Cevap: çekirdekten çınara
2. Çocuk Sahibi Olma
Konuya nassların ışığı altında baktığımızda görüyoruz ki, Kur’ân-ı Kerim Allah’ın sevdiği, seveceği, hoşnud olacağı kimselerin çok olmasını istiyor. Diğer bir ifadesiyle, yeryüzünde Ümmeti Muhammed’in (sav), milletler muvazenesinde hakim bir unsur haline gelmesini istiyor. Aslında, bütün nesiler, salihler ve diğer makbul insanlar da, tertemiz nesillerinin çoğalmasını istemiş ve bu mevzuda sistemler geliştirmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim, Hz. Zekeriyya’nın, en samimi hislerler Allah’a yakarış ve yalvarışını, Sûre-i Âl-i İmrân’da şöyle dile getirir: “Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti. Rabbim, bana nezdinden tertemiz bir zürriyet ihsan eyle! Şüphesiz Sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.” (Âl-i İmran/38)
Dikkat edilecek olursa, Hz. Zekeriyya, sadece “zürriyet” değil, “tertemiz zürriyet” diyerek kayıtladı. Bu, “Allah’ı (cc) hoşnut, nebiyi memnun ve babayı mesut edecek, millet içinde mühim bir rükün olacak ‘tertemiz bir zürriyet’ ihsan eyle” demekti. Hz. İbrahim –Allah’ın salât ve selamı kâinatın Efendisi’ne ve O’nun üzerine olsun- de oğlu Hz. İsmail’le Kâbe-i Muazzama’yı inşa ederken Cenab-ı Hakk’a şöyle yalvarıyorlardı:
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl! Neslimizden Sana itaat eden bir ümmet çıkar.. bize ibadet usullerimizi göster ve tevbelerimizi kabul et; zira tevbeleri kabul eden, O çok merhametli olan ancak Sensin.” (Bakara/128)
Onların zürriyetinden yüzlerce nebinin yanında, insanlığın yüzünün akı Hz. Muhammed’in (sav) neş’et etmesi, Cenab-ı Hakk’ın bu önemli duayı kabulünün ifadesidir. Ayrıca, bütün suleha-yı ümmet de hep şöyle yalvarmış ve Allah’tan salih nesiller istemişlerdir.
“Ve o kullar: Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! Derler.” (Furkân/74)
Bunlar gibi daha değişik nasslarda, aile kurmanın semeresi olarak tertemiz nesillerin istendiğini görmek mümkündür. Evet bu duaların hemen hepsinde, tertemiz masum, günahsız, cürmü olmayan, müslim ve mümin nesillere dikkat çekilmiştir. Öyleyse konu, hanemizde neş’et edecek kimselerin çokluğu değil, keyfiyet derinlikleri ve mana köklerine bağlılıklarıyla, Allah nazarında makbul olmaları konusudur. Böyle bir makbuliyete ermenin de belli yoları ve yöntemleri olsa gerek.
Şimdi, bunlardan bir kaçına hafif kapı aralamak istiyoruz:
Cevap: çekirdekten çınara
3. Aile Reisinin Vazifeleri
a. Çocuğun Doğumundan Önceki Tedbirler
aa. Tohumun Temiz Olması
Tohumun temiz bir zemine bırakılması, sonra da bırakıldığı yerde gelişirken temiz bir hava ile havalandırılması, temiz şualarla şualandırılması, temiz su ile sulanması ve tımar edilmesi yetiştirilmek istenen neslin kaliteli yetişmesi bakamından çok önemlidir. Bu mülahazayı teyid sadedinde Buhari ve Müslim’in, Rasulü Ekrem’den (sav) naklettikleri şu hadis başlıbaşına bir önem arz eder:
“Şaki, daha anasının karnında talihsizdir; said, anasının karnında da talihlidir.” [14] (Müslim, Kader, 3; İbni Mâce, Mukaddime, 7; Buhari, Kader, 1).
Evet, çocuğun, daha anne karnında iken said ya da şaki olduğu hükmü ifade edileceği ana kadar her türlü tedbir alınmalı, yavru, sperm ve yumurta buluşması anından itibaren gıdası, annesinin davranışları, anne ve babanın daha önceki ve daha sonraki tavırları, onun şaki ve said yazılmasında önemli vesilelerdir.
Şurası çok iyi bilinmelidir ki, bizim irade ve davranışlarımız hesaba katılmadan hiçbir takdir söz konusu değildir. Bizim nasıl hareket edeceğimiz, nasıl adım atacağımız, bu adımların neleri tevlit edeceği yüce yaratıcı tarafından bilinmiş ve iradelerimiz de hesaba katılarak her şey ona göre programlanmıştır. Nice çocuklar vardır ki, neşet ettikleri ortam ve müsebbipleri açısından dünyaya geldikleri andan itibaren talihsizdirler. Ancak, Allah'ın (cc) kendi lütfu ve atasıyla onların halini saedete çevirmesi istisnâî bir durum teşkil eder.
