Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAFAZA MELEKLERİ
İyi ve kötü her yapılanı gözetip hıfz etmek ve korumakla görevli melekler Hafaza ve hâfızîn, hâfız kelimesinin çoğuludur
Gözetlemeye memur melekler insandan hiç ayrılmaksızın her an onu murakabe etmekte ve her hareketini yazmaktadırlar Bütünüyle bu işin nasıl olduğunu da bilemediğimiz gibi keyfiyetini bilmekle de mükellef değiliz
"Muhakkak sizin üzerinizde hafız (gözetleyici) melekler var Kiram (değerli) kâtipler var Her ne yaparsanız bilirler" (el-İnfitâr, 82/ 10, 11, 12)
"Hafızın" gözetleyici, amelleri ezberleyen, muhafaza eden ve koruyan anlamında tefsîr edilmiştir Âyette hafaza melekleri "kirâmen" değerli, şerefli sıfatlarıyla anılmıştır Melekler Allah katında şerefli ve değerlidirler (Taberî, Tefsîr, XXX, 88) Bu suretle kalplerde o şerefli meleklerin yanında utanma ve toparlanma hissi uyarılmak istenmiştir Zira insanoğlu yüksek mevkide bulunanların huzurunda söz, hareket ve davranış bakımından bir hata yapmamak hususunda son derece dikkatli ve itinalı hareket eder "Kirâmen" vasfıyla anlatılan meleklerin her an ve her durumda kendilerini gözetlediğini bilen kimselerde huy ve davranışlarını dikkatle ve güzel bir şekilde yapmalarıdır
Yaptığınız bütün işler melekler tarafından muhafaza edilmektedir
"Yaptığınız bütün hileleri meleklerimiz kaydediyor" (Yûnus, 10/21)
"İnsanın arkasında ve önünde, Allah'ın emriyle onu koruyan ve yaptıklarınızı kaydeden melekler vardır" (er-Ra'd, 13/11)
Rasûlullah (sas) hafaza meleklerinin vazifelerini anlattığı bir hadiste şöyle buyurur: "Bir müslüman bir rahatsızlığa düşünce Allah onu koruyan hafaza meleklerine şöyle emreder: " Kulumun her gün ve gecede yaptığı iyiliklerin sevabını ona bu hastalık müddetince yazın" (Dârimî, Rikâk, 56)
Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler Allah bu meleklere "kullarım ne yapıyorlar?" diye sorar Melekler; "Onlara vardığımızda namaz kılıyorlardı, ayrıldığımızda da namaz kılıyorlardı" derler (Buhârî, Ezân, 31, Mevâkit, 16, Nesâî, Salât, 21)
İnsanın sağ ve sol omuzlarında bulunan hafaza melekleri insanın günah ve sevaplarını kaydederler Bu melekler insandan cima, helâ ve gusül anında bu haller bitinceye kadar ayrılırlar Hz Peygamber (sas) "Sizden hela ve cima hali hariç ayrılmayan Kirâmen Kâtibin'e saygı gösterin İçinizden biri banyo yaptığında bir bez parçası ile avret mahallini örtsün" Hz Ali (ra) da şöyle buyuru: "Avret mahalli açık olduğu melek kişiye yaklaşmaz" "Örtüsüz hamama girilince iki meleği kişiye lanet eder" (Kurtubî, el-Câ'm'î !i-Ahkâmi'l Kur'ân, XIX, 248)
Âlimler helâ ve cimâ halinde hafaza melekleri bulunmadığından dolayı, konuşmayı câiz görmemişlerdir
Bazı âlimler kâfirlerin hafaza meleklerinin olmayacağını, çünkü onların durumunun belli olduğunu, amellerin yalnızca kötülük olduğunu, sağlarında bulunan meleklerin mü'min olmadıklarından hayır yapamayacağını ileri sürmüşlerdir Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Mü'minler alemetlerinden tanınırlar" (er-Rahman, 55/41)
Ancak genel olarak İslâm âlimleri kâfirlerin de hafaza meleklerinin olduğunu kabul etmişlerdir Allah Teâlâ: "Kitabı solundan verilene gelince" (el-Hâkka, 69/25) "Kitabı arkasından verilene gelince" (el-İnşikâk, 84/10) buyurmuştur Bu âyetler kâfirlerin kitaplarında hafaza melekleri tarafından yazıldığını gösterir Sağda bulunup hayır yazan melekler de kendisi bir şey yazmasa da solda bulunan meleğe kâfirlerin kötülüklerini yazarken şâhitlik yapar (Kurtubî, age, XIX, 248)
Hz Peygamber (sas): "Allahu Teâla şöyle buyurmuştur: "Kulum bir günah işlemeye karar verirse onun cezasını yazmayın Şayet o kötülüğü işlerse ona bir günah yazın Bir iyilik yapmaya karar verirse yapmasa bile ona bir iyilik yazın Yaparsa on iyilik yazın " der (Müslim, İmân, 203)
Bu kudsî hadiste bildirilen karar vermek duygularla ilgili bir özellik olduğu için bunu hafaza melekleri nasıl tespit ederler meselesi tartışılmıştır Bu husus Şüfyan es-Sevrî'ye sorulunca şöyle cevaplandırmıştır: "Kul iyiliğe karar verince ondan bir misk kokusu yükselir Kötülüğe karar verince de leş kokusu yükselir Bunu melekler duyar ve yazarlar" (Kurtubî, age, XIX, 248) Nitekim âyet-i kerime de şöyle buyurulmuştur "Hatırla ki (insanın) sağındo ve solunda oturan, yaptıklarını tespit eden iki melek vardır İnsan bir söz söylemeye dursun, mutlak onun yanında (hayır ve şerrini) görüp gözetlemeye hazır bir (melek) vardır" (Kâf, 50/17, 18)
Hafaza melekleri, sağ ve sol tarafta bulunan melekler Allah katında değerli, şereflidir Kul helâ, cimâ', banyo gibi avret mahallerinin açılmasına sebep olacak hallerde olunca bu melekler geçici olarak ayrılır
