Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
MÜRŞİDDEN ALINACAK GÜZELLİKLER
Kâmil mürşidlerin sadece duasını almak için değil, onlarda bulunan güzel ahlakı almak için yanlarına gitmelidir. Hak yolcusu mürşidinde gördüğü edeb, zikir, taat, tevazu, hürmet, nezaket, insan sevgisi, sabır, kusurları örtmek ve affetmek, yumuşaklık, ikram ve hizmet ahlakından az da olsa almalıdır. Susuz bir kimsenin tatlı bir su kenarına varıp hiç su almadan geri dönmesi ne kadar acıdır.
Veli, kendisini öveni değil, izinden gideni sever. Kendisine verilmiş olan ilahi nur ve edebin herkes tarafından paylaşılmasını ister. Allah dostları talebelerinden hediye değil, Allah’tan haya ve O’na dostluk yapmalarını bekler.
Evliyanın ahlakından bir pay sahibi olmadan onların gerçek tadını alamayız. Mesleğimiz ne olursa olsun, makam olarak hangi hâlde olursak olalım, onlara kalbimizi açmalıyız. Bu büyük velilerle beraber olan kimseye onlardan muhakkak bir güzel hâl bulaşır. Bu güzel hâller, sevgi ve samimiyete göre değişir. Onlarla bulunmaya sabreden kimse, kesinlikle bunun bereketini görür. Bunun için samimiyet, sabır ve mürşidin sohbetine devam gerekir. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Salih insanlarla beraber bulunan kimse güzel koku satanla beraber olan kimseye benzer. Güzel koku satan kimse kokusundan ona ikram eder. O hiç bir koku almasa bile, onun yanında durduğu sürece ondaki güzel kokuyu teneffüs eder ve koku üzerine siner. Kötülerle bulunmak da körükçü dükkanında oturmak gibidir. Orada bulunan kimse elini hiç kömüre bulaştırmasa bile, oradaki pis havadan bir parça üzerine siner.”70
Bu, ilahi bir kanundur, hep böyle cerayan eder.
Önceki insanlar, kendilerine edep öğretecek ve kalplerini Allah’a çevirecek bir mürşid bulmak için memleket memleket dolaşırlardı. Kalblerinin ilacını bulana kadar manevi doktor ararlardı. Ehlini bulunca da, Allah’a şükreder, sadakatla onun sohbetine girer, elinden tutar, emir ve tavsiyelerine uygun hareket ederlerdi.
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
MÜRŞİDLE ÇIKILAN MANEVÎ HİCRET
Mürşid terbiyesi tövbe ile başlar. Tövbe kalple Allah’a dönmek ve manevi bir hicret yapmaktır. Bu hicret isyandan itaate, gafletten zikre, cehâletten ilme, kötü ahlaktan edebe doğru yapılan manevi bir hicrettir. Bu konuda Rasulullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
“Gerçek muhacir, Allah’ın nehyettiği kötü şeylerden uzaklaşan kimsedir.” 71
“Asıl mücahit, Allah’a itaat hususunda nefsi ile cihad eden kimsedir.” 72
Rasulullah (a.s) Efendimiz, Uhud harbi dönüşünde, etrafındakilere:
”Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” buyurdu. Ashab: “Ey Allah’ın Resûlü, büyük cihad nedir?” diye sorunca, şu cevabı verdiler:
“En büyük cihad, (Allah’ın emirlerini yerine getirmesi için) nefisle yapılan mücahededir.”73 buyurdu.
Efendimiz (s.a.v), insanın en azılı düşmanını şöyle tanıtmışlardır: “Senin en azılı düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında devamlı seninle beraber bulunan nefsindir.”74
Tasavvuf yolu ve kâmil mürşid terbiyesi, kalbin manevi kirlerden temizlenip Allah’a bağlanması, nefsin terbiye edilip sevgi ve edeple ilahi emirlere uyması için gereklidir.
Kâmil mürşide gitmekteki asıl hedef işte bu manevi hicrettir. Allah dostuna ancak Yüce Allah’ın dostluğu için gidilir.
Mürşide ilk gidişle her şey çözülmez. Sabırla devam edilmeli, bir daha bir daha gidilmelidir. Vesveseye düşmemeli, akla gelen kötü düşüncelere de önem vermemelidir.
