Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
734. 0 elimi tutmuş, ben ise kör gibi onun elini arayıp durmadayım.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c. IV,1628)
• Senin güzel yüzünü gördüğümden beri halka gözlerimi kapadım. Herkesi, her şeyi görmez oldum. Güzelliğinin lütufları ile, bağışları ile mest oldum, kendimden geçtim, can verdim.
• Onun reyini, tedbirini görünce, kendi eğri büğrü tedbirimi fırlattım attım, onun "ney"i oldum, onun dudağında feryada başladım.
• 0 elimi tutmuş, ben ise kör gibi onun elini arayıp durmadayım. Ben onun elindeyim, işin farkında değilim de yabancılardan, ondan haberi olmayanlardan onu soruyorum.
• Sadedil idim, saftım, yahut mest idim, yahut da deliydim. Gönlümde bir şeyler yoktu. Korka korka kendi altınlarımdan kendim çalar dururdum.
• Gönül bahçesinin etrafındaki duvarın yıkık yerinden hırsızlar gibi kendi bahçeme girdim, kendi gül bahçemden yaseminler devşirdim.
• Ayın nuru da, yıldızların nuru da Tebrizli Şems'tir. Ben onun ayrılık gamından ağlar, inlersem, bayram ayına dönerim
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
735. Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz,
sen ise denizsin, biz koşarak sana geliyoruz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiün, Fe'ilün
(c. IV,1633)
• Kapıyı kapa, biz bu topluluğun aşığıyız! Kapıyı kapa da, tatlı dilli sevgili ile biraz konuşup sevişelim!
• Biz bu mecliste oldukça, şarap ve meze bize gerekmez. Yeşillikte selvi ile gül eksik olur mu?
• Meşalemiz sen olunca, biz gökyüzünün nur kaynağı halini alırız, seçkin sakîmiz sen olduğun için, biz de sana layık zamanın seçkin erleriyiz.
• Sen aklın da aklısın, gönlün de gönlüsün. Sen yüzlerce cansın, artık biz de senin sayende şu gölge varlığa, şu bedene sırtımızı dönmeliyiz.
• Mademki gökyüzü damına bizim için çadır kurdular. Eşeklerin yayıldığı şu yeryüzü çayırlığından niçin çadırımızı sökmeyelim?
• Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz. Sen ise denizsin. Biz uzun zamandan beri senden uzak düştüğümüzden ötürü başımızı ayak yapmışız. Koşa koşa yüzümüzü yerlere süre süre denize, asıl vatanımıza gidiyoruz.
• Sana doğru koşarken bu yolda sel gibi naralar atmadayız. Yüz üstü akmadayız, denize yol bulamamış, çukur yerlerde kalmış, kendi çevresinde dönen kokmuş su gibi kendimizi bağlamamışız.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
736. Eğer aklın aklı başında ise eline hançeri al, onun ciğerini deş!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c.IV, 1629)
• Acaba gönül dün gece ne içti ki, ben bugün mahmurum? Yahut kimin tuzlasını gördü ki, ben böyle acılıklar içindeyim, perişan haldeyim.
• Bugün öyle bir haldeyim ki neyi döker kırarsam mazurum. Bugün ne söyler, ne edersem suçsuz sayılırım.
• Benim her nefeste dudaklarımdan, ağzımdan can kokusu geliyor. Bu hal de canın; "Candan uzağım." diye şikayet etmemesi içindir.
• Dudaklarını dudaklarıma korsan mest olursun. Bu işi bir dene! 0 zaman anlarsın ki ben üzüm şarabından da aşağı değilim.
• Sakî, beni boğazıma kadar suya daldır, çünkü düşünce arıya benzer, bense çırçıplağım.
• Eğer akıl kendindeyse, eğer aklın aklı başındaysa; eline hançeri al, onun cigerini deş! Eğer gönlüm aşkla yaralanmadıysa, onu da param parça et!
• Şarap geldi, beni boş yere rüzgara vermek, havalandırmak arzusunda. Sakîde, mamur bedenimi yıkmaya, yere sermeye uğraşıyor.
• Ben gece gündüz, hadiselerle, dünya işleri ile dopdoluyum. Benim iç yüzümü görebilsen, bir kadeh sanırsın. Bir taraftan da dostlar beni öyle hırpalamışlar, öyle zayıflatmışlardır ki, sıçrayıp ayağa kalksam, belimde kemer olmadığı halde, belimi sıkılmış görürsün de, bu defa da bana karınca dersin.
• Kadeh hasta olmuş; "Beni tedavi et, iyileştir!" diye şarap küpünün yanına gelmiş. Küp ise; "Ben senden daha hastayım!" diye başını tutmuş inlemiş.
"Fuzulî merhum:
"Kime kim derdimi ızhar kıldım, isteyip derman,
Özümden hem beter derde mübtela gördüm." diye yazmış.
