Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Üzerinde resim bulunan elbise ile namaz kılmanın hükmü nedir?
Cevap:
Hanefi mezhebinin temel fıkıh kitaplarından el-Hidâye‘de resimli elbise ile namaz kılma konusunda şu bilgiler yer almaktadır:
“Eğer kişi (namazda) içinde resimler bulunan bir elbiseyi giyerse üzerinde put taşıyan kimselere benzediği için bu mekruh olur. Fakat bu hallerin hepsinde kılınan namaz, sıhhat şartları eğer yerine getirilmiş ise sahihtir…” (el-Merğînânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1986, c: 1, s: 64.)
Ömer Nasuhi Bilmen de İlmihal‘inde konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
“Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması ve canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse, onunla namaz kılınmasında kerahet yoktur. Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin, resim bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh değildir.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Namazların Mekruhları”, s: 212; 49. paragraf)
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Namazlarımı kılmaya, kaçırmamaya özen gösteriyorum Allah'a şükür. Fakat çoğunlukla sabah namazlarına kalkamıyorum, kazaya bırakıyorum. Ama bunun yanlış olduğunu da biliyorum. Namazın kazası yok, bunu gerek sizin fetvalarınızdan okuyarak gerekse benden daha bilgili büyüklerime sorarak öğrendim. Bu konuda ne yapmam gerek? Bu zaafiyeti nasıl kırabilirim?
Cevap:
Sabah namazına kalkmak için bütün önlemleri almalısınız. Öncelikle geç yatmayın ki erken kalkabilesiniz. Sabah kalkabilmeniz için saat ve telefon alarmını kullanınız. Ve bunları kapatıp tekrar uykuya dalmamak için yatağınıza uzak bir yere koyun ki çaldığında yataktan kalkmanızı sağlasın. Ayrıca evinizde bulunanlardan veya sabah namazına kalkan arkadaşlarınızdan yardım alabilirsiniz. Telefonunuzu açık bırakırsınız, onlar sizi ararlar. Zaten zamanla alışkanlık kazanır ve rahatça namaza kalkmaya başlarsınız.
Tüm önlemlere rağmen uyuya kalıp kalkamadığınız zamanlar da namazınızı uyandığınızda kılarsınız.
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Peygamberimiz ayakkabıyla namaz kılmış mıdır?
Cevap:
Peygamberimiz ayakkabıları ile namaz kılmıştır. Çünkü o dönemde Mescid-i Nebi’nin tabanı şu an olduğu gibi halılarla kaplı değildi; zemin taş ve topraktandı. Bu yüzden toprak bir zeminde namaz kılarken ayakkabıların çıkarılması gerekmez. Temiz olup olmadıkları kontrol edilir, namaza engel herhangi bir pislik varsa bunlar giderilir ve ayakkabılarla namaz kılınabilir. Aşağıdaki hadisler bunu göstermektedir:
Ebû Mesleme radıyallâhu anh’dan rivayete göre, o şöyle demiştir: Ben Enes b. Malik’e: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ayakkabıları ayağında iken namaz kılar mıydı? Diye sordum. Enes: “Evet”, cevabını verdi. (Buhari, Salât, 24; Tirmizi, Salât, 181)
Kitabına bu hadisi alan Tirmizi, “ilim adamları bu hadisle amel ederler” açıklamasına da yer vermiştir.
Abdullah b. Mes’ud radıyallâhu anh şöyle demiştir: “Şüphesiz biz Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi ayakkabılarla ve mestlerle namaz kılarken gördük.” (Ebu Davud, Salât, 88; İbn Mace, İkametu’s-Salât, 66)
Ebû Said el-Hudrî radıyallâhu anh demiştir ki: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ashabına namaz kıldırırken ayakkabılarını çıkarıverdi ve sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat de ayakkabılarını çıkardılar. Resûlullah namazı bitirince: “Ayakkabılarınızı niçin çıkardınız?” diye sordu, (Onlar da:) Senin çıkardığını gördük de (onun için) çıkardık, dediler. Bunun üzerine Resûlullah; “Bana Cebrail gelip pabuçlarımda pislik olduğunu haber verdi.” dedi (ve sözlerine devam ederek:) “Sizden bir kimse mescide geldiği zaman, baksın, ayakkabılarında pislik varsa silsin ve onlarla namaz kılsın” buyurdu. (Ebu Davud, Salât, 88)
Şeddâd b. Evs babasından (Evs’ten) rivayetle; demiştir ki: Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yahudilere muhalefet ediniz. Çünkü onlar ayakkabılarıyla ve mestleriyle namaz kılmıyorlar (siz kılınız)!” (Ebu Davud, Salât, 88)
Bu hadiste geçen “siz ayakkabılarla namaz kılın” cümlesi emir değil, serbestlik ifade eder. Fıkıh âlimleri temiz olmak şartıyla isteyenin ayakkabılarıyla isteyenin de çıplak ayakla namaz kılabileceğini, bu konuda serbest olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bunun böyle olduğu Peygamberimizin bazen ayakkabılarıyla bazen de çıplak ayakla namaz kılmasından da anlaşılmaktadır. (Bkz: Ebu Davud, Salât, 88)
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Hanefi mezhebine mensup olanlar Şafii imama uyarak cuma namazı kılabilirler mi?
Cevap:
Hanefi olan birinin Şafiî imamın arkasında Cuma veya diğer namazları kılması konusu, Hanefi fıkıhçılar arasında farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Rivayetlerden anlaşıldığına göre ilk dönemlerde bu tür konular bir sorun teşkil etmiyormuş. Mesela İmam Ebû Yusuf, hacamat yaptırıp abdest almadan imamlık yapan ve bu konuda İmam Malik’ten fetva alan Halife Harun Reşid’in arkasında namaza durmuş ve namazını iade etmemiştir. (Ali b. Muhammed b. Ebi’l-İzz ed-Dimaşkî, Şerhü’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Beyrut, 1408/1988, c: 2, s: 530)
Ancak Hanefilerin sonra gelen âlimleri, böyle bir namazın sıhhati için belirli şartlar öne sürmüşlerdir. Fetavay-ı Hindiyye kitabında şöyle bir ibare geçmektedir:
“Şafii mezhebinden olan bir imama uymak, muhakkak ki sahihtir. Ancak —arkasında, Hanefi mezhebinden olan bir kimsenin namaz kılma ihtimali olan— Şafiî bir imam ihtilaflı yerlerden sakınmalıdır. Mesela: Bir yerinden kan çıkınca abdest almalı, kıble istikametinden fazla dönmemeli ve bunlar gibi diğer ihtilafı hususlara dikkat etmelidir.” (el-Fetâvâ el-Hindiyye, Dâru Sâdır, 1991, Beyrut, c: 1, s: 84)
Kısacası, son dönem Hanefi âlimlerine göre Cuma ve diğer namazlarda Hanefi birinin Şafii imamın arkasında namaza durabilmesi için, imamın Hanefilerce abdesti ve namazı bozan şeylerden uzak durması gerekir. Cemaatten biri imamın Hanefi mezhebine göre namazı veya abdesti bozan bir eylemde bulunduğu bilgisine sahip ise, o imamın arkasında namaza durması sahih değildir.
Fakat bu iddiaların ayet veya sahih hadislerde herhangi bir dayanağı yoktur. Hanefi Şafiye, Şafii de Hanefi’ye (veya diğer mezhep mensuplarına) tabi olarak namaz kılabilir.
Arkasında namaz kılınması caiz olmayan kişi, inancında “kesin olarak” şirk unsurları taşıyan kişidir. Fakat imamlık görevinde bulunan kişide esas olan, inancının sahih olmasıdır. Aksi sabit oluncaya kadar -fıkhî ihtilaflara bakılmaksızın- her imamın arkasında namaz kılınabilir.
