının her saniyesinin bilgisine sahiptir. Kimin ne zaman, nerede doğduğu ve öldüğü, yaşamı süresince neler yaptığı, hangi amaçlar uğruna çaba harcadığı gibi tüm detaylar O’nun bilgisi dahilindedir. Çünkü O tümünün Yaratıcısı’dır. Üstelik bu insanların her an yaptıkları işlerin yanında, kalplerinden geçirdikleri tüm bilgiler de Allah’tan gizli kalmaz. Allah insanların içlerinden geçirdikleri, niyet edip uygulamadıkları, gizlice tasarladıkları herşeyden haberdardır.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
“Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.”
(Nahl Suresi, 97)
Rahmeti kulları üzerinde sınırsız olan Rabbimiz, tüm insanlara dünya hayatında lütufta bulunan, onları esirgeyen ve bağışlayandır. Allah bu ayetiyle erkek ya da kadın tüm hayatlarını Kendisi’nin razı olacağı şekilde geçiren, korkup sakınan, Kuran hükümlerini eksiksizce uygulayan ve din ahlakının yayılması için gece gündüz fikri bir mücadele sergileyen salih kullarına, hem dünyada hem de ahirette çok güzel bir hayat müjdelemektedir. Müminler daha dünyadayken cennet benzeri huzurlu bir yaşam ile şereflendirilirler. Hayatını, ahireti esas alarak düzenleyen her durumda din ahlakına göre yaşayan bir insan aslında dünyada da olabilecek en güzel ve rahat yaşamı sürdürür. Çünkü kendi yaratılışına en uygun olan yaşam tarzı budur. Müminler de, Allah’ın üzerlerindeki rahmetini ve korumasını kavradıkları ve din ahlakını yaşadıkları için, dünya hayatının her anından zevk alırlar. Yüce Allah, Kendisi’ne yönelen, O’nun kulları için seçip beğendiği ahlakı yaşayan her mümini gerçek mutluluğa ulaştırır. Allah, müminlerin samimi, katıksız olarak ahiret yurdunu düşünen ahlaklarına karşılık olarak onları daima rızıklandırır, güzel ve temiz nimetler içinde yaşatır. Bu nimetler ise iman edenlerin Allah’a şükredip O’nu anmalarına vesile olur.
Bu dünyada salih olan, iyilik yapan insanlar, kısacık bir ömürde yaptıkları iyiliklere karşı ise ahirette sonsuz bir güzellikle karşılık göreceklerdir. Elbette cennet eşsiz ihtişamıyla, güzellikleriyle ve sonsuz nimetleriyle Rabbimiz’in kullarına çok büyük bir mükafatıdır. Rabbimiz’in kullarına olan ihsanının, rahmetinin ve sevgisinin çok önemli bir tecellisidir.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.
(A’la Suresi, 16-17)
Allah dünyayı, cenneti hatırlatacak pek çok güzel nimetle doldurmuştur. Fakat bu güzelliklerin yanına cehenneme ait olan eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada güzel şeylerin var olmadığı anlamına gelmez.
Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği cennet ve cehenneme ait özellikler birarada bulunurlar. Bu şekilde müminler hem cennet hem de cehennem hakkında fikir edinir, hem de kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine, gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz bir yaşam olan ahirete yönelirler. Allah’ın kulları için seçip beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır. Ahiret, Kuran ayetlerinde insanların gerçek ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.
Ancak ayette de bildirildiği gibi bazı kişiler dünya hayatını ahirete üstün tutmaktadırlar. Bu insanlar dünyada mükemmel bir hayat kurulabileceğini zannederler. Dünya hayatına özgü büyük kusur ve eksiklikleri ise, son derece doğal özellikler olarak görürler. Örneğin hasta olmak çoğu insana çok doğal gelir. Aynı şekilde yorgunluk, acı, sıkıntı gibi kavramlar da son derece olağan şeyler olarak karşılanır. Oysa dünya hayatına ait tüm eksiklikleri Allah çok büyük hikmetlerle yaratmıştır. İnsana düşen bu hikmetler üzerinde derin derin düşünmek ve bunlardan kendine öğütler çıkarmaktır.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
“Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller.”
