-
Cevap: islam tarihi
Alaeddin Meliksah:
Mama Hatun'un Saltuklu tahtından uzaklaştırılması üzerine yerine yeğeni Alaeddin Melikşah geçti (597/1200-1201).
Bu dönemde Anadolu'daki diğer beylikler gibi Saltuklular da Anadolu Selçuklu devletinin tehdidine maruz kalmışlardı. Anadolu'nun fethinde, Rumlar ve Gürcüler'le yapılan savaşlarda, Azerbaycan ve Türkistan'dan gelen göç ve ticaret yollarının açık tutulmasında önemli rol oynayan Saltuklu hanedanı, son zamanlarında Gürcü saldırılarına karşı mukavemet edemez olmuştu. Azerbaycan atabeği Kızıl Arslan (1191) ve Ahlat şahı Beğtimur'un (1193) ölümlerinden sonra Gürcüler Kafkaslar'dan inerek Türk topraklarını işgal ve yağma etmeye, masum halkı öldürmeye başlamışlardı. Nitekim yukarıda ifade ettiğimiz gibi Nâsireddin Muhammed devrinde Erzurum'a kadar gelerek surlar dışındaki halkı esir etmeleri üzerine şehirlerini canla başla savunan Erzurumlular karşısında geri çekilmişlerdi. Daha sonra Kars üzerine yürüyerek şehri istilâ etmeleri, Türkler için çok büyük bir felâket oldu.
Bu sebeplerden dolayı Anadolu Selçuklu sultanı Rükneddin Süleymanşah, 598 (1202) tarihinde Gürcistan seferine çıktı ve Doğu Anadolu'daki tâbi hükümdar ve beylere haber gönderip kendisine katılmalarını istedi. Bu arada Saltuklu hükümdarı Alaeddin Melikşah'ı da huzuruna çağırdı. O da sultanı Erzurum yakınlarında törenle ve tevazu ile karşıladı. İbn Bîbî onun sultanı karşılamada kusurlu davrandığını, geç kaldığını ve bu yüzden tevkif edildiğini söylerken, diğer kaynaklar barış müzakereleri sırasında tevkif ve hapsedildiğini ifade ederler. 2 Sevval 598 (25 Mayis 1202) tarihinde Erzurum'a varan Sultan Rükneddin, son Saltuklu hükümdarını hapsetti. Topraklarını da kardeşi ve Elbistan meliki Mugiseddin Tugrulşah'a teslim ederek Saltuklu hanedanına son verdi.
2. Saltuklular'ın Yıkılışı
Erzurum'un Aşağı Micingerd köyünde bulunan ve muhtemelen 630 tarihli bir kitabeden anlaşıldığına göre, Ebû Mansur adlı Saltuklu beyi Selçuklular Saltuk ilini kendi topraklarına kattıktan sonra da Paşinler'i hâkimiyeti altında tutmaya devam etmiştir. Rivayete göre Melikşah'ın ahfâdi Yavuz Sultan Selim devrine kadar Çemişkezek'de hüküm sürmüşlerdir.
Saltuklu toprakları 1225 yılına kadar Mugîseddin Tuğrulşah'ın elinde kaldı. Onun ölümünden sonra yerine Rükneddin Cihanşah geçti (1225-1230). Selçuklular 1243'de Kösedağ savaşında ağır bir mağlubiyete uğramışlarsa da Alaeddin Keykubad zamanında Erzurum dahil Gürcistan'a kadar uzanan topraklar Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırlari içinde kabul edilmiştir.
Saltuklu hanedanı başlangıçta Büyük Selçuklu sultanlarına, sonra da sırasıyla Azerbaycan atabeğlerine, Irak Selçukluları'na ve nihayet Anadolu Selçukluları'na tâbi olmuşlardır.
Saltuklular zamanında Erzurum da diğer Anadolu şehirleri gibi iktisadî ve ticarî açıdan oldukça müreffeh bir şehir idi. Bölge Akdeniz limanlarından ve Suriye'den hareket edip Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan'a, iran'a giden veya Türkistan'dan Erzurum'a gelip aynı yoldan Akdeniz veya Trabzon limanlarına giden büyük bir kervan yolunun güzergâhında bulunduğu için ticarî hayat çok canlıydı. Ayrıca sahip olduğu geniş otlaklarıyla zengin bir hayvancılık potansiyeline sahipti.
Saltuklular'dan zamanımıza intikal eden başlıca mimarî eserler şunlardır: Kale Camii, Tepsi Minare, Ulu Cami. Bunlardan ilk ikisi Melik Gazi tarafından; Ulu Cami de 575 (1179) yılında izzeddin Saltuk'un oğlu Nâsireddin Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Üç Kümbetler denilen türbelerden biri izzeddin Saltuk'a ait olup türbenin yanında bir de zaviye vardır. Ayrıca Tercan'da Mama Hatun tarafından yaptırılmış olan bir kervansaray ile bir de türbe mevcuttur. 630 (1232-1233) yılında Ebû Mansur tarafından yaptırılmış olan Micingerd kalesi de Saltuklular'a ait önemli eserlerden biridir.
-
Cevap: islam tarihi
Alaeddin Melikşah:
Mama Hatun'un Saltuklu tahtından uzaklaştırılması üzerine yerine yeğeni Alaeddin Melikşah geçti (597/1200-1201).
Bu dönemde Anadolu'daki diğer beylikler gibi Saltuklular da Anadolu Selçuklu devletinin tehdidine maruz kalmışlardı. Anadolu'nun fethinde, Rumlar ve Gürcüler'le yapılan savaşlarda, Azerbaycan ve Türkistan'dan gelen göç ve ticaret yollarının açık tutulmasında önemli rol oynayan Saltuklu hanedanı, son zamanlarında Gürcü saldırılarına karşı mukavemet edemez olmuştu. Azerbaycan atabeği Kızıl Arslan (1191) ve Ahlat şahı Beğtimur'un (1193) ölümlerinden sonra Gürcüler Kafkaslar'dan inerek Türk topraklarını işgal ve yağma etmeye, masum halkı öldürmeye başlamışlardı. Nitekim yukarıda ifade ettiğimiz gibi Nâsireddin Muhammed devrinde Erzurum'a kadar gelerek surlar dışındaki halkı esir etmeleri üzerine şehirlerini canla başla savunan Erzurumlular karşısında geri çekilmişlerdi. Daha sonra Kars üzerine yürüyerek şehri istilâ etmeleri, Türkler için çok büyük bir felâket oldu.
Bu sebeplerden dolayı Anadolu Selçuklu sultanı Rükneddin Süleymanşah, 598 (1202) tarihinde Gürcistan seferine çıktı ve Doğu Anadolu'daki tâbi hükümdar ve beylere haber gönderip kendisine katılmalarını istedi. Bu arada Saltuklu hükümdarı Alaeddin Melikşah'ı da huzuruna çağırdı. O da sultanı Erzurum yakınlarında törenle ve tevazu ile karşıladı. İbn Bîbî onun sultanı karşılamada kusurlu davrandığını, geç kaldığını ve bu yüzden tevkif edildiğini söylerken, diğer kaynaklar barış müzakereleri sırasında tevkif ve hapsedildiğini ifade ederler. 2 Sevval 598 (25 Mayis 1202) tarihinde Erzurum'a varan Sultan Rükneddin, son Saltuklu hükümdarını hapsetti. Topraklarını da kardeşi ve Elbistan meliki Mugiseddin Tugrulşah'a teslim ederek Saltuklu hanedanına son verdi.