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Ben askerim. Nöbete gittiğimizde bazen sabah namazına rastlıyor, vakit çıkıyor. Ben de namazı botları çıkarmadan kılıyorum, oluyor mu?
Cevap:
Ne namaz kılarken, ne de abdest alırken botları çıkarmanız gerekmez. Abdest alırken onların üzerini mesh edersiniz. Botlara bulaşmış necaset varsa toprağa sürterek temizlersiniz. Ayakkabılarla namaz kılınabileceğine dair daha geniş bilgi için aşağıdaki linkte yer alan cevabımızı okumanızı tavsiye ederiz:
Bir de de eğer nöbette iken namaz vaktinin geçme tehlikesi varsa namazları birleştirerek kılabilirsiniz. Özellikle kış aylarında öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları nöbet sebebiyle birleştirilebilir. Mesela ikindi vaktinde nöbetiniz varsa öğle ile ikindiyi öğle vaktinde kılar, nöbete öyle çıkarsınız. Veya akşam namazı vaktinde nöbette olacaksanız niyet eder, akşamı yatsı ile birlikte kılarsınız. Sabah namazı gibi birleştirilemeyecek bir namaz vaktinde nöbette olursanız bu takdirde silahınızı yere bırakmadan olduğunuz yerde veya yürüyerek ima ile namaz kılabilirsiniz. Nöbet yerinizi terk etmenize ve görevinizi aksatmanıza gerek yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Eğer korku duyacak bir haldeyseniz namazı yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca da bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi (namaz kılarak) Allah’ı anın.” (Bakara 2/239)
Bu din, kolaylık dinidir. Mümkün mertebe bu kolaylıklardan yararlanmak gerekir. Askerlik gibi zor görevler icra edenler, görevlerini aksatmadan dinin kolaylıklarından yararlanmalıdırlar.
Namazların birleştirilmesi ile ilgili olarak geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz
Namazların Birleştirilmesi | Süleymaniye Vakfı
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Namaz kılarken kendimi veremiyorum. Aklım sürekli başka yerlere gidiyor. Ne yapmalıyım ya da ne yapabilirim?
Cevap:
Namaz kılarken akla değişik düşünceler gelmesi, zihnin dağılması olağandır. Bu, peygamberlerin başına bile gelmiştir. Çünkü şeytan, doğru yolda olanlarla uğraşır. Namazını kılmayan, ibadetlerini yerine getirmeyen kısaca Allah yolunda olmayanlarla şeytanın işi olmaz. Namaza kararlılıkla devam ederseniz bunlar zamanla azalır. Aşağıda yer alan röportajımızı okuyun. İçiniz rahatlayacaktır:
İbadetten Tad Alma
ALTINOLUK- Bir üniversite öğrencisi gelse ve size “İçimde bir daralma hissediyorum. İbadetlerimi yerine getiriyorum ama tat alamıyorum. Nedir bunun sebebi? Bana rehberlik eder misiniz, İslâm’ı ruhumu daha çok doyuracak biçimde yaşamam konusunda ne yapabilirim?” diye sorsa ne dersiniz?
BAYINDIR- Her şeyimizi Allah’a borçluyuz. O ne yapmışsa en güzelini yapmıştır. Onun son Elçisi Hz. Muhammed’e ve izinden gidenlere salât ve selam olsun.
Altınoluk dergisine ve bu hizmette yer alanlara teşekkür ederek konuşmaya başlamak isterim. Bu görüşmenin hayırlara vesile olması için Allah Teâlâ’nın yardımını beklerim.
Her yaşta ve her seviyedeki insanın benzer şikayetiyle sık sık karşılaşırız. Onlar, “içime öyle şeyler geliyor ki, acaba ben kafir mi oldum? Namazımdan da hayatımdan da tad alamıyorum.” derler. Onlara deriz ki: Bu, doğru yolda olduğunuzun en güvenilir delilidir. Çünkü şeytan Allah’tan kıyamete kadar süre alınca şöyle demişti:
“…. And olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım.
Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.”(Arâf 7/16-17)
Bunu söylediğimiz herkes, hemen rahatlar ve derin bir nefes alır.
Şeytana genel bir izin verildiği için onun vesvesesinden peygamberler bile kurtulamazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.”(Hacc 22/52)
Huşu Sahibi Olmak
ALTINOLUK- Bir kişi dese ki, “Namaz kılıyorum ve bazan Maûn Suresindeki namaz kılanlar gibi hissediyorum kendimi… Bazan münafıklar için zikredilen “namaza tembel tembel kalkarlar” tespitine muhatab gibi görüyorum. Kur’an’da “ve innehâ le kebiratün illa alel haşiîn” diye buyuruluyor. Namazın ağırlığını kaldırmanın yolu olarak “Huşu sahibi olmak” gösteriliyor. Nedir huşu sahibi olmak? Nasıl böyle bir ruhi kıvama ulaşabilirim? Buna ne dersiniz?
BAYINDIR- Yukarıdaki ayetin tamamı şöyledir: “Yardımı, sabır göstererek ve namaz kılarak isteyiniz. Bu, gerçekten ağır bir görevdir ama saygılı olanlara değil.”(Bakara 2/45)
Huşu sahibi olmak, saygılı olmaktır, bir ruh kıvamına ulaşmak değildir. Bu, kendini düşük, Allah’ı yüce mertebede görenlerde olur. İnsan bundan dolayı Allah’a boyun eğer. Bu olmasa kimse namazı sürekli kılmaz. Çünkü namaz zevk için değil, Allah emrettiği için kılınır. Bazan kişinin elinde olsa, ne abdest alır ne namaz kılar. Ama Allah’ın emrine uyma inancı ona o namazı kıldırır. İşte kulluk budur. Yani bir şeyi, kendi istediği için değil, Allah istediği için yapmaktır. Kulluğun verdiği zevki de hiçbir şey veremez.
Mâûn Suresi’nde şu ayetler geçer:
Yazıklar olsun o namaza duranlara ki,
Onlar namazlarının farkında olmazlar.
Onlar gösteriş yaparlar.
Yardımdan alıkoyarlar. (Maûn 107/4,5,6,7)
Müslüman namazı başkaları görsün diye değil, Allah’ın emri yerine gelsin diye kılar.
Münafıkların Namazı
Münafık, içten inanmadığı halde inanmış gözüken kişidir. O, namazı, Allah için değil, toplumdan dışlanmamak için kılar. Onun namazı müslümanın namazıyla kıyaslanamaz.
Huşu İle Namaz
Bir de namazda huşu içerisinde olmak vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
İnananlar, gerçekten umduklarına kavuşmuşlardır,
Onlar ki namazda iken Allah’a saygılıdırlar.(Müminûn 23/,1,2)
Kimileri huşu için namazda şeyhini düşünür[1]. Bu, Allah’a saygısızlıktır. Şeytan bunu yapana vesvese vermez. O da kendini huşu ile namaz kılıyor sanır. Şeytan Allah’tan süre alınca şöyle demişti:
“Ya Rabb! Beni azdırmana karşılık, onlar için bu dünyada kesinlikle süsleme yapacağım, onların hepsini kesinlikle azdıracağım.
Ama senin kullarını, onların ihlaslı olanlarını değil.” (Hicr 15/39,40)
İhlas esasen, Allah’ın dışında her şeyden uzaklaşmaktır[2]. İbadet yaparken ayet ve hadislerde olmayan bir davranışta bulunmak ihlası ortadan kaldırır ve şeytana zemin hazırlar.
ALTINOLUK- İnsan, neden namazdayken namazı unutur? Gaflete düşer?
BAYINDIR- Namaz kılan kişi, doğru yolda olduğu için şeytan onun önüne geçip namazını unutturabilir. Bu, Mâûn Suresindeki ayetin kapsamına girmez. Orada “an salâtihim sahûn” (namazlarının farkında olmazlar) buyurulur, “fî salâtihim sâhûn” Yani “Namaz kılarken onun farkında olmazlar.” buyurulmaz. Bu sebeple namazın farzları, vacipleri ve sünnetleri arasında, içine vesvese getirmemek diye bir görev yer almaz. Çünkü buna kimsenin gücü yetmez.
