Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
724. Ben ucu bucağı bulunmayan bir deryanın damlasıyım.
Damla damla o deryaya gidiyorum.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1667)
• Ben vuslattan ayrılığa nasıl giderim? Bağlık bahçelik yerleri bırakır da dikenlerle dolu çöllere nasıl düşerim?
• Hiç ben kendim isteyerek gider miyim? Beni o çekiyor, o sürüklüyor.
• Bağı bahçeyi bırakıp gittiğim için, nergisin gözü şaşırdı. Bana şaşkın şaşkın bakıyor.
• Ben canımı gül bahçesinde bıraktım. Cansız gidiyorum. Akıl da durumu gördü, şaşırdı. Parmağını dişlemeye başladı.
• Gizli, görünmez bir el yakama yapışmış, beni çekip sürüklüyor. Ben de ona uymuşum, gidiyorum.
• Böylece kendisi görünmeyen, fakat çekişi meydanda olan el, kimin elidir? Kimin eli ki, ben onun çekişi ile hem açık, hem de gizli gitmedeyim?
• Anladım ki, el önce beni derlemiş, toplamıştı. Şimdi de perişan bir halde gidiyorum.
• Ben böyle şaşılacak bir eli seyre daldım da kendimi kaybettim. Elden çıktım, hayran oldum, şaşkın şaşkın gidiyorum.
• Ben aslında ucu bucağı bulunmayan bir deryanın katresiyim, damlasıyım. Damla damla o denize doğru gitmedeyim.
• Ben manalar madeninin arpa büyüklüğünde bir zerresiyim. 0 madene doğru gidiyorum. • Bu söz bitmez, tükenmez. Fakat ben o başlangıçtan geldim, ona doğru gidiyorum.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
725. Yarattığın bütün varlıklar, hepimiz senin sofranda karnımızı doyuruyoruz.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1673)
• Sevgilim, ben bu gece senin misafırinim. Yalnız gece mi misafir olacağım? Ben gece gündüz seninim.
• Yarattığın bütün varlıklar, hepimiz, nerede olursak olalım, nereye gidersek gidelim, Sen'in kasenin başındayız, Sen'in sofrandayız.
• Bizler, bütün varlıklar, Sen'in san'atkar elinden çıkan resimleriz. Çünkü herşeyi Sen yarattın. Bizler Sen'in çeşitli nimetlerinle yetiştik, bu hale geldik. Sen'in ekmeğinle beslendik.
• "Nerede olursanız olun, o tarafa dönün!-" ayetine uyarak gönül şişesi ile ben de Sen'in perini çağırıyorum. "Bakara Suresi, 2/150. iktibas var."
• Her zaman beynimize bir resim yaparsın, bizi bir hayale düşürürsün. Sanki biz Sen'in adının, Sen'in yazının yazıldığı bir sahifeyiz.
• Hz. Musa gibi biz de dadıdan pek az süt emiyoruz. Çünkü biz Sen'in siütünle mest olmuşuz.
• Ey aşk! Sen bize arka oluyor, bizden yana çıkıyorsun. Çünkü bizim yüzümüz, Sen'in bağından, Sen'in bahçenden gülümsemededir.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
726. Öyle bir haldeyim ki, yokluğa da dayanamıyorum, varlığa da!
Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilat
(c. IV,1676)
• Ey cana canlar katan, dayanamadım, gittim. Kızıp gittim ama, sensiz yaşamaya da dayanamıyorum.
• Ayrılığa alışayım dedim, fakat doğrusunu söyleyeyim, ayrılığa dayanamıyorum.
• Bir saman çöpü, kehribarın çekişine nasıl dayanır? Ben bir saman çöpüyüm, kehribara karşı koyamıyorum, dayanamıyorum.
• Her cefa çeken, vefa ümidine kapılır, vefa gününü bekler. Bense öyle cefa çeken bir aşığım ki, sevgilimin cefası bana çok tatlı gelir de vefa beklemem, vefa gelirse vefaya dayanamam.
• Yumuşak yumuşak; "Yine geldin." der. Ona derim ki: "Ey canan, sana dayanamıyorum."
• Başıma vuruyordu da: "Sen buna layıksın." diyordu. Layık değilim, layık değilim, dayanamıyorum.
• Ölümü de denedim, yaşamayı da denedim. Öyle bir haldeyim ki yokluğa da dayanamıyorum, varlığa da!
• Ey mutrip! Allah aşkına, sen çalgınla şu perdeyi çal: "Allah'ım, Allah'ım, ayrılığa dayanamıyorum
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
727. Aşk aynasının yüzünü benlik ve varlık nefesi ile bulandırmayalım.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1649)
• Dünyaya ait bağlarımızı koparmamız, herkese yabancı kalmamız ve senin zincirinle bağlanıp deli divane olmamızm vakti geldi.