Şeytan, Allah yoluna çıkan kimseye bütün yollardan ve kollardan hücum eder, onu tövbeden vazgeçirmek ister. Bu işin sonunun olmadığını söyler. Parana yazık der. Kendi başına tövbe yaparsın, sen zaten iyi bir adamsın, mürşide ne hacet, otur evinde zikrini yap, memleketinde Müslümanlığını yaşa, bu zahmete ne gerek var, bu devirde evliya bulunur mu, peygamberden başkasına uyulur mu, hem evliya da senin gibi bir insan değil midir? şeklinde bir sürü vesvese verir, olmadık şeyleri akla getirir. Bunların hepsi şeytanın bir oyunudur; Allah rızasını arayan kimseyi yolundan alıkoymak için birer tuzaktır. Aldırış edilmez, önem verilmezse hiç bir zararı olmaz.
Mesele gerçek mürşidi bulmak ve ona gerçekten teslim olmaktır. Bir arif demiştir ki:
“Ey Yüce Rabbim! Senin işin ne güzeldir! Sen bir kulunu sevmek isteyince onu bir dostuna gönderirsin. Dostuna gönderdiklerini de seversin.”
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Edeb Ya Hu!..
Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şâir Yusuf Nâbî (rah.), 1678 yılında bir kafile ile hacc yolculuğuna çıkmıştı. Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu. Kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber’i ziyaret aşkı Nâbî’yi iyice sardı. Öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Bir gece yarısı kafile Peygamber şehri Medine-i Münevvere’ye yaklaştı. Kafilede bulunan Eyüplu Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Rasul-i Kibriya’nın beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nâbî’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı:
Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.
Açıklaması şöyledir: Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allahu Teala’nın Habibinin beldesidir. Burası, Hak Teala’nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa’nın makamıdır. Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.
Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı, doğruldu. Nâbî’ye dönerek:
-Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? diye sordu. Yusuf Nâbî:
-Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sese söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok! dedi. Paşa:
-Öyleyse bu aramızda kalsın, diye ikaz etti. Nâbî sustu, yola devam ettiler. Kafile, sabah ezanına yakın Hz. Rasulullah’ın mescidine yaklaştı. Bir de baktılar ki, mescidin minârelerinden müezzinler, ezandan önce, Nâbî’nin: “Sakın terk-i edepden...” beytiyle başlayan nâtını okuyorlar. Nâbî ve paşa hayret ettiler. Mescide girdiler, namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına koştular. Nâbî, heyacanla:
-Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen ezandan önce okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu. Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nâbî ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin:
-Resûl-i Kibriya (s.a.v) Efendimiz, bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: “Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın!” buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi. Nâbî, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamayıp ağladı. Göz yaşları içinde müezzine tekrar:
-O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu. Müezzin :
-Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu, deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
MÜRŞİDİN HUZURUNDAKİ EDEBLER
Herkesin terbiye seviyesi edebiyle anlaşılır. Özellikle kalbi Allahu Teala’nın nazar yeri ve manevi kâbe hükmünde olan kâmil mürşidi ziyaret anında edebe çok dikkat etmelidir. Bu şerefli makamda ve yüksek huzurda gerekli edebleri iyi bilmeliyiz. Bunları kısaca açıklıyoruz:
Abdestli Olmak ve Temiz Giyinmek
Kâmil insanı ziyaret ederken, taşıdıklar ilahi şerefe hürmeten abdest almak gereklidir. Mümkünse gusül abdesti almalıdır.
Bir mürşidin eli zaruret anında abdestsiz olarak öpülebilir, Yoksa, abdest için imkan ve zaman varken lakayt bir şekilde mürşidin elini öpüp geçmek edebe uygun değildir. İhmale dayanan bütün davranışlar müridi ve talebeyi zarara sokar. Edebi hafife almak kalbi dağıtır, faydayı azaltır, feyzi keser. Hâlbuki muhabbet gevşeklik değil, edep ister. Edep zillet değil, izzettir. Müminleri seven sevilir, onlara hürmet eden hürmet görür, tevazu gösteren yücelir, hizmet eden şereflenir.
Bu yolun büyükleri, mürşid ve üstatlarını ziyaret anındaki edeplere çok dikkat ederlerdi. Onları büyük eden de zaten bu edepleriydi.
