Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
875. Aşk denizi ne aşağıda yeryüzündedir, ne de gökyüzündedir; o, gönüldedir!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1954)
• Ey aşıklar! İçtiğiniz içkiler, sevgi şarapları, her zaman içinize sinsin; sizi rahatsız etmesin, ağzınızın tadını bozmasın! Size afiyetler olsun!
• Ey aşıklar; afiyetler olsun!" sesleri, arşa kadar yükseldi! Bu söz kervanı arşı aştı, ta ötelere ulaştı!
• Deniz kıyısından niçin bahsedeyim? Can denizinin kıyısı yoktur ki! Ey aşıklar; bu can denizi, mekandan da üstündür, mekansızlıktan da!
• Ey aşıklar! 0 nişansız, eşsiz, benzeri olmayan, o akıl almaz aziz varlığın eserleri karşısında bizler, bazan dalgalar gibi ayaktayız, bazan da yerlere kapanıp secdeler etmedeyiz!
• Ey aşıklar, ey candan geçenler! Birisi; "Siz kimsiniz?" diye sorarsa, hemen şu cevabı veriniz! Deyiniz ki; "Bizler, canın canına can olanlarız!"
• Ey aşıklar! Birisi dalgıç değilse, yüzmek bilmiyorsa üzülmesin! Çünkü, can denizi bağışlayıcıdır! Hem de aşıklara incileri bedava, parasız bağışlar!
• Ey aşıklar! "Şu şöyle olmalı imiş!" "Bu böyle olacakmış!" gibi sözler var ya bu sözler, halkı almış bir çukura sürüklemiştir! Biz, bu sözlerden de kurtulduk, bu düşüncelerden de!
• Gayb aleminin av yerinden; "Sen atmadın; attığın okları Allah attı!"-denmede! Ey aşıklar! 0 oklar, yaysız, kirişsiz olarak her zaman atılıp durmadadır!
"Enfai Süresi, 8/17. ayete işaret var."
• Ey aşıklar! Gönlümü kaybetmiştim! Onu arayıp bulmaktan ümidimi kestim; döndüm geldim! Bir de baktım ki o, sevgili ile uyumuş kalmış!
• Ey aşıklar! Kaybettiğim gönlü, sevgilinin yanında bulunca, ona dedim ki:
"Ne de güzel yatılacak yer seçmişsin!" Gönül, güldü de bana dedi ki: "Gül alan, elbette gülbahçesinden gül alır!"
• Ey aşıklar! Benim ayağımın altında gül vardır; onların ayakları altında da kil var! Fakat, bunu inkar edenlerin meclisinde bu hakikati nasıl söyleyebilirim?
• Ey aşıklar! Canımızın sevgilinin aşkı ile mest olduğu an, ne mutlu andır! Biz, o an öyle bir hale geliriz ki, iyiyi de, kötüyü de birbirinden ayırt edemeyiz!
• Ey aşıklar! Bu aşk denizi, eşi görülmemiş bir denizdir; buna akıl ermez! 0, ne aşağıda yeryüzündedir, ne de yukarıda gökyüzündedir! îkisinin de ortasındadır; aslında gönüldedir! '
• Ey aşıklar! Şems-i Tebrizî hazretlerinin parıltıları şarktan belirince, yeryüzü de can deryası oldu, gökyüzü de!..
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
876. Şiirim, şiirin elbisesidir; fakat, şiirin içinde kim var
Fa'ilatün, Fa'ilatün. Failatün, Failatün
(c. IV,1949)
• Sen'i övdüğüm zaman söylediğim sözleri ölü bir müride söylesem, mürid dirilir, kefenini atıp kalkar!
• Halbuki, benim müridim ölmez! Çünkü o, lütuflar sahibi Hakk'ın sakîlerinin elinden ab-ı hayat içmiştir!
• Ey dirilere kurtuluş, ölülere can olan sevgili! Sen; içimde put yontarsın, dışımda put kırarsın!
• Rüzgar, Sen'in yüzünden perdeyi şöyle bir kaldırsa, gül, utancından erir, su olur! Ne yeşillik güzel kalır, ne de ben kalırım!
• Bir an için olsun, şaraba benzeyen dudaklarını açarsan, gül bahçesinde her yaseminin yaprağı mahmurluktan üç batman olur!
• Bir zaman gelir de, aşıklara dem sunar, gönül verirsen, can, zahitlikten kurtulur; biz de, kendimizden geçer gideriz!
• Sen'in bir şeyini çalmadıysa, gönlü niçin asmışlar? Hırsızın sonu asılmaktır; başka çare yok!
• Her güzellik hırsızı böyle asılsaydı, bütün alem, kadın erkek hırsız olmak sevdasına düşerdir!
• Bu çeşit asılmaktaki kerametlerin küçüğü, ab-ı hayat içmektir, ölümsüzlüğe ermektir!
• Mumdaki yanışın tadını zümrüdankaya tattırsaydın, ona pervane gibi kanatlar vermiş olurdun da, kendisini yakar yandırırdı!
• Sanatındaki güzellik, bir an için puthaneye düştü de, bazan puta tapan, put oldu, bazan da put, puta tapan oldu!
• Hz. Ahmed'in medh ü senası haçın üstüne nakş edilince, puttan vahdet sırları apaçık duyuldu!
• Ey Hoten güzeli! Aşkın geldi, gönlün üstüne bindi de, dedi ki: "Böyle bir atı koşturdukça koşturmalı
• Coşkunluğun, aklımı başımdan aldı; ben, fitnelere düştüm! Zaten akılsızın nasibi, fitnelere düşmektir; ona bu layıktır!
• Ben neredeyim, şiir nerede? Fakat, Türk'ün biri gelir de bana nefes ederse üfürürse, ona; "Hey; sen kimsin?" derim!
• Türk kim, Tacik kim, Rum kim, Zenci kim? Sen, mülk sahibisin; her gizliyi, her açığı çok iyi, inceden inceye bilirsin!
• Şiirim, şiirin elbisesidir; fakat, şiirin içinde kim var? Ya elbiseyi süsleyen huri, yahut da elbiseyi soyan şeytan!..
• Şeytanın şiirini başımızdan atalım, huriyi bağrımıza basalım!
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
877. Ben; susan, hareket etmeyen bir avuç topraktım;Sen beni var ettin!
Meffllü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. IV,1934)
• Ey aydın ışık; bizi bırakıp gitme! Gitme de, Sen'in ışığınla benim gibi manen olmüş binlerce ölü dirilsin!