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAKKU'L-MECRÂ( SU GEÇİRME HAKKI)
Su geçirme hakkı
Sulanacak akarı, suyun geçtiği yerden uzak olan kimsenin, komşu akarlardan kendi akarına kadar suyu geçirme ve akıtma hakkı Tarım ürünlerini sulamak için başkasının arazisi üzerinden kanal açarak, boru veya künk döşeyerek sulama suyunun geçirilmesi irtifak haklarından birisidir
Hz Peygamber (sas) "insanlar üç şeyde ortaktırlar; su, ateş, ot" buyurmuştur (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 294) Suyun sahibi veya suyun geçirileceği arazının sahibi suyun kullanılmasını engellerse, gerekirse silah kullanarak sudan yararlanılır Hz Ömer (ra)'in uygulaması böyledir (Ebû Yûsuf, Kitâbü'l-Harac, s 97; Mevsılî, İhtiyâr, III, 71),
Eğer suyu geçirecek şahsın kendi arazisi ile su arasında kalan arazide hakkı varsa ortaklık hakkına dayanarak suyu geçirebilir Şayet bir ortaklığı yok ise irtifak hakkı ile suyu araziden geçirir, arazi sahibi veya komşu arazi sahipleri bunu engelleyemez
Dahhâk b Halîfe, el-Ureyz mevkiinden bir kaynak suyu çıkartır Suyunu Muhammed b Mesleme'nin arazisinden geçirerek kendi arazisini sulamak ister: Muhammad b Mesleme izin vermeyince Hz Ömer (ra)'a başvururlar Hz Ömer Muhammed b Mesleme'ye kendisi için de yararlı olacak olan bu suyun kullanılmasına niçin izin vermediğini sorar Muhammed b Mesleme yemin ederek bu suyun geçmesine izin vermeyeceğini söyleyince; Ömer şöyle der: "Yemin ederim ki, karnının üzerinden geçmesi gerekse bile o suyu oradan geçiririm" (Mâlik b Enes, Muvatta', II, 218) Suyun geçtiği yol (mecrâ) birkaç kişi arasında ortak ise bunlardan birisi, diğerlerinin sulamasını engelleyecek şekilde suyu kapatamaz Ancak nöbetleşe su kullanılsa kendi nöbetinde suyun mecrâsını tamamen tarlasına çevirebilir Ortak mecrâ hakkında, ortaklardan birisinin arazisini sulaması için mecranın önünü kapatıp su biriktirmesi gerekiyor ise ihtiyacım görecek, diğerlerine zarar vermeyecek şekilde suyun önünü kapatabilir
Bütün irtifak haklarının kullanımında olduğu gibi burada da şart, suyun üzerinden geçtiği hâdım akara önemli zarar vermemektir (Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku" III, 128)
Mecrâların bakım ve temizliğini devlet veya hususî şahıslar üstelenecektir Bu cihetten mecrâlar üçe ayrılır:
a) Bakım ve temizlik masrafı devlete âit olan mecrâlar; Fırat, Dicle gibi büyük nehirler
b) Masrafı hususî şahıslara âit olup bakımı ihmal edildiğinde devletin zorlama hakkı olan mecrâlar Belirli beldedeki insanların istifade ettiği akarsu ve ırmak kolları Bunların ıslahı, temizlenmesi faydalanan kimselere âittir
c) Masrafı hususî şahıslara âit olup ihmal edilme durumunda cebir bahis mevzûu olmayan mecrâlar Nehr-i hass denilen hususi akarsular Bu sular on kişiye, kırk kişiye veya bir köye âit sular diye tarif edilir Ancak hangi suyun hususî akarsu sayılebileceği hâkimin kararına bağlıdır (Ali Haydar, Duraru'l-hukkâm fi Şerh-i Meceletti'l-Ahkâm, III, 499, 1224 maddenin şerhi)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAKKU'L-MESÎL(BAŞKASINA AİT ARSA)
Başkasına âit arsa, bahçe veya araziden, kullanılmış veya ihtiyaç fazlâsı suyun geçeceği kanal veya kanalızasyon geçirme hakkı Bir kimsenin ev, bahçe veya arazisindeki ihtiyaç fazlası saçak, tuvalet ve benzeri yerlerin temiz veya pis sularını, ev veya fabrikasının sıvı artıklarını kendi mülkü dışına akıtma hakkı vardır Bu sıvıların en kolay geçebileceği komşu gayr-i menkul sahipleri buna katlanmak zorundadır Artık sulan geçirme, ya toprak zeminine açılacak kanalla, ya dâ toprak altına döşenecek boru, kanalızasyon gibi altyapı tesisleriyle olur Bu, bir gayr-i menkul lehine, diğer gayr-i menkul aleyhine bir irtifak hakkıdır
Su geçirme hakkı (hakku'l-mecrâ) ile bunun arasındaki fark şudur: Birincisi, içme, kullanma veya araziyi sulamaya elverişli suyu bir boru veya kanalla başkasının gayri menkulûnden geçirmeyi; mesîl hakkı ise kullanılmış suları ve pis sıvı artıkları, başkasının mülkünden geçirip dışarı akıtmayı ifade eder Kanalızasyon, bazan yararlanana âit özel mülk olur, bazan içinden geçtiği komşu arazi sahibine âit bulunur, bazan da umuma âit olabilir Kanalızasyon geçirme hakkı sâbit olunca, açık bir zarar söz konusu bulunmadıkça komşu gayr-i menkul sahibi bunu engelleyemez Bu hak, gayr-i menkulün tarım arazisi iken, ev veya fabrika arazisine dönüşmesi gibi yollarla niteliği değişse bile devam ederMesîl hakkı eskiden beri geliyorsa, umûmî veya husûsî maslahata zarar vermedikçe eski hâli üzere kalır Başkasına zarar veriyorsa bu zarar kaldırılır Zararın eskiden beri gelmesi sonucu etkilemez Çünkü zarar kadîm olmaz