2. Saltuklular'ın Yıkılışı
Erzurum'un Aşağı Micingerd köyünde bulunan ve muhtemelen 630 tarihli bir kitabeden anlaşıldığına göre, Ebû Mansur adlı Saltuklu beyi Selçuklular Saltuk ilini kendi topraklarına kattıktan sonra da Paşinler'i hâkimiyeti altında tutmaya devam etmiştir. Rivayete göre Melikşah'ın ahfâdi Yavuz Sultan Selim devrine kadar Çemişkezek'de hüküm sürmüşlerdir.
Saltuklu toprakları 1225 yılına kadar Mugîseddin Tuğrulşah'ın elinde kaldı. Onun ölümünden sonra yerine Rükneddin Cihanşah geçti (1225-1230). Selçuklular 1243'de Kösedağ savaşında ağır bir mağlubiyete uğramışlarsa da Alaeddin Keykubad zamanında Erzurum dahil Gürcistan'a kadar uzanan topraklar Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırlari içinde kabul edilmiştir.
Saltuklu hanedanı başlangıçta Büyük Selçuklu sultanlarına, sonra da sırasıyla Azerbaycan atabeğlerine, Irak Selçukluları'na ve nihayet Anadolu Selçukluları'na tâbi olmuşlardır.
Saltuklular zamanında Erzurum da diğer Anadolu şehirleri gibi iktisadî ve ticarî açıdan oldukça müreffeh bir şehir idi. Bölge Akdeniz limanlarından ve Suriye'den hareket edip Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan'a, iran'a giden veya Türkistan'dan Erzurum'a gelip aynı yoldan Akdeniz veya Trabzon limanlarına giden büyük bir kervan yolunun güzergâhında bulunduğu için ticarî hayat çok canlıydı. Ayrıca sahip olduğu geniş otlaklarıyla zengin bir hayvancılık potansiyeline sahipti.
Saltuklular'dan zamanımıza intikal eden başlıca mimarî eserler şunlardır: Kale Camii, Tepsi Minare, Ulu Cami. Bunlardan ilk ikisi Melik Gazi tarafından; Ulu Cami de 575 (1179) yılında izzeddin Saltuk'un oğlu Nâsireddin Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Üç Kümbetler denilen türbelerden biri izzeddin Saltuk'a ait olup türbenin yanında bir de zaviye vardır. Ayrıca Tercan'da Mama Hatun tarafından yaptırılmış olan bir kervansaray ile bir de türbe mevcuttur. 630 (1232-1233) yılında Ebû Mansur tarafından yaptırılmış olan Micingerd kalesi de Saltuklular'a ait önemli eserlerden biridir.
-
Cevap: islam tarihi
MENGÜCÜKLÜLER
1. Mengücüklüler'in Kuruluşu
Mengücüklüler, Malazgirt zaferinden sonra Erzincan, Kemah, Divrigi ve Sarki Karahisar (Kögonya/Sebinkarahisar)'i fethederek yaklaşık 1227 yılına kadar burada hüküm süren bir Türk beyliğidir.
Beyliğin kurucusu olan Mengücük Gazi, Sultan Alparslan ile Malazgirt savaşına katılmış ve zaferden sonra Karasu (Yukarı Fırat) ve Çaltı nehirleri vadilerinin fethiyle görevlendirilmiştir. Mengücük Gazi'nin hangi boya mensup olduğu kesin olarak tesbit edilememiştir. Yazıcıoğlu Ali'nin Mengücüklü Fahreddin Behram Şah'ın Anadolu Selçuklu Sultanı II.Süleyman Şah'ın (1196-1204) Gürcistan seferine Salurlar ve Bayındırlar ile katıldığına dair sözleri ihtiyatla karşılanmalıdır. Ancak Divrigi yöresindeki Türklerin büyük bir kısmının Salurlar'dan olduğu kabul edilmektedir. Bu yöreyi fetheden Mengücük Gazi, Erzincan, Kemah, Divrigi ve Şarkı Karahisar'ı hâkimiyeti altına alarak kendi adıyla anılan beyliği kurmuştur. Zahireddin Nisâburî ile Müneccimbaşı; Mengücük Gazi'nin Alparslan tarafından Anadolu'da görevlendirildiğini ve yukarıda adı geçen şehirleri ona ikta ettiğini söylerler. İbn Bibî ise Mengücük Gazi'yi Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmisoglu Süleymansah'in beyleri arasında sayar. Mengücük Gazi, Oğuzlar'ın Kayi, Bayat, Karaevli veya Alkaevli boylarından birine mensuptur. Kitabelerdeki bilgi ve motiflere bakılarak Mengücükler'in Türkler'in asil bir ailesine mensup oldukları ve bu sebeple Selçuklu hanedanı nezdinde daima itibar gördükleri söylenebilir.
Kemah'ın kuzeybatısında Karasu kıyısında Melik Gazi'ye atfedilen bir kümbetin Farsça kitabesinde Mengücük Gazi hakkında şu ibareler vardır: "Âlim, âdil, ülkeler fetheden, halkın sığınağı; Erzurum, Erzincan, Kemah, Diyarbekir ve bunların kalelerini alan, dinsizlerin ciğerlerini dağlayan, boyunlarını kılıçla vuran Mengücük Gazi... Allah rûhunu şâdeylesin, kabrini nurlandırsın, günahlarını bağışlasın...".
Müneccimbaşı, Mengücük Gazi'nin Kılıç Arslan ve Danışmend Gazi ile beraber Gürcüler, Rumlar ve Abhazlarla savaştığını söyler. Mengücük Gazi çok akıllı, ileri görüşlü, cesur ve tedbirli bir bey idi. Divrigi Ulu Camii kitabesinde yer alan Alp, Kutluğ, Tuğrul ve Tekin gibi ünvanlar onun Oğuz beyleri arasında önemli bir yeri olduğunu gösterir. Divrigi Sitti Melek (Melike) türbesindeki kitabede ise kocası Şaban Şah'tan "el-Merhûm, es-Saîd, es-Şehîd, el-Gazî" diye bahsedilir. Mengücük'ün "Gazi" ünvanını alması onun Anadolu'nun fethi sırasında nice savaşlara katılıp kahramanlıklar gösterdiğine ve halkın gönlünde taht kurduğuna delalet eder. İlk Anadolu fâtihleri gibi Mengücük Gazi de halk arasında evliya mertebesine yükselmiş ve türbesi asırlardır halkın ziyaretgâhı olmuştur.
Mengücük Gazi ve evlâdına ait türbelerin Kemah'ta bulunması, Mengücükler'in ilk başkentinin burası olduğunu gösterir.
Mengücük Gazi'nin ölüm tarihi tesbit edilememiştir. Ancak onun 1118 yılında hayatta olmadığı bilinmektedir.
Mengücük Gazi'nin ölümünden sonra yerine oğlu İshak geçmiştir. 1118 yılında Erzincan, Kemah ve Divrigi'ye hâkim olan Mengücüklüler'in başında İshak'ı görmekteyiz. Danışmendli Melik Gazi'nin damadı olan İshak, sözkonusu tarihte Malatya'yı yağmalayınca şehri oğlu Tuğrul adına idare etmekte olan I. Kılıç Arslan'ın karısı Ayşe Hatun, Urfa kontu Joscelin'e haber gönderip yardım istedi. İshak muhtemelen Artuklu Belek Gazi'den intikam almak maksadıyla Malatya'yı yağmalamıştı. Çünkü İshak 1113 yılında Ayşe Hatun ile evlenen ve Tuğrul Arslan'ın atabeği olan Belek Gazi'ye kin besliyordu. Belek Gazi, bu saldırıya karşılık vermek için hazırlıklara başladı ve 1120 tarihinde Kemah'a girdi. Belek ile başa çıkamayacağını anlayan Mengücükoğlu İshak, Bizans İmparatorluğunun Trabzon valisi Konstantin Gabras'in yanına giderek ondan yardım istedi.