Büyük veli İmam Kuşeyri (k.s)şöyle der:
“İlk günlerimde, mürşidim Ebu Ali ed-Dakkak’ın (rah.) yanına gittiğimde muhakkak oruçlu olurdum ve gusül abdesti alırdım. Çoğu zaman medresesinin kapısına gelir, Hazretin haşmet ve heybetinden dolayı ‘benim gibi birisi onun yanına giremez!’ düşüncesiyle kapıdan geri dönerdim. Cesaret edip de içeriye girerek medresenin ortasına geldiğimde beni mürşidimin heybeti kaplar ve bundan dolayı irkilirdim. Çoğu zaman vücudum heyecan ve heybetten donuklaşırdı. Öyle ki birisi iğne ile bana dürtecek olsa hissetmezdim. Huzuruna oturunca, derdimi dille ifade etmek zorunda kalmazdım. O, aklımdan geçen konulara tek tek cevap verirdi. Buna çok defa şahit oldum. Ona karşı öyle hürmet hisleriyle doluydum ki, bazen bu zamanda bir peygamber gönderilse idi acaba ona karşı bundan daha fazla hürmet etmeye güç yetirebilir miydim diye düşünürdüm. Mürşidime karşı hep bu hisler içinde kaldım; kendisi vefat edene kadar içimle ve dışımla hiç bir hâline itiraz etmedim.75
Kendisine karşı bu derece hürmet gösterilen büyük veli Ebu Ali ed-Dakkak ise (rah.) şöyle demiştir:
“Ben, mürşidim Nasrabâdî’nin huzuruna her girdiğimde muhakkak bir gusül abdesti alırdım.76
Büyük veli Şeyh Ebu Medyen el-Mağribi (k.s) demiştir ki:
“Manevi terbiyeye girdiğim ilk günlerde, yıkanıp gusül almadan, elbisemi, asâmı ve üzerimde bulunan bütün eşyamı temizlemeden mürşidimin huzuruna girmezdim. Ayrıca, kalbimdeki bütün ilimleri ve zanna dayalı bilgileri bir kenara bırakıp bomboş ve mahzun bir kalple yanına varırdım. Beni kabul ettiğinde ve bana yöneldiğinde, bunu saadet sebebi bildim. Benden yüz çevirdiğinde ve beni kendi hâlime terk ettiğinde, kusuru kendimde gördüm ve nefsimi suçladım.”77
Mürşidin huzuruna temiz bir kıyafetle çıkmalıdır. Zira Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“Allahu Teala temizdir; ancak temiz olanları kabul eder.” 78
“Allah güzeldir; güzelliği sever.” 79
Kirli, paslı, yırtık, dağınık bir kıyafet ile mürşid huzuruna çıkmak edebe uygun değildir. Giyilen elbise eski olabilir, fakat kirli ve pis kokulu olmamalıdır. Mümkünse beyaz elbise tercih edilmelidir. Kaba desenli ve karışık renkli elbiselerden sakınmalıdır. Vücut, saç ve sakal temizliğine özen göstermelidir. Varsa hafif ve güzel koku sürünmelidir. Ağızda soğan, sarımsak ve aşırı sigara kokusu bulunmamalıdır. Bu tür kokusu rahatsız edici maddeleri kullananlar, ibadet ve ziyaret sırsında ağızlarını temizlemeli, mürşidini ve müminleri rahatsız etmemelidir.
Sofi sadeliği sevmeli, içini de dışı gibi temiz, sade ve düzenli yapmalıdır.
Sadat-ı Kiram, müridlerin dışından çok içlerinin ve kalblerinin temiz olmasını isterler. Kalbi kin, haset, gösteriş, kendini beğenme, aşırı dünya muhabbeti ile kirlenmiş kimselerin, dış giysilerini tertemiz etmesini ve görüntü ile yetinmesini ihlas ve mertliğe uygun görmezler. Dışı temiz, içi kirli olmak iki yüzlülüktür ki, mürşidlerin gönlü en fazla bu durumdan rahatsız olur.
Büyük arif Abdulvehhab Şarânî (k.s), bu hususta şu uyarıyı yapıyor:
“Mürşidin huzuruna pejmürde, kirli paslı, dağınık elbise ile girmemelidir. Temiz olmalı ve namaza giriyormuş gibi özen göstermelidir. Bunun için en güzel elbiselerini giyinmeli, bunun yanında iç alemindeki günah kirleri için de istiğfarla meşgul olmalıdır.”80
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Ayağa Kalkmak ve El Öpmek
“Ashab-ı Kiram yaş ve faziletçe büyük olanların elini öpmeyi sünnet olarak görüyorlardı.”81
Anne-babaya, alime, mürşide, salih insanlara ve adil idarecilere hürmet edip ayağa kalkmak müstehaptır. 82
Özellikle kâmil mürşide son derece hürmet göstermelidir. Aslında hürmet edilen şahıs değil ondaki takvadır. Gönül verilen et-kemik değil manadır. Bütün bunların sahibi Yüce Mevla’dır. Cenab-ı Hakk kimi takva ile şereflendirmiş, kendisine izzet vermiş ve muhabbet elbisesini giydirmiş ise o, kâmil bir insandır. Kâmil insan, tam hürriyyetine kavuşmuş gerçek bir sultandır. Ondaki bu muhabbet insanın kalbini çekmekte, ilahi heybet herkesin boynunu bükmektedir. Bu hâl veliliğin işaretidir, ona karşı gösterilen hürmet de müminliğin alametidir, kesinlikle zillet değildir.