Kanalızasyonun tamir masrafları, yararlananın mülkü olsun veya üçüncü bir şahsın mülkü bulunsun yararlanana âittir Ancak, umûma âit yerlerdeki kanalızasyonların onarım masrafları devlete âittir (ez-Zühaylî, 'el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, IV, 65, V, 606, 607; Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılım, 1981, s 46, 47)
Mecelle de mesîl hakkı şöyle düzenlenmiştir:: "Birinin arsasından, diğer kimsenin kanal veya su yolu normal olarak akarken, arsa sahibi bundan sonra akıtmam diye alıkoyamaz Bunlar onarıma muhtaç olduğunda mümkünse sahibi kanala girerek bunları onarır Fakat o arsaya girmedikçe onarımları mümkün olmadığı taktirde, sahibi arsasına girmeye izin vermezse, hâkim tarafından kendisine; ya arsana girmek üzere izin ver veya kendin onar, diye mecbur edilir" (madde, 1228) "Bir evde, normal olarak akan bir pis su borusu dolup yahut yarılıp da ev sahibine fâhiş zararı olsa pis su borusunun sahibi bu zararı ödemeye zorlanır" (madde, 1233, bkz madde, 1229-1232)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAKKU'L-MÜRÛR(GEÇİŞ HAKKI)
Geçiş hakkı
Mürûr, merre fiilinin mastarı olup, geçmek, gitmek ve uğramak demektir Mürûr hakkı, bir kimsenin kendi ev, arsa, bahçe ve arazi gibi gayr-i menkulüne ulaşabilmek için, başkasına âit bir gayri menkuldeki yoldan geçiş hakkını ifade eder Bu yol, ya umûmî, ya da kendisine veya üçüncü şahsa âit özel bir yol olabilir Geçiş hakkı, irtifak haklarından olup, bir gayr-i menkul lehine başkasına âit bir gayr-i menkul üzerinde kurulmuş bir yararlanma hakkıdır (bk Hakku'l-İrtifâk)"
Geçiş hakkının esası İslâm hukukçularınca şöyle açıklanır: Bir kimse ölü (mevât) bir araziyi ihyâ etse, daha sonra başkaları bu arazının dört yanını ihyâ ettiği için, geçiş yolu kalmasa, en son ihyâ edilen arazının geçiş hakkı tanıması kesinleşir Çünkü ortada kalan arazının giriş-çıkış yolunu en son kapatan bu arazidir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 303; Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, İstanbul 1981, s 46)
Geçiş hakkı, yolun umûmî veya husûsî oluşuna göre bazı özellikler arzeder
a) Umûmî yollar: Herkesin bu yollardan yararlanma hakkı vardır Bu, geçiş olabileceği gibi, yola karşı pencere veya çıkmaz aralık açma, balkon ve benzeri çıkıntılar yapma şeklinde de olabilir Ayrıca yolun kenarına otomobil, traktör vb araçlar konulabilir Yararlanma iki durumda sınırlanabilir: Birincisi, başkalarına zarar vermek Çünkü hadiste, "zarar ve zarara karşılık zarar vermek yoktur" buyurulur İkincisi de yetkili makamların iznidir Yoldan geçenler veya yararlananlar, geçişi engellemek gibi başkalarına zarar verirlerse men olunurlar Yoldan yararlananın fiilinde bir zarar yoksa, Ebû Hanife'ye göre hâkimin izniyle intifa câiz olur Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise izin şart değildir Şâfiîlere göre de bu durumda yetkililerden izin şartı aranmaz Çünkü hadiste; "Mübah bir şeyi başkalarından önce kullanan kimse, onda daha fazla hak sahibidir" (Ebu Dâvûd, İmâre 36) buyurulur Şâfiî'ye göre, yol kenarlarına yoldan geçenlere zarar verecek şeyler yapılamaz Çünkü hak bütün müslümanlara âittir Mâlikîler umûmî yola tecavüz eden yapı, eklenti vb şeylerin engellenmesi gerektiğini söylerler (İbnü'l-Hümâm, Tekmiletü Fethi'l-Kadîr, VIII, 330 vd; Zeylaî, Tebyînü'l-Hakâik, el-Emîriyye, VI, 142 vd; İbn Âbidîn, age, V, 3I9 vb)
b) Husûsî yollar: Başkasının arsa, bahçe veya arazisinden geçirilen özel yoldan, yalnız, geçiş hakkı sahibi, onun aile fertleri veya ortakları yararlanabilir Bunlardan başkası, özel yola doğru, izinsiz olarak kapı veya pencere açamaz Umûmî yolda trafik çok sıkıştığı zaman, herkesin husûsî yollardan da yararlanma hakkı doğar Hak sahipleri, toplumun bu hakkına saygı göstererek, husûsî yolu kapatma veya kaldırma cihetine gidemezler Geçiş hakkı sahiplerinden hiçbirisi, diğer hak sahiplerinin izni olmadıkça, özel yol tarafına; oda, balkon, oluk vb şeyler yapmak gibi, örfe uygun kullanım dışı irtifak hakkı kuramaz (İbnü'l-Hümâm, age, VIII, 330 vd; Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu, V, 607, 608; Mecelle, madde, 1224-1227)
HALİFE NASIL SEÇİLİR? İslam'da halifenin seçilişi üç yoldan birisiyle meydana gelir
1- Müslüman, mükellef, adil –yani büyük günahlardan sakınıp, küçük günahlarda ısrar etmeyen- ve kendisini şüphelerden koruyan ve şahsi menfaatını ön planda tutmayan, bilgili, şahsiyetli ve müslüman halkın ileri gelenlerinden birini müslümanların tayin etmesi Hazreti Ebubekir al-Sıddık'ın halife olarak seçilişi bu yolla olmuştur