(Müminun Suresi, 54-56)
Din ahlakından uzak yaşayan kimi insanlar, dünya hayatını nimetler içinde geçiriyor olabilirler. Bir insanın dünya hayatında isteyebileceği neredeyse herşeye; zenginliğe, güzelliğe, şan, şöhret, itibar ve akla gelebilecek büyük küçük her türlü imkana sahip olabilirler. Ancak Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği gibi, bunların hiçbiri onlara hayırdan yana bir şey kazandırmaz, onlar için gerçek anlamda birer nimete dönüşmez. Allah tüm bunları onların dünyada ve ahirette tadacakları azabın şiddetinin daha da artması için vermektedir. Allah onlara görünürde nimet vermekte, ama bunlardan zevk alacak ruhu yaşamalarına izin vermemektedir. Dolayısıyla bu insanlar dünya hayatının tüm güzelliklerini elde etseler de, bir anlamda “nimet içinde mahrumiyet” yaşarlar. Bir insanın isteyebileceği herşeye sahip olması, ancak bunlardan gerçek anlamda zevk alamaması ise büyük bir azaptır. Oysa din ahlakına sahip olsalar, bu nimetlerden hiç tahmin edemeyecekleri kadar derin bir zevk alacaklardır.
Bu gerçek, müminlerin hayatlarında çok belirgin bir şekilde görülür. Müminler hiçbir zaman bıkkınlığa kapılmazlar. Aksine her geçen gün, ruhlarındaki derinliğin artmasıyla birlikte, ellerindeki nimetlerin kıymetini daha da detaylı olarak anlarlar. Bunlardan her geçen an daha fazla zevk almaya, daha fazla heyecan duymaya başlarlar. Bunların her birini, Allah’ın kendilerine olan rahmetinin, sevgisinin ve lütfunun tecellileri olarak görürler.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
‘‘Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.’’
(Enfal suresi, 29)
Allah Kuran’ın bu ayetinde, ancak Kendisi’nden korkup sakınanlara verdiği özel bir anlayış olduğunu bildirmektedir. Doğruyu yanlıştan ayıran bu anlayış kuşkusuz “akıl”dır. Fakat Allah, aklı insanlara ancak samimi iman ile birlikte vermektedir. Kuran’da, aklın, insanlara çok üstün bir hayat tarzı, çok ileri bir kavrayış ve düşünme yeteneği sunan büyük bir nimet olduğu bildirilmiştir. Akıl, Allah’ın insanlar için belirlediği ve uyulduğunda en mükemmel sonuçlara ulaştıran ve kişinin Kuran ahlakını yaşamasından ve Allah korkusunu hissetmesinden kaynaklanan bir üstünlüktür. Akıllı bir insan, karşılaştığı olaylarda pek çok insanın göremediği detayları görebilir, ince teşhisler yapabilir, olaylardan en doğru ve en hikmetli sonuçları çıkarabilir. Geçmişteki tecrübelerini en iyi şekilde değerlendirerek, bunları en gerekli yerlerde en akılcı şekilde kullanabilir. Tüm bunların yanında akıl, kişinin ruhunda, güzelliklerden çok fazla zevk alabilmesini sağlayan bir derinlik de oluşturur. Bu nedenle çoğu insanın sıradan karşıladığı ve büyük bir alışkanlıkla baktığı pek çok şeyin ardında gizlenen güzellikleri, akıl sahibi insanlar hemen görebilirler.
Bunun tam tersi olarak, imanı yaşamayan kişilerde görülen en belirgin etkilerden biri ‘akılsızlık’tır. Bir kişi Kuran ahlakından uzaklaştığında ya da iman ettiğini söylediği halde samimiyetsiz davrandığında, doğruyu yanlıştan ayırt edebilme özelliğinden yoksun kalır. Bunun en önemli alameti ise kişilerin içerisinde bulundukları durumu görüp Kuran’a uygun şekilde teşhis yapamamaları ve Kuran’ı kavrayamamalarıdır. Unutulmamalıdır ki Rabbimiz, Kendisi’ne yönelen ve samimi olan her insanı akılsızlıktan arındırabilir ve ona dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaşmasını sağlayacak bir şuur açıklığı, akıl ve anlayış verebilir.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
Emeğine sağlık ellerin dert görmesin kardeşim.
Allah c.c razı olsun...
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
Alıntı:
kartal__13 Nickli Üyeden Alıntı
Emeğine sağlık ellerin dert görmesin kardeşim.
Allah c.c razı olsun...
Ecmain abi İnşallah Okuyan gözlerine sağlık.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakablarla’ çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.