• Sen'in ışığınla her dikenin gönlünden yüzlerce nergis, yüzlerce yasemin, yüzlerce süsen açılıp saçılsın!
• Her dal, binlerce meyve versin; her taze gül, binlerce gül bahçesi kesilsin!
*Gecenin canına, ışık gibisin; yahut, her ışık saçan kandilin canına yağ gibisin!
*Evin penceresinden güneş gibi içeri girersin; yahut, kapısı kapalı evin penceresisi
*Güneş, Sen'in yüzünden ateşler içinde kalmış; yahut ay, Sen'in için gökyüzüne harman sermiş!
*Sen'den başka hiç kimse kış mevsiminden baharın intikamını alamaz!
• Bağ da, bahçe de, çayır çimen de Sen'in aşkınla coşmuş! Gül, Sen'in sevdana kapılmış da, yakasını, eteğini yırtmış!
• Pazardan geçtiğin gün, Sen'i gören her erkek, her kadın kendinden geçer, kendini bırakıp gider!
• Sen sabah şarabı olduğun gece, beden de, can da harap olur gider!
• "Sus!" dedin, emrine uyup susuyorum! Çünkü Sen, beni söyletmek istemiyorsun!
• Gönül rebabının kulağını bükersen, o zaman ben; "Ten, tenen, ten!" diye söylenmeye başlarım!
• Ben, zaten susan, hareket etmeyen bir avuç topraktım; Sen, beni var ederek mestettin!
• Ben, şu varlığı bırakayım, toprak olayım da, beni bir başka şekilde yarat, başka şekilde var et!
• Sus; söz de varlıktan doğar! "Susunuz!" emrine uy, dilsiz ol!
"Suresi, 7/204. ayete işaret var."
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
878. Her an, şu gökyüzünden ses gelmededir!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1948)
• Her an, şu gökkubbesinden ses gelmededir! Bu ses; "Biz, göğü kudretimizle yaptık; Biz, onu genişletmedeyiz!" ayetini okumadadır!
"Zariyat Suresi, 51/47. ayete işaret var."
• Toprak olacak, çürüyecek bu baş kulağı ile değil de, can kulağı ile bu sesi duyanlar, zaman zaman; "Tövbe ederler, ibadet ederler, hamd ederler, oruç tutarlar!"
" Tevbe Suresi, 9/112. ayete işaret var."
• Yüce dereceler sahibi Allah'tan bir merdiven elde edin! Çünkü: "Ruhlar da, melekler de O'na yükselirler!"
"Mearic Suresi, 70/4. ayete işaret var."
• Hayal marangozu, ne zaman göğe bir merdiven kurar; buna imkan var mı? Bu merdiven, ancak; "Her şey dönüp Biz'e gelir!"diye buyuranın elindedir!
"Enbiya Suresi, 21/93. ayete işaret var."
• Bu merdiveni, sabır ve şükür keseri ile yapmadıkça; "O'na, ancak sabredenler nail olur!" ayetini okumaya kalkışma!
" Kasas Suresi, 28/80. ayete işaret var."
• Bu keser, kimin elinde, onu gör de, ona hoşça teslim ol! Yoksa; "Biz üstünüz!"deyip de, keserle inada kalkışma!..
"Şuara Suresi, 26/44. ayete işaret var."
• Birkaç basamak yükselince, sağ taraf ehlinden, iyi insanlardan olursun fakat, damın üstüne çıkınca; "îleri gidenlerin de ilerisine geçersin!"
"Vakıa Suresi, 56/10. ayete işaret var."
• Ey sofu! Dünya tekkesinin sofusu isen, yüksel; "Gerçekten de biz, saf kuranlarız!" diyenlerin safına gir!
"Saffat Suresi, 37/165. ayete işaret var."
• Fakirlik, yoksulluk tamamlanıp son haddine varınca; "Allah'tan başka bir şey kalmaz!" sözüne kulak ver! Fıkıh ilmi ile uğraşıyorsan; "Onlar anlamalar!" kelamından kendini kurtar!
111 Saffat Suresi, 37/165. ayete işaret var.
112 Kasas Suresi, 28/88. ayete işaret var.
113 Enfal Suresi, 8/65. ayete işaret var.
* Nun harfi gibi rukuda isen, kalem gibi secdeye kapanmış isen; "Nun ve kaleme ve yazdıklarına yemin ederim ki!"ayetinde olduğu gibi, yazılanlara ulaş; onların manaları ile birleş!
"Kalem Suresi, 68/1. ayete işaret var."
* "Onlar görür!" vaktinden önce; "Yakında görür!" ayetinin gözü gibi ol! Dalkavukların önünde dalkavukluk edenin hali gibi, bu dayanma, bu sabır ne olur?
"Kehf Suresi, 18/53. ayete işaret var. "
• Sedir ağacı gibi kök sal da; "Onda hiç bir şüphe yok!" alemine dal! Böylece ölüm nefesinden, dalın, yaprağın titremesin!
"Bakara Suresi, 2/2. ayete işaret var. "
• Dikkat et de bak! 0 bahçe; "Üstünde dolaşan felaket yüzünden kavrulmuş, kararmış!" Onların düşünceleri de yanmış, bahçeleri de! Halbuki; "Onlar, uyuyakalmış!"
"Kalem Suresi, 68/19. ayete işaret var."
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
879. Yenyüzünün bütün sırları, ilkbahar mevsiminde kendini gösterir!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV,1945)
• Başa hoşluk veren her şey, sevgilinin bir kokusudur; gönlü hayretlere düşüren her şey, sevgiliden gelen bir ışıktır!
• İkbahar gelince toprakda ve topraktan baş kaldıran her şeyde gördüğün o coşkunluk nedendir, biliyor musun? Benim aşk meyhanecim, yeryüzüne bir yudum aşk şarabı döktü de, ondan!..
• Kimi duygusuz, donmuş görürsen, bil ki, bu dünyaya, bu dünya işine aşık olmuş, kendini ona vermiştir! Sen, onun işine bakma; sen, benim işime bak!
• Yeryüzünün bütün sırları, ilkbahar mevsiminde kendini gösterir, meydana çıkar! Benim baharım gelince de, benim sırlarım gönülden baş kaldırır, yeşerir!
• Yeryüzünün gül bahçeleri, yeryüzü dikenleri ile örtülür! Halbuki, benirn gül bahçem açılınca, benim dikenim kalmaz!
• Sonbaharda sararıp solanlara, hasta olanlara ilkbahar bir şerbet içirir; fakat benim ilkbaharım gelince, benim hastalığım başgösterir!