Tezkiye
ALTINOLUK- Farklı disiplinlere konu olan “tezkiye” nedir? Tezkiye fizik arınmadan öte bir bir arınma ise neyin nasıl arınmasından söz edilmektedir?
BAYINDIR- Tezkiyenin iki anlamı vardır; biri geliştirme ve bereketlendirme, diğeri de temizlemedir. Nefsi tezkiye, hayır ve bereketlerle onu geliştirmekle ve günahlardan uzak olmakla olur. Bu sayede insan, dünyada övgüye değer özellikler kazanır, ahirette ise bunun karşılığını elde eder[3]. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Nitekim size kendi içinizden bir elçi gönderdik; o size ayetlerimizi okur, sizi tezkiye eder, size Kitap’ı ve hikmeti öğretir, size bilmediklerinizi öğretir. (Bakara 2/151)
İnsan büyük günahlardan temizlenirse Allah Teâlâ küçüklerini örter ve onu iyi bir konuma getirir. İlgili ayet şöyledir:
Eğer siz, yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden kaçınacak olursanız, öbür günahlarınızı örteriz, sizi şerefli bir konuma yerleştiririz. (Nisa 4/31)
Allah Teâlâ bir de şöyle buyurmuştur:
Güzel davrananlar, günahların büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlardır; ufak tefek hataları olabilir. Çünkü senin Rabbı’nın affı geniştir. Sizi topraktan var ettiği sırada da daha analarınızın karnında birer döl olduğunuz sırada da ne olduğunuzu çok iyi bilen odur. Onun için kendinizi tezkiyeye kalkışmayın. Çünkü o kimin korunduğunu daha iyi bilir. (Necm 53/32)
İhsan
ALTINOLUK- Bir de Resûlullah Efendimizin Cibril Hadisinde sözünü ettiği “İhsan” kavramı var. “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme-kulluk etme” diye tarif ediyor Allah Rasûlü ihsanı… Bu nasıl bir kişilik özelliğidir. Bir insan nasıl ulaşır böyle bir duyarlılığa? İslâm içinde bir fikir-duygu derinleşmesi mi söz konusu? Bunu nasıl yapar insan? Siz, bunu gerçekleştirip gerçekleştirememe noktasında bir kaygı hissediyor musunuz hayatınızda?
BAYINDIR- İhsan kelimesinin sözlükte iki anlamı vardır. Biri iyilikte bulunmaktır. Bu, Türkçe’de de kullanılır. Diğeri bir şeyi güzel bir şekilde bilmek veya bir işi güzelce yapmak anlamınadır[4]. İbadette ihsan, hem güzel bilgiyi, hem de güzel davranışı gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Kimin dini, güzel bir bilgiyle kendini Allah’a vermiş ve İbrahim’in dosdoğru dinine uymuş olanın dininden güzel olabilir? Allah İbrahim’i bir dost edinmişti. (Nisa 4/125)
Güzel bilgi, Allah’ın Kitabı’ndan ve onun Elçisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetinden alınan bilgidir. Büyüklerden gelen bilgiler de güzel olabilir, ama onların doğruluğunu test etmek gerekir. İşte mücadelemizin temel noktası budur. İnsan bir işi, Allah’ın istemediği bir şekilde yaparsa, ister Allah’ın kendini gördüğünü düşünsün, ister düşünmesin ondan sevap alamaz.
Allah Teâlâ bize, Hz. Ademin şeytana aldanarak yanlış bir iş yaptığını bildirmektedir. Kur’an’ın ifadesi ile öğretmeni bizzat Allah, kaldığı yer cennet olan ve kendini şeytandan başka aldatacak bir şey bulunmayan Hz. Adem aldandıysa herkes aldanabilir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı hataları bildiren ayetler de vardır. Öyleyse değerli büyükler de hata etmiş olabilirler. Allah Peygamberlerin hatasını düzeltir. Çünkü onlar bize örnektir. Fakat büyüklerin hatasını düzeltmeyebilir. Onlarla ilgili uyarıda bulunmuş ve şöyle demiştir:
Onlara: «Allah ne indirmişse ona uyun» denince şöyle derler: «Hayır, biz atalarımızdan ne bulmuşsak ona uyarız.» Ya ataları bir şeyi anlayamamış ve doğruyu tutturamamışlarsa? (Bakara 2/170)
Büyüklerin hatasını din diye taklit etmemek için onlardan gelen bilgileri Kur’an ve sahih sünnete göre test etmek gerekir. Yoksa tıpkı ehl-i kitap gibi olunur.
Fatiha Suresini günde en az kırk kere tekrarlar ve şu manaları zihnimize nakşederiz:
Sen bizi o doğru yola sok.
Senin iyilik ettiğin kimselerin yoluna.
Gazaba uğramış olanların ve sapıkların yoluna değil. (Fatiha 1/5,6,7)
Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem gazaba uğramış olanların Yahudiler, sapıkların ise Hıristiyanlar olduğunu söylemiştir[5]. Bu anlamı pekiştirecek ayetler de vardır.
Hıristiyan keşişler mala, evlilik hayatına ve dünyaya karışmaz, manastıra kapanarak ömürlerini ibadetle geçirirler. Kimse onların samimi olmadıklarını, gösteriş için ibadet yaptıklarını iddia edemez. Herhalde onlar da Allah’ı görüyormuş gibi ibadet ediyorlardır. Ama Allah’ın İncil’de indirdiklerine değil, atalarından gelene uydukları için şirkten kurtulamamışlardır.
Kur’an dikkatle okunursa, müşrik veya kâfir, her kesin Allah’ın varlığına ve birliğine inandığı, müşriklerin asıl hedefinin de Allah rızası olduğu ama atalarından gelen bilgilere kandıkları için o duruma düştükleri açıkça görülür. O ayetlerden sadece bir tanesi şöyledir:
“Desen ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim?’ Onlar: “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; Öyleyse hiç sakınmaz mısınız?’
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?”(Yunus 10/31-32)
Onların şirki, ikinci bir Allah’ın varlığı iddiasından değil, Allah’a bir yakını aracılığı ile ulaşma iddiasından kaynaklanır. Bu husus aşağıda gelecektir. Kur’an adeta baştan sona bu konuyu işlemektedir.
Kalp ve Zikir İlişkisi
ALTINOLUK- Size kalb ve zikir mefhumları arasında Kur’an’ın kurduğu münasebeti nasıl anlamak gerektiğini sormak istiyoruz. Malumlarınız Kur’an’da “Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur, doyuma ulaşır” buyuruluyor. Önce, kalbin doyuma ulaşması, mutmain olmasından ne anlamak gerekir. Kalb diye ayrı bir dünya var mı insanın içinde? Nasıl anlamak gerekir kalb dünyasını?
BAYINDIR- Kalp ve akıl insanın önemli karar organlarıdır. Akıl, bir şeyin doğruluğuna veya yanlışlığına karar verir, kalp ise onu tasdik veya reddeder. Aklın doğru kabul ettiğini kalp kabul etmeyebilir. Çünkü kalpte duygular ve beklentiler ağır basar. Nitekim Firavun ve hanedanı, gördükleri mucizeler karşısında akıllarıyla Hz. Musa’nın peygamberliğini kesin olarak idrak etmişler, ama bunu kalpleri tasdik etmemişti. Çünkü zalimlik yapıyor ve kendilerini büyük görüyorlardı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Ne zaman onlara belgelerimiz bütün açıklığı ile geldi: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler.
