-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
RÛH UFKU
Çevre kararınca gönüller uhrevîleşir,
Nazla belirir ufukta halvet geceleri;
Zâid-nâkıs gelir aynı noktada birleşir,
Yağar sessiz sesiz her yana nûr hüzmeleri.
Aydınlanır gözler, çarpar sîneler yekpâre,
Sezilir ne bilinmezler iç içe derinden;
Billûrlaşır öteler rûhlarda kare kare,
Rengi ve çizgisi yıldızların deseninden...
Dolunay gibi yüzler ve ışıktan sîmâlar,
Dolaşır durur her vâdide O’nu ararlar;
Bir meşhere dönüşür hem arz hem de semâlar,
Ukbâ "buyur" eder onlara kapı aralar.
Nuh, tûfanıyla gelir; Musa Kelîm de sözle,
"Tûr-i Sînâ", "Mekke" ile buluşur bu düşte;
Rûhla iner İsa, Varlığın Özü de özle,
Sidre, Kâbe ile aynîleşir görünüşte...
Tüllenir her tarafta ömrün neş’e günleri,
Bir çağlayan gibi hep öteye akar zaman;
İnsan unutur gamı, kederi, hüzünleri
Ve bir başka hisseder artık varlığı her an.
Vicdan öz dünyasını bulmuş gibi şahlanır,
Dost elinden esintilerle her zaman mahmûr;
Hep kendini ukbâ derinliklerinde sanır,
Duyar Cennet râyihalarını buhûr buhûr...
Her yanda görünür vuslat yolları derinden,
Her renk, her ses, her desen bir nağme olur inler;
Bütün koylar halvet rengiyle tüllenir birden,
Kendini Cennet’te sanır bu ufka erenler.
Varsın artık gün batsın, ufuklar da kararsın,
Değil mi ki ikbal gelip idbarları aştı;
Varsın artık yaz geçsin ve zemin de sararsın,
Değil mi ki arza hayat ırmağı ulaştı...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YÂ RAB
Ey Rab, varlığın evvelden evvel,
Nezdinde bu mânânın adı "ezel"…
Yok nihayetin, olmaz Sana hitam,
Halk eden Sensin, Seninledir devam..
Tekmil varlık, nezdindeki bir nûrdan,
"Ol" dedin, oldu bir ışık billûrdan.
Her şey o baş döndüren âhengiyle,
Göz kamaştıran nûru ve rengiyle;
Dellâldır varlığına şüphemiz yok,
Her yanda akan nûrlar oluk oluk.
Sendendir her çehrede parlayan nûr,
Sendendir rûhlarda duyulan huzûr.
Yeryüzü Senin ihsanlarınla var,
Tek bir lem’asıdır Cemâlin bahar.
Bir cilvesi de onun sımsıcak yaz,
Haykırır varlığını avaz avaz.
Söyler Seni nûruyla ay ve güneş,
Sözleri melek şehâdetine eş...
Dalga dalga denizler "Hû" der coşar,
Irmaklar durmadan hep Sana koşar.
Ormanlar uğuldar durur derinden,
Mûsıkîler yükselir her birinden.
Nağmelerle inler bahçeler, bağlar,
El kaldırır Sana tepeler, dağlar..
İsmini yâd eder burçlar, felekler,
Yâd ettiği gibi gökte melekler…
Rikkatle uçan kuşlar Seni anar,
Bir hür mavilikte sonsuza kadar.
* *
Bilen bilir; onların önü açık,
Bilmeyene de lütfeyle azıcık..!
Pervâne gibi ışığa koşanlar,
Her an bir korla yanıp tutuşanlar;
Başları dönmüştür Senin şevkinden,
Mahmûr gezinirler Senin zevkinden.
Senden gayrı her şey onlara ağyâr,
Sensin bu kudsîlere biricik yâr.
Duymuşsa Seni bir rûh candan geçer,
Nâm u şandan, inci mercandan geçer.
* *
Sensin her şeyi var eyleyen kudret,
Sun, hep sunduğun gibi bir inâyet!
Aç ardına kadar kapını bize,
Göster teveccühünü hepimize.
Kalmasın nûruna ermedik gönül,
Kalmadı pek çoğumuzda tahammül..
Bizler Senin elinde birer ‘ney’iz,
Her zaman Seni söyleyen nağmeyiz.
Sal gönüllerimize bir inşirah,
Gelsin artık va’deylediğin sabah.
Yıllar var ki, gönüllerimiz kebap,
Rûhlarımızda acı bir ızdırap.
Boynumuz tasmalı birer bendeyiz,
İltifatını umacak ‘sin’deyiz.
Gerçi bazen sarsık, bazen zindeyiz,
Ancak, her dem Peygamber izindeyiz.
Doğsun ey Rab beklediğimiz felâh,
Ve dinsin artık her türlü âh u vâh!
Gelsin o nûrefşân günlerden haber,
El açıp inlediğimiz bir seher…
Arza ne hâcet, hâlimiz ayândır,
Nûr bekliyoruz bir hayli zamandır…
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
NEYLESİN
Sana gönül veren âşık,
Başka cemâli neylesin!
Dostluğuna eren sâdık,
Başka visâli neylesin!
Duyar mı ağyâr nefesin,
Duymuşsa bir vicdan sesin;
Bilmişse tende can Sensin,
Malı-menâli neylesin!
Seni bilmek gerçek irfan,
Mârifetin canlara can;
Doymuşsa seninle insan,
Mâ-i zülâli neylesin!
Nâmın hep dillerde gezer,
Gönüllere şerbet-şeker;
Tatmışsa bunu rûh eğer,
Kaymağı-balı neylesin!
Fakirler Seninle gani,
Sensin âcizin güveni;
Nûrunla duyanlar Seni
Şems ü hilâli neylesin!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖNLÜMÜZÜ ÂBÂD ET
Yollardayız Allah’ım, Senden ola bir himmet;
Lütfunla kullarına bir kez daha imdad et!
Olmalı bir mîâdı bu teklemenin elbet;
Kurtar bendelerini, gönüllerini şâd et...
Gözlerimiz ufukta sürekli tulû bekler,
Mihnetkeş garipleri bir de ünsünle yâd et!
Bahçelerde, bağlarda her zaman güller açsın.!
Gül günlerini artık bizlere de mûtâd et!
Bilmem kaç asır oldu ırmaklar kuruyalı,
Nezdinde hapsettiğin rahmetini âzâd et!
Uçmak için sonsuza güçlü kanat ver bize,
Son arzumuzdur ya Rab, gönlümüzü âbâd et!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
MEDİNE’NİN GÜLÜ
MEDİNE’NİN GÜLÜ
Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi,
Hayâlin gönlümün tepelerinde gezindi;
Bu bir serâp olsa da hafakanlarım dindi..
Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi.
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam,
Rûhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam;
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam..
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.
Anlasam vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Hicranla yanan gönlüm durmadan inleyecek;
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek..
Anlasam vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından,
Ne olur Sana ulaşmam için kanadından;
Bana bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından..
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından.
Ey kupkuru çölleri Cennet’e çeviren Gül;
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül!.
Ey kupkuru çölleri Cennet’e çeviren Gül!
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım,
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım;
Sensiz geçen bu acı rüyâdan kurtulayım..
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Rûhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki, güneş gurûba kaymakta..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta...
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun,
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun;
Her yanda tamburlar çalınsın; neyler duyulsun..
Ne olur, hiç olmazsa gurûbum tulû olsun..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖNÜL SULTANIM
Gönül sultanım ve her zaman dilimde virdim,
Başımın zümrütten tâcı sultânım Efendim.
Ayrılmaz bendenim, sâyende kulluğa erdim,
Bir mücrim olsam da, Sana hayrânım Efendim.
Kime baksam, kimi görsem gönlüm hep Sendedir,
Kulun boynundaki tasmasıyla bir bendedir;
Onu almak, onu satmak Senin elindedir,
Işığım, ziyam, rehberim, burhânım Efendim.
Ne dizimde tâkat ne irademde fer kaldı,
Şu biten hayatımdan bir sürü keder kaldı;
Sermâyem yok, ümmetin olduğum eser kaldı,
Bir de kapında nâlân u giryânım Efendim.