• Can feda edelim, artık böyle bir canın ayıbını çekmeyelim. Varlık ve benlik evini yakalım da ateş gibi meyhaneye koşalım.
• Coşup köpürmedikçe, şu dünya küpünden dışarı çıkamayız. Küpün içinde mahpus kaldıkça, coşup küpten dışarı çıkmadıkça, nasıl olur da biz o sürahinin, o kadehin dudaklarını öperiz?
• Doğru sözü deliden duy, varlığımızdan ölmedikçe, sakın bizim erkek olduğumuzu, insan olduğumuzu sanma!
• Şu yokluk yolunda, tohum gibi yerlere dökülüp saçılırsak, bağda, bahçede ağaç gibi topraktan baş kaldırıp boy atar, kol kanat açarız.
• Biz taş gibi sert isek de, senin mühürün uğruna yumuşar, mum oluruz. Mum olunca da senin güzelliğinin nuruna pervane kesiliriz.
• Aşk aynasının yüzünü, varlık, benlik nefesi ile bulandırmayalım, kirletmeyelim. Mademki gönlümüz bir harabeye döndü, hiç olmazsa biz gizli defineye mahrem olalım.
• Gönül masalı gibi elsiz, ayaksız kalalım da, aşıkların gönüllerinde masal gibi yer edinelim, konaklarda konaklayalım.
• Mustafa (s.a.v.) gönlümüzü yol etmez, gönlümüzde olmaz, gözlümüze dayanmazsa, bu ayrılıktan feryat etsek, ağlasak, inlesek, Hannane direğine dönsek yeridir.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
728. Bu manevî zevkler bana gayb aleminden geliyor.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c. IV, 1635)
• Zaman zaman gönül yolundan senin hayalinin habercisi geliyor, bana güzelliğinden yeni yeni nurlar, parıltılar getiriyor.
• Allah'ım bu manevî zevk ve neşe kokusu cennetten mi geliyor? Yahut bu hoş rüzgar buluşma gününden mi esip geliyor?
• Yahut bu rüzgar doğrudan doğruya aşktan mı geliyor? Duyduğum manevî zevkten, neşeden aklım fikrim şaşırdı, kaldı. Yoksa bana sunulan bu zevk kadehi onun güzelliğinin büyüklüğünün şarabıyla dolu bir kadeh midir?
• Yahut aşktan uçup gelen bir doğan kuşu mudur? Yahut onun kanatları ile uçup gelen güvercin yavruları mıdır?
• Anlıyorum ki, gönlümde uyanan, baş kaldıran bu manevî duygular, bu hoş zevkler bana gayb aleminden geliyorlar. Bütün bu manevî yardımlar bana, ona bağışladığı manevî halin tadından geliyor.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
729. Hepimiz puta benzer şekillere, kalıplara bürünmüşüz, bedenlere hapsolmuşuz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilfitiin, Fe'ilün
(c. IV,1652)
* Ne yazık ki gece geldi. Artık birbirimizden ayrılalım, meclis bitti. Bizse hala susuzuz, başımızda mahmurluk var.
• Bu uzun gün geçti gitti, Duygularımızın kapısı dünyaya karşı kapandı da, yücelere, ötelere doğru açıldı. Biz gün başladığı zaman bile mahmurduk, gecemizi sorma, gecemiz gündüzümüzden daha beter.
• Içimizde, gönlümüzde sanki gökyüzü gibi susuzluk hastalığına tutulmuş kanmaz bir susuzluk var. İki üç gün için hayvanlıktan kurtulmuş, insan şekline bürünmüşüz.
• İlahi duygularla beslenen gönül midemiz, bizi bırakmış gitmiş, yerine öküz midesi gelmiş, yerleşmiş. Yoksa biz ölümsüzlük yaylasında öküz açlığına mı tutulmuşuz?
• Kardeşim, Allah'ın nazarında ne sabah vardır, ne de akşam! Bir başka anlatılamaz bir şey var ki, biz işte o başka şeye uymuşuz, gidiyoruz.
• Dünya zindanı güzellerle, güzel resimlerle, nakışlarla doludur. Hepimiz de puta benzer şekillere, kalıplara bürünmüşüz, bedenlere hapsolmuşuz.
• Sen şu görünen suretleri, bedenleri birer testi farzet! Testi gibi gör! Hayaller düşüncelerde, o testilerde bulunan zehirli şerbettir. Hepimiz her an testi gibi zehirli düşünce şerbeti ile dolar, boşalırız.
