Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
İKBAL YILDIZI
Ufukta ikbal yıldızı ve ardında ışık,
Tomurcuklar üzerinde taptaze jâleler..
Dün başka, bugün başka, zaman buna alışık,
Bir bir umranlaşıyor o eski virâneler...
Tik-takı kesilmiş bir saat gibiydi zaman,
Ölüm sessizliğine tutsak olmuştu beşer;
Buzullara dönmüştü âdeta bütün cihan,
Gün döndü, diriliyoruz artık dörder-beşer.
Tepeler mor, yeşil, sarı, bütün renkleriyle,
Birer mesaj âdeta o mutlu gelecekten;
Tüllenen şafaklar sırlı güzellikleriyle,
Hep ışık besteleri sunuyorlar felekten...
Ufuklar masmavi, göklerinki kadar derin,
Üfül üfül yılların sararttığı yaylalar..
Ve meltemleşiyor kasırgaları kaderin,
Her yerde bir başka türlü köpürüyor bahar.
Yeis cadısının gayri büyüsü bozuldu,
Zulmet delik-deşik, her yana nûrlar yağıyor..
Yollar, metâı ışık süvarilerle doldu,
Şimdi her ufukta ayrı bir güneş doğuyor.
Diriliyor yeniden tarih, yüzünde peçe,
Geçmişteki bütün ihtişamıyla rengârenk..
Şanlı mâziler, mutlu yarınlarla iç içe,
Göklerin yerle ilk buluştuğu günlere denk...
Bir "olma" hummâsı yaşanıyor için için
Herkes yöneliyor kendi iç aydınlığına;
Germiş kanatlarını âdeta uçmak için,
Varlığı canlara can O Dost yakınlığına.
Ömrün en tatlı rüyâsıyla sürekli mahmûr,
Yol azığı ihlâs ve sermayesi muhabbet;
Hisleri nûr, fikirleri nûr, simâları nûr,
Işık alıp ışık vermedeler ebet-müddet...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SÜRPRİZ VEDÂ
– Hacı Kemal Erimez’e... –
Ölüm kapımız önünde bir davetsiz konuk,
Kimine muştuyla, kimine hasretle gelir;
Hiç beklenmedik bir yerde ansızın belirir..
Ötesi ya bir Cennet bağı, ya da bir kovuk...
Rûh, artık dünyadan kaçmak için heyecanda,
Soluklar ard arda ve nefesler boğuk boğuk;
Herkeste hafakan, mevtâ ortada sopsoğuk,
Duyulur Azrail’in solukları her yanda.
Yalnız yaşayanlar yalnızlık içinde ölür,
Bu kapkara vahşetle düşer-kalkar-emekler,
Ufku, onun korkusuna ne korkular ekler!.
En son, gider rûhundaki yokluğa gömülür...
Mü’mine öteler ses verir kendi sesinden,
Düşse de bir damla gibi ummana ulaşır,
Aşar kendi çerçevesini ve sonsuzlaşır,
Kurtulur fâni varlığın dar hendesesinden.
Erer rûhânîlerin gezindiği bahçeye
Hep gök kuşağı gibi tâklar altında yürür;
Yol boyu neş’eler yağar, sevinçler köpürür;
Anlar neymiş bu uzun yoldaki sırlı gâye...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YOBAZ
Masum duygularımızın korkulu rüyâsı,
Her baskınında zulmü bir başka kan kırmızı..
Kaba kuvvetin mazlum vicdanlara cezası;
Din’le, düşünceyle savaşmada bütün hızı...
Her zaman aynı "yâ leyl" tekmil mırıltıları,
Rûhu da ufkuna benzeyen sisle örtülü,
Vahşi sesleri andırmada hırıltıları..
Duyguları, düşünceleri kinle örülü.
Zulme programlı ondaki hayâller, düşler,
Kurmuş her köşe başında ürperten bir pusu;
Kimini ezer, kimini de sürekli fişler..
Herkesin ense kökünde korkunun korkusu...
Zulmün en sağlam bir sütunu gibidir yobaz,
Ona göre "yaşam", bir başka yıldızda hayat!
Onun ikliminde eser hummâlı bir poyraz..
Ona benzemiyorsa kafan, onu kaldır at!