Evet herşey daha tohumun atıldığı andan itibaren başlar. O yumurta iken şaki veya saidse, bundan haram bir lokmanın, anne-babanın fücûrunun tesiri küçümsenemez. Tohum besmelesiz atılmışsa, ondan hayırlı bir semerenin meydana gelmesi Allah’ın lütfuna kalmıştır. Eğri bir teşebbüsten doğru sonuç elde etmek muhal olmasa da çok zordur. Mümkün değildir demiyoruz. Zira, Ebu Cehil’den dahi İkrime gibi birisi meydana geldiğine göre, yaşantısı çok menfi olan ailelerden bile bazen inançlı insanlar çıkabilir.
Ayrıca “Sizi bir tek candan (Âdem’den) hakkeden, ondan da yanında huzura eresiniz diye eşini (Havva’yı) yaratan O’dur. (Adem) Eşi ile (birleşince) o hafif bir yük yükleniverdi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıyıp da hamileliği ağırlaşınca, Allah’a: Andolsun bize (Salih) kusursuz bir çocuk verirsen, sana ziyadesiyle şükrederiz, diye dua ettiler.” (A’raf/189) ayeti bir yandan doğum öncesi anne-babanın bir kısım arzu ve isteklerinin olabileceğini ortaya koyarken diğer yandan da onların Allah’a (cc) teveccüh edip salih evlat istemeleri gerektiğine irşad ediyor.
Cevap: çekirdekten çınara
bb. Lokmanın Helal Olması
Anne-babanın vazifelerinden biri de kendi rızıklarına dikkat etmeleri gerektiği gibi çocuklarına da hoş, tayyib, helal bir rızık yedirmeleridir. Bir Müslümanın aile efradına haram ya da şüpheli şey yedirmesi söz konusu ise, o kimsenin evlenmesinin haram ya da mekruh olduğunu –itiraz yanı açık- hatırlatmıştık. Evet bir kimsenin başkasına haram yedirmeye hakkı yoktur.
Bu itibarla, bakım ve görümüyle sorumlu bulunduğumuz çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine hoş ve tayyib nesnelerden yedirme mecburiyetindeyiz. “Umum-u belva” diyerek haram veya şüpheli şeyler yediremeyiz. Zaman değişse, asır başkalaşsa herkes gayr-i meşrû yollarda bulunsa da biz yediremeyiz. Aslında, yanlış yollarla elde ettiğimiz kazanç da, o kazançla beslenen çocuklarımız da, cehennem zakkumu gibi bir gün mutlaka bizim başımızı ağrıtır, belki de kan kusturur.
Daha önceki vazifelerimizi yapmış isek dünyaya gelen, her peni misafirin belli ölçüde şekavetlere kapalı bir said (saadete namzet) olduğunu bekleyebiliriz. Ama, yediğimiz haram, içtiğimiz haram, giydiğimiz haram ve hayatımız haramlarla içiçe ise, çocuğun saadet ihtimalini yok etmişiz demektir.
Evet, haram yiyor, haram içiyor, haramla besleniyorsak, ruh dünyamızı şeytana açık tutuyor sayılırız. “Şeytan insanın damarlarında kanın hareketiyle hareket eder.” [15] (Buhari, Ahkam, 21; Bed’ül-Halk, 11; İ’tikaf, 11; İ’tikaf, 11,12; Ebu Davud, Savm, 78; Sünne, 17; Edeb, 81; İbni Mâce, Sıyam, 65) fehvasınca o, insanın kan damarlarında dolaşır. Alyuvarlarına, akyuvarlarına biner. Dolayısıyla nesle de nesebe de şerârelerini bulaştırır.
Bu açıdan ta baştan itibaren, çocuğun bakımı-görümü, yiyeceği, içeceği, giyeceği herşey dinin meşrû kıldığı daire içinde kalınarak yerine getirilmeli, haram yedirilmemeli, haram içirilmemeli ve haram giydirilmemelidir.
Hadislerde gördüğümüz kadarıyla, Allah’ın (cc) Kâbe’sini tavaf ederken, sırtında haramdan elde edilmiş elbise, içinde haram lokma bulunan bir insan, “lebbeyk Allahümme lebbeyk” derken –ki bu cümle hac esnasında ve ihramda bulunulduğu müddetçe insanın söyleyeceği mukaddes kelimelerdendir- Allah (cc), ona “Lalebbeyke ve la sa’deyk” diyecektir. [16] (Heysemî, Mecmua’z-Zevâid, 3/210;10/292). Bunu, “lebbeyk de sa’deyk de senin olsun” şeklinde anlayabiliriz.