Gabras, İshak ile ittifak yaparak Belek'in üzerine yürüdü. Buna karşılık Belek de Danışmendli Melik Gazi ile işbirliği yaptı. 514 (1120) yılında Erzincan yakınlarındaki Siran (Serman)'da vuku bulan savaşta Gabras ile Mengücükoğlu çok ağır bir mağlubiyete uğrayıp esir düştüler. Ayrıca beşbin Rum askeri öldürüldü ve esir alındı. Trabzon dükasi Gabras, otuzbin altın fidye ödeyerek kurtulurken, İshak da Melik Gazi'nin damadı olduğu için serbest bırakıldı. Halbuki Belek Gazi, İshak'in öldürülmesinden yana idi. Onun kendisinden habersiz salıverilmesine çok içerleyen Belek, Danışmendlilerle yaptığı ittifaka son vermiş ve bu yüzden Trabzon dükalığına yapılması planlanan saldırı da gerçekleşmemiştir.
Halbuki bu zaferin kazanılmasında Belek'in rolü çok büyüktü. Mengücükoğlu İshak, bu olaydan sonra Melik Gazi'nin nüfuzu altına girdi ve yirmibeş yıl hüküm sürdükten sonra 1142'de öldü. İshak'ın Mengücükoğulları seceresindeki yeri, Mengücük Gazi'nin oğlu olduğunun Divriği Sitti Melek türbesinin kitabesinden okunmasından sonra artık kesin olarak tespit edilmiştir. Kemah emîrinin ölümü üzerine Danışmendli Mehmed, bu şehri ele geçirdi. Ancak aynı yıl onun da vefat ettiğini görüyoruz. Danışmendliler'in Kemah'ı zaptetmeleri bu iki aile arasındaki ilişkilerin iyi olmadığına delâlet eder.
İshak'ın ölümünden sonra, Mengücüklüler'in Kemah-Erzincan ve Divrigi olmak üzere iki ayrı kol hâlinde hüküm sürdüklerini görüyoruz. İshak'ın oğullarından Davud Kemah-Erzincan, Süleyman da Divrigi kolunun başına geçmiştir.
-
Cevap: islam tarihi
Kemah-Erzincan Mengücüklüleri:
Bu kolun ilk meliki olduğunu ifade ettiğimiz Davud hakkında yeterli bilgi yoktur. Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Kılıç Arslan taraftarı olduğu için Danışmendli Yagıbasan tarafından 1162 tarihinde öldürülmüştür. Müneccimbaşı ondan Alaeddin Davud olarak bahseder ve bir müddet hükümdarlık yaptıktan sonra öldüğünü kaydeder.
Davud'dan sonra Mengücüklüler'in başına oğlu Fahreddin Behramşah geçti. Hanedanın İshak'ın ölümünden sonra iki kola ayrılması, onları oldukça zayıflatmış ve çevredeki devletler karşısında güçsüz düşürmüştü. II. Kılıç Arslan 12 Ramazan 559 (3 Ağustos 1164) tarihinde Danışmendoğulları'nı ortadan kaldırıp topraklarını ülkesine kattığı gibi Mengücük beyliğini de nüfuzu altına aldı. Fakat bu dönem Mengücüklüler için bir huzur ve refah dönemi oldu. Behramsah'ın II. Kılıç Arslan'ın damadı olması ve kızlarını Anadolu Selçuklu hanedanı mensuplarıyla evlendirmesi iki hanedan arasındaki münasebetlerin müspet yönde gelişmesine zemin hazırladı.
Genceli şair Nizamî'nin Fahreddin Behramşah'a takdim ettiği Mahzenü'l-Esrâr adlı eserinde ondan Gürcistan galibi olarak bahsetmesine bakılırsa o dönemde Kars ve Anı gibi şehirlere defalarca saldıran ve pek çok müslümanın kanını döken Gürcülerle cihad ettiği söylenebilir. Behramşah'ın dikkati çeken faaliyetlerinden biri de kayınpederi II. Kılıç Arslan ile oğlu Kutbeddin Melikşah arasında 1188 yılında vukubulan mücadelelere müdahale etmesidir. İki tarafı barıştırmak için tesebbüse geçen Behramşah, Konya'ya giderek bu anlaşmazlığa sebep olan Vezir İhtiyareddin Hasan'ı yakalayıp Sivas'a götürmek için sultandan izin aldı. Fakat vezir yolda Türkmenler'in hücumuna maruz kaldı ve aile efradıyla birlikte öldürüldü.
Mengücüklülerle Anadolu Selçukluları arasındaki bu ilişkiler Rükneddin II. Süleymanşah zamanında da devam etti. Fahreddin Behramşah, 598 (1202) yılında Süleymanşah'ın Gürcistan seferine katıldı. Fakat Selçuklu kuvvetlerinin mağlubiyetiyle sonuçlanan savaşta esir düştü. Kraliçe Tamara, ona bir esir değil adeta bir misafir muamelesi yaptı ve bir süre sonra ülkesine gönderdi. Başka bir rivayete göre ise fidye ödeyerek kurtuldu. Behramşah, bu sefer sırasındaki başarıları sebebiyle "Gazi" ünvanina lâyık görüldü. Ravendî onun bu seferdeki gayretleri ve Süleymanşah'a sadakatine temas ederek şöyle der:
"Damad Emîr İsfehsâlâr-ı Kebîr, âlim, adaletli, Allah'ın yardımına mazhar olmuş, muzaffer, ikbal sahibi, dinin yardımcısı ve emîrlerin hükümdarı Gazi Fahreddin Behramşah'ın canını feda edecek kadar hükümdara taraftar olduğu, onun iyiliğini istediği ve eşsizliği Abhazlarla yapılan muharebe meydanında çıktı. Çünkü orada canını feda edip kulların kurtulması için çalıştı".
Selçuklu sultanı I. İzzeddin Keykavus, Behramşah'ın son yıllarında kızı Selçuk Hatun ile evlendi. Bu durum iki aile arasındaki dostâne ilişkilerin devam ettiğini gösterir. Ayrıca bu düğünle ilgili rivayetler o dönemin sosyal ve medenî hayatını gayet güzel yansıtır. Erzincan'a dünür gönderen İzzeddin Keykâvus müsbet cevap alınca ülkenin her tarafından meşhur terziler ve sanatkârlar getirterek gelinin çeyizlerini hazırlattı. Selçuk Hatun'a ipekli elbiseler, mücevherler, gerdanlıklar, altın ve gümüş eşya, köle ve cariyeler, atlar ve katırlar hazırlandıktan sonra muhteşem düğün alayı büyük emîrlerin refakatınde yola çıkarıldı. Nikâh, Kadı Sadreddin tarafından kıyıldı. Bunu Sivas ve Erzincan'da görkemli düğünler takip etti. Gelin Erzincan'dan Sivas'a gelince şehirde bir hafta süren düğün ve şenlikler yapıldı. Bu vesileyle emîrlere hediyeler verildi.
Fahreddin Behramşah, uzun süren hükümdarlığı döneminde dört Anadolu Selçuklu hükümdarıyla birlikte oldu. Bunlar II. Kılıç Arslan, Giyaseddin Keyhüsrev, Rükneddin Süleyman ve Alaeddin Keykubat'tır.