O bir yana, ya ona çengilik yapan zümre,
Bilgileri gibi doğruları da mevsimlik..
Bitirdiler millî rûhu kemire kemire;
Ufukları karanlık, fikirleri gündelik.
Ey zâlim, hiç durma mahmuzla atını ve sür!
Kim bilir ezip geçeceğin daha kimler var.?
Senin ettiklerin küfürden de öte küfür,
Sabit sende kinler, nefretler ve hafakanlar...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİÇ ESKİMEYEN
Ezelden ebede uzayan ibrişim atlas,
Bulutlar gibi serin, yağmurlar gibi berrak;
Rengi, deseni, şivesiyle dünyamıza has,
Tıpkı Cennet’teki süt ırmağı gibi apak...
O bir anlık ümit değil, sürüp giden bir nûr,
Rûhları semâlara taşıyan her yol O’nda..
O’nu bilmek kuvvet, O’na sığınmaksa huzûr,
İklimine girenlere sürprizler ard arda..
Taptaze mesajlarıyla hep ilgi odağı,
Cebrail’in ağız suyu var mürekkebinde;
Zümrüt tepeleri sonsuzla halvet otağı;
Atmosferi şeytana künde üstüne künde...
Varlıkla Yaratan arasında yepyeni sır,
En canlı beyan O’nun sesi, O’nun soluğu;
Bu sırra teşne gönüller elpençe ve hâzır,
Ufuklarında uhrevîlik hep buğu buğu.
Bahar patlayışı var vâdettiği günlerde..
Ve ebedî var oluş hedefteki emeli;
Yollar sonsuza açılır O’nunla her yerde;
Duyulur yol boyu dost bahçelerinin yeli...
Yıllar hiçlik içinde damla damla erirken,
O’nda ne bilinmez bir zevke dönüşür zaman.
O en sürpriz mesajlarla gelmişti gelirken,
Altın nefesi en onulmaz dertlere derman.
O’nun ikliminde rûhtan feryat işitilmez,
Aşkla yananlar vuslat ümidiyle serinler.
Her mevsim kış olsa da, onda hazan bilinmez..
Ölümsüzleşirler o çerçeveye girenler..
Yürürler hep sonsuza ellerinde beratlar,
Vuslata erer ve halvet umarlar her yerde;
Hiç yorulmadan hep uçar bu ışık kanatlar,
Aşarlar, aşılmaz meçhulleri perde perde...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ZITLIKLAR UFKU
Bahar bir amansız kar-buz içinde,
Her ufukta masmavi bir aydınlık.
Hülyâlarımız var Çin’de, Maçin’de,
Gözde uzaklık, gönülde yakınlık.
Hedefler tâ Kafdağı’nın ardında,
Ama vâdi şâhikaya yol olmuş;
Yolda şafak şölenleri ard arda,
Işık atakta, zulmetse yorulmuş...
Aşılmaz rampalar iniş ufuklu,
İnişlerse geçit vermez sarp yokuş;
Boş sandığın, umman gibi dopdolu,
Umman görünenlerse sığ ve bomboş.
Saf yağmurla kara çamur iç içe,
Kuru balçık bir dirilişe gebe;
Karanlık nûrların alnında peçe,
Işıklar yağıyor açık her kalbe.
Gerçi poyraz az serince esiyor,
Tülleniyor sık sık acı bir melâl;
Ama sürprizler de nefes kesiyor,
Yeniden iç içe yıldız ve hilâl...
Zaman bir altın çağ gongu vuruyor,
Her ses âdeta bir ikbal bestesi;
Devran gerçek eksenine yürüyor
Her bucakta Hızır, İlyas nefesi.
Arkada kırık kalbler var hüzünlü,
Bahar gelsin, güller açsın dilerler.
Aşkla gerilmiş, hizmete gönüllü,
Oturup kalkar, "Allah" der inlerler...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
UZAYAN BİR
ŞAFAK SONRASI
Ufuklar sisli, yıldızlar süzgün, ay buğulu,
Ölgün bakıyor muhteşem kehkeşan öteden.
Gözlerim birkaç asırlık hicranla dopdolu,
Kulaklarımda hasret nağmeleri her telden.