• Bazen neşe ile, çalgı ile raks doluyoruz. Bazen kederlerle, kavga ve gürültülerle doluyoruz. Bazen hiçbir şeye aldırış ettiğimiz yok! Bazen da fayda ve zarar kaydına düşüyoruz.
• Şerbet testinin içinde elbette kendi kendine olmaz. Şerbet başka yerden gelir, testiye konur. Bizim de tıpkı testi gibi şerbetin nereden geldiğinden haberimiz yok!
• Göz görmeyi, bakışı, görüşü vereni bilmez. Kendini bile göremez. Neden göz, görüşü vereni bilmez? Biz, bize görüşü verene dalmışız, onda gark olmuşuz. 0 yüzden gözlerimiz perde içinde kalmıştır.
"Aziz Hüdayi hazretleri:
"Zuhuru perde olmuştur zuhura
Gözü olan delil ister mi nura?" diye buyurmuş.
• Bir şeyden çok uzakta olan, o şeyi görmez. Bizse ona çok yakın olduğumuzdan ötürüdür ki onu göremiyoruz. "Kaf Süresi, 50/16. ayetinin meali şöyle: "Biz ona şah damarından daha yakınız."
• Bazen cansızlara karışıyoruz, buz gibi donuyoruz. Bazen da şeker gibi o sütün içinde eriyoruz.
• Gerçi gönül görünüşte sevgili ile buluşmamış, bu yüzden de ciğerinde su yok, ama dostun cömertliği ile, keremi ile biz, su ve ciğer gibi ona bitişik bir haldeyiz.
• Ezel mühendisi, can için gizli bir ev yaptı. Biz o evin içinde mühendisle beraber oturmuşuz, evin hesaplarını yapıp duruyoruz.
• Arkasında asla sonbahar olmayan ilkbahar yüzünden hepimiz de selviler ağaçlar gibi yeşermişiz, boy atmadayız, büyümedeyiz.
• Can gündüze benzer, bedenimiz ise gecedir. Biz ikisinin ortasındayız. gündüzle gece yüzünden seher vaktine dönmüşüz
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
730. Ey seçilmiş dost, ben seni nasıl buldum?
Fa'ilatün, Failatün, Fa'ilat ,
(c. IV.1660)
* Ey seçilmiş dost, ben seni nasıl buldum? Ey gönül, ey sevgili, ben seni nasıl buldum?
* Her zaman bizim işimizden kaçardın, iş arasında ben seni nasıl oldu da budum?
* Kaç defa vaad ettin, söz verdin, sözünde durmadın. Ey güzel varlık! Bu defa nasıl oldu da seni buldum?
* Yabancıların zahmetini ne zamana kadar çekeceğim? Yabancilar yokken nasıl oldu da seni buldum?
* Ey aşıkların perdelerini yırtan, perdeyi kaldır da ben seni nasıl bulduğumu göreyim!
* Ey yüzünün güzelliği karşısında gül bahçelerinin utandıkları güzel! Güller içinde, gül bahçeleri içinde seni nasıl buldum?
* Ey gönül! Kötü göz az değildir, nazar değer. Bu sebeple "Seni nasıl buldum?" sözünü çok söyleme! * Ey padişahların bile rüyalarında göremedikleri güzel varlık! Şaşılacak şey şu ki: Ben uyanıkken nasıl oldu da seni buldum?
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1639) • Senin gibi eşsiz bir padişahın huzurunda öleceğim gün, ne mutlu bir gündür. Senin şeker madeninin kapısında ölmek, tatlı candan ayrılmak ne hoş bir gündür.
• Senin gül bahçenin selvisi gölgesinde ölürsem, toprağımdan yüzbinlerce gül biter.
• Senin ayak ucunda sevine sevine el çırparak ölürsem, yaşayışa harîs olan nice kişi şaşkınlıklarından ellerini ısırırlar.
• Kadehime ölüm şerbetini sen dökersen kadehi öperim, sevine sevine ölüm şerbetini içerim de neşeden mest olmuş bir halde salına salına ölüme doğru gider, can veririm.
"Bu beyit, ölüme mahkum edilen Sokrates'in baldıran zehiri içerek neşe içinde can verişini hatırlattı. Sokrates'in talebesi olan Eflatun'un anlattığına göre; Sokrates baldıran zehirini hiç bir teessür göstermeden içerken talebeleri ağlamaya başlamışlar. Sokrates onlara; "Ben size ruhun ölmeyeceğini söylememiş miydim? Neden ağlıyorsunuz, ben ölmeyeceğim, bedenim ölecek." demişti.
• Can tatlı olduğu için beşer olarak ölüm haberinden sonbahar yaprakları gibi sararıp solarım, ama bahara benzeyen güller gibi gülüp duran o güzel dudaklarının yüzünden, ölümden şikayet etmeden, güle güle can veririm.