2- Adil halifenin henüz vefat etmeden önce adil ve bu işe layık olan bir kimseyi tayin etmesi Hz Ebubekir al-Sıddık hz Ömer'i (ra) bu yolla tayin etmiştir Hz Ebubekir vefat etmeden evvel şöyle buyurdu: ben Ömer bin Hattab'ı size amir olarak tayin ettim İyilik eder ve adelete bağlı kalırsa zaten benim bilgim ve görüşüm de hakkında budur Zulüm eder ve durumu değiştirirse ben gaybı bilmem Ben istedim Herkes ne kazanırsa kendisine aittir Durum öyle olmakla beraber ehli hal ve akdin muvafakatıda şarttır Bunların muvafakatı olmazsa o hilafet hilafet değildir
3- Hilafetin şartlarına haiz bir kimsenin zor kullanmak suretiyle kendini seçtirmesi (Nihayetü'l-Muhtac)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HALİFENİN BELİRLENMESİ
Hz Peygamber (sas) hayatta olduğu sürece peygamberlik görevinin yanısıra devlet başkanlığını da şahsında toplamıştı Bu nedenle Hz Peygamber hayatta iken, kurulan ilk Islâm devletinin başkanını belirlemek gibi bir problem ile karşılaşılmış değildi Diğer taraftan Hz Peygamber (sas) kendisinden sonraki halifeyi belirleyen herhangi bir söz de söylememişti Durumun böyle olması nedeniyle Hz Ebu Bekir (ra) halîfe seçilene kadar bazı farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz Ancak bu durumlar geçici ve oldukça kısa bir süre için sözkonusu olmuş; bir müddet sonra unutulup gitmiştir Yani bu görüş ayrılıkları Hz Peygamber (sas)'in vefatından sonra Hz Ebu Bekir halife seçilinceye kadar devam etmiş ve onun seçilmesiyle tam anlamıyla son bulmuştur
Ancak daha sonraki dönemlerde Hz Ali (ra)'ın halifeliği zamanında başlayan ve gittikçe yayılan karışıklıklar sonucunda ondan önceki halifelerin halifelikleri tartışma konusu yapılmıştır Bu tartışmalar, Hz Peygamber'in, Hz Ali'yi vasiyet ettiği iddiasıyla başlatılmış; pek çok yanlış görüşlerin, düşünüşlerin, Islâm dünyasında yayılmasına neden olmuştur Geçmiş dönemlerin kapatılmış sahifeleri tekrar aralanmış, ileri-geri, doğru-yanlış pek çok fikirler ortaya atılmıştır
Aslında Hz Peygamber (sas)'in kendisinden sonraki halifenin kim olacağına dair açık hiç bir tavsiyede bulunmadığı hususu, başta Hz Ali (ra) olmak üzere pek çok sahabinin açıkça ifade ettiği bir husustur (Müslim, Vasiyye 18,19; Edâhi 43; Tirmizî, Fiten, 48; Nesâî, Vesaya, 2; Ibn Mace, Cenâiz 64; Vesaya 1; lbn Kuteybe, el-Imame ve's-Siyâse, I, 6)
Sahabiler söz birliği halinde böyle bir tavsiyenin olmadığını ifade etmişlerdir Çünkü öyle birşey olsaydı, onları bu tavsiyenin dışına çıkıp önceleri Ensar'ın, Sa'd b Ubâde'yi seçmek istemeleri ve sonradan da hep birlikte Hz Ebu Bekir (ra)'in halifeliğinde karar kılmaları mümkün olmazdı Böyle bir şeyi kabul edecek olursak onarın hep birlikte Hz Peygamber'in emirlerine aykırı hareket etmiş olduklarını da kabul etmemiz gerekecektir Bu ise imkansızdır
Imamın özelliklerinin en çok Hz Ali'de toplandığı iddiasını ileri sürenler ise, büyük bir ihtimalle Hz Peygamber'in Hz Ali hakkındaki övücü sözlerinden hareket ederler Oysa Hz Peygamber'in pek çok sahabe hakkında övücü sözler söylediği bilinen bir husustur Bu tür hadislerin hepsini de hilafet için bir gerekçe olarak kabul etmek mümkün değildir Bu tür hadislerin pek çoğu özel nedenlere bağlı bulunmaktadır Bunları imamet konusunu da içine alacak şekilde genişletmek doğru olmaz Hadislerin maksatlarına ters düşer (Müslimin Fedâilu's-Sahâbe 31'de zikrettiği ve Hz Peygamber'in Hz Ali'ye "Sen bana Harun'un Musa ya yakınlığı kadar yakınsın" hadisinin, onu halifeliğe aday göstermek anlamına gelemeyeceğine dair açıklamalar için bk Ibn Hazm, el-Fisal, IV, 94-95; Kurtubî, Tefsir, I, 267-268; Tecrid-i Sarıh Tercümesi, IX, 363)
__________________
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HALVET VE MAHREMLİK
Bir erkeğin, yabancı ve hür bir kadınla, bir evde başbaşa kalmaları, harama yakın mekruhtur (Bazı fıkıh kitaplarında ise "Haramdır" denilir Bak Ibn Nüceym, el-esbah ve'n-Nezâir (Hamevi şerhi ile birlikte) M Âmire; N/lll) Ancak bulundukları odaların araları kesikse ve herbirinin ayrı ayrı kilidi varsa; ya da kilidi yoksa da aralarında duvar ve perde gibi bir engel olup, erkek de güvenilir birisi ise veya kadının yanında bir mahremi, ya da cinsel ilişkide bulunamayacak, ancak saldırıyı önleyebilecek derecede yaşlı bir kadın varsa, veya erkek o derece (yaşlı kadın gibi) yaşlı ise veya yanında bulunduğu kadın borçlu olup, erkek onu takip için orada bulunuyorsa, halvet haram değildir(Alâuddin Abidin, el-Hadıyy·e'l-Alâiyye, (1984) s 243-44; Resülullah: ‚Biriniz, mahremi olmayaan bir kadınla başbaşa kalmasın" , "Bir