Rivayete göre Belh'den Anadolu'ya gelen Sultanü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, Erzincan'dan geçerken Behramşah ve karısı İsmet Hatun'un misafiri olmuş ve burada kendisi için inşa edilen medresede üç-dört yıl ders vermiştir.
Behramşah 622 (1225) yılında Erzincan'da öldü. Erzincan civarındaki Aşağı Ula köyü yakınında harabe halindeki türbe büyük bir ihtimalle ona aittir ve Melik Fahreddin Türbesi olarak meşhurdur. Behramşah'ın bastırdığı en eski sikke, 563 (1167-1168) tarihlidir. Bu paraların bir yüzünde Behramşah'ın, diğer yüzünde ise metbû hükümdar sıfatıyla II. Kılıç Arslan'ın adı yazılıdır. İbnü'l-Esîr onun altmış yıldan fazla hükümdarlık yaptığını söyler. Onun devrinde Kemah'ın yerine başkent olan Erzincan çok gelişmiş ve şehir önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Fakat sık sık vukubulan depremler yüzünden mimarî eserler günümüze intikal edememiştir.
-
Cevap: islam tarihi
>>>
Behramsah akıllı, güzel huylu, halka ve askerlere karşı şefkatli bir hükümdardı. şair ve âlimleri himaye ederdi. Yukarıda kısaca temas ettiğimiz gibi Doğu'nun meşhur şairi Genceli Nizamî Mahzenü'l-Esrâr adlı eserini ona ithaf etmiş ve beşbin dinar ve iyi cins beş katır ile ödüllendirilmiştir.
Behramşah çok hayırseverdi. Zengin-fakir, yerli-yabancı farkı gözetmeden herkese iyilik etmek isterdi. Kış mevsiminde kuşların açlıktan ölmemesi için arabalarla dağlara yem gönderdi. Bu davranış günümüzde bile eşine az rastlanan mükemmel bir şefkat ve merhamet numûnesidir.
Behramşah'ın yerine oğlu Alâeddin Davudşah geçti. Diğer oğlu Muzaffereddin Muhammed de şarki Karahisar meliki oldu. Behramşah'ın diğer oğlu Selçukşah ise otuzbeş yıldır Kemah'ta hüküm sürmekteydi ve babasından önce vefat etmişti. Davudşah'ın Erzincan ile beraber Kemah'a da hâkim olması bunu teyid etmektedir. Ayrıca kaynaklar bu tarihte Behramşah'ın sadece Davud ve Muhammed adlı çocuklarından bahsederler.
Aydın bir hükümdar olan Behramşah, her iki oğlunu da gayet mükemmel bir şekilde eğitmişti. Davudşah da babası gibi mantık, matematik, ilâhiyat, ilm-i nücûm, edebiyat ve felsefeye vâkıftı. Farsça güzel şiirler yazardı.
İlme karşı duyduğu yakın ilgi dolayısıyla meşhur tıp âlimi Muvaffakuddin Abdüllâtif-i Bagdâdî'yi sarayına davet edip kendisine maaş bağladı. O da Davudşah adına eserler yazdı. Davudşah'ın ilim adamlarını himaye etmesi sebebiyle Erzincan'da ilim ve kültür düzeyi yükseldi ve meşhur uzmanlar yetişti. Meselâ o devrin önde gelen simâlarından Alâeddin Erzincanî, Rükneddin Kılıç Arslan'ı tedavi etmişti.
Davudşah ilim alanındaki başarısını, ülke yönetiminde gösteremedi. Halka zulme varan davranışları, devlet adamlarını haksızca cezalandırıp mallarına el koyması, ülkede büyük bir huzursuzluğa sebep oldu. Son zamanlarında ise bazı emîrleri öldürttü. Bu durumu diğer emîrleri de endişeye sevketti ve onlar da aynı akibete uğramaktan korkarak Sultan Alâeddin Keykubat'a sığındılar. Rivayete göre Sultan Alâeddin Keykubat, Harezmşah Celâleddin ve Moğol istilâsı dolayısıyla sınırlarını müdafaa edemeyeceklerini hattâ onlarla işbirliği yapabileceklerini düşünerek Mengücükler'i ve benzeri beylikleri hâkimiyeti altına almak lüzumunu hissetmiş ve bu da Davudşah ile Anadolu Selçuklu hükümdarının arasının bozulmasına sebep olmuştu. Bu gelişmeler Mengücüklü emîrler arasında da huzursuzluk kaynağı olmuş ve bu yüzden Davudşah bazı emîrleri öldürtmüştür. Alâeddin Keykubat kendisine sığınan emîrleri himayesi altına aldığını söyleyerek bunların mallarını iade etmesini ve hapsettiği Selçuklu taraftari emîrleri de serbest bırakmasını istemiştir.
Davudşah, önce bu teklifi reddettiyse de daha sonra bu davranışının akibetinden korkarak sultanın emrini yerine getirmeyi uygun bulmuştur. Sultanın bu emîrlere ilgi göstermesine üzülen Davudşah, bu meseleyi kökünden halletmek için yeterli hediyelerle Kayseri'de bulunan sultanın yanına gitti. Sultanla görüşerek sadakatini ifade etti ve ondan bir ahidnâme aldı. Buna göre Mengücük beyi sultana sadakatle bağlı kaldığı sürece onun yardım ve desteğine mazhar olacaktı. Fakat Erzincan'a dönünce verdiği sözü unuttu ve bu emîrlerin sultanı kandırmalarından korkarak Erzurum melikii Muğîseddin Tuğrulşah'ın oğlu Cihanşah'a ittifak teklif etti. Ayrıca Eyyubîler'den Melik Eşref ve Celâleddin Harezmşah'tan da yardım istedi. Fakat bu tesebbüslerden bir netice elde edemeyeceğini anlayınca Alâeddin Keykubad ile yeniden anlaşmak için seferber oldu. Oğlunu rehine gönderip sultanı kendi lehine çevirmek istediyse de başarılı olamadı.
Erzurum meliki Cihanşah'ın hareketlerinden de rahatsız olan sultan, bu Erzurum meliki üzerine yürüyeceğini söyleyerek Davudşahın da kendisine katılmasını istedi. Sivas'tan yola çıkan Alâeddin Keykubad, kendisine katılan Davudşahı yakalattı ve hiçbir mukavemetle karşılasmadan Erzincan'a hâkim oldu. Müstahkem Kemah kalesi teslim olmamak için bir müddet direndiyse de Davudşah, ölümle tehdit edilince kale muhafızlarına haber gönderip teslim olmalarını istemek zorunda kaldı. Böylece Mengücüklüler'in Erzincan-Kemah kolu sona ermiş oldu (10 Zilhicce 625/10 Kasım 1228).
Farsça da bilen Davudşah tahsilli bir hükümdardı. Mantık, ilâhiyat, ilm-i nücûm vb. pek çok ilme vakıf idi. Abdullatif el-Bağdâdî de bir süre onun sarayında kalmış ve bazı eserlerini onun adına kaleme almıştır.
Bu gelişmeler üzerine Eyyubî hükümdarı Melik Eşref'e tâbi olan Cihanşah onun himayesine girmiştir. Eyyubîlerle bozuşmak istemeyen Sultan Alâeddin, Ertokus'u Muzaffereddin Muhammed'in idaresindeki şarkî Karahisar üzerine sevkederek daha fazla ilerlemeden geri döndü (1228).
Sultan Alâeddin, oğlu Giyâseddin Keyhüsrev'i Erzincan'a melik, Mübarizeddin Ertokus'u da ona atabeğ tayin etti. Selçuklu hanedanıyla Mengücüklüler arasındaki akrabalıkları dikkate alan sultan, Davudşah'ı cezalandırmayıp Akşehir ile Ab-i Germ'i ona ikta etti.
