-
Cevap: Mustafa Sungur
"Bunlarla iftihar ediyorum"
"Yine bir gün Isparta'da odasında idik, jet uçakları geçmişti evin üstünden. Gürültülerini duymuştuk. Hazret-i Üstad derinden derine sevinçli bir halde şöyle buyurdu:
"Ben bunlarla iftihar ediyorum. Benim nev'imin icadı olduğu için, sair kainat kardeşlerime karşı nevimin hesabına iftihar ediyorum.'
"1951 sonbaharlarında Eskişehir'de hizmetinde bir müddet bulunduktan sonra Hazret-i Üstad, tekrar beni Ankara'ya gönderdi ve havacılardan Başçavuş Ahmet kardeşi hizmetinde bulundurdu. O zaman Eskişehir'de çok canlı bir cemaat mevcuttu.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Şeyh Hacı Hilmi Efendi"
"Muttalipli Şeyh Hacı Hilmi Efendi, Hazret-i Üstadımıza yakından alakadardı. Hem o, hem Çalışkan'ların babaları Şeyh Hacı Ali Efendi gibi Konya civarlarında da Seydişehirli Hacı Abdullah Efendinin mensupları, umumiyetle Nur'a talebe olmuşlardı. Hazret-i Üstad bu merhum büyük veli zatı rahmetle yad ederdi. Ve 'Seydişehirli Hacı Abdullah Efendinin bütün mensupları benimle alâkadardır. Risale-i Nur'a âlakadarlık gösteriyorlar' derdi. Bir gün Hz. Üstad, odanın anahtarını bana vermişti. Kapıyı da onun emriyle kilitlemiştim. Ben dışarıda iken Hacı Hilmi Efendi gelmiş, sonra geri gitmiş. Hz. Üstad, 'Bunda bir hikmet var' dedi. Sonra geri geldi, görüştüler.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Gençlik Rehberi davası için Üstad İstanbul'a geldi"
"Ben Ankara'ya gittikten bir müddet sonra Hazret-i Üstadımız, Isparta'ya gitmişlerdi. Orada Hüsrev Ağabeyin oturduğu evin üst kısmında bir müddet ikamet buyurduktan sonra, Gençlik Rehberi Mahkemesi dolayısıyla İstanbul'a geldiler. Hanımlar Rehberi'ndeki "Hasbihal" ve Nur Âleminin Bir Anahtarı'ndaki mektup o senede bir kısmı Isparta'da, bir kısmı da İstanbul'da neşredilmiştir.
" İstanbul Mahkemesi ve o sebeple İstanbul'da ikameti, çok hizmetlere medar olmuştur. Kendileri bu husus için, Nur Âleminin Bir Anahtarı'nda dercedilen bir mektubunda şöyle der:
"Size bütün ruh'u canımızla müjde veriyoruz ki, Nurculardaki tam ihlâs ve hakiki sadakat ve sarsılmaz tesanüd vesilesiyle başımıza gelen bütün musibetler, hizmet-i imaniyemiz noktasında büyük nimetlere çevrilmiş ve perde altında hatır ve hayale gelmeyen Nur'un fütuhatları oluyor...
"Meselâ, Isparta'dan buraya mahkemeye gelmekliğim için yüz banknot, otomobile mecburiyetle verildi. Sizi temin ediyorum ki; yalnız bu meselede ve yalnız Rehber'e ait ve yalnız benim sahsıma ait meydana gelen ve gelmeye başlayan netice-i hizmete, iki bin banknot verseydim yine ucuz sayacaktım. Umuma ait neticeleri de buna kıyas edilsin... Said Nursî.'
"Gençlik Rehberi Mahkemesi, üniversite talebesi Muhsin Alev'in aynı eseri tab etmesinden dolayı açılmıştı. Hazret-i Üstadın İstanbul'a teşrifleri İstanbul âfakında heyecan ve sürur uyandırdı. Yeni nesil, gençlik arasında büyük bir sevgiyle karşılandı. Nur'ların bundan sonra daha da intişarına, inkişafına, okunmasına ve yayılmasına vesile oldu. İstanbul, çok cihetlerden merkeziyet arzeden bir beldedir. Bilhassa her türlü neşriyatın merkezidir. Elbette Risale-i Nur burada, İstanbul'da, merkezî bir hüviyetle varlığı, neşri, hizmeti, umum Anadolu'ya, dünyaya, Nur'un sesini duyurması noktasından ehemmiyetli idi.