İçleri kanasıya kabul etmişken zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından dolayı onlara karşı inkarcılık ettiler.(Neml 27/13,14)
Bu durum kâfirleri sürekli huzursuz eder. Kalp, bilgisine ve tabiatına aykırı bir karara vardığı için sürekli işkiller içinde kıvranır durur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Onların kurdukları yapı, kalpleri paramparça oluncaya kadar kalplerinde bir kuşku olarak kalmaya devam eder.(Tevbe 9/110)
Müslümanlar karşısında dirençsiz olmaları bundandır. Cezayı hak ettiklerini bu dünyada iken anlarlar.
Kalp ve akıl, aynı karara varınca kalp huzur bulur. Buna mutmain olma denir. Kalp kaypaktır, kolay teslim olmaz. Mutmain olmak için daha fazlasını isteyebilir. Nitekim şu ayet bunu göstermektedir:
Bir gün İbrahim Rabbine şöyle dedi: «Ya Rabb! Bana göstersene, ölüleri nasıl diriltiyorsun?»«Yoksa buna inanmadın mı?» dedi. «Yok, inandım. Ama kalbim mutmain olsun diye.» cevap verdi. Allah şöyle buyurdu: «Öyleyse dört tane kuş tut, onları kendine çek ve alıştır, sonra onların her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra onları çağır, koşarak sana geleceklerdir. Bil ki, gerçekten Allah güçlüdür, hakîmdir.»(Bakara 2/260)
Zikir, kişinin edindiği bilgiyi, her an kullanacak şekilde zihninde hazır tutmasıdır. Bu bilgiyi kalbe veya dile getirmeye de zikir denir. Zikir, bazen hatırlama anlamına gelir. Bu, unutulan bir bilginin bulunarak kullanıma hazır hale getirilmesidir.
Zikir, Allah’ın peygamberlere verdiği kitapların ortak adıdır. Çünkü onlardaki bilgiler her an kullanılacak şekilde zihinde hazır tutulması gereken bilgilerdir. Onlar zaman zaman dile ve kalbe getirilir. Allah’ı zikretmek, Allah ile ilgili doğru bilgileri kafaya yerleştirip dile ve kalbe getirmektir.
Şimdi şu ayete bakalım:
Onlar o kimselerdir ki inanmışlar ve kalpleri Allah’ın zikri ile yatışıp mutmain olmaktadır. Bilin ki kalplerin yatışıp mutmain olması Allah’ın zikri iledir.(Ra’d 13/28)
Kalbin yatışmasının, yani mutmain olmasının tam bir kanaate sahip olması demek olduğunu, Hz. İbrahim ile ilgili ayetten öğrendik. Bu, kişinin tahkiki imana varmasıdır.
Müslüman olmak için “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh” Yani “Ben tanıklık ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur, yine tanıklık ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” demek gerekir. İnsan, gözüyle görüp duyu organlarıyla kavradığı şeye tanıklık edebilir. Allah’ın varlığını ve birliğini herkes anlayıp kavrar. Bu sebeple ona tanıklık emek zor olmaz. Zaten Kur’an’da hiçbir peygamber, Allah’ın varlığını ispatla meşgul olmamış, yalnızca Allah’tan başka ilah olmadığını ispat etmiştir. Eğer öyle olsaydı, “Ben tanıklık ederim“ yerine “ Şu Peygamberin bildirdiğine göre Allah’tan başka ilah yoktur.” demek gerekirdi.
Allah, emirlerini elçileri aracılığı ile gönderir. Her elçiye, elçiliğini ispatlayacak bir belge verir. Belgeyi insanların taklit etme imkanı olmadığı için ona mucize denir. Mucizeyi gören her insan, o şahsın Allah’ın elçisi olduğunda şüphe etmez. “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Yani “Ben tanıklık ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” dememiz bundandır. Sanki Allah onu elçi olarak görevlendirirken onun yanındaymışız gibi tanıklık ederiz. Çünkü onun elçilik belgesi olan Kur’an üzerinde düşünen her insan, kolayca bu kanaate varır. Zira o, bir insan eseri olamaz. O ancak Allah’ın Kitabı olabilir. Onu bize getiren de Allah’ın elçisinden başkası olamaz.
Kur’an Allah’ın zikridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İşte o Zikr’i biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da bizleriz.” (Hicr 15/9)
İman konusunda kalp ancak Kur’an ile yatışabilir. İmanını onunla pekiştirmemiş olanların peygambere imanı büyüklerinden gördüğü şekilde olur. Bu şahıs, “Ben tanıklık ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” derken, kendisi tanıklık edecek kadar bir bilgiye sahip olmadığı için o, büyüklerinin öyle söylediğine tanıklık etmektedir. Bu da sahih olup olmadığı tartışılan taklidi imandır. Bu iman, insanı şüpheden kurtaramaz. Kur’an’ı anlamadan ezberlemek veya okumak yahut manasını düşünmeden binlerce yüz binlerce zikir çekmek insana bir manevi haz verir ama kalbi tatmin etmez ve imanı taklitten kurtaramaz. Tatmin için akıl ile kalbin işbirliği gerekir. Bunun tek yolu Kur’an’ı anlayarak okumaktır. Tahkiki imana erenlerdeki sağlam kişiliğin ve tutarlılığın sebebi budur. Acaba kaç kişi gerçek anlamda “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” demeyi hak etmiştir?
ALTINOLUK- Kalp ile ilgilenen bir ilim var mı? Kur’an’ı kerim’de bahsedilen ve bir mü’minden istenilen ‘kalb-i selim’e nasıl ulaşılır?
BAYINDIR- Kalbin manevi yönü ile ilgilendiğini söyleyenler elbette var, bu bütün dünyada ve her inanç sistemi içinde bulunur. Ama Allah bize bir Kitap ve bir Peygamber göndermiştir. Onların çizdiği sınırların dışına çıkanlar beni ilgilendirmemektedir. Bunlar kendi uydurmalarına Kitap ve Sünnetten yorum getirmeye kalkışınca onları uyarmak bizim görevimiz olur.
Müminden istenen kalb-i selim, şüphelerden arınmış, tatmine ulaşmış kalptir. Bunu yukarıda anlatmaya çalıştık.
ALTINOLUK- Kur’an-ı Kerim’deki ‘yanları üzerinde zikrederler’ ibaresini nasıl anlamak gerekiyor? Tasavvufun zikir konusundaki duyarlılığını bu çerçevede dikkate almak anlamlı mı?
BAYINDIR- O ayetin tamamı şöyledir:
“O kimseler ki ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılması üzerinde derin derin düşünürler de şöyle derler: “Ey Rabbımız! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen kusursuzsun. Bizi o ateşin azabından koru.”(Ali İmrân 3/191)
Demek ki, her ne durumda olursak olalım, Allah’ın ayetleri ve Allah ile ilgili doğru bilgileri zihnimize getireceğiz ve fıtrat kitabı olan dış dünya üzerinde düşünecek, imanımızı tazeleyeceğiz. Böyle bir zikir, yukarıda da anlatıldığı gibi ancak kafanın ve kalbin tam bir işbirliği yapmasıyla yapılabilir.
Tasavvufta “Biz bilmeyiz, büyükler bilir.” anlayışı vardır. Bu anlayışla yapılan zikir, içi boşaltılmış zikirdir. Bu zikirde akıl ve kalp devre dışı kalır, sadece dil çalışır. Bu, yukarıdaki faydayı sağlamaz. Kişi bundan zevk alabilir. İnsan bir çok şeyden zevk alır. Ama din adına yapılan bir işin Kitap ve Sünnete uygun yapılması gerekir. Gerçek zikir, kafa ile kalbin işbirliği ile yapılır.
ALTINOLUK- İnsanların bir kalbî derinlik sıkıntısı yaşadığı kabul edilirse, bunun sebebi üzerine de düşünmek gerekir sanıyoruz. Eğer böyle bir şey varsa, bunun sebebi nedir sizce? Bir sebep olarak aşırı sekülerleşmeden söz edilebilir mi sizce?