Her gece bin bir duyguyla etrafı süzerken,
Ümit-inkisar arası ve hep yapayalnız;
Ne çığlıklar duyarım böyle yalnız gezerken,
Çevre alaca karanlık, dört bir yan ıpıssız...
Düşer gönlümün enginliklerine hep hüzün,
İçerim bazen gözyaşlarımı sessiz sessiz;
Peltekleşir hislerim, dili tutulur sözün,
Sesler dinlerim rûhumdan güftesiz, bestesiz.
Bir de kalbimin ritmi inkisarla vurunca,
Salarım kendimi en uzun ağlamalara..
Ve ne hafakanlar yaşarım gece boyunca,
Dökerken içimi kapkaranlık kuytulara.
Söyleyin güneş ne zaman doğacak acaba!.
Gece sürüp gidemez şafak söktükten sonra.!
Bir deyin, yağmur ne zaman yağacak acaba!.
Kar-buz böyle kalamaz cemre düştükten sonra..!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÜSTAD*
Andı yine gönlüm seni bir sabah,
Karanlık gecemin şafağı üstad!
Duydum sînemde bir tatlı inşirah,
Gönüller sevginin otağı üstad!
Her yanda ışık aradığım zaman;
Rûhun gelip ufkuma indi üstad!
Dilindeki Cennet çağrısı iman,
Melek sesi kadar derindi üstad!
*) Eski bir nazım
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YARINLARIN MEŞKİ
Her yerde bahar ve çiçeklerde naz,
Bülbül seslerinde sırlı bir niyaz;
Tül tül emârelerle apak bir yaz,
Meşk ediyor yarını âvâz âvâz...
Her yanda İsrafil’in gür sadâsı,
Her ufukta bir diriliş edâsı..
Her gönülde geleceğin sevdâsı,
Meşk ediyor yarını âvâz âvâz...
Gerçi tasa hep bizleri seçiyor;
Ne gam, her şey bir bir gelip geçiyor;
Kader bizi bir ikbale çekiyor,
Meşk ediyor yarını âvâz âvâz...
Başladı, rûhlara ilham iniyor,
Sînelerde hafakanlar diniyor;
Her yanda sanki Hızır geziniyor,
Meşk ediyor yarını âvâz âvâz...
Şimdi artık her şeyde bir neş’e var,
Güller açmış, bülbül sesini arar;
Masmavi bir vuslat çağıyla bahar,
Meşk ediyor yarını âvâz âvâz...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÜMİDİN
SOLUKLARI
Tüllenirken tam bir dirilişle hayat arşı..
Ve çözülüyorken karanlıklar dilim dilim;
Az ötelerde mâzi gibi apak bir iklim,
Esiyordu sert bir poyraz çiçeklere karşı,
Tüllenirken tam bir dirilişle hayat arşı.
Bir düzine o eski düşünce artıkları,
Gayretleri güneşi devirmek; bu apaçık..
İlhad ölüp gitti, ölüler dirilmez artık!.
Ama anlamaz ki, bunu fikir yırtıkları,
Bir düzine o eski düşünce artıkları.
Anlamadı, baharın bağrına kurşun sıktı,
Her yerde çığlık çığlık tomurcukların âhı..
Ve allak-bullak renklerin beyazı-siyahı;
Şeytan bir kez daha fitne ateşini yaktı,
Yürüdü ve baharın bağrına kurşun sıktı.
Her fitne gibi o da er-geç bir gün sönecek,
Hep zulmetin ışığa yenik düştüğü gibi..
Şimdiden göründü o koca yalanın dibi,
Belki yarın ona da "İnnâ lillâh" denecek;
Her fitne gibi o da er-geç bir gün sönecek.
Başladı sıra sıra yollar iniyor düze,
Yamaçlarda her tonuyla bizim renklerimiz;
Özüne yürüyor köylerimiz-kentlerimiz..
Ve bahar bulutları akıyor üstümüze,
Başladı sıra sıra yollar iniyor düze.
Hâl biraz gri, ahvâl görülse de alaca,
Yine de sen gamı-kederi bir yana bırak.!
Hakk’ın vâdettiği o aydınlık günlere bak!
Bahar patlayışlarını gelecekte ara.!
Hâl biraz gri, ahvâl görülse de alaca.
Mefkûren için gerilebildiğince geril.!
Kalk kendine değil de, ölüme mezarlar kaz.!