• Soğuk soğuk esen sonbahar rüzgarı nedir, bilir misin? Senin inkarının nefesidir! îlbahar mevsiminde esen hoş kokulu tatlı rüzgar nedir? Benim imanım, ikrar nefesimdir!
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
880. Ney gibi beni feryada getiren Sen'sin!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c.IV, 1914)
• Eğer beni istiyorsan, şarap kadehini bana sun; eğer beni istemiyorsan, eğer bana doymuş, benden bıkmış isen, işte ben gidiyorum; beni bırak!..
• Beni ney gibi feryada getiren Sen'sin; beni, çeng gibi akord et, seslendir!
• Bana; "Senin güzel sesin var; seslen, bir şeyler söyle!" diye, def gibi, silleler vurup duruyorsun!..
• Zaten ben, def gibi, senin elindeyim; yüzümü sana çevirmişim, kendimi sana teslim etmişim! Yüzümü kafa yerine koy, silleler vur; çekinme!..
• Ey ney; sen, gece gündüz neyzenin dudağı ile dost olmuşsun! Ne olur, o dudaktan bir öpücük de bize iste!..
• Sen, öpüşe düşkünsün; daima neyzeni öpüp duruyorsun! Bu yüzden de horlanıyorsun, küçük görülüyorsun! Ama sen; "Cömertlik et; bizi de öp!" desem, beni dinlemezsin!
* Ey ney! Sen, yaralı bir kamış parçası idin; seni çalan dudakların efsunu ile .ekerle doldun! Ey şeker kamışı; haydi, şekerle dolduğun için şükret!
* Ey ney! Güzel sesin var ama, bu şükür sayılmaz! Şeker gibi tatlı bir sesin var ya, sen, o sesle seslen, o sesle şükret!
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
881. Cismanî arzularının bağlarından kurtul da,
can padişahının emanına ulaş!
Mefülü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. IV,1931)
• Akıl, aşkın elinden afyon yuttu ve bu yüzden delirdi!
• Bugün, delinin aşkı da, akıllının aklı da deli divane oldu!
• Denize aşık olan ırmak, denize doğru koşup onun kucağına düşünce, kendisi deniz oldu; ırmaklığı kalmadı!..
• Akıl kalktı, aşka gitti; onu, bir kan denizi olarak gördü! Onun içine girdi ve ortasına oturdu!
• Kan dalgaları, aklın başından aştı; onu her tarafından sarıp "cihetsizlik"e doğru götürmeye çalıştı!
• Sonunda akıl, kendisini tamamıyla kaybetti; aşkla gençleşip güzelleşti!
• Kendini kaybedince öyle bir yere ulaştı ki, orada ne yer var, ne de gök!
• İleri gitse ayağı yok; otursa ziyan edecek!
• Derken, ansızın o mahvoluş yanından (bî-çün: neliksiz, niteliksizlik) nur dünyasından
• Latîf nurlardan meydana gelmiş bir sancakla yüzbinlerce mızrak gördü anlara meftun oldu!
• Şaşkınlığa tutulmuş, yürüyemez hale gelmiş olan ayağı yürür oldu; o acaip alemde yola düştü, yürümeye başladı!
• "Belki oraya ayak basarım da, kendimden de kurtulurum, kendimden asağı olanlardan da kurtulurum!" diye düşünüyordu!
• Derken, önüne iki vadi çıktı; birisi ateş dolu idi, öbürü ise güllük gülistanlıktı!
• "Ateşe atıl, ateşin içine gir de, gül bahçesinde neşelere, safalara dal!" diye hatiften bir ses geldi. 0 ses diyordu ki:
• "Dikkatli ol; eğer önündeki ateşe dalmaz da güllük vadisine dalarsan, kendini külhan ateşinin içinde bulursun!..
• Ateş vadisine dalarsan, Hz. îsa gibi, meleklerin kanatları üstünde göklere yükselirsin! Eğer şaşırır da gülistana girersen, Karun gibi, yerin dibine gömülrsün!
• Kaç; dünyaya ait cismanî arzularının bağlarından kurtul da, can padişahının emanına ulaş!"
• 0 padişah, Tebrizlilerin övündükleri Şemseddin'dir! Sen de onu öv; o, bütün övgülerin, medh ü senaların üstündedir!
"Hz. Mevlana bu gazelinde, Hakk aşığının hakikate varması için ateşten gömlek giymesi gerektiğini, çok hoş benzetmelerle açıklamaktadır. Şeyh Galib hazretleri de Hüsn ü Aşk adlı kitabında, Aşığın ateşten nehirleri geçmesi gerektiğini anlatır. Eşrefoğlu Rümî hazretleri de; "0l dost için ağuları / Şeker gibi yutmak gerek" diye buyuruyor. Fransız yazan Andre Gide de Dar Kapı adlı romanında, aşığın çok ızdırap çekmesi, çok sıkıntılara katlanması, çok dar kapılardan geçmesi gerektiği üzerinde duruyor ."
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
882. Küfürle iman, yumurtanın akı ile sarısına benzer!
Aralarında bir berzah vardır; birbirlerine karışmazlar!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV,1940)
• Ey ermiş kişilerin canı! Ay, şevkinle oynuyor; Zühre yıldızı da aşkınla tef çalıyor! Kadınlar da, tefleri ile aşkımızı etrafa yayıyorlar!
• Benim aşkımla Sen'in güzelliğin, her meclisde söylenmededir, her meclise meze olmuştur! "Evvelce şöyle idi, şimdi böyle oldu!" diye, bizim aşkımız, bütün şehirde herkesin dilindedir!
• Gönüllerde, aşk okundan yüzbinlerce yara var fakat, ortada ne ok görülüyor, ne de yay!
• Aşığın kanı, gözyaşı oldu! 0 gözyaşından yeşillikler bitti ve bu yeşilliklere gül yüzün aksetti de, her taraf güllük gülistanlık oldu!
• Kış gibi soğuk ayrılık, yolları kesmişti, kaplamıştı da, bağın bahçenin çiçekleri bir zindanda hapsolup kalmışlardı!
• Baharın adaleti ile yollar emniyete kavuştu! Bu yüzden yeşillikler, ellerinde yalın kılıçlarla göründüler; goncalar da, mızrakları ellerinde olarak meydana çıktılar!
• Ey insanlar; kalkın, dışarı çıkın! Atlarınıza binin ve kırlara açılın; bağlara bahçelere gidin! Onlar; ötelerden, çok uzak yollardan geldiler! Onları karşılamak, onlara; "Hoşgeldiniz!" demek adettir!