Resûlullah (s.a.v) Efendimizin büyüklere karşı tavrımızı şöyle belirlemiştir:
“Büyüğümüzü (hürmetle) yüceltmeyen, küçüğümüze merhamet göstermeyen, âlimimizin hakkını bilmeyen bizden değildir.”83
Kâmil mürşid, her yönden hürmet ve saygıya layıktır. Çünkü o takvaya ulaşmış bir Allah dostudur ve edep yolunda bir imamdır. Ayrıca müridin terbiyesini üstlenmiş manevi bir babadır. O aynı zamanda helali haramı öğreten bir alimdir. Gece gündüz Allahu Teala’ya ihlasla kulluk eden bir salih insandır. Allah sevgisinde kaybolmuş bir Hakk adamıdır. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin varisidir.
Mürşid içeri girince veya yanımıza gelince ayağa kalkılır. Elini öpmek için durum uygunsa bir izdiham yapmadan edeple yanına yaklaşılır. Oturuyorsa diz çökerek, ayakta ise hafifçe boyun bükerek eli nezaket ve sükunetle bir defa öpülür. Kendisine sırt dönmeden geri geri giderek huzurdan çıkılır.
Mürşid ziyaret edilirken veya kendisiyle konuşulurken, edeb ve heybetten dolay karşısında hafifçe boyun eğilse de, beli kırıp iki büklüm olmaya gerek yoktur. Hele ayağa kapanmak, etek öpmek, cübbeye asılmak, mürşidi yüzüne karşı övmeye kalkmak, yağcılık yapmak gibi hareketlerden kesinlikle sakınmak gerekir.
Kâmil mürşidin derdi müridlerine el öptürmek değil edep öğretmektir. Eğer insandaki kibri ve benliği yok etmek için edepten daha güzel bir şey olsaydı, mürşidler muhakkak onu tercih ederlerdi.
El öperken, bağırıp çağırmaya, yapmacık sevgi gösterisinde bulunmaya gerek yoktur. Ziyaret esnasında Allah dostlarına karşı hasret ve samimi sevgiden dolayı gözden sevinç yaşları gelebilir. Bu durumda hemen sükunetle bir kenara çekilip dua ve istiğfar içinde Allahu Teala’ya şükredilmelidir. Çünkü kalbe atılan bu muhabbet Allahu Teala’nın bir hediyesidir, buna şükür gerekir.
Mürşidlerin en rahatsız olduğu şey, birilerinin yapmacık hareketler ile kendilerine yakınlık göstermesi, hürmet etmesi ve etrafındakilerin dikkatini çekmesidir. Hele mürşide yakın gözüküp hâlkın gözüne girmeye, ona gösterdiği hürmetle milletin rağbetini çekmeye çalışanlar, kâmil mürşidlerin en nefret ettiği kimselerdir.
Bu yol tamamen samimiyet üzere kurulmuştur. Mürid, ibadetlerinde olduğu gibi normal davranışlarında da gösterişten uzak olmalıdır.
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Sükunet ve Tevazu
Kâmil mürşidi ziyaret anında gereken en önemli edeplerden birisi de, sükunet, sessizlik ve kalp uyanıklığıdır. Mürşidin bulunduğu meclise giren kimse, onun nazarları altına girmiş durumdadır. Bundan sonra var gücüyle edebe sarılıp mürşidin kalbindeki nur ve muhabbete yönelmelidir. Mürşidin huzurundaki bu mühim edepleri, Seyyid İbrahim Fasih (k.s), şöyle açıklamaktadır:
“İlahi feyzin gelişi, mürşidin huzurundaki edepleri korumaya bağlıdır. Bu edepler zahiri ve batıni olmak üzere iki kısımdır. Zahiri edep, müridin vücut azaları ile koruyacağı edeplerdir. Bu edepler şunlardır:
Mürid, mürşidinin huzurunda otururken devamlı onun yüzüne bakmamalıdır. Boynunu bükerek oturmalı, tıpkı sultandan kaçan ve daha sonra yakalanıp huzura getirilen bir kölenin teslim olup ve boyun büktüğü gibi bulunmalıdır. O huzurda daima, huzur, saygı ve hürmet içinde olmaya çalışmalıdır.
Mürid, mürşidin izni olmadan oturmamalı, müsaade edilmeden konuşmaya, kendiliğinden soru sormaya başlamamalıdır. Ancak hatme sırasında içeri giren kime izin almadan oturur.