Varlığını haykır dört bir yana âvâz âvâz.!
O âriye rûhu kaldır at, özünle diril.!
Mefkûren için gerilebildiğince geril.!
Kanatlan, uçarak geç bütün uçurumları.!
Hiç durma yürü ardından kutlu rehberlerin.!
Boşalsın ötelerde boşalacak terlerin,
Ateşinle kışı erit, tutuştur baharı.!
Kanatlan, uçarak geç bütün uçurumları.!
Bile, her zaman azmini ve yolundan dönme.!
Dirilişle çağla ölüm akan derelerde.!
Koşsun sana dirilmek isteyenler her yerde,
Gün gelip güneşler sönse de, sen sakın sönme!
Bile, her zaman azmini ve yolundan dönme.!
Almadan ver vereceğini bütün çevrene.!
En yeni nağmelerle bir ses ol dört bir yanda.!
Hep söyle hakkı, söylendiği gibi Kur’ân’da,
Duyur ilhamlarını, semtine her erene.!
Almadan ver vereceğini bütün çevrene.!
Haykır her yerde kendini çelikten sesinle.!
Hızır gibi seccâdeni ser, her yan yeşersin;
Hayat solukla, ölülere diriliş insin.!
İkbâlimizi söyle o altın nefesinle.!
Haykır her yerde kendini çelikten sesinle.!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÜSLÛBUMUZ
Üslûbumuz sevgi, aşka adanmış canımız,
Karşılıksız çarpar sînelerimiz, çarpınca.
Herkese şefkatle ulaşmak heyecanımız;
Hele içimizi Muhammedî Rûh sarınca.
Son neferi olarak kalsak da bu cephenin,
Beklemeye kararlıyız tâ subh-i haşre dek,
Ümidiyle herkesi sevip Hakk’a ermenin,
Çöllerde Mecnûn’un Leylâ’ya tutkusuna denk...
Yönelip gönüllerimizin derinliğine,
Hep ötelerden varlığa bir maya katarak;
Koşacağız rahmet arşının serinliğine,
Rûhlarımızdaki kini, nefreti atarak.
Yürüyeceğimiz mihverde bir başka ışık,
Aşacağız gayzla oyulan uçurumları;
Öbür tarafta herkes birbiriyle barışık,
Duyuyoruz az ilerde yeşeren baharı...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
UFUK GÖRÜNDÜ
Yolculuk son bulmak üzere, ufuk göründü,
Sapsarı neyi varsa o yemyeşil baharın.
Rûh uçup gitmeye âmâde bir yaprak gibi,
Son noktayı koyacak kaleme kalmış karar.
Birden renk renk her şey uhrevîliğe büründü,
Meltemleri duyuluyor öteki diyarın;
Bir bir göründü yalancı hülyâların dibi,
Sırtımda koskoca dağ, ümitlerimde bahar...
Titriyor ağaç yaprakları gibi her yanım,
Âdeta bir ızdırap terazisiyim şu an;
Bir kefede endişe, öbüründe tam güven,
Sevinçleri sarıyor dalga dalga kederler;
Bazen tam mesrûr, bazen de nâlân u giryanım,
Gördüğüm ihsanlara denk her günkü imtihan..
Tıpkı kar karışımı yağmur, ufkuma inen;
Her gün bir başka türde kapanmakta perdeler...
Mîad tamam gibi ufukta yeni bir şafak,
Her zaman başucumda ötelerin gölgesi;
Görmüştüm o tulûu gönlümde perde perde,
İlk günümün ışıklarından daha da rengin,
Hizmet varsa şayet değer az daha yaşamak;
Şimdilerde göz ağrım sırf O'nun bilinmesi.
Bir şey diyemem, belki birkaç adım ilerde,
Tam biliniverir beklediğimden de engin...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BU GELEN BAHAR
Hem bahtıma hem ikbalime ışık yağıyor,
Bir yerde gurûb, bir yerde de güneş doğuyor.
Hız kesiyor o eski gurbetler yavaş yavaş,
Sulh çizgisinde kalb ve kafa arası savaş...
Aşk ve sevgi, kinleri, nefretleri aşıyor,
Herkes yitirdiği eski cennete koşuyor.