Sen sahip çıkmazsan bu sîne virâne olur,
Bu bağı tımar edecek de bir tâne olur.
Keremkânım bir de bana lütfetsen ne olur.!
Gözde nûrum, tende cânım, cânânım Efendim.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
DOĞ GÖNLÜMÜN İÇİNE
Sevdirdi Seni bana her şeyden artık felek,
Varsın kebap olsun sînem tâ subh-i haşre dek;
Meftûn-u hüsnün gibi, belki de bilmeyerek,
Yüzüm izinde, dolaşıyorum inleyerek...
Açıp sîneme bak, ateşi emelindendir,
Gözlerimden akan yaş, gönlümün rengindendir;
Derdim hadden efzûn olsa da, derman Sendendir;
Ne olur tut elimden, “bu da benden” diyerek..!
Yıllar var ki yoldayım, hiç rahatım kalmadı,
Düşe-kalka artık seyre tâkatim kalmadı;
Perişan hâlim, ümid-i vuslatım kalmadı,
İltifat et ki, bana sırf iltifatın gerek..
Doğ gönlümün içine, onu ney gibi inlet.!
Duyduklarının esrârını bana da dinlet.!
Yârâna güller sunarken Kıtmir’i de yâd et.!
Ak ufkuna uymayan her hâlini bilerek...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
İNSANLIĞIN EFENDİSİ
Yine hicranla seni andı gönül,
Tende cânım, rûh-u revânım Cânân.
Andıkça hasretlere yandı gönül;
Ne olur kıl artık vuslata şâyân.!
Seven ve ağlayan bir bîçâreyim,
Kararsız, derbeder hep âvâreyim,
Yıkılıp dökülmüş bir virâneyim;
Hâl-i hazînim tam mevsim-i hazan..
Güller gülse de ağlıyor hep bülbül,
Bir dert küpü sanki şimdi şu gönül;
Bilmem mümkün mü bu hâle tahammül?
Rûhumda âh u zâr, dilimde figân.
Yanıp kebap oldum, ümidim yıkma!
İtâb et, ama, ağyâra bırakma!
Vefâsız bir kulum cürmüme bakma!
Tavsîfe ne gerek, her şeyim ayân...
Bilirsin gayri imdat edecek yok;
Gönlümü dertten âzâd edecek yok;
Kıtmîr’i başka âbâd edecek yok,
Hatırım virâne, gözlerim giryân...
Gel vur mızrabını kalbimi söylet!
Vur rûhûma nağmelerini dinlet!
Bu gönlüme geleceğini vâdet!
Vâdet ki, kalmadı dizimde dermân..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÜZÜN İKLİMİ
ANNE
Anne inleyen bir ney, anne hicrandan yumak,
Gözleri buğulu, nemli ve her zaman zâr zâr..
Kaderidir annenin ocaklar gibi yanmak,
Hep hüzünle eser onun ikliminde rüzgâr.
Kuşlar gibi titrer hep o ay yüzlü nevhayâl,
Çehresinde belirsiz yarınlar endişesi..
Her mevsim ayrı bir ızdırap, ayrı bir melâl;
Nağmeleri hep hasret ve iştiyak bestesi...
Sînesi sımsıcak, çehresi de îmâlıdır,
Semtinde her dem büyülü râyihalar eser.
Duyguyla süzülmüş gözleri hep hummâlıdır,
Altın şakaklarında sarı güller gibi ter...
Rahmet-zahmet iç içe.. bilmez geçen zamanı:
Fark etmez yazı, kışı, o rengârenk bahârı,
Tül tül gurûbu ve şafağın söktüğü ânı;
Her zaman duman dumandır o nazlı efkârı..
Bir kuluçka gibi sancılı gecelerinde,
Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur.
Hislerin öldüren amansız pençelerinde,
Matkaplar salınmış gibi yüreği oyulur.
Çok olsa da elemi, şekvâsı işitilmez,
Bir Eyyûb sabrıyla göğüsler hiç-olmazları..
Onda ızdırap bitmez, acılar dinmek bilmez,
Sönmeyen bir azimle aşar aşılmazları.
Kanmaz aslâ sevmeye, o sevgiye susuzdur,
Şâire "su" dedirten hisle "evlât" der inler.
Herkes derin uykularda, o hep uykusuzdur,
El açar Yaradan’a kim bilir neler diler..!
Ufku her zaman bir hummâ ile buğuludur,
Durmaz, bir süvâri gibi koşar doludizgin..
O, yeryüzünde en ululardan da uludur,
Sînesi, meleklerin sînesi kadar engin...
.............................. ..................
.............................. ..................
.............................. ..................
.............................. ..................
Zambaklar gibi sihirli çehrende,
Varlığımı saran sihirli ışık;
Duydum ne duyulmazları sînende!.
Sen bir rüyâsın benim için artık...
Nûru öteden pırıl pırıl sîmân,
Ukbâ derinlikleriyle büyülü;
Tülleniyor hülyâlarımda her an,
Ölümsüz rûhunun bembeyaz tülü.
Bir yâd-ı cemilsin, kabrin sîneler,
Hep hazan yaşadın; ölüm bahârın..
Duâyla gerilmiş bütün gönüller,
Berzah yamaçlarında bestekârın...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
AŞK
Aşk gönüllerde ateş, rûhlarımızda ışık,
Hicranla yanar âşık, ümitlerinde bahar..
Sînesinde gam, hüzün; ufku vuslata açık,
Gezer çölden çöle âvâre her zaman zâr zâr...
Feryadı sırrının sesi, sırrı kıpkızıl kor,
Dolaşır, dolaştığı gibi âhû peşinde..
Mest u mahmurdur dudağında bir kızıl fağfur,
Her gece bir visal yaşar Cânân’la düşünde.
Hayâletler gibi sarar rûhunu kuşkular,
Sîmasında fecir sevinci, akşam tasası;
Yer yer meçhullere tâlih bir kapı aralar,
Firdevs’ten rengi ve Firdevs’ten suyu, havası.
Bazen kırılır yeisle, onulmaz kırığı,
Bazen ufku ışık, râyiha, renkle tüllenir;
Bazen tâ ötelerde duyulur hıçkırığı,
Yapraklar gibi sararır, mumlar gibi erir.
Hep hazan yaşasa da hiç solmaz çiçekleri,
Dilinde her zaman hasret ü hicran bestesi;
Kederi çoktur ama, köpürür sevinçleri,
Hep aşk heyecanıyla tınlar çelikten sesi.
Gözlerinin içinde bir uhrevî enginlik,
Süzer çevresini, hemen herkese gülümser..
Duygularında sonsuzluk gibi bir zenginlik,
Kâh çaylar gibi coşar, kâh yeller gibi eser.
Ey aşk, artık anladım meğer sen her şeymişsin,
Hem öldüren bir zehir, hem dirilten bir iksir;
Allah’a götüren yollarda altından sesin,
Diriliş üflemekte ölü rûhlara bir bir...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
AŞK VE VUSLAT
Şahlanırken doludizgin mavi hülyâlarla,
Duyar Cânân’ı rûh sihirli râyihalarla.
Sardıkça her yanı o füsunlu hâtıralar,
Köpürür dalga dalga vuslat tüten duygular..
Uzaklaştıkça kendine âit sahillerden,
Ağarır az ötede ufuk, ağarır birden..
Derken sarar her yanı Mâşuk’un câzibesi,
Duyulur tasavvurlar üstü sihirli sesi..
Varlık aşkla gürleyen bir mûsıkî kesilir,
Gittikçe düğüm düğüm bir âleme erilir.
Artık her yerde o sırla gezer ki, büyülü,
Her manzarayla tüllenir Cânân’ın kâkülü...
Hislerde işveyle tüten bir üslûp duyulur
Ve insan uhrevîliğe sırlı bir yol bulur.
Düşünceleriyle hummâlı, rûhu pür neş’e,
Ziyâ püskürür, fecrin tepeleri peş peşe...
Rüyâ gibi bir iklime erilir ki; eşsiz,
Füsûnuyla kuşatır bir haz, her yanı sessiz.
Donakalır, sarı güller gibi alnında ter,
Sonra da bir ışığa erer ve her şey biter...