>>>
-
Cevap: islam tarihi
Divriği Mengücüklüleri:
Mengücüklüler'in bu kolu siyasî faaliyetleriyle değil, Divriği'de inşa ettikleri cami, medrese, hastahane ve türbeleriyle tanınmıştır. Tarihçiler, siyasî mücadele ve savaşlara daha fazla ilgi duymuş olacaklar ki, bu tür olaylara ve çatışmalara karışmayan Divrigi Mengücüklüleri hakkında üzüntüyle ifade etmek gerekir ki hemen hiç bilgi vermezler. Onlar hakkında edindiğimiz bilgileri yaptıkları eserin kitabelerine ve günümüze kadar intikal eden sikkelere borçluyuz.
Divrigi'nin tabiat şartları, hem onların yayılmalarına, hem de çevredeki beylik ve devletlerin onların hâkimiyet sahasına girmesine mâni olmuştur. Mengücüklüler'in Erzincan ve Sarkî Karahisar kollarına son veren Anadolu Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubad, muhtemeldir ki bu endişeler sebebiyle Divrigi'ye müdahale etmek istememiştir.
Divrigi Mengücüklüleri'nin ilk beyi İshak'ın oglu ve Mengücük'in torunu Süleyman'dır. Babası İshak'ın 1142 yılında ölümünden sonra Divrigi'de bağımsız olarak hüküm sürmeye başladı. Gerçi Mengücük Gazi ve oğlu İshak hakkında da Divrigi hükümdarı ünvanı kullanılmakta ise de bu durum beyliğin zaman zaman Kemah ve Divrigi'den idare edildiğini gösterir. Divrigi'de Süleyman adına hiçbir eser yapılmamış olması onun pek faal bir hükümdar olmadığı intibaini uyandırmaktadır. Ölüm tarihi de belli olmayan Süleyman'ın yerine oğlu Şahinşah geçmiştir. Divrigi kale camiinin bânîsi olan Şahinşah hakkında bu camiin kitabesinde söyle denilmektedir: "el-Emîr el-İsfehsalar el-Ecel Seyfüddünya veddin Ebu'l-Muzaffer Şahinşah b. Süleyman b. Emîr İshak..." Şahinşah hakkında Divrigi Ulu Camii yanında yaptırdığı türbenin kitabesinde de" "Gazilerin hâmisi, İslâm sınırlarının koruyucusu, fakir, zayıf ve mazlumların sığınağı, kâfir ve dinsizlerin kökünü kazıyan..." gibi yüksek sıfatlar kullanılması onun büyük bir ihtimalle Sultan Kılıç Arslan ile beraber seferlere iştirak ettiğini gösterir. Kitabede ayrıca "Ebu'l-Muzaffer Şahinşah b. Süleyman b. İshak b. Gazi Sehid Emîr Mengücük" ibaresiyle de hanedanın seceresi verilmektedir. Şahinşah'ın beyliğin başına geçiş tarihi de kesin olarak belli değildir. Ancak Kale Camii kitabesinin 576 (1180) tarihini taşımasına bakılarak bu tarihten önceki yıllarda Divrigi'de hüküm sürmeye başladığını söylemek mümkündür. Divrigi'de yaptırdığı türbe ise 592 (1196) tarihlidir.
Şahinşah'ın bastırdığı üç sikke günümüze intikal etmiş ve iki tanesi Ahmed Tevhid tarafından yayınlanmıştır. Bu sikkelerden birinde II. Kılıç Arslan'ın, ikincisinde de Rükneddin Süleymanşah ibareleri vardır. Muhtemelen 1197-1198 yıllarından sonraki bir tarihte ölen Şahinşah'dan "Katilü'l-kefere ve'l-müşrikîn" olarak bahsedilmesi, onun hristiyanlarla cihad ettiğini gösterir. Şahinşah; yoksul, öksüz ve mazlumların hâmisiydi.
Şahinşah'ın İshak ve Süleyman adlarında iki oğlu vardı. Süleyman'ın adı kitabelerde geçmektedir. Fakat İshak'ın adı ise 645 (1247) tarihli Karatay Vakfiyesi'nde şahitler arasında zikredilmektedir.
Şahinşah'tan sonra yerine oğlu Süleyman geçti. Adına oğlu ve torunu tarafından yaptırılan eserlerin kitabelerinde ve Ulu Cami Vakfiiyesi'nde rastlanmaktadır. Divrigi kalesi Arslan burcundaki bir kitabe, onun Mengücük beyi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ancak hayatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur.
Süleymanşah'ın yerine geçen oğlu Ahmedşah, yaptırdığı değerli eserleriyle tanınan büyük bir beydir. En büyük eseri olan Divrigi Ulu Camii'nin kitabesinde onun için "Nâsiru Emîri'l-Mü'minîn Ahmedşah b. Süleymanşah, Allah onun saltanatını ebedî kılsın, gücünü artırsın" denilmektedir. Uzun yıllar beyliğinin başında kalan Ahmedşah, Yassıçimen savaşına ve Kösedağ bozgununa şahit olmuş ve Moğollar'ın Anadolu'yu istilâ ettiği dönemde Divrigi kalesini onarmak için büyük gayret sarfetmiştir. 1250 yılından önceki bir tarihte ölen Ahmedşah'ın yerine Melik Salih geçti ve Moğol saldırıları sırasında yıkılan kalenin burçlarını tamir ettirdi.
Divrigi Mengücüklüleri'nin ondan sonraki beyleri hakkında yeterli bilgi yoktur. İlhanlı hükümdarı Abaka Han 1277 yılında Divrigi'ye uğramış, halkın kendisine ilgi göstermediğini ve kalede silahlı askerlerin bulunduğunu görerek öfkelenmiş ve surları tahrip ettirmiştir. Beylik bu tarihten itibaren tarihe karışmış ve bölge İlhanlılar'dan sonra Eretnaoğulları'nın hâkimiyeti altına girmiştir.
Erzincan, Kemah, Divrigi ve Sarkî Karahisar gibi fethettikleri şehirlerle yetinerek hâkimiyet sahalarını genişletmek istemeyen Mengücüklüler, şehirlerinin gelişmesi için çalışmışlar ve pek çok hayrât vücuda getirmişlerdir. Âlim, şair ve sanatkârları himaye eden Mengücüklüler, Anadolu Selçuklu devletinin himayesinde seçkin bir hayat sürmüşlerdir. İnsa ettirdikleri çok sayıda eserle ilim, kültür, san'at ve medeniyetin gelişmesine hizmet etmişlerdir. Divrigi kalesi, Kale Camii, Ulu Camii, Darü's-Sifâ, Sitti Melek, Kamereddin ve Kemankes türbeleri ile medreseler, Mengücüklüler'in Divrigi'de yaptırdıkları başlıca eserlerdir.
-
Cevap: islam tarihi
MİMARİ ESERLER
Erzincan'da Mengücüklüler'e ait hiç bir eser günümüze intikal etmemiştir. Bu da yörede sık sık meydana gelen depremlerin bir sonucudur. Çünkü Fahreddin Behramşah gibi bir hükümdarın 60 yıldan fazla süren melikliği zamanında hiçbir eser yaptırmaması kabul edilemez. Kemah'ta ise sadece birkaç türbe mevcuttur.