Ufukta şafak, artık gece gerilemede,
Yırtılıyor zulmetler her yerde perde perde.
Tülleniyor rûhlarımızda sevdalı bir yaz,
Ne çıkar sanki biraz sertçe esmişse poyraz.
Güller açıyor, her yanda bülbül nağmesi var,
Dünkü renkleriyle geliyor bu gelen bahar...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÜLYÂLARIMDAKİ DÜNYA
Söyleyin nerde rûhumun dünyası o diyâr,
Ferhat gibi dağları yarıp yarıp gideyim..
Eşiğine baş koyup da ağlayayım zâr zâr,
"Ne olur gel, gel artık" diye feryât edeyim!
Yıllar var onun hayaliyle avunuyorum,
Kanayan şu gönlümde en onulmaz yaralar;
Kimse bilmez nasıl bir hicranla yanıyorum,
Gözlerimden akan gönlümdeki hâtıralar...
Ey tatlı hülyâ, bir şifâ sun kendi dilinden,
Âteş-i hicranımı onunla söndüreyim.
Vur mızrabını, nağmeler duyur bam telinden,
Duyur ki, onunla efgânımı dindireyim.
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÇİÇEKLERDE BAHAR
NEŞVESİ
Bahara koşuyor bütün insanlık,
Sanki her tarafta Hızır gezinmiş;
Bozgunlar yaşıyor artık karanlık,
Öteden dünyaya ışıklar inmiş,
Akıllar da kalb rengiyle bezenmiş...
Semâîleşmiş köy, kent, ova, oba,
Eski üstûreler dönmüş serâba;
Elvedâ elvedâ son ızdırâba.!
Başlamış mâziden âtîye geçiş,
İlhada ikbal, beyhûde bekleyiş.
Dün gezip her yerde göz boyayanlar,
Dolaşıp her gün şeâmet yayanlar,
Kalkıp yoka merdiven dayayanlar,
Onlar me’yûs, merdiven de devrilmiş..
Asırlık yalanlar yere serilmiş...
Bülbüller ötüyor şimdi her yerde,
Bir bahar neşvesi var çiçeklerde;
O masmavi gelecek az ilerde,
Her çağlayan âb-ı hayat kesilmiş,
Ermek için bütün rûhlar gerilmiş.
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖNÜL GÖZÜYLE
YARINLAR
Farklı dönüyor çark, zamanda bir fısıltı var,
Dağ-bayır, ova-oba her yanda gizli şölen..
Mevsim değişiyor artık ufukta nevbahar,
Tıpkı ilk Işık Çağı, az ilerde görülen.
Yeryüzü bitevî yağmur duasına durmuş,
Yasla kıvranan o kupkuru çölde inşirah;
Âdeta dünyaya ötelerin rengi vurmuş,
Bin büyüyle ağarıyor ağarınca sabah…
Tıpkı eşref saate bağlanmış gibi zaman,
Her yanda ışık meş’alesi o Sonsuz Nûr’dan
Tülleniyor bir bir O’nun inayeti, ayan..
Çarpıyor rûhlarımıza bir sırlı fağfurdan.
Bir bayram sevinci içinde bütün gariban,
Yol hazırlığıyla meşgul o meş’um ızdırap;
Tekmil değişiyor bir baştan bir başa cihan,
Nûr Çağı’ndan renklerle doğuyor doğan mehtap…
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SÜRPRİZLER ŞÖLENİ
Günler yağmur öncesi kasvetli havaya eş,
Aniden üst üste geldi sis, duman ve güneş;
İç içe giriyordu ışık ve zulmet birden,
Dehşetle gürledi gökler, gürledi derinden.
Bahçelerde zambaklar, papatyalar, lâleler,
Uyandı bülbüle, uyandığı gibi güller.
Narin yapraklar üstünde kırağı telaşı,
Sanki yeni bir şölen için yeni bir aşı.
Gamlanma öyleyse, zira mevsim hazan değil;
"Kader" de ve eğilebildiğin kadar eğil!
Gidecektir bu son gaileler de ard arda,
Kim bilir, nasıl bir lütuf var şimdi sırada.!
Bunlar birer bahar çağrısı hazan içinde,
Yankılanıyor o ulu ses Çin’de-Maçin’de...