Mürşidin huzurunda başkalarına iltifat etmemeli, konuşmayı gerektirecek bir zaruret yokken yanındakilerle konuşmaya, hâl-hatır sormaya yönelmemelidir. Mürşidin yanındaki kimseler, ileri seviyedeki kimseler olsa bile, rağbetini sadece mürşide yöneltmelidir.
Mürid mürşide yapılacak bütün hürmet ve saygının aslında Allahu Teala için yapılmış bir sevgi ve tazim olduğunu bilmelidir.
Mürid, mürşidin huzurunda sessiz ve sakin olarak oturmalı, gözlerini kapamalı, feyiz elde edebilmek için kalben Allah’a yalvarmalıdır. Bu esnada istediği feyzin kendisine gelmesi için bir merkez konumunda olan mürşidinin kalbine yönelmelidir.
Mürşidin huzurunda bulunurken dikkat edilecek batınî edeplerin en önemlileri şunlardır:
Mürid, mürşidinin huzurunda bulunurken kalp uyanıklığına çok dikkat etmelidir. Kalbinde yersiz düşünceler ve vesveseler olmamalı, gelirse onlara iltifat etmemelidir. Mürşidini imtihan etme, içinden ona karşı gelme ve itiraz etme gibi düşünceler taşımamalıdır. Bunlar onun mürşidin kalbinden ve gözünden düşmesine sebep olur. Böylece mürşidin teveccüh ve sevgisinden mahrum kalır. Allah’ın veli kullarının nefretini çekecek şeylerden şiddetle sakınmalıdır. Allahu Teala’nın nazar mahalli olan bir gönülden düşmek, gök yüzünden yere düşmekten daha tehlikelidir, denmiştir.
Mürid huzurda kalbini toplayarak feyiz talep etmeli, kalbini mürşidinin kalbine bağlayarak onun yüksek teveccüh ve iltifatını beklemelidir. Güneşin her tarafı kapladığı gibi, mürşidin feyzinin de herkesi içine alacağını bilmelidir.
Mürşid, kendisinden feyiz talep edilmesini bekler. Mürid kendi eksikliğinden dolay mürşidinden bizzat feyiz alamasa da, güzel zannını bozmamalı, itikadını güzel tutmalı, kusurun kendinden kaynaklandığını bilmeli ve sabırla beklemelidir. Bu kadarı bile yeterlidir.
Mürid, mürşidinin başkalarıyla meşgul olmasına bakarak “o şu anda benden habersizdir, benimle ilgilenmiyor, bu durumda ben kendisinden nasıl istifade ederim ve feyiz alabilirim” diye düşünmemelidir. Çünkü, mürşidin zahirde insanlar ile meşgul olması onu Hak’tan uzaklaştırmadığı gibi, aynı anda kalbiyle müridleriyle ilgilenmesine de mani değildir. Kâmil mürşidin ilahi tecellilere ayna olan kalbi yeri ve göğü aynı anda seyredecek bir genişliğe sahiptir.84
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Kalbiyle Mürşide Yönelmek
Mürid, kendisini ölümcül bir hastalığa yakalanmış kabul etmeli ve ilacının mürşidinde olduğunu bilmelidir. Öyle olunca bütün kalp ve ümidiyle yönelmesi gereken tek makam mürşidi olacaktır. Çünkü takdir edilen şifa müride onun vasıtasıyla gelecektir.
Gönlünü bir noktada toplayamayan kimse gerçek manada hiçbir mürşidden istifade edemez
Merhum Seyyid Muhammed Raşid (Rah.) Hz.leri, bir sohbetlerinde kalbi kendi mürşidinde toplamakla ilgili şu olayı nakletmişti:
Gavs-i Hizanî Hz.leri (k.s) bir sofisin yanına alarak mürşidi Seyyid Taha’nın (k.s) ziyaretine gittiler. O zaman Seyyid Taha (k.s) hayatta idi. Hakkari’nin Nehri köyünde ikamet ediyordu. Köye yaklaştıklarında, o gün Seyyid Taha’nın (k.s) teveccüh yapacağını öğrendiler. Gavs-i Hizani (k.s) buna çok sevindi. Seyyid Taha gibi bir zatın teveccühüne gireceğiz ne mutlu bize dedi ve yanındaki sofiye teveccühle ilgili bilgiler verdi, nasıl hareket edileceğini anlattı, peşinden de:
“Sabah bir şey yiyip içme, çünkü teveccühe aç karınla girilir.” dedi. Köye vardılar. Herkes teveccüh için hazırlık yapmaya başlamıştı . Gavs-i Hizani’nin sofisi ise heybesinden bir şeyler çıkarıp yemeye başladı. Bunu gören Gavs-i Hizani (k.s) sofisine:
“Ben sana teveccühe girerken bir şey yenmeyecek demedim mi, sen ne yapıyorsun, sanki inadına yiyorsun!” deyince, sofi:
“Kurban siz teveccühe girenler bir şey yemezler buyurdunuz. Ben teveccühe girmeyeceğim ki bir şey yemeyeyim. Seyyid Taha Hz.leri sizin şeyhinizdir, siz onun teveccühüne girebilirsiniz. Benim şeyhim ise sizsiniz, ben ancak sizin teveccühünüze girerim!” diye cevap verdi. Gavs-i Hizani (k.s) sofisinin bu edep ve ince anlayışından çok memnun kaldı. Daha sonra ben, bu sofisinin isminin Ali Can olduğunu öğrendim.”