Onun için bir elbisenin ipliğinin bile haram ve şüpheli olmamasına dikkat etmeli, bilmeyerek olanından da Allah’a (cc) sığınmalıyız ve gönlümüz her zaman tir tir titremelidir. Katiyen bilmeliyiz ki, ektiğimiz her tohum ya zakkum olup başkalarını zehirleyecek; ya da kökü yerin derinliklerinde dalları semaları tutan mübarek bir ağaç gibi meyveleriyle, gölgesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla insanlığa, hatta daha başkalarına nesiller boyu hizmet edecek; insanın mutluluğuna ve yeryüzünün imarına katkıda bulunacaktır.
Cevap: çekirdekten çınara
b. Talim ve Terbiye
Allah Rasulü’nün tavsiyeleri çerçevesinde, çocuğa, sevimli, manası düzgün iyi bir isim koymak, anne- babanın ilk vazifelerinden biridir. Peygamberimiz (sav) isim koymaya özel önem vermişlerdir, “Peygamberlerin isimleri ile isimleniniz. Ayrıca Aziz ve Yüce olan Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi Abdullah ve Abdurrahman’dır. İsimlerin en doğrusu Hâris (kâr getiren, ahireti kazanan) ve Hümam (himmetli, azimli)dir. En çirkini de Harb (savaş, şiddet) ve Mürre (cimrilik, acı) isimleridir. [17] (Müsned, 4/345). buyurmuş ve aynı zamanda “Âsiye” (isyan eden) gibi savaş ve düşmanlık ifade den isimleri iptal etmiş yerine “Cemile” (güzel) ismini koymuştur. [18] (Müslim, Âdâb, 14; Ebu Davud, Edeb, 66; Tirmizi; Edeb 62).
Daha sonra süt emzirme ile ilgili hukuki prosedür ve ardından da sütten kesildiğinde çocuğun nafakasının temini ve terbiyesinin deruhde edilmesi meseleleri gelir.
Her yeni doğan çocuk temiz bir fıtrat üzere doğar. [19] (Buhari, Cenaiz, 92; Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, Kader, 5). Evet adeta o, yazısız bir kağıt gibidir. Ona er şeyi siz yazacaksınız; ama Allah’ın hoşuna giden hususları yazacaksınız. Bunlar, meleğin değer verdiği, mahşerde geçerli olan, hesapta mizanın sağ kefesine konunca kıymet ifade eden nakışlar olacaktır. Allah’ın hoşnutluğu istikametinde ve peygamber çizgisinde nakışlar..
Anneye-babaya düşen, bu yazı ve nakışları mevsiminde, hem de silinmeyecek şekilde çocuklarının ruhuna yazıp nakşetmektedir. Evet çocuk sahibi olan her anne ve baba, günlük hayatlarının bir bölümünü çocuklarının talim ve terbiyesine ayırma mecburiyetindedirler. Talim ve terbiyenin diğer mahfillerini daha sonraki bölümlerde ele alacağız.
Aile, talim ve terbiyede en birinci ocak, en birinci mektep, en birinci medresedir. Anne ve baba talim ve terbiye için ayırdıkları zamanı, evrad u ezkarlarına ve diğer şahsî vazifelerine mutlaka tercih etmelidirler. Çocukların yetiştirilmesinde, Allah’ın öğretilmesi, onların yaşlarına ve kültür seviyelerine göre Allah’a iman fikrinin kalblerine yerleştirilmesi, anne-babanın maddi-manevi füyuzat hislerinin önünde geldiği gibi pek çok şahsi vazifenin de önünde gelir. Bu itibarla siz, evinizde âsi-tâği, ya da âsiye-tâğiye çocuklarınızı ihmal ederek Kâbe-yi Muazzama’yı ziyarete gitseniz, vazife size arkadan seslenecek ve “buradaki ciddi ve ehem vazifeyi bırakmış nereye gidiyorsunuz?” diyecektir.
Ayrıca babası çocuğa dinini diyanetini, okuyup yazmasını, Kur’ân okumasını, hatta biniciliği, yüzmeyi ve devrine göre atıcılığı da öğretmelidir. Beyindeki güç ve kuvveti pazulara hasr eden boş sporları değil, hayat ve sıhhat için faydalı ve yarınlarına mukaddime nevinden her biri kendi sahasında önem arz eden bütün sporları öğretecektir.
Cevap: çekirdekten çınara
c. Terbiyede Sorumluluk Duygusu
İmamiye kaynaklı bir alıntıyı bu konuya serlevha yapmak istiyoruz. İmam Zeynu’l Abidin “Risaletü’l-hukuk”unda şu tavsiyelerde bulunuyor: “Sa’yinin semeresi çocuğunun senden olduğunu, hayrının ve şerrinin de sana raci olacağını bileceksin.”
Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm vefatından bir süre önce kendisine vefat edeceği hissettirilmişti. Bunun üzerine O (sav), bir gün sahabi topluluğuna, “Kul, dünya ile ahiret arasında muhayyer bırakıldı da o, ahireti tercih etti” deyivermişti.. bu işaretle anlatılmak isteneni hemen kavramış olan Hz. Ebu Bekir (ra): “Anam, babam, sana feda olsun ya Rasulallah!” [20] (Müslim, Fedâlu’s-sahâbe, 1; Tirmizi, Menâkıb, 15) demiş ve ağlamıştı.. evet o, kulun Hz. Peygamber (sav) olduğunu anlamada gecikmemişti. Bundan başka Allah Rasulü (sav) veda haccı esnasındaki bir hutbesinde de yine: “Yakında beni sizden soracaklar, tebliğ vazifemi yaptım mı, nasıl cevap vereceksiniz?” buyurmuşlardı; buyurmuşlardı, zira O, önemli bir vazife yapmıştı ama, bunu hakkıyla yapıp yapmamış olmanın endişesi içinde bulunuyordu. Böyle bir endişeye mahal olmadığını icraatı haykırıyordu; oradaki bütün gönüller de birden haykırdı ve koca meyden onunla yankılandı ve her yanda: “Sen vazifeni yaptın, risaletini tebliğ ettin, sorumluluğunu hakkıyla yerine getirdin” itirafları inledi. O da parmağını yukarıya doğru kaldırdı ve üç kere: “Allah’ım şahid ol, Allah’ım şahid ol, Allah’ım şahid ol!” [21] (Buhari, Fiten, 8; Hacc, 132; Müslim, Kaseme, 31) diye inledi.
O, ümmet dairesinde genişliği olan bir sorumluluğu derin bir endişe ile dile getiriyor ve ashabının, şehadetini alıyordu. Şimdi acaba bizler de, kendi sorumluluğumuz altında bulunan ve bakıp görmekle mükellef olduğumuz çocuklarımıza karşı; “yakında beni sizden soracaklar, nasıl cevap verirsiniz?” diyebilecek durumda mıyız?. Ya da onlardan, “vazifenizi yaptınız” cevabını alabileceğimizi ümit edebiliyor muyuz? Değilse vay halimize... Onun için büyük İmam Zeynü’l-Abidin, “Allah huzurunda sen, onlardan sorguya tabi tutulacaksın” diyor, sonra da titreyerek, Cenab-ı Hakk’a yönelerek:
“Allah’ım, çocuklarımın terbiyesi, te’dibi ve onlara iyilik yapmam hususunda bana yardımcı ol!” diyor zira bir insanın en mühim, en ciddi meselesi, aile efradını evc-i kemâlât-ı insaniyeye yükselterek onlara ebedi var olmanın hazlarını duyurmaktır.
Bazen çocuğumuza hediyeler alır ve onu sevindirmeye çalışırız. Hatta hacca gidip Kâbe veya Rasulullah’ın (sav) huzurunda bulunduğumuz zamanlarda dahi onları hep gönlümüzde duyarız. Mukaddes işler, en önemli hizmetler bile onları unuttaramaz. Aslında çocuklarımızı en iyi hatırlama şekli, onlara âdâb-ı İslâmiye ve adâb-ı Muhammedî’yi (sav) vermek olmalıdır. Ahirette onların, ebedî sevinmesine vesile olan böyle bir armağan ölçüsünde başka bir hediye olmasa gerek. Yine İmamiye menşeli bir hadis-i şerife Rasulü Ekrem (sav) şöyle buyurur:
“Çocuklarınıza ikramda bulunan ve onları en güzel şekilde terbiye edin.” [22] (İbni Mâce, Edep 3) evet, Rasulü Ekrem'in (sav) yolunu ihya istikametinde bir terbiye, çocuğa sunulmuş en büyük armağandır.
Cevap: çekirdekten çınara
d) Güzel Örnek Olma
Her mümin anne-baba, çocuklarını gayet tabii olarak Kur’ân-ı Kerim’e göre çerçeveleye ve resmetmeye çalıştığımız, o en ideal toplumun sıhhatli ve mükemmel bir parçası şeklinde yetiştirmeyi düşünürler. Ne var ki onların bu hisleri, pratik hayatlarına aksetmez ve namaz, hac, oruç, zekat.. gibi ibadetlerle derinleştirilmez; daha doğrusu, ağızlarıyla söyledikleri güzel sözler sonradan güzel davranışlarla pekiştirilmezse; pekiştirilip davranışları sözlerinden daha doğru görülmezse; söyledikleri sözlerin tesiri şöyle dursun, bazen aksü’l-amel yapması bile söz konusudur. Sözlerinin çocukların üzerinde nüfuzunu arzu eden bütün babalar ve anneler, söylemek istedikleri şeyleri evvela kendileri kemal-i hassasiyetle yaşamalı, sonra onu başkalarından istemelidirler.