"Hz. Üstad Ankara, İstanbul, Urfa ve Diyarbakır gibi yerlerle bizzat alakalanmış, kendisine hizmet merkezleri kabul etmiştir. Her birisi merkezi bir mana taşıyordu. Bu itibarladır ki, bu merkezlerde çalışan, hizmet eden Nur talebelerine Hz. Üstad ayrıca önem verirdi.
"O zaman İstanbul'da Hz. Üstadın eski talebelerinden çoklar vardı. Ve Denizli hapsinde yatan Van'daki eski talebelerinden Seyyid Şefik Efendi ve Gönenli Mehmet Efendi ve Medresetü'z-zehra erkânlarından Refet Bey ve Hafız Emin gibi talebelerinden çoklar vardı.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Hz. Üstadımız talebelerine metanet bahşeden iltifatlarda bulunurdu"
"Yeni Said'in, yani Hz. Üstadın artık son hayatının, son hizmet devresinin hâdim ve naşirlerinden de Cenab-ı Hak fedakâr genç Saidleri ihsan buyurmuştu. O zaman İstanbul'da başta Ahmet Aytimur, Ziya, Abdülmuhsin olarak Üzeyir, Galib, Hakkı ve Mehmet Fırıncı gibi genç Saidler hizmet-i Nuriyeyi omuzlamaya başlamışlardı. Sonra Mehmed Emin Birinci de İstanbul'daki hizmete dahil oldu.
"Hz. Üstadın İstanbul'a gelişleri ile yeni hizmet ve yen bir neşriyat kadrosu da, Rahmet-i İlahiye tarafından ihsan ediliyordu. Lillahilhamd hem İstanbul, hem Ankara, hem Urfa ve Diyarbakır gibi Nur'un hizmet merkezleri meydana gelip kısa bir zamanda her tarafa Nur'un yayılmasına vesile oldular. Hz. Üstadımız muhtelif vesilelerle görüştüğü Nur hadim ve naşirlerine, talebelerine gayret, sabır, metanet bahşeden iltifatlarda bulunurlardı.
"Üstadımız duaları, teşvik ve terğipleri ise, hizmet edicilere ruh hükmüne geçmiştir. Çünkü onun mübarek nefesi, hayat bahşeden bir tiryak gibi idi. Bakışı da, nazarı da aynen öyle... İşin aslı zaten, bir ruh-u kudsînin ayrı ayrı teveccühleridir. Üstadımız Ahmet Aytimur'a defaatle;
"Seni on şeyhülislâm yerinde, on fetva emini Ali Rıza yerinde kabul ediyorum' diye iltifatta bulunurdu. Mehmet Fırıncı'ya da bir gün, İstanbul'un Hüsrev'i demişti. Her bir talebesine böyle iltifatları olur, onlara sarsılmaz bir metanet kaynağı lütfederdi. Ben şimdi hepsini hatırlayamıyorum ve bilemiyorum. Hz. Üstad, görüştüğü ve ziyaretine gelenlere, talebelerine her birisine böylece ayrı ayrı tebrik ve iltifatlarda bulunurdu.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Nur'un en büyük kahramanı"
"Üstadımızın bu şekil talebelerine iltifatkar sözleri, yabana atılacak (hâşâ) kuru laflar değildir. O mühim zamanlarda, talebelerini azami fedakârlığa sevkeden birer İlâhi tecelli idi onlar... 1958 Ankara mahkemesinde avukatımız olan ve sonra Hz. Üstadın da avukatlığını üzerine alan Bekir Berk'e;
"Nur'un en büyük kahramanı, Nur'un en büyük kahramanı' vesaire iltifatları, bilâhare 1971 İzmir mahkemesinde Savcı Nureddin Sayer'in Hz. Üstada, Nur'a ve Nurculara çok dehşetli hücumu esnasında, Bekir Berk'in pervasız çıkışı ve Üstadı kahramanca müdafaası gibi sair fedakarane hizmetleri, Hz. Üstadımızın beyanlarını teyit etmiştir.
"Isparta Mebusu Dr. Tahsin Tola anlatıyor:
"1956'dan sonra Risale-i Nur'un resmen neşri gibi hizmetlerin ifası zamanında, Hz. Üstadı Isparta'da ziyaret etmiştim. Çok iltifatlarda bulundu. Ve ' Hatta aynen yanımdakilerle berabersiniz. Bana öyle deniyor' gibi cümleler mübarek lisanından dökülüyordu.'