Büyük veli İmam Sühreverdi (k.s), mürşid huzurundaki en kazançlı işi şöyle tarif ediyor:
“Mürid, mürşidinin huzurunda ona nazar ederek ondaki nûraniyet içinde kaybolmaya çalışmalı ve Cenab-ı Hakk’ın ona ikram ettiği ilahi ihsanlara gönlünü açmalıdır. Bu onun için her şeyden daha kazançlıdır.”85
Şu ayet-i kerimeler, her mümine, alim ve salihlerin meclisinde nasıl hareket edeceklerini öğretmektedir:
“Ey iman edenler! (Sözünüz ve işinizle) Allah ve Resûlünün önüne geçmeyin. (Size verilen emrin ve öğretilen edebin dışına taşmayın). Allahtan korkun. O, herş eyi işiten ve bilendir.”86
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Onu, birbirinizi çağırır gibi çağırmayın; yoksa hiç haberiniz olmadan hayır amelleriniz boşa gider. Şayet onlar, sen yanlarına çıkana kadar sabretselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.”87
Arifler bu ayetlerden müridin dikkat edeceği pek çok edep ortaya çıkarmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Mürid, mürşidi konuşurken ve yürürken izinsiz veya emirsiz önüne geçmemelidir.
Mürid, mürşidinden izinsiz veya işaretsiz söze başlamamalı, mürşidinin tavrına dikkat etmeli, onu konuşmaya zorlamamalıdır.
Mürid, dini ve dünyası ile ilgili ciddi bir iş yaparken mürşidine danışmalıdır. Mürşidle bir konuyu istişare ettikten sonra onun açıkça yapılmasını istediği şeyleri yerine getirmelidir. Çok soru sormanın çok yük getireceğini unutmamalıdır.
Mürşide gerekli gereksiz sık sık soru sormak sakıncalıdır. Verilecek her cevap müridin istediği gibi olmayabilir. Bu durumda soru sorup da aksine gitme ve yanlış yapma tehlikesine girmemelidir. Çok soru sormak her zaman güzel sonuç vermez. Her sorunun bir cevap hakkı olduğu gibi, her cevabın da gereğini yapma görevi vardır. Mürşidine danıştıktan sonra onun verdiği emrin tersine gidenlerin yüzü gülmemiştir. Şu hadis-i şerifin uyarsına dikkat edilmelidir:
“Ben sizi terk ettiğim (size bir şey söylemediğim) müddetçe beni kendi hâlime bırakınız. Size bir şey söylediğim zaman da onu yapınız. Sizden öncekiler ancak peygamberlerine çokça soru sorup verilen cevaba ters hareket etmeleri sebebiyle helak oldular.”88
Mürşidle konuşurken onun duyacağı kadar alçak bir sesle, hürmet ifade eden güzel kelimelerle az ve öz konuşmalıdır.
Mürşide ismi ile değil, güzel bir sıfatı veya meşhur olduğu lakabı ile hitap etmelidir. Efendim, Kurbanım, Gavsım, Seydam, gibi...
Ziyaret veya istişare için en uygun vakit seçilmelidir. Mürşidin ziyaret ve istişare için belirlediği vakitlere dikkat etmelidir. Belirlenen vaktin haricinde kapısına yığılmaktan ve sık sık içeri haber göndermekten çekinmelidir.
Mürid, kendisine zuhur eden manevî halleri muhakkak mürşidine arz etmelidir. Büyükler: “Hâlini mürşidinden gizleyen kimse ona ihanet etmiş olur.” Demişlerdir. Bundan daha tehlikelisi, mürşidinden başkasına hâlini anlatıp ondan medet ummaktır. Şunu bilmek gerekir: Manevî terbiyede müride kendi mürşidinden başka kimseden fayda olmaz, hatta zarar olur.