• Mezarımın toprağı bir yudum su gibi bedenimi içince can; "Ben beden değilim, nurum!" diye gökyüzünün üstüne çıkar, ötelere gider.
• Ben ölüp tahtadan tabuta giren padişah değilim! Benim saltanat fermanımın yazısı - "Ölümsüz yaşarlar" ayetidir.
73-Nisa Süresi, 4/57. ayete işaret var.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
737. Sanki ben ölmüşüm de, içimin mezarlığına gömülmüşüm.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1641)
• Sanki ben ölmüşüm de, içimin mezarlığına gömülmüşüm. Yavaş yavaş çürüyorum. Fakat sen mezarımı ziyarete gelince dirilirim, başımı kaldırır mezardan çıkarım.
• Benim için surun üfürülmesi de sensin, mahşer de sensin. Ben ne yapayım? îster ölü olayım, ister diri! Sen nerede isen ben oradayım.
• Ben ney gibi cansız bir kamış halini almışım. Senin güzel dudakların olmayınca ölü gibi susarım. Fakat sen beni elime alıp da "ney"ime üfürünce, senin sıcak nefesinle dirilirim, sesler çıkarırım, nağmeler veririm. Bazen ayrılıklardan şikayet ederek ağlarım, feryad ederim.
• Senin zavallı "ney"in, senin şeker gibi dudaklarına alışmıştır. Ben zavallıyı, hatırlı eline al, dudaklarını bana ver de, senin duygularına tercüman olayım, seni yaşatayım
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
738. Kamil insan hiç kandırılabilir mi?
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1634)
• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."
• Can ise gönüle der ki: "Yürü git, beni de gülünç bir hale sokma, etrafındakileri de kendine güldürme! Ben onda bulunmayan, onun ihtiyacı olan şeyle onu kandırırım."
• Gamlı düşüncelere dalmış, ızdıraptan başına gelen belalardan bunalmış, sarhoş olmayı, kendinden geçmeyi düşünen biri değil ki; büyük kadehle kırmızı şarap sunarak onu kandırayım.
• Dünya nimetlerine gönlünü kaptırmış, topraktan yaratılmış şu aleme bağlı değil ki; onu altınlarla, servetle, yüksek mevki ile, dünya saltanatı ile kandıralım.
• 0 görünüşte bir insan ama, aslında insan değil, melek! Şöhret duygusu yok ki, güzel kadınlarla onu kandırabileyim.
• İçi nakışlarla, güzel resimlerle süslenmiş bir ev, o evi melek bile görse ürker, kaçar. Peki ben onu hangi nakışlarla, hangi resimlerle, hangi süslerle aldatabilirim.
• At sürülerine, saf kan Arap atlarına ihtiyacı yok! Çünkü o, kanatla uçuyor. Nefis yemekler, güzel renkli hoş kokular, meyveler yemiyor; onun yediği içtiği nur, onu nasıl olur da herkesin peşinde koştuğu ekmek ile kandırabilirim?
• Dünya pazarlarına aşık, alıcı, satıcı bir tacir değilim ki, onu kazançla, karla, ziyanla aldatayım.
• Hiç bir şey ondan gizli değil kî,kendimi hasta göstereyim, "ah vah" diyerek, feryad ederek onu kandırayım.
• Hararetim varmış gibi sirkeli bezle başımı bağlayayım. Öksürerek, aksırarak; "Mahvoldum, hastalıktan ölüyorum!" diye onu merhamete getireyim.
• Kıldan kıla, benim eğriliğimi, sapık düşüncelerimi, gizli hayallerimi, nefsani arzularımı, her şeyimi bilir. Ne yaparsam hepsini görür. Ondan gizli olan bir şey yok ki, onu o gizli şeyle kandırayım.
• Şöhret peşinde koşan, şairlerin meth ü senalarına, övmelerine düşkün olan bir padişah değil ki, güzel beyitler okuyarak, gazeller terennüm ederek akıp giden, insanı büyüleyen şiirlerle onu aldatayım.
• Gayb aleminden, ötelerden kendisinin duyduğu anlatılamaz yüce zevkler, dünya zevklerinden de ahiret zevklerinden de çok üstündür. Onu merhamete getirmek, cehennem azabıyla korkutmak, yahut ona cennetleri vaadederek hürilerle, gılmanlarla kandırmak da imkansızdır.
• Tebrizli Şems onun seçtiği tek varlıktır. Onun sevgilisidir. Olsa olsa onu ancak, o "Zamanın Kutbu" ile kandırabilirim.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
739. Bahar geldi!
Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c. III, 1336)
• Dostlar, bahar geldi. Selvi ağaçlarının yanına gidelim. Yüz üstü yatmış uyuklamış bahtı, sevgilinin bahtı gibi uyandıralım.