Duyuluyor rûh ufkunda geçmişin öyküsü,
Duyulsa da ara-sıra bir nefret türküsü.
Göklerde emâre, yerde alâmet iç içe,
Gurûb tulûun çehresinde ince bir peçe.
Fesatçı kendi ağında tutsak, kıvranıyor,
Büyüsü bozulan fitne hep homurdanıyor.
İlimler metafizik diyor, düşünce âzât,
Gün döndü; zamanla savaşsa da birkaç inat.
Âtiye açılan koyda sürprizler şöleni,
Sürprizler arkasında O Bilinmez’in Eli.
Gönüllere ilham iniyor sırlı bir sesle
Ve dirildi ölüler bu ilâhi nefesle.
Cemrenin kardelenle buluştuğu çağ geldi;
Karanlık çağlara öteden bir çerağ geldi..
Zekeriya’nın biçildiği yerde lâleler,
Sevr’e giden dikenli yollarda taze güller.
Hira’da bir sessizlik bestesi için için,
Bütün yanıp-yakılmalar gül bitirmek için.
Kilitlendi gönüller sonsuzluğa yeniden,
Gökler bahar muştusuyla gürlüyor derinden.
Bir kez daha semâ-arz buluşma ikliminde,
Son bir "şeb-i arûs" ki, meleklerin dilinde.
Cihanlar bütünüyle mânâya teslim gibi,
Söz metafizikte, göründü fiziğin dibi.
Ve madde bitevî târumâr, maddeci şaşkın,
Şimdi devran bir mânâda ki, aşkın mı aşkın..!
Her şey Hak’tan, bunu son bir kere daha duyduk,
Son bir kere daha uhrevîliklerle doyduk.
Hak isterse, kar da dolu da yağmura döner,
Kış gününde dahi her yana rahmetler iner.
Gayri baharı durduramaz kapkara inat,
Hep hezeyan peşindeki o şaşkın irtidat...
Artık kalb ve kafa fikir alış verişinde,
Rûh yitirdiği mâmûr dünyaların peşinde.
Âyin başlamak üzere tam fecir rengiyle,
Muştusu Peygamber’den göklerin âhengiyle.
Şimdi, yalvarıp ağlamak düşer hepimize,
Tıpkı ağladığı gibi göğün üstümüze.
Kazarak hiç durmadan kuyu üstüne kuyu,
Ve bulmalıyız o "âb-ı hayat" denen suyu...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SIR BURCU
El ele bayramın gölgesindeyiz,
Yüzlerde ziyâ, ufuklarda ışık;
Saflarımız sımsık.
Milletçe Hakk’a vuslat peşindeyiz,
Besbelli artık kimler O’na âşık;
Hissizlere yazık!
İnce bir remiz gökyüzünde hilâl,
Arkasında eşref saatler apak;
Sırla dönüyor çark..
Bir bilsen neler resmediyor hayâl.?
Zulmetlere inat ard arda şafak,
İnsanlarda merak...
Rûhlara âdeta Cebrail inmiş,
İlhamlarında buğu buğu mânâ;
Kalb buna âşinâ..
Her yörede sanki Hızır gezinmiş,
Renkler akıyor bahardan hazana;
Dillerde hep senâ...
Güm güm şimdi bütün gök kapıları,
İns, cin ve rûhânî sesi karışık;
Bozgunda karanlık..
El açmış her yanda Hakk’ın kulları,
Tekmil yer-gök birbiriyle barışık;
Mevsim buna açık.
Kalblerimiz ızdırapla buruktu,
Coştuk bir kez daha tekbir sesiyle;
Itrî bestesiyle..
Her taraf kardı, kıştı ve soğuktu,
Duyduk baharı bayram nağmesiyle;
Mâzi neşvesiyle...
Sarmıştı hicranlı gam hepimizi,
Yoktu gönlümüzde sevinçten eser;
Simsiyahtı her yer..
Bükmüştü bin bir keder belimizi,
Sıyrıldık hepsinden bir nûrlu seher..
Milletçe beraber.
Kalbimiz neş’eyle çarpıyor artık,
Herkes tam tekmil O’na doğru yolcu;
Bekliyor sonucu..
Yolculara rahmet kapısı açık,
Arş gölgesi bu yolun öbür ucu..
Sonrası sır burcu...