• 0 yeşillikler, yüklerini, denklerini bağladılar; yokluk ülkesinden kalktılar, deniz tarafından geldiler! Denizden gelirken güneşin yüzünden havaya çıktılar, göklere buse verdiler!
• Onlar; burç burç bütün gökleri dolaştılar, her yıldızdan yararlandılar, sermaye aldılar! Ve nihayet bize, şu toprak alemine bir çok armağanlarla geldiler!
• Su ile ateş, onlara, gökyüzünden her an yardım etmededir! Onlar, birkaç gün şu yeryüzünde misafir olarak kalırlar; sonra yine giderler! Bu hep böyledir; böyle gelir, böyle gider, böyle sürer!
• Onların sofraları, rüzgarın başındadır; kaseleri de seher rüzgarının elindedir! Onların yedikleri yemekler, o sofraya oturanlardan başkasından gizlidir! Çünkü, yemek kaplarının üstünde kapaklar vardır!
• Sofralar gelince herkes; "Tabaklarda ne var?" diye soruyorlar! Soranlara hal dili ile diyorlar ki:
• "Herkes bu sırlara mahrem olsaydı, tabaklar hiç örtülür müydü? Canın gıdası, can gibi gizlidir; bedenin gıdası ise, ekmek gibi meydandadır!
• Ekmeğin zevkini, ancak aç kimse bilir; tok olan, o zevki, hiç bilmez! Ekmekçi dükkanındaki ekmeklerden dükkanın ne haberi vardır?
• Ekmekçi aç olsaydı, ekmeği hiç satmazdı; seher rüzgarı gülün kıymetini bilseydi, onu saçıp dökmezdi!
• Sevgilinin kadrini bilmeyenin, onu elden çıkaranın zevki, aşkı yoktur; o, aşık değildir! 0, gerçekten de değersiz, alçak bir kimsedir!
• Gizlemek, meydana çıkarmaya tam sebeptir; susmak, dilsiz gibi davranmak da, anlatışın ta kendisidir!
• Hayatta iken yaptıkların, her düşünce çocuğunun, senin ölümünden sonra mezarının etrafında; "Baba, baba!" diye dönüp dolaştıklarını görürsün!
• Güzel düşüncelerinden huriler, güzel dehkanlılar doğar; çirkin düşüncelerinden ise koca şeytanlar meydana gelir!
• Mühendisin gizli düşüncesini, tasavvurunu seyret; ondan köşk olmuş, saray meydana gelmiş! Ezelî takdirin sırrına bak; ondan bunca dünyalar var olmuş!
* Kendi sırrını, gizlediğin şeyi biliyorsun ama, o gizlideki gizleneni bilmiyorsun! Gizlenen, gönüle benzer; gizlediğin şey de, dil gibidir!
• Gizlediğin şey güzel bile olsa, emin olma! Emin olma ki, emin olmayanlar daima eman bulurlar!
• Selvinin baş kaldırıp yükselmesi, gülün gülmesi, bülbülün ötmesi, güzel, sıcak yüzlü meyveler hep sonbaharın soğuk rüzgarının nefesidir!
• Mutlu zamanlarımızda nice defalar betimiz benzimiz sararıp soldu! Gayb aleminden fırlayıp gelen nice oklar var!
• Lalenin yanakları parıl parıl parlıyor! Padişahın kızgınlığından gönlü yanmış başağın içi faydalarla dolu fakat, derin düşüncelere dalmış, boynu bükülmüş!
• Penbe gül, kırmızı gülün inadına bir dükkan açmış, renklerle süslenmiş ama, kokusu yok!
• Asmaların ayakları kaydı da, yere yüz koydular! Fakat sonunda; "Secde ederler!" hitabıyla koruklukları öldü, olgunlaştılar ve üzüm verir hale geldiler!
"Rahman Suresi, 55/6. ayete işaret edilmiştir."
• "Ey şaşırıp kalmış nergis! Aptal aptal bahçeye bakıp duruyorsun!" dedim. Dedi ki: "Ben herkesin kusurunu arıyorum; öyle bir haldeyim ki, dünyalara sığamıyorum!"
• "Ey süsen! Yazıklar olsun sana; dilini niçin çıkardın?" diye sordum. "Ya bizim gibi konuşma, dilini tut, yahut da durumu anlat!"
• Dedi ki: "Dilim söz söylemez ama, halimizi bildirir! İşin sonu iyi olmasaydı, hiç çimenler gelişir, yeşerir miydi?"
• Söğüt ağacına dedim ki: "Neden bodur bir halde yaya kaldın, boyun uzamadı?" Dedi ki: "Ben küçük kalmayı, gönül alçaklığını akarsudan öğrendimde, ondan!"
• Kırmızı elmanın ekşi oluşu, bir bakıma, sevgiliyi hatırlatmaktadır! Çünkü, güzellerin somurtması, onları daha güzel bir hale getirmektedir, onları süslemektedir! "
• Ya şeftali ağacının dalları neden kısadır, alçaktır? Şeftali toplayanlara şeftalilerini kolayca vermek için değil mi? ,
• "Ey kavak ağacı!" dedim. "Şu uzayıp gitme ile, aleme rezil oluyorsun! çünkü, ne çiçeğin var, ne de meyven!" "Sus!" dedi. "Aklını başına al, böyle ; söyleme!..
• Eğer benim çiçeğim, meyvem olsaydı, senin gibi kendimi beğenirdim, benliğe kapılırdım! Halbuki şimdi, kendimi görmeme imkan yok! Başımı kaldırmışım, yukarıdan bakıyorum ama ben, kendini görenleri, benliğe kapılanları seyredip duruyorum!"
• Nar, ayvaya; "Benzin neder sarı?" diye soruyor. 0 da; "Senin içinde sakladığın inci taneleri yüzünden sarardım soldum!" diye cevap veriyor.
• Nar ona; "îçimde sakladığım incileri nasıl oldu da bildin?" diye sordu. Avva da dedi ki: "Kabına sığamıyorsun; gülüyorsun, nar tanelerini gösteriyorsun! Onun için bildim!
• Sen, daima gülüyorsun! ister gül, ister gülme; alem, cennettekilerin gönülleri gibi, senin yüzünden neşeli, senin yüzünden gülüyor!
• Fakat, şimşek gibi gülüş, bulut gibi ağlayışın sebebidir! Bulut ağlamasaydı, şimşek çakmazdı, gülmezdi!"
