-
Cevap: Mustafa Sungur
"Said Nursi üç devir yaşamış"
"Ayetü'l-Kübra'da, kâinatı dile getiren bu büyük mütefekkir, bakıyorduk: Katre Risalesinde de aynı hakikatları icmalen beyan ediyor. Serdengeçti Osman Yüksel'in dediği gibi: 'Said Nur üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet İttihat ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir devrişler, yıkılışlar, çöküşler ile doludur. Yıkılmayan kalmamış...
"Yalnız bir adam var ayakta... Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden İstanbul'a kadar gelen bir adam... İmanı sıra dağlar gibi muhkem. Bu adam üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş Allah demiş, Peygamber demiş, başka birşey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir alim onu yenememiş... Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade... Şimşekler gibi bir zeka... İşte Said Nur... Divan-ı Harbler, mahkemeler, ihtilaller, inkılaplar... Onun için kurulan idam sehpaları... Sürgünler... Bu müthiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş. O bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş...
"Mahkemelerdeki müdafaalarını okuduk. Bu müdafaalar, bir nefis müdafaası değildir, büyük bir davanın müdafaalarıdır. Celadet, cesaret, zeka şaheseri...
"Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakir gördüğü için değil mi? Said Nur en az bir Sokrat'tır. Fakat İslâm düşmanları tarafından ber mürteci, bir softa diye takdim olunmuş.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Üstadla Barla'ya gidiyoruz"
"Mesnevîden sonra İşarâtü'l-İcâz'a başladık, ona devam ederken Hz. Üstadımızla Barla'ya hareket ettik. Ceylan, Zübeyir ve bendelerini de beraber alarak Eğirdir'den motorla veya kayıkla (iyi hatırlayamadım) Barla'ya geçtik. İlk defa Barla'ya gidiyordum. Ve kayıkta Üstadımızla beraberdik. Ceylan ve Zübeyir... Hz. Üstadın iki sıddık evladı, hizmetkârları, fedakârları da beraber. Bayram Isparta da nöbetçi kaldı. O da sadık, vefakâr bir talebe, Üstadın sadık evlâdı, talebesi, hizmetkârı...
"Evet günler, seneler çabuk geçiyor... Bayram, Üstadına sadakatini, Üstadının davasına sadakatini, hizmet-i Nuriyeye sadakatini bilfiil gösterecek... Her ne ise... Barla'nın sahiline indik, bir müddet bekledik. Baktık, işleklerle Barla'dan bir kafile geliyor. Gelen kafile ile nasıl ruhen kaynaştık! Sanki kırk yıllık dostuz. Evet, ezelde kaynaşan ervaha ayrılık var mı? Hususan ber tek maksat için gidenlerde, çalışanlarda ayrılık gayrılık olur mu? Üstadımızın bir bineğe bindirdiler, eşyaları işleklere sardık, bez de yaya, gelenler de yaya, Barla'ya müteveccihen yola koyulduk. Artık Üstad, onlarla beraberdi, birisi hayvanı yediriyor, diğerleri Hz. Üstadın sağ ve sol taraflarında...
Mütemadiyen Üstadımız onlarla konuşuyor, bazılarını soruşturuyor, sağ mıdır? Ankara'da mı? İstanbul'da mı çalışıyor? Vesaire... Sanki tavuğuna ve ineğine, buğdayına ve suyuna kadar, Hz. Üstad alakadarlık gösteriyordu. Ben ilk defa böyle bir manzara ile karşılaştığımdan hayrete düşmüştüm. Üstad hakkında Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin beyanları gibi benim Üstad hakkında fikir ve kanaatlarım ve birkaç aydır Isparta'da dersini dinlediğimiz Üstad... Kur'an dellalı, iman muallimi aziz Üstad... Şimdi Barla köylülerinin arasında, onlardan bir ferd olarak aralarında kaynaşıp Barla'ya doğru yol alıyordu.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"İlk Barla hatıraları"
"Barla'da bulunduğumuz günlerde Üstadımız, Risale-i Nur'un telifi zamanındaki hayatına ve hatıralarına daima temas ederdi.
