Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
32.sözün birinci mevkıfından katreler.
İşte o müddeî, evvelâ mevcudâtın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona rab ve hakiki mâlik olmakta olduğunu, zerreye tabiat lisâniyle ve felsefe diliyle söyler.
O zerre dahi, hakikat lisâniyle ve hikmet-i Rabbânî diliyle der ki:
"Ben hadsiz vazifeleri görüyorum.
Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum.
Bütün o vezâifi bana gördürecek,
sende ilim ve kudret varsa;
hem, benim gibi, had ve hesâba gelmeyen zerrât, içinde beraber gezip iş görüyoruz.
Eğer bütün emsâlim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa;
hem, kemâl-i intizam ile cüz olduğum mevcudlara,
meselâ kandaki küreyvât-ı hamrâya hakiki mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana rab olmak dâvâ et, beni Cenâb-ı Haktan başkasına isnad et. Yoksa sus!
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
"Hem, bana rab olamadığın gibi,
müdâhale dahi edemezsin.
Çünkü, vezâifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir intizam var ki, nihayetsiz bir hikmet ve muhît bir ilim sahibi olmayan, bize parmak karıştıramaz.
Eğer karışsa, karıştıracak.
Halbuki, senin gibi câmid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz."
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
O müddeî, maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki:
"Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol. Neden başkasının hesâbına çalışmasını söylüyorsun?"
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Zerre ona cevâben der:
"Eğer güneş gibi bir dimâğım
ve ziyâsı gibi ihâtalı bir ilmim
ve harareti gibi şümûllü bir kudretim
ve ziyâsındaki yedi renk gibi muhît duygularım
ve gezdiğim her yere
ve işlediğim her mevcuda müteveccih birer yüzüm
ve bakar birer gözüm
ve geçer birer sözüm bulunsa idi,
belki senin gibi ahmaklık edip, kendi kendime mâlik olduğumu dâvâ ederdim.
Haydi def' ol git, sen benden iş bulamazsın!"
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
İşte, şeriklerin vekili, zerreden meyus olunca, küreyvât-ı hamrâdan iş bulacağım diye, kandaki bir küreyvât-ı hamrâya rast gelir.
Ona esbâb nâmına ve tabiat ve felsefe lisâniyle der ki: "Ben sana rab ve mâlikim."
O küreyvât-ı hamrâ, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona hakikat lisâniyle ve hikmet-i İlâhiye dili ile der:
"Ben yalnız değilim.
Eğer sikkemiz ve memuriyetimiz ve nizâmâtımız bir olan kan ordusundaki bütün emsâlime mâlik olabilirsen;
hem, gezdiğimiz ve kemâl-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrât-ı bedene mâlik olacak
bir dakîk hikmet ve azîm kudret sende varsa,
göster ve gösterebilirsen, belki senin dâvânda bir mânâ bulunabilir.
Halbuki,
senin gibi sersem
ve senin elindeki sağır tabiat
ve kör kuvvetle, değil mâlik olmak,
belki zerre miktar karışamazsın.
Çünkü, bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki,
ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir Zât bize hükmedebilir.
Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, senin ile, senin böyle karma karışık sözlerine cevap vermeye vaktim yok" der, onu tard eder.
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, onu kandıramadığı için, o müddeî gider, bedendeki hüceyre tâbir ettikleri menzilciğe rast gelir. Felsefe ve tabiat lisâniyle der:
"Zerreye ve küreyvât-ı hamrâya söz anlattıramadım.
Belki sen sözümü anlarsın.
Çünkü, sen, gayet küçük bir menzil gibi, birkaç şeyden yapılmışsın.
Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnuum;
ve ben sana hakiki mâlikim" der.
O hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisâniyle der ki:
"Ben, çendan küçücük bir şeyim,
fakat pek büyük vazifelerim,
pek ince münâsebetlerim
ve bedenin bütün hüceyrâtına
ve heyet-i mecmûasına bağlı alâkalarım var.
Ezcümle, evride ve şerâyin damarlarına
ve hassâse ve muharrike âsablarına
ve câzibe, dâfia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karşı derin
ve mükemmel vazifelerim var.
Eğer bütün bedeni,
bütün damar ve âsab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa
ve benim emsâlim ve san'atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrât-ı bedeniyeye tasarruf edecek nâfiz bir kudret, şâmil bir hikmet sende varsa, göster;
sonra, "Ben seni yapabilirim" diye dâvâ et.
Yoksa, haydi git!
Küreyvât-ı hamrâ bana erzak getiriyorlar;
küreyvât-ı beyzâ da bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar.
İşim var, beni meşgul etme.
"Hem, senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü, bizde o derece ince ve nâzik ve mükemmel bir intizam var ki; eğer bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamımız bozulur, nizâmımız karışır."
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra o müddeî onda da meyus oldu. Bir insanın bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisânı ile tabiiyyunun dedikleri gibi, der ki: "Sen benimsin, seni yapan benim. Veya sende hissem var."
Cevâben, o beden-i insanî, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamının lisân-ı haliyle der ki:
"Eğer bütün emsâlimiz
ve yüzümüzdeki sikke-i kudret
ve turra-i fıtrat bir olan bütün insanların bedenlerine hakiki mutasarrıf olacak olan bir kudret ve ilim sende varsa,
hem sudan ve havadan tut, tâ nebâtât ve hayvanâta kadar benim erzakımın mahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa,
hem ben kılıf olduğum gayet geniş ve yüksek olan ruh, kalb, akıl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfta yerleştirerek, kemâl-i hikmetle istihdam edip ibâdet ettirecek, sende böyle nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa, göster.
