Printable View
Hz. Aişe (r.ah.)
Allah Resulü'nün (a.s.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Her kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Her kim de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmayı hoş görmez," buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Peygamberi, bu, ölümden hoşlanmamak mıdır? Öyle ise bizler hepimiz ölümden hoşlanmayız dedim. Bunun üzerine Allah Resulü: "Öyle değil, lâkin Mümin Allah'ın rahmeti ile, rızası ile ve Cenneti ile müjdelendiği zaman, Allah'a kavuşmayı sever, Allah da o mümin kula kavuşmayı sever. Kâfir olan ise Allah'ın azabı ile, hoşnutsuzluğu ile müjdelendiği zaman Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4845
Emeğine sağlık Gülüm Allah(c.c) razı olsun...
Cevap: Her Gün Bir Hadis
Hadîs-i şerîfte varîd olmuştur ki:
“Cenâb-ı ALLAH, kıyâmet gününde mahlûkatı topladığında bir münâdî
şöyle seslenir:
- Karşılıksız iyilik yapanlar nerede?
İnsanlardan bir cemâat kalkar, süratle cennete doğru yürür
ve melekler onlara yetişip şöyle derler:
- Biz sizin süratle cennete koştuğunuzu görüyoruz, siz kimsiniz?
Onlar da derler ki:
- Karşılıksız iyilik yapanlarız. Melekler tekrar:
- Sizin karşılıksız iyi davranışlarınız nelerdir, diye
sorarlar. Onlar da:
- Biz zulme uğradığımızda sabrettik, bize bir
kötülüğü dokunanı afvettik, derler. Onlara:
- Giriniz cennete, denilir.
Sonra bir münâdî daha:
- Sabır ehli nerede, der. Ve yine bir cemaat
kalkar, süratle cennete doğru yürürler. Melekler
onlara da yetişir ve:
- Sizin süratle cennete gittiğinizi görüyoruz.
Siz kimsiniz, diye sorarlar. Onlar da:
- Biz, ehl-i sabırız,derler. Melekler tekrar:
- Sizin sabrınız neye karşıdır, derler. Onlar da:
- Biz ALLAH’a tâat hususunda sabrederiz, yine biz
ALLAH’a isyandan kaçınmada sabırlıyız. Onlara denilir ki:
- Girin cennete!
Böyle hareket edenlere ne mutlu!..
Hakk teâlânın emirlerine sarılmak ve yasaklarından
kaçınmaktan başka çare olmadığı gibi halkın hukûkuna
riâyet göstermek ve onlara ünsiyet etmekten başka
çıkış yolu da yoktur. Nitekim “ALLAH’a tâzim ve
ibâdet, mahlûkata şefkat ve merhamet...” kâidesi
bu hukûkun edâsını beyân eder.
Bu iki emrin yalnız biriyle yetinmek kusûrdur.
Zîra bütünün bir parçası ile yetinmek kemal
halinden uzaklıktır. Halkın ezâsına tahammül
zarûrî olduğu gibi onlarla iyi geçinmek de vâciptir.
ALLAH yolunda olana lâzım olan devamlı sûrette
fakr ve zillet duygusuyla mütevâziâne tazarrû ve
ilticâyla kulluk vazîfelerini edâ, şer’î hudutları muhâfaza,
sünnet-i seniyyeye tâbi olmak, hayır yolunda niyetlerini
sâlim kılmak, zâhir ve bâtınını mâmur etmek, kendi
ayıplarını görmek, Cenâb-ı Hakk’ın intikamından korkmak,
kendi hasenâtı çok olsa bile az, seyyiâtı az ise de çok
addetmek, şöhret âfetinden korkmak ve ürkmektir.
Kişi işlerine ve işlerindeki niyete -sabah aydınlığı gibi
zâhir ve âşikâr olsa bile- ihtimam göstermeli ve iyi
hallerine de asla güvenmemelidir. “Sadece din hizmetindeyim,
şeriata teşvik ediyorum, halkı Hakk’a dâvet ediyorum.”
diye bu amellerine îtimad edip de kendi halini iyi ve
hoş görmemelidir. Bu gibi haller ve fevkalâde durumlar
zaman zaman kâfir ve fâcirden de zuhûr edebilir.
Nitekim Peygamberimiz -sallALLAHu teâlâ aleyhi ve sellem-:
“ALLAH bu dîni fâcir bir adamla da teyid eder.”
buyurmuşlardır. Bu duruma göre nefs terbiyesiyle
meşgul olan mürîd, onu arslan gibi bilmeli ve ondan
zuhûr edebilecek her türlü istidrâca hazır olmalıdır.
Çünkü bu neviden istidraçlar mürîdin ayağını kaydırabilir.
Kalbe ârız olan zulmet ve kederin izâlesi tevbe,
istiğfâr, nedâmet ve ilticâ ile mümkün olur. Dünya sevgisi
sebebiyle kalbe düşen zulmet ve kederin izâlesi ise pek zordur.
Nitekim Rasûlullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem-:
“Dünya sevgisi her günâh ve hatânın başıdır.
” (Keşfü’l-Hafâ, I, 413) buyurmuştur. ALLAH teâlâ
cümlemizi dünya ve dünya ehline muhabbetten ve onlarla
münâsebet ve ihtilattan kurtarsın. Zîra dünyayı ve
ehlini sevmek öldürücü bir zehir, helâke götüren bir hastalık,
büyük belâ ve korkulu bir derttir.
(İmam Rabbanî Mektûbat, I, 135)
ALLAH Teâlâ buyuruyor ki:
“Kâfirlerin müslümanları irtidâda icbar etmelerinin sebebi
onların dünya hayâtını âhiret üzerine tercih etmeleridir.
ALLAH teâlâ kâfir olan kavmi hidâyette kılmaz.”
(Nahl sûresi, 107)
Kâfirlerin, bekâsı olmayan ve zevâle mâruz
olan dünya hayâtını, muhabbetleri sebebiyle âhiret
üzerine tercih ederek hevâ-yı nefsaniyyelerine tâbî
olmaları, kendilerinin küfür üzerinde ısrarlarına ve
başkalarını da küfre icbar etmelerine sebeb olmuştur.
Binaenaleyh bu sûretle kâfirlerin irâdelerini küfre sarf etmeleri
sebebiyle ALLAH teâlâ onları tarîk-ı necâta ulaştırmaz ve
hidâyet etmez.