"İlk Barla'ya gelişlerinde, ilk nefiylerinde Muhacir Hafız Ahmed Efendinin evinde misafir kalmışlar, sonra Medrese-i Nuriye olan eve nakil yapılmış. Yalnız başına kalıyor, gündüzleri kırlara çıkıyormuş. Bir yağmurlu günde hanesine dönerken, 'Bu ihtiyar Hocaya sorayım, bakayım, bir ihtiyacı var mı?' diye Süleyman Efendi arkasından hemen gidiyor. Ve artık Hz. Üstadın hizmetlerini ifaya başlıyor ve 'Sıddık' unvanını alıyor. Muhacir Hafız Ahmed Efendinin iki mübarek kerimesi var. Birini Hacı Bahri Efendiye, birisini de Berber Mehmed Efendiye veriyor. Maşaallah, ikisi de çok halis Nur talebesi olarak bağlılıklarını devam ettirmişler. Sonra Berber Mehmed Efendiye yarı nüzul gibi bir hastalık isabet etmiş. Ve Üstadımız ona bir mektup gönderip bu musibetin onun hakkında manevi bir define olduğunu, büyük bir uhrevî makam kazandığını ifade buyurmuş. Üstadımıza çok bağlı olan bir kimse idi. Vefatından sonra refika-i muhteremleri Saniye Hanım, Barla'da çocuklara Kur'an dersi vermekle imrâr-ı hayat eyledi. Allah rahmet eylesin... Âmin...
"Üstadımızın bazı talebe ve yakın dostları da vefat etmişlerdi. Mesela; Mustafa Çavuş, Muhacir Hafız Ahmed. Üstadımız hepsini sorup soruşturdu. Onlardan Hacı Bahri ve Marangoz Mehmed Usta hayatta kalmışlardı.
-
Cevap: Mustafa Sungur
Halk Partisi kongresi ve Üstadın tavrı
"Marangoz Mehmed Usta bir hatırasını şöyle anlatıyor: 'Ben Üstadın mescidine daima devam ederdim. Bir gün Barla'da Halk Fırkası'nın kongresi oldu; tellâl ahaliye ünledi. Benim de o gün başka işim çıktı, mescide gelmedim, kongreye de gitmedim. Namazda Üstad beni göremeyince telâşla soruyor, 'Mehmed Usta nerede?' diye. Cemaatten birisi de benim kongreye gitmiş olabileceğimi söylüyor. Üstad çok kızıyor. Bir dahaki vakte gittiğim zaman, namazdan sonra, Üstad bana çok hiddetli bir halde bundan sonra gelmememi, kendisiyle alakamı kesmemi vesaire şiddetli ihtarda bulundu. Ben gitmediğimi söyledim. Sonra araştırmış ve bana, 'Ben tahkik ettim, sen gitmemişsin' dedi. Bu hareketiyle Üstad beni ikaz ediyordu, dikkate sevk ediyordu. Malum olduğu üzere Halk Fırkası'nın o günleri faaliyetlerinin başlangıcı idi. Başlangıçta ona iştirakle az bir dahlim dahi olsaydı, 'es-sebeb-ü kelfail' sırrıyla onun seyyiatına hissedar olurdum. Şimdiye kadar Halk Partisi bütün menfi icraat, tahribat ve İslâma karşı savaş açmaklığın mes'ulü oldu ve devam etti. Bugün menfi cihette solculukta, din aleyhinde ne kadar işler yapıldı. O menfi tahribatla milyonlarca insanın imanına zarar verildi. Demek o zaman, az bir meyil, tasvip ve ona hizmetimiz olsa imiş, mesuliyetimiz de o nisbette büyük olurmuş. Allah, Üstadımızdan razı olsun.'