• Çimen garipleri nasıl bir hileye baş vurarak, ayaksız olarak yürüyüp koştularsa, biz de hem ayağımız bağlı, hem de adım atarak o garipler yurduna gidelim.
• Toprak bedenden baş kaldıran, kurtulan ruhun adı "akan, yürütüp giden' manasına gelen "revan"dır. Biz de, dizi bağlı canı tutalım, onların menzillerine kondukları yere götürelim.
• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."
• Can ise gönüle der ki: "Yürü git, beni de gülünç bir hale sokma, etrafındakileri de kendine güldürme! Ben onda bulunmayan, onun ihtiyacı olan şeyle onu kandırırım."
• Gamlı düşüncelere dalmış, ızdıraptan başına gelen belalardan bunalmış, sarhoş olmayı, kendinden geçmeyi düşünen biri değil ki; büyük kadehle kırmızı şarap sunarak onu kandırayım.
• Dünya nimetlerine gönlünü kaptırmış, topraktan yaratılmış şu aleme bağlı değil ki; onu altınlarla, servetle, yüksek mevki ile, dünya saltanatı ile kandıralım.
• 0 görünüşte bir insan ama, aslında insan değil, melek! Şöhret duygusu yok ki, güzel kadınlarla onu kandırabileyim.
• İçi nakışlarla, güzel resimlerle süslenmiş bir ev, o evi melek bile görse ürker, kaçar. Peki ben onu hangi nakışlarla, hangi resimlerle, hangi süslerle aldatabilirim.
• At sürülerine, saf kan Arap atlarına ihtiyacı yok! Çünkü o, kanatla uçuyor. Nefis yemekler, güzel renkli hoş kokular, meyveler yemiyor; onun yediği içtiği nur, onu nasıl olur da herkesin peşinde koştuğu ekmek ile kandırabilirim?
• Dünya pazarlarına aşık, alıcı, satıcı bir tacir değilim ki, onu kazançla, karla, ziyanla aldatayım.
• Hiç bir şey ondan gizli değil kî,kendimi hasta göstereyim, "ah vah" diyerek, feryad ederek onu kandırayım.
• Hararetim varmış gibi sirkeli bezle başımı bağlayayım. Öksürerek, aksırarak; "Mahvoldum, hastalıktan ölüyorum!" diye onu merhamete getireyim.
• Kıldan kıla, benim eğriliğimi, sapık düşüncelerimi, gizli hayallerimi, nefsani arzularımı, her şeyimi bilir. Ne yaparsam hepsini görür. Ondan gizli olan bir şey yok ki, onu o gizli şeyle kandırayım.
• Şöhret peşinde koşan, şairlerin meth ü senalarına, övmelerine düşkün olan bir padişah değil ki, güzel beyitler okuyarak, gazeller terennüm ederek akıp giden, insanı büyüleyen şiirlerle onu aldatayım.
• Gayb aleminden, ötelerden kendisinin duyduğu anlatılamaz yüce zevkler, dünya zevklerinden de ahiret zevklerinden de çok üstündür. Onu merhamete getirmek, cehennem azabıyla korkutmak, yahut ona cennetleri vaadederek hürilerle, gılmanlarla kandırmak da imkansızdır.
• Tebrizli Şems onun seçtiği tek varlıktır. Onun sevgilisidir. Olsa olsa onu ancak, o "Zamanın Kutbu" ile kandırabilirim.
• Ey yaprak; elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıktın, ne yaptın da zindandan kurtuldun? Söyle, söyle de biz de beden hapishanesinden kurtulmak için senin yaptığını yapalım.
• Ey selvi! Yerden baş kaldırdın, yüceldin. Seni yaratan sana ne seyir gösterdi? Bilelim de biz de seyredelim.
• Ey gonca! Gülün rengine boyanıp çıktın, kendinden geçip geldin, geldin ana nasıl geldin? Söyle de, ne yaptınsa biz de onu yapalım.
• Bu hoş beyaz abher rengi nereden geldi? 0 anber kokusu hangi semtten geliyor? Bu evin kapısı nerede, gösterin de; o kapıya hizmet edelim, o kapının kulu olalım.
* Ey bülbül! Feryadına acıdılar, imdadına koştular. Ben senin feryadına kul olayım, köle olayım. Sen, gül yüzünden neşelisin. Ben senin ötüşlerinden neşeliyim. 0 ihsana nasıl şükredebilirim?
* Aklını başına al da, gül bahçesinden sırlar duy! Harfsiz, sessiz, sedasız hakîkatler işit! Ey bülbül! 0 aşk masalını anlayabilirsem, sen de sazına düzen ver, güzel seslerle beni mest et!