BAYINDIR- Biz bu devrin insanıyız. Allah bizi içinde bulunduğumuz şartlarla imtihan etmektedir. Şartları biz hazırlamadık, hazır bulduk. Şikayet yerine, imtihanı kazanmaya bakmak gerekir. Hz. Adem Cennetteki imtihanı kaybetti, ne sekülerleşme vardı, ne bir kısım medya, ne de ekonomik sıkıntılar.
Nefsin Merhaleleri
ALTINOLUK- Kur’an’ı Kerim’de nefsin çeşitli merhalelerinden bahsedilir. Mü’min bu merhaleleri nasıl kateder?
BAYINDIR- Merhale, hedefe ulaşmak için geçilmesi gereken konak yerine denir. Tasavvufta nefsin yedi merhalesinden bahsedilir. Bunlar nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülheme, nefs-i mutmainne, nefs-i râziye, nefs-i merziyye ve nefs-i kâmile’dir. Nefs-i kâmile dışındakilere Kur’an’dan delil getirilmeye çalışılır. Ama Kur’an-ı Kerim nefsin merhalelerinden bahsetmez. Şimdi Altınoluk’un yayınladığı bir kitaptan alıntı yaparak konuyu ele alalım[6]:
Kitapta deniyor ki; “Nefsin manevî yükselişteki mertebeleri değişik şekillerde tasnif edilmiştir. Bazıları üçlü, bazıları beşli, bazıları yedili tasnifler yapmıştır. Emmâre, levvâme, mülheme, mutmeinne, râziye, merziyye ve kâmile gibi.”
Bunlar delili olmayan iddialardır. Nefsin manevi yükselişini Allah’tan başka kim takip edebilir. Bu konuda kendini karar verme mevkiinde gören bir şeyh, bir münafığı pek yüksek bir mertebede göremez mi? Nitekim Kur’an-ı Kerim bize Hz. Peygamberin münafıkları tanıyamadığını bildirmektedir. Ayet şöyledir:
“Çevrenizdeki kimi çöl Arapları münafıktır. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz; sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.”(Tevbe 9/101)
Bazı münanfıklar Hz. Peygamberin hoşuna giderdi. Eğer münafık olduklarını bilse onlardan hoşlanır mıydı? Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Münafıkları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar dayalı odunlara benzerler. Her kopan gürültüyü kendilerine karşı sanırlar. İşte düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin, nasıl döndürülüyorlar.” (Münafikûn 63/4)
Şimdi nefsin merhaleleri ile ilgili ifadelere bakalım:
“Nefs-i emmâre:Münker ve günah olan şeyleri işlemeyi teşvik ve emreden nefistir. Kur’an’daki: “Çünkü nefs, kötülüğü şiddetle emreder.”[7] âyet-i kerimesi nefsin bu makamına işaret eder.”
Bu ayet, Hz. Yusuf’un kendi nefsi ile ilgili sözlerini haber verir. Ayetin tamamı şöyledir:
“Ben nefsimi aklamam, çünkü nefis kötülüğü emreder durur. Ama Rabbimin esirgediği olursa o başka. Benim Rabbim çok bağışlar ve çok esirger.” (Yusuf 12/53)
Nefs-i emmâre her insanda olur. Ayete göre Hz. Yusuf gibi büyük bir peygamberin nefsi de nefs-i emmâredir. Zaten insanın canı günahı çekmese ondan kaçınmanın ne anlamı olur.
Ayetin metni de önemlidir. “Nefis kötülüğü emreder durur.“ diye tercüme edilen, İnne’n-nefse le emmâretun b’is-sû” isim cümlesidir. Arapça’da isim cümlesi sübut ve devam ifade eder. Yani isim cümlesi ile ifade edilen hüküm bir zamanla sınırlı olmaz. Başına inne ve haberine te’kid lamının gelmesi de bu konuda doğabilecek şüpheleri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Yani ayet, nefsin, kötülüğü emredip durma özelliğinin kalıcı ve sürekli olduğunu ifade eder.
İkinci merhaleye nefs-i levvâme konmuştur. Kitabın ifadesi şöyledir:
Nefs-i levvâme:Yaptığı kötülüklerin akabinde zaman zaman pişmanlık duyan, sahibini münkere mülâzemetten dolayı ayıplayan ve tevbeye temâyül gösteren nefstir. Adını Kur’an’daki: “Levvâme (pişmankâr) nefse and olsun.”[8] ayetinden alır.
İnsan zaman zaman nefsine uyar ve yanlış davranışlar yapar. Eğer bunlara üzülüyor ve sık sık pişmanlık duyuyorsa bu Allah’ın beğendiği bir durumdur. Allah Tâlâ şöyle buyurur:
Hayır! Yemin ederim o Kalkış gününe.
Hayır hayır ! Yemin ederim o kendini kınayıp duran nefse (nefs-i levvâmeye).
insan şöyle mi hesabediyor, onun kemiklerini derleyip toparlayamayız?
Öyle bir toparlarız ki, parmaklarını bile aynı duruma getirmeye gücümüz yeter.(Kıyame 75/1,2,3,4)
Üçüncü merhaleye nefs-i mülheme konmuştur. Kitabın ifadesi şöyledir:
Nefs-i mülheme:İlhâm ve keşfe mazhar olmaya başlayan, neyin hayır, neyin şerr olduğunu idrak edebilme melekesine sahip, şehvet isteklerine karşı kısmen direnme gücü bulunan nefstir. Adını “And olsun nefse isyânını ve itâatını ilhâm edene.”[9] âyetinden alır.
Nefsin bir noktadan sonra ilham ve keşfe mazhar olacağına inanmak insanı şeytanın oyuncağı yapar. Şeytanın vesvese ve saptırmaları ilham ve keşif sanılmaya başlar. Büyüklerin ağzından çıkan her söz, Allah’ın ona ilhamı sayılır ve tartışmasız kabul edilir. Nitekim bu inanç, Allah ve Resulüne iftiralarla dolu nice kitapların kutsallaştırılmasına yol açmıştır.
İlham, Allah’ın, kulunun kalbine bir şey doğurmasıdır[10].Allah’ın ilhamı olmasa insanoğlu ilerleyemez. Bütün ilmi gelişmeler ve keşifler Allah‘ın ilhamıyla olur. Ama bu, Müslümanlara has değildir. Kâfirler de ilham alır.
İlham, Kur‘an’da yalnız bir yerde geçer. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“(Nefse) isyankârlığını ve takvâsını ilham edenin hakkı için, onu arındıran gerçekten umduğuna kavuşmuş, kirletip karartan da kaybetmiş olur.”(Şems 91/8-10)
İsyankarlık, kişinin Allah’a, insanlara veya kendine karşı yanlış davranışıdır. Böyle biri, hem isyandan önce hem de sonra huzursuzluk duyar. Buna iç sıkıntısı veya vicdan azabı denir.
Günah karşısında insan önce irkilir, sonra, ya vazgeçer ya da günaha dalar. İşte insanı irkilten, Allah Teâlâ’nın “(Nefse) isyankârlığını ilham etmesi”dir. Merhameti sonsuz olan Rabbimiz günah işleyecek olana son bir ihtarda bulunarak “isyana giriyorsun, dikkat et.” demiş olur. İsyandan sonra da kendine bir iç sıkıntısı vererek onu tevbeye teşvik eder.
Yusuf aleyhisselamı Züleyha’dan uzaklaştıran bürhan, Allah’ın “(Nefse) isyankârlığını ilham etmesi” olmalıdır. Yusuf suresinin 24. âyetinde şöyle buyruluyor:
“And olsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına meyledecekti…”
Bu irkilme Müslüman olmayanlarda da olur. İşlediği bir cinayetten sonra, vicdan azabından kurtulmak için gidip teslim olan insan sayısı az değildir.
