Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖLGELER
DÜNYA
Burada hiç kimse durucu değil,
Hepimiz dünyadan göçmeye geldik.
Kör olan bu işi görücü değil,
İyiyi kötüden seçmeye geldik.
Pazarcılar gibi alış-verişle,
Hem bağ tımarı hem meyve derişle,
Az bir sıkıntı, biraz bekleyişle,
Bir çetin köprüyü geçmeye geldik.
Gelmedik buraya boş dâvâ için,
Encâmı karanlık bir kavga için,
Dünyalara ait bir sevdâ için,
Bizler âb-ı hayat içmeye geldik.
Kehf ashâbı gibi mağaralarda,
O en Kutlu ile mübârek GÂR'da,
Henüz ölüp gömülmeden mezarda,
Bitmeyen çileyi çekmeye geldik.
Niceler düştüler dünya ağına,
Vuruldular bahçesine-bağına,
Anlarlar varınca son durağına,
Bizler bu dünyayı ekmeye geldik...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİÇ
–Yûnus'un rûhuna–
Gönül Seni bulmuş ise,
Başkasını anar mı hiç!
Ateşine yanmış ise,
Başka nâra yanar mı hiç!
Seni bulanlar bulmuştur,
Akıp akıp durulmuştur,
Ârif Seninle doymuştur,
Başkasıyla kanar mı hiç!
Var eden Sensin cihânı,
Varlığın canların cânı;
Bulanlar Sende ummânı,
Başka göle dalar mı hiç!
Adı her yanda okunan,
Sînede dertlere derman,
Gönülden O'na inanan,
Başkasın Rab sanar mı hiç!
Cemâline hayran kalan,
O’na rûhun fedâ kılan,
Her zaman O’nunla olan,
Başka bala banar mı hiç!
O'nu görüp O'nu bilmiş,
Koşup koşup O’na ermiş,
Kapısında göğüs germiş,
Başkasını sorar mı hiç!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÜMÜŞ TENLİ DÜNYA
Gördümdü o gümüş tenli dünyâyı,
Kapı kapı hakîkatı ararken;
Sonunda ötesindeki mânâyı,
Buldum bulanlarla bir sabah erken...
Artık gözlerimde tüllenen eşyâ,
Tıpkı bir kitaptı ışıktan, renkten;
Bu bildiğim arz, o göz kırpan semâ,
Bir güzel endamla belirdi yekten;
Nergis gibi o mahmur bakışıyla,
Gönlüme sihirli kementler saldı..
Durup durup gamzeler çakışıyla,
Bir anda aklımı başımdan aldı.
Üslûbunda büyüleyen bir edâ,
Kulaklara çarpan, Cennet şarkısı;
Nağmelerinde sihirli bir sadâ,
Rûhlara ninni kevser çağıltısı...
Sevdâyla yatar, sevdâyla kalkarlar,
Bu iklimde hayata uyananlar;
Yüzlerinde sönmeyen ışık pâr pâr,
Yaz-kış, onlara her zaman nevbahar..
Nağmeler salarlar gelip geçerken,
Zümrüt hülyâların altın sesinden;
Şevk ü târâbla coşarlar ve derken,
İlhamlar duyarlar Hak nefesinden...
Her yanı Cennet kesilmiş sanırlar,
Haz duyarlar ebetler kadar derin;
Binlerce yıl ve binlerce asırlar..
Bu talihli bendeleri kaderin..!
Tenezzühe çıktıkları her yerde,
Mahmurdurlar varlığın büyüsüyle,
Mûsıkîler dinlerler perde perde,
Bestesiz, güftesiz Itrî sesiyle...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
VAR OLMA SEVİNCİ
Var olmayı duymak bizce en büyük mutluluk,
Ölmezliğe, solmazlığa erdik bu imanla...
Hasretle yanan sînelerin hasreti yokluk,
Geçmiş gidiyor en mesut anları hicranla...
Bin bir kaosun kol gezdiği iklimlerinde,
Ne bir şafak ağarır ne de bir güneş doğar.
Üst üste kaos yaşanır hemen her perdede,
Yeis nâralar atar, zulmet ışığı boğar...
Varlık acı bir hülyâ, ölüm korkulu rüyâ;
Bütün bir hayat boyu düşer, kalkar, sürünür..
Ve dört bir yanıyla cehennem kesilen dünya,
Ölüm soluklar ve gayyâlar gibi görünür.
Ötelere açık bizim sînelerimizde,
Ne tipi-boran duyulur, ne de hazan ağlar.
Zamanın kesiksizleştiği uhrevî yüzde,
Her an ayrı bir bahar olur neş'eler çağlar...
Gurûplar, vuslat perdesini aralar geçer;
Şafaklar toyla-düğünle ağarır her gece..
Rûh bu hülyâlarla en sezilmezleri sezer;
Çözülür, çözülmeyen o bir yığın bilmece...