erkekle bir kadın başbaşa kaldıklarında, üçüncüleri mutlaka şeytan dır" buyurmuştur (Buhârî, Nikah, 111-ll2; Müslim, Hac 424; Tirmizi, Radâ', 16)) Erkeğin, mahremi olan kadınla halvette bulunmasında ise, şehvetten emin olunması halinde mahzur yoktur Ancak süt kız kardeş, genç kayınvalide ve eşinin başka kocadan olan kızı gibiler bunlardan istisna edilmiştir (Alâuddîn - Abidin, age 244) Erkek, yabancı kadınlarla, birden çok olsalar da bir arada bulunamaz (Kadızâde Efendi, Netâicü'l-Efkâr, N/122) Bu yüzden erkeğin; içlerinde başka erkek ya da kendi hanımı ve annesi gibi bir mahremi bulunmayan kadınlara, ev gibi bir yerde imam olup namaz kıldırması, mekruh görülmüştür Ancak bunun camide olması halinde mekruhluk ortadan kalkar (Serahsî, age N/166) Serahsî'nin bu ifadesine dayanarak bazıları; bir erkekle bir kadının halveti, yabancı da olsa, bir başka erkeğin bulunmasıyla önlenmiş olur, ancak mahremi ve güvenilir bir yaşlı kadın dışındaki yabancı kadınlarla ortadan kalkmaz ve erkeğin birden çok yabancı kadınla başbaşa kalması da, harama yakın mekruh olur demişlerdir (Bak Ibn Abidin, age VI/368-69; Hamid Mirzâ Fergâni, el-Fethur-Rahmanî, Kahire 1396, N/212)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAMELE-İ ARŞ (ARŞI TAŞIYAN MELEKLER)
Arşı taşıyan melekler Allahu Teâlâ'nın Arş'ı taşımakla vazifelendirdiği sekiz müvekkel melek Arşın mahiyetini bilmediğimiz gibi bu meleklerin arşı taşıma keyfiyetini de bilemiyoruz "Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir Melekler onun çevresindedir Ve o gün Rabbının Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir" (el-Hâkka, 69/16,17) Bu âyette anlatılan olay müteşâbihdir Nasıllığı hakkında izahlar, sahih rivâyetlerin ötesinde fazla bir kıymet taşımaz Bu melekler "Subhanallahi ve bihamdihi" diyerek Arş'ı tavaf ederler
Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Size arşı taşıyan meleklerden bahsetmem konusunda bana izin verildi Onlardan her birisinin kulak memesi ile boynunun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır" (Ebû Dâvûd Sünne,18): Abdullah b Amr "Arş'ı taşıyan melekler sekiz tanedir" der Sa'id b Cübeyr âyetteki "sekiz melek" ifadesini sekiz saf melek olarak tefsir etmiştir Bu meleklere Allahu Teâlaya yakın ve meleklerin efendileri olmalarından dolayı Kerûbiyyûn melekleri denilir İbn Abbâstan nakledilen bir rivâyete göre Kerûbiyyûn melekleri, sekiz bölümdür Onlardan her bir cinsinin insan, cin, şeytan ve melek gücü kadar gücü vardır (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, VIII, 239)
"Arşı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rablarını hamd ile tesbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minlerin bağışlanmasını isterler Rabbımız ilim ve rahmetle herşeyi kuşattın; tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla ve onları Cehennem azabından koru" (el-Mü'min, 40/7) Bu âyetin tefsirinde İbn Kesîr "Allahu Teâla, Arş'ı taşıyan dört mukarrebûn melek ile onların çevresindeki "Kerûbiyyûn melekleri'nin Allah'ı tesbihle Rablerine hamdettiklerini haber verir" der Bu âyete dayanılarak meleklerin sayısının dört olduğu iddia edilmiştir (İbn Kesîr, age VII, 120)
Hasan-ı Basrî, Hamele-i Arş meleklerinin sayısının sekiz mi sekiz bin mi olduğunun ancak Allah tarafından bilinebileceğini söyleyerek meseleyi Allah Teâla'nın ilmine havale eder Sa'lebî'nin rivâyet ettiği bir hadîste Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur
"Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur" (Kurtubî, el-Cami'u fî-Ahkâmi'l-Kur'ân, XII, 266)
İbn Sina " Melâike" risalesinde Arş'taki meleklerin tesbih ve tahmid ile Rablerine kulluk ettiklerini ve mü'minler için istiğfar ve duada bulunduklarını kaydeder Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö1780) "Allah dört büyük melek yaratmıştır, bunlar Arş'ı taşır, Hamele-i Arş denilen bu meleklere Kerûbiyyûn da denilmiştir Allah'ın yanında bütün meleklerden daha üstün ve faziletlidirler İsrafil de bu meleklerdendir, İsrafil diğer üçünden daha üstündür" der (bk Tecrîd-î Sarîh tercemesi, IX, 7)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
bu faideli palaşımlar için. ALLAH (C.C) razı olsun.
emeğine sağlık, ellerin dert görmesin
KARDEŞİM
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HÂMİLELİK ÇİLLERİ VE ESTETİK AMELİYAT
Estetik ameliyat yaptırmanın caiz olmadıgını öğrendik Doğumdan sonra yüzümde benekler ve lekeler oluştu Aslında bir rahatsızlık veriyor değiller, ama estetik ameliyata benzer diye endişe ettiğim için ilaç kullanamıyorum IIaç kullanmamızın Şer'an bir mahzuru var mıdır?