• Toprağın yüzünü kara, fakat içini aydın gördüm! Anladım ki, su geldi de onun içini yıkadı, onu tertemiz bir hale soktu!
• Toprağın içi temizlenince, o da, temiz su ile dost oldu, onu bağrına bastı! Bu dostluk, bu sevgi yüzünden kara toprak, cennet bahçelerinde olduğu gibi, sayıya sığmaz dallar bitirdi, meyveler verdi!
• Şu hıyarlar, şu kavunlar, hac kervanlarında yaya kalmış hacılar gibi, yavaş yavaş ayaklarını sürüyerek yorgun argın geliyorlar!
• Kanlar içen çöle bakarsan görürsün ki, emana kavuşmak için "Ol!" emrine uyuyor da, herşeyi; "Lebbeyk!" deyip yokluktan varlık alemine koşa koşa geliyor!
"Bakara Suresi, 2/117. ayete işaret var."
• Yukarıda; "Yaya kalmışlar!" dedim; bu da söz mü? Onlar; Ashab-ı Kehf gibi uykuda bile yol alıyorlar! Hani onlar yan üstüne yatmışlardı ama, ta ötelere, göklere kadar gitmişlerdi!
• Bu topluluğa, su kabağı da gelip katıldı, ipe tırmandı! Bu tırmanışı o nerede gördü, nereden bildi, kimden öğrendi? 0 çıkıp giden, uzayıp yükselen ipi ona verenden bildi, ondan öğrendi! .
• Şu yeşillikler, şu yasemenler, şu meyveler zaten bizim rızkımız; çöllerde, ovalarda bulunan o ot, o diken, o toprak onun rızkı!..
• Herkesin rızkı başka çeşit; o nasip, o meyve, o rızık başka topluluğun! Bizim onlardan tiksinmemiz, onların üstüne düşmeyişimiz, onları bizden koruyor!
• Yüzbinlerce karıncanın, yılanın, yüzbinlerce rızık yiyen canlıların her biri, payını aramadadır; her biri feryad edip durmadadır!
• Her ilaç, bir derdin dermanı; her şeyin bir işte neticesi var! Hani şifalı otlar var ya, hekimlik bilgisine sahip olanlardan başka hiç kimse onları bilmez, tanımaz!
• Ot vardır, bize zehirdir! Onlarca panzehir, bize göre dikendir fakat, deveye hurmadır!
* Cevizle bademin içi özdür, güzeldir; dışı kabuktur! Özler, tıpkı tavuk yumurtası gibi, kabukları içinde olgunlaşır!
* Hurma, dıştan hoştur ama, içi çekirdeklidir! Onun aksi ol, ey merhametli dost! încir gibi için de güzel olsun, dışın da!
* Ağacın su çekişi kökten başlar! Cenab-ı Hakk'ın, canı merdivensiz olarak yücelere çekişi gibi, ta yukarılara, dalların ucuna kadar çeker götürür!
* Şu esip duran rüzgar, çiçek tozlarını ve meyvelerin tohumlarını erkeklerin organlarından alır, dallara, topraklara götürür! Böylece, dallar ile topraklar gebe kalır! Rüzgarlar, sanki erkek Arap atlarıdır; dallar da dişileri, asraklarıdır!
* Bahar mevsiminde kuşlar, sıcak yerlere göçerler! Serseri misafirler gibi şurada burada yuva yaparlar, bir müddet orada kalırlar!
* Kuşlar ötüşürken, binlerce sırlar söylerler; "Filan göçecek, filan onun yerini utacak!" derler!
* Şu hüdhüdler, Hz. Süleyman'dan mektup getirmişlerdir! Fakat, nerede kuş dilini bilen bir kişi ki, o mektupları terceme etsin!
* Leylek, bütün kuşların arifidir; "Leklek!" der dururlar! Onun ne dediğini biliyor musun? "Ey yardımı istenen Allah; mülk de Sen'indir, emir de »Sen'indir! Hamd ve sena, ancak Sana mahsustur!.."
* Ey can! Yaylaya çıkma zamanı geldi; kışlık beden evini bırak! Türkmenlerin adetini, hiç olmazsa kuşlardan öğren!..
* Kuşlar gibi, kendine kendin gözcü ol! Allah'ı tesbih et; tesbihin, sana ordugah olur! Allah'ı tesbih et!
* Aşk, öyle bir güneştir ki, ancak aşıkların gönüllerini yakar yandırır! Ona, İkbahar, sonbahar yol bulamaz; ancak can sevgisi yol bulabilir!
* Mademki aşk bizi zamandan da, zeminden de çıkarıp götürmededir, o halde, emin olalım; yok olmayacağız! Onun lütfu ile, ihsanı ile, onun cömertliği ile biz, ölümsüzüz!
"Faruk Nafiz merhumun şu mısralan da bize müjde veriyor:
"0 büyük Rabb ki, ufuklar boyu nimetlerini
Hüsn ü an, reng-i füsun, aşk-ı cünun mahşerini
Gayr-i kafî görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden va'd ediyor başka bir alem yarına"
* Şu yeryüzünü de, şu zamanı da, içinde bir kuş yavrusu bulunan bir yumurta gibi düşün! Kuş, karanlık yerde mahbustur; kanadı kırıktır, hor ve hakir görülrnededir!
• Küfürle iman, yumurtanın akı ile sarısına benzer; aralarını ayıran bir berzah vardır! Bu sebeple, birbirlerine karışmazlar!
"Rahman Suresi, 55/20. ayete işaret var."
• Anaç kuş, Allah'ın, lütuf ve keremi sonucu olarak, ona verdiği analık duygusu ile yumurtayı kanatları altına alınca yavru kuş, küfrü de, imanı da yok ederek yumurtadan "vahdet kuşu, birlik kuşu" olarak çıkar!
" Bu son üç beyitte, "vahdet-birlik" konusu, yumurta örneği ile anlatılmaktadır. Yanlış anlaşılmaması için bazı marozatta bulunacağım: Önce; küfür nedir, iman nedir, onu arzedeyim. Küfür; Allah'ı inkar etmektir. İman ise, Allah'ın varlığına inanmaktır. Aslında, küfür de bir inançtır. Yani, küfrü benimseyen kafir dediğimiz kişi de, Allah'ı inkar etme inancını taşımaktadır. Allah'ın varlığına inanan "mümin" ile inanmayan "kafir", birbirine zıt düşen inanç sahipleridirler.
Biz, bizim inancımızı taşımayanlara kafir diyoruz. hiristiyanlar, musevîler de, bizim dinimizde değillerdir ama, Allah'a onlar da inanmaktadırlar. Biz, onlara da kafir mi diyeceğiz?