Solar bütün renkler; yeşil, mavi, pembe ve mor,
Mekân "lâ mekân" olur, zamanın nabzı durur.
Dökülür karanfil, yasemin, erguvan, zambak,
Menekşe, papatya, lâle ve gül yaprak yaprak.
Görülen bu rüyâ bitince her yan ağarır,
Rûh da, vuslata ereceği rıhtıma varır..
Anlar o zaman gâyenin Allah olduğunu;
Duyar, var olmanın zevkini duyanlar bunu...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GECE
Güneş varıp gurûba kapanınca,
Kakmalı bir taç gibi gül kırmızı..
Ve füsunlu mağrib ufku sarınca,
Artar hummâlı gönüllerin hızı.
Gece, sevdalı rûhların otağı,
Gece, âşıkların sırlı durağı..
Salınır reftâre mavi geceler,
Sînelere neler fısıldar neler.!
Coşar duygular, uyanır sevgiler,
Duyulur her yanda gönül âvâzı..
Gönül, gecenin sunduğuyla mahmûr,
Gece, O’nun ıtrıyla buhûr buhûr.
Kurtulanlar uzaklığın ağından,
Mesajlar alırlar yâr otağından,
Ererler sırlara ebet çağından;
Duyuverirler o en duyulmaz hazzı...
Hep amber sürünür gezer meltemler,
Sihirli rüyâ gibidir geceler.
En büyülü tellerle ötelerden,
Nağmeler işitiriz çok derinden;
Şarkılar dinleriz gönlün içinden,
Öteden sözleri, öteden sazı..
Duyulur cennetlerin akisleri,
Gök kapılarının sırlı sesleri...
Gecede yalnız düşünenler kalır,
Maddî âlem daraldıkça daralır;
Rûh mesafe üstü mesafe alır,
Aşılır cismin aşılmaz çıkmazı.
Sessizleşir sevdalılar, sevdalar;
Her sînede âdeta bahar çağlar.
İner gönüllere bir mavi sükun,
Parıldar her yanı insânî ufkun..
Gece bir halvet mevsimidir O’nun,
Çığlık çığlıktır âşıkların nazı...
Duyarak ötelerin lezzetini,
Cennetleri, Firdevs hayâletini.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GURBET UFUKLARI
İnsan bir gurbet çocuğu, gurbet ürperten bir deryâ,
Yüzer dalgalar arasında, titrer bir ömür boyu..
Her durak bir ümit fecri, her menzil bir yıkık rüyâ,
Sabahlar hicran rıhtımı, akşamlarsa vuslat koyu.
Ara sıra fânilik rüzgârları eser, eser serince,
Yetim nevhaları gibi sesler duyulur her yerde..
Yer yer semâvî korolar dinlenir sırlı ve ince,
Vicdanların sesinden, rûhların derinliklerinde.
Bazen coşar insan köpürdüğü gibi dalgaların,
Sonsuza ulaşmak ister, gelir sahile mıhlanır;
Tutsağıdır âdeta zincirlerin, prangaların,
Kükrer, şahlanır ama, yine kendi havzında kalır.
Ufuksuz rûh, ömür boyu bu ferahfezâ dünyada,
Maddenin dar hendesesinde esirler gibi yaşar..
Gönlünün kuytularında hep hazan çağlar ard arda,
Dolaşır ye’sin fecir bilmez tepelerinde zâr zâr...
İdeal rûhlarda gurbet bir balayıdır her gece,
Bin bir temâşâ zevkiyle, heyecanlı ve pürneş’e;
Süzerler her zaman varlığı, gönülden ve derince,
Duyarlar âdeta ötelerin sesini peş peşe...
Sırtında alevden gömlek, yollarda bin bir ızdırap,
En acı günlerin sahilsiz deryâlarında bile;
İnancın engin hazzıyla dili âdeta bir mızrap,
Rûhlara neler dinletir gönlünün altın sesiyle!
Her gün yunar-yıkanır bir muhabbet çağlayanında;
Duyar O’nu, meleklerin duyduğu gibi derince,
En yapayalnız olduğu zamanlarda hep yanında;
Bin aşk zevkiyle erer en tatlı halvete kendince...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
DUYUŞLAR
Yollardayız her zaman, iman, azim iç içe,
Yürüyoruz durmadan önümüzde tepeler..
Masmavi ümitler fecrinde her gün, her gece,
Sisli bir şafak gibi tülleniyor öteler...
Gül kırmızı ufuklar, apaçık nûra gebe,
Zirveleri kolluyor güneşin hüzmeleri..
Aşıldı ve aşılıyor bir bir her engebe;
Bahar var az ötede ilkinden de ileri.
Yolcusuyuz sahilsiz enginlerin tâ dünden,
Gözlerimiz pâr pâr, gönüllerimizde huzûr;
Hep uhrevî neşveler duyuyoruz derinden..
Ve Cennet kokuları geliyor buhûr buhûr...
İçimize hüzme hüzme ışıklar yağıyor,
Görüyor gibiyiz o ak çağları şimdiden;
Geceler hırıltıda tan yeri ağarıyor..
Ve derken geçmişle buluşuyoruz âniden.
Baharlar çağlıyor hazan estiği yerlerde,
Meltemle fısıldaşıyor her yanda yapraklar;
Ukbâ nağmeleri duyuluyor perde perde,
Şimdi başka türlü dalgalanıyor bayraklar...
Yürüyelim durmadan az ilerde son nokta,
Hayat bir sırlı rüyâ, iman da bir tatlı ses;
Yaşanan şu ömrümüz bir ezelî plâkta..
Var olmak ne güzel, âkıbet ondan da enfes.!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÜZÜN
Hayatın sonbaharı, güneş ufukta mosmor,
Dünya âdeta bir hayâlet gibi sopsoğuk..
Hüzünle tülleniyor akşam olunca ufuk;
Altın saçlı sabahlar artık gülümsemiyor..
Günler-geceler hep ukbâ türküsü söylüyor.
Tıpkı hazan serinliğinde yaprak sesleri,
Buğulu bir edâ var varlığın çehresinde..
Gönlüm her an değişen renklerin pençesinde,
Daha açık duyuyorum uhrevî hisleri;
Yaşlandıkça gönlümde yıkılan hevesleri...
Ömrün baharında duyduğum her neş’e sönmüş,
Dolaşıyorum ötelere açık koylarda;
Bir boşluk yaşıyorum düğünlerde-toylarda..
Sanki bütün eşya uhrevîliğe bürünmüş..
Ve gençlikle kızaran günler hasrete dönmüş.
Geçmişe bakıp yarınları heceliyorum,
Hissiyâtım lime lime, duygularım yırtık;
Gönlümden kopup gelen bir hüzünlü hıçkırık,
Her gün bir ayrı hafakanla geceliyorum..
"Çölden çöle geziyor", "Yâr" deyip inliyorum!
Vuslat eli perdeyi aralayıncaya dek,
Sakın ayrılma ey tasa, sen bana lâzımsın!
Gök kuşağı gibi hep ufkumda kalmalısın!
Tâkatime eş, rahmetin enginliğine denk..
Sen, ey gerçek çilekeşin çilesine mihenk!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖZYAŞLARI
Gözyaşları damla damla mısralaşan şiir,
Sevincin-kederin, ümidin-ye’sin nağmesi.
Bazen hicranla yanar insan, mum gibi erir..
Ve gözyaşlarına dönüşür soluğu, sesi.
Bazen çocuklar gibi coşar, sevinçle ağlar,
Görünce dört bir yanda tüllenen şafakları..
Bazen ocak gibi yanar ciğerini dağlar,
Kaplayınca karanlık kederler ufukları.
Gözyaşları ateşleri söndüren bir iksir,
Cehennemlere karşı yırtılmayan bir sera..
Ve gönüldeki mânâlar onlarla yeşerir,
Onlarla cennetlere döner bütün bir verâ...
Yaş döken bir göz, cephedeki gözlere denktir;
Görmez gayyâları Allah için ağlayanlar.
İçten ağlama kalb sadakatine mihenktir,
Anlar bunu ancak gönlünde Hakk’ı duyanlar...
* *
Gönlüm her zaman bir gamlı haberle buğulu,
Uçup gidiyor sevdiklerimiz birer birer..