Insanın normal yaratılışını beğenmeyip estetik ameliyatlarla burnunu, dişini, göğsünü vb değiştirmesi, sizin de dediğiniz gibi haramdır ve sıhhi bir gerekçe yokken bûnu yapanlar lânetlenmiştir Bunu daha önce uzunca yazmaya çalıştıkAncak Islâm, fıtratı bozmaya karşı çıktığı kadar, bozulan fıtratı tedaviyi ve estetiğin korunmasını da teşvik etmiştir Hamilelik çilleri de aslî görünümü bozan, yani fıtrata halel getiren türden bir olgudurBu yüzden giderilmesi ve tedavisinin yapılması daha evlâdır Dolayısı ile bunu estetik ameliyatla bir tutmak doğru değildir
Ümmü Seleme annemiz diyor ki: "'Lohusa olan kadınlar Rasûlüllah zamanında kırk gün otururlardı (ibâdet etmezlerdi) Biz o dönemimizde yüzümüzde oluşan lekeler için vers kürü uyguluyorduk" (vers turuncu bir ot olup yanakları kızartmak için kullanılırdı)(Ebû Dâvûd, tahâret 121) Demek ki, sizin sorununuz "asr-ı saâdet"te de söz konusu olmuş, hal çâresi aranmış ve Rasûlüllah Efendimiz buna karşı çıkmamıştır
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HÂMİLENİN NAMAZI Hamile bir kadına, namaz kılacak kadar süre ayakta durmasının sakıncalı olduğu söylenirse, namazlarını oturarak kılabilir mi?
Adil, yani dinin asgari farzlarını yapan ve büyük günahlardan sakınan uzman bir doktor, namaz kılarken ayakta durmasının sakıncalı olduğunu söylemişse, bu durumdaki bir hâmile namazlarını oturarak kılabilir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HANBELİLERE GÖRE AVRET 1- Namazda:Bu konuda Hanbeliler, Malikilerle aynı görüştedirler Ancak kadının namaz içerisindeki avretinden sadece yüzü istisna ederler Namazda kendi kasdı olmaksızın açılan avret az ise, namaza mani olmaz; çok ise, zamanın uzaması halinde namazı bozar
2- Namaz dışında: Kadının mahremlerine karşı avreti yüz, boyun, baş, eller, ayaklar, ve bacaklardan başka, bütün vücududur Yabancı erkeklere göre ise, elleri ve yüzleri dahil bütün bedenidir (Sâbânî, age, N/156) Müslüman kadınlarla kâfir kadınlar arasında, avreti gösterme bakımından fark yoktur Dolayısıyla kadın, kâfir kadına bile göbek ve diz kapağı arası hâricini gösterebilir Erkeğin avreti konusunda Hanbelî mezhebinde uygun görüş, Hanefilerde olduğu gibi göbekle diz kapağı arasının avret oluşudur Mezhepte erkeğin avretinin ön ve arka uzuvlardan ibâret olduğu görüşü de vardır (Ibn Kudame el-Mugnî, I/578, Kahire (Tarihsiz)) Bedenden ayrılan avret bir uzuv, avret olma niteliğini kaybeder
7 yaşın altındaki çocuklar için avret yoktur 7-9 arası erkek çocuğun avreti, namaz içinde de namaz dışında da, sadece ön ve arka uzuvlardır Kız çocuğun namazda ve namaz dışında mahremlerine karşı avreti, göbekle diz kapağı arası, yabancı erkeklere karşı baş, boynu, dirseklere kadar eller, bacak ve ayakları dışındaki bütün bedenidir
__________________
HANEFİLERE GÖRE AVRET 1- Namazda: Erkeğin namazdaki avreti, namaz dışındaki olduğu gibi, göbekle diz kapağı arasıdır Diz kapağı avrettir, göbek ise avret değildir Câriyenin avreti ayrıca karnıni ve sırtını da kapatmak üzere, erkeğinki gibidir Hür kadının avreti ise, yüzü, ellerinin içleri, ayaklarının ise üstleri hariç, bütün bedenidir Hatta kulağı hizasindan aşağıya sarkan saçlarının açılması, bazılarına göre namaza mâni değilse de, sahih olan görüşe göre avrettir Avret olmadığını söyleyenlere göre de, mahremi olmayanın saçına bakması haramdır Bu haramlık avret oluşundan değil saçın fitneye sebep olabileceğinden ötürüdür (Ibrahim el-Halebî, Gunyetü'l-mümteli fi serhi Münyeti'l-musallî, s 212) Namazda iken kaba avretin -ki, ön ve arka uzuvlar ve etraflarıdır- ya da hafif avretin -ki, avretin geri kalan kısmıdır- dörtte biri, kendi fiili ile olmasa bile, bir kürün edâ edebilecek kadar açık kalırsa" namazı fâsit olur Kerhî ise, galiz avretten bir dirhem mikdarının, hafif avretten ise, dörtte birinin açılmasının namaza mâni olacağını söyler (Halebî, age, s 2l3) Ama bu kadarı, ya da daha azı kendi fiili ile açılırsa, açılma süresi bir rükün edâ edecek zamandan kısa bile olsa, namazı hemen fâsid olur Ancak uzvun dörtte biri namaza girmeden önce açıksa bu, namaza başlamaya mânidir Avretin kişinin kendi nefsine karşı da örtülmesi şart değildir Mekruh olmakla birlikte, elbisesinin yakasından avretini görmesi, namazını iptal etmez Bu durumda namazı fâsid olur diyenler de vardır (Halebî, age s 209-210)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