İmam-ı Azam’a atfedilen bir menkıbeyi, konumuza ışık tutması bakımından zikredip geçeceğim:
O dönemde bir çocuğa bal dokunuyordur; çocuğa onca “yeme” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam eder. Derken bir gün elinden tutup Hz. İmam’ın huzuruna getirir ve “Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor” derler. Hz. İmam: “Götürün, bu çocuğu 40 gün sonra bana getirin” der. Kırk gün sonra yeniden getirilir. İmam çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve “Babacığım, bir daha bal yemeyeceğim” der. Oradakiler: “Ya imam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, İmam onlara şöyle cevap verir:
“-Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendim yaptığım birşeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatım makes bulmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.
Doğru sözün yanında doğru hareket çok mühimdir. Çünkü nazarında davranışlarımızla sözlerimiz arasındaki tezat, onun bize olan güvenini sarsar. Hayatta, bir kez olsun yalanınızı ya da davranış ve söz çelişkinizi yakalayan çocuk, bunu zihninde taşıdığı sürece, siz onu nazarında o kadar güvenilmez biri olarak kalırsınız. İlerde küçük bir hoşnutsuzluk hasıl eden davranışınızda o husus, şuurüstüne çıkar ve siz evladınızın nazarında tiksinti duyulan biri gibi algılanırsınız. Dolayısıyla da sözleriniz onda hiç mi hiç makes bulmaz. Öyleyse, davranışlarımızı öyle ayarlamalıyız ki, onlar bizi evlerinin içinde baba, anne değil de birer melek farz etmeliler. Bizde ciddiyet, bizde vakar, bizde hassasiyet görmeli ve sonuna kadar bize güvenmelidirler. İşte duygu ve düşüncelerin böylesi bir yolla intikalini başaran anne ve babalar en başarılı muallim sayılırlar.
Cevap: çekirdekten çınara
4. Anne-Baba Sorumluluğu
Herkes kendi sorumluluk alanının mesulu ve çobanıdır. Her çoban da güttüğünden sorumludur. Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine, bütün olumsuzluklar da seyyiat hanesine yazılacaktır.
Nebiler Serveri (sav) Buhârî Müslim’de yer alan bir hadis’i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Hepimiz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz.” Sonra da şunları sıralar:
“Devlet reisi çobandır; bütün raiyyetinden mesuldür. Efendi çobandır; aile etrafından mesuldür. Kadın bir çobandır, beyinin emanet ettiği nesnelerden mesuldür. Herkes çoban ve herkes güttüğünden mesuldür.” [23] (Buhari, Cuma, 11; Cenaiz, 32; İstikraz, 20,. Vasâyâ, 9; Itk, 17,19; Nikah, 81,90; Ahkam, 1; Müslim, İmâre, 20) Mevzu, çocukların birer emanet kabul edilmesiyle alakalı olunca şu hadisin de konumuzla irtibatlı olduğu söylenebilir: “Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya mecusileştirir.” [24] (Buhari, Cenâiz, 80; Tefsiru sûre (30) 1; Kader, 3; Müslim, Kader, 22,23,24).
Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait temiz bir fıtratla doğar, doğra ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere size teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Sonra o çocuklar anne-babasına tabi olarak ya Yahudi, ya Nasrani, ya da Mecusi olurlar. Tabii burada şu hususu ilave etmek de mümkündür: Kimisi de anne-babaya veya içinde bulunduğu ortama göre mürted ve dinsiz olur. Öyleyse neslin yetişmesi hususunda, anne-babanın din ve diyaneti çok mühim olduğu gibi, terbiye mevzuunda da din ve diyanetin esas alınması o kadar önemlidir.
Şu bir gerçek ki, her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mana köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmemeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla da hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü, üsâresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz. Bağ ve bahçenizdeki ağaçlara aşı yapıyor, ilmin ve tekniğin gereklerine göre varlığa müdahale hakkımızı kullanarak daha iyi semere almaya çalışıyoruz. Odundan, taştan, ağaçtan, topraktan daha aşağı olmayan çocuklarımıza bu kadar olsun, kendi esaslarımız çerçevesinde ihtimam göstermemiz gerekmez mi? Onlar, alakasızlığın bodurlaştırması ve bozma gayretlerinin azgınlaştırması gibi iki dezavantaja karşılık, ebeveynin vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. Evet, olumlu müdahale olmazsa kokuşurlar, başkalarının elinde de fesada uğrarlar. Her iki halde de bize rağmen bir çizgi takip ederler. Hususiyle günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlatlarını tamamen ihmal etmişlerdir. Hatta bu asır ölçüsünde çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir.
Yine İmamiye menşeli bir hadiste, [25] (Zeynü’l-Abidin’e atfedilen hadisler hususiyle kütüb-ü sitte’de bulunmadığından her defasında böyle bir açıklamada bulunmayı tenkitçilere karşı fayda mülahaza etmekteyiz). Allah Rasulü (sav) şöyle ferman ediyor: “Ahir zamanda babalarından ötürü evlatların vay haline!” Bu söz üzerine sahabe şaşkınlık içinde sorar:
- “Müşrik babalardan ötürü mü onlara kıyıldı da heder oldular?”
- “Hayat mümin babaları onlara kıydı.”
- “Nasıl oldu ya Rasulallah?”
- “Babaları onlara ferâiz-i dini, yani dinin temel rükünlerini öğretmediler.”
Bu hadis-i şerifi biraz tasarrufla şöyle açabiliriz: Şu küçük dünya hayatı adına ferâiz-i din terkedildi. Sorumlular, din öğretimini bütün bütün ihmal edip sadece maddi hayatı nazara verip himmetlerini o noktada yoğunlaştırdılar. Küçük bir dünya menfaati uğrunda kalbî ve rûhî hayatlarını ihmal ettiler.
Kur’ân okumak, onun ruhunu öğretmek, din ve diyaneti talim etmek vaktini alır diye, dini bilgileri öğretmeyi önemsemediler.
Yukarıdaki hadisin manası şu ayetle de tam bir uyum arz etmektedir.
“Yoo yoo siz ücreti ve lezzeti peşin olanı çok seviyor, ahiret (veya neticeyi) umursamıyor (görmezlikten geliyor)sunuz.” (Kıyâme/20)
Allah Rasulü (sav) sözlerini şöyle devam ettiriyor: “Ben onlardan berî yim, onlar da benden berî olsunlar.”
Yani, “evladını ihmal eden, çocuğunun heder olup gitmesine göz yuman, dahası bir neslin mahvolması karşısında titremeyen anne-babalardan ben uzağım; onlar da benden uzak olsunlar”. Ruhen ölmemiş bütün babalar zannediyorum bu sert uyarı ve tembih karşısında ürperir ve tirtir titrerler; titremelidirler de. Böyle önemli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömerli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömer bin Abdülaziz bayılıyor ve yirmi dört saat kendine gelemiyordu. Hatta vefat edecek diye oturup başında Kur’an okuyorlardı. Kendine geldiğinde de hıçkırarak Allah’tan korktuğunu söylüyordu. Evet o, elinin altında bulunanların mesuliyetini omuzlarında hissediyor ve hukuklarına tecavüz ettim endişesiyle sarsılıyordu.
Ya biz? Şu şahsi zevklerini esas alarak kurduğu yuvada vücutlarına sebebiyet verdiği yavruların ruh ve kalblerini ihmal eden anne-baba şeklindeki merhametsizler... Acaba, ne kadar ayılıp- bayılmalı ve ne kadar titremeliyiz!?
Gerçi bu mevzudaki bütün hadisler, terğib ve terhib nevinden olup; sevdiren ve ürküten prensipler türünden irad buyurulmuştur. Biz de konuya bu açıdan yaklaşıyoruz. Ama bu mevcuda tabii ki yapacağımız bir kısım şeyler de var; çocuklarımızı yetiştirme, şekillendirme konusunda İslâm’ın ve Kurân’ın bize yüklediği sorumluluklar var. Daha önce prensipler halinde sıraladığımız ve ileride arz etmeyi düşündüğümüz hususlar ki, çocuklarımızın hisli, derin, ahlaklı ve dindar olmaları ve bizim de o hanede, azizler bir peder, azize bir valide olarak duyulup hissedilmemiz, kabul edilip saygı görmemiz; hatta her halimizle bir bilge gibi “algılan” mamız gelir ki; daha sonra sıralayacağımız hususlar bunlara nisbeten tâli konular mesabesindedir.
Cevap: çekirdekten çınara
a) Çocuklar Arasında Adaleti Muhafaza Etme
Bu tâli konuların başında çocuklarımızdan birini diğerine tercih etmeme prensibi gelir. Evet, bu konudaki küçük bir kusur, bizi, çocuklarımız üzerinde tesirsiz hale getirmeye yeter. Rasulü Ekrem'in (sav) bu konudaki şu irşatları ne manidardır:
Numan ibn Beşir’ın (ra) babası yani Hz. Beşir –baba da, evlat da Müslümandı ve ashab-ı Bedir’dendi- geldi ve dedi ki: “-Ya Rasulallah (sav), başka çocuklarım da var; ama, Numan başka. Müsaade ederseniz servetimin şu kadarını Numan’a vermek istiyorum.”
Hz. Peygamber (sav);
“-Diğer çocuklarına da o kadar verdiniz mi?” diye sordu. Beşir, “-Hayır” dedi.
Allah Rasulü (sav) bu defa, umuma tevcih-i kelam ederek şöyle buyurdular: “Allah’tan korkun ve evlatlarınıza karşı âdilane muamelede bulunun.
