Bu mektûb, kölelerinin en asagisi olan bu fakîre, ya'nî [(Mektûbât)in birinci cüz'ünü toplamakla sereflenen] Yâr Muhammed Cedîd-i Bedahsî Talkânîye yazilmisdir. Tesavvuf büyüklerinin üç dürlü oldugu ve herbirinin hâlleri bildirilmekdedir:
Tesavvuf büyükleri ?kaddesallahü teâlâ esrârehüm" üç dürlüdür:
Birincilere göre, âlem, ya'nî bütün varliklar, Allahü teâlânin yaratmasi ile disarda vardir. Âlemde bulunan herseyin özelliklerini de Allahü teâlâ yaratmisdir. Insanlari cism olarak bilirler, madde olarak bilirler. Bu cismi de, Allahü teâlâ yaratmisdir derler. Yokluk denizine öyle dalmislardir ki, ne âlemden haberleri vardir, ne de kendilerinden haberleri vardir. Baskasinin elbisesini giymis kimseye benzerler. Bu elbisenin kendilerinin olmayip baskasinin oldugunu bilirler. Böyle bilmeleri o kadar artar ki, elbiseyi, sâhibinde bilirler, kendilerini çiplak sanirlar. Böyle bir kimseyi (Sekr), sü'ûrsuzluk hâlinden kurtarip, (Sahv) sü'ûrlu hâle getirirlerse, ya'nî Fenâdan sonra Bekâ ile sereflendirirlerse, elbiseyi kendi üzerinde görür. Fekat, baskasinin oldugunu iyi bilir. Çünki önceki Fenâ, simdi bilgi ile birlikdedir. Elbiseye tutulmasi, bagliligi hiç kalmamisdir. Bunun gibi, kendi üstünlüklerini, iyiliklerini, elbise gibi baskasinin bilirler. Fekat, bu elbiseyi vehmde, hayâlde bilirler. Disarda elbise yokdur. Kendilerini çiplak sanirlar. Böyle görüsleri, öyle çogalir ki, vehmdeki elbiseyi de atarlar. Kendilerini çiplak bulurlar. Sekrden kurtulup sahva gelince, vehmdeki elbiseyi de yanlarinda bulurlar. Fekat, birinci sahsin Fenâsi tâmdir. Bundan hâsil olan Bekâsi da dahâ olgundur. Bunu, insâallahü teâlâ dahâ sonra açiklayacagiz. Bu büyükler, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at âlimlerinin ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" Kitâbdan ve sünnetden çikardiklari ve sözbirligi ile bildirdikleri îmân bilgilerinin hepsine, öylece inanirlar. Kelâm âlimleri ile bunlarin arasinda hiçbir ayrilik yokdur. Kelâm âlimleri, bu bilgileri ögrenerek ve düsünerek bulmuslar. Bunlar ise, kesf ile, zevk ile anlamislardir. Bu büyükler, âlemin Allahü teâlâya hiçbir bakimdan benzerligi, bagliligi yokdur derler. Nerede kaldi ki, Onun kendisidir veyâ parçasidir demis olsunlar. Allahü teâlâ, Mâlikdir, yaraticidir, insanlar ise, Onun kullaridir ve mahlûklaridir derler. Kendilerini hâl kaplayinca, bu bagliligi bile unuturlar. Tâm fenâ ile sereflenirler. Tecelliyât-i zâtiyyeye kavusurlar. Sonsuz tecellîlere mazhar olurlar.
Tesavvuf büyüklerinin ikincisi, âleme Hak teâlânin zilli, görüntüsü derler. Fekat bunlar da, âlemin disarda mevcûd, var olduguna inanirlar. Bu varlik, kendi varliklari degildir. Bir görüntü gibi varlikdir derler. Bu varliklar, Allahü teâlânin varligi ile disarda mevcûddür derler. Insan ile gölgesi gibidir. Bir insanin gücü yetse, kendi sifatlarini, özelliklerini, meselâ bilgisini, gücünü, irâdesini, hattâ aci ve tatli duymasini, kendi gölgesine de verebilse, meselâ o gölge atese rastlarsa aci duysa, akli olan ve âdetlere uyan bir kimse, o gölgenin sâhibi aci duydu demez. Üçüncü kism âlimlerinin böyle dediklerini asagida görecegiz. Bunun gibi, insanlarin kötü islerinin hiçbirine, Hak teâlânin isidir denilemez. Meselâ gölge, kendi istegi ile hareket etmis olsa, gölgenin sâhibi olan kimse, hareket ediyor denilemez. O kimsenin gücü ile ve irâdesi ile hareket ediyor denilebilir. Böylece, mahlûklarin islerini Allahü teâlâ yaratmakdadir. Kötü seyleri yaratmak, kötü degildir. Belki kötü seyleri yapmak ve kesb etmek kötüdür.