BİR KİMSE HANIMINI BOŞARSA KÜÇÜK ÇOCUKLARI KIME BIRAKILACAKTIR? Boşanmak suretiyle birbirinden ayrılmış olan çiftin küçük çocukları aşağıda zikredilecek şartları haiz anneye bırakılır
1- Mürted olmaması
2- Fuhuş veya hırsızlık gibi büyük günahları işleyen bir kadın olmaması
3- Emin olması
4- Mahrem olmayan kimse ile evli olmaması
Yukarıda kaydettiğimiz manilerden biri varsa, isterse anneanneye bırakılır O da olmazsa babaanneye, sonra ana-baba bir kızkardeşe, yoksa anne bir kızkardeşe, sonra teyzeye, sonra da halaya bırakılır Tabii bunlar arzu ettikleri takdirde böyledir Erkek çocuk yedi yaşına girinceye kadar bu durum devam eder Ama anne vveya nine olmazsa dokuz yaşına gelinceye kadar bu durum devam eder Bu açıklama Hanefi mezhebine göredir
Şafii mezhebine göre ise; aşağıda zikredilen şartlar dahilinde erkek olsun çocuk anneye bırakılır:
1- Annenin müslüman olması Hıristiyan, Yahudi veya mürted olursa kendisine bırakılmaz
2- Akıllı olması
3- Emin olması Fasıka olduğu takdirde kendisine bırakılmaz
4- Mahrem olmayan kimse ile evli olmaması
5- Çocuğun mümeyyiz olmaması Aksi takdirde çocuk muhayyer bırakılır (el-Envar)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HARAM: Kelime anlamı, hürmet gösterilen, dokunulmayan, saygın demektir Terim olarak; farzın tam zıddıdır, yani Allah'ın, ya kendi sözüyle, ya da Elçisinin sözüyle yapılmamasını kesinkes istediği şeylerdir Ancak haram herkes için haramdır Geri kalan yönleri ise aynen farz gibidir Meselâ kabullenmeyen kâfir olur
__________________
HARAM MALDAN İKRAM Malına herhangi bir yolla haram karıştığı bilinen birisinin ikramını, ya da hediyesini kabul etmek için bakılır, eğer malının veya kazancının çoğu haramdan değilse alınır ve yenilir Bu durumda ikram ettiği şeyin haramdan olduğu bilinse, malının çoğu helâldan olsa dahi kabul edilemez, yenemez Aksine, malının çoğu haramdan olsa ve fakat ikram ettiği şeyin helâldan olduğu bilinse, ya da ikram eden öyle olduğunu söylese alınır ve yenilir(Hindiyye, V/342; Kâdihan, NI/400-402) Faizle para kazanan için de durum aynıdır(Hindiyye, V/343) Helâl kazancı daha çoksa ikramı alınır, değilse alınmaz Durumu bilinmiyorsa, bir mü'min ancak helâl yolla kazanır diye hüsn-i zan edilir ve yine kabul edilir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HARAM PARA İLE TAHSİL
Diploma belli bir ilmi ya da meslegi öğrenmiş olmanın belgesidir Ehil olma açısından hakederek alınmış olduktan sonra, haramla beslenerek alınmış olsa bile onu kullanmamak, bildiklerini unutmakla eş anlamlıdır Bu olmayacağına göre, söz konusu diplomadan yararlanmamak da olmaz Ama ne var ki, haram yapacağı tahribatı yapar Içe doğru olan duyuların, alıcıların (letaif) paslanıp körelmesine vereceği zarardan da geri durmaz Bunun için de ondan sakınarak çok tevbe edip bağışlanma dilemek gerekir Işi daha sağlama bağlamak isteyenler için, (Allah'u a'lem) bir de yediği paraya karışan faiz (haram) miktarını hesap ederek eline para geçtikçe, ne olduğunu söylemeden halka yönelik meşru hizmetlere (çünkü faiz bütün bir milletten sömürülmektedir) vermek iyi olur bu konuda fıkıhçılarımız şöyle açıklamalarda bulunmuşlardır: "Birisine bir hediye ya da ziyafet verenin, malının çoğu haramdan ise alanın kabul etmemesi ve yememesi gekerir Ama ona verdiği kısmı, miras ve karz gibi helâl yoldan edindiği bir malından ise onu almasında ya da yemesinde mahzur yoktur Malının çoğu helâl olan ise almasında ve yemesinde zaten mahzur yoktur Yeter ki bizzat verdiği kısmın haramdan olduğunu biliyor olmasın O takdirde onu da alamaz ve yiyemez Böyle olmadıkça yer çünkü az da olsa malına haram bulaşmayan insan (özellikle de günümüzde) yoktur"(Hâniyye (Hindiyye kenarında), NI/400; Hindiyye; V/343)"Böyle bir durumda hediyesi ya da ziyafeti kabul edilmeyecek olan kişi kırılacaksa, hediye ya da ziyafet verilen yiyeceğinin tutarı (Bezzâziye, VI/360) kadar bir hediyeyi ona götürür ve adeta kendi malından yemiş olur"
__________________
HARAM VE TEMİZ OLMAYAN BİR İLACI TEDAVİDE KULLANMAK CAİZ MİDİR?