Müslümanlığa karşı olmak en büyük suçtur. Bu durumda olan herkes içten rahatsız olur ve sıkıntıya düşer. Bu yüzden “Zaman olur kâfirler, keşke müslüman olsalar, diye iç geçirirler.”(Hicr 15/2)
Günahtan sonra devam eden vicdan rahatsızlığı da kişiyi pişmanlığa ve tevbeye yönelten ilhamdır. işte Allah’ın merhametinin büyüklüğü!
Takvâ, nefsi fenalıktan korumak demektir. Kişi, Allah’a karşı, insanlara karşı ve kendine karşı fenalık yapmamalıdır. Bu onu dünyada töhmet altına girmekten, ahirette de cehennem azabından korur. insan, bu iyi davranışlarının neşesini içinde duyar. İşte bu neşe Allah’ın ilhamıdır. İyi davrananlarda görülen iç huzuru ve kararlılık bu ilhamla oluşur.
Vabısa b. Mabed diyor ki, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim buyurdu ki; “iyilikten ve günahtan sormak için mi geldin?”
Evet, dedim.
Parmaklarını bir araya getirerek göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi:
“Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! iyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar.[11]”
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Seni işkillendiren şeyi bırak işkillendirmeyene geç. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tereddüt doğurur[12].”
İçe doğan şey, şeytan vesvesesi de olabilir. Çünkü o, “insana vesvese veren, onların içini karıştıran”[13] varlıktır. Bazıları şeytan vesvesesini keşif ve ilham zanneder de sapıtır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah bir takımını yola getirdi, bir takımı da sapıklığı hak etti. Çünkü onlar Allah’tan önce o şeytanları evliya edindiler. Üstelik kendilerini doğru yolu tutmuş sanırlar.(Araf 7/30)
İlham ile vesveseyi ayırmak için içe gelen şeyi Allah’ın emir ve yasakları yönünden denetlemek gerekir.
İşte nefs-i mülheme budur. Mü’min-kâfir, herkesin nefsi nefs-i mülhemedir. Allah ona, isyankarlığını ve takvâsını ilham ettiği gibi başka şeyleri de ilham eder.
Dördüncü merhaleye nefs-i mutmainne, beşincisine nefs-i râziye, altıncısına da nefs-i merziyye adı verilmiştir. Kitabın konu ile ilgili ifadesi şöyledir:
Nefs-i mutmainne: Kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulup güzel ahlak ile hemhâl olan nefistir. Bu nefs, Cenâb-ı Hakk’ın tevfik ve inâyetiyle sekînet ve yakîne mazhar olarak ıstıraplardan kurtulur. Bu makamda beşeriyet fenâ bulup “Nûr-i Muhammedî” zuhur ettiğinden nefs, hitâb-ı ilâhîye mazhar olur: “Ey itmi’nâna ermiş itâatkar nefs!”[14]
Nefs-i râziye:Kendisi hakkında tecellî eden kazâ hükümlerine tereddütsüz teslim olup rızâ gösteren nefsin makamıdır. Bu makam, sâlikin esrâr-ı ilâhiyyeye muttali olduğu makamdır. Kur’an’daki: “Dön Rabbine, sen O’ndan râzı olarak.”[15] âyeti bu makama işarettir.
Nefs-i merziyye:Allah ile kul arasında rızânın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah’tan, Allah’ın kuldan râzı olduğu makamdır. Yukarıda geçen âyetin devamı olan: “Rabbin de senden râzı olarak” ifadesi bunu göstermektedir.
Nefsin bu üç merhalesini gösterdiği iddia edilen ayetler, Fecr Suresinin 27 ve 28. Ayetleridir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Sen, ey mutmain olan (huzura kavuşan) nefis!
Sen Rabbına dön, sen ondan razı; o, senden razı.
Haydi kullarım arasına katıl,
Cennetime gir.
Bu ayetler, Kıyamet günü Allah Teâlâ’nın müslüman kuluna yapacağı hitabı bildirir. Bunların öncesine bakan hiç kimse bu konuda şüphe edemez. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Hayır hayır! Yer un ufak ve dümdüz olunca,
Rabbının buyruğu gelip melekler sıra sıra dizilince,
O gün Cehennem getirilmiş ve o gün insanın aklı başına gelmiş olur. Ama o akıllanma nesine yarar ki?
Der ki: “Ah! Ne olurdu, bu hayatım için önceden bir şeyler yapmış olsaydım!”
Artık o gün Allah’ın edeceği azabı kimse edemez.
Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.
Sen, ey huzura kavuşan nefis!
Sen Rabbına dön, sen ondan razı; o, senden razı.
Haydi kullarımın arasına gir;
Cennetime gir.(el-Fecr/21-30)
Yedinci ve son merhaleye nefs-i kâmile konmuştur. Kitabın ifadesi şöyledir:
Nefs-i kâmile: Bu makamda sâlik, bütün marifet makamlarını kazanarak irşâd mevkiine yükselir. Bu makam vehbîdir.
Bu iddiaları iliştirecek bir ayet veya hadis bulunamaz. Allah‘ın ve Resulü’nün bildirmediği bu makamları kim nereden bilebilir?
Nur-i Muhammedî
Her bir makamla ilgili çok tehlikeli ifadeler vardır. Onların bazılarını buraya almadım. Ama bir ifade geçti ki, hepsini gölgede bırakır. Deniyor ki: “Nefs-i mutmeinne makamında beşeriyet fenâ bulup “Nûr-i Muhammedî” zuhur ettiğinden nefs, hitâb-ı ilâhîye mazhar olur.” Yani bu makamda kişinin etten kemikten oluşan beşer tarafı yok olur, Nur-i Muhammedî ortaya çıkar ve o Allah’ın muhatabı olmaya, onunla ikili ilişkiye girmeye başlar. Bu ifadelerin ne kadar tehlikeli olduğunu izaha gerek yok.
Nur-i Muhammedî ile hakikat-i Muhammediye kastedilir. Ona insan-ı kâmil de denir. Bu, Muhyiddin Arabî’nin Hıristiyanlıktaki Allah’ın oğlu inancını müslümanlığa uyarlamasıyla ortaya çıkmıştır. Altınoluk’ta konu ile ilgili yayınlanmış bir yazıdan bazı alıntılar yapalım:
“İnsan-ı kâmil Allah’ın bütün isimlerini bilen tek varlıktır. İnsan-ı kâmil, maddî, ve manevi bütün kemâl mertebelerini kapsamaktadır.”
“İnsan-ı kâmil Hz. Muhammed’dir. Ancak onun tarihi şahsiyeti değil, henüz Adem balçık halindeyken Peygamber olan Muhammed’dir. Yani Hakikat-i Muhammediyedir. İnsan-ı Kâmil, varlığın ve hilkatin gayesidir. Zira ilâhî irade ancak onun vasıtasıyla tahakkuk edebilir. Eğer insan-ı kâmil olmasa Allah bilinemezdi…..”
“İnsan-ı kâmil, cihânı gösteren ayna, ölüyü dirilten İsâ, kuşların dilini bilen Süleyman gibi tasarruf sahibi, ab-ı hayat içen Hızır gibidir. İnsan-ı kâmil alemde daima vardır, birden fazla olmaz. Çünkü tüm mevcudatın bütünlüğü tek şahıstadır. İnsan-ı kâmil için mülkte, melekûtta ve ceberûtta hiçbir şey örtülü ve gizli değildir. O eşyayı ve eşyanın hikmetini olduğu gibi bilir….”