Mevlana, kafir dediğimiz kişinin son nefesinde imana gelebileceğini düşünerek hiç kimseye kafir dememektedir. Müslümanlık, Allah'ın en son gelen semavî dinidir; Peygamber Efendimiz de en son peygamber olduğu için bizden evvel gelen dinlerin hükmü kalmamıştır. Ama, bugün dünyada, müslümanlardan daha çok başka dinlerde olanlar var.
Allah da, yalnız müslümanların Allahı değildir; "Rabbü'l-alemîn" yani, bütün alemlerin, herkesin Rabbi'dir. Tasavvufî inanca göre biz insanları inançlarına göre ayırıyoruz. Allah'ın nazarında bütün insanlar birdir; hepsi de O'nun kuludur. Herkes de, kendi inancını doğru bulmaktadır.
Bugün dünyada mevcut çeşitli dinler ve mezhepler arasında müslümanlık, yukanda arzettiğim gibi, en son din olduğu için "hidayet yolu"dur. Diğer inançlar "dalalet-sapıklık yolu"dur. Aslında, "hidayet yolu" da, "dalalet yolu" da O'nun takdir ettiği bir yoldur. Hz. Mevlana; "Eğri yazı da, doğru yazı da Sen'in mektebinde yazılmıştır!" (Dîvan-ı Kebîr, c. VI, 2778) buyurmaktadır. Onun için, Ziya Paşa merhum da;
"Birdir nazar-ı Hakk'da mecus ile müselman. (Mecusî ile müslüman Allah'ın nazarında birdir!)" demiştir. Çünkü, ikisi de O'nun çizdiği yolda yürümektedir. İşte, Hz. Mevlana bu uç beyitte "vahdet-birlik" görüşünü bu misallerle açıklamıştır. Bu gazelden sonra gelen gazelin üçüncü beytini, lütfen dikkatle mutalaa buyurunuz.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
882. Küfürle iman, yumurtanın akı ile sarısına benzer!
Aralarında bir berzah vardır; birbirlerine karışmazlar!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV,1940)
• Ey ermiş kişilerin canı! Ay, şevkinle oynuyor; Zühre yıldızı da aşkınla tef çalıyor! Kadınlar da, tefleri ile aşkımızı etrafa yayıyorlar!
• Benim aşkımla Sen'in güzelliğin, her meclisde söylenmededir, her meclise meze olmuştur! "Evvelce şöyle idi, şimdi böyle oldu!" diye, bizim aşkımız, bütün şehirde herkesin dilindedir!
• Gönüllerde, aşk okundan yüzbinlerce yara var fakat, ortada ne ok görülüyor, ne de yay!
• Aşığın kanı, gözyaşı oldu! 0 gözyaşından yeşillikler bitti ve bu yeşilliklere gül yüzün aksetti de, her taraf güllük gülistanlık oldu!
• Kış gibi soğuk ayrılık, yolları kesmişti, kaplamıştı da, bağın bahçenin çiçekleri bir zindanda hapsolup kalmışlardı!
• Baharın adaleti ile yollar emniyete kavuştu! Bu yüzden yeşillikler, ellerinde yalın kılıçlarla göründüler; goncalar da, mızrakları ellerinde olarak meydana çıktılar!
• Ey insanlar; kalkın, dışarı çıkın! Atlarınıza binin ve kırlara açılın; bağlara bahçelere gidin! Onlar; ötelerden, çok uzak yollardan geldiler! Onları karşılamak, onlara; "Hoşgeldiniz!" demek adettir!
• 0 yeşillikler, yüklerini, denklerini bağladılar; yokluk ülkesinden kalktılar, deniz tarafından geldiler! Denizden gelirken güneşin yüzünden havaya çıktılar, göklere buse verdiler!
• Onlar; burç burç bütün gökleri dolaştılar, her yıldızdan yararlandılar, sermaye aldılar! Ve nihayet bize, şu toprak alemine bir çok armağanlarla geldiler!
• Su ile ateş, onlara, gökyüzünden her an yardım etmededir! Onlar, birkaç gün şu yeryüzünde misafir olarak kalırlar; sonra yine giderler! Bu hep böyledir; böyle gelir, böyle gider, böyle sürer!
• Onların sofraları, rüzgarın başındadır; kaseleri de seher rüzgarının elindedir! Onların yedikleri yemekler, o sofraya oturanlardan başkasından gizlidir! Çünkü, yemek kaplarının üstünde kapaklar vardır!
• Sofralar gelince herkes; "Tabaklarda ne var?" diye soruyorlar! Soranlara hal dili ile diyorlar ki:
• "Herkes bu sırlara mahrem olsaydı, tabaklar hiç örtülür müydü? Canın gıdası, can gibi gizlidir; bedenin gıdası ise, ekmek gibi meydandadır!
• Ekmeğin zevkini, ancak aç kimse bilir; tok olan, o zevki, hiç bilmez! Ekmekçi dükkanındaki ekmeklerden dükkanın ne haberi vardır?
• Ekmekçi aç olsaydı, ekmeği hiç satmazdı; seher rüzgarı gülün kıymetini bilseydi, onu saçıp dökmezdi!
• Sevgilinin kadrini bilmeyenin, onu elden çıkaranın zevki, aşkı yoktur; o, aşık değildir! 0, gerçekten de değersiz, alçak bir kimsedir!
• Gizlemek, meydana çıkarmaya tam sebeptir; susmak, dilsiz gibi davranmak da, anlatışın ta kendisidir!
• Hayatta iken yaptıkların, her düşünce çocuğunun, senin ölümünden sonra mezarının etrafında; "Baba, baba!" diye dönüp dolaştıklarını görürsün!
• Güzel düşüncelerinden huriler, güzel dehkanlılar doğar; çirkin düşüncelerinden ise koca şeytanlar meydana gelir!
• Mühendisin gizli düşüncesini, tasavvurunu seyret; ondan köşk olmuş, saray meydana gelmiş! Ezelî takdirin sırrına bak; ondan bunca dünyalar var olmuş!
* Kendi sırrını, gizlediğin şeyi biliyorsun ama, o gizlideki gizleneni bilmiyorsun! Gizlenen, gönüle benzer; gizlediğin şey de, dil gibidir!
• Gizlediğin şey güzel bile olsa, emin olma! Emin olma ki, emin olmayanlar daima eman bulurlar!