"Bütün bunlar, gerçekte var olan, nefsülemirde mevcut olan, bir kudsi hakikatın tereşşuhatlarıdır. Veya Hz. Üstad öyle kabul ediyor, dua ediyor ve temenni ediyordu. Aslında malum olduğu üzere, Cenab-ı Hakkın nazar-ı takdiri ve kabulü esastır. Ve bu daire hayattar, ruhani, nurani bir dairedir. Herkes ihlasına, sadakat, sebat ve fedakârlığına göre, hakikat âlemine ne aksederse, ona nail olur. Hz. Üstadımızın iltifatları, o hakikatlerin bayanıdır. Veya bir dua-yı manevidir veya bir temennidir veya hayattar bir ricadır. Cenab-ı hak öyle kabul eder, Allahu âlem. O kudsi ruh, ayrı ayrı kabiliyetleri böylece çalıştırmşır, hakikat canibine sevketmiştir. Cenab-ı Haktan bütün Esma-yı Hüsnasını şefâatçı yaparak niyaz edip yalvarıyoruz ki, bizi ihlas-ı etemme nâil buyursun. Sırat-ı müstakimde hak ve hakikat yolunda ve onun bu asırdaki tezahürü Risale-i Nur dairesinde kemal-i sadakat ve metanetle daim yürütsün ve rıza-yı kudsîsine ulaştırsın. Amin, bihürmeti seyyidi'l-mürselîn.
"Malatya hadisesi diye adlandırılan Ahmet Emin Yalman'ın yaralanma hadisesi, dindarlara, milliyetçilere karşı cephe almaya vesile oldu. O sebeple geniş tevkifat başladı. Demokratları iğfal ettiler. Bütün milliyetçi kadroları tasfiyeye, şubelerini kapatmaya başladılar. Ve bunun neticesi olarak geniş dairede intibaha başlayan milliyetçi, mukaddesatçı cereyan geri çekildi ve Demokratların ileride başını yiyen solculuk gayretleri meydan bulup, fırsat bulup yeniden canlanmaya başladı. İktidar partisinde bulunanlar sağ, sol ikisine de çatmaya başladılar Hz. Üstad Bediüzzaman bu hususta ikazlarda bulundu. Sağa çatmanın sola yardım olacağını ihtar etti. İşte o ikazlardan birisi budur:
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Küfür ile iman ortası yoktur"
"Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyete karşı komünist mücadelesi, ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası üç meslek icab ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. 'Sağ İslâmiyet, sol komünistlik; ortası da nasraniyet' diyebilirler. Fakat bu vatanda küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü hakiki bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.
"...İnşaallah, Maarif ve Adliye Vekilleri gibi sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikatı tam anlayacaklar. Sağ-sol tâbiri yerine, hak ve hakikat ve Kur'an ve îman kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşilikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya çalışmalarını Rahmet-i İlâhiyeden niyaz ve rica ediyoruz... Said Nursî.'
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Malatya Hâdisesinin tesirleri"
"Malatya Hâdisesinin tepkileri mukaddesatçı muhitte, yani umumiyetle Türk milletinde büyük oldu. Bir tek Ahmet Emin Yalman'a kurşun sıkılması, sanki hükümet siyasetinin ve devlet idaresinin yön değiştirmesine sebep olup 27 yıllık ceberut idareden sonra bir parça nefes alarak varlığını duyurmaya kalkışan milliyetçi, mukaddesatçı, hürriyetçi çevreler, susturulmaya başlandı. Göz dağı verildi. Tevkifler başladı. Ve Başvekilin o malum Gaziantep nutku, Demokrat Parti'de bulunan dindar Demokrat mebusları da hedef alan ve milliyetçi çevrelerde, 180 derece yön değiştiren bir üslûp ve davranış olarak kabul edildi. Zaten idarî iktidardan düşmemiş olan eski zihniyet, Demokrat reislerin bazı desise ve iğfalata, tahrikata kapılarak yaptıkları hareketler ve galeyanları neticesi, tekrar kuvvet buldu. İrtica irtica diye vaveylaya başlayan solcular, dindarlara ve dolayısıyle Demokrat idareye karşı hücuma geçti.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Hakiki irtica nerede ve kimde"