“… Ancak bu hakikat, her devirde zamana göre değişen isim ve suretlerde peygamber ve veli olarak zâhir olur. Nitekim Aziz Mahmud Hudâyî’nin şu beyti bu düşüncenin ifadesidir:
Ayinedir bu âlem her şey Hakk ile kâim
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim”
“İnsân-ı kâmil, varlığın hakikatlarına tekabül eder. Meselâ onun kalbi Arş’a, benliği Kürsü’ye, makamı Sidre-i müntehâya, aklı Kalem-i a’lây’a, nefsi Levh-i mahfûz’a, tabiatı anâsır-ı erbaaya taalluk eder….[16] “
Buradaki vahameti anlamak için alim olmak gerekmez. Bu, Kur’an’a aykırılığı tartışılamayacak bir inançtır. Gerekirse bu konu tekrar ele alınabilir.
Allah İle Beraber Olma
ALTINOLUK- “Ve hüve maaküm eynema küntüm” şeklindeki ayet-i kerime nasıl yorumlanmış İslâm bilginlerince? Siz nasıl bakıyorsunuz? İnsan nasıl hisseder böyle bir beraber oluşu? Ya da meselâ “Allah’ın bize şah damarımızdan yakın olduğunu bilmek” nasıl bir bilgidir. İnsan bu bilgiye nasıl ulaşır, nasıl hisseder kendisini bu hisse ulaştığında?
BAYINDIR- Bu ayetlerde anlatılanlar, his değil inançtır. Her müslüman için olmazsa olmaz bir inancı ortaya koyar. Ayetleri doğru anlamak için yukarısı ve aşağısı ile birlikte okumak gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ın kusursuzluğunu gösterir. O, güçlüdür, doğru karar verir.
Yerlerin, göklerin hakanlığı onundur. Diriltir de, öldürür de. Onun her şeye gücü yeter.
İlk odur; son da o. Görünen odur; görünmeyen de o. O her şeyi bilir.
Odur, gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra yönetimin başına geçmiş olan. Yere ne girer, ondan ne çıkarsa, gökten ne iner, orada ne yükselirse onu bilir. Nerede olursanız olun, o sizinle beraberdir. Yapmakta olduğunuz ne varsa Allah onu görür.
Yerlerin, göklerin hakanlığı onundur. Her işin sonu Allah’a varır. (Hadîd 57/1-5)
Diğer ayetin tamamı da şöyledir:
“İnsanı kuşkusuz biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)
Müşrik Allah’ı, yer yüzü krallarına benzeterek kendinden uzak sayar. Çünkü krallar, halkı kendilerine yaklaştırmazlar. Krala ulaşmak isteyenler, ona yakınlığı olan birini bulmak zorunda kalırlar. Onlar da Allah’a yakın olduğuna inandıkları biri ile ilişki içinde olmak isterler. Onun kendilerini, Allah’a yaklaştırmasını, arka çıkıp şefaatçi olmasını beklerler. Hıristiyanların Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşriklerin putlarını Allah’ın kızları[17] saymaları bundandır. Hıristiyanlar bu durumu şu şekilde resimlendirmişlerdir:
Bu resmin altında şu yazı yer alır:
Yukarıdaki çizim kutsal olan Tanrı ile günahlı insanın konumunu göstermektedir. Arada büyük bir boşluk göze çarpmaktadır. Oklar ise günahlı insanın Tanrı’ya ve O’nun bize sunduğu bol yaşama ulaşmak için gösterdiği çabayı simgelemektedir.
Bu çaba, Tanrı’dan karşılık beklenerek yapılan iyilikler, arayış içinde felsefeden felsefeye koşmak ya da dinsel inanç biçiminde kendini gösterir.
Aşağıdaki resim bize aradaki ayrılığı kapatacak tek yolu açıklamaktadır[18].
Allah ile insan arasındaki kuzu Hz. İsa’dır. Aradaki boşluğu onun doldurduğu iddia edilir. Hıristiyanlara göre de “Tek bir Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek bir Aracı vardır. Bu da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa’dır[19].”
Hz. İsa’nın kuzu şeklinde gösterilmesi, onun kendini insanlığın kurtuluşu için kurban ettiği inancından kaynaklanır.
Pavlus’un[20] Romalılara mektubunda şu söz yer alır: “Tüm insanların, özellikle de günahkarların lehine Babanın yanında tek Arabulucu İsa’dır. İsa’nın kendisi aracılığı ile Tanrı’ya yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter. Çünkü onlara aracılık etmek için hep yaşamaktadır[21].
Allah’ın dununda, yani onun yakınında başka tanrılar edinme inancı bu şekilde oluşur. Halbuki yukarıdaki ayetler, Allah’ın bize uzak olmadığını, Allah’ın yeryüzü kralları gibi değil, bize bizden daha yakın olduğunu dolayısıyla aracıya gerek olmadığını bildirmektedir.
ALTINOLUK- Son olarak bütün bu konulara tasavvuf özel bir ilgi gösteriyor. Bu ilgi sakıncalı mıdır? Sizin bir kalbî kıvam edinmek için uyguladığınız yöntem nedir?
BAYINDIR- Allah bizim için İslam dinini seçmiş ve bize müslim adını vermiştir. Türkçede buna müslüman diyoruz. Bu din, benim ihtiyacım olan her şeyi verir. Bundan başka adlardan uzak dururum. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. O, sizi seçmiştir ve bu dinde size hiçbir güçlük göstermemiştir. Atanız İbrahim’in dini gibi. Allah size, bundan önce de bu Kur’an’da da “Müslümanlar” adını vermiştir. Elçisi size tanık olsun, siz de başkalarına tanık olasınız diye. Öyleyse o namazı kılın, zekatı verin, Allah’a sarılın. O sizin koruyucunuzdur. Ne güzel koruyucudur, ne güzel yardımcıdır o. (Hac 22/78)
Sizlere tekrar teşekkür eder, hayırlı hizmetlerde başarılar dilerim.
20 Mart 2001 Salı
Doç. Dr. Abdulaziz BAYINDIR,
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
————————————————————————— —–
[1] – Hasan Kâmil YILMAZ,Tasavvufla İlgili Sorular- Cevaplar, (Ebû Nasr Serrâc Tûsî’nin el-Lüma’ tercümesi ile beraber), 1417-1996; s. 504
[2] – Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, Safvân Adnan Dâvûdî’nin tahkikiyle, Dımaşk/Beyrut 1412/1992, HLS maddesi.
[3] – Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, ZKA maddesi.
[4] – Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, HSN maddesi.
[5] – Tirmizî, Tefsîr, 2.
[6] – Hasan Kâmil YILMAZ,Tasavvufla İlgili Sorular- Cevaplar, s. 554-556.
[7] Yûsuf, 12/53
[8] el-Kıyâme, 75/2
[9] eş-Şems, 91/8
[10]- Fahruddin er-Razî, et-Tefsîr’ül-Kebîr, Matbaa-i Amire, c.VIII, s. 583.
[11]-Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2.
[12]-Tirmizî, Kıyame, 60.
[13]- Nas suresi 114/5
[14]- el-Fecr, 89/27
[15]- el-Fecr, 89/28
[16] – Hasan Kâmil YILMAZ, İnsân-ı Kâmil, Altınoluk Mecmuası, Temmuz 1996, sayı 125, s. 31.
[17]- Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Cami’ul-beyân fî tefsîr’il-Kur’an (Taberi Tefsiri), Beyrut 1412/1992, c. 11, s 519, Necm Suresi, 19. Ayetin tefsiri.
[18]- Resim ve yazılar, internet’ten, www.incil.com’dan alınmıştır.
[19] – İncil, 1. Timoteyus 2/5-6.