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Vesveseye Önem Vermemek
Bir mürşidi ziyarete giden insan esasında Cenab-ı Hakk’ın rızasına yönelmiştir. Elini mürşide veren mürid, gönlünü Yüce Rabbine vermek istemektedir. Günahlarından pişman olarak mürşidini şahit tutup Allahu Teala’ya yaptığı tövbe ise şeytan ve nefsin tasallutundan kurtulup sırf Yüce Mevla’ya kulluğa söz vermektir. İşte bu güzel niyet ve yöneliş, şeytanı harekete geçirmektedir. Aslında şeytanın yaptığı ve yapacağı tek iş, kalbe vesvese vermektir. Şeytan bu vesvese ile nefse kötü şeyleri güzelleştirir, hayırlı amelleri zor gösterir.
Şeytan hak yoluna yönelen kimsenin önüne çıkıp onu boş şeylerle meşgul edip türlü türlü vesveseler verir. Kalbi olumsuz düşüncelerle meşgul eder. Gönle aslı esası olmayan şüpheler atar ve kaçar. Bu tür vesveselere maruz kalan bir insan, aklına her gelenin hayır ve doğru olduğunu zannederse perişan olur. Vesveseyi ciddiye alan kimsenin kalbinin huzuru kaçar, ibadetinin neşesi bozulur. Bu duruma düşen müridin mürşidine karşı güzel düşüncesi kaybolur.
Bu tür düşüncelerin Hakka ve hayra yönelen her kalbe gelebileceğini ve bunların zaten müminlerde görüleceğini bilmek ve kabul etmek gerekir. Onun için bize hakim olan bu tür duygulara itibar etmemeli ve onlardan korkmamalıdır. Kalbe gelen bu tür kötü düşünceler, akılla haklı bulunmaz, dille savunulmaz ve amel olarak ortaya konulmaz ise müride hiç bir zararı olmaz. Hatta, onların şeytandan olduğu bilinip reddedilerek şerrinden Allah’a sığınmakla sevap bile kazanılır.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, nefis ve şeytandan kaynaklanan kötü düşüncelerin konuşulmadığı ve onlarla amel edilmediği müddetçe affedildiğini müjdelemiştir.89
Ashaptan bazıları Allah Resûlüne (s.a.v) gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü! İçimize öyle kötü düşünceler geliyor ki, gökten düşüp parçalanmak onları söylemekten daha iyidir; bunun sebebi nedir? diye sordular, Efendimiz (s.a.v): “Bu kalbinizdeki imandan kaynaklanıyor.”90 buyurdu.
Kendi Nefsiyle Meşgul Olmak
Şeytan müridi hak yolundan caydırmak ve kalbini kaydırmak için kâmil mürşidin zahirine baktırır, kendi nefsi ve hâliyle kıyas yaptırır ve peşinden de: “O da senin gibi bir insan, seni Allah’a o mu ulaştıracak?” şeklinde bir sürü vesvese verir. Bu tür düşünceler gerçek ilim ve irfanla aydınlanmayan gafil nefsin boş kuruntularıdır.
Terbiye olmanın ve ilerlemenin esası kendini kusurlu ve hasta görmektir. Benim kimseye ihtiyacım yok demek insanı olduğu noktada bırakır.
Gerçek bir mürşidi bulana kadar akıl kullanılmalıdır. İrşat işinde alim, arif ve ehil olmayan kimseden şiddetle kaçılmalıdır. Ancak irşat ve takvası, edeb ve hayası ile kâmil mürşid olduğu güneş gibi açık olan bir arife ulaştıktan sonra, aklı ona itiraz için değil, itaat için kullanmalıdır.
Mütehassıs bir doktorun elinde tedavi gören bir hasta, artık niçin ve nasılı bırakıp kendisine verilen ilacını içmeli, doktorun tavsiyelerine uymalıdır. Akıl bunu gerektirir.
Arifler demişlerdir ki, kendini salih gören kimsenin salihleri ziyaret etmesinin pek faydası olmaz.91
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Kâmil Mürşidi Bulduğuna Sevinmek
Mürid, kâmil bir mürşid bulduğuna her şeyden çok sevinmelidir. İnsana dünya ve ahirette faydası olacak bir dostun nasip olması Allahu Teala’nın en büyük nimetlerinden birisidir. Allah için sevginin sonu Allah’ın rızasıdır. Ahirette, Allah için birbirini seven muttakilerin dışında herkes dünyada nefsi için dost ettiği kimselere düşman olur.