Duygular köpürdükçe yollar inişe döner,
İnsan kanatlanır yürür tepelere inat;
Her dönemeçte pırıl pırıl ayrı bir fener,
Sönmeyen ışık kaynağından ki, odur murat...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YOLLARI VE
YOLUMUZ
Pür heyecan yollarda
Ümit, korku ard arda
Koşuyoruz durmadan
Bir lâhza ayrılmadan
Rengârenk hülyâlarla
Billûrdan rüyâlarla...
İnançla gerilerek
Kabre girinceye dek
Azmettik dönmemeye
Dönmektense ölmeye!
Dünyayı terk ederek
Ukbâdan vazgeçerek
Acz u fakr kanadıyla
Cana can Hak yâdıyla
Şevke açık sîneler
Bizler o talihliler...
* *
Yığınlar sürünüyor
Düşe-kalka yürüyor
Başsız gövdeler hepsi
Ne fikri var ne hissi
Şeytanı çok, meleksiz
İlhamları nesepsiz
Düşünce, düşürüyor
Hep boşluğa sürüyor
Sînesinde yok iman
Bilgisi sırf bir gümân
Akla takılıp kalmış
Mantığıyla aldanmış...
İç âlemi sis-duman
Zannınca koca umman
Bir damlada boğulmuş
Yürümeden yorulmuş...
* *
Senin hâlin bir ihsan
Yolun hak yolu inan
Eğil rûhunu dinle
Yer-gök bütün seninle
İftiharda beraber
Haber veren peygamber...
Bak şu aydınlık yola
Nûrlularla kol kola
Hep kendi kendimize
Yollar uzuyor öze...
Yer yer tozuyor yollar
Yollarda sâdık kullar
Korksalar da azıcık
Ümit kapısı açık
Düşer yine kalkarlar
Kalkar O'nu ararlar...
Bir yerde karışıklık
Olsa, gelir bir ışık
Karanlığı delerek
Teessüs eder âhenk...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
TATLI
RÜYÂLAR
Bir akşam üstüydü geçmişteki bahçelerde,
Vedâ ediyordu hasretle güller hayata..
Küskündü çemenler ve çemenzâr kâinata;
Kapanıyordu her yanda ziyâ perde perde..
Serince bir poyraz esiyordu bahçelerde...
Tasa bürümüştü bütünüyle çiçekleri,
Tülleniyordu bayrak gibi kasvetin tülü;
Kışa dâvetiyeler vardı, bahar örtülü;
Sihirli türküleriyle aldatan bir peri,
Aldatmıştı birer birer bütün çiçekleri...
Uğulduyordu acı acı her yanda rüzgâr,
Hazanla buruktu papatyalar, karanfiller..
İrem Bağlarına denk o sihirli bahçeler;
Kalmamıştı bahçelerde tılsımlı lâleler,
Hep kâbus gibi esiyordu esince rüzgâr...
Kuğular, yaslı yaslı yüzüyordu sularda,
Çaylar sisle örtülmüş ve sis de dinmiyordu;
Kıyıda altın sesli kuşlar gezinmiyordu..
Hüzünlü ağıtlar “tın, tın” inlerken koylarda,
Bir ürperten yankı yükseliyordu sularda.
Geceler başıboş ve derinleşen saatler,
Çılgıncaydı o esnada karanlığın hızı,
Bitevî yarasaların keyfi gül kırmızı..
Ve derin hicranlarla kıvranıyordum yer yer,
Aczimize göklerin açıldığı saatler.
* *
Derken sabâ esmeye başladı bir aralık,
Diriliş kokusu geliyordu ötelerden:
Bir zaman güneşlerin kol gezdiği yerlerden;
Yırtılıyordu artık perde perde karanlık..
Ve gök kapılarında mübârek bir aralık...
Aralıktan rûhlarımıza doğan rüyâlar,
Mesajlarla rengârenkti mutlu gelecekten..
Neler bekledikse şimdiye kadar felekten,
Yoldaydı.. bir bir gerçekleşiyordu hülyâlar
Hicran dönemimizdeki en tatlı rüyâlar...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BENİM RABB’İM
Benim Rabb’im benim Rabb’im;
Senden başka yoktur Rabb’im!
Dostluğunda vefa gördüm;
Senin vefan çoktur Rabb’im!
Kapında bendeler Senin,
Muradı Sensin cümlenin;
Aradan kaldır hicâbı,
Görsünler cemâlin Rabb’im.
Mârûfsun, bilinmez Zât’ın,
Her şeyi kaplamış tahtın;
Görenler görmüştür Seni,
Gözsüzlere pinhân Rabb’im!
Bildim diyenler aldandı,
Bilmeyenler nâra yandı;
Gönlümde kenzen bilindin;
Âşıklara Sübhân Rabb’im!
Rûhlara ışıktır adın,
Meclislere huzûr yâdın,
Âriflerin son durağı,
Dertlilere derman Rabb’im!