Mengücüklüler dönemine ait en eski yapı, Şahinşah'ın 576 (1180-1181)'da Divrigi'de yaptırdığı Kale Camii'dir. Azerbaycanlı Mimar Hasan b. Firuz'un yaptığı bu cami, tuğla ve taşın cephede henüz bir arada kullanıldığı çiçekli kûfî, geometrik ve nebatî motiflerin yeniden değerlendirildiği bir şaheserdir.
Şahinşah'ın torunu Ahmedşah'ın 622 (1228-1229)'de yaptırdığı Darü'ş-Şifa ile birlikte külliye olarak yaptırdığı Ulu Cami, Divrigi Mengücüklüleri'nin en büyük eserini teşkil eder. Cümle kapısındaki kitabede Alâeddin Keykubad'ın adı da yazılı olup Ahmedşah'ın onu metbû tanıdığını gösterir. Darü'ş-Şifa ise kitabeye göre Behramşah'ın kızı ve Ahmedşah'ın hanımı Melike Turan Melek tarafından aynı yıl yaptırılmıştır. Taş mihrabın Anadolu'da bu ölçüde zengin başka bir örneği yoktur. Camiden oniki yıl sonra yapılan abanoz minber, Tiflisli Ahmed Usta'nın eseridir. Şifahane ise âbidevî ve başarılı bir mimarî örneğidir. Mimari Ahlatlı Hürremşah'tır. Divrigi'de Şahinşah'a ait 592 (1195-96) tarihli türbe halk tarafından Sitte Melik adıyla anılmaktadır. Ancak bu isim muhtemelen Sitti Melike olmalıdır, ve Hatun'un kocasından sonra buraya gömülmesinden dolayı bu ad verilmiştir.
EKONOMİK DURUM, KÜLTÜR VE MEDENİYET
Mengücüklüler'in başkenti Kemah idi. Ancak Davudşah, 1142'de Erzincan'ı başkent yapınca, Kemah önemini kaybetmeye başladı. Buna karşılık Erzincan ticaret, tarım ve sanayi açısından büyük gelişme göstermişti. Hükümdarların ilim, kültür ve medeniyeti himaye etmeleri sayesinde ilim, edebiyat ve san'at adamları yetişmiştir. Fahreddin Behramşah ve karısı İsmetiye Hatun, ilim ve din adamlarına büyük saygı gösterirlerdi. Rivayete göre Bahaeddin Veled ile Mevlâna Celâleddin, Erzincan'a geldiklerinde onlardan büyük saygı görmüş ve Behramşah Erzincan'da bir medrese yaptırarak Bahaeddin Veled'in orada ders vermesini sağlamıştır. Hükümdarın ısrarlarına rağmen Bahaeddin Veled, Erzincan halkının lüks ve refah içinde eglenceye daldıklarını görerek burada kalmamıştır. İzzeddin Keykavus ile Behramşah'ın kızı Selçuk Hatun'un evlennmeleri münasebetiyle yapılan düğün ve şenlikler de Mengücük ilindeki refah seviyesini göstermesi bakımından dikkate değer.
Mengücüklüler'in Kemah ve Divrigi'de olduğu gibi Erzincan'da da pek çok abide yaptırdığı muhakkaktır. Ancak depremler sebebiyle bunlar zamanımıza kadar ayakta kalmamıştır. Gerçekten de Erzincan, tarih boyunca olduğu gibi Mengücüklüler ve Selçuklular döneminde de sık sık meydana gelen depremler sebebiyle yıkılmış ve harabeye dönmüştür.
1138 yılında Erzincan'da meydana gelen bir deprem sonunda pek çok kişi ölmüş, 1165 yılındaki başka bir depremde ise şehir harabeye dönmüştür.
Mengücüklüler'in başkenti Erzincan, ticarî ve iktisadî zenginliği, hükümdarların ilim ve sanat adamlarını korumaları sebebiyle devrin en yüksek kültür ve medeniyet merkezi hâline gelmiştir. Selçuklular'ın hizmetindeki ilim adamlarının bir kısmının Erzincanlı olması da bu durumu teyid eder mahiyettedir. Fahreddin Behramşah ve Alâeddin Davudşah, birçok ilim dalında ihtisas sahibiydiler, şair, edip ve sanatkârları himaye ediyorlardı. O devrin meşhur tabibi Muvaffakuddin Abdüllatif el-Bağdadî, 1228 yılında Haleb'den Erzincan'a gelmiş ve Mengücük ilini dolaştıktan sonra 1230 yılında Malatya üzerinden Haleb'e dönmüştür. Mengücük ilinde bulunduğu sırada büyük ilgi ve saygı görmüştür. Alâeddin Davudşah, bu meşhur hekime maaş bağlatmış, o da yazdığı birkaç eseri ona ithaf ve takdim etmiştir.
Daha önce belirtildiği gibi Fahreddin Behramşah ile karısı İsmetiye Hatun, Bahaeddin Veled ile oğlu Celâleddin'i Erzincan'da misafir etmiş ve onun Erzincan'da kalıp ders vermesi için Erzincan Akşehir'de kendisi için bir medrese yaptırmışlardır.
Edebiyat ve tasavvuf sahasında meşhur bir sima olan Siraceddin Ahmed, aynı zamanda iyi bir musikîsinastı. Eyyubî hükümdarı Melik Eşref, şöhretini duyunca onu Şam'a davet edip dinlemiştir.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
DANIŞMENDLİLER
1. Danışmend Gazi:
Danışmendliler, 1071-1178 yılları arasında Sivas, Malatya, Kayseri, Tokat, Amasya ve civarında hüküm süren bir Türkmen hanedanıdır.
1063 yılından itibaren Sultan Alparslan'ın hizmetine giren Danışmend bilgeliği, cesareti ve yiğitliğiyle onun dikkatini çekmiş ve en güvenilir emîrleri arasında yer almıştır. Malazgirt savaşına da katılan Danışmend Ahmed Gazi, zaferin kazanılmasında önemli rol oynamıştır. Sultan Alparslan barış teklifinin Bizans İmparatoru Romanos Diogenes tarafından reddedilmesi üzerine Artuk, Saltuk, Mengücük, Danışmend, Çavlı ve Çavuldur adlı emirleriyle yüksek bir yerden Bizans ordugâhını gözetledikten sonra savaşla ilgili olarak onların görüşlerini sordu. Bunun üzerine Dânışmend yer öpüp: "Müsaade ederseniz arzedeyim" dedi ve şunları söyledi:
"Bugün çarsambadır, saadetle geri dönelim. Bugün ve yarını silâhlarımızı hazırlamakla geçirelim. Elbiselerimizi temizleyip zemzemle yıkanmış kefenlerimizi hazırlayalım. Cuma günü hatiplerin minberlerde "Ya Rabbi, İslâm ordularını mansûr ve muzaffer eyle!" diye duâ ettikleri zaman, ihlasla tekbir getirip küffarin üzerine saldıralım; eğer şehitlik saadetine erisirsek: "(Bu) ne güzel mükâfat" ve eğer galip ve muzaffer olursak: "Bu ne büyük başarıdır".
Bu veciz sözlerden sonra bütün beyler, Danışmend'in fikrini beğenip geri döndüler. Kararlaştırılan zaman gelince tekbir getirerek düşmanın üzerine saldırdılar ve galip geldiler.