(Hucurat Suresi, 11)
Allah bu ayetiyle, insanların yaşamlarının her anında alaycılığı yasaklamıştır. Ayette yasaklanan konuların her biri, Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda görülen kötü ahlak özellikleridir. Ayette dikkat çekilen, toplumların birbirleriyle alay etmesi, kendi medeniyetlerini üstün görmesi, diğer insanları küçümsemesi din ahlakının yaşanmamasının birer sonucudur. Oysa Allah Katında üstünlük ölçüsü insanların sahip oldukları Allah korkusu ve takvadır. Yoksa maddi güç, fiziksel özellikler, ileri bir teknoloji veya herhangi başka bir dünyevi ölçü insanları birbirlerinden üstün kılmaz. İnsanların farklı özelliklere sahip olması, kadın veya erkek olması, değişik ırklara mensup olması, beyaz tenli veya siyah tenli olması birer üstünlük alameti değildir.
Öte yandan ayette, kadınların da birbirleriyle alay etmesi yasaklanmıştır. Özellikle kadınların birbirlerine karşı alaycı sözler sarf etmeleri, iğneleyici konuşmalar yapmaları cahiliye toplumlarında daha sık rastlanan davranışlardandır. Hatta bu davranışlar öyle “alışılmış” olaylardır ki, iki kadın arasında geçen bu tarz bir diyalog çok makul karşılanabilir. Bir kadın başka bir kadının fiziksel yöndeki eksikliklerini mümkün olduğunca sık dile getirir. Hatta açık bir eksikliği yoksa da herhangi bir özelliğini bir kusurmuş gibi göstermeye çalışır. İçinde duyduğu kıskançlık sebebiyle her türlü iftiraya, alaycı tavra başvurabilir. Oysa Kuran’da insanların birbirlerine sıkıntı verici, taciz edici davranışlar göstermeleri çirkin bir ahlak olarak tanımlanmıştır.
Cevap: Bir Ayet Bir Açıklama...
“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür…”
(Bakara Suresi, 165)
Rabbimiz bu ayette müminler ve iman etmeyenler arasındaki sevgi anlayışının farklılığını bildirmektedir. Ayette bildirildiği gibi, insanların bir kısmı (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’a ortak koşmakta ve diğer varlıkları Allah’ı severcesine sevmektedirler. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar, sevginin asıl kaynağı olan (Allah’ı tenzih ederiz) Yüce Allah’ı sevmek yerine, bu sevgilerini doğrudan O’nun birer tecellisi olan varlıklara yöneltirler. Oysa bu, Yüce Allah’ın asla affetmeyeceğini haber verdiği (Nisa Suresi, 48) ve Kuran’da şirk koşmak olarak bildirilen çok yanlış bir sevgi anlayışıdır. İmani olgunluğa sahip müminlerin kalplerindeki sevginin asıl kaynağı ise Yüce Allah’a olan derin sevgileridir. Müminler ise, hiçbir insanın, maddenin ya da canlının gerçekte kendine ait bir gücü ya da güzelliği olmadığını bilirler. Bunların hepsini, sahip oldukları tüm özelliklerle birlikte yoktan yaratan ancak Allah’tır. Hiçbir canlı kendi güzelliğini tasarlayıp meydana getiremez. Bir insanın yüzündeki güzelliği ya da bir hayvanın sahip olduğu sevimliliği belli bir ömürle yaratan ve ecelleri geldiğinde hepsini yok edecek olan Allah’tır. Her güzellik yalnızca Allah’ın hakimiyetindedir. İşte bu nedenle mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri, insanları, hayvanları, doğayı Allah’ın yarattığını bilerek sever. Dolayısıyla asıl sevgisi, tüm bu güzellikleri ona veren ve herşeyin sahibi olan Allah’a yöneliktir.
Müminlerin Yüce Allah’a olan sevgileri dünyada hiçbir varlığa duyulamayacak kadar coşku dolu, neşe veren ve kalpleri heyecanla dolduran çok güçlü bir duygudur. Çünkü müminler, Yüce Allah’ın bahşettiği nimetleri, O’nun her şeye güç yetirdiğini ve tüm evrenin tek hakimi olduğunu, her şeyi en güzel ve hayırlı şekliyle yarattığını bilirler. Bu düşünce ve Allah’la olan manevi bağlantıları, onların Allah’a olan sevgilerini güçlendirir. Bu güçlü sevgi, Rabbimiz’in kendilerinden hoşnut olması için samimi bir gayrete dönüşür ve sonuçta müminleri, Allah’ın yarattıklarını da seven, onlara karşı şefkat ve merhamet duyan, onları korumak, onlara hayır ve güzellik getirmek isteyen dünyanın en güzel ahlaklı ve en hayırlı insanları haline getirir.