Cürmüm pek çok, yok tâatim,
Belki yaklaştı saatim,
Etmezsen inâyet eğer,
Kimden ola gufran Rabb’im!..
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
FENÂ VE BEKÂ
Dünyayı bir Cennet saydı sayanlar,
Düştü arkasına hep aldananlar;
Dahası takılıp yolda kalanlar..
Ziyan olup, heder olup gittiler.
Tasa olup, keder olup gittiler.
Bir uzun yol, menzile zor erilir,
Erenler hep gerildikçe gerilir..
Bilmez herkes yola nasıl girilir?.
Dere olur, yokuş olur, zâr olur,
Tipi olur, boran olur, kar olur.
Emeller âdeta kuyu içinde,
Erilmez vâdinin suyu içinde;
Varılmaz sâhilin koyu içinde...
Hem hicran hem yeis, her şey çok hissiz,
Yol uzun, mesafeler merhametsiz.
Dünya bir fırıldak pek çok köşeli,
Her yanında inci-mercan döşeli,
İnsanoğlu bu tuzağa düşeli;
Dermansız ve alil, mahkûm ve sefil,
Şeytanın ağında, şeytanlar delil.
Duruş aldatıcı, görünüş yalan,
Gelen çok ise de yok hiçbir kalan.
Gafillere plân üstüne plân..
Sezip aldanmayan kullar nerede..?
Ve, Hakk'a götüren yollar nerede..?
* *
İzler var yollarda, izler silinmez,
Nûrla yürümüş bir Ulu bilinmez;
Herkes elenip gider O elenmez;
Sonsuzluk yolunda tek kudsî rehber,
Zirvelere ermiş Yüce Peygamber.
Işık ordusunun biricik nûru,
Garip rûhların neş’esi, sürûru,
Sığınanların aşılmayan sûru..
O’na dayananlar şâd olur-gider,
Ebetlere kadar yâd olur-gider.
Kulluğunla fahre erdik Sultanım!
Işığınla yola girdik Sultanım!
Sayende sevdik, sevildik Sultanım!
Sensiz yol aşılmaz, kervan yürümez!
Sensiz mahşer olmaz, kimse dirilmez!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
VUSLAT
Anlar hayatın zevkini Dost’la yaşayanlar,
Her an ayrı bir derinlikle O’nu duyanlar.
Tüllenir rüyâlarında sihirli bir sükûn,
Bilmezler geceyi-gündüzü sanki hep meftûn.
Her mevsim bir bahar, her ses bülbül nağmesidir,
Bu tatlı rüyâda her yer Cennet bahçesidir.
Yamaçları kar-kış bilmez, rengârenk çiçekler,
Yapraklarda cilve çakar ötüşür böcekler.
Bu bitmeyen koroda başka şey işitilmez;
Burada güller solmaz, bu bahçe hazan bilmez.
Gökler pırıl pırıl, o sonsuz ilmin hecesi,
Sevdâlı hülyâların büyülü bilmecesi.
İnsan bir kez bu ışık ikliminde yaşasa,
Ve Sonsuz’un meltemleri de rûhunu sarsa;
Sermest olur, o bilinmezin râyihasiyle,
Coşar ve nâra atar elinde kâsesiyle.
Hiç kanmayan meykeşler gibi içtikçe içer,
Rûhunu saran mânâ ile kendinden geçer...
Duyduğu her yeni hazla bir başka hâl alır;
Kalırsa insan bu zevk için dünyada kalır.
Şevk onu coşturduğu demlerle tâ öteden,
Cennetlere erer başı bulunduğu yerden.
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİCRAN
UYANDIĞIM ŞAFAK
Uyandığımda ilk şafak, kar-kış başımdaydı,
Derken sabâ etrafa bahar muştusu yaydı.
Hicran demine denk bir lezzet çağı açıldı,
Ümit dünyama rengârenk ışıklar saçıldı.
Gönlüm şahlanıp, rûhum büyülendi bu hazla,
Eğildim benliğimi saran hiss-i niyazla. (1)
Fecir karanlığın önünde ilerliyordu,
Yâkûb’a Yûsuf’unun kokusu geliyordu...
Bir başka çark ediyordu talihime felek,
Ufkumda Leylâ ümidi Mecnûn’unkine denk...
Hayat fışkırıyordu, hava, su ve topraktan;
Kurtuluyorduk artık milletçe yok olmaktan...
Sımsıcak günlerin râyihasıyla yeniden,
Şahlandı vatan ve vatan evlâdı derinden.
Artık güller, çiçekler, çemenlerle beraber,
Vardı o kutlu doğuştan bir sihirli haber...
Bu lâtif bahar örtüsü altında ölüler,
Şâd oldu.. şâd oldu gökler, yerler ve öteler.
(1) Cenâb-ı Hakk’a duâ arzusuyla.