Sultan Alparslan savaşa katşlan emirlerinden Anadolu'da fetihlerde bulunmalarını istemiş ve fethedecekleri yerlerin kendilerine ikta edileceğini bildirmişti. Zaferi müteakip fetihlere girişen beyler, Anadolu'nun muhtelif şehirlerini fethederek buralarda kendi adlarıyla anılan beylikler kurmuşlardı. Danışmend Ahmed Gazi de zaferi müteakip Sivas'a geldiğinde şehri harap halde bulmuştu. Çünkü imparator Malazgirt seferi sırasında burayı tahrip etmişti. Danışmend Gazi fazla bir mukavemetle karşılaşmadan Sivas'a girdi ve Danışmendli hanedanını kurdu (1071). Daha sonra Sivas'ı bir üss olarak kullanarak Çavuldur, Tursan, Kara Doğan, Osmancık, İltekin ve Karatekin adlı emîrleriyle Amasya, Tokat, Niksar, Kayseri, Zamanti, Develi ve Çorum'u zaptederek Danışmendli topraklarına kattı.
Gümüştekin Gazi daha çok Haçlılar ve Rumlar'la yaptığı mücadelelerle temayüz etmiştir. Mayıs 1097 tarihinde İznik'i kuşatan Haçlılar, müstahkem surlarla çevrili şehri sıkıştırmaya başladılar. Bu sırada Malatya muhasarasıyla meşgul olan Türkiye Selçuklu sultanı I. Kılıç Arslan, bunu duyunca süratle başkenti İznik'e hareket etti. Fakat güçlü Haçlı orduları karşısında tutunamadı. İznik'i kendi kaderine bırakarak Anadolu içlerine çekildi (19 Haziran 1097). Bu arada muhtelif yörelerdeki Türk beylerine de haber gönderip yardıma çağırdı; Gümüştekin Gazi ve Kayseri emîri Hasan ile ittifak yaptı. Bu müttefik Türk kuvvetleri, 17 Receb 490/30 haziran 1097 günü Eskişehir ovasına çıkan vadiyi kestiler. Haçlılar, böyle bir mukavemettle karşılaşacaklarını sanmıyorlardı. Eskişehir ovasında cereyan eden savaşta her iki taraf da yiğitçe savaştı. Kılıç Arslan zırhlı birliklerden oluşan Haçlı ordusunu yenemeyeceğini anlayınca geri çekilmeye karar verdi.
-
Cevap: islam tarihi
>>>
İleri harekâta devam eden Haçlılar, Ağustos ortalarında Konya'nın Meram ovasında birkaç gün dinlendikten sonra Ereğli'ye gittiler. Kılıç Arslan, burada da Gümüştekin Gazi ve Emîr Hasan ile birlikte Haçlılar'ın önünü kesti. Fakat savaşa girmediler ve Ereğli'yi hristiyanlara bırakarak çekildiler.
Gümüştekin Gazi bir yandan Haçlılar ve Rumlar'la mücadele ediyor, öte yandan da hâkimiyet sahasını genişletmek için Malatya'yı ele geçirmek istiyordu. Danışmendliler muhtemelen Sivas'ı fethettiği yıldan itibaren Malatya'yı da fethetmek için uğraşmış ancak muvaffak olamamışlardı. Danışmendliler'in Malatya'yı zaptedememelerinin sebebi, belki de Sultan Melikşah'in Anadolu'yu kendi hâkimiyeti altına almak üzere Porsuk ve Bozan'ı bu bölgeye sevketmesi, ayrıca Malatya hâkimi Gabriel'in Bağdat'a giderek Sultan Meliksah'ın himayesini elde etmiş olmasaydı.
Danışmendli Gümüştekin Gazi'nin Malatya'yı ele geçirmek istediği yıllarda Bizans imparatoru Alexios Komnenos ile anlaşarak batıyı emniyet altına alan Sultan Kılıç Arslan da 1095 yılında Malatya'yı kuşatmış fakat Haçlılar'ın başkent iznik'i muhasara etmeleri üzerine süratle iznik'e hareket etmişti. Haçlılar'ın Anadolu'yu geçerek Suriye'ye doğru ilerledikleri sırada, Gabriel ile irtibat kurduklarını öğrenen Gümüştekin Gazi 491 (1098) yılında büyük bir orduyla Sivas'tan Malatya'ya yürüdü ve şehri muhasaraya başladı. Üç yıl devam eden kuşatma sonunda Gümüştekin Gazi'ye mukavemet edemeyeceğini anlayan Gabriel, Urfa'da Thoros'un başına gelenleri düşünerek Kont Baudouin de Boulogne'a başvurmaktan çekindi ve Ermeniler'e karşı daha anlayışlı davranan Antakya prinkepsi Bohemund'a haber gönderip yardım istedi ve kızı Morphia'yı kendisine vereceğini bildirdi. Yardım çağrısını alan Bohemund 1100 yılı Ağustos ayında kuzeni Salerno kontu Richard ve üç yüz şovalye ile Malatya'ya hareket etti. Ancak Ermeniler, Franklar'ın Malatya'ya yerleştikten sonra kendilerini buradan uzaklaştıracaklarından korkarak Gümüştekin Gazi'ye gizlice haber gönderdiler. Ayrıca Gabriel de Bohemund'u davet ettiğine pişman olmuştu. Bu yüzden onu hemen şehre sokmayıp Gümüştekin Gazi gelinceye kadar oyalamak istiyordu.
Gümüştekin Gazi onun yaklaşmakta olduğunu haber alınca gerekli tedbirleri aldı ve askerlerini pusuya yatırdı. Bohemund olup bitenlerden habersiz olarak Malatya'yı Aksu vadisinden ayıran dağlık bölgeye ihtiyatsızca girdi. Pusuda beklemekte olan Gümüştekin Gazi, ansızın etrafını sardı. Çok kısa süren çetin bir savaştan sonra bütün Haçlı ordusunun büyük bir kısmı imha edildi. Müslümanların korkulu rüyası ve birinci haçlı seferinin güçlü siması Bohemund kuzenı Richard ve ileri gelen adamları esir alındı. Zincire vurulan Bohemund ile kuzeni önce Sivas'a daha sonra da Niksar'a götürülerek hapsedildi (493/1100).
Haçlı liderlerinin maruz kaldıkları bu felâket savaş meydanından kaçmayı başaran bir Haçlı şovalyesi tarafından Urfa kontu Baudouin'e haber verilince, yanındaki az sayıda kuvvetle Bohemund'u kurtarmak için yola koyuldu. Baudouin'ın yaklaşması üzerine Gümüştekin Gazi muhasarayı kaldırıp Sivas'a hareket etti. Baudouin Danışmendliler'i bir müddet takip ettikten sonra Malatya'ya döndü. Gabriel, Baudouin ile anlaşarak ona tâbi olmayı kabul etmiş, bir kısım kuvvetlerini Malatya'da bırakan Baudouin Urfa'ya hareket etmişti.
Haçlılar'ın Türkler karşısında kesin olarak mağlup olmaları ve önde gelen Haçlı liderlerinin esir düşmesi, Avrupa'da büyük bir heyecan uyandırdı ve yeni Haçlı kafilesinin yola çıkmasına sebep oldu. Normanlar ve Lombardlar'dan müteşekkil bir Haçlı ordusu, yaz başlarında izmit üzerinden Eskişehir'e, oradan da Ankara ve Çankırı yoluyla Amasya ve Niksar'a gidecekti. Fakat yolda Raimund'un tavsiyelerine uyarak Kastamonu'ya hareket ettiler. Kastamonu'dan da Kızılırmak üzerinden Danışmendli topraklarına yürüdüler. Endişeye kapılan Gümüştekin Gazi, Kılıç Arslan ile ittifak yaptığı gibi Halep meliki Rıdvan'dan Mardin, Meyyafarikîn, Âmid, Harput, Erzincan ve Divriği emirlerinden de yardım istedi.