Hislerim buruk, gözlerim yaşlarla dopdolu,
Bir bir gelmeler, bir bir gitmek içinmiş meğer..!
Hayat hep zahmet ve yaş varınca elli beşe,
Sararıyor arzu ve emeller yaprak yaprak;
Sistemler açılıyor birden meçhul inişe,
Ve az ötede hislere çarpıyor son durak...
Ufukta hem bir kanlı şafak hem de sonsuz nûr,
Mü’minler durmadan yürürler hep O’na doğru;
Sonra, ak-kara, eder vadolunanlar zuhûr,
Bazıları zift gibi, bazıları dupduru...
Ve ben, pürmelâl ellerim arasında başım,
Ümit çiçeklerimde kırağı endişesi;
"Son"un, bilmem ne kadar yakınına varmışım
Azrail’le söyleşir gibi rûhûmun sesi...
Herkesle beraber yürüyoruz öbek öbek,
Salmışız kendimizi ebet mûsıkîsine;
Rûh sonsuza doğru pervaz eden bir kelebek,
Kaptırmış kendini zevâlin en nefisine..
Tıpkı bir ney gibi bütün ömür boyu zâr zâr,
Ne gurbeti biter, ne gurûbu hiçbir zaman.
Mecnûn gibi hep ağlar dolaşır O’nu arar,
Gözleri hicranla dolu, gönlünde hafakan...
* *
Ağla gözlerim ağla, ırmaklarda gün dönsün!
Ağla, vâdiler Nil, dağlar "Tûr-i Sînâ" olsun!
Ağla ki, İbrahim’i saran ateşler sönsün!.
Ve yeşeren asâ ile sihirler bozulsun.!
Şak şak olsun "Kafdağı", hayat suyu fışkırsın!
Dirilsin ölüler gözyaşı kurnalarında;
İradenin kollarındaki zincir kırılsın..
Ve görünsün fecir süvarileri ard arda..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YAĞMUR MÛSIKÎSİ
Ötelerin gülücükleri gibi damlalar,
Dolaşır, ayrı düştüğü deryaları arar.
Ses verir ud telleri gibi inceden ince,
Yerin solukları duyulur yağmur deyince..
Bir şiiri meşk ediyor gibi fasıl fasıl,
Süzülür beyaz kelebekler gibi muttasıl...
Hep bir mûsıkî ritmiyle kulaklarda çağlar,
Sanırsın gökler coşmuş da çemenlere ağlar.
Her damla vedâ eder semâvî hayatına,
Sonra döner ummanla coşan kâinatına.
Toz-toprak lâl kesilir ve durup onu dinler;
Sarı, yeşil, pembe çiçekleriyle bahçeler.
Yağmur mûsıkîsiyle dirilir birer birer,
Her damlayla yere âdeta bir melek iner.
Gözlere gelip çarpan nakış nakış damlalar,
Bu sihirli armonide tüllenir verâlar.
Gökler güler ve tebessümler yağar her yana,
Duyar bu semâvî şi’ri herkes kana kana..
Yükselir bazen dağlar cesâmetinde buhar,
Yerde yeşili, maviyi, turuncuyu arar...
Her zaman hususî bir lezzetle iner yağmur,
Cennet kokusu gibi duyulur buhûr buhûr.
Siner her yana rûhları saran bin râyiha,
Toprak hayatla tüter, çiçekler kalkar şaha...
Erer bir tatlı rahata bütünüyle varlık,
Ve sezilir öteye açılan bir aralık...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAZAN
Yorgun gözlerle yaşanan bir solgun macera,
her yanda yaprak sesi..
Çarpar kulaklara poyraz gibi ara ara,
bir hazan mûsıkîsi.
Ağlar bütünüyle bahar şi’rinin gülleri,
renklere tasa yağar.
Sessiz bir melâl sarsar koylarda bülbülleri,
mâtem söyler notalar.
Hüzünle buğu buğudur artık şadırvanlar,
sular rikkatle damlar.
Ve kısar nâzenin boyunlarını kuğular,
gezer baharı arar.
Ovalar yasla inler, dağlar hicranla ağlar;
her ses bir ölüm şi’ri..
Mavi, yeşil, pembe, turuncu karalar bağlar;
inim inim her biri..
Biten ömürlerin son dakikaları gibi,
her çığlık bir elvedâ.
Derince bakılsa görünür dünyanın dibi,
o ne ürperten edâ.!
Sonra yaz-bahar füsûnlu bir hâtıra olur,
gömülür hülyâlara;
Hülyâlar ümitleşir, vicdanlarda duyulur,
yol olur verâlara...
Bekâ, bu fânilik hissi içinde gelişir
ve gider sonsuzlaşır;
Mantık bu büyüyle âdeta uhrevîleşir,
ilhamlara ulaşır.
Duyar insan ölümün sihirli sükûtunu,
çözülür problemler;
Görünür herkese yürüdüğü yolun sonu,
irkilir ve emekler...
* *
Gömülse de hisler yok olmanın melâline,
iman ufuklar açar;
Ve yutkunup ağlasa da kendi zevâline,
bekâ ışıklar saçar...
Düşünce tıpkı tohum gibi düşer toprağa,
hazırlanır bahara..
Sonra koşar Firdevs’e ulaştıran durağa,
Cennet içinde Yâr’a...
Hissetmeden asla ne bir acı ne bir sızı,
gelinler gibi aziz;
Köpürür duygularında ötelerin hazzı,
sonsuzluk gibi leziz.
Sonbahar bir ak doğuşun şafak emaresi,
arkasında gündüz var;
O hazan boşluğunda tın tın ümidin sesi:
ve az ileride bahar..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÜLYÂLI MAVİLİKLERİYLE
GECELER
Her zaman ayrı bir ışıkla tüter geceler,
Rûh o sessizlik içinde Sonsuz’u heceler..
Aşanlar, kendi serhaddini gecede aşar..
Ve insan bu ufkuyla hep ötelerde yaşar.
Gecede sessizlik huzûru besleyen şarkı,
Budur bence karanlıkların ışıktan farkı.
Her gece kudret gök kapılarını aralar,
Bu büyülü mavilikte tüllenir verâlar..
Renk, şekil, koku bütünüyle silinir gider;
Gecede iç içedir havf-recâ, sevinç-keder.
Yer yer her yanda visal esintisi duyulur
Ve duygular matkap salınmış gibi oyulur..
Anlar anlayan, O her yerde Hâzır ve Nâzır,
Bir araya gelmiş gibidir Musa ve Hızır.
Lâhûtun sînelere çarpan akislerinden,
Duyulur kul olmanın neş’esi tâ derinden..
Leylîler mest ü mahmur, dudaklarında kevser,
Geceleri rüzgâr vuslat kokusuyla eser.
Sıyrılır gönül varlığın dar hendesesinden,
Ne nefis besteleri sunar kendi sesinden.!
Her yana büyüleyen bir uhrevîlik siner,
Sonra rûhlara dalga dalga vâridât iner..
Denizler gibi coşar ve köpürür duygular,
Rûhlar iç dökecekleri tenha bir koy arar:
Baş-ayak aynı yerde, öper alnı seccade,
Budur insanı yakınlığa taşıyan cadde..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HASBIHÂL
İclâlinin âhengi her bucakta nümâyân!
Gönüllerde o tecellinin bir gölgesi var..
Bunu duyan rûh gezer her yerde Seni arar,
Gözlerinde tüllenir en tatlı hâtıralar;
Her ses, her renk ve her desende varlığın ayân...
Hep yollardayım, bak yüzümün rengi sararmış!
İçimde buğu buğu hüzün, gözlerim nemli,
Neyimden yükselen ses hüznümden de elemli,
Tarife ne hâcet, içim belli, dışım belli!
Ama duydum ki, mücrimlere affın da varmış...
Gönlümde derin bir acı, rûhumda hafakan,
Ağlar gezerim her gün bu biten mecâlimle,
Kaddimi büken o bağrımdaki melâlimle;
Hep düşe-kalkayım şu iki büklüm hâlimle
Bir gün şâd olsam da, her gün ayrı bir heyecan...
Anar Seni bu dertli sînem her seherinde,
Gel gönlümde konakla, ızdırâbımla konuş!
Enîsim ol ki, derûnum yalnızlıkla dolmuş;
His ufkunda güllerim bir bir sararıp solmuş,
Hazan nağmeleri duyulur bestelerinde.
Tattır rûhuma aşkının ilâhî tadını!
Ferhat gibi hep hıçkırsın, Mecnûn gibi yansın;
İkliminin zümrütten renklerine uyansın,
Tüllenen güzelliklerinin şi’rine kansın,
Bu kırık kalbime armağan et muradını..!
Sende buldu bulanlar vuslatın neş’esini,
Yıllardır yollardayım hâlim Sana emanet;
Senin yolunda olmak bence en büyük devlet,
Ey Yüce Sevgili, sevginle beni de şâd et!
Göreyim rûhumda hep Cemâlin gölgesini...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SU
Dupduru bir derinlikle yollardadır sular,
İçinde varlığa erdiği yerden duygular..
Yüz sürer yerlere, sürer, kıvrım kıvrım akar,
Bir gözü bulutta, diğeri ummana bakar...
Vuslat şevkiyle çağlar, çağlarken de tüllenir,
Bir tatlı mûsıkî ki, duyanlar neş’elenir.
Köpüren dalgacıkları okşar-geçer rüzgâr..
Bir ivme neşvesiyle soluklanır dalgalar.
Vurur başını taştan taşa hicranla yanar,
Süzülüp göğe yükseldiği günleri arar...
Bir tül gibi yırtılır her aşılmaz tümsekte,
Akseder çığlıkları etrafa perde perde..
Koşar binlerce defa arınarak havzına,
Ses katar çevre onun hüzünlü âvâzına.
Ermek için deryaya hiç durmaz çağlar-coşar,
Bu coşkun sevdayla ne aşılmazları aşar..!
Şevkle şiirler sunar sesten, sözden âzâde,
Çevreye büyüler salar aktığı her yerde!
Su ufkunda her zaman bir teselli duyulur,
Gönül bu tesellide aradığını bulur...
Hisler su çağıltılarıyla sükuna erer;
Toprak ufkunda su, insan ufkunda peygamber..
Cennet gibi yeşerir uğradıkları her yer,
Hem vuslatı hem aşkı suymuş, meşkeden meğer...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÜZÜNLÜ GURBET
Beynim tıpkı bir sorular harmanı,
Kafamda istifham, cevabı sisli;
Gezer dururum yorgun ve âvâre..
Sarmış buğulu hüzün dört bir yanı,
Kalbim annemin kalbi gibi hisli;
Her hâlim garipliğime emâre...
Kulaklarımda bir gurbet şiiri,
Nağmelerimde poyraz serinliği..
Düşüncem "vedâ" diyor bu yerlere.
Yuvadan ayrıldığım günden beri,
Gömdüm sîneme sevinci, neş’eyi;
Hasretim şimdi o mavi günlere...
Gurbet yağıyor ufkuma muttasıl..
Ve semâda hiçbir şimşek çakmıyor;
Aysbergler gibi sopsoğuk sokaklar..
İnsan, eşyâ ve varlık fasıl fasıl,
Irmaklar bizdeki gibi akmıyor..
İhtilâç içinde kalabalıklar.
Bu yerde kalbe ilhamlar inmiyor,
Âdeta kapısız gökler ve yerler..
Bir madde katılığında her biri...
Burda rûha güzellikler sinmiyor,
Tüter gözümde o bizim bahçeler;
Nerde o yemyeşil bahar günleri?.
Doğ ey ışık, doğ gönlümün içinden!
Tasayla dolaştığım bu yerlerde,
Bana rûhumun sırlarını duyur.!
Bir ses sun o eski bestelerinden,
Şu hüzünlü şafakta perde perde..
Açlıkla kıvranan rûhumu doyur..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SİSLİ UFUKLAR
Her yanda ürperten bir sükût, vicdanlar buruk,
Bu kasvetli iklimde yaşamak zorlardan zor..
Gelenler yeis içinde, gidenler bîhuzûr;
Buhranlar sıra sıra, iradelerde fer yok.
Gezdiğin yerlerde rûhunu zulmet sarıyor,
Herkes bir kapalı sınırı zorluyor gibi;
İç içe bunalımlar ki, görünmüyor dibi,
Toplum hiçlik vâdilerinde hiçi arıyor...
Her dönemeçte kıpkızıl bir şeytan tuzağı,
Rûhun yürüdüğü yollar kurumuş bir ırmak..
Ve savruluyor hazanla eşya yaprak yaprak,
En emin yerlerde tül pembe bir iblis ağı.
Rüyâlardaki gibi haykırsan sesin çıkmaz,
Yaşanan hayat bitevî yokluğa emanet..
Baharı kıyamet, yazı ayrı bir felâket,
Bu açmazlar içinde kimse kimseye bakmaz.
“Yaşam” ye’sin gözbebeğinde, duygular harap,
Her yıldız yalancı bir ziyâ, simsiyah varlık,
Yok rûh için nefes alacağı bir aralık;
Ölüm korkulu rüyâ, hayat öldüren azap...
Varılan her yer âdetâ kapkaranlık zindan,
Dolaşılan sokaklar yarasaların yolu;
Yollar bir uçtan bir uca yolsuzlarla dolu,
Bilmem uyanırlar mı bu kâbuslu uykudan.?
* *
Uyandırdı uyaran O’na rûhumuz fedâ.!
Gösteriyor görenlere O’nu bütün varlık,
Belirdi öteden pırıl pırıl bir aralık;
Artık fâniye de fâniliğe de elvedâ..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÜMİT VE ENDİŞE
Sırtımda müthiş bir dağ, ufkumda taze bahar,
Gözlerimde sevinç, sînemde ürperten acı;
Her lâhza yudumladığım bir zakkum ağacı,
Hicranla inliyorum, inliyorum hep zâr zâr…
Dertten anlayan pek az, onun da gönlü harap,
Kıvrım kıvrım zavallı cismaniyet ağında;
Kalmamış ne fitil ne kıvılcım çerağında;
Hissedip yaşayana kalıyor her ızdırap.
Cız cız ediyor içim, hep o hüzünlü melâl,
Ancak her zaman nabzım da ümitle atıyor.
Ve imanım bütün ufkumu aydınlatıyor,
Şimdilerde bir tüy gibiyim, önümde visal…
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
RÜYÂLAR
Karardıkça realite, ağarır rüyâlar,
Rûh gezer menfez arar bütün bir gece boyu;
Hülyâlara açık her menfez bir vuslat koyu,
Dolaşır bucak bucak yitik cenneti arar..
Karardıkça realite, ağarır rüyâlar.
Bir soğuk savaş yaşar gerçek-hayâl her gece,
Hep gel-gitler duyulur akıl-gönül arası,
Grileşir hâdiselerin akı-karası..
Ümitler üzerinde sert poyrazlar esince,
Bir soğuk savaş yaşar gerçek-hayâl her gece.
Geniştir hayâl ufku, süzülür semâlarda,
Nûrdan kanatlarıyla meleklerin peşinden;
Süzülür geri kalmış bir kuş gibi eşinden,
Açılır önünde binlerce kapı ard arda;
Geniştir hayâl ufku, süzülür semâlarda.
Rüyâlar her zaman renklerle dolar-boşalır,
Temâşâ eder insan sahilsiz enginleri;
Dünü, dünküleri; yarını ve gelenleri.
Eskiyenin yerini bir bir yeniler alır,
Rüyâlar her zaman renklerle dolar-boşalır.
Geceleri yapayalnız kıvranırken insan,
Renk ölü, ses ölü, her yan ölümle örülü;
Her ağızda fermuar, fermuar da mühürlü;
Kanatlanmak ister ötelere zaman zaman,
Geceleri yapayalnız kıvranırken insan...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YOLA DÜŞEN ÖTELERİN
GÖLGESİ
Hem gurbet hem de yolculuktur insana ömür,
Koşar bir sınırsız çölde hep nefes nefese.
İnananlarda bir sevinçli telâş köpürür;
Kulak vermişlerse ötelerden gelen sese,
Bir temâşâ zevki olur yolculuk herkese.
Kimiler yol boyu tökezler durur ard arda,
Bin yeis akseder yüzüne, dudaklarına;
Kimi de imanla, ümitle yürür bu yolda,
Yüz sürer yürüdüğü yollar ayaklarına..