Tesavvuf büyüklerinin üçüncüsü, vahdet-i vücûde inanirlar. Hâricde yalniz birsey vardir derler. Bu bir varlik, Hak teâlânin zâtidir, kendisidir derler. Âlem hâricde yokdur. Ilmde vardir derler. Varlikdan hiçbir koku tatmamisdir derler. Bunlar da, âlemi Hak teâlânin zilli bilirler. Fekat, bu zil olan, görüntü olan varlik his mertebesindedir. Dogrusu disarda hiçbirsey yokdur derler. Hak teâlânin zâtinda kendi sifatlari ve mahlûklarin sifatlari vardir bilirler. Bu sifatlarin yukardan asagi azalma derecelerini, mertebelerini sayarlar. Her mertebede, o bir zâti, o mertebeye uygun özelliklerde birlikde bilirler. Aciyi, tatliyi duyan hep odur. Fekat vehmde, hisde var olan bu zil, gölge gibi perdeler arkasinda durmakdadir derler. Bunlarin sözlerinin akla ve islâmiyyete uymayan yerleri çokdur. Böyle yerlere cevâb vermek için çok sikinti çekerler. Bunlar da, kavusmus ve kavusduklari derecelere göre yükselmisdir. Fekat bunlarin sözleri, müslimânlarin yoldan çikmalarina sebeb olmakda, ilhâd ve zindikliga sürüklemekdedir.
Birinciler en kâmil, çok tâm ve sakatsiz ve Kitâba, sünnete uygundurlar. Sakatsizliklari ve uygunluklari meydânda ise de, olgun ve temâm olmalari söyledir ki, insanin varliginin birkaç mertebesi, çok latîf ve maddelikden çok uzak olup, baslangica benzemekde, oraya tâm bagliligi bulunmakdadir. Insandaki, (Hafî) ve (Ahfâ) böyledir. Bunun için, birçoklari, sirrin Fenâsina kavusduklari hâlde, bu mertebeleri baslangicdan ayiramamislar. Böylece (Lâ ilâhe) derken, bunlari yok bilememisler, bunlari baslangic ile karisdirmislar, birlesdirmisler. Kendilerini Hak teâlâ sanmislar, disarda [ya'nî ilmde ve vehmde degil, bunlarin disinda] yalniz Hak teâlâ vardir. Bizim hiç varligimiz yokdur demisler ise de, disarda çesidli eserler bulundugundan, ilmde var olduklarini söylemislerdir. Yine bundandir ki, (A'yân) ya'nî esyâ, varlikla yokluk arasinda bir geçiddir demislerdir. Mahlûklarin varliklarinin mertebelerinden birkaçinin baslangicdan baska olmadigini görerek, varliklari lâzimdir diyemedikleri için, varlikla yokluk arasinda geçid olduklarini söylemislerdir. Böylece, mahlûklara vâciblikden birsey bulasdirmislardir. Bu seylerin, mahlûklarin oldugunu, fekat ismde ve görünüsde olsa bile, Vâcibe benzediklerini anlamamislardir. Bu seyleri baska bilselerdi ve mahlûklari Vâcibden tâm ayirsalardi, kendilerini Hak teâlâ olarak hiç görmezlerdi. Âlemi, Hak teâlâdan ayirirlardi. Varligin bir oldugunu sanmazlardi. Bir kimseden eser bâkî kalmadikca, kendinden eser kalmadigini bilse bile, kendini Hak bilmez. Bu da, onun kisa görüslü olmasindandir.
Ikinci âlimler, her ne kadar bu mertebeleri de baslangicdan ayri gördüler ve (Lâ ilâhe) derken yok bildiler. Fekat, aslin zil ile olan bagliligindan dolayi, bunlarin varliklarinin artiklarindan birsey, mevcûd kaldi. Çünki, zillin asla bagliligi vardir. Zil ile aslin baskaligi görüslerinden gayb oldu.
Birinci âlimler, Peygamberlerin sonuncusuna ?aleyhi ve aleyhim minessalevâti etemmühâ ve minettehiyyâti ekmelühâ" çok bagli olduklari için, mahlûklarin bütün mertebelerini, Vâcibden ayirdilar. Bunlarin hepsini (Lâ ilâhe) derken yok etdiler. Mahlûklarin Vâcib ile hiçbir bagliligini görmediler. Ona hiçbir benzerlikleri yokdur dediler. Kendilerini, güçsüz, kuvvetsiz bir kul olmakdan baska bilmediler. Onu, kendi sâhibleri ve yaraticilari olarak bildiler. Kendilerini sâhib sanmak veyâ Onun gölgesi sanmak, bunlara çok agir gelmekdedir. Arabî misra' tercemesi:
Herseyin sâhibine gelen ne, topraga düsen ne?