Sonra 'Ben seni yaptım' de. Yoksa, sus!
"Hem, bendeki intizam-ı ekmelin şehâdetiyle
ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle,
benim Sâniim herşeye kadîr, herşeye alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitir bir Zâttır.
Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san'atına karışamaz, zerre miktar müdâhale edemez."
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
O şeriklerin vekili, bedende dahi parmak karıştıracak yer bulamaz. Gider, insanın nevine rast gelir.
Kalbinden der ki:
"Belki bu dağınık, karma karışık olan cemaat içinde,
şeytan onların ef'âl-i ihtiyâriye ve içtimâiyelerine karıştığı gibi,
belki ben de ahvâl-i vücudiye ve fıtriyelerine karışabileceğim
ve parmak karıştıracak bir yer bulacağım.
Ve onda bir yol bulup, beni tard eden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icrâ ederim."
Onun için, beşerin nevine yine sağır tabiat ve sersem felsefe lisâni yle der ki: "Siz çok karışık bir şey görünüyorsunuz. Ben size rab ve mâlikim. Veyahut hissedarım" der.
O vakit, nev-i insan, hak ve hakikat lisâniyle, hikmet ve intizamın diliyle der ki:
"Eğer bütün küre-i arza giydirilen
ve nevimiz gibi bütün hayvanât ve nebâtâtın yüz bin envaından rengârenk atkı ve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleği
ve yeryüzüne serilen ve yüz binler zîhayat envaından nesc olunan ve gayet nakışlı bir sûrette icad edilen haliçeyi yapacak
ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa;
hem, eğer biz meyve olduğumuz küre-i arza
ve çekirdek olduğumuz âlemde tasarruf edecek
ve hayatımıza lâzım maddeleri mîzan-ı hikmetle aktâr-ı âlemden bize gönderecek muhît bir kudret ve şâmil bir hikmet sende varsa;
ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiş ve gelecek emsâlimizi icad edecek bir iktidar sende varsa,
belki bana rubûbiyet dâvâ edebilirsin.
Yoksa, haydi sus!
Benim nevimdeki karma karışıklığa bakıp, 'Parmak karıştırabilirim' deme.
Çünkü intizam mükemmeldir.
O karma karışık zannettiğin vaziyetler, kudretin kader kitabına göre kemâl-i intizamla bir istinsahtır.
Çünkü, bizden çok aşağı olan ve bizim taht-ı nezâretimizde bulunan hayvanât ve nebâtâtın kemâl-i intizamları gösteriyor ki, bizdeki karışıklıklar bir nevi kitâbettir.
"Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafına yayılan bir atkı ipini san'atkârâne yerleştiren, haliçenin ustasından başkası olsun?
Hem, bir meyvenin mûcidi, ağacının mûcidinden başkası olsun?
Hem, çekirdeği icad eden, çekirdekli cismin sâniinden başkası olsun?
"Hem gözün kördür;
yüzümdeki mu'cizât-ı kudreti,
mahiyetimizdeki havârik-ı fıtratı görmüyorsun.
Eğer görsen, anlarsın ki,
benim Sâniim öyle bir Zâttır ki, hiçbir şey Ondan gizlenemez, hiçbir şey Ona nazlanıp ağır gelemez.
Yıldızlar, zerreler kadar Ona kolay gelir.
Bir baharı bir çiçek kadar suhûletle icad eder.
Koca kâinatın fihristesini kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derc eden bir Zâttır.
Böyle bir Zâtın san'atına senin gibi câmid, âciz ve kör, sağır, parmak karıştırabilir mi?
Öyle ise sus, def' ol git!" der, onu tard eder.
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra, o müddeî gider, zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbâb nâmına ve tabiat lisâniyle ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dâvâ eder.
O vakit, o gömlek, o haliçe, hak ve hakikat nâmına, lisân-ı hikmetle o müddeîye der ki:
"Eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip,
sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan
ve yeniden gelecek zamanlarda giydirilecek
ve kemâl-i intizam ile kader dairesinde programları ve biçimleri çizilen ve tâyin olunan
ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri,
haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve san'at sende varsa,
hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar,
belki ezelden ebede kadar ulaşacak hikmetli, kudretli iki mânevî elin varsa
ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad edecek kemâl-i intizam ve hikmetle tâmir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde tutup mûcid olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et.
Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.
"Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet
ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki,
bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan
ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birden görmeyen
ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan
ve her yerde hâzır ve nâzır bulunmayan
ve mekândan münezzeh olmayan
ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan,
bize sahip olamaz ve müdâhale edemez
Cevap: Kainatta Şirke Geçit Yoktur!
Sonra o müddeî gider, "Belki küre-i arzı kandırıp, orada bir yer bulurum" der. Gider, küre-i arza, yine esbâb nâmına ve tabiat lisâniyle der ki: "Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise sen benim olabilirsin."
O vakit, küre-i arz, hak nâmına ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:
"Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim?
Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun
ve hikmetsiz ve san'atsız görmüş müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin?
Eğer hareket-i seneviyem ile takrîben yirmi beş bin senelik bir mesafede, bir senede gezdiğim
ve kemâl-i mîzan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeye hakiki mâlik olabilirsen;
ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyâreye
ve gezdikleri bütün dairelere
ve bizim imamımız
ve biz onunla bağlı ve câzibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz
güneşi icad edip yerleştirecek
ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızları ona bağlayacak
ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rubûbiyet dâvâ et.
Yoksa, haydi cehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.
"Hem bizlerdeki haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki,
bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar.
Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi,
kolayca güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır."