-
Cevap: islam tarihi
Alaeddin Meliksah:
Mama Hatun'un Saltuklu tahtından uzaklaştırılması üzerine yerine yeğeni Alaeddin Melikşah geçti (597/1200-1201).
Bu dönemde Anadolu'daki diğer beylikler gibi Saltuklular da Anadolu Selçuklu devletinin tehdidine maruz kalmışlardı. Anadolu'nun fethinde, Rumlar ve Gürcüler'le yapılan savaşlarda, Azerbaycan ve Türkistan'dan gelen göç ve ticaret yollarının açık tutulmasında önemli rol oynayan Saltuklu hanedanı, son zamanlarında Gürcü saldırılarına karşı mukavemet edemez olmuştu. Azerbaycan atabeği Kızıl Arslan (1191) ve Ahlat şahı Beğtimur'un (1193) ölümlerinden sonra Gürcüler Kafkaslar'dan inerek Türk topraklarını işgal ve yağma etmeye, masum halkı öldürmeye başlamışlardı. Nitekim yukarıda ifade ettiğimiz gibi Nâsireddin Muhammed devrinde Erzurum'a kadar gelerek surlar dışındaki halkı esir etmeleri üzerine şehirlerini canla başla savunan Erzurumlular karşısında geri çekilmişlerdi. Daha sonra Kars üzerine yürüyerek şehri istilâ etmeleri, Türkler için çok büyük bir felâket oldu.
Bu sebeplerden dolayı Anadolu Selçuklu sultanı Rükneddin Süleymanşah, 598 (1202) tarihinde Gürcistan seferine çıktı ve Doğu Anadolu'daki tâbi hükümdar ve beylere haber gönderip kendisine katılmalarını istedi. Bu arada Saltuklu hükümdarı Alaeddin Melikşah'ı da huzuruna çağırdı. O da sultanı Erzurum yakınlarında törenle ve tevazu ile karşıladı. İbn Bîbî onun sultanı karşılamada kusurlu davrandığını, geç kaldığını ve bu yüzden tevkif edildiğini söylerken, diğer kaynaklar barış müzakereleri sırasında tevkif ve hapsedildiğini ifade ederler. 2 Sevval 598 (25 Mayis 1202) tarihinde Erzurum'a varan Sultan Rükneddin, son Saltuklu hükümdarını hapsetti. Topraklarını da kardeşi ve Elbistan meliki Mugiseddin Tugrulşah'a teslim ederek Saltuklu hanedanına son verdi.
2. Saltuklular'ın Yıkılışı
Erzurum'un Aşağı Micingerd köyünde bulunan ve muhtemelen 630 tarihli bir kitabeden anlaşıldığına göre, Ebû Mansur adlı Saltuklu beyi Selçuklular Saltuk ilini kendi topraklarına kattıktan sonra da Paşinler'i hâkimiyeti altında tutmaya devam etmiştir. Rivayete göre Melikşah'ın ahfâdi Yavuz Sultan Selim devrine kadar Çemişkezek'de hüküm sürmüşlerdir.
Saltuklu toprakları 1225 yılına kadar Mugîseddin Tuğrulşah'ın elinde kaldı. Onun ölümünden sonra yerine Rükneddin Cihanşah geçti (1225-1230). Selçuklular 1243'de Kösedağ savaşında ağır bir mağlubiyete uğramışlarsa da Alaeddin Keykubad zamanında Erzurum dahil Gürcistan'a kadar uzanan topraklar Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırlari içinde kabul edilmiştir.
Saltuklu hanedanı başlangıçta Büyük Selçuklu sultanlarına, sonra da sırasıyla Azerbaycan atabeğlerine, Irak Selçukluları'na ve nihayet Anadolu Selçukluları'na tâbi olmuşlardır.
Saltuklular zamanında Erzurum da diğer Anadolu şehirleri gibi iktisadî ve ticarî açıdan oldukça müreffeh bir şehir idi. Bölge Akdeniz limanlarından ve Suriye'den hareket edip Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan'a, iran'a giden veya Türkistan'dan Erzurum'a gelip aynı yoldan Akdeniz veya Trabzon limanlarına giden büyük bir kervan yolunun güzergâhında bulunduğu için ticarî hayat çok canlıydı. Ayrıca sahip olduğu geniş otlaklarıyla zengin bir hayvancılık potansiyeline sahipti.
Saltuklular'dan zamanımıza intikal eden başlıca mimarî eserler şunlardır: Kale Camii, Tepsi Minare, Ulu Cami. Bunlardan ilk ikisi Melik Gazi tarafından; Ulu Cami de 575 (1179) yılında izzeddin Saltuk'un oğlu Nâsireddin Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Üç Kümbetler denilen türbelerden biri izzeddin Saltuk'a ait olup türbenin yanında bir de zaviye vardır. Ayrıca Tercan'da Mama Hatun tarafından yaptırılmış olan bir kervansaray ile bir de türbe mevcuttur. 630 (1232-1233) yılında Ebû Mansur tarafından yaptırılmış olan Micingerd kalesi de Saltuklular'a ait önemli eserlerden biridir.
-
Cevap: islam tarihi
Alaeddin Melikşah:
Mama Hatun'un Saltuklu tahtından uzaklaştırılması üzerine yerine yeğeni Alaeddin Melikşah geçti (597/1200-1201).
Bu dönemde Anadolu'daki diğer beylikler gibi Saltuklular da Anadolu Selçuklu devletinin tehdidine maruz kalmışlardı. Anadolu'nun fethinde, Rumlar ve Gürcüler'le yapılan savaşlarda, Azerbaycan ve Türkistan'dan gelen göç ve ticaret yollarının açık tutulmasında önemli rol oynayan Saltuklu hanedanı, son zamanlarında Gürcü saldırılarına karşı mukavemet edemez olmuştu. Azerbaycan atabeği Kızıl Arslan (1191) ve Ahlat şahı Beğtimur'un (1193) ölümlerinden sonra Gürcüler Kafkaslar'dan inerek Türk topraklarını işgal ve yağma etmeye, masum halkı öldürmeye başlamışlardı. Nitekim yukarıda ifade ettiğimiz gibi Nâsireddin Muhammed devrinde Erzurum'a kadar gelerek surlar dışındaki halkı esir etmeleri üzerine şehirlerini canla başla savunan Erzurumlular karşısında geri çekilmişlerdi. Daha sonra Kars üzerine yürüyerek şehri istilâ etmeleri, Türkler için çok büyük bir felâket oldu.
Bu sebeplerden dolayı Anadolu Selçuklu sultanı Rükneddin Süleymanşah, 598 (1202) tarihinde Gürcistan seferine çıktı ve Doğu Anadolu'daki tâbi hükümdar ve beylere haber gönderip kendisine katılmalarını istedi. Bu arada Saltuklu hükümdarı Alaeddin Melikşah'ı da huzuruna çağırdı. O da sultanı Erzurum yakınlarında törenle ve tevazu ile karşıladı. İbn Bîbî onun sultanı karşılamada kusurlu davrandığını, geç kaldığını ve bu yüzden tevkif edildiğini söylerken, diğer kaynaklar barış müzakereleri sırasında tevkif ve hapsedildiğini ifade ederler. 2 Sevval 598 (25 Mayis 1202) tarihinde Erzurum'a varan Sultan Rükneddin, son Saltuklu hükümdarını hapsetti. Topraklarını da kardeşi ve Elbistan meliki Mugiseddin Tugrulşah'a teslim ederek Saltuklu hanedanına son verdi.
2. Saltuklular'ın Yıkılışı
Erzurum'un Aşağı Micingerd köyünde bulunan ve muhtemelen 630 tarihli bir kitabeden anlaşıldığına göre, Ebû Mansur adlı Saltuklu beyi Selçuklular Saltuk ilini kendi topraklarına kattıktan sonra da Paşinler'i hâkimiyeti altında tutmaya devam etmiştir. Rivayete göre Melikşah'ın ahfâdi Yavuz Sultan Selim devrine kadar Çemişkezek'de hüküm sürmüşlerdir.
Saltuklu toprakları 1225 yılına kadar Mugîseddin Tuğrulşah'ın elinde kaldı. Onun ölümünden sonra yerine Rükneddin Cihanşah geçti (1225-1230). Selçuklular 1243'de Kösedağ savaşında ağır bir mağlubiyete uğramışlarsa da Alaeddin Keykubad zamanında Erzurum dahil Gürcistan'a kadar uzanan topraklar Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırlari içinde kabul edilmiştir.
Saltuklu hanedanı başlangıçta Büyük Selçuklu sultanlarına, sonra da sırasıyla Azerbaycan atabeğlerine, Irak Selçukluları'na ve nihayet Anadolu Selçukluları'na tâbi olmuşlardır.
Saltuklular zamanında Erzurum da diğer Anadolu şehirleri gibi iktisadî ve ticarî açıdan oldukça müreffeh bir şehir idi. Bölge Akdeniz limanlarından ve Suriye'den hareket edip Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan'a, iran'a giden veya Türkistan'dan Erzurum'a gelip aynı yoldan Akdeniz veya Trabzon limanlarına giden büyük bir kervan yolunun güzergâhında bulunduğu için ticarî hayat çok canlıydı. Ayrıca sahip olduğu geniş otlaklarıyla zengin bir hayvancılık potansiyeline sahipti.
Saltuklular'dan zamanımıza intikal eden başlıca mimarî eserler şunlardır: Kale Camii, Tepsi Minare, Ulu Cami. Bunlardan ilk ikisi Melik Gazi tarafından; Ulu Cami de 575 (1179) yılında izzeddin Saltuk'un oğlu Nâsireddin Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Üç Kümbetler denilen türbelerden biri izzeddin Saltuk'a ait olup türbenin yanında bir de zaviye vardır. Ayrıca Tercan'da Mama Hatun tarafından yaptırılmış olan bir kervansaray ile bir de türbe mevcuttur. 630 (1232-1233) yılında Ebû Mansur tarafından yaptırılmış olan Micingerd kalesi de Saltuklular'a ait önemli eserlerden biridir.
-
Cevap: islam tarihi
MENGÜCÜKLÜLER
1. Mengücüklüler'in Kuruluşu
Mengücüklüler, Malazgirt zaferinden sonra Erzincan, Kemah, Divrigi ve Sarki Karahisar (Kögonya/Sebinkarahisar)'i fethederek yaklaşık 1227 yılına kadar burada hüküm süren bir Türk beyliğidir.
Beyliğin kurucusu olan Mengücük Gazi, Sultan Alparslan ile Malazgirt savaşına katılmış ve zaferden sonra Karasu (Yukarı Fırat) ve Çaltı nehirleri vadilerinin fethiyle görevlendirilmiştir. Mengücük Gazi'nin hangi boya mensup olduğu kesin olarak tesbit edilememiştir. Yazıcıoğlu Ali'nin Mengücüklü Fahreddin Behram Şah'ın Anadolu Selçuklu Sultanı II.Süleyman Şah'ın (1196-1204) Gürcistan seferine Salurlar ve Bayındırlar ile katıldığına dair sözleri ihtiyatla karşılanmalıdır. Ancak Divrigi yöresindeki Türklerin büyük bir kısmının Salurlar'dan olduğu kabul edilmektedir. Bu yöreyi fetheden Mengücük Gazi, Erzincan, Kemah, Divrigi ve Şarkı Karahisar'ı hâkimiyeti altına alarak kendi adıyla anılan beyliği kurmuştur. Zahireddin Nisâburî ile Müneccimbaşı; Mengücük Gazi'nin Alparslan tarafından Anadolu'da görevlendirildiğini ve yukarıda adı geçen şehirleri ona ikta ettiğini söylerler. İbn Bibî ise Mengücük Gazi'yi Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmisoglu Süleymansah'in beyleri arasında sayar. Mengücük Gazi, Oğuzlar'ın Kayi, Bayat, Karaevli veya Alkaevli boylarından birine mensuptur. Kitabelerdeki bilgi ve motiflere bakılarak Mengücükler'in Türkler'in asil bir ailesine mensup oldukları ve bu sebeple Selçuklu hanedanı nezdinde daima itibar gördükleri söylenebilir.
Kemah'ın kuzeybatısında Karasu kıyısında Melik Gazi'ye atfedilen bir kümbetin Farsça kitabesinde Mengücük Gazi hakkında şu ibareler vardır: "Âlim, âdil, ülkeler fetheden, halkın sığınağı; Erzurum, Erzincan, Kemah, Diyarbekir ve bunların kalelerini alan, dinsizlerin ciğerlerini dağlayan, boyunlarını kılıçla vuran Mengücük Gazi... Allah rûhunu şâdeylesin, kabrini nurlandırsın, günahlarını bağışlasın...".
Müneccimbaşı, Mengücük Gazi'nin Kılıç Arslan ve Danışmend Gazi ile beraber Gürcüler, Rumlar ve Abhazlarla savaştığını söyler. Mengücük Gazi çok akıllı, ileri görüşlü, cesur ve tedbirli bir bey idi. Divrigi Ulu Camii kitabesinde yer alan Alp, Kutluğ, Tuğrul ve Tekin gibi ünvanlar onun Oğuz beyleri arasında önemli bir yeri olduğunu gösterir. Divrigi Sitti Melek (Melike) türbesindeki kitabede ise kocası Şaban Şah'tan "el-Merhûm, es-Saîd, es-Şehîd, el-Gazî" diye bahsedilir. Mengücük'ün "Gazi" ünvanını alması onun Anadolu'nun fethi sırasında nice savaşlara katılıp kahramanlıklar gösterdiğine ve halkın gönlünde taht kurduğuna delalet eder. İlk Anadolu fâtihleri gibi Mengücük Gazi de halk arasında evliya mertebesine yükselmiş ve türbesi asırlardır halkın ziyaretgâhı olmuştur.
Mengücük Gazi ve evlâdına ait türbelerin Kemah'ta bulunması, Mengücükler'in ilk başkentinin burası olduğunu gösterir.
Mengücük Gazi'nin ölüm tarihi tesbit edilememiştir. Ancak onun 1118 yılında hayatta olmadığı bilinmektedir.
Mengücük Gazi'nin ölümünden sonra yerine oğlu İshak geçmiştir. 1118 yılında Erzincan, Kemah ve Divrigi'ye hâkim olan Mengücüklüler'in başında İshak'ı görmekteyiz. Danışmendli Melik Gazi'nin damadı olan İshak, sözkonusu tarihte Malatya'yı yağmalayınca şehri oğlu Tuğrul adına idare etmekte olan I. Kılıç Arslan'ın karısı Ayşe Hatun, Urfa kontu Joscelin'e haber gönderip yardım istedi. İshak muhtemelen Artuklu Belek Gazi'den intikam almak maksadıyla Malatya'yı yağmalamıştı. Çünkü İshak 1113 yılında Ayşe Hatun ile evlenen ve Tuğrul Arslan'ın atabeği olan Belek Gazi'ye kin besliyordu. Belek Gazi, bu saldırıya karşılık vermek için hazırlıklara başladı ve 1120 tarihinde Kemah'a girdi. Belek ile başa çıkamayacağını anlayan Mengücükoğlu İshak, Bizans İmparatorluğunun Trabzon valisi Konstantin Gabras'in yanına giderek ondan yardım istedi.
Gabras, İshak ile ittifak yaparak Belek'in üzerine yürüdü. Buna karşılık Belek de Danışmendli Melik Gazi ile işbirliği yaptı. 514 (1120) yılında Erzincan yakınlarındaki Siran (Serman)'da vuku bulan savaşta Gabras ile Mengücükoğlu çok ağır bir mağlubiyete uğrayıp esir düştüler. Ayrıca beşbin Rum askeri öldürüldü ve esir alındı. Trabzon dükasi Gabras, otuzbin altın fidye ödeyerek kurtulurken, İshak da Melik Gazi'nin damadı olduğu için serbest bırakıldı. Halbuki Belek Gazi, İshak'in öldürülmesinden yana idi. Onun kendisinden habersiz salıverilmesine çok içerleyen Belek, Danışmendlilerle yaptığı ittifaka son vermiş ve bu yüzden Trabzon dükalığına yapılması planlanan saldırı da gerçekleşmemiştir.
Halbuki bu zaferin kazanılmasında Belek'in rolü çok büyüktü. Mengücükoğlu İshak, bu olaydan sonra Melik Gazi'nin nüfuzu altına girdi ve yirmibeş yıl hüküm sürdükten sonra 1142'de öldü. İshak'ın Mengücükoğulları seceresindeki yeri, Mengücük Gazi'nin oğlu olduğunun Divriği Sitti Melek türbesinin kitabesinden okunmasından sonra artık kesin olarak tespit edilmiştir. Kemah emîrinin ölümü üzerine Danışmendli Mehmed, bu şehri ele geçirdi. Ancak aynı yıl onun da vefat ettiğini görüyoruz. Danışmendliler'in Kemah'ı zaptetmeleri bu iki aile arasındaki ilişkilerin iyi olmadığına delâlet eder.
İshak'ın ölümünden sonra, Mengücüklüler'in Kemah-Erzincan ve Divrigi olmak üzere iki ayrı kol hâlinde hüküm sürdüklerini görüyoruz. İshak'ın oğullarından Davud Kemah-Erzincan, Süleyman da Divrigi kolunun başına geçmiştir.
-
Cevap: islam tarihi
Kemah-Erzincan Mengücüklüleri:
Bu kolun ilk meliki olduğunu ifade ettiğimiz Davud hakkında yeterli bilgi yoktur. Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Kılıç Arslan taraftarı olduğu için Danışmendli Yagıbasan tarafından 1162 tarihinde öldürülmüştür. Müneccimbaşı ondan Alaeddin Davud olarak bahseder ve bir müddet hükümdarlık yaptıktan sonra öldüğünü kaydeder.
Davud'dan sonra Mengücüklüler'in başına oğlu Fahreddin Behramşah geçti. Hanedanın İshak'ın ölümünden sonra iki kola ayrılması, onları oldukça zayıflatmış ve çevredeki devletler karşısında güçsüz düşürmüştü. II. Kılıç Arslan 12 Ramazan 559 (3 Ağustos 1164) tarihinde Danışmendoğulları'nı ortadan kaldırıp topraklarını ülkesine kattığı gibi Mengücük beyliğini de nüfuzu altına aldı. Fakat bu dönem Mengücüklüler için bir huzur ve refah dönemi oldu. Behramsah'ın II. Kılıç Arslan'ın damadı olması ve kızlarını Anadolu Selçuklu hanedanı mensuplarıyla evlendirmesi iki hanedan arasındaki münasebetlerin müspet yönde gelişmesine zemin hazırladı.
Genceli şair Nizamî'nin Fahreddin Behramşah'a takdim ettiği Mahzenü'l-Esrâr adlı eserinde ondan Gürcistan galibi olarak bahsetmesine bakılırsa o dönemde Kars ve Anı gibi şehirlere defalarca saldıran ve pek çok müslümanın kanını döken Gürcülerle cihad ettiği söylenebilir. Behramşah'ın dikkati çeken faaliyetlerinden biri de kayınpederi II. Kılıç Arslan ile oğlu Kutbeddin Melikşah arasında 1188 yılında vukubulan mücadelelere müdahale etmesidir. İki tarafı barıştırmak için tesebbüse geçen Behramşah, Konya'ya giderek bu anlaşmazlığa sebep olan Vezir İhtiyareddin Hasan'ı yakalayıp Sivas'a götürmek için sultandan izin aldı. Fakat vezir yolda Türkmenler'in hücumuna maruz kaldı ve aile efradıyla birlikte öldürüldü.
Mengücüklülerle Anadolu Selçukluları arasındaki bu ilişkiler Rükneddin II. Süleymanşah zamanında da devam etti. Fahreddin Behramşah, 598 (1202) yılında Süleymanşah'ın Gürcistan seferine katıldı. Fakat Selçuklu kuvvetlerinin mağlubiyetiyle sonuçlanan savaşta esir düştü. Kraliçe Tamara, ona bir esir değil adeta bir misafir muamelesi yaptı ve bir süre sonra ülkesine gönderdi. Başka bir rivayete göre ise fidye ödeyerek kurtuldu. Behramşah, bu sefer sırasındaki başarıları sebebiyle "Gazi" ünvanina lâyık görüldü. Ravendî onun bu seferdeki gayretleri ve Süleymanşah'a sadakatine temas ederek şöyle der:
"Damad Emîr İsfehsâlâr-ı Kebîr, âlim, adaletli, Allah'ın yardımına mazhar olmuş, muzaffer, ikbal sahibi, dinin yardımcısı ve emîrlerin hükümdarı Gazi Fahreddin Behramşah'ın canını feda edecek kadar hükümdara taraftar olduğu, onun iyiliğini istediği ve eşsizliği Abhazlarla yapılan muharebe meydanında çıktı. Çünkü orada canını feda edip kulların kurtulması için çalıştı".
Selçuklu sultanı I. İzzeddin Keykavus, Behramşah'ın son yıllarında kızı Selçuk Hatun ile evlendi. Bu durum iki aile arasındaki dostâne ilişkilerin devam ettiğini gösterir. Ayrıca bu düğünle ilgili rivayetler o dönemin sosyal ve medenî hayatını gayet güzel yansıtır. Erzincan'a dünür gönderen İzzeddin Keykâvus müsbet cevap alınca ülkenin her tarafından meşhur terziler ve sanatkârlar getirterek gelinin çeyizlerini hazırlattı. Selçuk Hatun'a ipekli elbiseler, mücevherler, gerdanlıklar, altın ve gümüş eşya, köle ve cariyeler, atlar ve katırlar hazırlandıktan sonra muhteşem düğün alayı büyük emîrlerin refakatınde yola çıkarıldı. Nikâh, Kadı Sadreddin tarafından kıyıldı. Bunu Sivas ve Erzincan'da görkemli düğünler takip etti. Gelin Erzincan'dan Sivas'a gelince şehirde bir hafta süren düğün ve şenlikler yapıldı. Bu vesileyle emîrlere hediyeler verildi.
Fahreddin Behramşah, uzun süren hükümdarlığı döneminde dört Anadolu Selçuklu hükümdarıyla birlikte oldu. Bunlar II. Kılıç Arslan, Giyaseddin Keyhüsrev, Rükneddin Süleyman ve Alaeddin Keykubat'tır.
Rivayete göre Belh'den Anadolu'ya gelen Sultanü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, Erzincan'dan geçerken Behramşah ve karısı İsmet Hatun'un misafiri olmuş ve burada kendisi için inşa edilen medresede üç-dört yıl ders vermiştir.
Behramşah 622 (1225) yılında Erzincan'da öldü. Erzincan civarındaki Aşağı Ula köyü yakınında harabe halindeki türbe büyük bir ihtimalle ona aittir ve Melik Fahreddin Türbesi olarak meşhurdur. Behramşah'ın bastırdığı en eski sikke, 563 (1167-1168) tarihlidir. Bu paraların bir yüzünde Behramşah'ın, diğer yüzünde ise metbû hükümdar sıfatıyla II. Kılıç Arslan'ın adı yazılıdır. İbnü'l-Esîr onun altmış yıldan fazla hükümdarlık yaptığını söyler. Onun devrinde Kemah'ın yerine başkent olan Erzincan çok gelişmiş ve şehir önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Fakat sık sık vukubulan depremler yüzünden mimarî eserler günümüze intikal edememiştir.
-
Cevap: islam tarihi
>>>
Behramsah akıllı, güzel huylu, halka ve askerlere karşı şefkatli bir hükümdardı. şair ve âlimleri himaye ederdi. Yukarıda kısaca temas ettiğimiz gibi Doğu'nun meşhur şairi Genceli Nizamî Mahzenü'l-Esrâr adlı eserini ona ithaf etmiş ve beşbin dinar ve iyi cins beş katır ile ödüllendirilmiştir.
Behramşah çok hayırseverdi. Zengin-fakir, yerli-yabancı farkı gözetmeden herkese iyilik etmek isterdi. Kış mevsiminde kuşların açlıktan ölmemesi için arabalarla dağlara yem gönderdi. Bu davranış günümüzde bile eşine az rastlanan mükemmel bir şefkat ve merhamet numûnesidir.
Behramşah'ın yerine oğlu Alâeddin Davudşah geçti. Diğer oğlu Muzaffereddin Muhammed de şarki Karahisar meliki oldu. Behramşah'ın diğer oğlu Selçukşah ise otuzbeş yıldır Kemah'ta hüküm sürmekteydi ve babasından önce vefat etmişti. Davudşah'ın Erzincan ile beraber Kemah'a da hâkim olması bunu teyid etmektedir. Ayrıca kaynaklar bu tarihte Behramşah'ın sadece Davud ve Muhammed adlı çocuklarından bahsederler.
Aydın bir hükümdar olan Behramşah, her iki oğlunu da gayet mükemmel bir şekilde eğitmişti. Davudşah da babası gibi mantık, matematik, ilâhiyat, ilm-i nücûm, edebiyat ve felsefeye vâkıftı. Farsça güzel şiirler yazardı.
İlme karşı duyduğu yakın ilgi dolayısıyla meşhur tıp âlimi Muvaffakuddin Abdüllâtif-i Bagdâdî'yi sarayına davet edip kendisine maaş bağladı. O da Davudşah adına eserler yazdı. Davudşah'ın ilim adamlarını himaye etmesi sebebiyle Erzincan'da ilim ve kültür düzeyi yükseldi ve meşhur uzmanlar yetişti. Meselâ o devrin önde gelen simâlarından Alâeddin Erzincanî, Rükneddin Kılıç Arslan'ı tedavi etmişti.
Davudşah ilim alanındaki başarısını, ülke yönetiminde gösteremedi. Halka zulme varan davranışları, devlet adamlarını haksızca cezalandırıp mallarına el koyması, ülkede büyük bir huzursuzluğa sebep oldu. Son zamanlarında ise bazı emîrleri öldürttü. Bu durumu diğer emîrleri de endişeye sevketti ve onlar da aynı akibete uğramaktan korkarak Sultan Alâeddin Keykubat'a sığındılar. Rivayete göre Sultan Alâeddin Keykubat, Harezmşah Celâleddin ve Moğol istilâsı dolayısıyla sınırlarını müdafaa edemeyeceklerini hattâ onlarla işbirliği yapabileceklerini düşünerek Mengücükler'i ve benzeri beylikleri hâkimiyeti altına almak lüzumunu hissetmiş ve bu da Davudşah ile Anadolu Selçuklu hükümdarının arasının bozulmasına sebep olmuştu. Bu gelişmeler Mengücüklü emîrler arasında da huzursuzluk kaynağı olmuş ve bu yüzden Davudşah bazı emîrleri öldürtmüştür. Alâeddin Keykubat kendisine sığınan emîrleri himayesi altına aldığını söyleyerek bunların mallarını iade etmesini ve hapsettiği Selçuklu taraftari emîrleri de serbest bırakmasını istemiştir.
Davudşah, önce bu teklifi reddettiyse de daha sonra bu davranışının akibetinden korkarak sultanın emrini yerine getirmeyi uygun bulmuştur. Sultanın bu emîrlere ilgi göstermesine üzülen Davudşah, bu meseleyi kökünden halletmek için yeterli hediyelerle Kayseri'de bulunan sultanın yanına gitti. Sultanla görüşerek sadakatini ifade etti ve ondan bir ahidnâme aldı. Buna göre Mengücük beyi sultana sadakatle bağlı kaldığı sürece onun yardım ve desteğine mazhar olacaktı. Fakat Erzincan'a dönünce verdiği sözü unuttu ve bu emîrlerin sultanı kandırmalarından korkarak Erzurum melikii Muğîseddin Tuğrulşah'ın oğlu Cihanşah'a ittifak teklif etti. Ayrıca Eyyubîler'den Melik Eşref ve Celâleddin Harezmşah'tan da yardım istedi. Fakat bu tesebbüslerden bir netice elde edemeyeceğini anlayınca Alâeddin Keykubad ile yeniden anlaşmak için seferber oldu. Oğlunu rehine gönderip sultanı kendi lehine çevirmek istediyse de başarılı olamadı.
Erzurum meliki Cihanşah'ın hareketlerinden de rahatsız olan sultan, bu Erzurum meliki üzerine yürüyeceğini söyleyerek Davudşahın da kendisine katılmasını istedi. Sivas'tan yola çıkan Alâeddin Keykubad, kendisine katılan Davudşahı yakalattı ve hiçbir mukavemetle karşılasmadan Erzincan'a hâkim oldu. Müstahkem Kemah kalesi teslim olmamak için bir müddet direndiyse de Davudşah, ölümle tehdit edilince kale muhafızlarına haber gönderip teslim olmalarını istemek zorunda kaldı. Böylece Mengücüklüler'in Erzincan-Kemah kolu sona ermiş oldu (10 Zilhicce 625/10 Kasım 1228).
Farsça da bilen Davudşah tahsilli bir hükümdardı. Mantık, ilâhiyat, ilm-i nücûm vb. pek çok ilme vakıf idi. Abdullatif el-Bağdâdî de bir süre onun sarayında kalmış ve bazı eserlerini onun adına kaleme almıştır.
Bu gelişmeler üzerine Eyyubî hükümdarı Melik Eşref'e tâbi olan Cihanşah onun himayesine girmiştir. Eyyubîlerle bozuşmak istemeyen Sultan Alâeddin, Ertokus'u Muzaffereddin Muhammed'in idaresindeki şarkî Karahisar üzerine sevkederek daha fazla ilerlemeden geri döndü (1228).
Sultan Alâeddin, oğlu Giyâseddin Keyhüsrev'i Erzincan'a melik, Mübarizeddin Ertokus'u da ona atabeğ tayin etti. Selçuklu hanedanıyla Mengücüklüler arasındaki akrabalıkları dikkate alan sultan, Davudşah'ı cezalandırmayıp Akşehir ile Ab-i Germ'i ona ikta etti.
>>>
-
Cevap: islam tarihi
Divriği Mengücüklüleri:
Mengücüklüler'in bu kolu siyasî faaliyetleriyle değil, Divriği'de inşa ettikleri cami, medrese, hastahane ve türbeleriyle tanınmıştır. Tarihçiler, siyasî mücadele ve savaşlara daha fazla ilgi duymuş olacaklar ki, bu tür olaylara ve çatışmalara karışmayan Divrigi Mengücüklüleri hakkında üzüntüyle ifade etmek gerekir ki hemen hiç bilgi vermezler. Onlar hakkında edindiğimiz bilgileri yaptıkları eserin kitabelerine ve günümüze kadar intikal eden sikkelere borçluyuz.
Divrigi'nin tabiat şartları, hem onların yayılmalarına, hem de çevredeki beylik ve devletlerin onların hâkimiyet sahasına girmesine mâni olmuştur. Mengücüklüler'in Erzincan ve Sarkî Karahisar kollarına son veren Anadolu Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubad, muhtemeldir ki bu endişeler sebebiyle Divrigi'ye müdahale etmek istememiştir.
Divrigi Mengücüklüleri'nin ilk beyi İshak'ın oglu ve Mengücük'in torunu Süleyman'dır. Babası İshak'ın 1142 yılında ölümünden sonra Divrigi'de bağımsız olarak hüküm sürmeye başladı. Gerçi Mengücük Gazi ve oğlu İshak hakkında da Divrigi hükümdarı ünvanı kullanılmakta ise de bu durum beyliğin zaman zaman Kemah ve Divrigi'den idare edildiğini gösterir. Divrigi'de Süleyman adına hiçbir eser yapılmamış olması onun pek faal bir hükümdar olmadığı intibaini uyandırmaktadır. Ölüm tarihi de belli olmayan Süleyman'ın yerine oğlu Şahinşah geçmiştir. Divrigi kale camiinin bânîsi olan Şahinşah hakkında bu camiin kitabesinde söyle denilmektedir: "el-Emîr el-İsfehsalar el-Ecel Seyfüddünya veddin Ebu'l-Muzaffer Şahinşah b. Süleyman b. Emîr İshak..." Şahinşah hakkında Divrigi Ulu Camii yanında yaptırdığı türbenin kitabesinde de" "Gazilerin hâmisi, İslâm sınırlarının koruyucusu, fakir, zayıf ve mazlumların sığınağı, kâfir ve dinsizlerin kökünü kazıyan..." gibi yüksek sıfatlar kullanılması onun büyük bir ihtimalle Sultan Kılıç Arslan ile beraber seferlere iştirak ettiğini gösterir. Kitabede ayrıca "Ebu'l-Muzaffer Şahinşah b. Süleyman b. İshak b. Gazi Sehid Emîr Mengücük" ibaresiyle de hanedanın seceresi verilmektedir. Şahinşah'ın beyliğin başına geçiş tarihi de kesin olarak belli değildir. Ancak Kale Camii kitabesinin 576 (1180) tarihini taşımasına bakılarak bu tarihten önceki yıllarda Divrigi'de hüküm sürmeye başladığını söylemek mümkündür. Divrigi'de yaptırdığı türbe ise 592 (1196) tarihlidir.
Şahinşah'ın bastırdığı üç sikke günümüze intikal etmiş ve iki tanesi Ahmed Tevhid tarafından yayınlanmıştır. Bu sikkelerden birinde II. Kılıç Arslan'ın, ikincisinde de Rükneddin Süleymanşah ibareleri vardır. Muhtemelen 1197-1198 yıllarından sonraki bir tarihte ölen Şahinşah'dan "Katilü'l-kefere ve'l-müşrikîn" olarak bahsedilmesi, onun hristiyanlarla cihad ettiğini gösterir. Şahinşah; yoksul, öksüz ve mazlumların hâmisiydi.
Şahinşah'ın İshak ve Süleyman adlarında iki oğlu vardı. Süleyman'ın adı kitabelerde geçmektedir. Fakat İshak'ın adı ise 645 (1247) tarihli Karatay Vakfiyesi'nde şahitler arasında zikredilmektedir.
Şahinşah'tan sonra yerine oğlu Süleyman geçti. Adına oğlu ve torunu tarafından yaptırılan eserlerin kitabelerinde ve Ulu Cami Vakfiiyesi'nde rastlanmaktadır. Divrigi kalesi Arslan burcundaki bir kitabe, onun Mengücük beyi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ancak hayatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur.
Süleymanşah'ın yerine geçen oğlu Ahmedşah, yaptırdığı değerli eserleriyle tanınan büyük bir beydir. En büyük eseri olan Divrigi Ulu Camii'nin kitabesinde onun için "Nâsiru Emîri'l-Mü'minîn Ahmedşah b. Süleymanşah, Allah onun saltanatını ebedî kılsın, gücünü artırsın" denilmektedir. Uzun yıllar beyliğinin başında kalan Ahmedşah, Yassıçimen savaşına ve Kösedağ bozgununa şahit olmuş ve Moğollar'ın Anadolu'yu istilâ ettiği dönemde Divrigi kalesini onarmak için büyük gayret sarfetmiştir. 1250 yılından önceki bir tarihte ölen Ahmedşah'ın yerine Melik Salih geçti ve Moğol saldırıları sırasında yıkılan kalenin burçlarını tamir ettirdi.
Divrigi Mengücüklüleri'nin ondan sonraki beyleri hakkında yeterli bilgi yoktur. İlhanlı hükümdarı Abaka Han 1277 yılında Divrigi'ye uğramış, halkın kendisine ilgi göstermediğini ve kalede silahlı askerlerin bulunduğunu görerek öfkelenmiş ve surları tahrip ettirmiştir. Beylik bu tarihten itibaren tarihe karışmış ve bölge İlhanlılar'dan sonra Eretnaoğulları'nın hâkimiyeti altına girmiştir.
Erzincan, Kemah, Divrigi ve Sarkî Karahisar gibi fethettikleri şehirlerle yetinerek hâkimiyet sahalarını genişletmek istemeyen Mengücüklüler, şehirlerinin gelişmesi için çalışmışlar ve pek çok hayrât vücuda getirmişlerdir. Âlim, şair ve sanatkârları himaye eden Mengücüklüler, Anadolu Selçuklu devletinin himayesinde seçkin bir hayat sürmüşlerdir. İnsa ettirdikleri çok sayıda eserle ilim, kültür, san'at ve medeniyetin gelişmesine hizmet etmişlerdir. Divrigi kalesi, Kale Camii, Ulu Camii, Darü's-Sifâ, Sitti Melek, Kamereddin ve Kemankes türbeleri ile medreseler, Mengücüklüler'in Divrigi'de yaptırdıkları başlıca eserlerdir.
-
Cevap: islam tarihi
MİMARİ ESERLER
Erzincan'da Mengücüklüler'e ait hiç bir eser günümüze intikal etmemiştir. Bu da yörede sık sık meydana gelen depremlerin bir sonucudur. Çünkü Fahreddin Behramşah gibi bir hükümdarın 60 yıldan fazla süren melikliği zamanında hiçbir eser yaptırmaması kabul edilemez. Kemah'ta ise sadece birkaç türbe mevcuttur.
Mengücüklüler dönemine ait en eski yapı, Şahinşah'ın 576 (1180-1181)'da Divrigi'de yaptırdığı Kale Camii'dir. Azerbaycanlı Mimar Hasan b. Firuz'un yaptığı bu cami, tuğla ve taşın cephede henüz bir arada kullanıldığı çiçekli kûfî, geometrik ve nebatî motiflerin yeniden değerlendirildiği bir şaheserdir.
Şahinşah'ın torunu Ahmedşah'ın 622 (1228-1229)'de yaptırdığı Darü'ş-Şifa ile birlikte külliye olarak yaptırdığı Ulu Cami, Divrigi Mengücüklüleri'nin en büyük eserini teşkil eder. Cümle kapısındaki kitabede Alâeddin Keykubad'ın adı da yazılı olup Ahmedşah'ın onu metbû tanıdığını gösterir. Darü'ş-Şifa ise kitabeye göre Behramşah'ın kızı ve Ahmedşah'ın hanımı Melike Turan Melek tarafından aynı yıl yaptırılmıştır. Taş mihrabın Anadolu'da bu ölçüde zengin başka bir örneği yoktur. Camiden oniki yıl sonra yapılan abanoz minber, Tiflisli Ahmed Usta'nın eseridir. Şifahane ise âbidevî ve başarılı bir mimarî örneğidir. Mimari Ahlatlı Hürremşah'tır. Divrigi'de Şahinşah'a ait 592 (1195-96) tarihli türbe halk tarafından Sitte Melik adıyla anılmaktadır. Ancak bu isim muhtemelen Sitti Melike olmalıdır, ve Hatun'un kocasından sonra buraya gömülmesinden dolayı bu ad verilmiştir.
EKONOMİK DURUM, KÜLTÜR VE MEDENİYET
Mengücüklüler'in başkenti Kemah idi. Ancak Davudşah, 1142'de Erzincan'ı başkent yapınca, Kemah önemini kaybetmeye başladı. Buna karşılık Erzincan ticaret, tarım ve sanayi açısından büyük gelişme göstermişti. Hükümdarların ilim, kültür ve medeniyeti himaye etmeleri sayesinde ilim, edebiyat ve san'at adamları yetişmiştir. Fahreddin Behramşah ve karısı İsmetiye Hatun, ilim ve din adamlarına büyük saygı gösterirlerdi. Rivayete göre Bahaeddin Veled ile Mevlâna Celâleddin, Erzincan'a geldiklerinde onlardan büyük saygı görmüş ve Behramşah Erzincan'da bir medrese yaptırarak Bahaeddin Veled'in orada ders vermesini sağlamıştır. Hükümdarın ısrarlarına rağmen Bahaeddin Veled, Erzincan halkının lüks ve refah içinde eglenceye daldıklarını görerek burada kalmamıştır. İzzeddin Keykavus ile Behramşah'ın kızı Selçuk Hatun'un evlennmeleri münasebetiyle yapılan düğün ve şenlikler de Mengücük ilindeki refah seviyesini göstermesi bakımından dikkate değer.
Mengücüklüler'in Kemah ve Divrigi'de olduğu gibi Erzincan'da da pek çok abide yaptırdığı muhakkaktır. Ancak depremler sebebiyle bunlar zamanımıza kadar ayakta kalmamıştır. Gerçekten de Erzincan, tarih boyunca olduğu gibi Mengücüklüler ve Selçuklular döneminde de sık sık meydana gelen depremler sebebiyle yıkılmış ve harabeye dönmüştür.
1138 yılında Erzincan'da meydana gelen bir deprem sonunda pek çok kişi ölmüş, 1165 yılındaki başka bir depremde ise şehir harabeye dönmüştür.
Mengücüklüler'in başkenti Erzincan, ticarî ve iktisadî zenginliği, hükümdarların ilim ve sanat adamlarını korumaları sebebiyle devrin en yüksek kültür ve medeniyet merkezi hâline gelmiştir. Selçuklular'ın hizmetindeki ilim adamlarının bir kısmının Erzincanlı olması da bu durumu teyid eder mahiyettedir. Fahreddin Behramşah ve Alâeddin Davudşah, birçok ilim dalında ihtisas sahibiydiler, şair, edip ve sanatkârları himaye ediyorlardı. O devrin meşhur tabibi Muvaffakuddin Abdüllatif el-Bağdadî, 1228 yılında Haleb'den Erzincan'a gelmiş ve Mengücük ilini dolaştıktan sonra 1230 yılında Malatya üzerinden Haleb'e dönmüştür. Mengücük ilinde bulunduğu sırada büyük ilgi ve saygı görmüştür. Alâeddin Davudşah, bu meşhur hekime maaş bağlatmış, o da yazdığı birkaç eseri ona ithaf ve takdim etmiştir.
Daha önce belirtildiği gibi Fahreddin Behramşah ile karısı İsmetiye Hatun, Bahaeddin Veled ile oğlu Celâleddin'i Erzincan'da misafir etmiş ve onun Erzincan'da kalıp ders vermesi için Erzincan Akşehir'de kendisi için bir medrese yaptırmışlardır.
Edebiyat ve tasavvuf sahasında meşhur bir sima olan Siraceddin Ahmed, aynı zamanda iyi bir musikîsinastı. Eyyubî hükümdarı Melik Eşref, şöhretini duyunca onu Şam'a davet edip dinlemiştir.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
DANIŞMENDLİLER
1. Danışmend Gazi:
Danışmendliler, 1071-1178 yılları arasında Sivas, Malatya, Kayseri, Tokat, Amasya ve civarında hüküm süren bir Türkmen hanedanıdır.
1063 yılından itibaren Sultan Alparslan'ın hizmetine giren Danışmend bilgeliği, cesareti ve yiğitliğiyle onun dikkatini çekmiş ve en güvenilir emîrleri arasında yer almıştır. Malazgirt savaşına da katılan Danışmend Ahmed Gazi, zaferin kazanılmasında önemli rol oynamıştır. Sultan Alparslan barış teklifinin Bizans İmparatoru Romanos Diogenes tarafından reddedilmesi üzerine Artuk, Saltuk, Mengücük, Danışmend, Çavlı ve Çavuldur adlı emirleriyle yüksek bir yerden Bizans ordugâhını gözetledikten sonra savaşla ilgili olarak onların görüşlerini sordu. Bunun üzerine Dânışmend yer öpüp: "Müsaade ederseniz arzedeyim" dedi ve şunları söyledi:
"Bugün çarsambadır, saadetle geri dönelim. Bugün ve yarını silâhlarımızı hazırlamakla geçirelim. Elbiselerimizi temizleyip zemzemle yıkanmış kefenlerimizi hazırlayalım. Cuma günü hatiplerin minberlerde "Ya Rabbi, İslâm ordularını mansûr ve muzaffer eyle!" diye duâ ettikleri zaman, ihlasla tekbir getirip küffarin üzerine saldıralım; eğer şehitlik saadetine erisirsek: "(Bu) ne güzel mükâfat" ve eğer galip ve muzaffer olursak: "Bu ne büyük başarıdır".
Bu veciz sözlerden sonra bütün beyler, Danışmend'in fikrini beğenip geri döndüler. Kararlaştırılan zaman gelince tekbir getirerek düşmanın üzerine saldırdılar ve galip geldiler.
Sultan Alparslan savaşa katşlan emirlerinden Anadolu'da fetihlerde bulunmalarını istemiş ve fethedecekleri yerlerin kendilerine ikta edileceğini bildirmişti. Zaferi müteakip fetihlere girişen beyler, Anadolu'nun muhtelif şehirlerini fethederek buralarda kendi adlarıyla anılan beylikler kurmuşlardı. Danışmend Ahmed Gazi de zaferi müteakip Sivas'a geldiğinde şehri harap halde bulmuştu. Çünkü imparator Malazgirt seferi sırasında burayı tahrip etmişti. Danışmend Gazi fazla bir mukavemetle karşılaşmadan Sivas'a girdi ve Danışmendli hanedanını kurdu (1071). Daha sonra Sivas'ı bir üss olarak kullanarak Çavuldur, Tursan, Kara Doğan, Osmancık, İltekin ve Karatekin adlı emîrleriyle Amasya, Tokat, Niksar, Kayseri, Zamanti, Develi ve Çorum'u zaptederek Danışmendli topraklarına kattı.
Gümüştekin Gazi daha çok Haçlılar ve Rumlar'la yaptığı mücadelelerle temayüz etmiştir. Mayıs 1097 tarihinde İznik'i kuşatan Haçlılar, müstahkem surlarla çevrili şehri sıkıştırmaya başladılar. Bu sırada Malatya muhasarasıyla meşgul olan Türkiye Selçuklu sultanı I. Kılıç Arslan, bunu duyunca süratle başkenti İznik'e hareket etti. Fakat güçlü Haçlı orduları karşısında tutunamadı. İznik'i kendi kaderine bırakarak Anadolu içlerine çekildi (19 Haziran 1097). Bu arada muhtelif yörelerdeki Türk beylerine de haber gönderip yardıma çağırdı; Gümüştekin Gazi ve Kayseri emîri Hasan ile ittifak yaptı. Bu müttefik Türk kuvvetleri, 17 Receb 490/30 haziran 1097 günü Eskişehir ovasına çıkan vadiyi kestiler. Haçlılar, böyle bir mukavemettle karşılaşacaklarını sanmıyorlardı. Eskişehir ovasında cereyan eden savaşta her iki taraf da yiğitçe savaştı. Kılıç Arslan zırhlı birliklerden oluşan Haçlı ordusunu yenemeyeceğini anlayınca geri çekilmeye karar verdi.
-
Cevap: islam tarihi
>>>
İleri harekâta devam eden Haçlılar, Ağustos ortalarında Konya'nın Meram ovasında birkaç gün dinlendikten sonra Ereğli'ye gittiler. Kılıç Arslan, burada da Gümüştekin Gazi ve Emîr Hasan ile birlikte Haçlılar'ın önünü kesti. Fakat savaşa girmediler ve Ereğli'yi hristiyanlara bırakarak çekildiler.
Gümüştekin Gazi bir yandan Haçlılar ve Rumlar'la mücadele ediyor, öte yandan da hâkimiyet sahasını genişletmek için Malatya'yı ele geçirmek istiyordu. Danışmendliler muhtemelen Sivas'ı fethettiği yıldan itibaren Malatya'yı da fethetmek için uğraşmış ancak muvaffak olamamışlardı. Danışmendliler'in Malatya'yı zaptedememelerinin sebebi, belki de Sultan Melikşah'in Anadolu'yu kendi hâkimiyeti altına almak üzere Porsuk ve Bozan'ı bu bölgeye sevketmesi, ayrıca Malatya hâkimi Gabriel'in Bağdat'a giderek Sultan Meliksah'ın himayesini elde etmiş olmasaydı.
Danışmendli Gümüştekin Gazi'nin Malatya'yı ele geçirmek istediği yıllarda Bizans imparatoru Alexios Komnenos ile anlaşarak batıyı emniyet altına alan Sultan Kılıç Arslan da 1095 yılında Malatya'yı kuşatmış fakat Haçlılar'ın başkent iznik'i muhasara etmeleri üzerine süratle iznik'e hareket etmişti. Haçlılar'ın Anadolu'yu geçerek Suriye'ye doğru ilerledikleri sırada, Gabriel ile irtibat kurduklarını öğrenen Gümüştekin Gazi 491 (1098) yılında büyük bir orduyla Sivas'tan Malatya'ya yürüdü ve şehri muhasaraya başladı. Üç yıl devam eden kuşatma sonunda Gümüştekin Gazi'ye mukavemet edemeyeceğini anlayan Gabriel, Urfa'da Thoros'un başına gelenleri düşünerek Kont Baudouin de Boulogne'a başvurmaktan çekindi ve Ermeniler'e karşı daha anlayışlı davranan Antakya prinkepsi Bohemund'a haber gönderip yardım istedi ve kızı Morphia'yı kendisine vereceğini bildirdi. Yardım çağrısını alan Bohemund 1100 yılı Ağustos ayında kuzeni Salerno kontu Richard ve üç yüz şovalye ile Malatya'ya hareket etti. Ancak Ermeniler, Franklar'ın Malatya'ya yerleştikten sonra kendilerini buradan uzaklaştıracaklarından korkarak Gümüştekin Gazi'ye gizlice haber gönderdiler. Ayrıca Gabriel de Bohemund'u davet ettiğine pişman olmuştu. Bu yüzden onu hemen şehre sokmayıp Gümüştekin Gazi gelinceye kadar oyalamak istiyordu.
Gümüştekin Gazi onun yaklaşmakta olduğunu haber alınca gerekli tedbirleri aldı ve askerlerini pusuya yatırdı. Bohemund olup bitenlerden habersiz olarak Malatya'yı Aksu vadisinden ayıran dağlık bölgeye ihtiyatsızca girdi. Pusuda beklemekte olan Gümüştekin Gazi, ansızın etrafını sardı. Çok kısa süren çetin bir savaştan sonra bütün Haçlı ordusunun büyük bir kısmı imha edildi. Müslümanların korkulu rüyası ve birinci haçlı seferinin güçlü siması Bohemund kuzenı Richard ve ileri gelen adamları esir alındı. Zincire vurulan Bohemund ile kuzeni önce Sivas'a daha sonra da Niksar'a götürülerek hapsedildi (493/1100).
Haçlı liderlerinin maruz kaldıkları bu felâket savaş meydanından kaçmayı başaran bir Haçlı şovalyesi tarafından Urfa kontu Baudouin'e haber verilince, yanındaki az sayıda kuvvetle Bohemund'u kurtarmak için yola koyuldu. Baudouin'ın yaklaşması üzerine Gümüştekin Gazi muhasarayı kaldırıp Sivas'a hareket etti. Baudouin Danışmendliler'i bir müddet takip ettikten sonra Malatya'ya döndü. Gabriel, Baudouin ile anlaşarak ona tâbi olmayı kabul etmiş, bir kısım kuvvetlerini Malatya'da bırakan Baudouin Urfa'ya hareket etmişti.
Haçlılar'ın Türkler karşısında kesin olarak mağlup olmaları ve önde gelen Haçlı liderlerinin esir düşmesi, Avrupa'da büyük bir heyecan uyandırdı ve yeni Haçlı kafilesinin yola çıkmasına sebep oldu. Normanlar ve Lombardlar'dan müteşekkil bir Haçlı ordusu, yaz başlarında izmit üzerinden Eskişehir'e, oradan da Ankara ve Çankırı yoluyla Amasya ve Niksar'a gidecekti. Fakat yolda Raimund'un tavsiyelerine uyarak Kastamonu'ya hareket ettiler. Kastamonu'dan da Kızılırmak üzerinden Danışmendli topraklarına yürüdüler. Endişeye kapılan Gümüştekin Gazi, Kılıç Arslan ile ittifak yaptığı gibi Halep meliki Rıdvan'dan Mardin, Meyyafarikîn, Âmid, Harput, Erzincan ve Divriği emirlerinden de yardım istedi.
5 Ağustos 1101 tarihinde Merzifon-Amasya arasında meydana gelen savaşta yorgun ve bitkin düşen haçlı ordusu, bozguna uğratılarak bol miktarda ganimet ele geçirildi. Bu zafer, Türkler'in cesaretini artırırken Haçlılar'ı da umutsuzluğa düşürdü.
Gümüstekin Gazi Haçlılar karşısında kazanılan zaferden sonra Malatya'yı yeniden muhasara etmeye başladı. Gabriel, Urfa kontu Baudouin'e güvenerek Danışmendliler'e teslim olmamakta israr ediyordu. Gabriel, kızı Morphia ile evlenen Baudouin du Bourg'dan yardım istemiş, ancak Gabriel vassâllik statüsüne bağlı kalmayarak bağımsız hareket etme temayülünde olduğundan veya Türk emîrlerinden korktuğu için ona yardımcı olamamıştır. Malatya İslâm hâkimiyetinden çıktıktan sonra buradaki müslümanlar imha edilmiş ve yerlerine Ermeni ve Süryaniler yerlestirilmişti.
-
Cevap: islam tarihi
Gabriel zalimce davrandığı için halk ondan nefret ediyordu. Vaktiyle Kılıç Arslan şehri kuşattığı zaman Gabriel ile Rumlar Türkler'e teslim olmaktan yana oldukları için bazı Süryanî papazlarını öldürmüşlerdi. Bundan dolayı şehirde büyük karışıklıklar çıkmıştı. Gabriel ile Rumlar, Süryanî ve Ermeniler'den şüphelendikleri için zulüm ve işkenceyle mallarını müsadere ediyorlardı. Gümüştekin Gazi'nin bütün yaz devam eden muhasarası da kıtlığa sebep olmuştu. Süryanîler daha önce Malatya metropolitini Gabriel'e gönderip bu duruma bir son vermesini ve hıristiyanlar arasında barış sağlamasını istemişler, Gabriel ise bunu hainane bir tertip olarak kabul edip metropolitle beraber ileri gelen Süryanîler'i öldürmüştü. Bundan dolayı intikam hisleriyle dolan Süryanî askerler öfkelenip kapıları açtılar ve Danışmendli Gümüştekin Gazi hiçbir mukavemetle karşılaşmadan şehre girdi, herkese huzur ve emniyet içinde evlerine ve işlerinin başına dönebileceklerini söyledi.
Halka gıda yardımı yaptığı gibi çiftçilere tohumluk ve öküz dağıttı (18 Eylül 1102). Gabriel öldürülerek zindanlara doldurduğu insanlar salıverildi. Gümüştekin Gazi, Malatya'da huzur ve emniyet içinde büyük bir kalkınma seferberliği başlattı. Malatya onun devrinde en mesut devirlerindenn birini yaşamıştır.
Antakya prinkepsi Bohemund ile kuzeni Richard de Salerno'nun esir alınmasından sonra meydana gelen gelişmeler, o zamana kadar Haçlılar'a karşı birlikte cihat eden iki Türk hükümdarını birbirine düşürdü. Bohemund'un esir düştüğünü öğrenen Bizans imparatoru Alexios Komnenos, bu tehlikeli düşmanını kontrol altına almak için seferber oldu ve Gümüştekin'e haber gönderip onu kendisine teslim ettiği takdirde ikiyüzaltmış bin Bizans altını vermeyi vaat etti. Bu müzakerelerden haberdar olan Anadolu Selçuklu sultanı Kılıç Arslan Gümüştekin'e hem Anadolu sultanı hem de müttefiki olduğunu söyleyerek Bizans imparatorundan alınacak bu fidyenin yarısının kendisine verilmesi gerektiğini bildirdi.
Bizans imparatoruna teslim edilmekten korkan Bohemund ise Gümüştekin'e kurnazca yaklaşıp eğer Alexios'un teklifini reddeder ve bunun yarısı kadar bir meblağa razı olursa Antakya Prinkepsligi, Urfa Kontluğu ve Kudüs Krallığı'nın kendisiyle ittifak tesis edeceğini ve Bizans hakimiyetindeki bazı toprakları ele geçirmesine yardımcı olacağını, Antakya'nın eski hakimi Yağışıyan'ın ailesini serbest bırakacağını söyleyerek onu ikna etti. Bunun üzerine Bohemund Urfa, Antakya ve Sicilya'daki dost ve akrabalarına haber gönderip kurtulması için gerekli olan 100.000 altını toplayıp Malatya'ya getirmelerini istedi.
Bizans imparatorunun teklif ettiği fidyenin yarısını Kılıç Arslan'a kaptırmak istemeyen Danışmendli Gümüştekin Gazi, Bohemund'un dost ve akrabalarının getireceği daha az fidyeyi kabul ederek, onu 1103 yılı Paskalya yortusundan kısa bir müddet önce Malatya'da serbest bıraktı. Bohemund'un fidyesi, Baudouin du Bourg, Patrik Bernard, Gogh Vasil ve Bohemund'un italya'daki akrabaları tarafından temin edilmişti. Kılıç Arslan buna çok öfkelendi. Hem parayı kaybetmiş hem de aleyhinde güçlü bir ittifak oluşmuştu. Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk'a Gümüştekin'in Haçlılarla anlaşma yaparak hem kendini küçük düşürdüğünü hem de müslümanlara leke sürdüğünü söyledi. Ayrıca Gümüştekin'e haber gönderip hatasının bağışlanmasını istiyorsa Bohemoond'u kendisine teslim etmesi gerektiğini bildirdi. Ancak Gümüştekin Bohemund ile yaptığı anlaşmaya sadık kaldı.
Bohemund Antakya'ya döner dönmez müslümanların hâkimiyetindeki topraklara saldırıya geçti. Pek çok müslümanı öldürdüğü gibi vergi adıyla mallarını müşadere etmek suretiyle ödediği fidyenin kat kat fazlasını çıkardı. Bundan dolayıdır ki, İbnü'l-Esîr haklı olarak: "Gümüştekin bu hatalı hareketiyle müslümanlara yaptığı iyiliklerin silinip yok olmasına sebep oldu." diyerek onu tenkit eder.
Bu sırada Haçlılar'ın zulüm ve işkencelerinden bıkan Ermeniler'in daveti üzerine Elbistan'ı zaptederek onları Haçlı zulmünden kurtaran Kılıç Arslan, Antakya üzerine sefere hazırlanırken Danışmend Gazi'nin Bohemund'u yüzbin altın fidye karşılığında serbest bıraktığını öğrenince, seferden vazgeçerek süratle Gümüştekin'in üzerine yürüdü ve Maraş yakınlarında onu hezimete uğrattı (496 Zilkade/Ağustos 1103). Bu bozgun Gümüştekin Gazi'nin itibarını çok sarstı.
Bu olaydan yaklaşık iki yıl sonra Gümüştekin Gazi, Sivas'ta öldü. Urfalı Mateos (Vekayinâme, s. 225) onun 23 şubat 1104-21 şubat 1105 tarihleri arasında Ebu'l-Ferec İbnü'l-İbrî (Ebu'l-Farac Tarihi, II, 345) ile Müneccimbaşı (Sahaifü'l-ahbâr, II) ise 1105-1106 yılında öldüğünü söylerler. Kabri Niksar'da olup türbesi kitabesizdir. Tokat'ta Garipler Camii olarak bilinen camiin de onun tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Oniki oğlu vardı. Zahid ve muttakî bir emir olan Danışmend Gazi iyi bir insandı. Halka çok iyi davranırdı. Hristiyanlar bile ondan övgü ile söz ederlerdi. Ülkeyi mâmur ve müreffeh bir hâle getirmek için çok çalıştı.
-
Cevap: islam tarihi
2. Emir Gazi:
Gümüştekin Gazi'nin ölümü üzerine Kılıç Arslan yıllar önce göz diktiği Malatya'yı ele geçirmek için seferber oldu. 28 Haziran 1105 (veya 1106) tarihinde başlattığı muhasarayı şehri zaptedinceye kadar sürdürdü. Şehrin kuzeydoğusunda kurduğu muhasara âletleri ve mancınıklarla birkaç şiddetli hücumda bulunduktan sonra Danışmend Gazi'nin oğlu Yağışıyan (başka bir rivayete göre İsmail b. Danışmend'in oğlu Sungur) şehri teslim etmek zorunda kaldı (2 Eylül 1105 veeya 1106)
Gümüştekin Gazi'nin ölümünden sonra hanedanın başına büyük oğlu Emîr Gazi geçti. Urfalı Mateos, onun bütün kardeşlerini öldürerek tahta geçtiğini yazar.
Selçuklular'ı metbû tanıyan Emîr Gazi, Kılıç Arslan'ın 1107 yılında ölümü üzerine meydana gelen iktidar boşluğundan ve oğulları arasında başlayan taht kavgalarından yararlanarak hâkimiyet sahalarını genişletmeye teşebbüs etti. Bu mücadele sırasında Kılıç Arslan'ın oğlu Arapşah, Gazi'nin oğlu Muhammed'i esir etti. Fakat Emîr Gazi, sonunda Arapşah'ı mağlup ederek oğlunu kurtardı.
Emîr Gazi, Kılıç Arslan'ın oğulları arasındaki taht mücadeleleri sırasında damadı Mesud'u destekliyordu. Türkiye Selçuklu sultanı Şahinşah Afyonkarahisar yakınlarında Bizans imparatoru Alexios Komnenos ile imzaladığı anlaşmayı müteakip Konya'ya dönerken Danışmendli Emîr Gazi ve bazı Selçuklu emîrleri tarafından desteklenen Mesud, kardeşinin üzerine büyük bir ordu sevketti. Şahinşah bundan haberdar olunca imparatora sığınmak için kaçarken Akşehir yakınlarında yakalanarak gözlerine mil çekildi ve Mesud, kayınpederi Emîr Gazi sayesinde Selçuklu tahtına çıktı (1116).
Emîr Gazi 1119 Mayısında yedibin kişilik bir orduyla Antakya üzerine bir akın düzenledi. Antakya prinkepsi Roger onun üzerine yürüdüyse de perişan oldu ve Türkler Haçlı topraklarını yağmaladılar.
Oğlu Tuğrul Arslan adına Malatya'yı idare etmekte olan Kılıç Arslan'ın dul karısı Ayşe Hatun ile evlenmiş olan Belek Gazi, Mengücüklüler'e ait Kemah'i istilâ etti. Ancak Belek'in Haçlılar'la mücadele etmesini fırsat bilen Mengücük oğlu İshak, Kemah'ı geri aldı. Belek, Haçlılar'a karşı düzenlediği seferden döner dönmez, Mengücüklüler'in üzerine yürüdü (1119).
Mengücüklü İshak, Belek'e mukavemet edemeyeceğini bildiği için bizans'ın Trabzon dükü Konstantin Gabras'a sığındı ve onunla ittifak yaptı. Bunun üzerine Belek de Danışmendli Emîr Gazi ile işbirliği yaptı. İki taraf Erzincan yakınlarında Serman (Siran) denilen yerde karşı karşıya geldi ve Mengücüklü İshak ile müttefiki Konstantin Gabras'in kuvvetleri büyük ölçüde imha edildi. Binlerce kişi esir alındı. Gabras ile İshak da esirler arasındaydı. Gabras otuzbin altın (Süryanî Mihail'e göre doksan bin altin) fidye ödeyerek kurtulurken İshak da Danışmendli Emîr Gazi'nin damadı olduğu için serbest bırakıldı. Mengücüklü İshak, uzun süre Danışmendliler'in nüfuzu altında kaldı. Aynı şekilde Gabras da Bizans'a karşı Danışmendliler'e sığınmış ve onların hizmetine girmiştir.
-
Cevap: islam tarihi
Danışmendli Emîr Gazi, damadını tahta çıkardıktan sonra da Anadolu'daki olaylara müdahale etmeye devam etti. Kılıç Arslan'ın Malatya'yı ele geçirmesiyle siyasî kudretleri zayıflayan Danışmendliler, Emîr Gazi zamanında Anadolu'da üstünlük ve hâkimiyeti ele geçirmeye çalıştılar. Emîr Gazi Artuklu Belek'in 1124'te ölümü üzerine Selçuklular'ın Malatya meliki Tuğrul Arslan ile Harput emîri Süleyman arasındaki ihtilaflardan yararlanarak Malatya'ya hücum etti (13 Haziran 1124). Bir ay devam eden kuşatmadan netice alamayınca, oğlu Muhammed'i orada bırakarak geri döndü. Muhammed şehre yakın bir yerde karargâh kurarak giriş-çıkışları kontrol altına aldı ve kuşatmaya altı ay daha devam etti.
Muhasaranın uzaması şehirde kıtlığa sebep oldu. Halk aç ve perişan bir halde kedi, köpek ve ağaç yaprakları yemeğe başladı. Tuğrul Arslan, Franklar'dan yardım istedi. Ancak onlar söz verdikleri halde Haleb'i muhasara etmekle meşgul oldukları için gelemediler ve kendi adlarına bu çok önemli fırsatı değerlendiremediler. Bunun üzerine Tuğrul Arslan ile annnesi Ayşe Hatun, Minsar kalesine çekilerek şehri Emîr Gazi'ye teslim ettiler (10 Aralık 1124). Halk, bu kıtlıklar sebebiyle perişan bir durumdaydı. Emîr Gazi onları teselli ederek çiftçilere tohumluk verdi, koyun ve sığır dağıttı.
Şehirde refah seviyesi yeniden yükselmeye başladı. Böylece Kılıç Arslan'ın Gümüştekin Gazi'den aldığı Malatya tekrar Danışmendliler'in eline geçti. Emîr Gazi'nin Malatya seferine Türkiye Selçuklu sultanı Mesud da katılmıştı. Bunu bir ihanet olarak kabul eden kardeşi Melik Arab öfkeyle Sultan Mesud'un üzerine yürüdü. Ancak Sultan Mesud kayınpederi Emir Gazi'nin desteğiyle onu mağlup etti (1126). Melik Arab ertesi yıl yeniden onlara karşı sefere çiktiysa da yine bozguna ugradı (1127) ve Kayseri ile Ankara Danısmendlilerin eline geçti. Emîr Gazi Malatya'yı zaptettikten sonra, Artuklu hâkimiyetindeki Harput üzerine yürüdü. Ancak Davud b. Sökmen'in daha erken davranarak Harput'a hâkim olduğunu görünce Hanzit yöresini yağmalayıp Davud üzerine yürüdü.
Bu mücadele sonunda kârlı çıkan taraf hiç süphesiz Danısmendliler oldu. Sultan Mesud kayinpederi sayesinde tahtini korumayı başarirken, Malatya'dan Sakarya'ya kadar uzanan Selçuklu toprakları Danısmendliler'in eline geçti. Anadolu'nun en güçlü devleti hâline gelen Danısmendliler, 1129 yılında Ankara, Çankırı, Kastamonu ve Karadeniz sahillerini kontrol altına aldılar.
Ermeni prensi Thoros, 1129 yılında ölünce, Emîr Gazi Çukurova (Kılıkya)'ya müdahale etti. Ertesi yıl Antakya prinkepsi II. Bohemund Ermeni Leon'un topraklarına girip Anazarva'yi (Aynüzarba bugünkü Dilekkaya Kalesi) isgal edince I. Leon, Emîr Gazi'ye haber gönderip yardım istedi. Emîr Gazi, bu daveti kabul ederek Çukurova'ya hareket etti. Bohemund da bu gelişmelerden habersiz olarak Çukurova topraklarına girince pusuya düşürülerek ordusuyla birlikte imha edildi, Haçlılar'dan kurtulan olmadı. Bohemund'un başı kesilerek mumyalandıktan sonra pek çok degerli ganimet ve hediyelerle birlikte Abbasî halifesine (baska bir rivayete göre büyük Selçuklu sultanina) gönderildi (21 Agustos 1130). Garip bir tesadüf eseri olsa gerek Gümüstekin Gazi, I. Bohemund'u, oglu Emîr Gazi de onun oglu II. Bohemund'u esir almıştır.
Emîr Gazi, daha sonra 1131'de tekrar Çukurova seferine çıktı. Ermeni Leon yıllık haraç vermeyi kabul etti. Emîr Gazi'nin dönüste Sümeysat'in kuzey dogusundaki Gouris kalesini kusattığı haber alındı. Bunun üzerine Kont Joscelin kendisi ağır yaralı olduğu için aynı adı taşıyan oğlunun kumandasındaki bir orduyu Danışmendliler üzerine sevketmek istedi. Ancak oglu Türk birliklerinin çok güçlü oldugunu söyleyerek bu görevi kabul etmeyince adamlarını çağırıp kendisi için bir sedye yaptırdı ve bu vaziyette ordunun başında sefere çıktı. Fakat yolda öldü. Emir Gazi Joscelin'in ölümünü haber alınca büyük bir âlicenaplik göstererek savaşı durdurmus ve Franklara bas sağlığı dilemiştir. Onun Çukurova'da bulunmasindan istifade eden Bizanns imparatoru Ioannnes Komnenos, Kastamonu'yu istilâ etti. Fakat Emîr Gazi, 1132'de bu yöreyi tekrar geri aldi. Tahti ele geçirmek için imparatora isyan eden kardesi Isaak Komnenos da Emîr Gazi'ye sığındi. Emîr Gazi onu gayet iyi karşıladi ve Trabzon dükü Konstantin Gabras'in yanina gönderdi. Haçlılar'a, Ermeni ve Rumlar'a karşı kazandığı zaferler, onun Anadolu hükümdarlari arasında mümtaz bir mevki elde etmesine sebep oldu.
Abbasî halifesi Müstersid ile Büyük Selçuklu sultani Sencer, Emîr Gazi'ye Melik ünvaninin tevcih edildigini gösteren bir mensurla birlikte bir kös, bir gerdanlik ve bir altın âsâ dört siyah sancak göndererek bölgedeki hakimiyetini tasdik ettiler. Ancak elçi bu mensur ve hediyeleri getirdiginde, Emîr Gazi ölüm döşeğindeydi ve birkaç gün sonra 528 (1134) tarihinde öldü.
Emîr Gazi Danışmendliler'in en güçlü hükümdarlarından biriydi. Cesur, zeki ve faziletli bir hükümdardı. Ülkenin her tarafinda huzur ve asayişi sağlamıs, Selçuklu topraklarının bir bölümünü de kendi hâkimiyeti altına alarak Anadolu'nun en nüfuzlu hükümdarı olmuştu.
-
Cevap: islam tarihi
3. Melik Muhammed:
Emîr Gazi'den sonra Danışmendli tahtına büyük oğlu Melik Muhammed geçti. Abbasî halifesi Müstersid ve Büyük Selçuklu sultanı Sencer'in gönderdiği mensur, altın âsâ ve diğer hediyeler Melik Muhammed'e verilerek Malatya'da hükümdar ilân edildi. Emîr Gazi'nin Muhammed'den başka Yağıbasan, Yağan ve Aynüddevle adlarında üç oğlu daha vardı. Muhammed tahta geçince kardeşleri Aynüddevle ve Yağan isyan etti. Melik Muhammed, hükümdarlığının ilk yıllarında bir yandan kardeşleriyle, bir yandan da Bizans saldırılarıyla uğraşmak zorunda kaldı.
İmparator İoannes Komnenos Danışmendliler arasındaki taht kavgalarından istifade ederek 529 (1135) yılında Kastamonu ve Çankırı'yı işgal etti. Ancak Sultan Mesud ile ittifak yapan Melik Muhammed, Bizans kuvvetlerinin çekilmesi üzerine bu yöreyi tekrar topraklarına kattı. Melik Muhammed, 1135'de isyan eden kardeşi Yagan'ı öldürdü, Aynüddevle ise Malatya'ya kaçtı. Melik Muhammed, 1136-1137 yıllarında büyük bir orduyla Maraş'a girdi, Keysûn ve civarını yağmalayıp bazı köyleri tahrip etti.
Ancak Baudouin, 1137'de Bizans imparatoru İoannes'tenn yardım isteyince, Melik Muhammed geri çekildi. Daha sonra Malatya'ya hâkim olan kardeşi Aynüddevle üzerine yürüyerek Elbistan ve Ceyhun yörelerini aldı. Aynüddevle, önce Malatya civarındaki Hanzit'e oradan da Âmid (Diyarbekir)'e kaçtı. Fakat buralarda da tutunamayarak Haçlı kontu Joscelin'e sığındı. Melik Muhammed'in bu seferi Sultan Mesud'a Haçlı hâkimiyetindeki Maraş'a hücum ederek köyleri yakıp yıkma imkânı verdi (1138). Melik Muhammed 1139'da tekrar Çukurova'ya taarruz edip Feke ve Gabon gibi bazı kaleleri ele geçirdi.
Bizans imparatoru İoannes, Danışmendliler'i Bitinia ve Paflagonya'dan çıkarmaya çalıştı. Daha sonra Konstantin Gabras ile anlaşınca Danışmendliler'in merkezi Niksar'ı ele geçirmek ümidiyle sefere çıktı ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra Niksar'a gelerek şehri kuşattı. Fakat Niksar müstahkem bir şehirdi. Bu dağlık yörede ikmal yollarını açık bulundurmak kolay değildi. İoannes bir taraftan çok sayıda askerinin ölmesi, bir yandan da kardeşi İsaakios'un oğlu İoannes'in Selçuklular'a sığınması ve müslüman olarak Mesud'un kızıyla evlenmesi onu şaşkına çevirdi. Uzun süren muhasaradan hiçbir netice elde edemeden 1141 yılı başlarında İstanbul'a döndü. Böylece Bizans büyük umutlar bağladığı bu seferden de eli boş dönmüş oldu. Fakat 1141'de yeniden harekete geçerek Uluborlu ve Beyşehir Gölü üzerinden Antalya'ya giden yolu ele geçirmistir.
Danışmendliler, 1140'da Kasianus yöresi ve Karadeniz bölgesini Rumlar'dan geri aldılar. Melik Muhammed daha sonra güneye yönelerek Elbistan'a hücum eden Haçlılar'ı geri püskürttü.
Melik Muhammed, 6 Aralık 1143 tarihinde (Süryani Mihail, Vekayinâme s. 119) Kayseri'de öldü. Dindâr ve hayırsever bir hükümdar olan Melik Muhammed, Rumlar, Haçlılar ve Ermeniler'le cihat etmiş, başta Abdülmecid b. İsmail olmak üzere çok sayıda din bilginini çeşitli ülkelerden davet ederek Anadolu'da İslâmiyet'in yayılmasi için çalışmıştır. Kayseri Ulu Camii'ni (Câmi-i Kebîr) de o yaptırmıştır. Camiin kible tarafındaki Melik Gazi Medresesi'nde bulunan türbede Melik Muhammed Gazi'nin medfun olduğu söylenir fakat türbenin kitabesi yoktur. Halil Edhem Kayseri Ser'iyye sicillerine istinaden Cami-i Kebîr'in Melik Muhammed Gazi tarafından yaptırıldığını ifade etmektedir. Melik Muhammed yıllardır harabe hâlinde olan Kayseri'yi tamir ettirmiş, şehri bir bakıma yeniden tesis ederek burayı merkez yapmıştır.
-
Cevap: islam tarihi
4. Melik Muhammed'in Oğulları ve Kardeşleri:
Melik Muhammed'in; Zünnun, Yunus ve İbrahim adlarında üç oğlu vardı. Bunlardan Zünnunn'u veliaht tayin etmişti, fakat Sivas meliki olan kardeşi Nizameddin Yagıbasan (Bazı kaynaklarda Yakup Arslan, Yagı Arslan) kardeşi Melik Muhammed'in karısıyla evlenerek Kayseri'de yönetime hâkim oldu (549/1154). Zünnun, Zamantı'ya kaçmak zorunda kaldı. Fakat bir müddet sonra yeniden Kayseri'ye hâkim olmayı başardı.
Daha önce Artuklular'a ve Haçlılar'a sığınmış olan Aynüddevle, Melik Muhammed'in ölümünden sonra Elbistan ve Malatya'ya hâkim oldu. Zünnun Kayseri'ye, Yagıbasan da Sivas'a hâkim olmuştu. Böylece Danışmendliler üç kola ayrılmış bulunuyorlardı.
Bu durum, Türkiye Selçuklu sultanı Mesud'un hâkimiyet sahasını genişletmesine yaradı. Melik Muhammed'in ölümü üzerine hanedan mensupları arasında başlayan taht kavgalarına müdahale eden Sultan Mesud'un Zünnun'u desteklemesi üzerine Melik Muhammed'in kardeşleri Malatya meliki Aynüddevle ile Sivas meliki Yagıbasan ona karşı ittifak yaptılar. Aynüddevle, Yagıbasan'ın desteğiyle Elbistan ve Ceyhan yöresini istilâ edince, Sultan Mesud derhal Sivas'a yürüyüp şehri ele geçirdi ve oğlu Şahinşah'ı Ankara, Çankırı ve Kastamonu valiliğine getirdi. Daha sonra Malatya'ya hareket etti. Şehri üç ay kuşatmasına rağmen hiçbir netice elde edemeden geri döndü (1143).
Bizans imparatoru İoannes'in 1143'te ölümü üzerine rahatlayan Sultan Mesud, yeniden Danışmendli topraklarına hücuma başladı. 1144'te Aynüddevle'nin hâkimiyeti altındaki Elbistan ve Ceyhan'ı zaptederek oğlu Kılıç Arslan'ı bu yöreye melik tayin etti. Daha sonra tekrar Malatya'yı muhasara etti, fakat Bizans'ın yeni imparatoru Manuel Komnnenos'un Anadolu'da ilerlemekte olduğunu duyunca kuşatmayı kaldırdı (1144). Sultan Mesud'un genişleme siyaseti Yagıbasan ile Aynüddevle'yi endişelendirdi ve Bizans imparatorundan yardım istemeye mecbur etti. Bunun üzerine Manuel, Konya'yı kuşattıysa da netice alamadan ayrıldı (541/1146).
Artuklu Kara Arslan ile beraber Haçlı topraklarına saldıran Aynüddevle, 1151 yılında Gerger, Kâhta, Adıyaman ve Palu'yu ele geçirerek çok sayıda esir aldı. Sultan Mesud'un damadı ve Sivas-Amasya meliki Yagıbasan ise aynı yıl Karadeniz bölgelerinde fetihlerde bulunarak Ünye, Samsun ve Bafra'yı zaptetti. Yeğeni Zünnûn b. Melik Muhammed ise Kayseri'ye hakim oldu.
Aynüddevle, 1152 yılında ölünce yerine oğlu Zülkarneyn geçti. Yagıbasan taziyede bulunduktan sonra onu Sultan Mesud'a karşı birlikte hareket etmeye çağırdı. Bu gelişmelerden haberdar olan Sultan Mesud, Yagıbasan'ı tehdit etti. O da yeğenini desteklemeyeceğine dair kesin söz verdi. Sultan Mesud Yagıbasan'ı kendisine tâbi kıldıktan sonra üçüncü defa Malatya üzerine yürüdü ve şehrin surlarını tahrip etti. Zülkarneyn ise annesiyle birlikte sultanın huzuruna çıkıp af diledi. Sultan da kendine tâbi olmak şartıyla Malatya'da hâkimiyetini devam ettirmesine müsaade etti.
Sultan Mesud'un ölümü üzerine yerine oğlu II. Kılıç Arslan geçti (1155). Danışmendli hanedanına mensup iki damadından Yagıbasan'a Ankara, Amasya ve Kapadokya, Zünnûn'a ise Kayseri ve Sivas şehirleri verildi. Fakat kardeşleri tahtta hak iddia ederek ayaklandılar. Bunu fırsat bilen Sivas Danışmendli hükümdarı Yagıbasan, Şahinşah ile yeğenleri Zünnûn ve İbrahim ile Malatya emîri Zülkarneyn'in desteğini sağlayarak büyük bir orduyla Kayseri'ye hareket etti. Kılıç Arslan da onun üzerine yürüdü. İki taraf tam savaşa girmek üzereyken âlimler araya girip müslüman kanı dökülmesine engel oldular ve her iki taraf da ülkelerine döndüler. Fakat Yagıbasan, bir müddet sonra Zengiler'den Nureddin Mahmud'un teşvikiyle Elbistan'a girince, Kılıç Arslan süratle harekete geçti. Yagıbasan, yetmişbin kişiyi Ceyhan dışındaki bölgelere sürerek Kılıç Arslan'ın karşısına çıktı. Yine din adamları araya girip savaşa engel oldular ve iki taraf arasında bir antlaşma imzalandı (Şaban 550/Ekim 1155).
-
Cevap: islam tarihi
Bizans imparatoru Manuel, Anadolu'nun genç hükümdarı II. Kılıç Arslan'a ağır bir darbe indirmek maksadıyla yeni bir ittifak tesis etti. 1157'de Bafra ve Ünye'yi topraklarına katmış olan Yagıbasan, buraları Bizans'a iade edip ittifaka girdi. Sultan Mesud'un damadı Danışmendli Zünnun ve Zülkarneyn'in de yer aldığı bu ittifak karşısında Kılıç Arslan Bitinia emîri Süleyman'ı imparatora göndererek anlaşma teklif etti. Fakat red cevabı alınca Yagıbasan'ı ittifaktan ayırmak için Elbistan'ı kendisine bırakmayı vaad etti (1160). Fakat bundan da bir netice alamadı.
Malatya meliki Zülkarneyn, 555 (1160) yılında öldü. Yerine oğlu Muhammed geçti ve Kılıç Arslan'a tâbi olarak Malatya'yı idare etti.
Erzurum Saltuklu hükümdarı Izzeddin Saltuk'un kızı Kılıç Arslan ile nikâhları kıyıldıktan sonra zengin çeyizleriyle birlikte Erzurum'dan Konya'ya gönderilmişti. Bunu haber alan Yagıbasan, Kılıç Arslan'a düşmanlığı sebebiyle gelin alayına saldırdı ve gelini yegeni ve Kayseri meliki olan Zünnun ile evlendirmek üzere götürdü. Gelin Kılıç Arslan'a nikâhlı olduğu için Islâm dinine göre başkaşıyla evlenmesi caiz olmadığından Islâmiyet'ten irtidad ettirdiler. Kız daha sonra tekrar müslüman oldu ve Zünnun ile evlendirildi. Bu ağir tecavüz karşısında çok öfkelenen Kılıç Arslan, Yagıbasan üzerine yürüdüyse de Bizans kuvvetleri tarafindan desteklenen Danışmendli ordusu karşısında mağlup oldu (1162). Bu olayın 1164 veya 1165 yıllarında meydana geldiğine dair rivayetler de vardır. Kılıç Arslan, Yagıbasan karşısında mağlup olunca, Bizans'tan yardım istemek için Istanbul'a gitti ve dönüşünde Yagıbasan'dan intikam almak için harekete geçti. Artuklular'dan Kara Arslan, Necmeddin Alpi, Erzen ve Bitlis emîri Fahreddin Devletsah da onunla birlikte Sivas üzerine yürüdüler ve şehri zaptettiler (1163). Yagıbasan yardım sağlamak için damadı çankırı Selçuklu meliki Sahinsah'in yanına gitti ve 4 Agustos 1164 tarihinde orada öldü. Yagıbasan Danışmendliler'in nüfuzlu hükümdarlarından biriydi. Cesur ve ileri görüşlü, siyasî kabiliyeti hâiz hayirsever ve azimli bir insandı. Niksar'da yaptırdığı medresenin hazîresinde medfundur. Yagıbasan'ın yaptırdığı medrese veya mescide ait bir kitabe bugün mevcuttur.
Niksar'da bulunan, 552 (1157-1158) tarihli bir kitabede Yagıbasan'ın künye ve lakapları söyle sıralanmaktadır: el-Melikü'l-Âlim, el-Âdil, Nizâmüddünya ve'd-Dîn Ebu'l-Muzaffer Yagıbasan b. Melik Gazi b. Melik Danışmend Zahîru Emîri'l-Mü'minîn. Adına basılan bir sikkede ise: el-Melikü'l-Âdil Nizameddin Yagıbasan b. Melik Gazi b. Melik Danışmend Zahîru Emîri'l-Müminin ibareleri vardır. O, bir takım imar faaliyetlerinde de bulunmus, Sivas ve Niksar'da cami, türbe ve imarethaneler yaptırmıştı. Cemâleddin Gazi, Muzaffereddin Mahmud, Zahreddin Ili, Bedreddin Yusuf adlı çocukları vardı, fakat yerine yegeni Ibrahim'in oğlu Ismail geçti ve Cemaleddin Gazi'den baska bütün çocukları Selçuklular'ın hizmetine girdiler.
Yagıbasan'ın ölümü üzerine karısı, Zünnnun'unn onaltı yaşındaki yegeni Ismail b. Ibrahim ile evlenerek onu hükümdar ilân etti (559/1164). Bazı kaynaklara göre Yagıbasan'ın yerine Cemâleddin Gazi adlı oğlu geçti. Çok kısa bir müddet tahtta kaldığı için de tarihçiler ondan bahsetmez. Onu Ibrahim b. Muhammed ile oğlu Ismail takip etmiş Ibrahim de 564 (1169) yılında vefat etmiştir. Bunun üzerine hanedan mensupları arasında mücadele başladı. Bu sırada Elbistan emîri Mahmud b. Mehdî bağımsızlığını ilân etti. Ayrıca Kayseri meliki Zünnun ile Yagıbasan'ın yegeni Ibrahim b. Muhammed de aynı maksatla harekete geçtiler. II. Kılıç Arslan, bu fırsattan istifade ederek Danışmendli topraklarını ele geçirmek için seferber oldu ve Elbistan üzerine yürüyerek Danışmendli topraklarını zaptetmeye başladı (1165). Elbistan'ı, Tohma vadisini, Darende ve Gedük yöresini ilhak etti. 1168'de Zünnun üzerine yürüdü ve 1169'da diğer bir rivayete göre 1171 veya 1173'te Kayseri ve Zamanti'da Danışmendli hâkimiyetine son verdi. Zünnun, Kılıç Arslan'ın kardeşi Sahinsah ve Malatya meliki Efridun Atabeg Nureddin Mahmud'a sığındılar.
Kılıç Arslan'ın giderek kuvvetlenmesinden rahatsız olan Nureddin, Danışmendli Zünnun'u, Sahinsah'i ve Artuklular'ı himaye ederek ona karşı bir ittifak tesis etti. Bir orduyla Sivas'ta bulunan Melik Ismail'e de haber gönderip, Kılıç Arslan'dan Zünnun'a ülkesini iade etmesini istedi. Kılıç Arslan, Nureddin'in elçilerini bir müddet oyaladıktan sonra teklifini reddetti. Bunun üzerine müttefik kuvvetler, Sivas'tan Kayseri istikametinde yola çıkarken Atabeg Nureddin Mahmud da Maras, Göksun ve Behisni'yi işgal ettikten sonra Sivas'a yöneldi (1172). O yil Sivas'ta müthiş bir kıs hüküm sürmüs ve kıtlık başgöstermişti. Ismail ise ambarlarında buğday stoku bulunduğu halde halka dağıtmamış ve bu yüzden birçok kişi açlıktan ölmüştü. Sonunda halk dayanamayıp isyan etti, Ismail, karısı ve beşyüz adamı öldürüldü, ambarları yağmalandı (Ismail'in kabri Niksar'dadir). Bunun üzerine şehrin ileri gelenleri toplanıp Nureddin'e sığınmış olan damadı Zünnun'u Sivas'a davet etmeye karar verdiler.
Zünnun Nureddin'in yardımıyla mesakkatli bir yolculuktan sonra Sivas'a varıp Danışmendli tahtına çıktı (567/1172) Fakat kısa bir müddet sonra Sultan Kılıç Arslan onun üzerine yürüyünce Zünnun Niksar'a kaçtı ve Nureddin Mahmud'dan yardım istedi. Bunun üzerine Nureddin'in topraklarını istilâ ettiğini ögrenen II. kılıç Arslan onun üzerine yürüdü. Fakat ağır kıs şartları ve Haçlı saldırıları iki Türk hükümdarını barışmaya itti. Yapılan anlaşmaya göre Nureddin işgal ettiği yerleri geri verecek, Kılıç Arslan da Zünnun'un Sivas'ta hüküm sürmesine rıza gösterecekti. Ayrıca Nureddin'in emîrlerinden Fahreddin Abdülmesih de emrindeki üçbin kişilik kuvvetle Sivas'ta kalıp Zünnun'u himaye edecekti. Muhtemelen Ankara da Sehinsah'a verilecekti.
Nureddin'in 1174 yılında ölümü üzerine Sivas'ta bırakılan garnizon Suriye'ye dönünce, Sultan anlaşma şartlarını hiçe sayarak Sivas, Niksar, Komana, Tokat ve diğer Danışmendli topraklarını istilâ etmek maksadıyla harekete geçti. 1175 yazında söz konusu şehirlerin zaptedilmesi üzerine Zünnun ile Sahinsah, Bizans'a sığınmak zorunda kaldılar ve Danışmendliler'in Sivas kolu da böylece ortadan kalkmış oldu.
Bizans imparatoru Manuel, Danışmendliler'e kaybettikleri toprakları iade etmek istiyordu. Bu maksatla Manuel, Gavras adlı bir komutanını otuzbin kişilik bir orduyla Amasya ve Niksar'a sevketti. Fakat bir sonuç alamadı.
Rivayete göre Zünnun, 570 (1175) yılında Kılıç Arslan'ın emriyle Bizans hapishanelerinde zehirlenerek öldürülmüştür. Aksarayî'ye göre ise Kılıç Arslan'ın Sivas'ı istilâ etmesi üzerine öfkeyle Niksar'a gitmiş ve orada ölmüştür.
-
Cevap: islam tarihi
5. Danışmendliler'in Yıkılışı:
Melik Muhammed'in 537 (1143) yılında ölümü üzerine Danışmendliler'in Sivas ve Malatya olmak üzere iki ayrı kol hâlinde hâkimiyetlerini sürdürdüklerini görüyoruz. Danışmendliler, 1124 yılında Malatya'yı Selçuklular'dan alınca yukarıda da belirttiğimiz gibi Emîr Gazi'nin oğlu Aynüddevle (Emîr-i İsfehsâlâr Alâeddin ve İmâdu emîri'l-mü'minîn), burada yönetimi ele geçirip Tuğrul Arslan'ın kızıyla evlenmişti. Bu evlilikten doğan Zülkarneyn, babasının 1152 yılında ölümü üzerine annesinin vesâyeti altında emîr oldu. Fakat Selçuklu sultanı Mesud, Malatya'yı muhasara edince, ona karşı koyamayacağını anlayarak bağlılık arzetti. Sultan da şehrin yönetimini ona bıraktı. Daha sonra annnesinin tahakkümüne karşı çıkarak idareye tek başına hâkim oldu. Sultan Mesud'un ölümünden sonra da amcası Yagıbasan'ın vassalı olarak hüküm sürdü ve Ekim 1162'de Malatya'da öldü. Hekim İbrahim b. Ebû Said el-Alâî, Takvîmu'l-Edviye adlı eserini ona ithaf etmiştir.
Zülkarneyn'den sonra yerine oğlu Nâsireddin Muhammed geçti. İçki ve eğlenceye çok düşkün olan bu hükümdarın bir fahişeyle düşüp kalkması, halkın nefretine mucip oldu. Halkın baskılarına dayanamayan Nâsireddin Muhammed şehri terketti (1170). Yerine kardeşi Fahreddin Kasım (bazı kaynaklarda Ebu'l-Kasım) geçti. 1171'de Harput Artuklu beyi Fahreddin Kara Arslan'ın kızıyla evlenen Kasım, düğün günü bir gösteri sırasında attan düşerek öldü (Mayıs 1171). Bunun üzerine halk küçük kardeşi Efridun (Feridun)'u tahta çıkardı ve gelini istemediği halde onunla evlendirdiler. Bu sırada Kılıç Arslan, Malatya üzerine yürüyüp şehri muhasara etti, fakat ele geçiremedi ve civardaki halkı esir alıp Kayseri'ye götürdü. Bu olaylar sebebiyle Atabeg Nureddin, Mardin ve Harput Artuklu beyleri, Ermeniler ve Danışmendliler'in Sivas Meliki, Kılıç Arslan'a karşı bir ittifak teşkil ettiler. Ancak Kılıç Arslan esir aldığı Malatyalılar'ı iade edeceğini bildirince taraflar arasında savaş olmadan anlaşma sağlandı.
Nâsireddin Muhammed, dört-beş yıl Suriye ve Anadolu'da dolaştıktan sonra II. Kılıç Arslan'a sığındı ve onun tarafından Ereğli valiliğine getirildi. 1175 Şubatında Malatya'ya döndü ve Barsuma manastırındaki papazlar ve şehirdeki dostlarının yardımıyla geceleyin kaleye çıkıp Efridun'u öldürdü ve 15 Şubat 1175 tarihinde şehre hâkim oldu. Nâsireddin, Kılıç Arslan'a tâbi olarak üç yıl hüküm sürdü. Nihayet 25 Ekim 1178'de Malatya'yı zapteden Kılıç Arslan, Danışmendliler'in bu subesini de ortadan kaldırdı. Nâsireddin Muhammed Hisn-i Ziyad'a çekildi.
Danışmendliler'in yıkılmasından sonra Yagıbasan'ın üç oğlu Muzaffereddin Mahmud, Zahireddin İli ve Bedreddin Yusuf, Selçuklular'ın hizmetine girerek sınır boylarında Rumlar'la savaşmışlar ve I. Giyaseddinn Keyhüsrev'in ikinci defa tahta geçmesi için uğraşmışlardır.
Kayseri Ulu Camii'nin 602 (1205) tarihli kitabesi Muzaffereddin Mahmud'un adına tanzim edilmiştir. Caminin Emir Gazi'nin oğlu Muhammed tarafından yaptırıldığı dikkate alınırsa Muzaffereddin Mahmud tarafından tamir ettirilmiş olması muhtemeldir. Gülek Camii (Kayseri) üzerindeki kitabede de kızı Atsız Elti Hatun'un adı yeralmaktadır (Halil Edhem, Kayseriyye Şehri Kitabeleri, s. 18, 33).
-
Cevap: islam tarihi
AHLATŞAHLAR
Ahlatşahlar, 1100-1207 tarihleri arasında Ahlat ve civarında hüküm sürmüş bir Türk-İslâm hanedanıdır.
Van gölünün kuzeybatısında yer alan Ahlat adının Urartular'dan geldiği ve onların bu şehre "Halads" dedikleri kabul edilmektedir. Ermenilerin Salent, Süryanilerin Keloth dediği Ahlat Arapça İslâm kaynaklarında Hilât şeklinde geçer. Fakat Türkler'in buraya hâkim olduğu tarihten itibaren Ahlat olarak telaffuz edilmeye başlanmış ve günümüze kadar da bu adla anılagelmiştir. Şehir ilk defa Hz. Ömer devrinde el-Cezîre fatihi İyaz b. Ganm tarafından Bitlis ve diğer bazı şehirlerle birlikte fethedilmiştir (20/640-641). Yapılan anlaşmayla Ahlat ve Bitlis beyleri İslâm devletinin himayesinde kalacak ve yıllık muayyen miktarda vergi ödeyecekti. Selçuklular'ın bu bölgeye ilk akınları, Çağrı Bey'in 1015-1021 yılları arasında gerçekleştirdiği meşhur Doğu Anadolu seferi sırasında yapılmıştı. Çağrı Bey'in dönüşünde: "Bize karşı koyabilecek bir kavme rastlamadım" şeklindeki raporu, Selçuklular'ın bu bölgeyi ele geçirme ümitlerini artırdı. İlk Selçuklu sultanları Tuğrul Bey ve Alparslan, hem Türkmen kitlelerine yurt bulmak ve hem de İslâm ülkelerini korumak gayesiyle Bizans sınırlarına akınlar düzenlediler.
Tuğrul Bey bu seferlerden birinde Bargiri ve Erciş'i zaptetti.
Sultan Alparslan zamanında Selçuklular'ın eline geçen Ahlat, Anadolul'nun fethi sırasında bir üs ve karargâh olarak kullanılmıştır. Muhtemelen Malazgirt zaferinden önceki bir tarihte Türk hâkimiyetine giren şehir, Selçuklu sultanları tarafından tayin edilen valilerce yönetiliyordu. Kaynakların ifadesine göre; Malazgirt savaşına katılan Ahlatlılar, elde ettikleri ganimetler sayesinde zengin olmuşlardır. Daha sonra Mervanîler'in eline geçen Ahlat, 1100 yılına kadar onların idaresinde kaldı.
a) Sökmen el-Kutbî (1100-1111):
Ahlatşahlar hanedanının kurucusu olarak kabul edilen Sökmen'e Selçuklular'ın Azerbaycan valisi Kutbuddevle İsmail b. Yâkutî'nin kölesi olduğu için efendisine nispetle el-Kutbî deniliyordu. Kutbuddevle İsmail, Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra oğulları ve hanedan mensupları arasında başlayan taht kavgaları sırasında öldürülünce, Sökmen onun oğlu Mevdud'un hizmetine girdi (486/1093). Ahlat'a hâkim olan Mervanî emirlerinin zulüm ve işkencelerinden usanan halk, adaletiyle meşhur Sökmen el-Kutbî'ye haber göndererek onu buraya davet ettiler. Sökmen bu daveti kabul ederek Ahlat'a geldi ve halk tarafından coşkun sevinç gösterileriyle karşılandı (493/1100).
Sökmen Mervanîler'i oradan uzaklaştırarak şehre hâkim oldu. Sultan Melikşah'ın oğlu Melik Muhammed Tapar, kardeşi Sultan Berkyaruk'a karşı giriştiği taht mücadeleleri sırasında daima kendisini destekleyen ve başarılı hizmetlerde bulunan Sökmen el-Kutbî'ye Ahlat ve Van gölü havzasını ikta ederek onun Ahlat ve çevresine hâkimiyetini onayladı (493/1100). Ahlat merkez olmak üzere kurulan bu hanedana, kurulduğu yer dolayısıyla Ahlatşahlar denildiği gibi kurucusunun adına nispetle de Sökmeniyye, Sokmaniyya veya Sökmenliler de denilir.
Sökmen bu tarihten itibaren yine Melik Muhammed Tapar'a sadakatle hizmet etti.
Nitekim 496 (1103) yılında Hoy'da Muhammed Tapar ile kardeşi Berkyaruk arasında meydana gelen muharebede Yağışıyan'ın oğlu Muhammed ve Siirt emîri Kızıl Arslan ile birlikte Sökmen de Muhammed Tapar'ın saflarında bulunuyordu. Bu savaşta yenilen Muhammed Tapar, taraftarlarıyla beraber Erciş'e ve oradan da Ahlat'a gitti. Ertesi yıl Sultan Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasında anlaşma sağlanınca, Selçuklu toprakları ikiye ayrılmış ve Sepidrud (Kızılözen) sınır olmak üzere Derbend'den Diyarbekir ve Suriye'ye kadar uzanan saha Muhammed Tapar'ın hâkimiyet sahası olarak kabul edilmiş ve Ahlat'ta da hutbe Muhammed Tapar adına okunmuştur.
Sultan Muhammed Tapar, 1105 tarihinde Musul'da Emir Çökürmüş'ü kuşatırken Sökmen yine onun yanındaydı. Sultan Muhammed Tapar, Eylül-Ekim 1108 tarihinde Emîr Mevdud'u; Porsukoğlu Porsuk, Aksungur Porsukî ve Sökmen el-Kutbî ile birlikte Musul'u Çavlı'nın elinden almak üzere gönderdi. Sökmen el-Kutbî, daha sonra Mevdud'un birinci Urfa seferine katıldı(1110).
Sultan Muhammed Tapar'ın emriyle Haçlılar'a karşı bir sefer hazırlığına girişen Emir Mevdud, Artukoğlu İlgazi ve Sökmen el-Kutbî'nin de yer aldığı büyük bir orduyla Urfa üzerine yürüdü. Ceziret İbni Ömer (Cizre)'de karargâh kuran Selçuklu ordusu, diğer komutanların ve gönüllü mücahitlerin de katılması için beklemeye başladı. Urfa'yı ele geçirmeye karar veren müttefik kuvvetler, 2-11 Mayıs 1110 tarihleri arasında Urfa'yı kuşatıp giriş-çıkışı kontrol altına aldılarsa da bu kuşatmadan önemli bir başarı elde edilemedi.
Mevdud, Sultan Muhamed Tapar'ın emriyle ertesi yıl yeni bir sefere hazırlandı. İsmen sultanın oğlu Mesud'un emrinde gerçekleştirilen bu sefere; İlgazi'nin oğlu Ayaz, Meraga emîri Ahmedîl ve Hemedan emîri Porsukoğlu Porsuk'tan başka Ahlatşah Sökmen el-Kutbî de katıldı. Birleşik Selçuklu ordusu Tellbâsır'ı kuşattı. Fakat Halep Selçuklu meliki Rıdvan'ın tutarsız hareketleri ve Ahmedîl'in Tellbâsir kontu Joscelin ile anlaşarak Mevdud'u kuşatmayı kaldırmaya ikna etmesi sebebiyle yine netice elde edilemedi.
Sökmen bu sefer sırasında Bâlis'te aniden rahatsızlanarak öldü (505/1111). Bunun üzerine ona bağlı birlikler, efendilerinin cenazesini alarak Meyyafarikîn istikametinde yola devam ederken Sökmen'in hazinelerini ele geçirmek isteyen İlgazi'nin saldırısına maruz kaldılar. Sökmen'in adamları tabutu ortalarına alıp kahramanca savaştılar, İlgazi'yi mağlup ederek Ahlat'a gittiler ve cenazeyi burada defnettiler.
Sökmen'in ölümünden sonra Ahlatşahlar devleti büyük bir sarsıntı geçirdi. Meraga emîri Ahmedîl, Sultan Muhammed Tapar'ın yanına giderek Sökmen ilini kendisine ikta etmesini istedi. Fakat diğer emîrler buna razı olmayınca Ahmedîl'in bu arzusu gerçekleşmedi. Hoy'un batısında buraya bir konak mesafedeki Sökmenâbâd şehrinin Sökmen el-Kutbî mi yoksa torunlarından II. Sökmen tarafından mı kurulduğu kesin olarak tesbit edilememiştir.
Sökmen el-Kutbî'nin hükümdarlığı sırasında Ahlatşahlar, başta Ahlat olmak üzere Malazgirt, Ercis, Adilcevaz, Eleşkirt, Van, Tatvan, Erzen, Bitlis, Mus, Hani ve Bargiri şehirlerini hâkimiyetleri altına almışlardı. Sökmen 502 (1108-1109) yılında Meyyafarikîn'i yedi ay muhasara ettikten sonra Humartaş'ın elinden aldı ve Oğuzoğlu'nu (Kizoğlu) buraya vali tayin ederek bazı ağır vergileri kaldırdı. Sökmen devrinde bu bölgedeki ticarî hayat büyük gelişme gösterdi. Nitekim Ahlat ticaret gemileri Karadeniz sahillerinde de ticarî faaliyetlerde bulunuyorlardı. Tarihçiler böyle bir ticaret gemisinin Kostantiniyye denizinde (muhtemelen Karadeniz) battığını ve gemideki tüccarların boğulduğunu ifade ederler.
-
Cevap: islam tarihi
Zahireddin İbrahim (1111-1127):
Sökmen'in ölümü üzerine yerine zayıf bir şahsiyet olan oğlu Zahireddin İbrahim geçti (1111). İbrahim babasından güçlü bir devlet miras almıştı. İlk olarak Meyyafarikîn'e giden İbrahim vali Oğuzoğlu'nu (Kizoğlu) azlederek yerine Ebû Mansur el-Muîn'i tayin etti. İbrahim 507 (1113-1114) yılında veziri Ebû Sa'd es-Sedîd'i idam edince Meyyafarikîn valisi olan kardeşi Ebû Mansur isyan etti. Sultan Muhammed Tapar, daha sonra Meyyafa-rikîn'i önde gelen emîrlerinden Karaca es-Sâkî'ye ikta etti (508/1115). Böylece Meyyafarikîn Ahlatşahlar'ın hâkimiyetinden çıkmış oldu. Bu isyan ve karışıklıklar sırasında Meyyafarikîn harap olduğu gibi bu olaylardan rahatsız olan halk da şehri terketmeye başladı. Şehir daha sonra Artuklular'ın eline geçti (515/1121).
İbrahim'in annesi İnanç Hatun'un ihtirasları ve devleti ele geçirme arzusu, Ahlatşahlar'ın zayıflamasına sebep oldu. Daha önce Ahlatşahlar'a bağlı olan Erzen ve Bitlis beyi Hüsameddin Togan Arslan, bağımsız hareket etmeye başladı. İbrahim 518 (1124) yılında Togan Arslan üzerine yürüyerek Bitlis'i kuşattı. 1125 tarihinde de Artuklu Davud ile Gürcistan seferine çıktı fakat bir netice elde edemedi ve yaklaşık ondört-onbeş yıl hüküm sürdükten sonra 1126 veya 1127 yılında öldü.
Ahmed (1127):
İbrahim'in ölümü üzerine yerine kardeşi Ahmed geçti ise de ancak on ay iktidarda kaldı. Ahmed'in kızı Zeyneb Hatun Artuklular'dan Necmeddin Alpi ile evlenmiş ve 1166'da ölmüştür.
Bu sırada İnanç Hatun yeniden siyasî faaliyetlere girişti ve İbrahim'in oğlu Sökmen'i tahta çıkardı. İnanç Hatun'un sonu gelmeyen ihtiraslarından rahatsız olan devlet adamları, onu öldürerek devleti kurtardılar (1134).
-
Cevap: islam tarihi
Devletşah Nâsireddin Muhammed Sökmen (II. Sökmen) (1128-1185):
Ahmed'in tahttan uzaklaştırılmasından sonra hanedanın başına Devletşah Nâsireddin Muhammed Sökmen geçti (522/1128).
Irak Selçuklu Sultanı Mesud, Ahlat, Malazgirt ve çevresini kardeşi Selçukşah'a ikta edince (532/1133-38), Selçukşah Ahlat'ı muhasara ederek ele geçirmek istedi. Fakat netice alamadan geri döndü.
540 (1145) yılında Ahlatşahlar'la Artuklular arasında sıhrıyet yoluyla akrabalık kuruldu. Sökmen de Erzurum meliki Saltuk'un kızı Sahbânû ile evlenerek bu iki hanedanı birbirine yaklaştırdı.
Musul atabeği İmadeddin Zengî'nin ölümü üzerine Ahlatşahı Sökmen de Hizan, Maden ve diğer bazı bölgeleri kendi hâkimiyet alanına dahil etti. Daha sonra Artuklular'dan Kara Arslan, Sökmen'e ait olan Malazgirt'i işgal ve yağma etti. Necmeddin Alpi, buna müdahale edip iki taraf arasında barış sağladı (549/1154).
Türk hükümdarlarının birbirleriyle ve Haçlılarla mücadelesini fırsat bilen Gürcüler, Azerbaycan ve Doğu Anadolu'daki bazı yerleri işgal ettiler. Erzurum meliki İzzeddin Saltuk da Gürcüler'e esir düştü. Fakat daha sonra fidye ödenerek kurtarıldı. Gürcüler Ani'yi işgal edince, II. Sökmen, İzzeddin Saltuk, Bitlis emîri Togan Arslan'ın oğlu Devletşah ve Artuklular'dan Necmeddin Alpi, kuvvetlerini birleştirerek 1161 yılında Gürcistan seferine çıkmaya karar verdiler. Fakat Alpi henüz iltihak edemediği, Saltuk da habersiz ayrıldığı için II. Sökmen ağır bir bozguna uğradı. Askerlerinin büyük bir kısmı öldürüldü.
İbnü'l-Esîr, bu olayda dörtyüz süvariden başka salimen dönen olmadığını kaydeder. Türk kuvvetleri büyük kayıplar vererek geri döndüler ve II. Sökmen esirleri kurtarmak için büyük meblağlar ödemek zorunda kaldı. Gürcüler bu zaferden kuvvet ve cesaret alarak 1162 yılında Duvin'i işgal ve yağma ettiler. Duvin ve köylerinde onbin kişiyi kılıçtan geçirdiler. Kadın-erkek pek çok kişiyi esir aldılar. Kadınları çırılçıplak soyup yalınayak götürdüler. Cami ve mescitleri yakıp yıktılar. Müslüman kadınlara yapılan zulüm ve işkenceyi gören Gürcü kadınlar bile bu durumu tasvip etmediler ve : "Siz müslümanları, onların kadınlarına yaptığınız şeylerin aynısını bize yapmaya mecbur ettiniz" diyerek onları giydirdiler.
Gürcü kadınlarının dahi isyan etmelerine sebep olan bu zulüm ve işkenceler, müslümanları harekete geçirdi. II. Sökmen, Devletşah, Azerbaycan atabeği İldeniz ve Irak Selçuklu sultanı Arslanşah, 1163 tarihinde ellibini aşkın büyük bir orduyla Gürcistan topraklarına girdiler, şehirlerini yağma edip kadın ve çocuklarını esir aldılar. Yaklaşık bir ay süren savaşlar neticesinde Gürcüler ağır kayıplar verdiler. Türk kuvvetleri; ihtida eden, fakat bunu gizleyen bir Gürcü askerin yardımıyla büyük bir zafer kazandılar ve zengin ganimetlerle döndüler.
Sökmen, Ahlat'ta muhteıem bir merasimle karşılandı. Tarihçiler bu hâdiseyi "görülmeye değer bir gün" olarak tavsif ederler. Bu zafer münasebetiyle Türk şehirlerinde bayram yapıldı.
Gürcüler ertesi yıl (1164) Ani'ye tekrar saldırdılar. Fakat Atabeğ İldeniz yetişip şehri kurtardı. İldeniz şehri tamir etmekle meşgul iken Gence'nin isgal edildiğini duyunca süratle hareket etmiş fakat Ahlatşahlar'a tâbi olan Surmari emîri İbrahim daha önce şehri kurtarmıştı. Türkler'le Gürcüler arasındaki savaşlar aralıklarla devam etti. 1175 yılında Aras ovasında Gürcüler'le savaşa tutuşan İldeniz, mağlup olunca II. Sökmen'den yardım istedi. Irak Selçuklu sultanı Arslanşah da bu kuvvetlere katıldı. Müttefik kuvvetler, Akhalkelek ve Trialith'i yağma ettikten sonra Duvin'e kadar geldiler. II. Sökmen 1175'de Ahlat'a döndü.
Selâhaddin Eyyubî, Şiî-Fatimî halifeliğe son verip Eyyubiler devletini kurduktan sonra hâkimiyet sahalarını genişletmek, Fırat ve Dicle vadilerini kendi topraklarına katmak istiyordu. Bu durum, Musul atabeğliğiyle Artuklular için önemli bir tehlike teşkil etmeye başladı. Ahlatşahı II. Sökmen, hem Musul atabeği İzzeddin Mesud, hem de Artuklu Kutbeddin İlgazi'nin akrabası olduğu için Selahaddin'in Urfa, Seruc ve Nusaybin'i alarak Musul'a kadar uzanması üzerine onu muhasaradan vazgeçirmek için elçiler gönderdi. Sonunda Abbasî halifesi Nâsir Lidinillah, Azerbaycan atabeği Kızıl Arslan ve Seyhu's-Suyuh Sadreddin ile işbirliği yaparak onu Musul'u muhasara etmekten vazgeçirdiler. Selahaddin dönüşünde Sincar'ı kuşatınca, Atabeğ İzzeddin Mesud tekrar Sökmen ve İlgazi'den yardım istedi. Sökmen ileri gelen adamlarından Seyfeddin Begtimur'u gönderip muhasaraya mâni olmak istedi. Fakat Eyyubîler'in ileri sürdüğü şartlara öfkelenerek geri döndü.
Bu yoldaki gayretlerinin neticesiz kaldığını gören Sökmen, Kutbeddin İlgazi ve Atabeğ İzzeddin Mesud da askerlerini toplayarak Mardin-Koçhisar arasındaki Harzem köyünde buluştular. Fakat Selahaddin Sincar'ı zaptedip oradan Harran'a geçmiş ve askerlerini dağıtmıştı. Onların işbirliği yapıp toplandıklarını duyunca, Hama'da bulunan yeğeni Takiyyüddin'e haber gönderip onu yardıma çağırdı. Takiyüddin geldi ve Selahaddin'e derhal oradan ayrılmasını tavsiye etti. Fakat diğerleri ona sakın ayrılma dediler. Selahaddin kendisi de ayrılmaktan yanaydı, bu sebeple oradan Ra'su'l-Ayn'a gitti. Birleşik kuvvetler, onun ayrıldığını duyunca dağıldılar. Ahlatşahı Sökmen de: "Asker toplayıp geri gelecegim" diyerek Ahlat'a döndü. Bu arada İzzeddin ve Kutbeddin Musul'a gitti. Selâhaddin ise yola devam edip Harzem'de konakladı ve birkaç gün orada bekledi.
Ahlat'ın zenginliği çevredeki hükümdarların bu şehre göz dikmesine sebep oluyordu. Bunlar arasında İldeniz'in oğlu Cihan Pehlivan, Selahaddin Eyyubî, yeğeni Takiyyüddin Ömer, Eyyûbi meliki Mevdud b. Âdil ve Selçuklu Tuğrulşah'ı sayabiliriz. Sökmen'in 10 Temmuz 1185 tarihinde ölümü, bu hükümdarların Ahlat üzerindeki emellerini daha da artırdı. Çünkü Sökmen, geride evlat bırakmadığı gibi kendinden sonra devletin başına geçecek başka bir hanedan üyesi de yoktu.
II. Sökmen uzun yıllar hüküm sürmüş ve yaklaşık seksen yaşlarında ölmüştür. Çevredeki bütün hükümdarlar ona saygı gösterirlerdi. Akıllı, ileri görüşlü ve güzel ahlâklı bir hükümdardı. Halk da onu çok severdi. Cesareti ve Gürcüler'e karşı cihadı, halkın gönlünde taht kurmasına sebep olmuştu. Bundan dolayı hatırası uzun müddet halkın gönlünde yaşadı. Gerçekten de Ahlat, en parlak dönemine onun devrinde ulaştı.
-
Cevap: islam tarihi
Seyfeddin Bektimur (1185-1193):
II. Sökmen, oğlu olmadığı ve hanedan mensuplarından da bu görevi üstlenecek kimse bulunmadığı için halkın ve devlet erkânının arzusu üzerine memluklerinden Bektimur'u evlât edinmiş ve devletini ona vasiyet etmişti. Bu vasiyet uyarınca hanedanın başına Bektimur geçti (1185-1193). Selahaddin devlet adamlarını toplayıp bu hususu onlarla istişare etti. Bazıları: "Ahlat çok muazzam ve zengin bir vilâyettir. Şu anda sahipsizdir" diyerek onu Musul'u muhasaradan vazgeçirip Ahlat'a gitmege teşvik ettiler. Selahaddin ne yapacağına tam karar veremedi. Bu sırada Ahlat'ın ileri gelenlerinden, emîrler ve halktan gelen mektuplar da onu Ahlat'a davet ediyordu. Aslında bu bir taktikten ibaretti. Çünkü o sırada Azerbaycan ve Hemedan hâkimi Şemseddin Pehlivan da Ahlat iline göz dikmişti. Ahlatlılar Selahaddin ile Pehlivan'ı birbirlerine düşürerek ülkelerini korumak istiyorlardı. Selahaddin vali Davud ve adamlarının teşvikiyle Nâsireddin Muhammed, Muzaffereddin ve diğer bazı emîrlerini Ahlat'a gönderdi. Kendisi de Meyyafarikîn'e doğru yola çıktı.
Pehlivan Ahlat yakınlarına kadar gelerek karargâh kurmuştu. Sonunda halk ve Bektimur, Eyyubîler'e karşı Pehlivan ile işbirliği yapmağa karar verdiler. Bu arada Selahaddin Meyyafarikîn'i ele geçirdi (29 Ağustos 1185) ve halifeye haber gönderip Ahlat, Diyarbekir ve Musul'a hâkimiyetinin tasdik edilmesini istedi. Bektimur Pehlivan ile anlaşarak Ahlat'ın Eyyubîler tarafından istilâ edilmesine mâni oldu. II. Sökmen gibi güçlü bir hükümdardan sonra Bektimur'un ülke yönetimine hâkim olması Ahlatşahlar için büyük bir bahtiyarlıktı. Halkın desteğini ve sevgisini kazanmış olan Bektimur, Eyyubîler'in en kuvvetli dönemlerinde Ahlat'ı istilâ etmelerine engel oldu.
Bununla beraber Eyyubîler'den Takiyyüddin Ömer, 1191 yılında Ahlatşahlar'ın hâkimiyetindeki Hani'yi ele geçirdi ve Ahlat üzerine yürüdü. Şehri bir müddet kuşattıysa da netice elde edemeden ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra Malazgirt üzerine hücum etti. Fakat Erzurum meliki Saltuk'un kızı Mama Hatun Ahlatşahlar'ın yardımına koşarak Malazgirt'in istila edilmesine mâni oldu. Bundan dolayı muhasara uzun sürdü ve nihayet Takiyyüddin, Ekim 1191'de ölünce Bektimur rahat bir nefes aldı. Fakat Eyyubîler'in Ahlat'ı istila emelleri Selahaddin Eyyubî'nin 1193 yılında ölümüne kadar devam etti.
Bektimur Selahaddin'in ölümünü duyunca, çok sevinmiş ve kendisine el-Melikü'l-Muazzam Selahaddin Abdülaziz adını vermiştir. Onun bu davranışı tarihçiler tarafından ayıplanmaktadır.
Selahaddin'in ölümünden sonra Artuklu Yavlak Arslan ve Musul atabeği İzzeddin Mesud ile anlaşan Seyfeddin Bektimur, Meyyafarikîn'i geri almaya teşebbüs etti, fakat 5 Mayıs 1193 tarihinde ölümüyle bu teşebbüsü yarım kaldı. Bektimur'un Batinîler tarafindan öldürüldüğüne dair rivayetler olduğu gibi, onun yerine göz diken damadı Bedreddin Aksungur Hezar Dinarı tarafından öldürülmüş olması da muhtemeldir. İbnü'l-Esîr'e göre, Hezar Dinarı tarafından öldürülmüştür.
Bektimur âdil, dindar, hayır ve hasenatı seven, âlimleri, fakir ve sûfîleri himaye eden, cömert, cesur ve güzel ahlâklı bir hükümdardı. Çok sadaka verir, halka çok iyi davranırdı. Ermeni tarihçi Vardan Bektimur'un Sasun bölgesini de fethettiğini ve Takiyyüddin Ömer'in ölümünden sonra hristiyanlara karşı da çok iyi davrandığını yazar.
Bedreddin Aksungur Hezar Dinarî (1193-1198):
Seyfeddin Bektimur'un öldürülmesi üzerine ülkeye Aksungur Hezar Dinarî hâkim oldu (1193-1198). O da II. Sökmen'in memlûklerindendi. Ahlatşah tarafından Cürcanlı bir tüccardan 1000 dinara satın alındığı için kendisine Hezar Dinarî lâkabı verilmişti. Daha sonra Bektimur'un kızı Ayna Hatun ile evlenerek yüksek bir mevki elde etmişti. İhtiraslı olduğu için Bektimur'u öldürüp karısıyla oğlunu da hapsetmişti. Erzurum meliki Tuğrulsah ile birleşerek Gürcü kuvvetlerini mağlup etti ve pek çok ganimet ele geçirdi. Kaynaklarda onun ölümüyle ilgili farklı rivayetler vardır. Ebu'l-Fidâ Aksungur'un 594'te (1197-1198) yılında öldüğünü söylerken Sibt Ibnü'l-Cevzi ile Ebu'l-Ferec onun 604 (1207-1208) tarihinde Bektimur'un başka bir oğlu tarafından öldürüldüğünü kaydederler.
Sücaeddin Kutluğ (1198):
Aksungur'un ölümünden sonra, Sücaeddin Kutluğ adli bir köle Ahlat'ta yönetimi ele geçirdi. Bektimur'un küçük yaştaki oğlu Muhammed'i de ortak hükümdar ilan etti. Fakat kısa bir müddet sonra Bektimur'un oğluyla anlaşmazlığa düştü ve onu saltanattan uzaklaştırdı. Bunun üzerine Bektimur'un oğlu, Kutluğ'un Ermeni asilli olduğunu söyleyerek halkı ona karşı kışkırttı. Ayaklanan halk Kutluğ'u sıgındığı kalede yakalayıp öldürdü (1198). Ibnü'l-Esîr ve ondan naklen Müneccimbaşı, Kutluğ'un ileri görüşlü, âdil ve halka iyi muamele eden bir hükümdar olduğunu, buna karşılık Bektimur'un oğlunun sefih bir insan olduğunu söylerler.
-
Cevap: islam tarihi
El-Melikü'l-Mansur Muhammed (1198-1207):
Kutluğ'un öldürülmesi üzerine Ahlat'ta büyük karışıklıklar çıktı ve sonunda Bektimur'un oğlu Muhammed "el-Melikü'l-Mansur" ünvanıyla tek başına tahta çıktı (1198-1207). Onun devrinde Gürcüler yeniden birçok şehri işgal ettiler. 1204 yılında Erciş'e kadar gelerek şehri yağmaladılar ve çok sayıda esirle döndüler. Daha sonra Erzurum beyliğinin sınırlarında yer alan Samankale'de, Ahlat ve Erzurum askerleri tarafından perişan edildiler. Pek çok Gürcü askeri esir alındı. Bunlar arasında baş komutan Küçük Zekeriyya da vardı. Gürcüler, 1205 yılında Ahlat'a tekrar saldırdılar. Bektimur'un oğlu Muhammed, çok genç olduğu için asker ve halk üzerinde otorite sağlayamamıştı. Bu yüzden Gürcüler, ciddi bir mukavemetle karşılaşmadılar. Ancak daha sonra sûfîler ve gönüllülerin etrafında toplanan halk Gürcüler'i bozguna uğrattı.
el-Melikü'l-Mansur Muhammed'in içki ve eğlence âlemlerine dalması, halk nezdindeki itibarını kaybetmesine sebep oldu. Askerler de ona karşı ayaklandılar. Bu gelişmeler üzerine bir grup Ahlatlı, II. Sökmen'in vaktiyle halef tayin ettiği yeğeni Nâsireddin Artuk Arslan'a haber gönderip onu ülkelerine davet ettiler. Bu sırada II. Sökmen'in köle emirlerinden Balaban da el-Melikü'l-Mansur Muhammed'e isyan ederek Malazgirt'i ele geçirdi ve topladığı kuvvetlerle Ahlat üzerine yürüdü. Artuklu meliki Nâsireddin Artuk Arslan, davet sebebiyle hiç bir muhalefet ve mukavemetle karşılaşmadan Ahlat'a hâkim olacağını düşündüğü için yanına silah ve ağırlıklarını almadan gelmişti. Balaban ona haber gönderip:
"Ahlat halkı, beni sana mütemayil olmakla itham ediyorlar. Onlar Araplar'dan nefret ederler. Sen geri dönüp bir merhale uzaklaşırsan daha iyi olur. Ben şehri ele geçirirsem sana teslim ederim, çünkü benim Ahlat meliki olmama imkân yoktur." dedi. Fakat Artuk Arslan uzaklaştıktan sonra "Ülkene dön, yoksa gelir seni de maiyetini de perişan ederim." diye haber yolladı. Öte yandan Eyyubîler'in el-Cezîre ve Harran bölgesi meliki Melik Esref de Artuk Arslan'ın Ahlat'a gittiğini duyunca derhal Mardin üzerine yürüdü ve şehrin mahsulünü alıp Düneysir'de konakladı. Bir yandan Balaban'ın diğer taraftan da Melik Esref'in tehdidine maruz kalan Artuk Arslan, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş ve Mardin'e dönmek zorunda kalmıştır.
Nâsireddin Artuk'un Ahlat'tan uzaklaşması üzerine Balaban, şehri daha şiddetli bir şekilde muhasara etmeğe başladı. Bektimur'un oğlu Muhammed, askerleri ve halkı toplayıp Balaban'ın üzerine hücum etti. Balaban kendi hâkimiyetindeki kalelere çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Malazgirt, Erciş ve diğer kalelerden asker toplayıp yeniden Ahlat üzerine yürüdü. Devlet büyüklerine de haber gönderip onları kendi tarafına çekmeye çalıştı. Onlara bol vaatlerde bulundu. Emîrler Bektimur'un oğlunun ülkeyi idare edecek durumda olmadığını, içki ve eğlenceye düşkün olduğunu bildikleri için Balaban'ın teklifini kabul ettiler. Ancak Balaban'dan verdiği sözde duracağına dair yemin etmesini istediler. Sonra da Bektimur'un oğlunu ve Ahlat'ı ona teslim ettiler. Balaban şehre hâkim olup Bektimur'un oğlunu hapsetti (1206).
Bir müddet sonra Meyyafarikîn hâkimi Necmeddin Eyyub, Ahlat üzerine yürüdü ve Ahlat'ın bazı kalelerini ele geçirdikten sonra Ahlat'ı muhasara etmeğe başladı. Bunun üzerine Balaban onu aldatmak için hileye başvurarak şehri müdafaa etmekten aciz olduğunu bildirip muhasarayı kaldırması için güzel sözler söyledi. Bu davranış Necmeddin Eyyub'u daha da tahrik etti. Fakat Balaban düzenlediği bir baskınla onu perişan etti. Necmeddin çok az sayıdaki askeriyle Meyyafarikîn'e dönmek zorunda kaldı.
Bu karışıklıklar sırasında Gürcüler, Kars şehrine saldırdılar ve uzun süre muhasara ettikten sonra ele geçirdiler. Kars valisi, kaç defa elçi gönderip Ahlat'tan yardım istediyse de bu yardım gerçekleşmedi. Vaziyetin giderek aleyhlerine geliştiğini ve kendilerine yardım edilemediğini gören vali, sonunda onlardan alacağı iktalar ve para karşılığında şehri teslime razı oldu. Devrin hükümdarları, birbirleriyle mücadele etmekle, zulüm, içki ve eğlenceyle meşgul oldukları için Kars'ın düşman eline düşmesine mâni olamadılar. Böylece Kars, bir İslâm beldesi olmaktan çıkıp bir küffâr ve şirk beldesi oldu.
Ahlatşahlar'ın iç ve dış müdahaleler sebebiyle giderek zayıflamağa başlaması üzerine Necmeddin Eyyub, büyük bir orduyla Ahlat'a saldırdı. Balaban ona karşı savaştıysa da başarılı olamadı ve Ahlat'a sığınıp Erzurum meliki Muğiseddin Tuğrulşah'tan yardım istedi. Tuğrulşah, ordusunun başında bizzat yardıma geldi ve müttefikler Necmeddin Eyyub'u mağlup ettiler. Eyyubîler'in ele geçirdiği Muş kalesini de geri alacakları sırada Tuğrulşah Balaban'a hainlik etti ve ülkesine göz diktiği için onu öldürdü. Buradan süratle Ahlat'a gittiyse de halk onun bu hareketini tasvip etmediği için şehre sokmadı. Tuğrulşah eli boş, fakat bu cinayet sebebiyle günahkâr olarak ülkesine dönerken halk, Necmeddin Eyyûb'a haber gönderip Ahlat'a davet etti. O da bu daveti kabul ederek Ahlat'a gitti ve bir asrı aşkın zamandan beri bölgeye hâkim olan Ahlatşahlar hanedanına son verdi (1207).
Eyyubîler şehre hâkim olduktan sonra pek çok kişiyi öldürdüler. İleri gelenleri de Meyyafarikîn'e sürdüler. Bu Ahlat için çok ağır bir darbe oldu.
Eyyubî hükümdari Melik el-Adil, Abbasî halifesi en-Nâsir Lidinillah'a haber gönderip Ahlat ve Meryafarikîn'e hâkimiyetini tasdik etmesini istedi. Bu teklifini onaylayan halifenin mensûrunu aldıktan sonra, bu iki şehri oğlu Necmeddin Eyyub'a verdi (1207). Fakat Ahlat halkı ve askerler, yabancı bir yönetimi kolay kolay kabul edeceğe benzemiyordu. Bazı askerler, Van kalesine çekildiler ve daha sonra Erciş'i kendi hâkimiyetleri altına aldılar. Bunun üzerine Necmeddin Eyyub, babasından yardım istedi. O da diğer oğlu Melik Eşref'i kardeşine yardıma gönderdi. Bu sayede Van'ı ele geçirdiler. Malazgirt üzerine yürüdükleri sırada Ahlat halkı, Sökmen'in bayrağını açarak halkı bu bayrak altında toplanmağa ve Eyyubîler'e karşı ayaklanmağa çağırdı. Melik Eşref tekrar müdahale ederek şehri muhasara ve zaptetti. İsyana katılan pek çok kişiyi öldürdü.
Bu olaylar Gürcüler'in ihtiraslarını tahrik ediyordu. Nitekim 1208 yılında Erciş'i işgal ve yağma ettiler. Necmeddin Eyyub halkın isyan etmesinden endişe ettiği için Ahlat'tan ayrılamadı. Bundan dolayı Gürcüler, şehri diledikleri gibi yağma edip, yakıp yıktıktan sonra ayrıldılar.
Gürcüler 1210 tarihinde tekrar saldırıya geçince, Ahlatlılar, köprüyü yıkarak yolu kapattılar. Sarhoş olan İvani, köprüden geçmek isterken atından düştü ve esir alındı. İvani'den alınan fidyeyle Ahlat'ın surları onarıldı ve Gürcüler'le üç yıllık bir mütareke imzalandı.
Necmeddin Eyyub, bu sırada ölünce kardeşi Melik el-Eşref Ahlat'a hâkim oldu. Çok geçmeden Moğol istilâsı her tarafı altüst etti. Onlara karşı kahramanca savaşan Harezmşah Sultan Celâleddin, Gürcüler'in Azerbaycan, Ahlat, Erzurum ve Sirvan'da yaptıkları zulüm ve işkenceleri duyunca, 1225 yılında Tiflis'e girdi ve şehri yeniden İslâm topraklarına dahil etti. Böylece Ani ve Kars şehirleri Gürcüler'den temizlenmiş oldu. Bu başarıları ona karşı duyulan sevgiyi kat kat artırdı. Fakat Ahlat muhasarası bütün iyiliklerini silip süpürdü. Harezmşah 1229 yılında Ahlat'ı muhasara etmeye başlayınca, Anadolu Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat, ona haber gönderip âlim, zâhid ve din adamlarıyla dolu olan ve bundan dolayı da Kubbetü'l-İslâm adıyla anılan bu şehri muhasaradan vazgeçmesini istedi. Fakat Celâleddin bu teklifi reddetti ve muhasarayı kış boyunca sürdürdü. Halk çok perişan oldu.
Şehirden dışarı çıkan halk açlıktan o derece sararmıştı ki, baba evlâdını, evlât da babasını tanıyamaz haldeydi. Nihayet 14 Nisan 1229'da Ahlat'a giren Harezmşah'ın askerleri şehri üç gün yağma ettiler. Sakladıkları altın, gümüş ve değerli eşyayı almak için halka işkence ettiler. Celâleddin bu hareketinin cezasını 1230'da Yassıçimen'de mağlup olduktan sonra kaçarken Meyyarafarikîn yakınlarında öldürülerek ödedi.
Alâeddin Keykubad Yassıçimen savaşından sonra Ahlat, Van, Bitlis, Malazgirt ve civarını topraklarına katarak bölgede ziraat ve ticaretin gelişmesi için çalıştı. Fakat 1243 Kösedağ bozgunuyla Moğollar, her tarafı tahrip etmeye başladılar. Ahlat daha sonra İlhanlı, Karakoyunlu ve nihayet Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Osmanlılar uzun yıllar önce yurt tuttukları bu şehre yeniden hâkim oldular.
"Ertuğrul Bey'in ecdadı ve mensup olduğu boy, Anadolu'nun ilk açılışında yani XI. asrın ikinci yarısında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan'ın ümerâsinin maiyyetinde Ahlat bölgesine gelmişler ve Anadolu gaza ve fetihlerine iştirak etmişler ve Ahlat bölgesinde yurt tuttuklari gibi Muş, Malazgirt, Eleşkirt ve Sürmari (Sürme-Çukuru) ovalarında ve dağlarında kışlak ve yaylak tesis etmişler ve bilâhare Ahlat emîrlerine yani Sökmenliler'e tâbi olmuşlar ve onların maiyyetinde olmak üzere Gürcüler'e bazen de Erzurum ve Erzincan emirleriyle birlikte Trabzon dükalığına ve bilahare imparatorluğuna karşı yapılan gazalara iştirak etmişlerdir. XIII. yy. başlarında Ahlat'ın Eyyubîler'in eline geçmesi, belki de daha sonra Celâleddin Harezmşah'ın Ahlat bölgesini istilası üzerine Ertuğrul Bey'in babası, maiyyetindeki boy ile birlikte ve tıpki kendisi gibi Kayı boyundan olan Artukoğulları'nın yani Mardin hükümdarlarının maiyyetine girmiştir. Bu arada Ertuğrul'un babası herhangi bir sebeple belki kışlamak üzere Ceber'e giderken Fırat'ta boğulmuş olabilir".
-
Cevap: islam tarihi
İLİM, KÜLTÜR VE MEDENİYET
Van gölü havzasının merkezinde yer alan Ahlat, ilim, kültür, medeniyet ve ticaret bakımından Ortaçağın en önde gelen şehirlerinden biriydi. Ahlatşahlar, şehri onarmak için büyük gayret sarfettiler. Meselâ 1164 yılında meydana gelen bir yangın sırasında pek çok ev ve dükkân harabeye dönmüştü. II. Sökmen'in karısı Sahbânu bu hasarı telâfi etmek için seferber olmuş, çok sayıda köprü ve yolu yeniden yaptırmış, Bitlis kapısı önünde güzel hanlar inşa ettirmişti. Ayrıca kale ve surları da onartmıştı. Ticaret ve tarım sahasındaki gelişmelerle Ahlat, surların dışına çıkmış, halk fevkalâde zengin olmuştu. Ahlatlı tüccarların denizaşırı ülkelerle de ticaret yaptıkları bilinmektedir. Ahlat'ta demir-çelik ve çilingirlik çok ilerlemişti.
Ahlat ilim, kültür ve din adamlarıyla; zahid, mutasavvıf ve san'atkârlarıyla meşhur bir şehirdi. Bundan dolayı şehre Kubbetü'l-İslâm denilirdi. O dönemde muhtelif şehirlerde inşa edilen pek çok eserin Ahlatlı mimarlar tarafından yapılmış olması da buranın nasıl bir medeniyet merkezi olduğunu gösterir. Ahlatşahlar; ilim, din, san'at ve tarikat adamlarını himaye ederek ilim ve kültürün gelişmesine hizmet etmişlerdir.
Ahlatlı meşhur sanatkâr ve âlimlerden bazıları şunlardır: Hacı el-Ahlatî, Mufaddal el-Ahlatî, Hurremşah el-Ahlatî (mimar), Fahreddin el-Ahlatî (asronomi bilgini), Ebû Ali el-Ahlatî (filozof) İbrahim b. Abdullah, Hüseyin el-Ahlatî (kimyager), Safiyüddin Ebu'l-Berekât, Ebdüssamed b. Abdurrahman, Ali b. Muhammed, Şeyh Mü'min ed-Darîr, Yahya b. Ahmed, Muhammed b. Melikdâd, Muhammed b. Ali, Ali b. Ömer (âlim).
Ahlatşahlar'ın bir medeniyet ve kültür merkezi olan başkentleri Ahlat, Harezmşah Celâleddin'in muhasara ve yağması, Moğol istilâsı ve Moğol-Memlûk savaşları sırasında büyük çapta tahrip edilmiş, iktisadî ve ticarî hayat gerilemiş ve halk bölgeyi terketmeye başlamıştır.
Bazı tarihçiler, esnaf ve sanatkâr birliklerinin (fityan) de ilk defa Ahlat'ta görüldüğünü söylerler. Bu teskilât mensupları Ahlat'ın siyasî hayatında önemli rol oynuyor ve muhasara sırasında şehrin müdafaasında yardımcı oluyorlardı.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ'NİN KURULUŞU
Anadolu (Türkiye) Selçukluları 1075-1308 tarihleri arasında Anadolu'da hüküm süren müslüman bir Türk devletidir. Devletin kurucusu olarak kabul edilen Süleyman şah Selçuk'un büyük oğlu Arslan Yabğu'nunn torunudur. Bu münasebetle biraz gerilere giderek Arslan Yabğu'dan bahsetmek istiyoruz.
Bazı eserlerde kendisinden Isrâil olarak bahsedilmekle beraber daha çok Türkçe adı Arslan Yabğu ile meshur olan bu Selçuklu beyi ilk defa Karahanlılarla Sâmânîler arasındaki mücadelede dikkatleri üzerine çekti. Karahanlı Harun b. Ilig Han Samanî topraklarının bir kısmını işgal edince Samanî hükümdarı Selçuk'tan yardım istedi. O da oğlu Arslan kumandasindaki bir orduyu Samanîlere yardıma gönderdi. Arslan'ın yardımı ile Karahanlıları mağlûp eden Sâmânîler isttila edilen topraklarını geri aldılar. Bu münasebetle Buhara-Semerkant arasındaki Nur kasabası Selçuklulara yurt olarak verildi. Karahanlılar ile Sâmânîler gibi birbirleri ile mücadele halinde olan iki devlet arasında kalan Selçuklular mahirane siyasetleri ile bu bölgede varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Karahanlı Nasr ILig Han'ın Buhara'yı zapt ederek (Ekim 999) Samanî hükümdarı Abdülmelik ve hanedan azalarını Özkent'e sürmesi ile Sâmânîler devleti fiilen sona ermiş oluyordu. Bu hadise Arslan Yabğu ve ona bağlı Türkmenlerin nüfuz ve itibarini daha da arttırdı. Karahanlıların elinden kaçmaya muvaffak olan Sâmânî şehzadesi Ebû Ibrahim el-Muntasir Karahanlılar'a karşı yine Arslan Yabğu'nun yardımını istemek zorunda kaldı ve bu sayede Karahanlılar'ı üç defa bozguna uğrattı. Babası Selçuk'un 1009'a doğru Cend'de ölmesi üzerine Arslan "Yabğu" ünvanı ile ailenin başına geçti. Karahanlı hükümdarı Ilig Han Nasr'in 1012 yılında ölümü üzerine aynı aileye mensub olan Ali Tegin Arslan Yabğu'nun desteği ile Buhara'ya hakim oldu. Bu sayede dikkatleri üzerine çeken Arslan Yabğu giderek kuvvet kazanınca Karahanlı hükümdari Yusuf Kadir Han ile Gazneli Sultan Mahmud 1025 yılında "bütün iran ve Turan meselelerini" görüştükleri meshur Maverâünnehir mülakatında Arslan Yabğu idaresindeki Selçuklulara karşı gerekli tedbirleri almaya ve onları Türkistan ve Maverâünnehir'den uzaklaştırıp Horasan'a sürmeyi kararlaştırdılar. Arslan Yabğu bu sırada çöllere çekilmişti. Gazneli Mahmud mertligi, savaşçılığı ve yıldırım hızı ile avinin üzerine düşmesi gibi meziyetleri sebebi ile herkesin çekindiği Arslan Yabğu'yu yakalamak için hileye başvurdu. Bir ziyafet münasebeti ile Semerkant'a çağırdıgı Arslan Yabğu'yu oğlu Kutalmış ve bazı arkadaşları ile birlikte tevkif ederek Kâlincar kalesinde hapsetti. Arslan Yabğu'ya bağlı çok sayıda Türkmeni de öldürdü (1025).
Arslan Yabğu'nun hapsedilmesi ile ön plâna geçen Tuğrul ve Çağrı Beyler Gazneli Mahmud'un ölümü (1030) üzerine yerine geçen oğlu Mesud'a haber gönderip kendisine itaat arzettiklerini bildirdiler ve Arslan Yabğu'nun serbest bırakılmasını istediler. Sultan Mesud bu teklifi kabul edip Arslan Yabğu'yu Belh'e getirdi ve ona yegenlerine bozgunculuktan vazgeçmelerini söylemesini emretti. Arslan Yabğu da Tuğrul ve Çağrı beylere haber gönderip Gazneli hükümdarı Sultan Mesud'un buyruğunu iletti. Ayrıca elçi ile bir "biz" gönderip onu yegenlerine vermesini istedi. Elçi mesaji tebliğ edip şifre mahiyetindeki "biz"i teslim edince onlar yeniden karışıklık çıkarmaya başladılar. Bunun üzerine Sultan Mesud da Arslan Yabğu'yu tekrar hapse attı. Türkmenlerin onu kurtarma tesebbüsleri sonuçsuz kaldı ve Arslan Yabğu 7 yıldan beri kaldığı hapishanede 1032 yılında öldü. Ancak oğlu Kutalmış bir fırsatını bulup hapishaneden kaçtı ve Buhara'ya döndü. Arslan Yabğu'ya bağlı Oğuzlar (Yabgulular-Yavgiyyân) Yağmur, Kizil, Boğa, Göktaş ve Anası-oğlu adlı beylerin idaresinde faaliyetlerini sürdürmekle beraber Gazneli kuvvetleri karşısında dağıldılar ve büyük sıkıntılara maruz kaldılar. Fakat bütün bunlara rağmen ümitlerini kaybetmeyip Arslan Yabgu'nun torunu Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın tarafından toplanarak Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşuna büyük hizmet ettiler.
Tuğrul Bey Kâlıncar kalesinden kaçarak Buhara'ya dönen Kutalmış'ın Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan sonra da yanında toplanan Türkmenlerle çevreyi yağmaladığını görünce sinir bölgelerini ona ikta ederek kâfirlere karşı cihada memur etti. Kutalmış da büyük bir ordu ile Azerbaycan'a doğru ilerlemeye başladı. İşte bu sırada Selçuklularla Bizanslılar arasında ilk ciddi çatışma vuku buldu. Gence önlerinde cereyan eden bu savaşta Gürcü, Ermeni ve Rumlar'dan müteşekkil Bizans ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı (1046). Bu zaferi müteakip Aras nehri boyunca ilerleyen Kutalmış dönüşünde Tuğrul Bey'e bölgenin çok zengin ve Rum'ların da kadınlar gibi korkak insanlar olduğunu bu sebeple ülkelerini kolaylıkla fethedebileceğini söyledi. Tuğrul Bey Kutalmış'ı daha sonra Arslan Beşâsırî üzerine gönderdi. Ancak mağlub olan Kutalmış Bağdat'a Tuğrul Bey'in yanına dönmüş ve Abbasi halifesinin Sultan Tuğrul Bey'i kabul ettiği merasime katılmıştır (1059).
Kaynaklarda bu tarihten 1061 yılına kadar onun nerede olduğuna dair bir bilgi yoktur. Kutalmış söz konusu tarihte kardeşi Resul Tegin ile beraber amcazadeleri Mikâil oğullarına karşı saltanat davasında bulunarak isyan etti. Tuğrul Bey isyanı bastırmak üzere harekete geçti. Ancak daha sonra bu görevi veziri Amidü'l-mülk Kündüri'ye verdi. Vezir tarafından Girdkûh kalesinde muhasara edilen Kutalmış bazı şartlar ileri sürerek barış talebinde bulundu. Buna göre Kutalmış:
1. Sultan Tuğrul Bey'in canını bağışlayacağına dair yemin etmesini,
2. Çağrı Bey'in oğlu Süleyman'ın kızı ile evlenmesine müsaade edilmesini,
3. Kendisine iyi bir vilayetin ikta edilmesini istiyordu.
Vilayetin verilmesi ile ilgili şart kabul edilmekle beraber diğerleri reddedildi ve müzekereler neticesiz kaldı. Vezir de bir müddet sonra Sultanın ölüm haberini alıp Rey'e döndü.
Bu fırsattan istifade eden Kutalmış Türkmen obalarına giderek asker topladı ve Rey şehrini kuşattı. Kutalmış'ın büyük bir tehlike teşkil edeceğini anlayan vezir Amidü'l-mülk Süleyman'ın yerine Alp Arslan'ı sultan ilân etti ve üst üste ulaklar gönderip süratle Rey'e gelmesini istedi. Alp Arslan'in öncü kuvvetleri yaklaşınca Kutalmış kuşatmayı kaldırıp Rey'den ayrıldı (24-25 Kasım 1063). Yolda Alp Arslan'ın Hacib Erdem kumandasındaki kuvvetleri ile karşılaşan Kutalmış onları mağlub etti. Bu sebeple Alp Arslan derhal Kutalmış'ın üzerine yürüdü. Kutalmış sayıca üstün olmasına rağmen yenildi. Büyük oğluyla kardeşi Resul Tekin de esir düştü. Kutalmış ise daşlardan ve sarp yollardan geçip kaçarken atından düşerek öldü. Cenazesi Rey'e götürüldü ve orada toprağa verildi (7 Aralık 1063).
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMAN ŞAH (1075-1086)
Anadolu'da kurulan ilk müslüman Türk devleti olan Anadolu Selçukluları'nın kuruluş tarihi hakkında tarihçiler değişik görüşler ileri sürerler. Anadolu Fatihi Süleymanşah ve kardeşlerinin ne şekilde ve hangi sıfatlarla Anadolu'ya geldikleri konusu üzerinde yerli ve yabancı tarihçiler arasında sonu gelmeyen münakaşalar halâ devam etmektedir.
M. Altay Köymen bu konuda farklı üç görüş belirtir ve devletin 1073, 1077 ve 1092 olmak üzere üç defa kurulduğunu iddia ederek özetle şöyle der. "Sultan Melikşah Abbası halifesinin tavassutu ve hatta ısrarıyla Anadolu'yu 1073'te Kutalmış'ın oğullarına tevcih etmiştir. Burada dikkati çeken husus devlet kurma yetkisi kardeşlerden sadece birine değil dördüne (Bizans kaynaklarına göre 5) birden verilmiş ve kollektif bir hakimiyet sürme yetkisi kardeşlere bırakılmıştır. Bunda Selçuklu hanedanının iki kolu arasındaki rekabetin önemli rol oynadığı söylenebilir. Zira Melikşah tek bir hükümdarın idaresi altındaki güçlü bir devlet yerine 4 kardeşin (Mansur, Süleymanşah, Alp İlig, Devlet) ortaklaşa hüküm sürecekleri daha zayıf bir devleti tercih etmiş olabilir. Aynı tarihlerde Anadolu'da Danışmendliler, Mengücüklüler ve Saltuklular gibi vassal devletlerin hakimiyetlerine müsaade edilmesi de Türkiye Selçukluları'ndan gelecek tehlikeye karşı bir tedbir olarak düşünülebilir. Bu Anadolu Selçuklu Devleti'nin birinci kuruluşudur.
Sultan Melikşah kendisine bağlılığı ile dikkat çeken Süleymanşah ile ağabeyi Mansur arasında çıkan anlaşmazlık üzerine emir Porsuk kumandasındaki bir orduyu Anadolu'ya göndererek Mansur'u bertaraf etmiş, diğer kardeşlerini de merkeze alarak Süleymanşah'ın Anadolu'ya tek başına hakim olmasını sağlamış ve yeni bir mensûr ile onu hükümdar ilân etmiştir (1077).
Süleymanşah'ın 1086'da öldürülmesi üzerine devletin başına bir hükümdar tayin edilmemesi yüzünden ikinci kuruluş devri de sona ermiş ve Devlet 1092'de Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra I. Kılıç Arslan tarafından üçüncü ve son defa olarak kurulmuştur.
Mükrimin Halil Yınanç da Türkiye Selçukluları'nın 1077'de kurulduğunu ve devletin ilk başkentinin Konya olduğunu iddia ederek özetle şöyle der:
Bizans imparatoru Botaniates kendisine isyan ederek tahtı ele geçirmek isteyen Bryennios'a karşı Anadolu'daki Türk beylerinden Süleymanşah ile Mansur'dan yardım istedi. O sırada Kütahya yakınlarında karargâh kurmus olan Süleyman ile Mansur İstanbul'un karşısına kadar geldiler. Bu sırada iki kardeş arasında anlaşmazlık çıktı ve Süleymanşah kardeşini Sultan Melikşah'a şikayet etti. Sultan Bizans imparatoruna elçi göndererek Mansur'un öldürülmesini istedi. Fakat bundan bir netice alamadı. Daha sonra Anadolu'ya dönen iki kardeş tekrar birbirleriyle mücadeleye başladılar. Süleymanşah da ikinci defa Sultan Melikşah'a elçi gönderip yardım istedi. Bunun üzerine Sultan Melikşah Emir Porsuk kumandasında Anadolu'ya bir ordu gönderdi ve yapılan mübareze veya savaşta Mansur öldürüldü. Böylece Anadolu'daki hükümdarlık mensûru Melikşah'a sadık kalan Süleymanşah'a tevcih edildi. Abbasi halifesi de Süleymanşah'a hilatlerle birlikte saltanat mensuru da göndermiştir (1077).
Zeki Velidi Togan ise Türkmen beyleriyle birlikte bütün Anadolu'ya hakim olan Süleymanşah'ın 1080'de İznik'i başkent yaparak Türkiye Selçuklu devletini kurduğunu söyler.
Fransız müstesrik I. Laurent de Süleymanşah'ın Anadolu'ya yayılmış olan bütün Türk kuvvetleri üzerinde nüfuz ve otorite sağladıktan sonra artık Melikşah'ı metbu tamımadığını ve Abbasi halifesinin de muvafakatını almadan kendini sultan ilân ettiğini ve 1081'de başkenti İznik olan bir devlet kurduğunu söylemektedir.
-
Cevap: islam tarihi
Osman Turan aynı konuyla ilgili olarak özetle şöyle der:
"Bazı kaynaklar Süleymanşah'ın Alp Arslan tarafından Anadolu'nun fethine memur edildiğini ve kendisine ikta edilen bu ülkede hükümdarlık hakkının verildiğini de yazarlar. Fakat bunun tarihi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Süryani Mikhail daha da ileri giderek Süleymanşah'ın Malazgirt savaşına katılarak büyük kahramanlıklar gösterdiğini ve bundan dolayı ona Anadolu'da saltanat hakkının tevcih edildiğini savunur. Halbuki Alp Arslan'ın rakibi olan Kutalmışoğullarına saltanat bahsetmesi mümkün olmadığı gibi kaynaklar o dönemde Anadolu'da faaliyette bulunan pek çok Türkmen beyi hakkında bilği verdikleri halde Kutalmış oğullarından hiç bir şekilde bahsetmezler. Bunların Alp Arslan zamanında Anadolu ve Suriye'de bulunmadıklarına dair en kuvvetli delillerden biri de Kutalmış'ın isyanından sonra Filistin'de bir Türk beyliği kurmak için çaba sarfeden Atsız Bey'in kuracağı beyliğin başına geçireceği bir Selçuklu şehzadesi bulamamış olmasıdır. Zaten kaynakların büyük bir bölümü de Kutalmış oğullarının Anadolu'ya ancak Melikşah zamanında geldiğini ifade ederler. Bununla beraber Melikşah'ın Süleyman ile kardeşlerini Anadolu'da başsız dolaşan Türkmenleri idareye memur ettiğine dair kayitlar da hakikate aykırıdır. O halde en makul görüş Süleymanşah ile kardeşlerinin Alp Arslan'ın ölümü üzerine başlayan taht kavgaları sırasında Anadolu'ya geldikleridir.
İbnü'l-Ezrak el-Farikî Süleymanşah'ın Malatya, Kayseri, Aksaray, Konya, Sivas ve bütün Anadolu'yu fetedip bölgeye hakim olduğunu söylerken herhangi bir tayin veya tevcihten bahsetmez. Buna karşılık Bizans ve Süryani kaynakları Süleymanşah ile kardeşlerinin isyan halinde Anadolu'ya sığındıklarını söyler ki bu gerçegi daha açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Sibt Ibnü'l-Cevzî de 1073'de Filistin'de bir beylik kuran Atsız'ın baska bir Türkmen beyi olan Sökli ile bozuştuğunu ve Sökli'nin 1074'te Kutalmış oğullarından birine mektup yazarak onu Filistin'e davet ettiğini ve hükümdar (Selçuklu) soyundan olduğu için kendisine itaat etmeyi seref kabul edecegini bildirmistir. Bu davet üzerine Kutalmisoglu ile Sökli birleserek Taberiye'ye gittiler ve Fatimî halifesine itaat arzettiler. Fakat Atsiz Melikşah'in yardimiyla onlari maglup etti. Sökli öldürüldü, Kutalmisoglu da esir alindi. Ayni kaynaga göre bu olaylarin cereyan ettigi tarihte Kutalmis'in diger oglu Süleymanşah da Mirdâsî Emîri Mahmûd'un ölümü üzerine Haleb'i muhasara ediyordu.
Mir'atü'z-zaman'daki bu bilgiler Süleymanşah ile kardeşlerinin Alp Arslan veya Melikğah tarafindan Anadolu'nun fethi ve idaresiyle görevlendirildigine ve kendilerine Anadolu'da hakimiyet mensûru gönderildigine dair görüslerini çürütmektedir.
Suriyeli tarihçiler Anonim Selçuknâme'deki bilgilere uygun olarak Süleymanşah'in 467 (1075)'de Iznik ve havalisini fethedip burayi kendine baskent yaptığını ve Türkiye Selçuklu devletini kurdugunu söylerler ki dogrusu budur. Konya'nın ilk baskent olduguna dair bilgiler sadece tahminden ibarettir".
İbrahim Kafesoglu ise bu konuda söyle der: "Anadolu Selçuklu devleti fiilen ve hukuken Süleymansah'tan sonra ve Sultan Melikşah'ın 1092'de vuku bulan ölümünden sonra meydana gelen iktidar boslugundan yararlanan Süleymansah'in oğlu I. Kılıç Arslan tarafından kurulmustur. Yani Anadolu Selçuklu melikligi Kılıç Arslan'iın idaresinde bir devlet hüviyetini kazanmistir. Zira Bizansli tarihçi Anna Komnena bunu hiç bir tereddüde yer bırakmayacak sekilde Büyük Süleymanşah'ın iki oğlunun Horasan'dan süratle Iznik'e geldigini ve Kılıç Arslan'in sultan ilan edildigini söyler. O zamana kadar bir askeri üs olan Iznik de bu devletin bassehri oldu."
Bu konudaki görüsleri iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisine göre Kutalmis'in ölümünden sonra esir düsen kardeşi Resul Tekin ve oğullari Süleyman ile Mansur Alp Arslan tarafindan öldürülmek istenmi ancak vezir Nizamü'l-Mülk hanedan azasini öldürmenin ugursuzluk getirecegini ve devletin bekasina tesir edecegini söyleyerek Sultan'i bundan vazgeçirmistir. Bu arada yeniden isyan etmelerini önlemek gayesi ile de onlari fetihlerle mesgul olmaları için Anadolu'ya göndermistir. Bu suretle ya cihad ederek devlete hizmet etmeleri veya din ve devlet ugrunda sehid olmalari hedef alinmistir.
Ikinci görüse göre ise Süleymanşah ile agabeyi Mansur Malazgirt savasina katilmis ve bu savasta büyük yararliklar göstererek Sultan Alp Arslan'in güven ve sevgisini kazanmislardir. Bundan dolayi da Alp Arslan Anadolu'yu onlara tahsis etmistir. Süleymanşah'ın Alp Arslan'ın ölümünden sonra sultan Melikşah tarafindan Anadolu'yu idare etmek, burada başıboş dolaşan Türkmenleri ve birbirleriyle mücadele halinde olan emîrleri (bey) disiplin altina almak için gönderildigini iddia eden bazı tarihçileri de bu grup içinde mütalâa etmek mümkündür. Bu son iki görüsle Süleymanşah ve kardeşlerinin Anadolu'ya gelislerine bir nevi mesrûiyet taninmaktadir.
Anadolu Selçuklu hanedanı ile Büyük Selçuklu ailesi araıinda daha ilk yıllarda ortaya çıkan gerginlik birinci gruptaki rivayetin daha dogru oldugu kanaatini uyandirmaktadır. Bu da Büyük Selçuklu sultanlarının sünnî Islâm âleminin hâmîsi sifati ile müslüman tebeayi rahatsiz eden Türkmen gruplarini sinir boylarina sürmek seklinde beliren siyasetlerine uygun düsmektedir. Bizans kaynaklarinin Süleymansah ve kardeslerinin Sultan Alp Arslan'a isyan ederek kaçtiklarini belirten rivayetleri de mübalâgali olsa gerektir. Böyle bir hususun kabulü onların sıkıntı içinde yaşadıkları Urfa bölgesinin Melikşah devrinde bile hâlâ Selçuklu hakimiyetine girmedigini düşünmeye sevkeder ki bu da doğru degildir.
-
Cevap: islam tarihi
>>>
En güvenilir rivayetlere göre Süleymanşah, ağabeyi Mansur, kardeşleri Alp İlig (Yülüg) ve Devlet 1072 yılında veya ertesi yıl Urfa ve Birecik yakınlarına kaçmışlar, yahut da sürülmüşlerdir. Bunlar o yörede başıboş dolaşan Yâvekiyye türkmenleri ile onlar tarafından başbuğ olarak tanınmışlardır. Dört kardeşten ikisi Alp İlig ve Devlet daha sonra Suriye olaylarına karışmışlar ve burada kendi adına fetihlerde bulunan Türkmen emri Uvak oğlu Atsız'a başkaldıran Sökli (Söklü) adındaki başka bir Türkmen beyini desteklemişlerdir. Ayrıca Mısır'daki şii Fatimî halifesi ile anlaşıp Büyük Selçukluların baştan beri takip ettikleri sünnî siyasete yüz çevirmişler, fakat Atsız tarafından mağlub edilerek Sultan Melikşah'ın yanına gönderilmişlerdir (1074).
Sultan Alp Arslan ile mağlup imparator Romanos Diogenes arasında kararlaştırılan barışın Bizans hükümeti tarafından tanınmaması üzerine muhtelif Türkmen kitleleri Sultan Alp Arslan'ın emiri ile Anadolu'ya girmişlerdir. Bu Türkmen beyleri arasında Saltuk, Danışmend, Mengücük, Çavuldur ve Artuk beyleri sayabiliriz. Bu beylerin kendi adları ile anılan küçük devletler kurdukları ve bazılarının uzun yıllar hakimiyetlerini sürdürdükleri tarihen sabittir. Ancak dikkatimizi çeken nokta Anadolu'nun ilk fâtihleri sayılan bu Türkmen reisleri arasında Artuk Bey'den başkasının faaliyetlerini tesbit etmenin mümkün olmayışıdır.
Artuk Bey dışındakilerin sadece oğul ve torunlarının faaliyetleri hakkında az da olsa bir miktar bilgiye sahibiz. Artuk Bey'in Anadolu'nun fethi ile ilgili icraatına gelince Romanos Diogenes'in yerine Bizans tahtına geçen Mikhail Dukas Isaak Komnenos ile kardeşi Alexios Komnenos ve Malazgirt'te Romanos Diogenes'e ihanet etmiş olan norman kumandanı Urselius (Russel)'u Anadolu içlerine kadar ilerlemiş olan Türklere karşı gönderdi. Bizans tahtına göz dikmiş olan Urselius Kayseri'de onlardan ayrılarak Sivas'a gitti. Kamnenos kardeşler Kayseri yakınlarında Artuk Bey tarafından mağlûp edildiler. Urselius da Artuk Bey'in önünden batıya doğru çekildi. İmparator Mikhail Dukas onun üzerine Johannes'i gönderdi ise de mağlub oldu ve Urselius tarafından zorla hükümdar ilan edildi. Mikhail Dukas bunun üzerine Artuk Bey ile görüşmelere başladı. Yapılan anlaşma uyarınca Urselius ve Johannes üzerine yürüyen Artuk Bey Sapanca yakınlarında her ikisini de mağlub ve esir etti. Ancak daha sonra karısının gönderdiği fidye mukabilinde Urselius'u serbest bıraktı ve sadece Johannes'i imparatora teslim etti. İmparator Mikhail Dukas Urselius ailesinden kesin olarak kurtulmak için onun üzerine müstakbel imparator Alexios Komnenos'u gönderdi. Alexios Artuk Bey ile görüşerek onu Urselius'u tevkif ve teslim etmeye ikna etti.
Anadolu'nun bir plân dahilinde fethi bu olaylardan sonra başlamıştır. Yeşilırmak ve Kelkit havzası 1074 yılından itibaren emîr Danışmend Gazi tarafından ele geçirildi. Daha doğuda yer alan Sebinkarahisar, Erzincan ve Divrigi bölgesinin bu sırada Emir Mengücük Gazi tarafından zaptedilmeye başlandığını görüyoruz. Anadolu'da vuku bulan bu olaylar sırasında Kutalmışoğullarının herhangi bir icraatına rastlanmamaktadır. Onlar bu sırada Anadolu'nun güneyinde Birecik ve Urfa taraflarında kendilerine yaşama imkânı sağlamaya çalışıyorlardı.
Kutalmış'ın oğulları Devlet ve Alp İlig Suriye'de bazı olaylara karışmış ve Atsız tarafından esir alınarak Melikşah'ın yanına gönderilmişlerdir. Kutalmış'ın diğer iki oğlu Mansur ve Süleymanşah ise Anadolu'da faaliyet göstermeyi daha uygun bulmuşlardır. Artuk Bey'in de Sultan Melikşah tarafından Anadolu'dan geri çağrılmış olması soylarının yüceliği bakımından onlara Anadolu'daki Türkmen grupları üzerinde mutlak bir hakimiyet kurma fikrini vermiştir.
Anadolu'da çok müsait bir ortam bulan Selçuklu ailesinin bu kolunun gayesi amcazedeleri gibi müstakil bir devlet kurmaktı. Bizans imparatorluğunun 1025 tarihinden beri devamlı bir bocalama devresi içinde olması ve Bizans asillerinin devletlerinin istikbalini düşünmeden sürekli isyan etmeleri Kutalmışoğullarına Anadolu'da büyük bir ümit kapısı açmakta idi.
Süleymanşah'ın Anadolu'ya girdikten sonra nerelerde faaliyette bulunduğu kesin olarak belli değildir. Bazı kaynaklara göre Konya ve civarında harekâtta bulunmuş, Konya ile yakınında bulunan Gâvele kalesini almıştır. Onların bu başarılarını hangi tarihlerde gerçekleştirdikleri de bilinmemektedir. Fakat Konya'nın yaklaşık 1075 yılında Selçukluların eline geçtiğini söyleyebiliriz. Kutalmışoğullarının eline geçen bu önemli şehrin onlar tarafından karargâh ve merkez olarak kullanıldığı kabul edilebilir.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH DEVRİNDE BİZANS İMPARATORLUĞU VE BÜYÜK SELÇUKLULARLA İLİŞKİLER
Sultan Alp Arslan zamanında isyan ederek Bizans'a sığınmış olan Erbasgan (Erbasan) 7 Ocak 1078'de kendisini Anadolu'da imparator ilan etmiş olan Botaniates ile işbirliği yaparak İstanbul üzerine yürüyünce Mikhail Dukas Kutalmşıoğullarını yardıma çağırdı. Ancak Botaniates Erbasgan aracılığı ile Kutalmışoğullarını kendi tarafına çekti ve İznik'e kadar geldi. Mikhail Dukas'ın idaresinden usanmış olan Bizans halkı isyan ederek Botaniates'i destekledi ve Botaniates 25 mart 1078'de imparator ilan edildi.
Kutalmışoğulları bir süre daha Botaniates'i desteklemeye devam ettiler. Gerçi bizans tahtında hak iddia eden Nikephoros Bryennios'a karşı Alexios Komnenos kumandasında gönderilen Bizans ordusunda Selçuklular da vardı. Nikephoros'un ordusundaki Peçeneklerin Alexios'un ordusundaki ırkdaşlarına karşı savaşmak istememeleri Nikephoros'un mağlub ve esir düşmesine sebeb oldu. Bu hadiseden sonra kendilerini daha da güçlü hisseden Kutalmışoğulları Bizans'ın birçok şehir ve kalesini fethederek kendi topraklarına kattılar. İşte tam bu sırada mahiyeti hâlâ kâfi derecede açıklanmamış olan önemli bir hadise meydana geldi. Sultan Melikşah Anadolu içlerine müdahale etti.
Sultan Melikşah Kutalmışoğullarının Anadolu'da kuvvetle yerleşmekte olduklarını endişe ile takip ediyordu. Amcası Kavurd'un hükümdarlığının ilk yıllarında isyan ederek öldürülmesinden sonra bu büyük Türk sultanı merkezî devlet otoritesini tesis etme fikrine sıkıca sarılmıştı. Merkeziyetçi yönetime zıt bir gelişme başlıca iki istikamette yani Suriye ve Anadolu'da vuku buluyordu. Maveraünnehir'den mütemadiyen akıp gelen Türkmen gruplarının müslüman ahaliyi rahatsız etmemeleri gayesi ile uç bölgelerine doğru sevk edildiklerini daha önce anlatmıştık.
Yavekiyye denilen ve Oğuzların muhtelif kollarına mensup bulunan bu Türkmenler Suriye'de Uvakoğlu Atsız adlı bir Türkmen reisinin idaresinde Fatimilere karşı akınlarda bulunmaktaydı. Diğer bir Yavekiyye grubu ise Kutalmışoğullarının idaresinde Anadolu'da faaliyet gösteriyordu. Bu iki Türkmen grubu arasında zaman zaman birbirleri ile mücadele halinde olanlar vardı. Meselâ Atsız'dan ayrı olarak Filistin'de faaliyette bulunan Sökli adlı başka bir Türkmen reisi Kutalmışoğullarından ikisi ile birleşmiş Fatimiler'i tanımış fakat Atsız tarafından mağlub edilerek öldürülmüştü. Bu hadiseden dolayı Atsız ile Süleymanşah ve Mansur'un arası açılmıştır. Atsız'ın Sultan Melikşah'ın kardeşi Tutuş tarafından öldürülmesi ile Suriye bölgesi merkezi hükümetin yönetimi altına alınmıştır (Eylül 1078).
Sultan Melikşah Anadolu'yu da kendi hakimiyeti altına almak için Emir Porsuk'u görevlendirmiştir. Kutalmışoğullarının daha Anadolu'ya geldikleri ilk günlerden itibaren Büyük Selçuklularla aralarının iyi olmadığını anlayan Mikhail Dukas'ın 1074 Haziran'ında Abbasi halifesi Kaim Biemrillah'a mektup yazarak Sultan Melikşah ile barışması için tavassutunu rica ettiğini ve 1076 yılında Azerbaycan'da bulunan Melikşah'a muazzam hediyeler gönderdiğini biliyoruz. Muhtemelen imparator ile Sultan Melikşah arasında bir anlaşma vuku bulmuş olmalıdır. Belki de rakip taht iddiacılarına karşı Türkler tarafından desteklenmesinin sebebi de budur.
>>>
-
Cevap: islam tarihi
Türk beyleri
Anadolu'da Kutalmışoğullarının fetih hareketine paralel olarak akınlarda bulunan Afşin, Sanduk, Dilmaçoğlu Mehmed, Dudu Bey, Tarankoğlu gibi meşhur bazı Türk beylerinin 1076 yılından itibaren Anadolu'dan ayrılıp Suriye'deki Tutus'a iltihak etmeleri bu beylerin büyük Selçuklu Devleti'ne itaat ettiklerine ve belki de âsî saydıkları Kutalmışoğullarının yanından bu sebeple ayrıldıklarına delil teşkil eder.
Bu beylerin de geri dönmesi ile Anadolu'nun iç ve batı kesimlerinde tek başına kalan Kutalmışoğulları üzerine gönderilen Emîr Porsuk yapılan savaşta veya mübarezede Mansur'u öldürmüş fakat başka bir netice elde edemeden geri dönmüştür. Mansur'un sultana isyan ettiği için ortadan kaldırıldığı ve hakimiyet sahalarının Süleymanşah'a verildiğine dair rivayetler doğru olmasa gerektir. Çünkü Sultan Melikşah'ın Kutalmışoğullarına karşı iyi niyet beslemediği onun daha sonraki icraatından da açıkca anlaşılmaktadır. Nitekim Süleymanşah'ın Tutuş tarafından öldürülmesinden sonra oğullarını İsfahan'a götürmüş ve onlar Sultan Melikşah'ın 1092'de ölümüne kadar orada kalmışlardır.
Ağabeyinin (Mansur'un) ne şekilde olursa olsun ortadan kalkmasından sonra Süleymanşah bir müddet daha Bizans'la işbirliğinde bulundu. Porsuk'un ona karşı bir şey yapamamış olmasında Bizans'ın desteğini görmüş olması da rol oynamıştır. Sultan Melikşah'ın gönderdiği ordu geri döndükten sonra Süleymanşah'ın durumunun daha da kuvvetlendiği anlaşılıyordu. Bu arada Abbasi halifesi Muktedi Biemrillah'ın kaynakların ifadesine göre Süleymanşah'a bir mensûr, sancak ve hil'at göndererek onu Sultan olarak kabul etmesi biraz güç anlaşılır bir keyfiyettir. Çünkü halifelik bütünüyle Melikşah'ın hakimiyetinde bulunuyordu. Bundan dolayı Sultan Melikşah'ın arzusu hilafına başka bir şahsa Sultan ünvanını tevcih etmesi mümkün görünmemektedir. Bu rivayetin sonradan yani Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan sonra uydurulmuş olması ihtimali vardır. Bununla beraber Süleymanşah'ın bu ünvanı kendiliğinden almış olması da mümkündür.
1079-1080 yıllarında Türk fetihleri Marmara ve Karadeniz sahillerine kadar uzanmıştır. 1080 yılı sonlarında Bizans'ın asıl ailelerinden birine mensub olan Nikephoros Melissenos Süleymanşah ile anlaşarak İmparatorluğunu ilan etti. Türk kuvvetlerinin yardımı ile İznik'i karargâh yapıp İstanbul üzerine yürümeye hazırlandı. Aynı tarihte Bizans tahtında hak iddia ederek İstanbul üzerine yürüyen Alexios Komnenos, Melissenos'u aldatarak İstanbul'da tahta çıktı. Süleymanşah ise Melissenos tarafından muhafaza edilmek üzere kendisine bırakılan İznik civarındaki bazı kaleleri bir daha terk etmeyerek bölgeye sıkıca yerleşti.
Alexios'un tahta geçmesi Süleymanşah'ı Bizans'a karşı daha serbest ve kaygısız davranmaya sevketti. Yeni hükümdarla hiç olmasa önceden bir ittifaki mevcut değildi. Bilakis Melissenos ile birlikte hareket etmiş olduğu için Bizans'ı yeni hükümdarla birlikte düşman kabul etmekle siyasi ve ahlâkî bir sakınca yoktu. Bu sebeple Türkler'in artık Boğaziçi sahillerine kadar geldikleri ve buradan geçen gemilerden haraç almak üzere karakollar tesis ettikleri Anna Komnena'nin ifadesinden anlaşılmaktadır. Bursa ve İznik şehirleri başta olmak üzere o bölgedeki bütün şehir ve kasabalar ister istemez Türklere teslim olmuşlardı. Daha çok genç yaşlardan itibaren savaş meydanlarında tecrübe kazanmış, Türklerin adetlerini ve hareket tarzlarını daha iyi ögrenmiş bulunan imparator Alexios önce İstanbul şehrine rahat bir nefes aldırmak maksadıyla küçük gemilerle Boğaziçi sahillerinde bulunan Türk karargâhlarına bazı baskınlar tertip etti ve onları geri çekilmeye zorladı.
Türkmenler bölgenin iç kısımlarına çekildiler. Alexios bundan sonra Peçenek ve Norman gailelerini ortadan kaldırmak maksadıyla Türkmenlerle daha fazla bozuşmayı tercih etti. Süleymanşah'a müracaat ederek hediye adı altında muayyen yıllık haraç mukabilinde barış isteğinde bulundu. 1081 yılında yapılan anlaşmaya göre İzmit körfezine dökülen küçük Dragos (Drakon, Kırkgeçit) çayı Bizans ile sınır olarak kabul edildi. Süleymanşah'ın bu münasebetle Bizans imparatoruna batıdaki düşmanlarına karşı savaşlarında yardımcı kuvvetler göndermeyi taahhüt ettiği de anlaşılmaktadır. Nitekim Alexios önce Dalmaçya kıyılarına çıkartma yaparak Draç'ı aldı ve sonra Selanik üzerine yürüyen Norman kuvvetlerini ve bunların başında bulunan ünlü Bohemund'u Süleymanşah',ın Yağmur adlı bir kumandanın emrinde göndermiş olduğu Türklerin yardımları sayesinde geri çekilmeye mecbur etti
>>>
-
Cevap: islam tarihi
Türkler bu şekilde Bizans imparatorluğu bünyesinde çıkan taht kavgalarına müdahale ederek hakimiyet sahalarını Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sahillerine kadar genişlettiler. Bir Bizans kaynağının ifadesiyle "her yer Türklerle doldu".
Süleyman Şah Malazgirt zaferini takip eden birkaç yıl içinde Anadolu'da yeni bir devlet kurduktan sonra Türkistan ve iran'dan Anadolu'ya gelen Türklerin sayesinde büyük bir artış oldu ve özellikle 1080 yılında Azerbaycan'dan Anadolu'ya çok büyük bir Türk nüfusu akın etti. Bu Türkler sayesinde Anadolu Selçuklu Devleti daha da güçlendiği gibi Bizans'ın kötü idaresi savaşlar ve isyanlar dolayısıyla perisan olan ve büyük bir sıkıntı içine düşen yerli halklarda Süleymanşah'ın idaresinde huzur ve sükuna kavuşuyor ve devlet sağlam temeller üzerine oturuyordu. Bizans'ın dinî sahada takip ettiği ortodokslaştırma ve Rumlaştırma politikası da Ermenileri, Süryanileri ve diğer mezhep mensuplarını bu devlete düşman ederek Selçuklulara yaklaştırmıstı.
Bizans impatatorluğunun Ermenileri doğudan Anadolu'ya sürmesi ve Balkanlardaki Türkler üzerinde baskı kurması bunların Bizans'tan nefret ederek Selçuklu yönetimini tercih etmelerine sebep olmuştur. Ayrıca Anadolu'da büyük toprak sahiplerinin emrinde esir olarak çalışanlarla topraksız köylüler de Selçuklular sayesinde toprağa kavuştukları için onların idaresinden memnun oluyo”rlardı. Süleymanşah ve daha sonra gelen hükümdarlar araziyi köylülere dağıtarak devlet mülkiyeti altında herkesin tasarrufuna imkân veren mîrî bir toprak rejimi uygulamışlardır.
Batıdaki sınırlarını istanbul yakınlarına kadar genişleten Süleymanşah gözlerini Güneydoğu Anadolu'ya çevirdi. ilk sayfasıda plânsız vuku bulduğu açıkca görülen Türk akınları sırasında Güneydoğu Anadolu ve Fırat bölgesi oldukça ihmal edilmiş ve Türk akıncıları bölgede fazla birşey elde edemeden Suriye'ye intikal etmişlerdir.
Anadolu içlerinde ve batısında Kutalmişoğulları şuurluca bir fetih harekâtına giriştikleri sırada Suriye'de de buna benzer bir harekâta başlanmıs olmakla beraber bu müslüman bir ülkede yerleşmek mânâsını taşıdığından dolayı mahiyet bakımından farklıydı. Süleymanşah'ın faaliyetlerini güneye doğru geliştirmeye başladığı bu devrede Ermeniler arasında Bizanslıların Philaretos dedikleri bir şahıs çok büyük bir nüfus ve kudrete sahip bulunmaktaydı. Menşei hakkında fazla bilgiye sahip bulunmadığımız Philaretos Bizans hizmetine girmiş ve imparator Romanos Diogenes tarafindan Maraş valiliğine getirilmisti. Ancak Malazgirt savasında diğer Ermeniler gibi efendisine ihanet ederek savaşa katılmadan geri dönen Philaretos Romanos Diogenes'in tahttan düşürülmesi ile onun yerine geçen Mikhail Dukas'i tanımamış ve bağımsız hareket etmeye başlamıstı.
Mikhail'in büyük karışıklıklar içinde geçen hükümdarlığı esnasında Türklerin Anadolu içlerindeki faaliyetlerinden de faydalanan Philaretos Kilikya'nın en önemli şehirleri olan Tarsus, Mamistra ve Anazarba'yi eline geçirdiği gibi onun kumandanlarından biri de 1077 yılında Urfa'yı (Edessa-Ruha) Bizanslıların elinden aldı. 1078 yılında Antakya ahalisi kendilerini Türklere karşı müdafaa eder ümidiyle onu şehirlerine davet edip hakimiyeti altına girdiler. Bu suretle Philaretos'un devleti Toroslar'dan Urfa'ya kadar uzanan oldukça geniş bir sahayı kaplamıs bulunuyordu. Philaretos yeni Bizans imparatoru Alexios Komnenos'a da bağlılığını bildirmişti. Bununla beraber tedbirli hareket etmek gayesiyle Haleb'in müslüman hakimi Serefü'd-Devle Müslim'e haraç vermek suretiyle yaranmaya ğayret ediyor aynı zamanda Büyük Selçuklu sultanı Melikşah ile de iyi münasebetler kurmaya çalışıyordu.
Süleymanşah Alexios ile yaptığı anlaşmadan sonra bir taraftan muhletif kumandanları vasıtası ile ayrıntıları tespit edilemeyen fetih harekâtına devam ederek Anadolu'nun kuzeyinde hâlâ Bizans elinde bulunan bazı kaleleri zaptettirirken bir taraftan da kendisi güneye doğru yürüdü ve Tarsus'u muhasara ederek aldı. Çok eski devirlerden beri Anadolu içlerine yapılan gazaların en mühim merkezlerinden biri olan ve bazı rivayetlere göre 100 bin savaşçı çıkaran Tarsus 965 yılında Bizans imparatoru Nikephoros Phokas tarafindan zapt edilmiş ve bundan sonra uzun müddet Bizanslıların hakimiyeti altinda kalmıstı. Süleymanşah'ın bu şehri büyük bir ihtimalle 1083 yilinda fethettigi anlatılmaktadır. Bunu takip eden yıl Türkiye Selçuklu hükümdarının başta Adana, Mamistra ve Anazarba olmak üzere bütün Kilikya sahasını ele geçirdigi görülmektedir. Artık sıra Antakya'ya gelmişti.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ANTAKYA'YI FETHİ
Çok eski bir tarihe sahip olan Antakya Âsi nehri kıyısında ve Habibü'n-Neccâr dağı eteklerinde yer alan tarihî bir şehir olup M.Ö. 300 tarihlerinde I. Seleukus tarafından kurulmuş ve zamanla Suriye'nin merkezi olmuştur. Roma imparatorluğu döneminde Roma ve İskenderiye'den sonra imparatorluğun üçüncü büyük şehri haline gelmişti. M. III. yüzyılda İran Sasanî Kisrası I. Sâpur Roma imparatorluğunun bu önemli şehrini zaptederek halkını Hûzistan ve Cündisapur'a sürgün etti. VI. yüzyılda Antakya yine Sasanî saldırılarının odak noktasını teşkil etti ve Hüsrev I. Enusirvan 535 yılında burayı tekrar zapt ve tahrip etti. Bizans imparatoru Justinianos VI. yüzyılda şehri yeniden inşa ettirdi. Antakya 638 yılında İslâm orduları tarafından fethedildi ve üç asrı aşkın bir süre müslümanların elinde kaldı. 969'da imparator Nikephoros Phokas zamanında Bizans'ın hakimiyetine girdi ve yaklaşık bir asır boyunca Bizans'ın İslâm orduları karşısındaki en önemli kalesi oldu. 1080 yılından beri Arap Ukaylî emîri Serefüddevle Müslim b. Kureys'e haraç ödüyordu.
Antakya'ya gözünü diken sadece Süleymanşah değildi. Mirdasoğullarının elinden Haleb'i almış olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye Selçuklu devletinin kurucusu Tutuş ta aynı şehrin fethini hedef edinmişlerdi. Burada Süleymanşah'ın Büyük Selçuklu hükümdari Melikşah ile olan münasebeti dikkat çekmektedir. Aynı devlete tabi oldukları iddia edilen üç ayrı bölge hükümdarının birbiri aleyhine olarak aynı şehri ele geçirmeye çalışmaları oldukça garip bir keyfiyettir. Bunun aynı amaca yönelik ortak bir hareket olmadığı neticeleriyle bellidir. Kaldı ki Süleymanşah'ın Tarsus'u aldıktan sonra Trablussam'ın şiî sempatizanı hükümdarı Kadı İbn Ammâr'a müracaat ederek ondan yeni feth etmiş olduğu Tarsus için kadı ve hatip istediği rivayeti de mevcuttur. Rivayetin önemi gayet açıktır. Bu rivayet doğru kabul edilecek olursa Süleymanşah'ın Büyük Selçukluların geleneksel siyasetine yüz çevirdiği anlaşılacaktır. Süleymanşah bundan sonra Antakya'yı fethetmek için seferber oldu. Ancak bu fetih oldukça büyük hazırlıkları gerektirmekteydi. Çünkü Antakya'nin fethinde hesaba katılması gereken kuvvet sadece Philaretos'un gücü kuvveti değildi. Bu şehri aldıktan sonra ona göz dikmiş olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye meliki Tutus ile mücadele etmek gerekeceği gayet açık bir husustu. Bu sebeple Süleymanşah'ın Kilikya'yi hakimiyeti altına aldıktan sonra başkent İznik'e dönerek kendisi güneyde meşgul iken devletin diğer bölgelerini emniyet altına almak istediği anlaşılıyor. Nitekim en değerli kumandanlarından Ebu'l-Kasım'ı İznik'te kendisine vekâlet etmek üzere bırakırken bir taraftan da Anadolu'nun Selçuklulara tabi olan bölgelerine ayrı ayrı valiler göndermiştir. Anna Komnena'nin vermiş olduğu bu bilgi yer ve şahıs adları ihtiva etmediği için maalesef pek yetersiz kalmaktadır.
1084 yılı içinde Philaretos'un Urfa'da kumandan olarak bırakmış olduğu oğlu Barsam ile arası açılmıştı. Babası tarafından tevkif ve Antakya kalesine hapsedilen Barsam rivayete göre Antakya şehrinin sahnesi olan İsmail ile anlaşarak babası aleyhine onunla birleşmiş ve Philaretos'un bir düğün münasebeti ile Urfa veya Akkâ'da bulunmasından istifade ederek hapisten kaçmış ve İznik'e gitmişti. Burada Süleymanşah ile Antakya'nın teslimi hususunda anlaşmaya varmışlardı. Bunun üzerine Süleymanşah ordusu ile Antakya'ya doğru hareket etmişti.
-
Cevap: islam tarihi
Süleymanşah'ın hareketinin haber alınmamasını sağlamak gayesi ile geceleri yürüyüş yaptığı ve gündüzleri vadilerde gizlendiği söylenmektedir. Anna Komnena'ya göre Süleymanşah, 12 gece yürüdükten sonra İznik'ten Antakya'ya varmıştır. Bunun mevcut uzaklık gözönünde bulundurulduğu takdirde mümkün olamayacağı gayet açıktır. Buna karşılık Aksarâyî Süleyman Şah'ın 5 günlük yürüyüşten sonra Antakya'ya ulaştığını söyler. Eğer Süleymanşah Antakya üzerine yürüyüşe Tarsus'tan veya Adana'dan başlamış ise bu son zikredilen yürüyüş müddeti daha makul görünmektedir. Ayrıca kaynakların büyük bir kısmının seferin bir bölümünün deniz yoluyla yapıldığını bildirmiş olması sebebiyle son rivayetin daha mantikî olduğu kabul edilebilir. Şehre müslüman sahne İsmail'in yardımı ile Faris kapısından gizlice giren kuvvetler büyük bir mukavemetle karşılaşmamışlar, direnmeye çalışan Philaretos da Mencikoglu (Mincak-oğlu) adlı Türkmen beyinin yardıma gelmesiyle kısa sürede bertaraf edilmiş ve bundan dolayı da yerli halka kötü muamelede bulunulmamıştır. Sabahleyin Türk askerlerini şehirde gören yerli ahali önce bunları Philaretos'un askerleri zannetmişlerse de çok geçmeden durumu öğrenmişlerdir. Bunun üzerine halkin bir kısmı iç kaleye bir kısmı da Habibü'n-Neccar (Silpius) dağına sığınmış bazıları da şehri terkedip kaçmışlardır. 300 kişilik bir süvari kuvvetiyle şehri zapteden Süleymanşah halka eman vermiş ve esirleri serbest bırakmıştır. Halkın evlerine girilmesini ve kızlarıyla evlenilmesini de yasaklamıştır (10 Şaban 477/12 Aralık 1084).
Şehrin iç kalesine gelince bunun bir ay daha mukavemet ettikten sonra 12 Ocak 1085'te Süleymanşah'a teslim olduğu anlaşılmaktadır. Süleymanşah tarafından Antakya'nin fethi Philaretos'u çok güç durumda bıraktı. Süleymanşah Antakya'ya girince derhal şehri imar etmek için seferber oldu. Büyük Mar Cassianus kilisesini camiye çevirdi ve 15 Saban 477 (17 Aralik 1084) günü ilk Cuma namazı kılındı. 100 müezzinin ezan ve tekbir sesleri arasında bu fetih kutlandı. Bizanslıların ve Philaretos'un zulümlerinden sikayetçi olan Ermeni ve Süryaniler çok mennun oldular. Mar Cassianus Kilisesi'nin camiye çevrilmesi üzerine Süleymanşah'tan izin alarak kendileri için Meryem Ana ve Aziz Cercis adlı iki kilise yaptırdılar.
Süleymanşah şahne ismail ile iç kaleyi teslim eden kumandanı görevinde bırakmış, hıristiyanlarca kutsal sayılan bu şehrin fethini özel bir elçiyle sultan Melikşah'a bildirmis, meşhur şair Ebîverdî de bu fetih sebebiyle bir kaside yazmıştır.
Getirdiği az sayıdaki kuvvetleri fetihten sonra yetişen diğer birliklerle takviye eden Süleymanşah Ayıntâb, Hârim, Dülûk, Tellbâsir, Raban, iskenderun ve Süveydiye (Samandağı)'yı da fethetti. Yukarı Ceyhan bölgesi yani Elbistan ve Maraş da yine Türk kumandanlarından Buldacı tarafından fetholundu. Bunun üzerine Philaretos Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın huzuruna çıkarak müslümanlığı kabul etmis ve kendisine tevcih olunan Maraş'a giderek 1090 yılında burada ölmüş ve tarih sahnesinden çekilmistir.
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ANTAKYA'YI FETHİ
Süleymanşah'ın Antakya'yı aldıktan sonra Melikşah'a müracaat ederek burayı onun namına feth etmiş olduğunu sultanın buraya görevlendireceği zatın gelmesine kadar elinde tutacağını ve hutbeyi onun namına okuttuğunu bildirdiği rivayet olunur. Iki Selçuklu hükümdarı arasında şimdiye kadar tesbit edebildiğimiz münasebetlere bakarak bu rivayetin biraz mübalagalı olduğu söylenebilir. Süleymanşah'ın böyle bir müracaatı gerçekten var ise bu ancak hrıstiyan hakimiyeti altındaki bir şehrin fethi münasebeti ile adet olduğu şekilde müslüman hükümdarlara gönderilen bir zafernâme (fetihnâme-besaretnâme) olmalıdır. Ayrıca Büyük Selçuklu hükümdarına karşı saygı cümleleri ihtiva ettiği de söylenebilir.
Zira Süleymanşah bu sehri almakla hem Halep hakimi Serefü'd-Devle Müslim hem de Suriye hükümdarı Tutus ile mücadele etmek zorunda kalacağını herhalde biliyordu. Nitekim mücadelenin ilk safhası Serefü'd-Devle Müslim ile oldu. Bu Halep emîri daha önce Antakya'yı ele geçirmek için seferber olmuş bu şehrin üzerine yürümüş fakat ordusunun hareketi Philaretos'a haber verildiği için şehrin muazzam surlarına karşı hiçbir şey yapamayacağını görerek geri çekilmişti. Bundan sonra Philaretos ile anlaşmayı tercih eden Serefü'd-Devle ondan yıllık muayyen miktarda bir haraç, daha doğrusu cizye almaktaydı. Bu gelir kaynağını kaybetmek istemeyen Serefü'd-Devle Süleymanşah'a haber göndererek daha önce Philaretos'un ödediği 30.000 altın cizyeyi kendisine göndermesini istedi. Serefü'd-Devle Haleb naibi Ibn Hülyûm ile gönderdiği bir mektupta "eğer sultana itaat ediyorsan bu cizyeyi derhal bana gönder, aksi halde sultana isyan etmiş olursun" diyordu.
Süleymanşah cevabında "Sultana itaat edip, adına hutbe okutmak ve para bastırmak benim ilk siarımdır. Ben Antakya'nın ve diğer küffâr şehirlerinin fethini derhal sultana bildirdim ve bu fetihlerin ancak onun sayesinde gerçekleşmiş olduğunu haber verdim" dedi. Ancak elçi "biz alacağımız vergiden başka bir şey bilmeyiz" diyerek oradan ayrıldı. Bu olacak bir şey değildi. Islâm hakimiyeti altındaki bir şehirden başka bir hükümdar cizye alamazdı. şehrin hristiyanları cizyelerini gayet tabii olarak yeni efendilerine ödeyeceklerdi. Süleymanşah, Arap emirinin isteğini reddedince iki taraf arasında savaş kaçınılmaz oldu. Süleymanşah ile tek başına mücadele edemeyeceğini anlayan Müslim bir müttefik aramaya koyuldu ve kendisini Âmid muhasarasından kurtaran eski dostu Artuk Bey'den yardım istedi. Bu sırada Melikşah'ın yanından ayrılıp Suriye Selçuklu meliki Tutus'un hizmetine girmiş olan Artuk Bey kendisinin Anadolu'dan geri çağrılmasına sebep olduğu için Süleymanşah'a kırgındı. Bundan dolayı Serefü'd-Devle Müslim'in teklifini kabul ederek onunla anlaştı. Yapılan anlaşmaya göre:
1. Serefü'd-Devle Müslim de Artuk Bey gibi Sultan Melikşah'a tâbi olmaktan vazgeçecekti.
2. Tutus'u büyük sultan olarak tanıyacaktı.
3. Abbası halifeliği yerine Fatimî halifeliği adına hutbe okutacaktı.
Mısır Fatimî halifeliğine bağlılık arzeden ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na karşı cephe alan müttefikler Fatimîler'in askerî gücünden yararlanmak için seferber oldular. Serefü'd-Devle Müsliim amcası Mukbil'i Mısır'a gönderip Irak, el-Cezire, Suriye ve Filistin'in zaptedilmesi ve Tutus'un riyasetinde gerçekleştirilecek sii bir devletin kuralabilmesi için yardım istedi. Halife el-Mustansır ile vezir Bedrülcemali bu teklifi olumlu karşıladılar. Ancak çeşitli sebepler yüzünden bu ittifak gerçekleşmedi.
Daha sonra iki rakip hükümdar Serefü'd-Devle ile Süleymanşah'ın savaşçıları karşılıklı olarak birbirlerinin arazisini talân etmeye başladılar. Nihayet 20 Haziran 1085'te iki taraf Halep ile Antakya arasındaki Kurzâhil mevkiinde karşılaştı. Harput (Elazığ) yakınlarında bir beylik kurmuş olan Çubuk Bey, Serefü'd-Devle'nin ordusunda bulunuyordu.
Çubuk Bey Philaretos'un devleti parçalandığı sırada Harput kalesini ele geçirmiş sonradan bugünkü Tunceli yöresini de topraklarına katarak oldukça kuvvetlenmişti. Emrindeki kuvvetlerle Serefü'd-Devle'ye yardıma gelen Çubuk Bey savaş başlayınca çok sayıda Türkmenle birlikte Süleymanşah'ın tarafına geçti. Serefü'd-Devle'ye kırgın olan Benî Kilâb ile Benî Numeyr de geri çekilmişti. Bu sebeple Serefü'd-Devle bozguna uğratıldı ve 400 askeriyle birlikte öldürüldü. Süleymanşah buradan Halep üzerine yürüyerek şehri kuşattı (Rebîülevvel 478/Haziran-Temmuz 1085) ve Serefü'd-Devle'yi bu şehrin kapısı önüne gömdürdü.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ÖLÜMÜ VE ŞAHSİYETİ
Antakya'nın zaptından sonra Serefü'd-Devle'nin ortadan kaldırılması ve Haleb'in kuşatılması Süleymanşah'ı hem Suriye Selçukluları ile hem de Büyük Selçuklularla karşı karşıya getirdi. Süleymanşah kazandığı bu zafer ile Serefü'd-Devle Müslim'in Mezopotamya ve Kuzey Suriye'yi içine alan ve yavaş yavaş bütün Suriye ve Filistin'e yayılma plânlarını bozmuş ve dolayısıyla Suriye ve Filistin'de Selçuklu hâkimiyetinin yayılmasına zemin hazırlamıştır. Serefü'd-Devle'nin Halep'te bıraktığı emîr Serif Ebû Ali Hasan b. Hibetullah el-Haşimî (İbnü'l-Huteytî) bir yandan Haleb'i savunurken bir taraftan da hem Melikşah'a hem de Tutus'a mektup yazarak şehri teslim almak üzere ya bizzat gelmelerini yahut kendilerini kurtarmak üzere büyük bir ordu göndermelerini istemişti.
Süleymanşah 5 Rebîülahir 478'e (31 Temmuz 1085) kadar Haleb'i kuşatmaya devam etmiş ve müzakereler sonunda şehrin Sultan Melikşah'ın onayı alındıktan sonra teslim edilmesi kararlaştırılmıştı. Olaylar bu şekilde gelişirken Süleymanşah Seyzer, Kefertâb ve Maarratü'n-Nu'mân kalelerini de teslim almıştı. Kinnesrîn'i kuşatıp ele geçirdikten sonra bütün kuvvetleri ile 479 yılı başlarında (Nisan-Mayıs 1086) Haleb önlerinde karargâh kurmuştu ki, Suriye Selçuklu hükümdarı Tutus'un harekete geçtiğini haber aldı. Artuk Bey bu sırada Tutus'un yanında bulunuyordu.
Diyarbekir muhasarasında Fahrü'd-Devle ile bozuşmuş ve Türkmenleri yanına alarak Suriye'ye gitmişti. Şerif Ebu Ali Hasan İbnü'l-Huteytî Beni Kilab'dan Mübarek b. Sibl'i Tutus'a gönderip şehri teslim edeceğini bildirdi. Tutus bu teklifi memnuniyetle kabul edip Nisan-Mayıs 1086 tarihinde Dimaşk'dan çıkarak Haleb'e hareket etti. Süleymanşah tarafından ele geçirilen Kinnesrin kalesini kuşattıktan sonra Haleb'in güneydoğusunda bulunan en-Nâûra'ya yürüdü ve bu sırada kendisine Kilaboğulları kabilesinden (Benî Kilab) bir miktar kuvvet daha katıldı. Bu kuvvetlerle takviye edilimiş olan Tutus 4 Haziran 1086 tarihinde Haleb yakınlakındaki Aynü Seylem'de Süleymanşah'ın kuvvetleri ile savaşa tutuştu.
Tutus'un Haleb'i teslim almak üzere yola çıktığını öğrenen Süleymanşah çok süratli hareket ettiği için askerleri düzensiz bir durumda idi ve henüz savaş nizamına girmemişlerdi. Savasın neticesini Artuk Bey ve Çubuk Bey'e bağlı Türkmenler tayin ettiler. Bunlar bu sefer Süleymanşah'tan ayrılıp Tutus'un tarafına geçtiler.
Maglûb olan Süleymanşah Tutus'un eline esir düşmektense intihar etmeyi tercih etti (18 Safer 479/4 Haziran 1086). Tutus savaş meydanında ölüler arasında dolaşırken maiyyetindekilere kana bulanmış bir cesedi göstererek "Bu Süleymanşah'ın cesedi" demiştir. Yanındakiler nasıl teşhis ettiğini sorunca "ayaklarından tanıdım, çünkü biz Selçukoğullarının ayakları birbirine benzer" cevabını vermiştir. Ayrıca Arslan Yabgu-Mikail oğulları arasındaki mücadeleye temas ederek "Biz size zulmettik, sizi kendimizden uzaklaştırdık" demiş ve üzüntülerini ifade etmistir. Süleymanşah'ın cenazesi Haleb'e götürülerek Serefü'd-Devle Müslim'in yanına gömüldü. Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Süleymanşah Anadolu Türkleri arasında gazilik ünvanını almış ve efsanevî bir hüviyet kazanmıştır. İlk Osmanlı kaynaklarında Ertuğrul Gazi'nin babası olarak gösterilen Süleymanşah Osmanlı hanedanının atası sayılmış ve Urfa taraflarında bulunduğu sırada Fırat nehrini geçerken boğularak ölmüş ve cesedi Caber kalesine defnedilmiştir.
Ortaçağ İslâm tarihi kaynakları Süleymanşah'ın Tutus ile yaptığı savaşta öldüğünü ve Haleb kapısında defnedildiğini açıkca kaydettikleri halde Osmanlı kaynakları onun Fırat'ta boğulup Caber kalesinde defnedilmiş olduğunu söylerler. Bu hadise muhtemelen I. Kılıç Arslan'ın Büyük Selçuklularla mücadelesi sırasında Emir Çavlı'ya yenilip Habur nehrinde boğulması hadisesiyle karıştırılmıştır. Osmanlı veya Selçuklu Süleymanşah'ın Caber'deki Türk mezarı hakkında yeterli ve sağlıklı bilgi yoktur. Caber'de sadece Musul Atabeğlerinden İmadeddin Zengi öldürülmüş, ancak onun da cesedi Rakka'da defnedilmiştir. Bundan dolayı bu rivayetin tamamen bir efsaneden ibaret olduğu söylenebilir.
Anadolu'nun fethi İslâm'ın zuhurundan itibaren girişilmiş fetihler içinde hiç şüphesiz büyük bir yer işgal eder. İran, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs ve Türkistan fetihleri kolaylıkla gerçeklestirildiği halde Anadolu dört asrı geçen bir müddet bütün İslâm akınlarına mukavemet etmiş ve ancak Selçuklular tarafından adım adım fethedilmiştir.
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ÖLÜMÜ VE ŞAHSİYETİ
Devamı:
Süleymanşah'ın tarih sahnesinden çekilmesi, henüz kuruluş safhasında bulunan Türkiye Selçuklu Devleti'ni çok zor şartlar içinde bırakmış oldu. Esasen birbirine pek bağlı olmayan, muhtelif Türkmen Bey ve gruplarının çeşitli bölgelerde kurmuş oldukları beylikler daha başı boş kaldılar. Anadolu'da bu şekilde kurulmuş olan beyliklerin sayılari bile ma'lum değildir. Varlıkları bilinen beyliklerin bazıları şunlardır:
1. Süleymanşah iznik'i emîrlerinden Ebu'l-Kasım'a bırakmıştı. Ebu'l-Kasım ülkeyi Süleymanşahı'n büyük oğlu I. Kılıç Arslan dönünceye kadar idare etti. Daha sonra göreceğimiz gibi, Sultan Melikşah, Antakya'ya gelip bütün güneydoğu bölgesini hakimiyeti altına aldıktan sonra Urfa'ya vali tayin ettiği Bozan adındaki kumandanını iznik üzerine göndermiş, Ebu'l-Kasım da buna karşı Bizanslılarla işbirliği yapmıştı. Bozan ıznik'e karşı herhangi bir başarı elde edememiştir. Bir rivayete göre: Ebu'l-Kasım onun dönüşünden sonra iznik'i kardeşi Ebu'l-Gazi'ye emanet ederek, bağlılığını arz etmek üzere, bizzat Sultan Melikşah'ın yanına gitmiş, fakat ondan hiçbir ilgi görmemiş ve dönüşünde yolda öldürülmüştür.
2. Danışmend Gazi tarafından kurulmuş olan Danışmendli Beyliği, Sivas merkez olmak üzere Tokat, Niksar ve Amasya havalisinde hüküm sürmekteydi. Çorum ve Samsun da bu beyliğe tabi idi.
3. Süleymanşah'ın Antakya üzerine hareket etmeden önce Kastamonu ve Çankırı bölgesine gönderdiği tahmin olunan Kara Teğin Bey, Sinop'u fethettikten sonra burada müstakil bir beylik kurmuştu.
4. Merkezi Erzincan olan Mengücük Beyliği. Gümüşhane, Divriği ve Tunceli'nin kuzey kısımları bu beyliğe tabi idi.
5. Malazgirt Savaşına istirak ettiği sanılan, Ebu'l-Kasım Saltuk adındaki bir beyin kurmuş olduğu Saltuklu Beyliği. Kars, Ardahan, Bayburt ve Çoruh havzası bu beyliğe tabi idi.
6. Yukarı Ceyhan (Elbistan ve Maraş) bölgesinde Emir Buldacı tarafından kurulan beylik.
7. Harput, Güney Tunceli, Çemişgezek ve civarinda Çubuk Bey tarafından kurulmuş olan bir beylik.
8. izmir bölgesinde ise Çaka Bey adlı bir Türk beyi tarafından kurulmuş bir beylik hüküm sürüyordu. Bu beyliğin kuruluşu ve ilk devirleri oldukça karanlıktır. Mükrimin Halil Yınanç Anadolu'nun fethinin tamamlandığı 1085 yılında toplam 19 beyliğin hüküm sürdüğünü söylemektedir.
Süleymanşah ile Tutus arasında mücadele başladığı sırada Sultan Melikşah Selçuklu imparatorluğuna bağlı batıdaki ülkeleri tamamıyle kendi itaatı altına almak maksadıyla Isfahan'dan yola çıkmış bulunuyordu. Serefü'd-Devle'nin ölümünü müteakip Serif Ebu Ali Hasan'ın Halep'i teslim almak üzere bizzat gelmesini talep eden yazısı Sultan Melikşah'ın batıda, bağımsız hareket eden hanedan azalarını itaate almak için, daha önce vermiş olduğu kararı uygulamaya koymakta acele etmesine sebep olmuştur.
Tutus, Süleymanşah'ı mağlub ettikten sonra derhal Halep üzerine yürüdü. Serif Ebu Ali Hasan, Sultan Melikşah'ın yaklaşmakta olduğunu bildiğinden şehri ona teslim etmedi. Süleymanşah'ın naasını Halep kapısı önüne Serefü'd-Devle'nin mezarı yanına defnettiren Tutus, şehri şiddetle muhasaraya başladı ve 12 Temmuz 1086'da ele geçirdi. Ancak Serefü'd-Devle'nin Selim b. Malik adlı bir amcazadesi tarafından müdafaa olunan iç kale alınamadı. iç kalenin muhasarası devam ederken, Sultan Melikşah'ın yaklaşmakta olduğunu haber alan Tutus, Dimask'a çekilmeye mecbur oldu. Melikşah yanında büyük kumandanlarından Porsuk, Bozan ve Aksungur olduğu halde yaklaşmakta idi. Önce Musul'a giden büyük Sultan, Emîr Bozan'ı büyük bir birliğin başında Urfa üzerine yolladı. Urfa'da bu sırada Philaretos'un oğlu Barsam'ın hakim olduğu anlaşılmaktadır.
Onun mukavemeti uzarken, Sultan Meliksah, Fırat kenarındakı Caber kalesi ve Menbic'i zaptettikten sonra, 1086 yılı Aralık ayında Halep'e girdi. iç kaleyi Tutus'a karşı müdafaa etmiş olan Salim b. Malik'i Caber kalesine gönderip, Emir Aksungur'u Halep valiliğine tayin etti. Daha önce Süleymanşah tarafından alınmış olduğunu gördüğümüz Seyzer ve Kefertâb kaleleri de Sultan Melikşah'a teslim edildi. Emir Bozan 3-4 aylık bir kuşatmadan sonra 28 Subat 1087'de Urfa'yı almaya muvaffak oldu. Melikşah Bozan'ın valiliğini tasdik ettikten sonra Antakya'ya hareket etti. Süleymanşah'ın veziri Hasan b. Tahir es-Sehristanî'nin idaresinde bulunan Antakya'yı teslim alarak, Yagisiyan adlı bir Türk beyini buraya vali tayin etti. Süveydiye'ye (Samandağı) kadar gelen Sultan Melikşah, burada Akdeniz'i seyretttikten ve kılıcını Akdeniz sularına daldırdıktan sonra çok geniş topraklara sahip olduğu için Allah'a sükrederek Halep'e hareket etmiş, buradan da hilafet merkezi Bağdat'a gitmiştir (13 Mart 1087).
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ÖLÜMÜNDEN SONRA ANADOLU'DA MEYDANA GELEN OLAYLAR
Süleymanşah'ın ölümünden sonra özellikle Anadolu'nun batı kesiminde ve Marmara bölgesinde vuku bulan olaylar hakkındaki bütün bilgimizi Bizans tarihçisi Anna Komnena'ya borçluyuz. Anna Komnena'nin Alexiad adlı eseri bilhassa kronolojik bakımdan çok karışık olmasına rağmen Türkiye tarihinin yaklaşık 40 yıllık bir kısmı için tek kaynaktır.
Yukarıda temas ettiğimiz gibi Süleymanşah 1084 yılı Aralık ayı içerisinde Antakya'yı fethetmek için yola çıkarken iznik ve civarını Ebu'l-Kasım adındaki bir Türk beyine bırakmıştı. Ülkenin diğer bölgelerinin idaresi de muhtelif Türk kumandanlarına tevdi edilmişti. Süleymanşah'ın Tutus'a mağlub olup intihar etmesinden sonra fırsattan istifade eden Bizans imparatoru Alexios'un Türklerin eline geçmiş olan Karadeniz kıyısındakı sahil şehirlerini geri almaya muvaffak olduğu anlaşılmaktadır. Onun bu hususta Süleymanşah'ın ölümünden faydalanarak Anadolu'daki Türkleri kendine bağlamak için gayret eden Sultan Melikşah'ın hiç tahmin etmeden verdiği bir fırsatı gayet iyi kullandığını görmekteyiz. Sultan Melikşah bir adamını imparator Alexios'a göndererek ona sihriyet (evlilik) yoluyla bir ittifak tesis etmeyi teklif etmiştir. İmparator buna razı olduğu takdirde sultan sahildeki Türkleri geri çağırmayı, bu yerleri imparatora iade etmeyi ve gerektiğinde kendisine yardımcı olmayı taahhüt etmiştir. Ancak elçi sultana ihanet ederek imparator için çalışmıştır.
Süleymanşah'ın ölüm haberi, onun muhtelif bölgelere tayin etmiş olduğu Türk beylerinin bağımsız hareket etmelerine sebep oldu. Bunlardan hükümet merkezi İznik'i elinde bulundurduğu için en nüfuzlusu olan Ebu'l-Kasım hiç tereddüt etmeden, kendisini sultan ilân ettiği gibi kardeşi Ebu'l-Gazi'yi de Kayseri ve civarına Emîr tayin etti. Becerikli ve gayet ihtiraslı bir kimse olan Ebu'l-Kasım bundan sonra Marmara sahillerine akınlar yaparak bütün bölgeyi yağmalamamaya başladı. Bunun üzerine imparator Alexios, Türk akıncılarını sahilden geri sürdü ve Ebu'l-Kasım'ı barış istemeğe mecbur etti. Ancak Ebu'l-Kasım barış müzakerelerini devamlı olarak uzattığından, imparator nihayet İznik üzerine bir kuvvet sevk etmeye mecbur kaldı.
İleride de göreceğimiz gibi Alexios Porsuk'un büyük bir ordu ile yaklaşmakta olduğunu bildiğinden bu kuvvete karşı yalnız kalmak istememiş ve Türk'ü Türk'e kırdırmayı tercih etmiş olmalıdır. O belki de bu sebepten dolayı Ebu'l-Kasım'ın tamamıyla güçsüz kalmasını arzu etmemişti. Alexios her halde baş başa kaldıkları takdirde Ebu'l-Kasım'ı yola getirebileceğini İznik, İzmit ve civarini onun elinden alabileceğini tahmin ediyordu.
Bütün bu olayların vuku bulduğu tarih hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Cl. Huart Porsuk'un Anadolu'ya gönderilişini 1088 olarak tarihlemekte, onun Konya ve civarını Aksaray'ı aldıktan sonra İznik üzerine yürüdüğünü, fakat başarı kazanamayınca geri çağırılıp yerine Urfa emiri Bozan'ın tayin edildiğini söylemektedir. Selçuklu tarihi hakkında yazılan diğer eser ve makalelerde de tarih verilmemektedir. Yalnız I.Kafesoğlu, Porsuk'un takriben 1089 sonlarına doğru İznik'e gelebildiğini, fakat 3 aylık bir muhasaradan sonra bir netice alınamayınca geri çağrıldığını ve bu görevin Emir Bozan'a devredildiğini kaydeder.
Muhtemelen 1090 yılı ortalarında Bizans kuvvetlerine mağlup olan Ebu'l-Kasım daha sonra İznik'e çekilmişti. Ancak Porsuk'un Anadolu içinde bağımsız davranan muhtelif Türk beylerini itaat altına aldıktan sonra İznik'e yaklaşmakta olduğu sıralarda imparator Alexios Ebu'l-Kasım'a haber göndererek onu İstanbul'a davet etti. Anlaşıldığına göre Bizans hükümdarı Ebu'l-Kasım'a Porsuk'a karşı ittifak teklif etmiş ve onu bundan dolayı İstanbul'a davet etmişti. Onun bu arada bir taraftan da Türklerin elinde bulunan İzmit'i ele geçirmek istediği bellidir.
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ÖLÜMÜNDEN SONRA ANADOLU'DA MEYDANA GELEN OLAYLAR
Muhtemelen 1090 yılı ortalarında Bizans kuvvetlerine mağlup olan Ebu'l-Kasım daha sonra İznik'e çekilmişti. Ancak Porsuk'un Anadolu içinde bağımsız davranan muhtelif Türk beylerini itaat altına aldıktan sonra İznik'e yaklaşmakta olduğu sıralarda imparator Alexios Ebu'l-Kasım'a haber göndererek onu İstanbul'a davet etti. Anlaşıldığına göre Bizans hükümdarı Ebu'l-Kasım'a Porsuk'a karşı ittifak teklif etmiş ve onu bundan dolayı İstanbul'a davet etmişti. Onun bu arada bir taraftan da Türklerin elinde bulunan İzmit'i ele geçirmek istediği bellidir. Ebu'l-Kasım İstanbul'da gayet iyi karşılandı. Hemen her gün kendisine ziyafetler veriliyor, hipodromda Şerefine at ve araba yarışları tertib ediliyor ve İstanbul'da kalma müddeti her vesile ile uzatılmaya çalışılıyordu. İki taraf arasında barış ve ittifak müzakereleri yapıldığı sırada ise Alexios, inşaat malzemesi mimarlar ve isçiler yüklediği gemileri İzmit'e yolladı. Bunlar İzmit'i kontrol altına alacak yeni bir kale inşa etmekle görevlendirilmişlerdi.
Kalenin inşası bittikten sonra imparator Ebu'l-Kasım'a pekçok hediyeler vererek onu İznik'e uğurladı. Ebu'l-Kasım olup-bitenden haberdar olunca kadere boyun eğmek zorunda kaldı. Bu sırada Porsuk İznik yakınlarına kadar gelmiş ve Ebu'l-Kasım ona karşı imparatorun yardımına muhtaç olmuştur. İmparatorun hareket tarzına ve hilekârlığına çok içerleyen Ebu'l-Kasım bir müddet için kendi imkânları ile Porsuk'un kuvvetlerine karşı İznik'i korudu. Ancak sonunda yardım rica etmek için imparatora müracaat etmek zorunda kaldı. Bizans imparatorluğu bu sırada Peçeneklere karşı büyük bir ölüm kalım mücadelesi içinde idi. İmparatorun bu cepheden ayıracak kuvveti yoktu. Buna rağmen Ebu'l-Kasım'a yardım mecburiyetini hissetti. ıznik Porsuk'un eline geçecek olursa burayı Büyük Selçuklu imparatorluğundan kurtarıp geri almak hemen hemen imkânsız olacaktı. Bu münasebetle küçük bir askeri birliği impatorluk sancakları vermek suretiyle Ebu-l kasıma yardıma gönderdi. Bu yardım yolu ile Porsuk'u geri çekilmeye zorladı ve imkân bulursa İznik'i kendi adına zaptetmeyi umuyordu. Porsuk'un şehri üç ay kuşatmasına rağmen başarı sağlayamadığını gören Selçuklu sultanı Melikşah İznik'in zaptından vazgeçmedi ve buraya değerli kumandanlarından Urfa emiri Bozan'ı gönderdi.
Bozan'ın şehri hücumla zaptetmek için birbiri arkasına yaptığı tesebbüsler Ebu'l-Kasım'ın şiddetli müdafaası ve imparatordan istediği yardımı elde etmesi sebebi ile bir türlü netice vermedi. İmparator bu sırada Peçenek problemini halletmiş olduğu için biraz olsun ferahlamış bulunuyordu. Bozan bu şekilde İznik'i zapt edemeyeceğini anlayınca muhasarayı kaldırdı. Ebu'l-Kasım'ın da bu sıralarda bağımsız hüküm sürmek imkânının yok olduğunu fark ettiği anlaşılmaktadır. Herhalde imparatorun kendisine ne maksatla yardım ettiğini anlamıştır. Belki de imparatorla Melikşah arasında bir anlaşma yapılacağını haber almıştı. Bu sebeple o doğrudan doğruya büyük sultana müracaat ederek İznik'i onun valisi sıfatı ile idare etmeyi ümid ederek büyük hediyeler hazırladı ve kardeşi Ebu'l-Gazi'yi Iznik'te vekil bırakdıktan sonra sultanın yanına gitmek üzere İsfahan'a doğru yola çıktı. Kaynakların verdigi bilgiye göre Ebu'l-Kasım bütün rica ve ısrarlarına rağmen Melikşah tarafından huzura kabul edilmemiş ve kendisine Anadolu içinde tam yetki verilmiş olan Emîr Bozan ile anlaşması tavsiye edilmiştir. Arzusuna ulaşamayan Ebu'l-Kasım dönüş sırasında arkasından gönderilen bir müfreze tarafından yakalanarak yayının kırışı ile boğdurulmuştur. Bu hadisenin Melikşah'ın Bağdat'a gitmek üzere İsfahan'dan hareketinden kısa bir süre önce yaklaşık Eylül-Ekim 1092 tarihinde cereyan ettiği söylenebilir.
Ebu'l-Kasım'ın ölümünden sonra Ebu'l-Gazi İznik'i elinde tutmaya devam etti. Tam bu sıralarda Sultan Melikşah'ın vefat etmiş olması onu Bozan'dan kurtarmış oldu. Zira Bozan bütün kuvvetleri ile birlikte Büyük Selçuklu Devleti'nde zuhur eden karışıklıklarda önemli rol oynamak üzere Suriye'ye doğru hareket etti. İmparator Alexios bu defa Ebu'l-Gazi'yi hediyeler ve vaadlerle kandırıp İznik'i kendisine terk etmesini sağlamaya çalıştı. Ebu'l-Gazi ise belki de henüz ağabeyinin ölüm haberini almamış olduğundan dolayı imparatoru oyalamakla yetindi. Ancak Sultan Melikşah'ın 1092'de ölümü Isfahan'da tevkif etmiş olduğu Süleymanşah'ın oğullarının serbest bırakılmalarına sebep oldu. Muhtemelen Berkyaruk tarafından serbest bırakılan Süleymanşah'ın iki oğlu Kılıç Arslan ve Kulan Arslan İsfahan'dan süratle Anadolu'ya geldiler.
Yaklaşık 1092 sonunda veya 1093 yılı başlarında İznik'e vardılar. Zira bilindiği üzere Sultan Melikşah'ın hanımı Terken Hatun küçük oğlu Mahmud'un Selçuklu tahtına çıkmasını sağlamak ümid ve arzusu ile Melikşah'ın ölümünü bir müddet gizlemişti. Böylece haberin başkent İsfahan'a ulaşması ve Kılıç Arslan ile kardeşinin buradan hareketleri ve İznik'e varışları her halde uzunca bir müddet almış olmalıdır. Bizans tarihçisi Anna Komnena'nın rivayetine göre İznik'te bulunan Türkler Selçuklu şahzadelerinin gelişini büyük bir sevinçle karşıladılar. Ebu'l-Gazi'de hiç direnmeden iktidarı Kılıç Arslan'a devretmiştir. Büyük Selçuklu merkezinden kaçarak Anadolu'ya gelen Kılıç Arslan ve kardeşinin babaları Süleymanşah'a tabi olmuş bulunan Orta Anadolu'dan kuvvet topladıkları anlaşılmaktadır. Bunların bu kuvvetlerle birlikte İznik'e gelmeleri ve İznik hükümetini devralmaları yukarıda belirttiğimiz gibi en erken 1092 sonu veya 1093 yılı başlarında olabilir.
-
Cevap: islam tarihi
KILIÇ ARSLAN VE HAÇLILAR
Ortadogu İslâm dünyasının taht kavgaları ve mezhep çatışmaları ile meşgul olduğu bu dönemde hilâl-haç, doğu-batı mücadelesinin en hareketli ve en mühim bir safhasını teşkil eden haçlı istilasına maruz kalmıştır. XI. yüzyılın sonlarında başlayan bu hareket asırlarca devam etmiştir. Devrimizi alâkadar eden bu haçlı harekâtının hedef ve plânlarından ana hatlarıyla bahsetmemiz uygun olacaktır.
XI. asrın son yıllarına doğru bilhassa dini, ictimaî ve iktisadî sebeplerle ortaya çıkan bu hareket batı Avrupa'da Vatikan kilisesinin önderliğinde başlatılmıştır. Din perdesi altında Papalık müessesesinin teşviki ile geri medeniyetli ve ilkel halk kitleleri harekete geçirilerek müslümanlara karşı büyük bir istilâ harekâtı başlatılmıştır. Papazlar Hz. İsa'nın doğum yeri Kudüs'ün ve kutsal saydıkları makamları müslümanlar tarafından kirletildiğini, Kudüs'e giden hristiyanlara zulüm ve işkence yapıldığını öne sürerek böylesine mukaddes bir şehrin müslümanların elinden alınması gerektiğini ifade ediyorlardı. Halbuki uzun süredir kutsal topraklar hrıstiyan hacı adayları tarafından ziyaret ediliyor ve bu konuda onlara müslümanlar tarafından mani olunmak şöyle dursun zorluk bile çıkarılmıyor, hatta yardım ediliyordu. Filistin'de kendilerine ayrılmış hastahaneler ve ikamet merkezleri bulabiliyorlardı. Kiliseleri, manastırları hatta kitaplıkları bile vardı.
Keşişlerin hrıstiyanları istedikleri yöne sevketmek için kullandıkları çok etkili bir silâh vardı. Bu da affettirmekti. Onların bu defa aynı silâhı kullanarak günahkâr halk kitlelerini kendi maksatlarına alet ettiklerine şahit oluyoruz. Zavallı halk bu kutsal yolculuğa çıkmakla günahlarının affedileceğine inanıyordu. Bunun yanında batı Avrupa'nın ekonomik kriz içine düşmesi ve bu sıkıntıdan ancak doğunun baharat ve diğer ticaret yollarını ele geçirmekle kurtulacaklarına dair propagandalarda bu konuda etkili olmuştur. Fakat en önemli sebep İslâmın giderek hrıstiyanlık aleyhine evrensel bir din haline gelmesi, Malazgirt zaferinden çok kısa bir süre sonra Anadolu, Suriye ve Filistin'in müslüman Türk hakimiyetine geçmesi, İznik'in başkent olduğu bir Türk devletinin kurulması, Çaka Bey'in İzmir'de tesis ettiği kuvvetli bir donanma ile Bizans'i tehdit etmesi, doğudan bir sel gibi akan Türkmen kitlesinin bastıkları yeri vatan yapma düşünceleridir. Müslüman Türkler büyük bir ihtimalle Bizans engelini aşacak ve Avrupa'ya da hakim olacaklardı. Türklerin Rumeli'ye geçmelerini önlemek, Anadolu, Suriye, Filistin ve Akdeniz'den onları temizlemek gerekiyordu. Bunu da ancak bütün hrıstiyan dünyasının birlikte hareket etmesi halinde başaracaklardı. Hilâl'e karşı haçın savunulması görevini üzerine aldığı kabul edilen Bizans artık müslüman Türkler karşısında bu görevini yerine getiremeyecek gibiydi. O halde hrıstiyan dünyası kendini Türk tehdidine karşı güvenlik altına almak için kutsal toprakların fethine çıkmaktaydı.