İslam dini sağlığa büyük ihtimam gösterip hasta olmamak için tedbir almamızı emrettiği gibi, hastalık olduktan sonra tedaviyi de emretmiştir Ancak varsa tahir bir ilaç kullanmak gerekir Necis veya müteneccisi kullanmak caiz değildir Remli ve Şirazı: Temiz bir ilaç bulunmadığı takdirde müslüman bir doktorun tavsiyesine binaen necis veya mütenecis bir ilacı tedavide kullanmakta beis yoktur, diyorlar Bir hastalık için, "İçkiden başka ilaç bulunmazsa içilmesi caizdir” diyen olduğu gibi "caiz değildir” diyen de olmuştur Yalnız Şafi'i mezhebine göre, ilaca maslahata binaen müteneccis bir şey katmakta beis yoktur Binaenaleyh çeşitli hastalıklara yarayan ve içinde alkol bulunan şurubu ( başka bir ilacın bulunmaması şartıyla) içmek caizdir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HARB SIRASINDA DÜŞMAN GÖZETLEYEN VARSA DÜŞMANI VURMAK İÇİN SİPER ARKASINDA SAKLANAN KİMSE NASIL NAMAZ KILACAK? Savaş sahasında düşmanı gözetleyen veya düşmanı vurmak için siper arkasında gizlenen kimse ayakta namaz kıldığı takdirde düşman onu görecek, dolayısıyle de kendisi ve İslam ordusu zarar görecektir Böyle bir durum karşısında bu kimse oturarak namazı kılacaktır
__________________
HAREMLİK - SELÂMLIK: Arapça bir kelime olan "Harem", girilmesi yasak olan yer, mukaddes ve muhterem olan şey demektir Eskiden saray, konak ve evlerin kadınlara ait kısmına "Harem", erkeklere ait kısmına ise "Selâmlik" derlerdi Kadınlar ayrı, erkekler ayrı yerlerde otururlardı Bu uygulama örften ve âdetten değil, dinî ernirlerden kaynaklanırdi Çünkü "Avret ve Örtü" bölümünde de gördüğümüz gibi, erkeklerin mahremi olmayan kadınlara, kadınların da mahremi olmayan erkeklere belli ölçüler dışında bakmaları câiz değildir Buna göre aralarında birbirinin mahremi olmayan kadınlar ve erkekler bulunan insanlar, birbirlerini görmeyecek şekilde ayrı ayrı yerlerde oturacaklardır Bu nefislere zor gelir ama, kalplerin ve duyguların selâmeti için daha elverişlıdır
Aslında haram olan, bir kadınla bir erkek başbaşa kalmadıktan sonra bir arada oturmak değil, birbirlerinin avret yerlerine bakmaktir Buna göre; elleri ve yüzünden başka bir yeri açık olmayan kadınların, kendi erkekleri de yanlarında varken, erkeklerin bulunduğu mecliste oturmalarının ne zararı vardır? denebilir Zararlarını saymadan önce biz aynı soruyu tersine çevirerek soralım: Ne yarari vardır? Buna verilecek cevap, bir "hiç!"ten ibarettir Öyleyse şimdi de zararlarını söyleyelim:
Sadece Hanefi mezhebinde kadınların elleri ve yüzü avret değildir, ancak bu fitneye yani kötü bir düşünceye sebep olmamakla sınırlandırılmıştır Eğer kem düşüncelere sebep olacaksa, onlara göre de kadın elini ve yüzünü kapatmak zorundadır Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm de kadınların seslerine de dikkat etmeleri, kadınlığını hatırlatacak biçimde kırıla döküle konuşmamaları emredilmiştir (Ahzâb (33) 32) Çünkü kadının çekici yönü erkekten fazladır O sırf seşiyle bile bir erkeğin beynini döndürebilir Gülüsleri, gamzeleri, egilip-bükülmesi, cinsel câzibe açısından özelliği olan yönlerindendir
Şimdi bir kadının sadece yüzü ve elleri açık olarak da olsa böyle bir mecliste oturduğunu düşünelim Sesiyle ve davranışlarıyla mahremi olan erkeğin devamlı dikkatini çekecek ve sırf kalbinde de kalsa, şeytanla nefsin işbirliği yapmasına sebep olacaktır Bu yüzde bir ihtimalle de olsa onu, ileride nefsî arzulanın gerçelestirmenin planlarını yapmaya itecektir Ya da ilk bakışta birşeyler düşünemediği yüzüne uzun zaman bakma imkânı bulunca, yine yüzde bir insan için de olsa kalbine bazı duygular uğrayıp uğrayıp geçecektir ve o takdirde yüz Hanefîler için de avret olmuş olacaktır
Böyle söyleyenleri kalbi pis olmakla suçlayanlar çıkabılir Onlann da haklı tarafları vardır Ancak herkesin kendileri gibi temiz kalpli olacağını düşünmek de hatadır
Ancak avretini İslam'ın emrettiği şekilde örten, kadınsi konuşma ve gülümseyişlerine dikkat eden, normal bir ev elbisesi üzerine "cilbâb" sayılabilecek geniş ve süssüz başörtü gibi bir üslük atan kadının, fitne endişesi de yoksa, kocasıyla beraber olan misafirlerine edeple hizmet etmesinin câiz olduğu söylenmiştir
Halvet, yani birbirlerinin mahremi olmayan bir kadınla bir erkeğin başbaşa kalmaları ise, haramlığı kesin olan daha kötü bir davranıştır Peygamberimiz böyle zamanlarda üçüncü kişinin mutlaka şeytan olacağını söylemiş ve inananların bundan sakınmalarını emretmiştiir (Tirmizî, radâ' 10, fitne 7; Müsnerl 1/18, 26 NI/339, 446 )
"Kayınbiraderler de mi Ey Allah'ın elçisi," diye soran sahabiye, "o zaten ötüm demektir!" cevabını vermiştir (Tirmizî, radâ' 16; Dârimî, istizân 16; Müsned IV/149,153) yanlarında başka erkek bulunmaksızın, bir erkeğin birden çok kadınla bir arada bulunmamasının da yasaklanan halvet türünden olduğunu söyleyenler vardır (Kadızâde Efendi, Netâicül-efkâr N/122; Serahsî I/166)