• Senin nefesinle kaç defa öldüm, yine dirilirim. Senin yüzünden bir kere değil, bin kere ölsem korkmam. Ben yine ilk öldüğüm gibi, yine o çeşit ölürüm.
"Fuzülî merhum bir beytinde:
"Bin can olaydı kaş ben dil-i şikestede
Ta her biri ile bir kez olaydım feda demişti.
• Anasının kucağında ölen çocuk gibi Rahman'ın rahmet kucağında, acıyış, bağışlayış kucağında ölürüm.
• Bu ne biçim söz? Aşık olan ölür müymüş? Ab-ı hayat kaynağında ölmeme imkan var mı?
"Yunus hazretlerinin;
"Aşık öldü diye sala verirler Ölen hayvan-durur aşıklar ölmez." diye beyti de var.
• Ey Tebrizli Şems! Seninle diri olmayanlar var ya, işte ben onların yanında ölürüm de senin yanında dirilirim.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
732. Biz az bir zaman için bu yıkık yerde misafiriz, ama aslında aşk definesiyiz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1645)
• Eğer sen mest isen bizim yanımıza gel! Çünkü biz de mestiz. îlahi aşk ile kendimizden geçmişiz. Şunu bil ki eğer biz mest olmasak, kimsenin işvesi ile, kimsenin durumu ile ilgilenmeyiz.
• Dertli gönüllere derman olan Yusuflar çok, fakat onlar mest oldukları için, gönüllere derman oluşlarından kendilerinin haberleri bile yoktur.
• Eğer onlar gönüllere derman olduklarını bilseler, kendilerine değer vermezler, çünkü bize karşı derman bile başını tutar da; "Biz derman değiliz." der.
• Biz yıkılmış kalmışız, meyhane de bizim yüzümüzden karışmış, alt üst olmuş. Biz az bir zaman için misafir olarak bu yıkık yerdeyiz, ama aslında aşk definesiyiz. Fakat kendimizden haberimiz yok.
• Mest olmuş bir kişi için gam, düşünce, tedbir ne işe yarar? Mest olan kişi baş köşeye mi oturmuş, kapının yanına mı çömelmiş; fark eder mi?
• Ancak kapıcı baş köşenin ne olduğunu bilir. Bizim değil baş köşeden, canımızdan bile haberimiz yok! îşte biz böyle olduğumuz için sevgiliye kavuşmuşuzdur.
• İçimiz ney gibi bom boş, saki üflüyor da söylüyoruz. Yoksa biz söz söylemek istemeyiz.
• Ne hoştur o bedeni gümüş renkli güzel ki, kim olduğunu bilmez. Onun kendinden bile haberi yoktur. 0 bizim derdimizi, yükümüzü çeker, bizse hep onu incitir dururuz.
• Sevgilimiz kendinin kim olduğunu bilir ama, bilmemezlikten gelir, bilmez görünür. Kendini değersiz sayar. "Biz pek değersiz bir varlığız, biz pek ucuza satılmış bir köyüz." der.
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
733. Senin güzel hayalini, yol arkadaşı olarak yanımıza aldık.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1632)
• Biz yola düştük gittik ama, senin güzelliğinin paha biçilmez hatırasını da yanımıza aldık, götürdük. Seninle buluşmanın, sana kavuşmanın tatlı zevkini, yol azığı olarak bağrımıza bastık, yola onlarla düştük.
• Sana da bana da bir buluşma hatırası olsun diye, ayrılıktan ötürü kan ağlayan yaralı gönlü senin evinde bıraktık. Ve senin güzel hayalini yol arkadaşı olarak yanımıza aldık, yola öyle düştük.
• Yol arkadaşı olarak yanımıza aldığımız hayaline yalnız biz değil, ay bile kuldur, köledir. Yeni doğmuş aya benzeyen eğri kaşlarının hayali de bizimle beraberdi. bile kul olduğu o tatlı gülüşünün hayalini de tatlı, uysal ve güzel olan bütün huylarının şekerliğinden aldık götürdük.
• Biz neşe ile, sevinç ile güvercin gibi uçar gidersek, güvercinin yuvasına geri dönüp geldiği gibi, biz de döner yine sana geliriz. Çünkü, biz o kanatları, senin kanatlarından elde ettik.
• Fer'ler, cüz'ler nereden uçarsa uçsun, yine döner aslına gelirler. Bizse varımız, yoğumuz nemiz varsa hepsini senin büyüklüğünden, lütfundan, ihsanından elde etmiştik.
• Ey Tebrizli Şems! Selamımızı seher rüzgarından duy! îster seher rüzgarı olsun, ister güney rüzgarı olsun, onların hepsini de biz senin rüzgarından elde ettik.