• Selvinin baş kaldırıp yükselmesi, gülün gülmesi, bülbülün ötmesi, güzel, sıcak yüzlü meyveler hep sonbaharın soğuk rüzgarının nefesidir!
• Mutlu zamanlarımızda nice defalar betimiz benzimiz sararıp soldu! Gayb aleminden fırlayıp gelen nice oklar var!
• Lalenin yanakları parıl parıl parlıyor! Padişahın kızgınlığından gönlü yanmış başağın içi faydalarla dolu fakat, derin düşüncelere dalmış, boynu bükülmüş!
• Penbe gül, kırmızı gülün inadına bir dükkan açmış, renklerle süslenmiş ama, kokusu yok!
• Asmaların ayakları kaydı da, yere yüz koydular! Fakat sonunda; "Secde ederler!" hitabıyla koruklukları öldü, olgunlaştılar ve üzüm verir hale geldiler!
"Rahman Suresi, 55/6. ayete işaret edilmiştir."
• "Ey şaşırıp kalmış nergis! Aptal aptal bahçeye bakıp duruyorsun!" dedim. Dedi ki: "Ben herkesin kusurunu arıyorum; öyle bir haldeyim ki, dünyalara sığamıyorum!"
• "Ey süsen! Yazıklar olsun sana; dilini niçin çıkardın?" diye sordum. "Ya bizim gibi konuşma, dilini tut, yahut da durumu anlat!"
• Dedi ki: "Dilim söz söylemez ama, halimizi bildirir! İşin sonu iyi olmasaydı, hiç çimenler gelişir, yeşerir miydi?"
• Söğüt ağacına dedim ki: "Neden bodur bir halde yaya kaldın, boyun uzamadı?" Dedi ki: "Ben küçük kalmayı, gönül alçaklığını akarsudan öğrendimde, ondan!"
• Kırmızı elmanın ekşi oluşu, bir bakıma, sevgiliyi hatırlatmaktadır! Çünkü, güzellerin somurtması, onları daha güzel bir hale getirmektedir, onları süslemektedir! "
• Ya şeftali ağacının dalları neden kısadır, alçaktır? Şeftali toplayanlara şeftalilerini kolayca vermek için değil mi? ,
• "Ey kavak ağacı!" dedim. "Şu uzayıp gitme ile, aleme rezil oluyorsun! çünkü, ne çiçeğin var, ne de meyven!" "Sus!" dedi. "Aklını başına al, böyle ; söyleme!..
• Eğer benim çiçeğim, meyvem olsaydı, senin gibi kendimi beğenirdim, benliğe kapılırdım! Halbuki şimdi, kendimi görmeme imkan yok! Başımı kaldırmışım, yukarıdan bakıyorum ama ben, kendini görenleri, benliğe kapılanları seyredip duruyorum!"
• Nar, ayvaya; "Benzin neder sarı?" diye soruyor. 0 da; "Senin içinde sakladığın inci taneleri yüzünden sarardım soldum!" diye cevap veriyor.
• Nar ona; "îçimde sakladığım incileri nasıl oldu da bildin?" diye sordu. Avva da dedi ki: "Kabına sığamıyorsun; gülüyorsun, nar tanelerini gösteriyorsun! Onun için bildim!
• Sen, daima gülüyorsun! ister gül, ister gülme; alem, cennettekilerin gönülleri gibi, senin yüzünden neşeli, senin yüzünden gülüyor!
• Fakat, şimşek gibi gülüş, bulut gibi ağlayışın sebebidir! Bulut ağlamasaydı, şimşek çakmazdı, gülmezdi!"
• Toprağın yüzünü kara, fakat içini aydın gördüm! Anladım ki, su geldi de onun içini yıkadı, onu tertemiz bir hale soktu!
• Toprağın içi temizlenince, o da, temiz su ile dost oldu, onu bağrına bastı! Bu dostluk, bu sevgi yüzünden kara toprak, cennet bahçelerinde olduğu gibi, sayıya sığmaz dallar bitirdi, meyveler verdi!
• Şu hıyarlar, şu kavunlar, hac kervanlarında yaya kalmış hacılar gibi, yavaş yavaş ayaklarını sürüyerek yorgun argın geliyorlar!
• Kanlar içen çöle bakarsan görürsün ki, emana kavuşmak için "Ol!" emrine uyuyor da, herşeyi; "Lebbeyk!" deyip yokluktan varlık alemine koşa koşa geliyor!
"Bakara Suresi, 2/117. ayete işaret var."
• Yukarıda; "Yaya kalmışlar!" dedim; bu da söz mü? Onlar; Ashab-ı Kehf gibi uykuda bile yol alıyorlar! Hani onlar yan üstüne yatmışlardı ama, ta ötelere, göklere kadar gitmişlerdi!
• Bu topluluğa, su kabağı da gelip katıldı, ipe tırmandı! Bu tırmanışı o nerede gördü, nereden bildi, kimden öğrendi? 0 çıkıp giden, uzayıp yükselen ipi ona verenden bildi, ondan öğrendi! .
• Şu yeşillikler, şu yasemenler, şu meyveler zaten bizim rızkımız; çöllerde, ovalarda bulunan o ot, o diken, o toprak onun rızkı!..
• Herkesin rızkı başka çeşit; o nasip, o meyve, o rızık başka topluluğun! Bizim onlardan tiksinmemiz, onların üstüne düşmeyişimiz, onları bizden koruyor!
• Yüzbinlerce karıncanın, yılanın, yüzbinlerce rızık yiyen canlıların her biri, payını aramadadır; her biri feryad edip durmadadır!
• Her ilaç, bir derdin dermanı; her şeyin bir işte neticesi var! Hani şifalı otlar var ya, hekimlik bilgisine sahip olanlardan başka hiç kimse onları bilmez, tanımaz!
• Ot vardır, bize zehirdir! Onlarca panzehir, bize göre dikendir fakat, deveye hurmadır!
* Cevizle bademin içi özdür, güzeldir; dışı kabuktur! Özler, tıpkı tavuk yumurtası gibi, kabukları içinde olgunlaşır!
* Hurma, dıştan hoştur ama, içi çekirdeklidir! Onun aksi ol, ey merhametli dost! încir gibi için de güzel olsun, dışın da!
* Ağacın su çekişi kökten başlar! Cenab-ı Hakk'ın, canı merdivensiz olarak yücelere çekişi gibi, ta yukarılara, dalların ucuna kadar çeker götürür!
* Şu esip duran rüzgar, çiçek tozlarını ve meyvelerin tohumlarını erkeklerin organlarından alır, dallara, topraklara götürür! Böylece, dallar ile topraklar gebe kalır! Rüzgarlar, sanki erkek Arap atlarıdır; dallar da dişileri, asraklarıdır!