Bu büyükler, herseyi Hak teâlânin mahlûklari bildikleri için severler. Hersey, gözlerine sevgili görünür. Mahlûklarin kendileri gibi, isleri de, Allahü teâlânin mahlûku olduklari için, hepsine boyun eger, begenirler. Hiçbir isi begenmemezlik etmezler. Islâmiyyetin begenmedigi seyleri, islâmiyyete uyduklari için begenmezler. Tevhîd-i vücûdî sâhibleri, herseyi, Hak teâlâya mazhar olduklari için, hattâ Ondan baska olmadiklari için, sevdikleri ve boyun bükdükleri gibi, bu büyükler, Hak teâlânin mahlûklari olduklari için sever ve teslîm olurlar. Fârisî misra' tercemesi:
Yollarin nerden ayrildiklarini iyi gör!
Sevgili az sevilse de, ondan baska olmiyan seyin de, o kadar sevilecegini herkes bilir. Fekat, sevgilinin kullarini, yapdiklarini ve kölelerini sevebilmek için, sevgilinin çok sevilmis olmasi lâzimdir. Bu büyüklerin vilâyet makâmlarinin en sonu olan (Abdiyyet), ya'nî kulluk makâmindan tâm paylari vardir. Bu seçilmislerin hâllerinin dogru oldugunu gösteren en kuvvetli delîl, isâret, kesflerinin hepsinin Kitâba ve sünnete ve islâmiyyetin açikca bildirdigi seylere tâm uygun olmalaridir. Islâmiyyetden kil ucu kadar ayrilmamislardir. Ey Allahimiz! Muhammed aleyhisselâm hurmetine ?sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve selleme ve bâreke", bizleri, bu büyükleri sevenlerden ve onlara uyanlardan eyle!
Bu satirlari yazan dervîs, önce tevhîd-i vücûdîye inaniyordum. Çocuklugumdan beri tevhîd bilgileri içindeydim. Buna inancim tâmdi. O zemân tevhîd hâllerim de yokdu. Tesavvuf yoluna girince, önce tevhîd yolu açildi. Çok zemân, bu yolun makâmlarinda dolasdim. Bu makâmlara uygun çok bilgiler edindim. Tevhîd-i vücûdî sâhiblerine gelen hâller ve çözülemiyen bilgilerin hepsi, kesflerle ve akip gelen bilgilerle çözüldüler. Çok zemân sonra, bu dervîsi baska bir nisbet, baglilik kapladi. Bu nisbet kuvvetlenince, tevhîd bilgileri durdu. Fekat, o bilgileri yine begeniyordum, inkâr etmiyordum. Böyle uzunca bir zemân geçdi. Sonunda, onlari begenmez, inanmaz oldum. Bu mertebenin çok asagi oldugunu ve zil makâmlarina yükselmek lâzim geldigini gösterdiler. Fekat, bu inkârim elimde degildi. Bu makâmdan ayrilmak istemiyordum. Çünki tesavvuf büyüklerinin çogu, bu makâmda bulunmakdadir. Zil makâmina yükselince, kendimi, bütün âlemi, zil, gölge gibi buldum. Yukarida bildirilen, ikinci âlimler gibi oldum. Önceki makâmdan, buraya çikardiklarini istemedim. Çünki, vahdet-i vücûdü dahâ yüksek biliyordum. O makâm, buna tâm uygundu. Büyük bir ni'met ve merhamet olarak, (Zil makâmi)ndan da yukari götürdüler. Abdiyyet, kulluk makâmina ulasdirdilar. Bu makâmin dahâ olgun oldugu göründü. Yüksekligi anlasildi. Önceki makâmlardan pismân oldum. Tevbe etdim. Bu dervîsi, bu yollardan geçirmeselerdi ve birbirlerinden üstünlüklerini göstermeselerdi, bu makâma getirilmekle alçaldigimi zan edecekdim. Çünki önceleri, Tevhîd-i vücûdîden dahâ yüksek makâm yok saniyordum. Dogruyu açiga çikaran, Allahü teâlâdir. Dogru yolu gösteren yalniz Odur.
Bu fakîrin mektûblarinda ve kitâblarinda ve belki her sâlikin sözlerinde bulunan bilgilerin ve ma'rifetlerin, baska baska olmasi, kavusulan makâmlarin baska baska olmalarindandir. Her makâmin bilgileri, ma'rifetleri baskadir. Her hâli bildiren söz baska olur. Görülüyor ki, bilgilerde baskalik, ayrilik yokdur. Ahkâm-i ser'iyyenin zemânla degisdirilmis olmasi gibidir. Bu sözleri, te'assubla, inâd ile karsilamayiniz! Sallallahü teâlâ alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âlihi ve sellem!