Ve selâm durur rûhânîler bayraklarına...
Rengiyle, ziyâsıyla sonsuzluk güneşinden,
Yağar her tarafa yağdığı gibi maytaplar,
Yürür hiç aldatmayan rehberlerin peşinden,
Yürür ve yollarda yitirdiklerini toplar...
Her yanda işaret, işaretler ise pâr pâr...
Salıverir kendini kaderin rüzgârına,
Netleşiverir zaman nabzındaki tik-taklar;
Yürür öteye, yürüdüğü gibi yarına
Kim bilir öte, bağrında ne sürprizler saklar.?
Oturur-kalkar Hak otağlarında konaklar.
Çıksa önüne ölüm, ona terhis töreni,
Dâyeler gibidir içinde yattığı toprak;
Birkaç adım ötede ölümsüzlük şöleni,
Bir bir canlanır hazanla savrulan her yaprak;
Yeni bir fecir tulû eder ufukta apak...
Işık her yanı sarar ve zulmetler boğulur,
Sûr sesi duyulur âdeta, herkes uyanır.
Bir bir devrilenler günü gelince doğrulur;
Yollar gider, yitirilen cennete dayanır
İnsan, kendini bir nûr helezonda sanır...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÂVÂRE GÖNÜL
Gel artık aldanma divâne gönül;
Pişman olup yoksa ağlayacaksın.
Oldun bir hayâle pervâne gönül,
Bir gün bu hülyâ ile yanacaksın..!
Bildim bileli her dem âvâresin,
Yolların yoldaşı tam bîçâresin,
Dertleri pek çok bir baht-ı kâresin;
Bir bilsem ne zaman anlayacaksın..!
Her gün ömrün mumlar gibi eriyor,
Bak, feryâdına kimse ses vermiyor!
Hasretlerin, hicranların bitmiyor,
Acaba ne zaman uyanacaksın!
Arzuların hep rûhunu kanattı,
Günahların her ufkunu kararttı;
Gelen günler geçenleri arattı,
Bilmem buna nasıl dayanacaksın?
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
DÂÜSSILA
Dinliyorum rûhumu gurbetten usanmışım,
Bunca "dâüssıla"ya dayanırım sanmıştım..
Her yeri vatan saymada meğer aldanmışım,
Herkesle hemdem olacağıma inanmıştım...
Bir yüce mefkûreye koşarken nefes nefes,
Ülkemde yaşayıp orda ölmek hayâlimdi;
Bir gam melodisi bu yerde duyduğum her ses,
Yutkunuyorum belirsiz duygularla şimdi.
Hiç bilmem gönlümün bu sevdâdan bıktığını,
Yer yer bükülmüş olsa da irademin kaddi;
Kim görmüş Mecnun’un Leyla’yı bıraktığını,
Hep bu oldu dünyada düşüncemin serhaddi.
Bir buz gibi gözümde her sabah doğan güneş,
Kâbuslar gibi çöküyor çökünce her gece;
Gündüzler burada kabir karanlığına eş,
İnsanlar ufuksuz, hayatsa tam bir bilmece..
Renkler bir darlığın ağında, hepsi de gri,
Anlamsız birer tümsek o koca gökdelenler;
Duygular derbeder, düşüncelerse serseri,
Bir hiçe bağlı burada doğanlar, ölenler.
Düz günler monoton, bayramlarsa bir karnaval,
Âdeta bir çöl gibi bana bu koca diyar;
Izdırap tam ızdırap, neş’enin rengi melâl,
Hazanla inim inim duyduğum yaz ve bahar.
Vermiyor bencesini zevk u safanın hayat,
Fecre kapalı sanki gönlümdeki tepeler;
Hep ümide koşsam da, sarsılıyor hissiyat,
Kaplıyor ufukları siyah siyah perdeler.
Yok yaşamanın bu diyarda ölümden farkı,
Sisli-dumanlı geçiyor inadına zaman;
Hiç duyulmuyor hayattan dinlediğim şarkı,
Tın tın nabızlarımda rûhumdaki hafakan...
İç murakabe deyip kendimi dinliyorum,
Gördüğüm çerçevede yapayalnız efkârım;
Bir mum macerası; yanıyor ve eriyorum,
Olsaydı aydınlatmak bari yanarken kârım!.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
AZAP
Bağ bozuk, bağban yaslı, güllere hazan azap;
Yaz günü yaprakları solduran hicran azap.
Düşmanlar düşman tamam, ona bir şey diyemem;
Can azap, cânan azap, her günkü yâran azap.
Yıllar var yollardayız, mesafeler amansız,
Yol âsi, hedef uzak, bel veren zaman azap.
Yakmak için tek bir mum, çekilenler besbelli,
Söndürüyor rüzgârlar, savrulan harman azap.
Muzdarip bütün toplum, ilacı bunun iman,
İmana aç rûhlara başka bir derman azap.
Sarsılmış başta akıl, bakış bulanık hepten,
Bir acı imtihan bu, bize imtihan azap.
Himmete muhtaç herkes, kupkuru dağ ve bayır,
Çöllere dönmüş arza boşalan bâran azap.
İnsanlara el açmak, hep gîran geldi bize,
Mihrabı Hak olana bu türden gîran azap.
Tatmadık hiç kimseden minnet kokan bir ihsan,
Vicdanı hür olana minnetli ihsan azap.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAZAN ŞÖLENİ
Bahar geçer, yaz gider, hazan olur;
Döner her şey bir anda vîrân olur.
Esen rüzgâr hüzünle eser gelir..
Ve rûhlarda garip hisler belirir.
Çiçekler vedâ rengine bürünür,
Ne varsa dallarda yerde sürünür.
Mâtemlenir her şey, karalar bağlar;
Sararan renkler geçen yaza ağlar..
Yeşili kasvetli bir hüzün boğar;
Hazanla her yana yapraklar yağar.
Neye baksan göçe hazır görünür;
Bir mevsim ki, sırf ölüme yürünür…
Yağar her tarafa gam üstüne gam,
Bahara karşı sanki bir intikam...
Ne gül kalır, ne çiçek, ne de lâle,
Gömülür her şey derin bir melâle.
Hüzünle doğar doğarken güneş, ay;
Duyulur her yanda mâtemli bir nây.
Belirir kış ufku daha derince,
Kırağılaşır çiğler ince ince.
Girip saklanır canlılar inine;
Vedâ eder gül-bülbül birbirine.
Uğuldar gurbetle dağlar, dereler;
Târumâr olur o şen şakrak yerler.
* *
Bütün varlık olurken hazana râm,
Belirir renklerde son bir ihtişâm.
Ağaç yaprakları renklerle güler,
Her şey bir kez daha baharı diler..!
Sarı, mor, kırmızı, pembe rengiyle,
Gülümser her taraf yaz âhengiyle.
Duyanlar duyar bahar huzûrunu,
Nakış nakıştır bu mevsimin sonu.
Mâtemlenirken yazın zevâliyle,
Sevinçler duyarız bu son hâliyle.
Ufukta yeniden nûrlar belirir..
Ve hazanla gelen her şey silinir.
Işığa ereriz gizli bir nûrdan,
Işık yudumlarız nûrlu fağfûrdan.
Tüter her yerde ayrı bir inşirah
Ne keder kalır ne de bir âh u vah..
Duyar rûh her şeyi olduğu yerden,
Rüyâda duyduğu gibi derinden.
Hazan susar, duygular da durulur,
Rûhlarda yepyeni bir bahar olur…
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAZ VE SIZI
Duyduk sînelerimizde derince bir sızı,
Sanki rûhlarımızda hep alev alev ateş;
Ürpertti bir kere daha belâların hızı,
Mahvolmuş milletlerin ürpertilerine eş...
Bir sarsıldık ki, korkunç ve her yanda âh u zâr,
Çağladı gözyaşları yeniden oluk oluk;
Viran olan her şey gibi rûhlar da târumâr,
Yankılanıyor her bucakta müthiş bir boşluk.
Duyguları kuşatmış koskoyu bir karanlık,
Sapsarı şimdi ümitler ve solgun rüyâlar..
Sanki zulmetler kalıcı, ışıksa bir anlık;
Üst üste devrilmiş âdeta bütün hülyâlar.