-
Cevap: Mustafa Sungur
Üstadın eski talebelerine yakın alakası
"Üstadımız Barla'ya mutlaka gidip gelirken, Bedre mevkiinden geçerken Santral Sabri dediği Sabri Hocanın ruhuna bir Fatiha okur öyle geçerdi. Isparta'dan Eğirdir'e, Eğirdir'den Barla'ya gidişlerimizde Sabri Efendinin oğlu Yaşar'ı görürdü. Hatta onun hayvanı ile Barla'ya gidip gelirdi. Üstadımız eski talebesini unutmaz, akrabasına selam gönderip hatırını sorar, eski hayat-ı maneviyeyi devam ettirirdi.
"1954 yılında Barla'da 3 ay kaldıktan sonra, Ramazan ayının son günleri idi. İslâmköylü Abdullah Çavuş işleğiyle beraber çıkageldi. Bizim Eflânililerin yazdıkları Risaleleri bir sandık içinde getirmiş. Sandığı açtık. Üstadımız Risaleleri zevkle temaşa ediyordu, alıp bakıyordu. Bir küçük Risale görmüştü. Ona baktı. Meğer benim Şerife kızımın yazdığı Risale imiş. Onu görünce Üstad derhal benim Eflani'ye gitmemi emretti. 'Eflani benden seni istiyor' diye beni köye gönderdi. Ben ise kendi kendime, 'Üç ay Barla'da beraber kaldık. Bayrama kalamadım' diye üzüle üzüle yanından ayrıldım. Isparta, Ankara ve Karabük ve Safranbolu'ya uğrayarak Eflâni'ye ulaştım. Cenab-ı Hakka şükür, bayramdan sonra tekrar Isparta'ya döndüm. Evde bir mümanaat olmadı ve olmazdı da..."
-
Cevap: Mustafa Sungur
Hatıraların kısaca kronolojisi
Risale-i Nuru tanımanızı ve Hazret-i Üstadı ziyaretinizi kısaca kronolojik olarak ifade edebilir misiniz?
* "Risale-i Nurları ve Üstadı ilk olarak 1943'te Kastamonu Gölköy Enstitüsünde iken duydum. 1946' da eserler elime geçti. Lahikalar yazılmaya başlamıştı. Eflani'de emekli muallim Ahmet Fuat Efendi (1943'te Hz. Üstadı Kastamonu'da ziyaret edip dua ve teveccühlerine mazhar olmuştur. Bütün külliyatı muallimliği esnasında yazmıştır. Babası Sultan Abdülhamıd'in huzur hocalarındandır) ve Safrabolulu Hıfzı Bayaram Efendi (Hz.Üstadı Kastamonu'da iken ziyaret ederlerken, Hz. Üstadın dua ve teveccühlerine mazhar olanlardandır. Hüsnü ve Yılmaz Ağabeylerin babalarıdır)ve Mustafa Osman (Mübarek ve gayyur ve lahikaları her hafta çoğaltarak Eflani'ye ve bizlere gönderen bir zattı) gibi zatlar vasıtasıyla Nurları tanıdım.
* "1947 Eylül'ünde Hz. Üstadı Emirdağ'da ziyeret ettim. Oradan Isparta'ya geçerek Hüsrev, Tahiri, Refet ve diğer ağabeyleri ziyaret ettim.
-
Cevap: Mustafa Sungur
Afyon mahkeme ve hapsi
"Afyon Hapsi başlangıcında 1947 sonlarında Afyon Mahkemesi dolayısıyla evim aranıp Safranbolu'ya götürüldüm. Kitaplarım müsadere edilip ifadem Afyon savcısına gönderildi.
* "1948 Haziran'ında Afyon Mahkemesine dinleyici olarak gidip Hz. Üstadı ziyaret ettim. Mahkemeden hapihaneye kadar beraber gittik. Bundan aldığım hazzı unutamıyorum. Tekrar aynı gün polisler tarafından karakola, sonra savcılığa getirilip ifadem alındı.
* "Savcı, 'Hücumât-ı Sitte'yi okudun mu?' dedi. Beni tanıdı. 'Senin ifaden bize gelmişti' dedi. Ben, 'Okudum' deyince, 'Sen git memleketine, seni oradan getirteceğim' dedi. Cevaben, 'Oraya kadar zahmet vermeyin, gelmişken hemen alın' dedim, ama almadı.