5 Ağustos 1101 tarihinde Merzifon-Amasya arasında meydana gelen savaşta yorgun ve bitkin düşen haçlı ordusu, bozguna uğratılarak bol miktarda ganimet ele geçirildi. Bu zafer, Türkler'in cesaretini artırırken Haçlılar'ı da umutsuzluğa düşürdü.
Gümüstekin Gazi Haçlılar karşısında kazanılan zaferden sonra Malatya'yı yeniden muhasara etmeye başladı. Gabriel, Urfa kontu Baudouin'e güvenerek Danışmendliler'e teslim olmamakta israr ediyordu. Gabriel, kızı Morphia ile evlenen Baudouin du Bourg'dan yardım istemiş, ancak Gabriel vassâllik statüsüne bağlı kalmayarak bağımsız hareket etme temayülünde olduğundan veya Türk emîrlerinden korktuğu için ona yardımcı olamamıştır. Malatya İslâm hâkimiyetinden çıktıktan sonra buradaki müslümanlar imha edilmiş ve yerlerine Ermeni ve Süryaniler yerlestirilmişti.
-
Cevap: islam tarihi
Gabriel zalimce davrandığı için halk ondan nefret ediyordu. Vaktiyle Kılıç Arslan şehri kuşattığı zaman Gabriel ile Rumlar Türkler'e teslim olmaktan yana oldukları için bazı Süryanî papazlarını öldürmüşlerdi. Bundan dolayı şehirde büyük karışıklıklar çıkmıştı. Gabriel ile Rumlar, Süryanî ve Ermeniler'den şüphelendikleri için zulüm ve işkenceyle mallarını müsadere ediyorlardı. Gümüştekin Gazi'nin bütün yaz devam eden muhasarası da kıtlığa sebep olmuştu. Süryanîler daha önce Malatya metropolitini Gabriel'e gönderip bu duruma bir son vermesini ve hıristiyanlar arasında barış sağlamasını istemişler, Gabriel ise bunu hainane bir tertip olarak kabul edip metropolitle beraber ileri gelen Süryanîler'i öldürmüştü. Bundan dolayı intikam hisleriyle dolan Süryanî askerler öfkelenip kapıları açtılar ve Danışmendli Gümüştekin Gazi hiçbir mukavemetle karşılaşmadan şehre girdi, herkese huzur ve emniyet içinde evlerine ve işlerinin başına dönebileceklerini söyledi.
Halka gıda yardımı yaptığı gibi çiftçilere tohumluk ve öküz dağıttı (18 Eylül 1102). Gabriel öldürülerek zindanlara doldurduğu insanlar salıverildi. Gümüştekin Gazi, Malatya'da huzur ve emniyet içinde büyük bir kalkınma seferberliği başlattı. Malatya onun devrinde en mesut devirlerindenn birini yaşamıştır.
Antakya prinkepsi Bohemund ile kuzeni Richard de Salerno'nun esir alınmasından sonra meydana gelen gelişmeler, o zamana kadar Haçlılar'a karşı birlikte cihat eden iki Türk hükümdarını birbirine düşürdü. Bohemund'un esir düştüğünü öğrenen Bizans imparatoru Alexios Komnenos, bu tehlikeli düşmanını kontrol altına almak için seferber oldu ve Gümüştekin'e haber gönderip onu kendisine teslim ettiği takdirde ikiyüzaltmış bin Bizans altını vermeyi vaat etti. Bu müzakerelerden haberdar olan Anadolu Selçuklu sultanı Kılıç Arslan Gümüştekin'e hem Anadolu sultanı hem de müttefiki olduğunu söyleyerek Bizans imparatorundan alınacak bu fidyenin yarısının kendisine verilmesi gerektiğini bildirdi.
Bizans imparatoruna teslim edilmekten korkan Bohemund ise Gümüştekin'e kurnazca yaklaşıp eğer Alexios'un teklifini reddeder ve bunun yarısı kadar bir meblağa razı olursa Antakya Prinkepsligi, Urfa Kontluğu ve Kudüs Krallığı'nın kendisiyle ittifak tesis edeceğini ve Bizans hakimiyetindeki bazı toprakları ele geçirmesine yardımcı olacağını, Antakya'nın eski hakimi Yağışıyan'ın ailesini serbest bırakacağını söyleyerek onu ikna etti. Bunun üzerine Bohemund Urfa, Antakya ve Sicilya'daki dost ve akrabalarına haber gönderip kurtulması için gerekli olan 100.000 altını toplayıp Malatya'ya getirmelerini istedi.
Bizans imparatorunun teklif ettiği fidyenin yarısını Kılıç Arslan'a kaptırmak istemeyen Danışmendli Gümüştekin Gazi, Bohemund'un dost ve akrabalarının getireceği daha az fidyeyi kabul ederek, onu 1103 yılı Paskalya yortusundan kısa bir müddet önce Malatya'da serbest bıraktı. Bohemund'un fidyesi, Baudouin du Bourg, Patrik Bernard, Gogh Vasil ve Bohemund'un italya'daki akrabaları tarafından temin edilmişti. Kılıç Arslan buna çok öfkelendi. Hem parayı kaybetmiş hem de aleyhinde güçlü bir ittifak oluşmuştu. Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk'a Gümüştekin'in Haçlılarla anlaşma yaparak hem kendini küçük düşürdüğünü hem de müslümanlara leke sürdüğünü söyledi. Ayrıca Gümüştekin'e haber gönderip hatasının bağışlanmasını istiyorsa Bohemoond'u kendisine teslim etmesi gerektiğini bildirdi. Ancak Gümüştekin Bohemund ile yaptığı anlaşmaya sadık kaldı.
Bohemund Antakya'ya döner dönmez müslümanların hâkimiyetindeki topraklara saldırıya geçti. Pek çok müslümanı öldürdüğü gibi vergi adıyla mallarını müşadere etmek suretiyle ödediği fidyenin kat kat fazlasını çıkardı. Bundan dolayıdır ki, İbnü'l-Esîr haklı olarak: "Gümüştekin bu hatalı hareketiyle müslümanlara yaptığı iyiliklerin silinip yok olmasına sebep oldu." diyerek onu tenkit eder.
Bu sırada Haçlılar'ın zulüm ve işkencelerinden bıkan Ermeniler'in daveti üzerine Elbistan'ı zaptederek onları Haçlı zulmünden kurtaran Kılıç Arslan, Antakya üzerine sefere hazırlanırken Danışmend Gazi'nin Bohemund'u yüzbin altın fidye karşılığında serbest bıraktığını öğrenince, seferden vazgeçerek süratle Gümüştekin'in üzerine yürüdü ve Maraş yakınlarında onu hezimete uğrattı (496 Zilkade/Ağustos 1103). Bu bozgun Gümüştekin Gazi'nin itibarını çok sarstı.
Bu olaydan yaklaşık iki yıl sonra Gümüştekin Gazi, Sivas'ta öldü. Urfalı Mateos (Vekayinâme, s. 225) onun 23 şubat 1104-21 şubat 1105 tarihleri arasında Ebu'l-Ferec İbnü'l-İbrî (Ebu'l-Farac Tarihi, II, 345) ile Müneccimbaşı (Sahaifü'l-ahbâr, II) ise 1105-1106 yılında öldüğünü söylerler. Kabri Niksar'da olup türbesi kitabesizdir. Tokat'ta Garipler Camii olarak bilinen camiin de onun tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Oniki oğlu vardı. Zahid ve muttakî bir emir olan Danışmend Gazi iyi bir insandı. Halka çok iyi davranırdı. Hristiyanlar bile ondan övgü ile söz ederlerdi. Ülkeyi mâmur ve müreffeh bir hâle getirmek için çok çalıştı.