Papa II. Urbanus 18-28 Kasım 1095 tarihleri arasında bütün batı Avrupa'nın ileri gelen din adamlarının katıldığı bir toplantıda bu büyük harekâta süratle hazırlanmaları gerektiğini anlattıktan sonra ilk büyük haçlı kitlesinin harekete geçmesini temin etmiştir. Ertesi yıl yani 1096'da Pierre l'Ermitte ile Walter sans Avoir idaresinde heyecanlı fakat disiplinsiz bir haçlı kitlesi düzensiz bir vaziyette Belgrad, Nis, Sofya, Filibe ve Edirne üzerinden İstanbul'a gelmiş ve Bizans imparatoru Alexios Komnenos tarafından 6 Ağustos 1096 tarihinde Anadolu yakasına geçirilmiştir. Bir savaş disiplininden uzak bu haçlı kitlesi Eylül 1096'da Sultan Kılıç Arslan'ın kardeşi Davut tarafından bozguna uğratılmış ve kurtulanlar İstanbul'a sığınmışlardır. Bu haçlı sürülerinin Kılıç Arslan tarafından imha edilmesi üzerine Avrupa'da prens ve dükler zırhlı askerlerden müteşekkil ordularla yeni bir harekâtı başlatmışlardır.
Yeni haçlı kuvvetleri 1097'de imparator Alexios tarafından karşıya geçirildi. Mayıs 1097'de İznik'i kuşatan Haçlılar müstahkem surlarla çevrili şehri sıkıştırmaya başladılar. Anadolu Selçuklu sultanı Kılıç Arslan bu sırada Malatya'da bulunuyordu. Üstün haçlı kuvvetleri karşısında başarılı olamayacaklarını anlayan Türk askeri şehri Bizans kumandanı Butumites'e teslim etmek üzere müzakerelere başladıkları sırada Kılıç Arslan gelince teslimden vazgeçerek Haçlılarla kanlı bir mücadeleye giriştiler. Selçuklu sultanı ordusunu İznik hisarı önündeki ovada savaşa soktu. Çok çetin geçen bu çarpışmalar sırasında her iki taraf da ağır zayiat verdi. Sonunda İznik'i kendi mukadderatına bırakarak Haçlıları dağlık bölgelerde ve geçitlerde sıkıştırmak gayesi ile geri çekilmeye karar verdi. Haçlılar şiddetli hücumlar sonunda İznik'i ele geçirerek Bizans'a teslim ettiler (19 Haziran 1097). Kılıç Arslan böylece yalnız başkentini değil oradaki asker ve hazinelerini de kaybederken haçli kuvvetleri de Eskişehir istikametinde ileri harekâta devam ettiler. 30 Haziran 1097'de Eskişehir ovasında Haçlıları tekrar sıkıştıran Kılıç Arslan arkadan yetişen zırhlı birlikler karşısında geri çekilmek zorunda kaldı.
Kılıç Arslan Anadolu içlerine çekilirken muhtelif yörelerdeki Türk birliklerini kendisine katılmaya çağırdı. Bu arada Danışmendli Gümüştekin Gazi ve Kayseri bölgesi emîri Hasan ile ittifak yaptı.
-
Cevap: islam tarihi
KILIÇ ARSLAN VE DÂNIŞMENDLİLER
Dânışmendliler 1071-1178 yılları arasında Sivas, Amasya, Tokat ve Malatya ile civarlarında hüküm süren bir Türk beyliğidir. Sultan I. Kılıç Arslan'ın Haçlılarla meşgul olduğu sırada Danışmendli Gümüştekin Gazi 1100 yılında Ermeni Gabriel'in elinde bulunan ve daha önce Sultan Kılıç Arslan tarafından da muhasara edilmiş olan Malatya'ya hücum etti. Zor durumda kalan Gabriel haçlı reislerine haber gönderip acil yardım istedi. Bunun üzerine Antakya prinkepsi (prens) Bohemund yola çıkarak Dânışmendli Gümüştekin Gazi üzerine yürüdü. Fakat mağlûp oldu ve esir alınarak önce Sivas'ta daha sonra da Niksar'da hapsedildi. Bu durum İslâm dünyasinda büyük bir sevinç uyandırdı. Haçlılar ise çok büyük endişeye kapıldılar. Bohemund'u kurtarmak için harekete geçen bir haçlı ordusu yukarıda temas edildiği gibi 1101 yılında Ankara'yı zaptederek yol boyunca pekçok köy ve kasabayı tahrip ve yağma etti. Aynı maksatla harekete geçen başka bir haçlı ordusu da Anadolu topraklarına girmişse de Dânışmendli Gümüştekin Gazi Halep Selçuklu meliki Rıdvan ve diğer emîrlerle işbirliği yapan Sultan Kılıç Arslan bu haçlı ordusunu Merzifon yakınlarında tamamen imha etmiştir. Ne yazık ki bu gelişmeler Anadolu Selçuklularıyla Dânışmendliler arasındaki işbirliği ve ittifakın bozulmasına sebep olmuştur.
Müşterek düşmanın imhâ edilmesinden sonra 1102 yılında Malatya'yı ele geçiren Danışmendli Gümüştekin Gazi ile Sultan Kılıç Arslan arasında rekabet başladı. 1103 tarihinde Maraş yolu ile Antakya üzerine yürümekte olan Kılıç Arslan Danışmend Gazi'nin Bohemund'u 100 bin dinar fidye karşılığında serbest bıraktığını, esirler arasında bulunan Richard'ın da salıverilmesi maksadıyla imparator Alexios Komnenos ile müzakereye giriştiğini ögrenince hem Anadolu Selçuklu Sultanı hem de müttefiki olması itibarıyla alınan fidyeniin yarısının kendisine verilmesini istedi. Fakat Gümüştekin Gazi bu teklifi reddedince onun üzerine yürüdü ve 1103 yılında mağlûp ettti.
Gümüştekin Gazi'nin 1104 yılında ölümü üzerine Kılıç Arslan Malatya'yı muhasaraya başladı. Ona mukavemet edemeyeceğini anlayan Gümüştekin Gazi'nin oğlu Yağışıyan 2 Eylül 1106 tarihinde (bazı rivayetlere göre 2 Eylül 1105 tarihinde) şehri teslim etmek zorunda kaldı. Bu olay Dânışmendliler'in Anadolu'da giderek artmakta olan nüfûzunu kırdı ve Anadolu Selçukluları'nın doğuda yayılmaları için müsait bir ortam hazırladı.
Kılıç Arslan doğuda istilâ harekâtına geçmeden önce batı sınırlarını emniyet altına alma ihtiyacını hissettti. Bu maksatla Bizans imparatoru Alexios Komnenos ile haçlılara karşı anlaştı ve gönderdiği birliklerle Bizans ordusunun Bohemund'u mağlûp etmesine yardımcı oldu.
-
Cevap: islam tarihi
BÜYÜK SELÇUKLULARLA ÇATIŞMA VE KILIÇ ARSLAN'IN ÖLÜMÜ
Kılıç Arslan'ın doğuya doğru yayılma politikası onu Büyük Selçuklularla çatışmaya itti. Sultan Berkyaruk ile Muhammed Tapar'ın uzun yıllar devam eden mücadelelerinden sonra Berkyaruk'un 1104 yılı sonlarında ölümü ve Musul'da meydana gelen olaylar Kılıç Arslan'ın Büyük Selçuklu topraklarını ele geçirme ümidini artırdı. Kılıç Arslan'ın genişleme politikası Arslan Yabgu ve Mikailoğulları arasındaki ailevî rekabetin yeniden alevlenmesine sebep oldu. Kılıç Arslan'ı şarka doğru genişlemeye sevkeden başka bir sebep de İslâm medeniyeti sınırları içinde gelişmekte olan doğunun bu dönemde Anadolu'ya göre çok ileri seviyede olmasıydı. Bu sırada Meyyâfarikîn (Silvan) emîri Ziyaeddin Muhammed Sultan Kılıç Arslan'ı ülkesine davet ederek ona bağlılık arzetti. Anadolu'daki diğer beyler de ona itaatlerini bildirdiler (1105).
Sultan ertesi yıl Urfa'yı kuşattı. Fakat şehir müstahkem surlarla çevrili olduğu için netice elde edemedi ve Çökürmüş'ün adamlarının daveti üzerine Harran'a gitti. Haçlılar karşısında zor durumda kalan müslüman halk Kılıç Arslan'ın Urfa'yı kuşatmasını ve Harran'a gelişini sevinçle karşıladılar. Fakat sultan hastalanıp Malatya'ya dönünce Urfa muhasarası da şarka yayılma harekâti da neticesiz kaldı.
Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar emîr Çökürmüs'ün vaad ettiği hizmet ve malî yardımdan vazgeçmesi üzerine Musul ve civarını Huzistan ve Fars arasındaki bölgeyi istilâ edip halka zalimce davranan Emir Çavlı Sakavu'ya iktâ etti. Çökürmüş Çavlı'nın Musul'a doğru yola çıktığını duyunca ona karşı asker toplamak için harekete geçti. Dostlarına da haber gönderip yardım istedi. Erbil hakimi Ebü'l-Heyca cevabında çabuk davranırsa kendisi ile birlikte hareket edebileceğini aksi halde Çavlı'ya katılmak zorunda kalacağını bildirdi.
Çökürmüş bu tavsiyeyi yerinde bulup hemen yola koyuldu ve Erbil'e bağlı bir köyde Ebü'l-Heyca'nın askerlerinin kendisine iltihak etmesini sağladı. Çavlı'nın yanında 1000 kişilik Çökürmüş'ün ise 2000 kişilik süvari birliği vardı. Çökürmüş galip geleceginden şüphe etmiyordu. Savaş başlayınca Çavlı Çökürmüş'ün merkezde bulunan kuvvetlerine saldırdı ve onları perişan etti. Çökürmüş tek başına kaldı, felç olduğu için ata binemiyor ve bir sedye içinde taşınıyordu. Nihayet esir alınarak Çavlı'nın huzuruna götürüldü. Çökürmüş'ün esareti ve askerlerinin yenik düstüğü haberi Musul'a ulaşınca oğlu Zengî'yi onun yerine emîr tayin ettiler. Şehrin ileri gelenleri ittifakla onu destekleme kararı aldı. Kale müstahfizi Kızoğlu Çökürmüş'e ait at ve malları askerlere dağıttı. Hille Arap emîri Seyfü'd-Devle Sadaka'ya, Kılıç Arslan'a ve Bağdat sahnesi Aksungur el-Borsukî'ye haber gönderip Çavlı'yı şehre sokmamak için kendisine yardımcı olmalarını istedi. Kızoğlu mektubunda yukarıda adı geçen şahısların hepsine yardıma geldikleri takdirde şehri kendilerine teslim edeceğini bildirmişti. Seyfü'd-Devle Sadaka bu teklifi kabul etmemiş ve sultan Muhammed Tapar'a bağlı kalmayı uygun görmüştü. Çavlı yanındaki emîrlerle Musul'u muhasaraya başladı. Askerler Emîr Çökürmüş'ü her gün katır sırtında dolaştırıyor ve "Şehri teslim edin beni de bu durumdan kurtarın" diye nida ettiriyorlardi. Fakat Musullular onun bu sözlerine hiç aldırmıyorlardı. Nihayet bir gün atılmış olduğu çukurdan Çökürmüş'ün cesedi çıkarıldı. Çökürmüş'ün esareti üzerine adamlarının Sultan Kılıç Arslan, Hille Arap emîri Sadaka ve Emîr Aksungur'a davetiye çıkardıklarını görmüştük. Kılıç Arslan bu teklifi kabul edip ordusu ile Musul istikametinde harekete geçti. Kılıç Arslan'ın Musul seferine katılan emîrler arasında İnaloğullarından İbrahim, Siirt emîri Kızıl Arslan, Artukoglu İlgazi, Harput emiri Çubukoğlu Mehmet, Hani emiri Sahruh ve Erzen emiri Togan Arslan da vardı. Nusaybin'e ulaştığında Çavlı Musul'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Kılıç Arslan bir süre Nusaybin'de kaldı ve ordusuna bir hayli iltihaklar oluncaya kadar orada bekledi. Kılıç Arslan'ın yaklaştığını gören Çavlı Sincar'a gitti. Artukoğlu İlgazi ve Çökürmüş'ün adamlarından bir grup da ona katılınca 4.000 kişilik bir süvari kuvvetine sahip oldu. Öte yandan Musul halkı ve Çökürmüş'ün askerleri Nusaybin'de bulunan Kılıç Arslan'dan kendilerine dokunmayacağına dair yemin aldı. Hep birlikte Musul üzerine yürüdüler ve Sultan Kılıç Arslan 22 Mart 1107 tarihinde şehre hakim oldu. Çökürmüş'ün oğlu ve adamları onu merasimle karşıladılar. Kılıç Arslan da onlara hil'at giydirdi. Musul'da tahta oturan Kılıç Arslan Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar adına okunmakta olan hutbeye son verip kendi adına hutbe okuttu. Askere ve halka çok iyi davrandı. Kaleyi Kızoğlu'ndan teslim alan Kılıç Arslan halka zulüm gibi gelen bazi vergileri kaldırdı. Fitne ve fesada sebep olan jurnalcılığı yasakladı. Kim jurnale tevessül ederse öldürürüm diye ferman çıkardı. Şehre kendi memurlarını da tayin ederek Musul'u tamamen kontrolü altına aldı.
Kılıç Arslan Nusaybin'e geldiği sırada Musul'dan ayrılan Çavlı Artukoğlu İlgazi ile birlikte Sincar'a oradan da Rahbe'ye geçmisti. Halep Selçuklu meliki Rıdvan bu sırada Emîr Çavlı'ya bir mektup göndererek haçlılara karşı işbirliği teklif etti. Çavlı da Rıdvan'a ulaklar göndererek Musul'a yeniden hakim olabilmesi için kendisine askeri yardımda bulunmasını ve bu gerçekleştikten sonra Haleb'i tehdit etmekte olan haçlılara karşı birlikte hareket edebileceğini bildirdi. Bu şartlarla yapılan anlaşmayı kabul eden Rıdvan Antakya hakimi Tancred ile barış yaptıktan sonra derhal askerleri ile birlikte ona katıldı.
Musul'daki işlerini tamamlayan Sultan Kılıç Arslan bir miktar asker ve bazı emîrlerle 14 yaşındaki oğlu Melikşah'ı burada vekil bırakıp Çavlı ile savaşmak üzere 4.000 kişilik süvari birliği ile yola çıktı. Çavlı'nın güçlü bir orduya sahip olduğunu duyan bazi emîrler ordudan ayrılmaya karar verdiler. Buna ilk tesebbüs eden Emîr İnaloğlu İbrahim çadırlarını ve ağırlıklarını bırakıp ordudan ayrıldı. Daha sonra diğer bazi emîrler de aynı şekilde hareket ettiler. Bunun üzerine Sultan Kılıç Arslan Bizans İmparatoru Alexios Komnenos'a yardım için gönderdiği birliklerini geri çağırmak zorunda kaldı. Sultan Habur'a geldiginde yanındaki süvarilerin sayısı 5.000 idi. Emîr Çavlı'nın ise 4.000 süvarisi mevcuttu. Haleb Selçuklu meliki Rıdvan ve bir grup askeri de Emîr Çavlı'ya katılmıştı. Kaynakların ifadesine göre Çavlı'nın askerleri daha mert ve daha cesurdu. Çavlı Sultan Kılıç Arslan'a bağli emîrlerin birlikleriyle ayrılıp gittiklerini görünce takviye kuvvetleri gelmeden hemen hücuma geçmeyi düşündü. 9 Şevval 500 (3 Haziran 1107) tarihinde meydana gelen savaşta Sultan Kılıç Arslan olağanüstü bir cesaret göstermiş ve düşman üzerine bizzat kendisi yürümüştür. Çavlı'nın sancaktarının kolunu kesmiş, hatta bizzat Çavlı'ya yetişip kılıç sallamış, fakat Çavlı zırhlı olduğundan ona bir zarar verememişti. Bu sırada Çavlı'nın ordusu taarruza geçip Kılıç Arslan'a bağlı kuvvetleri bozguna uğrattı ve ağırlıklarını yağmaladı. Kılıç Arslan askerlerinin mağlup olduğunu görünce kendisine karşı saltanat davasına giriştiği Büyük Selçuklu hükümdarı sultan Muhammed Tapar'ın eline esir düşmekten korktu ve onlara ok yağdırarak atını Habur nehrine sürdü. Atı ve kendisi zırhlı olduğundan ve arkadan da sandallarla devamlı ok yağdırıldığından nehri geçmeyip boğuldu. Cesedi birkaç gün sonra Habur'a bağlı Semsâniyye köyünde bulundu. Cenaze önce burada defnedildiyse de daha sonra Meyyâfarikîn'e (Silvan) götürüldü (Temmuz 1107).
Sultan Kılıç Arslan'ın atabegi Mehmed Meyyafarikîn'de onun için Kubbeetü's-Sultan adıyla meşhur bir türbe yaptırdı. Sultan Kılıç Arslan'ın oğlu Mesud 1143-1144 yıllarında cenazeyi Konya'ya götürmek istedi, sultanın tabutu bu maksatla Âmid'e getirildiyse de Gürcülerin İslâm topraklarına saldırmaları dolayısıyla bu mesele ile ilgilenemeyip cenazeyi tekrar Meyyafarikîn'deki türbeye naklettirdi. Kılıç Arslan'ın kahramanca çarpışmasına rağmen feci bir şekilde ölmesi Türkler arasında unutulmaz acılar bıraktı. İbnü'l-Esîr: "Bazı ölüm olayları Araplar arasında nasıl meşhur ise Kılıç Arslan'ın ölümü de Türkler arasında öyle meşhurdu" diyor. Hatta bu olayın Osmanlı hanedanının mensup olduğu Kayı boyunun hafızasında derin izler bıraktığı ve Süleymanşah'ın Fırat'ta boğulmasıyla karıştırıldığı görülmektedir. Hristiyan tarihçilerden Willermus da Kılıç Arslan'ı çok cesur, ileri görüşlü ve mahir bir kumandan olarak tanıtır. Gerçekten de Kılıç Arslan Anadolu'ya geldiğinde bir yandan bağımsızlık sevdasında olan Türkmen beylerini Anadolu Selçuklu devletinin şemsiyesi altında toplamak, bir yandan Bizans imparatorluğu diger taraftan da Haçlılarla uğraşmak zorunda kalmıştı.
Kılıç Arslan Haçlıların Anadolu'dan geçmesine mani olamadıysa da daha sonra gelen birliklere Anadolu'yu mezar yaparak devletin varlığını korumayı başarmıştır. Kılıç Arslan halk ve askerleri tarafindan çok sevilen adil bir hükümdardı. Hayırsever olduğu için ölümüne sadece müslümanlar değil hristiyanlar da üzülmüşlerdir. Çağdaş Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos onun çok âlicenap ve hayırsever bir insan olduğunu, ölümünde hristiyanların da yas tuttuğunu söyler.
-
Cevap: islam tarihi
BÜYÜK SELÇUKLULARLA ÇATIŞMA VE KILIÇ ARSLAN'IN ÖLÜMÜ
Kılıç Arslan'ın doğuya doğru yayılma politikası onu Büyük Selçuklularla çatışmaya itti. Sultan Berkyaruk ile Muhammed Tapar'ın uzun yıllar devam eden mücadelelerinden sonra Berkyaruk'un 1104 yılı sonlarında ölümü ve Musul'da meydana gelen olaylar Kılıç Arslan'ın Büyük Selçuklu topraklarını ele geçirme ümidini artırdı. Kılıç Arslan'ın genişleme politikası Arslan Yabgu ve Mikailoğulları arasındaki ailevî rekabetin yeniden alevlenmesine sebep oldu. Kılıç Arslan'ı şarka doğru genişlemeye sevkeden başka bir sebep de İslâm medeniyeti sınırları içinde gelişmekte olan doğunun bu dönemde Anadolu'ya göre çok ileri seviyede olmasıydı. Bu sırada Meyyâfarikîn (Silvan) emîri Ziyaeddin Muhammed Sultan Kılıç Arslan'ı ülkesine davet ederek ona bağlılık arzetti. Anadolu'daki diğer beyler de ona itaatlerini bildirdiler (1105).
Sultan ertesi yıl Urfa'yı kuşattı. Fakat şehir müstahkem surlarla çevrili olduğu için netice elde edemedi ve Çökürmüş'ün adamlarının daveti üzerine Harran'a gitti. Haçlılar karşısında zor durumda kalan müslüman halk Kılıç Arslan'ın Urfa'yı kuşatmasını ve Harran'a gelişini sevinçle karşıladılar. Fakat sultan hastalanıp Malatya'ya dönünce Urfa muhasarası da şarka yayılma harekâti da neticesiz kaldı.
Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar emîr Çökürmüs'ün vaad ettiği hizmet ve malî yardımdan vazgeçmesi üzerine Musul ve civarını Huzistan ve Fars arasındaki bölgeyi istilâ edip halka zalimce davranan Emir Çavlı Sakavu'ya iktâ etti. Çökürmüş Çavlı'nın Musul'a doğru yola çıktığını duyunca ona karşı asker toplamak için harekete geçti. Dostlarına da haber gönderip yardım istedi. Erbil hakimi Ebü'l-Heyca cevabında çabuk davranırsa kendisi ile birlikte hareket edebileceğini aksi halde Çavlı'ya katılmak zorunda kalacağını bildirdi.
Çökürmüş bu tavsiyeyi yerinde bulup hemen yola koyuldu ve Erbil'e bağlı bir köyde Ebü'l-Heyca'nın askerlerinin kendisine iltihak etmesini sağladı. Çavlı'nın yanında 1000 kişilik Çökürmüş'ün ise 2000 kişilik süvari birliği vardı. Çökürmüş galip geleceginden şüphe etmiyordu. Savaş başlayınca Çavlı Çökürmüş'ün merkezde bulunan kuvvetlerine saldırdı ve onları perişan etti. Çökürmüş tek başına kaldı, felç olduğu için ata binemiyor ve bir sedye içinde taşınıyordu. Nihayet esir alınarak Çavlı'nın huzuruna götürüldü. Çökürmüş'ün esareti ve askerlerinin yenik düstüğü haberi Musul'a ulaşınca oğlu Zengî'yi onun yerine emîr tayin ettiler. Şehrin ileri gelenleri ittifakla onu destekleme kararı aldı. Kale müstahfizi Kızoğlu Çökürmüş'e ait at ve malları askerlere dağıttı. Hille Arap emîri Seyfü'd-Devle Sadaka'ya, Kılıç Arslan'a ve Bağdat sahnesi Aksungur el-Borsukî'ye haber gönderip Çavlı'yı şehre sokmamak için kendisine yardımcı olmalarını istedi. Kızoğlu mektubunda yukarıda adı geçen şahısların hepsine yardıma geldikleri takdirde şehri kendilerine teslim edeceğini bildirmişti. Seyfü'd-Devle Sadaka bu teklifi kabul etmemiş ve sultan Muhammed Tapar'a bağlı kalmayı uygun görmüştü. Çavlı yanındaki emîrlerle Musul'u muhasaraya başladı. Askerler Emîr Çökürmüş'ü her gün katır sırtında dolaştırıyor ve "Şehri teslim edin beni de bu durumdan kurtarın" diye nida ettiriyorlardi. Fakat Musullular onun bu sözlerine hiç aldırmıyorlardı. Nihayet bir gün atılmış olduğu çukurdan Çökürmüş'ün cesedi çıkarıldı. Çökürmüş'ün esareti üzerine adamlarının Sultan Kılıç Arslan, Hille Arap emîri Sadaka ve Emîr Aksungur'a davetiye çıkardıklarını görmüştük. Kılıç Arslan bu teklifi kabul edip ordusu ile Musul istikametinde harekete geçti. Kılıç Arslan'ın Musul seferine katılan emîrler arasında İnaloğullarından İbrahim, Siirt emîri Kızıl Arslan, Artukoglu İlgazi, Harput emiri Çubukoğlu Mehmet, Hani emiri Sahruh ve Erzen emiri Togan Arslan da vardı. Nusaybin'e ulaştığında Çavlı Musul'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Kılıç Arslan bir süre Nusaybin'de kaldı ve ordusuna bir hayli iltihaklar oluncaya kadar orada bekledi. Kılıç Arslan'ın yaklaştığını gören Çavlı Sincar'a gitti. Artukoğlu İlgazi ve Çökürmüş'ün adamlarından bir grup da ona katılınca 4.000 kişilik bir süvari kuvvetine sahip oldu. Öte yandan Musul halkı ve Çökürmüş'ün askerleri Nusaybin'de bulunan Kılıç Arslan'dan kendilerine dokunmayacağına dair yemin aldı. Hep birlikte Musul üzerine yürüdüler ve Sultan Kılıç Arslan 22 Mart 1107 tarihinde şehre hakim oldu. Çökürmüş'ün oğlu ve adamları onu merasimle karşıladılar. Kılıç Arslan da onlara hil'at giydirdi. Musul'da tahta oturan Kılıç Arslan Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar adına okunmakta olan hutbeye son verip kendi adına hutbe okuttu. Askere ve halka çok iyi davrandı. Kaleyi Kızoğlu'ndan teslim alan Kılıç Arslan halka zulüm gibi gelen bazi vergileri kaldırdı. Fitne ve fesada sebep olan jurnalcılığı yasakladı. Kim jurnale tevessül ederse öldürürüm diye ferman çıkardı. Şehre kendi memurlarını da tayin ederek Musul'u tamamen kontrolü altına aldı.
Kılıç Arslan Nusaybin'e geldiği sırada Musul'dan ayrılan Çavlı Artukoğlu İlgazi ile birlikte Sincar'a oradan da Rahbe'ye geçmisti. Halep Selçuklu meliki Rıdvan bu sırada Emîr Çavlı'ya bir mektup göndererek haçlılara karşı işbirliği teklif etti. Çavlı da Rıdvan'a ulaklar göndererek Musul'a yeniden hakim olabilmesi için kendisine askeri yardımda bulunmasını ve bu gerçekleştikten sonra Haleb'i tehdit etmekte olan haçlılara karşı birlikte hareket edebileceğini bildirdi. Bu şartlarla yapılan anlaşmayı kabul eden Rıdvan Antakya hakimi Tancred ile barış yaptıktan sonra derhal askerleri ile birlikte ona katıldı.
Musul'daki işlerini tamamlayan Sultan Kılıç Arslan bir miktar asker ve bazı emîrlerle 14 yaşındaki oğlu Melikşah'ı burada vekil bırakıp Çavlı ile savaşmak üzere 4.000 kişilik süvari birliği ile yola çıktı. Çavlı'nın güçlü bir orduya sahip olduğunu duyan bazi emîrler ordudan ayrılmaya karar verdiler. Buna ilk tesebbüs eden Emîr İnaloğlu İbrahim çadırlarını ve ağırlıklarını bırakıp ordudan ayrıldı. Daha sonra diğer bazi emîrler de aynı şekilde hareket ettiler. Bunun üzerine Sultan Kılıç Arslan Bizans İmparatoru Alexios Komnenos'a yardım için gönderdiği birliklerini geri çağırmak zorunda kaldı. Sultan Habur'a geldiginde yanındaki süvarilerin sayısı 5.000 idi. Emîr Çavlı'nın ise 4.000 süvarisi mevcuttu. Haleb Selçuklu meliki Rıdvan ve bir grup askeri de Emîr Çavlı'ya katılmıştı. Kaynakların ifadesine göre Çavlı'nın askerleri daha mert ve daha cesurdu. Çavlı Sultan Kılıç Arslan'a bağli emîrlerin birlikleriyle ayrılıp gittiklerini görünce takviye kuvvetleri gelmeden hemen hücuma geçmeyi düşündü. 9 Şevval 500 (3 Haziran 1107) tarihinde meydana gelen savaşta Sultan Kılıç Arslan olağanüstü bir cesaret göstermiş ve düşman üzerine bizzat kendisi yürümüştür. Çavlı'nın sancaktarının kolunu kesmiş, hatta bizzat Çavlı'ya yetişip kılıç sallamış, fakat Çavlı zırhlı olduğundan ona bir zarar verememişti. Bu sırada Çavlı'nın ordusu taarruza geçip Kılıç Arslan'a bağlı kuvvetleri bozguna uğrattı ve ağırlıklarını yağmaladı. Kılıç Arslan askerlerinin mağlup olduğunu görünce kendisine karşı saltanat davasına giriştiği Büyük Selçuklu hükümdarı sultan Muhammed Tapar'ın eline esir düşmekten korktu ve onlara ok yağdırarak atını Habur nehrine sürdü. Atı ve kendisi zırhlı olduğundan ve arkadan da sandallarla devamlı ok yağdırıldığından nehri geçmeyip boğuldu. Cesedi birkaç gün sonra Habur'a bağlı Semsâniyye köyünde bulundu. Cenaze önce burada defnedildiyse de daha sonra Meyyâfarikîn'e (Silvan) götürüldü (Temmuz 1107).
Sultan Kılıç Arslan'ın atabegi Mehmed Meyyafarikîn'de onun için Kubbeetü's-Sultan adıyla meşhur bir türbe yaptırdı. Sultan Kılıç Arslan'ın oğlu Mesud 1143-1144 yıllarında cenazeyi Konya'ya götürmek istedi, sultanın tabutu bu maksatla Âmid'e getirildiyse de Gürcülerin İslâm topraklarına saldırmaları dolayısıyla bu mesele ile ilgilenemeyip cenazeyi tekrar Meyyafarikîn'deki türbeye naklettirdi. Kılıç Arslan'ın kahramanca çarpışmasına rağmen feci bir şekilde ölmesi Türkler arasında unutulmaz acılar bıraktı. İbnü'l-Esîr: "Bazı ölüm olayları Araplar arasında nasıl meşhur ise Kılıç Arslan'ın ölümü de Türkler arasında öyle meşhurdu" diyor. Hatta bu olayın Osmanlı hanedanının mensup olduğu Kayı boyunun hafızasında derin izler bıraktığı ve Süleymanşah'ın Fırat'ta boğulmasıyla karıştırıldığı görülmektedir. Hristiyan tarihçilerden Willermus da Kılıç Arslan'ı çok cesur, ileri görüşlü ve mahir bir kumandan olarak tanıtır. Gerçekten de Kılıç Arslan Anadolu'ya geldiğinde bir yandan bağımsızlık sevdasında olan Türkmen beylerini Anadolu Selçuklu devletinin şemsiyesi altında toplamak, bir yandan Bizans imparatorluğu diger taraftan da Haçlılarla uğraşmak zorunda kalmıştı.
Kılıç Arslan Haçlıların Anadolu'dan geçmesine mani olamadıysa da daha sonra gelen birliklere Anadolu'yu mezar yaparak devletin varlığını korumayı başarmıştır. Kılıç Arslan halk ve askerleri tarafindan çok sevilen adil bir hükümdardı. Hayırsever olduğu için ölümüne sadece müslümanlar değil hristiyanlar da üzülmüşlerdir. Çağdaş Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos onun çok âlicenap ve hayırsever bir insan olduğunu, ölümünde hristiyanların da yas tuttuğunu söyler.