* *
Manzara müthiş.. ama gel, bir de gönlünle bak.!
Enkaz üzerinde imar nûrları parlıyor;
Teslim ol kadere ve kendini Hakk’a bırak.!
Dikkat etsen, gökler yeni ışıklar salıyor.
Kudret yeniliyor sararmış, solmuş eskiyi,
Bir baharla ki, gelin edâsıyla ufukta;
Rahmete çeviriyor karı buzu tipiyi,
Kim bilir, ne sürprizler var bu gelen şafakta..?
Yok olan mevsim ebedî hendese ağında,
Bir dantela gibi örülüyor sessiz sessiz..
Âb-ı hayat yudumluyor Hızır kucağında,
Annelerimizin sütü gibi ak ve temiz.
Hassas rûhlar şimdiden Firdevs’e ermiş gibi,
Mârifet ufku ölçüsünde derin ve zengin;
Haz çağlayanlarındaki, baş döndüren debi,
Allah dostlarının duydukları kadar engin...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ZAMAN HELEZONU
YOLLARDAYIZ
Yollardayız gün battığından beri,
Söyleşerek yıldızlarla yarını...
Bir yalvarma koyu her gece bize;
Sızlanıyor sîneler kederinden.
Bekliyoruz, ümitle ve dipdiri,
Hep bu ifritten kışın baharını..
Renkli hülyâlarımızla biz bize,
Âtînin düşleriyle tâ derinden..!
Ard arda gece peçe aralıyor;
Az ötelerde bir sihirli şölen..
Tekmil sevdalılar ve sevgililer,
Yüz yüzeler bu ümit şafağında.
Dalga dalga ufku ışık sarıyor;
Hiç de hayâl değil şimdi görülen;
Bir bir diriliyor artık ölüler,
Söz yeninin, eski ölüm ağında.
Muştuyla esiyor seher yelleri;
Bülbül, güle karşı soluk soluğa...
Sis ve duman artık yol azığında..
Her yana sessizce rahmet yağıyor!
Geçtik geçiyoruz eski günleri;
Elvedâ gayrı o uzun boşluğa.!
Gün döndü, mevsim tomurcuk çağında;
Bir bilsen, ne mavi günler doğuyor!?
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GEÇMİŞ VE GELECEK
Arkada kalmış bir yaz gibidir geçen yıllar,
Sîneler mahrumsa sonsuza açık ufuktan.
Hicrana varır o şen-şakrak yürünen yollar,
Habersiz akıp giden ömürler için Hak’tan...
Hüzünle inler durur şen vâdiler, şûh dağlar,
Güllerin çehresinde damla damla soğuk ter..
Mâtemle tüter her yer, her yanda hazan çağlar.
Kederle yaşanan bu ömür, kederle biter.
Yeis esirir durur bu kıpkızıl dünyada..
Ve kasvetle kararır ufuklar perde perde..
Her mevsim kış gibi geçer, kışlar da ard arda,
Cehennem’e denktir günler bu uğursuz yerde.
Bilinmez bizim iklimde ne tasa ne hüzün,
Her sabahı, her kuşluğu, her akşamı hazdan..
Tadı, neş’esi, ışığı, büyüsüyle her gün,
Ümit fısıldar geçer Cennet gibi bir yazdan...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİCRET EKSENİ
Hicret nedir bilmez ki onu, hicret etmeyen,
Bir gurûbdur ümidi, inkisarı bitmeyen..
Kan damlar gibi damlar sînelere her zaman,
Bir başka hasret, başka tasa ve başka hicran.
Günlerin aylar, ayların yıllar uzunluğu..
Ve rûhların ahbab, sıla, vuslat susuzluğu,
Duyulur gönlün derinliklerinde sessizce;
Ne melâl türküleri dinler insan her gece!.
* *
Kederi gibi sevinci de boldur hicretin,
Hakk’a götüren yollar arasında en metin..
Büyüklüğe yürüyenler için o bir köprü,
Herkes ona uğramalıydı bundan ötürü.!
Asırlar önceydi; âdet-i ilâhi bu ya;
Tıpkı kabir gecesi gibiydi bütün dünya:
Işığa kapalı sînelerde bir homurtu,
Tıpkı yarasalar şehrâyiniydi her kuytu.
Güneş doğacak diye zulmet çıldırıyordu,
İblis, gönlünce renkli bir hayat sürüyordu.
Yağmura gebe atmosfer sıkışması gibi,
Üst üste bulutlar ki, görünmüyordu dibi.
Kâbe kuluçka gibi inim inim hâliyle,
Yutkunup duruyordu suskun heyecaniyle.
İnanan dudaklarda sımsıkı bir fermuar,
Ezilen rûhlar ümitsizlik içinde zâr zâr...
Bu bin bir gürültü içinde müthiş hissizlik,
Mekân şirke emanet, zamanın dibi delik.
Nebî muzdarip, çevreyse ezâ ile sarsık,
Canlar dudakta fecir bekleniyordu artık...
Tam bu esnada hâdiselerin en garibi,
Bir sepette Musa’nın Nil yolculuğu gibi;
Işıktan adama "Git!” deniyordu şimdilik,
Bir kutlu beldeye ki, yolları hep selvilik...
Arkada O, az önde kudsiler dörder-beşer,
Dirilişe yürüyordu bütünüyle beşer.
Bir sırlı seyahat ki semâvî, fakat yerde,
İçinde dönüş muştusuyla biraz ilerde...
Yürüdüler, Allah’a güvenerek kol kola,
Ve bir gün ulaştılar devlete giden yola.
Mekke’de gurûb tasası, Medine’de şafak,
Dünya yeni bir çağın kapısında ki, apak!
Zamanda hareket, gönüllerde kıpırdanış,
Duyanlar duydu, duymayanınki bir aldanış..
Eridi kardan adamlar O’nun nefesiyle..
Ve dirildi ölü gönüller altın sesiyle.
Artık çark O’na râm ve önünde iki büklüm,
Gündüzler, alnının ziyasından bir tebessüm.
Gönüller "taht-ı revân", O ise bir Süleyman,
Her ululuk bir damla, O ise tam bir umman...
Yürüdü iki cihan atının terkisinde,
Yürüdü, son noktanın bir adım berisinde...
* *
Şimdi sırada tekmil çağın garipleri var,
"Hicret" deyip dökülmüş yollara O’nu arar.
Dolaşıp dururlar her koyda ayrı bir bahar.
Onların bağına dikenler eken gül toplar.
Onların hamurunu Kudret Eli yoğurur,
Onların bağında saksağan tâvus doğurur!
Onlar, varlığın gâye ölçüsünde nüktesi,
Dillerinde ötelerin güftesiz bestesi...
Felek, onların ikbaline boyun eğmekte,
Kader, geçecekleri yollara su serpmekte.
Allah tutkusuyla her zaman başları mahmûr,
İklimleri Cennet kokusuyla buhûr buhûr...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
CİHAD RÛHU
Bir aşktı, bir tutkuydu rûhlarımızda cihad,
Sevdâyla kanatlandık çağlar ve çağlar boyu..
Duygularımız coşkun, gönüllerimiz âbâd,
Koştuk serhatlere her serhat bir ahret koyu...
Kur’ân yeminli gürül gürül atlarımızla,
Geçtik en aşılmaz tepeleri dolu dizgin;
Hülyâlardakine denk erişilmez bir hızla,
Vardık vuslat kapısına rûhlarımız gergin.
Yağdık yağmur gibi toprağı bâkir her yere,
Duygu duygu yeşerdik en münbit tepelerde;
Şehrâynler gibi tüllendi bizimle her yöre,
Tünerken dünya henüz karanlık gecelerde.
Yiğit nârası, at kişnemesi, nal sesiyle,
İnledi yer-gök, inledi yıllar ve asırlar;
Yüce mefkûremizin ışıktan bestesiyle,
Yankılandı dağlar, taşlar ve altın çayırlar...
Girmeden başka arzu, başka hayal araya,
Sînelerimizde şevk, şakaklarımızda ter;
Yolların açıldığı noktalarda ukbâya,
Erdik bir ölümsüzlüğe rûhlarla beraber.