* "23 Ağustos 1948'de mahkemeye köyümüzden Rahmi Çetinkaya (Yakın akrabamız, Eflani Çalışlar Mahallesinden olup çok müştak, mübarek birisiydi.) ile beraber geldik. Doğru hapishaneye gittik. Hz. Üstadımız pencereye geldiler. Gözgöze görüştük. Bize 1 lira attı ve "Kömür alın " dedi. Biz kömür bulamadık. Manava gidip başta üzüm olmak üzere meyve ve sebzelerin en iyilerinden bolca aldık, Üstadımıza gönderdik. Hz. Üstadımız demir kafesli pencereden seslenerek, 'Bunu yirmi sene hizmetiniz kadar kabul ediyorum' buyurdular.
"Mahkeme dönüşünde Ankara'dan Karabük'e trenle giderken, Karabük'te esnaf rahmetli Süleyman Efendiye rastladık. O, 'Bugün zelzele oldu' dedi. Onun bu haberi bizde şiddetli yankı uyandırdı. Hz.Üstad ve Nur talebelerinin hapislerde bulunması gibi zalimane hareketlerin, zemini hiddete getirdiğini ilhamla, trende, Hz. Üstadımıza ve Nura karşı bağlılığımızı ifade eden ve Üstadımızın mahiyetini dile getiren bir mektup kaleme aldım ve sonra bu mektubu Mustafa, Rahmi imzasıyla 'Hüsrev Altınbaşak. Afyon Cezaevinde mevkuf' diye postaya verdim. Neticede Afyon Savcısı telgrafla benim tevkifimi istemiş. Bu suretle Rahmi köyde kalmış oldu ve ben hapishaneye gönderildim. İşin enteresan tarafı, bir hafta önce de Emin Tekinalp'ı tevkif edip Safranbolu Ceva evine koymuşlardı. Beni de aynı yere koydular. Bir ay sonra Emin Hoca ile beraber jandarma nezaretinde Afyon'a gönderildik.
"O zamanlar Nur talebeleri Afyon'daki Ankara Oteline uğrarlardı. Biz de oraya gittik. Eşyaları bırakıp sabah namazı için camiye gidip geldik. Dönüşte bir de ne görelim? Otelin altındaki kahve tıklım tıklım hapiste bulunan ağabeylerle dolu. Şaşırdık ve sorduk. Dediler ki: 'Müdafaalar yapıldı. Ve dün son karar günüydü. Altışar ay ceza verdiler. Biz zaten onar ay yatmıştık. Tahliye edildik. Yalnız Hz. Üstada 20 ay ceza verdiler. Ahmed Feyzi'ye 16 ay, Ceylan'a 3 sene. Zübeyir gayr-ı mevkuftu, içeri almışlardı. İbrahim Fakazlı hapse henüz yeni geldi. '
"Ve biz aynı gün savcılıkta ve sorguda ifade verip hapishaneye gönderildik.
Bir ay Safranbolu'da yattım. 21 yaşını doldurmadığım için 5 ay ceza vermişlerdi. Temyiz mahkemesi davayı esastan bozmuştu. Lakin Hz. Üstadımızın tahliyesine karar verilmedi. 20 Eylül 1949'da tahliye edilecekti. Tekrar ben Safranbolulu Kuyumcu Sabri ile beraber 7 Eylül'de Afyon'a geldim. Hz. Üstadımız 20 Eylül'de tahliye oldu. On gün Üstadın yanında Zübeyir Ağabeyin tuttuğu evde Ziya ile beraber kaldık. 30 Eylül 1949 günü mahkemede benim dâvâmla, Üstadımızın ve Nur talebelerinin dâvâları (dosyaları) birleştirildi. Üstadımız pederle beni İzmir'e gönderdi.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Üstada dönüyorum: Emirdağ"
* "1950 Ocak ayında Eflani'deki Nur talebelerinden rahmetli kayınbiraderim Hacı Reşat Efendi ve yine akrabamız Hacı Şükrü Efendi ve Keten Ahmet Amca ile dördümüz Emirdağ'a Üstadın yanına kalmak niyetiyle ziyaretine gittik. Ankara'dan geçerken Diyanet Riyasetine uğradım. Ve reis Ahmed Hamdi Akseki'yi ziyaret edip Hz. Üstada gittiğimizi söyledim. Meğer Hz. Üstadımız günlerden beri Ankara'ya, Diyanet Riyasetine iki takım külliyatı göndermek istiyormuş. Bunun için Hüsrev Ağabeyi Isparta' dan istemiş. Ama Cenab-ı Hak bizi gönderdi.