* Bahar mevsiminde kuşlar, sıcak yerlere göçerler! Serseri misafirler gibi şurada burada yuva yaparlar, bir müddet orada kalırlar!
* Kuşlar ötüşürken, binlerce sırlar söylerler; "Filan göçecek, filan onun yerini utacak!" derler!
* Şu hüdhüdler, Hz. Süleyman'dan mektup getirmişlerdir! Fakat, nerede kuş dilini bilen bir kişi ki, o mektupları terceme etsin!
* Leylek, bütün kuşların arifidir; "Leklek!" der dururlar! Onun ne dediğini biliyor musun? "Ey yardımı istenen Allah; mülk de Sen'indir, emir de »Sen'indir! Hamd ve sena, ancak Sana mahsustur!.."
* Ey can! Yaylaya çıkma zamanı geldi; kışlık beden evini bırak! Türkmenlerin adetini, hiç olmazsa kuşlardan öğren!..
* Kuşlar gibi, kendine kendin gözcü ol! Allah'ı tesbih et; tesbihin, sana ordugah olur! Allah'ı tesbih et!
* Aşk, öyle bir güneştir ki, ancak aşıkların gönüllerini yakar yandırır! Ona, İkbahar, sonbahar yol bulamaz; ancak can sevgisi yol bulabilir!
* Mademki aşk bizi zamandan da, zeminden de çıkarıp götürmededir, o halde, emin olalım; yok olmayacağız! Onun lütfu ile, ihsanı ile, onun cömertliği ile biz, ölümsüzüz!
"Faruk Nafiz merhumun şu mısralan da bize müjde veriyor:
"0 büyük Rabb ki, ufuklar boyu nimetlerini
Hüsn ü an, reng-i füsun, aşk-ı cünun mahşerini
Gayr-i kafî görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden va'd ediyor başka bir alem yarına"
* Şu yeryüzünü de, şu zamanı da, içinde bir kuş yavrusu bulunan bir yumurta gibi düşün! Kuş, karanlık yerde mahbustur; kanadı kırıktır, hor ve hakir görülrnededir!
• Küfürle iman, yumurtanın akı ile sarısına benzer; aralarını ayıran bir berzah vardır! Bu sebeple, birbirlerine karışmazlar!
"Rahman Suresi, 55/20. ayete işaret var."
• Anaç kuş, Allah'ın, lütuf ve keremi sonucu olarak, ona verdiği analık duygusu ile yumurtayı kanatları altına alınca yavru kuş, küfrü de, imanı da yok ederek yumurtadan "vahdet kuşu, birlik kuşu" olarak çıkar!
" Bu son üç beyitte, "vahdet-birlik" konusu, yumurta örneği ile anlatılmaktadır. Yanlış anlaşılmaması için bazı marozatta bulunacağım: Önce; küfür nedir, iman nedir, onu arzedeyim. Küfür; Allah'ı inkar etmektir. İman ise, Allah'ın varlığına inanmaktır. Aslında, küfür de bir inançtır. Yani, küfrü benimseyen kafir dediğimiz kişi de, Allah'ı inkar etme inancını taşımaktadır. Allah'ın varlığına inanan "mümin" ile inanmayan "kafir", birbirine zıt düşen inanç sahipleridirler.
Biz, bizim inancımızı taşımayanlara kafir diyoruz. hiristiyanlar, musevîler de, bizim dinimizde değillerdir ama, Allah'a onlar da inanmaktadırlar. Biz, onlara da kafir mi diyeceğiz?
Mevlana, kafir dediğimiz kişinin son nefesinde imana gelebileceğini düşünerek hiç kimseye kafir dememektedir. Müslümanlık, Allah'ın en son gelen semavî dinidir; Peygamber Efendimiz de en son peygamber olduğu için bizden evvel gelen dinlerin hükmü kalmamıştır. Ama, bugün dünyada, müslümanlardan daha çok başka dinlerde olanlar var.
Allah da, yalnız müslümanların Allahı değildir; "Rabbü'l-alemîn" yani, bütün alemlerin, herkesin Rabbi'dir. Tasavvufî inanca göre biz insanları inançlarına göre ayırıyoruz. Allah'ın nazarında bütün insanlar birdir; hepsi de O'nun kuludur. Herkes de, kendi inancını doğru bulmaktadır.
Bugün dünyada mevcut çeşitli dinler ve mezhepler arasında müslümanlık, yukanda arzettiğim gibi, en son din olduğu için "hidayet yolu"dur. Diğer inançlar "dalalet-sapıklık yolu"dur. Aslında, "hidayet yolu" da, "dalalet yolu" da O'nun takdir ettiği bir yoldur. Hz. Mevlana; "Eğri yazı da, doğru yazı da Sen'in mektebinde yazılmıştır!" (Dîvan-ı Kebîr, c. VI, 2778) buyurmaktadır. Onun için, Ziya Paşa merhum da;
"Birdir nazar-ı Hakk'da mecus ile müselman. (Mecusî ile müslüman Allah'ın nazarında birdir!)" demiştir. Çünkü, ikisi de O'nun çizdiği yolda yürümektedir. İşte, Hz. Mevlana bu uç beyitte "vahdet-birlik" görüşünü bu misallerle açıklamıştır. Bu gazelden sonra gelen gazelin üçüncü beytini, lütfen dikkatle mutalaa buyurunuz.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
883. Dünyanın bütün güzel yüzlüleri, bizden güzellik çaldı!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1947)
• Ay yüzlülerin olan sevgilim, hastalarının yanına geldi de dedi ki: 'Ey sapsarı yüzler, ey benim safran bahçem!
• Safran bahçemi sulayacağım; ab-ı hayatımla onları gül haline getireceğim !
• Zaten sarı renkler de, kırmızı renkler de, güller de, dikenler de, hepsi hepsi bizim emrimizde, bizim hükmümüzdedir! Bizim yazımızdan, bizim fermanımızdan başka bir şeye uymazlar!
* Dünyanın bütün güzel yüzlüleri, bizden güzellik çaldı; hepsi de zerre zerre bizim güzelliğimizi, bizim ihsanımızı gördü!
• Bu güzellikler, onlara belirli bir zaman için iğreti olarak verildi! 0 ay yüzlüler, zamanla sararıp solarlar; yüzleri, sonbahar yapraklarına döner! Hırsızların, bizden güzellik çalanların hali budur!"