Şimdi bu çerçevede bir gece kasveti var,
Bir hayli serince esiyor poyraz her yerde..
Ne çıkar, az ileride altın saçlı bahar,
Sarmış bütün ufku, tülleniyor perde perde.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
IŞIK YOL
Dinmeyen his, sönmeyen heyecanla dopdolu,
Dolaşıp her yerde O’nu soluklamalısın!
Her zaman bir semâvî seyahate kurulu;
Aşıp mesafeleri O’na ulaşmalısın!
Ufuklar “gel gel” diyor, yıldızlar göz kırpıyor,
Ve panjurlar aralanıyor gibi öteden;
Dalga dalga gözlere güzellikler çarpıyor,
Bütün eşyâ bir büyüyle parıldıyor birden..
Işık yağıyor her yana, rûh nûrla boyanmış,
Hülyâ ebedin sihirli kemendinde tutsak;
Cezbin dirilten iksiriyle Hakk’a uyanmış,
Her lâhza ayrı bir vuslat neşvesi duyarak..
Nûrdan duyguları ve nûrdan kanatlarıyla,
Göğün sonsuzluğunda öteleri süzüyor;
Pişe pişe olgunlaşmış kanaatlarıyla,
Rûhların uçuştuğu iklimlerde geziyor.
Aklın gözlerinde tüllenen ışıkta O var;
Hisseder, en erilmezleri olduğu yerden..
Dolaşır vâdi vâdi her yerde O’nu arar,
Tıpkı ocaklar gibi tüter, yanar derinden.
Hiç durma koş süvarim, koş bu nûrlu ufukta!
Dolmuşken hazır gönlün ebedin sevdâsıyla..
Bu yolda ömür tüketenlere O son nokta,
Bırak oyalanmayı eşyânın rüyâsıyla..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÂTIRA
Nûrlu bir geceydi o eski zaman;
Hülyâlarımda füsunlu hâtıra,
Yağmur nağmeleriyle ara ara,
Boşalıyor gönlümdeki bahara
Uyaran yıldırımlarıyla her an.
Sînemde hep geçmişin mûsıkîsi,
Gürül gürül ve oldukça derinden;
Dalga dalga esen akislerinden,
Şehrâyinler gibi şen günlerinden
Rûhumda tınlayan Cennet bestesi.
Hâlâ taptaze o şi’rin gülleri,
Gülümseyen bir resim kadar sıcak;
Menekşeler gibi hep salkım saçak..
Ve düşlerdeki bahardan daha ak,
Her lâhzası ayrı bir haz günleri...
Güneşi asla batmayan bu dünyâ,
Her yerde ışıktan bir sürü izler..
İzlere yüz süren aydınlık yüzler,
Gerçi şimdilik sâkin ve sessizler,
Ama her rûhta hep o eski rüyâ..
Her ses huzûrla gürleyen bir şarkı,
Neş’eler tülleniyor hülyâlarda;
Yeniden gün döndüğü şu zamanda,
Devran gülde, lâlede, erguvanda,
Tıpkı mâzi gibi.. fark, sırf çağ farkı...
Dört bir yanda dünün soluğu, sesi,
Geceler bir sırlı doğumla gergin;
Duyup sezdiklerimizden de engin,
Geçmişin baharları gibi rengin,
Ufukta tül tül onun emâresi...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAK DOSTU
Hak dostu ezelin komşusu, ebet yolcusu,
Azığı, asâsı, yolu Allah’a emanet.
Hep tecelli avlar, gönlünde ışıktan pusu,
Kemankeşi, yayı, oltası, ağı muhabbet...
Gözleri nergis gibi süzgün, çehresi apak,
Gönlünün kanatları meleklerinkine eş;
Sanki bir miraç şehsuvarı altında burak,
Nazarı ufuk ötesinde, rûhunda ateş.
Tıpkı bir mangal gibi derinliklerinde kor,
Duyguları bahar bulutları gibi yüklü;
Toprak kadar mahviyet içinde, ama vakur,
İçi dalga dalga ummanlardan da köpüklü...
Işıktan dünyasında madde-mânâ iç içe,
Beyan çeşmesinden "ledün" kevserleri akar;
Sûreti, uhrevîliğine ince bir peçe,
Bir gözü dünyaya, öbürü ukbâya bakar..
Hep bir çevgâna benzeyen boynunun halkası,
Sonsuza ulaşma azmiyle yay gibi gergin;
Kaynaya kaynaya buharlaşmadır sevdası,
Kendince zerre gönlü, semâlardan da engin...
Nazarı, meleklerin dolaştığı noktada,
İklimi, dudağı kurumuşların durağı..
Ve her zaman kervanlar konar-kalkar ard arda,
Hızır çeşmesine benzer büyülü otağı.
Gözlerinin içinde sihirli seslenişler,
Çevresinde âdeta bir uhrevî tenhalık;
Bu uhrevî koyda hep ümitli bekleyişler,
Burası Hakk’a bir kapı, kapı da aralık...
Gel sen de kır elindeki benlik kâsesini!
Yürü O’na açılan yolda son hadde kadar!
Duyacaksın her bucakta ezelin sesini..
Hep tüllensin ufkunda solmayan bin bir bahar...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YEŞEREN ÜMİTLER
Tül pembe artık o ümit dolu bekleyişler,
Perde araladı fecir, ufukta sabah var..
Bir ses ırmağı şimdi o içli seslenişler,
Tülleniyor sînelerde rengârenk bir bahar.
Sanki bir başka çerçeve gördüğümüz her yan,
Efsanelere denk köpürüyor güzellikler;
O Bilinmez’den tebessümler yağıyor ayân,
Zarif tepelerin belinde çiçekten kemer...
Hızır-İlyas yan yana ve yer göklere ufuk,
Çemenler rengini tâvus tüylerinden almış.
Şimdi sadece yarasaların boynu buruk..
Ve gece mahlûkları hayrette kalakalmış...
Gezdiğimiz yerlerde gizli hâtif sesleri,
Her taraf lâle dudağı gibi tebessümde.
Sarmış Cennet tutkusu hisleri, hevesleri,
Artık geceler geçmişe denk ayrı bir demde...
Kumru ve bülbül aynı koronun hânendesi,
Mesih’in diliyle Musa’nın eli yan yana;
Zirvelerde duyulan Sonsuz Nûr’un nefesi,
Irmaklar kavuşma çağında bir bir ummana...
Üstümüzde bulutlar, önümüzde selvilik..
Ve göklerin sırları kudsîlerle beraber.
Sonsuza uzayan yollarda hep bir mavilik,
Çekilen çile bu şehrâyin içinmiş meğer..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
IŞIK BELDE
Rengi, deseni, ışığı mâzi kıt’asından,
Tarih enginliğinde süren bir sırlı dünya;
Güneş gibi doğar karanlıklar arasından,
Büyülü maviliğiyle o füsûnkâr rüyâ...
Ufuklar şimdiden göklerle sarmaşır gibi,
Yol boyu yeşillik, ilerde sihirli bir yaz;
Belirir birdenbire o rûh ufku sır gibi,
Duyulur şanlı geçmişin sesi âvâz âvâz...
Geceler ne bilinmezlere kapı aralar,
Öteler duygulara açılır perde perde;
Gökler kandillerle köpürür ve pâr pâr parlar,
Duyulmazlar duyulur bu ışıklı şehirde.
Güneş sabaha yürür, doğar sihirli akşam,
Neş’e ve sevinçle tüllenir halvet demleri;
Yükselir ukbâ râyihaları buram buram,
Şimdiye kadar yükseldiğinden de ileri..
Bu şehirde renk, desen, nakış asla eskimez,
Mevsimler değişse de çiçekler hep salınır;
Burada renkler kış günü bile hazan bilmez,
Bu iklimde rûh kendini cennetlerde sanır..
İrem Bağları bu şehri görse utanç duyar,
Çiçeklerine öteden hep şebnemler iner..
Nergisi, yasemini etrafa koku yayar,
Saksağan bülbüle, dikenler de güle döner.
Her yanda buğu buğu ne güzellikler tüter!
Tıpkı şehrâyin gibi geçer her gün, her gece;
Dört bir yanda en taze sesli kumrular öter,
Yaşarsa insan, bu iklimde yaşar gönlünce...