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
740. Adama baktığın zaman, onun hakîkatini gör, onu, îblis gibi, su ve toprak görme!
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fa'ilün
(c.IV, 1737)
• Sarap getir, mahmurluğum var. Allah beni giriftar etti. Ben de o yüzden saraba giriftar (düşkün) oldum.
• Sarap sun aşkın şerefine, aşkın canı için. Güneşin bile kıskandığı kadehi sun, çünkü ben aşktan başka her şeyden bıktım, usandım.
• Şarap sun, o şaraba can bile desem, doğrusu yazık olur. Çünkü ben can yüzünden çok sıkıntılara katlandım. Çok baş ağrıları çektim.
• Sun o şarabı ki, adı bile ağzıma sığmıyor. 0 yüzden sözlerim perişan bir haldedir, darmadağındır.
• Şarap sun ki onsuz ahmaklaştım. Bir şeycikler bilmez oldum. Fakat onu içince, onunla beraber olunca; yiğitlerin, yol vurucuların bile şahı kesildim.
• Şarap sun ki, bir an bile başım onsuz kalınca; duygusuz, donmuş, kapkara kesilirim, nursuz kafirlerden biri olurum.
• 0 şarabı sun ki, beni; "Sun!", "Sunma!" demeden o kurtarır. "Nerede bulayım, nasıl sunayım?" diye beni başından savma! Sen o şarabı hemen sun!
• 0 şarabı sun da uzun gecelerde, tükenmek nedir bilmeyen feryatlarımdan gök kubbesini kurtar, huzura kavuştur.
• 0 şarabı sun ki, ben kadehsiz şarap eminiyim. Karnıma giren şarabı hiç zayi etmeden gereken yerlere veririm.
• Kemiğime, kanıma bakma! Beden bakımından hor, hakîr biriyim. Fakat ruh bakımından yüce bir padişahım.
• Ben bir marangozum: Yontup yaptığım merdiveni yedinci kat göğe dayadım da göklerin damına, yücelere çıktım, ötelere yükseldim.
• Adama baktığın zaman onun hakîkatini gör! Onu, îblis gibi, su ve toprak görme, toprağın ötesindeki yüz binlerce gül bahçesini gör!
• Sakın yanılma, bir kere daha balçığa girersem değişmem, neysem oyum. Çünkü ben yüzümü örttüğüm beden örtüsüne büründüğüm için utanmadayım.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
741. Senin gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fa'ilün
(c. IV, 1724)
• Gözümü açınca her şeyde senin güzelliğini, san'atını, yaratma gücünü görürüm. Dudaklarımı açınca hepsinin vahdet (=birlik) şarabını içerim.
• İnsanlarla boş yere konuşmayı, onların dedi kodularını dinlemeyi haram sayarım. Fakat senden bahsettikleri, senin güzelliğini anlattıkları zaman sözü çok uzatırım.
• Beni hangi yola götürseler, bin türlü aksaklık gösteririm, fakat sana giden yolda koşarım.
• Hızır gibi elime ab-ı hayat geçse, o suyu senin bulunduğun yerin toprağı ile süslerim.
• Gamının verdiği elemlerden, keder dikenlerinden dikenler toplarım da nergis, sadberk gülü devşirmeyi düşünmem. Gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.
• Yüzümü gönüller açan, hatırlar yapan padişahlar padişahına çevirince, nurum güneşten de üstün olur, ay ışığından da!
* Güneş halini alırsam, gönlümün harareti ile herkesin, her şeyin bütün zerrelerini, sarhoş ederim aşk oyununa düşürürüm.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
Mef'ülü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. IV, 1705)
• Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
• Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
• Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini manevî kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
• Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadîmiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
• Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? 0 elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanîdir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
• İblis Adem'in hakîkatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hz. Adem ona; "Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık." diye seslendi.
• İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de; "Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
• Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık." dediler.
• îhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
• Güzelin sözü mü olur? 0 Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
743. Biz senin gibi bir güzeli rüyada bile görmedik.
Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstefilün, Fe'ulün
(c. IV, 1701)
• Sevgilim, senin güzelliğinin sesini ruhumda duyunca, su gibi, rüzgar gibi ben de senin aşkına doğru koşmaya başladım.
• Mısırlı kadınların Hz. Yusufun güzelliğini görünce, kendilerinden geçip ellerini kestikleri gibi, sen de bir kerecik olsun elini canımıza koy bak da gör ki; biz güzellikler karşısında gönlümüzde neler kestik.
• Rindlerin, müflislerin halleri meydanda, artık ne yapılabilir? Biz de varımız yoğumuz olan şu yamalı hırkayı senin ayaklarının altına döşedik.
• Aşk aleminde bizim gibi binlerce kişi can vermiştir. Fakat biz senin gibi bir güzeli rüyada bile göremedik.
* Biz sana layık bir aşık olamadık da, su içen hayvanlar gibi suda aksimizi görünce, kendi çirkinliğimizden ürktük.