Sonra da Beşir’e dönerek: “Sen, çocuklarının hepsinin sana aynı derecede hürmet etmelerini ister misin?”
Beşir de: “Evet isterim” deyince,
“-O halde, böyle yapma” [26] (Buhari, Hibe, 12-13; Neseri, Nuhl, 1; Tirmizi, Ahkam, 30; İbni Mâce, Hibe, 1; Tayalisi, 1/280). Yani sen de sadece bir evladını değil hepisin gözet. Sen onlardan birine teveccüh ve ihtimam göstersen, ona hediye verip atiyyede bulunsan bu defa diğerinin sana karşı birr (iyilik) duygusu azalır ve itimadı sarsılır.
Allah Rasulü, (sav), meseleye esaslı bir çözüm teklif ediyor ve muhtemel bir problemi temelden hallediyor. Evet, aynı hânedeki çocuklardan birinin diğerlerine tercihi, evvela diğer çocuklarda tercih edilen kardeşlerine karşı kıskançlık hissini uyarır ve kardeşleri birbirine karşı düşman haline getirir. Bu meseleleri, psikolojinin dar prensiplerine dayanarak izah etmeye çalıştığımızı düşünmeyiniz. Biz burada, Kur’ân-ı Kerim’in ruhlarımıza duyurmak istediği gerçeklerin evrenselliği, insan tabiatına uygunluğu, makuliyeti, mantıkiyeti ve insaniliği üzerinde duruyoruz.
Bilindiği üzere Yusuf (as) rüyasında yıldızların, ayın eve güneşin kendisine secde ettiğini görmüştü. Bu sevinilecek ve iftihar edilebilecek durumu babasına açtığında, babası, “Evladım, bunu kardeşlerine anlatma” (Yusuf/5) demişti. Nübüvvet derinliğiyle insan tabiatını bilen bu büyük insan, böyle bir meselenin kardeşlerinde kıskançlık hissini uyaracağını hissetmiş ve böyle bir rüyayı anlatmanın, henüz tezkiye-yi nefse erememiş kimselerde kıskançlığa sebebiyet vereceğini düşünmüştü. Maalesef neticede endişe ettiği şeyler gerçekleşmiş, kardeşleri Yusuf’u (as) ölmek üzere bir kuyuya atmış ve bu olayla peygamber hânesinde bile çekemezliğini insanı ne hale getireceğini ortaya koymuşlardı.
Evet, çocuklardan birini diğerlerine sevgi vb.. hususlarda tercih etme, kardeşlerde kıskançlık hissi uyaracağı ve hiç de farkına varılamayacağı şekilde baba ve annenin farklı muamelelerinden ötürü, şuuraltı bir nefret duygusu uyaracağı açıktır.
Bu mülahazaları, sevgilerimizin-nefretlerimizin dostluklarımızın-düşmanlıklarımızın sebep, saik ve şuuraltı kaynaklarıyla düşündüğümüzde daha iyi anlarız: Çok samimi ve sıkı fıkı olduğunuz arkadaşınız vardır. Ama, her nasılsa bir defasında size îsar hissi izhar edememiş ve bir noktada hodkâmlığıyla hiç de beklemediğiniz bir davranış sergilemiştir. Siz, isteyerek veya istemeyerek bunu hafızanızın bir tarafına yerleştirirsiniz. Hemen her hadise, insan dimağında bir iz bırakır geçer, sonra başka hadise ile hortlayıverir. İşte siz şuuraltınızda sessiz sessiz uyuyan o sevimsiz duyguları çağrıştıracak ve ateşleyecek bir hadise karşısında birden bire hırçınlaşır ve şöyle dersiniz: “Zaten ben sizin böyle olduğunuzu önceden anlamıştım.”
Şimdi bir de bu türden menfi olayların üst üste yığıldığını, bir kaçının birden hortladığını düşününüz. Uzun bir maziden gelen bütün bu bulantıların hemen hepsini birden o insanın yüzüne vurur, sonra da nefsinizi müdafaa etmeye durursunuz. İşte çocuğun dimağına veya hafızasına ya da şuuraltına yerleşen düşünceleri depreştirecek, sizin çocuklar arasındaki her hangi bir olumsuz tavrınız, o çocuğu size karşı hırçınlaştıracak sonra da onun sizleri bütün bütün dinlememesini netice verecektir.