* "Ankara'da 10 gün kaldıktan sonra Emirdağ'da 20 gün Risale-i Nur hizmetinde kaldım. Bir otelin küçük bir odasında kalıyordum. Üstad beni tekrar Ankara'ya gönderdi. Ankara'da bir müddet kaldıktan sonra Eflani'ye gittim. Bir ay sonra tekrar Üstadımızın yanına geldim. Zübeyir, Ziya ve ben 4 ay Barla'da Üstadın hizmetinde kaldık. Tekrar Üstad beni 1950 güzünde Ankara'ya gönderdi. Okulların tatiline kadar Ankara'da kaldık. Ceylan Urfa'dan gelmişti. Üstad onu da Ankara'ya gönderdi. Beraber kaldık. O zaman Safranbolu'dan Üstadımızın isteği üzerine Hüsnü Bayram da geldi.
* "1951' de Ceylan'la beraber Üstadımızın emriyle Eskişehir'de İkinci Şua, Hutbe-i Şamiye ve Zeyilleri, El- Hüccetü'z-Zehra gibi eserler teksirle neşredildi.
* "Hz. Üstadımız (1 Muharrem 1371) 1951 Eylül'ünde yanında Mehmed Çalışkan Ağabey olduğu halde Eskişehir'e geldiler. 20 gün kadar hizmetinde bulunduktan sonra tekrar beni Ankara'ya gönderdi.
* "1952 senesinde Ankara'da kaldık. Hz. Üstadımızın tensibiyle kalmıştık. Bu arada 5-10 günlüğüne Eflani'ye gider gelirdim.
-
Cevap: Mustafa Sungur
Samsun davası ve hapsi
* "Hz. Üstadımız İstanbul'da Gençlik Rehberi Mahkemesinden sonra Emirdağ'a dönmüştü. Yine ziyaretine gidip bir müddet hizmetinde bulunduktan sonra tekrar beni Ankara'ya gönderdi. Ankara'da bir kaç ay kaldıktan sonra 1953 senesinin başlarında Büyük Cihad gazetesine yazılar gönderdim. Bu sebeple 19 Şubat günü tevkif edildim. Bir ay Ankara Cezaevinde rahmetli Kemal Pilavoğlu ile beraber 9. Koğuşta kaldıktan sonra Samsun Hapishanesine sevkedildim. Samsun Ağırceza Mahkemesince 18 ay mahkumiyet kararı temyiz mahkemesince esastan bozularak 11 ay mevkufiyetten sonra Samsun Cezaevinden tahliye edildim.
* "1953'te ben samsun'da iken Hz. Üstadımız Isparta'ya teşrif ederek orada bir ev tutup Tahiri, Zübeyir, Ceylan, Bayram beraber kalıyorlar. Tahliyeden sonra bir ay kadar Eflani'de kalıp tekrar rahmet-i İlahiyenin tecellisiyle ve Nur Üstadımızın dua, himmet ve kabulleriyle tekrar Isparta'da hizmette kalmak müyesser oldu.
-
Cevap: Mustafa Sungur
Üstadla beraber geçen nurlu yıllar
* "Samsun hapsinden tahliyemi müteakip Isparta'da 1954 başından itibaren Tahiri, Zübeyir, Ceylan, Bayram, bir müddet sonra Urfa'dan Üstadımızın hizmetine gelen Hüsnü Kardeşle beraber kaldığımız ulvi hatıraların belki en müstesnası Üstadımızdan Arabi Mesnevi-i Nuriye ve Arabi İşaratü'l-İcaz'ı ders almamızdır. Bu hatıraları ayrı ve müstakil olarak genişçe ifade etmek icap etmektedir. Bilmem, müyesser olur mu?