[20]-Pavlus’un Mektupları elimizdeki İncil’in bir parçası sayılmaktadır. Bunu Kur’an kabul edemez. Çünkü Kur’an’a göre İncil Allah’ın kitabı, Hz. İsa da elçisidir. Pavlus ise Hz. İsa’yı görmemiştir. Elimizdeki İncil’de Pavlus’un asıl adının Saul olduğu, (Elçilerin İşleri 13/9) azılı bir Hıristiyan düşmanı iken, Şam yolunda ansızın gökten parlayan bir nurun çevresini sardığı, Hz. İsa’nın ona seslendiği(Elçilerin İşleri 9/3-6), sonra onun Hz. İsa’ya inandığı ve vaftiz edildiği (Elçilerin İşleri 9/18 vd.) ifade edilmektedir. Buna göre Pavlus, sıradan bir Hıristiyandır. Onun sözünün İncil’de yer alması kabul edilemez.
[21] – İncil, Romalılar 8/26-27.
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Kadınlar erkeklerden farklı mı namaz kılarlar? Bayanların nasıl namaz kılmaları gerektiği ile ilgili hadisler var mı?
Cevap:
Kadınların namazında erkeklere göre bazı farklılıkların olduğuna dair sahih hadis kitaplarında herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat Ebu Davud’un Merâsîl adlı kitabında (Kütüb-ü Sitte’den kabul edilen Sünen adlı kitabı değil!)bir hadis bulunmaktadır. Ama bu hadis hem sağlam kaynaklarda bulunmadığı ve hem de mürsel* olduğu için delil olarak kullanılamaz. (Bkz: Nasıruddin Elbani, Hadislerle Hz. Peygamberin Namaz Kılma Şekli, Terc: Osman Arpaçukuru, İstanbul, 2004, s. 315-316)
Farklılıkların çoğu, fıkıh âlimlerinden kaynaklanmaktadır. Onlar bu farklılıklar sayesinde kadının “daha tesettürlü” olacağını öne sürmektedirler. Mesela Hanefi fıkıh kitapları kadının ellerini göğüslerinin üzerinde bağlamasını, rükûda daha az eğileceğini, secdede erkekten değişik oturacağını vs. anlatırken bunun kadın için “tesettüre daha uygun bir davranış” olacağını ileri sürmektedirler. Özellikle Hanefi mezhebinin temel kaynaklarından olan el-Hidâye adlı kitabına bakabilirseniz bu gibi farklılıkların gerekçesinin daima “li ennehâ esteru lehâ/bu, onlar için tesettüre daha uygundur “ olarak açıklandığını görebilirsiniz.
Bir kez daha söylemek gerekirse kadınların erkeklerden farklı olarak namaz kılmasının tesettüre daha uygun olacağına dair herhangi bir ayet veya delil olarak kullanılabilecek sağlam bir hadis bulunmamaktadır.
* Mürsel Hadis: Senedinden bir sahabi düşen hadis, tabîinden birinin senedinde sahabeyi zikretmeksizin doğrudan doğruya Hz. Peygamber’in adını anarak rivayet ettiği hadis…
Mürsel hadisler zayıf hadisler kapsamında değerlendirilir. Mürsel’in zayıf sayılmasının sebebi, senedinin muttasıl olmayışıdır. Mürsel adını alışının sebebi de, râvîsinin onu Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’den dinlemiş olan sahâbîyi söylemeden doğrudan doğruya Rasûlullah. (s.a.v.)’a bağlamasıdır.
Mürsel, dinde hüccet değildir. Bu görüş üzerinde “hadis hafız ve münekkidleri ittifak etmişler ve eserlerinde böyle söylemişlerdir. Müslim, Sahîh‘inin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Bizim ve hadisçilerin kesin kanaati şudur ki, mürsel hüccet olamaz” (Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc: M. Yaşar Kandemir, 4. baskı, Ankara 1986, s. 137-139)
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Bir hadise göre Peygamberimiz güneş tutulduğu zaman kılınan küsuf namazında köle azad edilmesini emrederdi. Güneşe mi tapılıyor ki böyle bir ibadet yapıyor peygamberimiz? Delil olarak da: “Şüphesiz güneş ile ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar. Siz bunların böyle tutulduklarını gördüğünüzde, başınıza gelen bu hal açılıncaya kadar namaz kılın ve dua edin” buyurdu (Buharî, Küsuf, 1) hadisi gösteriliyor.
Cevap:
“Hadis kaynaklarında, aralarında bazı rivayet farklılıkları bulunmakla birlikte güneş tutulduğu zaman Hz. Peygamber’in küsûf namazı kıldırdığını ifade eden çok sayıda hadis mevcuttur. Bu hadislerde Resûl-i Ekrem’in bu namaz sırasında kıraati uzun tuttuğu, namazı tamamlayınca güneş ışığının tekrar ortaya çıkmasından sonra cemaate hitap ederek, “Ay ve güneş Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren alâmetlerdendir. Bunlar hiç kimsenin ölümünden veya yaşamasından doğmasından dolayı tutulmaz. Ay veya güneş tutulmasını gördüğünüz zaman açılıncaya kadar namaz kılın, dua edin” dediği, bazı rivayetlerde ise Allah Resulü’nün bu iki hadiseye şahit olunduğunda tekbir getirilmesi, sadaka verilmesi ve köle azat edilmesini istediği ifade edilir.” (Kamil Yaşaroğlu, “Küsuf”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 26, s: 577)
Bu namazın güneşe tapmakla herhangi bir ilgisi yoktur. Eğer öyle olsaydı her gün doğan güneşe her gün tapmak icap ederdi!
“Küsûf namazına kıyas edilerek sel, deprem, fırtına vb. tabii âfetlerin meydana geldiği zamanlarda bu namaza benzer bir namaz kılmanın müstehap olduğunu ifade edenler de vardır. Nitekim İbn Abbas’ın deprem sırasında bu şekilde bir namaz kıldığı nakledilir. Ancak aralarında İmam Mâlik ve İmam Şafiî’nin de bulunduğu çoğunluk bu görüşe katılmaz.
Konuyla ilgili rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla güneş ve ay tutulması sırasında namaz, dua ve Allah’ı anma ile meşgul olmak, sırf Hz. Peygamber’in sünnetine uymayı göstermesinin yanı sıra çok seyrek olarak gerçekleşen bu tür olayların insanlar üzerinde meydana getireceği korku ve endişeyi Allah’a sığınmak suretiyle gidermek, bu vesileyle gerçek yaratıcıyı hatırlamak ve O’na şükran duygularını ifade etmek, O’ndan hayırlar talep etmek gibi hikmetler de içermektedir.” (Yaşaroğlu, “Küsuf”, a.g.e., c: 26, s: 577.)
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Cevap: Namaz ile alakalı sorulara cevap. (Süleymaniye Vakfı > Namaz > Yazılı Fetvalar
Soru: Karanlıkta namaz kılmayı yasaklayan herhangi bir ayet veya hadis var mıdır?
Cevap:
Karanlıkta namaz kılmayı yasaklayan ayet veya hadis yoktur. Aksine Peygamberimizin karanlıkta da namaz kıldığı rivayet edilmiştir.
Âişe validemiz şöyle demiştir: “Ben Resûlullah’ın ön tarafında, ayaklarım onun kıblesine (yani secde edeceği yere) gelmek üzere uyurdum. O secdeye vardığı zaman eliyle beni dürterdi, ben de ayaklarımı geriye çekerdim. Secdeden kalktığı zaman yine uzatırdım.” Âişe validemiz devamla demiştir ki: “O zamanlarda evlerde kandiller (yani ışıklar) yoktu.” (Buhari, Salât, 22, 104; Müslim, Salât, 272; Nesâî, Taharet, 19; Muvatta, Salâtü’l-Leyl, 2; Ahmed b. Hanbel, 6/148, 225.)
Önemli olan secde edilecek olan yerin namaz kılmaya elverişli olmasıdır. Bazen namaz kılınacak yerde namaza engel bir necaset veya secde edildiğinde kişiye zarar verebilecek cam kırıkları, iğne vb. şeyler bulunabilir. Eğer böyle bir şey yoksa karanlıkta namaz kılmakta herhangi bir sakınca olmaz.