Aslında bu, konunun sadece bir yününü teşkil etmektedir. Meseleyi çocuğun bütün hayatını içine alacak şekilde ele alacak olursak iş daha da karmaşıklaşır. Hele bir de siz herşeyi onun çocukluğuna verir de duygularının ilerde nasıl bir hal alacağını hesaba katmazsınız, birgün hiç farkına varmadan kendi yanlışlarınızı altında ezilir gidersiniz. Çocuğun evde şahit olduğu hilaf-ı vâki davranışlar, sözler, mütenâkız hareketler –ki siz çocuğun bunları çoğu zaman anlamadığını düşünürsünüz- oysa ki bunlar bir deftere kaydediliyor gibi onun hafızasının bir tarafına silinmeyecek şekilde kaydedilir. Zamanı geldiğinde de onlar bütünüyle birden ortaya çıkarlar. Bu bazen öyle bir çıkış olur ki aileyi, anne ve babayı da önüne katarak sürükler.
Binaenaleyh anne-baba olmak isteyen herkes, belli bir seviyede psikoloji, pedagoji ya da en azından Kur’ân’ın bu mevzudaki mücmel prensiplerini bilmeli ve ondan sonra yeni bir hayata “bismillah” demelidirler.
Evlat, çocuk yetiştirme basit bir mesele değildir. Ben arıcılığa merak ettiğim bir devrede, gittim arıcılık kursu gördüm. Arılarla uğraşmanın bile ne kadar zor olduğunu müşahede ettim. Bunun gibi insan, mutlaka iyi nesiller yetiştirmenin yolunu öğrenmeli topluma iyi elemanlar kazandırmalıdır. A’la-yı illiyyî nden esfel-i safilîne kadar gel-gitler yaşayan potansiyel bir büyük varlığın terbiye edilip insanlığa yükseltilmesinin ne denli önemli olduğunu hiç kimse unutmamalıdır.
Cevap: çekirdekten çınara
b) Çocukları Ciddiye Alma
Rasulü Ekrem (sav) çocuklar üzerinde çok ciddi dururdu. Çocuklar kendisini istikbal edince, o da bir büyük insan gibi onlara iltifatta bulunur; kimisini sırtına, kimisini kucağına alır ve müsavi muameleleriyle hemen hepsini hoşnut edecek bir tavır sergilerdi.
Bazen bir sokaktan geçerken, çocuklar oyun oynuyorsa, Allah Rasulü (sav)” [27] (Ebu Davud, Edeb 135, 136; İbni Mâce, Edeb 14; İbnu Ebi Şeybe, 5/61). mukabelesinde bulunurlardı. Allah Rasulü (sav) çocuklara olduğundan fazla değer verirdi. Şayet bir çocuğa, “Sana filan zaman şunu vereceğim” diye söz vermişse, bir büyük insanla ahitleşmiş, sözleşmiş gibi, va’dettiği vakitte mutlaka sözünü yerine getirirdi.
Cevap: çekirdekten çınara
c) İtimat Duygusu Kazandırma
İnsanlık adına utandırıcı düşüncelerden biri de, “Babana dahi itimat etmeyeceksin” felsefesidir ve yanlıştır. Hz. Peygamber (sav), hep “itimat etmek” fikrini telkin eder ve çevresindeki çocuklar onunla alakalı adeta “itimat” dışında hiçbir şey bilmezlerdi. O, herkesin, nazarında “Emin” bir insandı; çocukların nazarında da... Elbette böyle fertlerin teşkil edeceği millet de emin olacaktı.
Ayrıca Allah Rasulü (sav): “Allah, çocuğuna merhamet etmeyene merhamet etmez” [28] (Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 8/155). buyurur ve ümmetini kalb ve gönül insanı olmaya çağırırdı; onları seviniz, onlara söz verdiğiniz zaman behemehal yerine getiriniz; onlar sizin sözlerinizle davranışlarınız arasında zıtlık görmesinler; çocuk böyle bir şeye şahit olmasını mealine bağlı tavsiyeleriyle, terbiyede en ideal noktalara işaret buyururdu.
Yine İmamiye menşe’li bir hadis-i şeriflerinde Allah Rasulü (sav): “Sizden biriniz çocuğuna bir şey va’d ederse behemehal onu yerine getirsin” buyurur ki; bu, “Çocuktur, yalan söylesem, aldatsam da bir şey olmaz” demenin ne kadar yanlış olduğunu tasrihtir. Evet, her aldatma ve hilaf-ı vâki, birer tohum halinde onun kafasında, bugün olmasa da yarın birer zakkum ağacı gibi zuhur edecek bir terbiye gayretlerinizi tesirsiz hale getirecektir. Anne-baba her zaman müstakim olmalıdır. Zaten sırat-ı müstakim erbabı olan sizlerin her davranışından doğruluğun dökülmesi de bir esastır.
Evet çocuklarınızın sizin hakkınızda “yalan söyledi”, “ahdinden döndü”, “dünya malına tamah etti” vb.. şeyler söylemesine veya düşünmesine katiyen meydan vermemelisiniz. Onlar sizi her zaman îsar (başkalarını kendine tercih) hasleti içinde, mutasaddık, mümin, müslim, sâbir, hâşî, iffetli görmeli ve tanımalıdırlar.