"Yalnız şu kadarını arz etmek isterim: 1954'ün başlarında kış mevsimi idi. Bir yatsı vakti mübarek Üstadımız bizim kaldığımız odamıza teşrif ettiler. Ayakta:
"İhtar var: Size Arapçayı öğreteceğim. Arapça Mesnevi-i Nuriye'yi ders vereceğim. Yarın sabahtan itibaren başlıyoruz" dediler.
asında...
"Sabahleyin Üstadımızın odasında karyolanın karşısında Tahiri Ağabey, bendeniz, Ceylan, Bayram ve Zübeyir'e Arabi Mesnevi-i Nuriye'nin başındaki Türkçe mukaddime ile Arapçasını okudular. Böylece dersler aylarca devam etti. Üstadımız, 'Zaman pek dardır, hemen hakaiktan başlamak lazım. Siz sarf, nahiv gibi alet ilimlerini kendiniz aranızda bir parça okuyabilirsiniz' mealinde ifadede bulundular. Sarf, nahvi kısmen pek cüz'i aramızda müzakere ederdik. Elhamdülillah Isparta'da bahara kadar ders aldıktan sonra Zübeyir, Ceylan üçümüz Üstadımızla beraber Barla'ya gittik. Üç ay beraber kaldık. Ve Arabi derslere devam ettik. Mesnevî'i bitirdikten sonra Üstadımız İşaratü'l-İcaz'dan ders verdiler.. Leyle-i Kadirden bir gün önce Isparta'ya, oradan Ankara'ya gönderdiler. Memlekete uğrayıp tekrar acele Üstadın nezdine geldik. Aynı derslere devam ettik. Sonra Üstadımız Zübeyir Ağabeyle beraber Emirdağ'a gittiler. Isparta'da Ceylan, Bayram beraber kaldık. Üstadımızın emriyle Arabi İşaratü'l-İcaz'ı teksire yazmak müyesser oldu.
* "Bundan sonra Hz. Üstadımızla son hayatına kadar beraber kalmak biiznillah nasip oldu. Bu arada Samsun'da bir buçuk sene askerliğimi yaptım (1955-1956)
"Bu arada Risale-i Nur hizmetine Urfa'dan Hüsnü kardeş geldi. Üstadımızın hizmetinde çok şirin ve latif hizmetlerde bulundu.
NOT:Paksu Kardeş! Ben maalesef Hz. Üstadın hizmetindeki 10 seneyi mütecaviz bir zamandaki, yani Üstadımızın hizmetinde ve Ankara'daki hizmetler dolayısıyla hasıl olan hatıraları kronolojik bir tertip ve tanzim ve ifadeye müktedir olmadığımdan, hem her hatıra çok geniş hatıraları sümbül verdiğinden, kısaca şu naklettiğim hususları mebde olur da ona göre belki ileride inşaallah hatıraları olanca vüs'atiyle arz etmeye çalışırız. Ve minallahi't-tevfîk.
* * *
Sungur Ağabeyin bu hatıraları genel olarak 1977'de gazetede yayınlanmıştı. 17 seneden beri kitapta neşredilmemesinin sebebi, kendilerinin hatıraları tamamlayacağına dair beyanlarıdır. Fakat zaman ve zemin müsaade etmemiş ki, tamamlayamadılar. Ancak bu hatırları, yeni nesillerin istifadesinden uzak kalmaması için yeniden gözden geçirmesi için kendilerine götürdük. Gerekli tashih ve tanzimleri yaptı. Bunun üzerine neşrediyoruz. Sungur Ağabeyin hatıraları şüphesiz bu kadar değildir. Birkaç cilt olacak derinlikte. İnşaallah Cenab-ı Hak uzun ömür verir de biz de hatıralarını kaydeder, yayınlarız.
Mehmed Paksu
(Son şahitler adlı eserin, dördüncü cildinden derlenmiştir...)