İmam Rabbanî (k.s) Hz.leri demiştir ki:
”Allah dostlarını sevmeyi Cenab-ı Hakk’ın en büyük nimetlerinden birisi saymalıdır. Cenab-ı Hakk’tan bu sevgide samimi olmayı istemelidir. Bu büyüklere bağlılık sebebiyle hasıl olan az bir şey de çok kabul edilmelidir. Zira o, az değildir.”92
Bazen müridin güzel hâli değişir, muhabbeti azalır, feyzi kesilir, amele karşı şevki azalır. Bu durumda sabırla amele ve yola devam etmelidir. Bu hâl münafıklık değildir, belki manevi zayıflıktır. Benzer durumlar Ashab-ı Kiramda da oluyordu. Bir defasında ashaptan bazıları Rasulullah Efendimize (s.a.v) gelerek:
“Biz sizin huzurunuzda iken güzel bir hâlde oluyoruz, sizden ayrılınca farklı bir hâle giriyoruz.
Bu nasıl bir şeydir anlayamadık!” diye hâllerinden şikayet ettiler. Efendimiz (s.a.v):
“Siz bu hâller içinde Peygamberiniz hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu; onlar da:
“Seni gizli ve açık her hâlimizde hak peygamber olarak kabul ediyoruz, bu konuda hiç bir şüphemiz yok.” dediler. Efendimiz (s.a.v):
“Sizin başınıza gelen o hâl nifak değildir.” 93 buyurdu.
Demek ki muhabbet Allah vergisidir. Kalplere dilediği gibi hükmeden Allahu Teala’dır. Müridin muhabbeti azalsa da mürşidine karşı itaat ve edebe devam etmelidir. Kâmil mürşidler müridlerinden samimiyet ve edebi yeterli görürler.
Cevap: Arifler Yolunun Edepleri
Mürşidden Keramet Beklememek
Bazı müridler, mürşidden keramet beklerler ve onun kâmil bir veli olduğunu ancak bu yolla anlayacaklarını düşünürler. Bu yanlış bir beklentidir. Keramet beklentisi daha çok aklı ve iradesi zayıf insanların işidir. Teslim ve tabi olmak için keramet şart değildir. Mürşidde görülen takva, istikamet, edep ve ilahi cezbe, aklı olanı cezbetmeye yeterlidir.
İnsanları irşat etme görevini dostlarına Allahu Teala vermiştir. Onlara bu görevle birlikte üstün kabiliyetler ve büyük yetkiler de bahşetmiştir. Velisine kullarını gönderen, kalbleri istediği yöne çeviren, dilediğine aşk, istediğine cezbe veren, kulları içinden sevip seçtiği bir dostunu bu işte vesile eden Allahu Teala’dır. O, dostlarının üzerine rahmetini indirir, bu rahmetle ilahi destek gelir ve kalpler Mevla’ya yönelir.
Bir kimsenin veli olduğunun en büyük alameti, kendisini görenin kalbini cezbetmesi ve o kalbi Allah’ın zikrine sevk etmesidir.
Bir insanın kalbinin dünyadan çekilip Allahu Teala’ya yönelmesinden, eşyayı bırakıp Mevla’yı sevmesinden ve kötü bir huyunu terk etmesinden daha büyük bir keramet yoktur.94
Elbette velilerde keramet vardır. Keramete inanmak haktır. Ancak, bir veliyi göstereceği kerameti ile değerlendirmek yanlıştır.
Nakşibendi yolunun ulu velilerinden Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) anlatıyor:
“Semerkant’ta beni müthiş bir göz ağrısı tuttu ve kırk gün devam etti. O sırada içime Hace Alaeddin Gücdevani’yi görmek arzusu düştü. Kendisinin büyüklüğünü ve üstün vasıflarını duymuş fakat saadetli yüzünü hiç görmemiştim. Bir gün Buhara’ya gittim ve yolumun üstündeki bir mescide girdim. Mescidin bir köşesinde nur yüzlü bir ihtiyar oturuyordu. Gönlüm bu ihtiyara kapıldı. Huzuruna vardım, üç gün sohbetine katıldım. Üçüncü gün bana bakıp:
“Kaç gündür gelip sohbetimize katılıyorsun, isteğin nedir? Eğer, bu adam şeyhtir kerametini göreyim diye geliyorsan bizde öyle şey arama! Eğer sohbetimizi beğendin de kendinde bir değişiklik hissediyorsan, sana ve bana mubarek olsun. Peşine düşülecek nimet budur.” buyurdu. Bir de anladım ki bu zat, hayali ile yanıp tutuştuğum Hace Alaeddin Gücdevani Hz.leri imiş. Bunu öğrenince öyle sevindim ki, kırk gündür ağrıyan gözlerimin acısı bir anda kesiliverdi.95