"O zaman Hz. Üstadın, 'Kardeşlerim! Sizce münasip ise, Başvekile ve dindar mebuslara verilmek üzere ihtara binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli bir hakikattır' başlığı altında kaleme alıp neşrettiği mektubu, dindarlara irtica ithamlarına çok yerinde bir cevaptır. Hz. Üstad bu yazılarıyle hakiki irticanın nereden ve kimde olduğunu ortaya koyuyor. Gönül isterdi ki, Emirdağ Lahikası'ndaki o mektubu, olduğu gibi aynen dercedeyim. Siyasîler, idareciler, ehli maarif herkes okusun da, o zamanlarda gerçeği haykıran ve az zaman sonra, hadiselerin kendini te'yid ettiği (lisanü'l-hak) Hz. Üstad anlaşılsın. O mektubun mukaddemesinde diyor:
"Kırk seneye yakın siyaseti terkettiğimden, ekser hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye ile meşgul olmadığımdan büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bugünlerde o tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve hükûmet-i İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlamakta olduğunu hissettim. Mecburiyetle, İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye hamiyet ile çalışanlar için bana manevî bir ihtar edildiğinden 'Üç Nokta'yı beyan edeceğim:
"Birinci nokta: Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir 'irtica ile itham' kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat'iyyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedevîliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları, gaddarâne bir itham ile ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i îmaniye cihetiyle, değil dini siyasete âlet yapmak; belki de siyaseti dine âlet ve tâbi yapmakla; tâ İslâmiyetin kuvvet-i mâneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dört yüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zâlim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak 'irtica' damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır. Nümunelerinden birinci nümunesi: Bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak ikinci noktada beyan etmek zamanı geldi. Menşeleri iki kanun-u esasiye istinad eden iki irtica var... ilâ âhir.'
-
Cevap: Mustafa Sungur
"En büyük ispat"
"Malatya Hadiselerinin neticeleri Nur dairesinde de görüldü. O zaman Samsun'da Büyük Cihad adiyle haftalık bir gazete çıkıyordu. O zaman Hz. Üstaddan gelen mebuslara, heyet-i vekileye hitaben yazılan bazı yazıları o gazeteye gönderiyorduk. O gazete, Hz. Üstadın bir yazısının başına ve sonuna ilave notlar koyarak neşretmiş, yazının başlığına da 'En büyük ispat' koymuş. Demokratların aleyhine, 'İşte Said Nursi'ye yapılan bu muameleler Demokratların din lehinde olduğunu tekzip ediyor' diye ilâve koyuyor. Bunun üzerine savcılık harekete geçerek. Hz. Üstadın ifadesini almak üzere Emirdağ'a talimat yazmış. Ben o ifade zamanında Emirdağ'da Hz. Üstadın yanında idim. Savcılıkça ifadeye geldiler. Ben baktım ki, bizim Ankara' dan gönderdiğimiz yazı. Hz. Üstadımızın ifadesinde; mebuslara hitaben şekva tarzında yazdığını, Samsun'da Büyük Cihad'a birisinin göndermiş olabileceğini ifade buyurdu. Ama ben de Hz. Üstada demedim, 'Ben gönderdim diye... Bizim gönderdiğimizi manen biliyordu kanaatindeyim.
-
Cevap: Mustafa Sungur
"Samsun'da açılan dava"
"Sonra ağır ceza mahkemesine Samsun'da dava açılmış; hem Üstadımız aleyhine, hem gazete müdürü aleyhine... Gazetenin Neşriyat Müdürü Hüseyin Yücel tevkif edilmiş haberini duyduk. Sonra beni tekrar Hz. Üstad Ankara'ya gönderdi. O zaman Hacıbayram yakınlarında tek bir oda tutmuş, orada kalıyordum. Teksirle neşredilen eserleri yeni ve eski isteyenlere veriyorduk. Fakat takibat altında idik. Samsun'da gazete idarehanesinde yapılan aramada bizim mektuplarımız ele geçmekle telgrafla bizim de tevkifimize karar verilmişti. 19 Şubat 1953 günü tevfik edilerek Samsun'a sevkedilmek üzere Ankara Cezaevine gönderildik. Dokuzuncu koğuşta, kule altında, bir aya yakın kaldık. Kule altında komünizmden mahkûm bir öğretmen ve Ticani Şeyhi Kemal Pilavoğlu ve o zamanda Ticani hadisesini planlayan ve ikinci adam olarak bilinen Kâmil Tunalı ile bir kaç Müslüman vardı. Bir de Mehmet İzzeddin adında Urfalı, meczub, mübarek bir derviş de bulunuyordu.